Morardi o gün Persembe.. |
İşte o günden sonra ara sıra elimde bir tabak yemekle kapısını çalıyorum. Her zaman yapamıyorum kendimi ezik hissetmesin diye. Çünkü, bana bir keresinde "bana yemek getirmek zorunda değilsiniz" demişti. Biliyorum, ama içimden geliyor, istemezseniz getirmen, demiştim. Sonra verdiğim cevaptan kendimde utanmıştım. Çünkü insanın sadece karnının doyması değil, beynininde doyması gerekti. Ona yemek götürmekten başka şeyler olmalıydı. Sohbete ihtiyaç duyabilirdi mesela. Ona yardımdan çok sanki bizim ona ihtiyacımız varmış gibi olmalıydı. Ama bilemiyordum işte nasıl yapacağımı. Bir keresinde, daha önceleri satranç turnuvalarına katıldığını, şampiyonlukları olduğunu söylemişti. Bizim oğlanlarda oynuyor demiştim. Zamanlarınız uyarsa sizinle oynamayı çok isterler dediğimde, tabi belki onlardan yeni şeyler öğrenirim, demişti mütevazı bir şekilde.
Bir kaç hafta oldu. Yemek götürmüyorum. Bir sabah işe giderken, onu gördüm yine posta kutusunda tekerlekli sandalye ile. Ben kapının içerisindeydim, o dışarda. Postacı o saatte gelmezdi. Martin amcanın posta kutularının altında bulunan "milchkasten" süt kutusu dedikleri bir boşluktan bir ekmeği bacakları üstünde duran battaniyenin altına bir hamle ile soktu. Bunu neden gizli yaptı bilmiyorum. Martin amcanın bu halini görünce hiç görmemiş gibi yapıp merdivenden direk garaja gittim. Demekki ekmeği posta kutusuna geliyor. Bunda utanılacak bir şey yok ki. Bilakis, gayet normal ve hayatı kolaylaştırma adına güzel. Ekmeğini sipariş edebiliyor bi şekilde. Belkide, ben tam o an'ı görünce farklı düşünmüş olabilirim.
Dün yine sabah işe giderken, bir sürü geri dönüşümlü çöpleri ayırdığımız için, şişe, kağıt, plastik vs. elimde olunca asansörle inmek istedim. Asansör bakımda olduğu için çalışmıyor. Tamam, merdivenden inebilirim. İnerken giriş katında posta kutularını görünce, ilk aklıma gelen Martin amca oldu. Merdivenden inemez. Ekmeğini alamaz. Ekmeğini alıp ona çıkarsam mı? Ama onun ekmeğinin posta kutusuna geldiğini benim bildiğimi bilmiyor ki? Ani bir kararla elimdekileri garajda bırakıp tekrar yukarıya çıktım. Milchkasten denilen yer anahtarlı değil, bi üstü olan mektup yeri anahtarlı. Ekmeğini ona çıkarmak niyetim. Asansör onarımı ne kadar sürer bilmiyorum. Kahvaltısını edebilsin. Ona derim ki, "biraz önce bu ekmeği bıraktılar sizin posta kutunuza, asansör şu anda bakımda ve çalışmıyor, bu yüzden ekmeğinizi getirdim", diye senaryolar yazıyorum kafamda. Bu senaryoya ben bile inandım. Açtım onun posta kutusunu. Boştu. Posta kutusunda ekmek yoktu. Sevindim. Ya almıştı ekmeğini, yada her gün gelmiyordu ekmek. Avrupalılar çok ekmek yemediği için ikinci seçenek daha mantıklı geldi. İşe gittim.
Perşembeydi o gün. Perşembe kadınları ile buluşmamız hala sürüyor. Ülkedeki gelişmeleri, hayretle izliyorlar. Cumhuriyet gazetesine yapılan baskınları, idam cezasının yeniden gündemde oluşu.. gün geçmiyor ki yeni bir şey olmasın. Evet, uzaktayız, ama ülkemde olanlar beni üzüyor. Arkadaşlarımda benimle birlikte üzülüyor. Sonu gelmeyen bir korku filmi izler gibiyiz. İşte bunları ve başka şeyleri, hatta umut veren şeyleride konuşuyoruz. Zaman çok hızlı geçiyor Perşembeleri. Kaç bardak şarap içiyoruz farkına varmıyoruz. Bol suda içiyoruz yanında.
Bu Perşembe eve dönerken yine bir hal geldi başıma. Burada saatler geriye alındığı için akşam erkenden çöküyor. Akşam 7 gibi, hafif yağmur ve karanlık yollardan ilerlerken, turuncu renkli, fosforlu adamlar durdurdu beni. Akşam erken saatler olduğu için alkol testi yapmazlar diye umuyorum. Yaparlarsa "sıçtın kızım sen" diyorum. Bu hayatımda bir ilk ayrıca. Yani kontrol ilk, yoksa ben her Perşembe aynıyım.
Neyse çektim sağa, pencereyi indirdim. İyi akşamlar diledi bana, iyi akşamlar dedim, nazikçe. Ehliyet ve ruhsat, dedi. Verdim. Arabayı istop ederseniz, sevinirim dedi. Arabayı istop edeceğim düğmeyi bulamıyorum, elim ayağıma, *ikim *aşşağıma dolaştı. (Deyimlerin ayıbı olmaz)
Neyse. Ehliyeti kontrolden sonra, elinde bir aletle geri döndü, ve dedi ki, seyyar radar var, ve siz 50 km/h lık yolda 64 km/h hız yaptınız. Bunun cezası 120 Fr. Alkol aldınız mı, dedi. Evet, dedim. Çünkü elinde o aletle gelmiş, hayır almadım desem çıkacak ortaya. En son ne zaman aldınız, dedi. E bu konularda tecrübeli değilim ki, iki saat önce dedim. Oysa yakın bir zamanı söylemek gerekiyormuş. Nasıl üfleyeceğimi uzun uzun anlattı. O an onu dinliyor muydum bilmiyorum. Dinlemediğim belli olmuş ki, hiç bir şey olmadı alette. Sonra tekrar ettim. Bu sefer 0.44 diye bir birim çıktı. 0.5 yasal olan ölçü. Önce bi sevindim. Sonra bana dedi ki, sizin verdiğiniz bilgiden daha çok çıktı. Şimdi ikinci bir test yapacağız. Meğer 0,44 miligram ile 0.44 promile aynı şeyler değilmiş. İkinci bir üfleme yaptım. Bu sefer 0.39 çıktı. Ve bana dedi ki, bayan Yalçın bu şanssızlıkta şanslı olansınız. 0.39 un üzerinde çıkan verilerde hastaneye gidip kan testi falan yapılıyormuş. 0,39 sınır, sadece yazılı ihtar alıp ceza alarak kurtuluyormuşum. Ama 10 saat araç 🚗 kullanamam, trafikten men edildim. Ehliyetimi aldılar. Bana bir rapor verdiler, yarın araba ile işe gitmemiz gerekirse bu raporla gidebilirsiniz, dediler. Sonra imdadıma bizim oğlanlar yetişti. Gelip beni aldılar. Kıl payı kurtuluyorum her zaman, her şeyden. Koruyucu meleklerimi hissediyorum hep.
İşte o Perşembe akşamıydı yine. Eve gelir gelmez bir çay suyu koydum. Bu yaşadıklarımla ve akşam soğuğu çökünce bir kedi gibi salondaki sofada uyuyakalmışım. Çayım soğumuştu. Gece yarısı olmuştu. Yatmaya yeltenirken NTV de son dakika haberi. HDP li başkanlar ve milletvekilleri göz altına alındı haberi. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Şaşırdım mı bilemiyorum. Çünkü, günümüz yönetiminden her zaman her şeyi bekliyorum da, ama buna rağmen şaşırdım galiba. Gece 23.30 gibiydi. E saat farkı ile 01.30 olmalı. Facebook'ta bir hareket yoktu. Gerçi benim dar bir çevrem var orada. Bu sefer Twitter'a geçtim. İnternetin engellendiğini söylüyordu büyük bir kısım. Böyle zamanlarda hep öyle olmuyor mu? Zaten, profili düşük Başbakanımızda teyid etti. "Arkadaşlar, güvenlik açısından zaman zaman bu tür tedbirlere başvurulabilir, bunlar geçici tedbirlerdir, tehlike bertaraf edildikten sonra herşey normale döner" dedi.
İyide Başbakan, bu ülkenin güvenliğinden siz sorumlu değil misiniz? Bu ülke neden tehlikede? İnterneti kısarak mı sağlıyorsunuz bu güvenliği? Biz bir şey öğrenemezsek, duramazsak, bilmezsek mi oluyor? Senin deyiminle "15 temuzda" niye kısıtlamadınız bu internet erişimini? Ve hatta skyptan yayın yapıp demokrasiyi sokaklarda aramadınız mı? Biz hep deriz zaten demokrasi sokaklarda, diye. Ama sizin işinize gelince sokaklarda oluyor demokrasi. İşinize gelmeyenler sokağa dökülünce, interneti kes, TOMA'larla biber gazı ve plastik mermileri sık, jopu indir kafaya yada .... başka bir yere. Bu mudur demokrasi?
Birde anlayamadığım şu var. Bu HDP'lilerin bir seçmeni var. Barajı aşarak Meclis'e girdiler. Yani yasal bir şekilde ikinci muhalefet partisi oldular. Sen sev veya sevme. Talepleri artık demokratik bir şekilde olacak. Eee nooldu? Yooook, olmayacak, onlar ne mecliste olmalı, ne dağda. Mümkün olsada hiç bir yerde olmasalar buharlaşsalar. Ama işte, Allah onlarında yaşamına imkan vermişti. Tesadüfen Kürt doğmuşlardı tıpkı senin veya benim tesadüfen Türk doğduğumuz gibi. Orda burda okuyorum, onlar Kürt devleti kurmak istiyordu diyenleri. Onlar sadece insanca haklarını istiyordu, senin gibi, benim gibi. İnsanca yaşamak istiyordu. Hani hepimiz kardeştik ya. Çevrenize bir bakın, herkes der ki, şu komşum, şu arkadaşım öyle iyi öyle iyi ki, ama Kürt? "Ama" ne ya?? Bunu sürekli söyleyen bir Alman arkadaşım vardı. Beni yakınları ile tanıştırdığında, " Benim en iyi arkadaşım, ama nereli biliyor musunuz? Türk! " bu bir değil iki değil! "Ama Türk! Bir gün söyledim ona, beni bir daha böyle tanıştırma, sadece adımı söyle, eğer onlar merak ederse sohpet esnasında ben söylerim, dedim. Çünkü, benim içinde öyle. Biri ile tanışırken ilk aklıma gelen ırkı değil, insanlığı oluyor.
Hal böyle iken bir şeye daha aklım ermiyor? Madem dokunulmazlıklar kalkacak? Bu neden bütün partiler için geçerli değil? Bir tek onların dokunulmazlığı kalktı. Ve onlarda "tamam kalksın" dedi. Kalktıda bir kaç ay önce. Ve apar topar gece yarısı evlerinden alındılar. Gerekçe, ifadeye gelmedikleri için. E tamam zorla götürdün, hapse atmak? Her zaman bi kılıfları var tabi. Bu sefer hukukun üstünlüğünü savunuyorlar. Ya çıldıracağım.
Ee hani hukuk devletiydi, CB anayasa mahkemesinin Can Dündar ile Erdem Gül'ün serbest bırakıldığında, bu karara uymuyorum, saygıda duymuyorum, demedi mi? Hemde bağıra bağıra.
İşlerine nasıl geliyorsa o. Adalet yok, siyaset yok, hak yok, hukuk yok, düzen yok, sistem yok, hoşgörü yok, sevgi yok, saygı yok, insanlık yok. Bir gün bana biri, senin ülkenin yönetim biçimi nedir dese? Ne derim? Benim ülkemde demokrasi var diyemem! Benim ülkemde faşizm var desem, utanırım. Ama var. Bu ülke faşizmle yönetiliyor. Mafya politikası ile yönetiliyor diyemiyorum. İşte böyle bir ikilemdeyim.
Bu akşam saatlerinde hani trafik polisine yakalamıştım ya, hani "şimdi sıçtım" dediğim an vardı ya. O hiç bir şey değilmiş meğer. Kadın olduğum için aşağılanmadım. Tütkiyeli olduğum için aşağılanmadım "Siz" diye hitap edildim. Yasal prosedür ne ise onu anlattı ve uyguladı. Bu kadın olsamda erkek olsamda, Alman olsamda, İsviçreli olsamda aynı olacaktı. Demem o ki ne yasalar önünde nede normal yaşamda cinsiyet ayrımı, ırk ayrımı, parti ayrımı, din ayrımı yapan ve buna karşı olan anlayışı ve yönetimi anlayışla karşılamıyor ve kabul etmiyorum.
Durduruldugum an |
Öncesinde böyle bir masada lafla peynir gemisini yürütmüsüz.. |