Sayfalar

Zeytin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zeytin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2017 Pazartesi

Almanya anilarim...

en güzel an fotografim, hediye paketinden cikinca böyle kucakladi.. 
Ayyy pek hastayım yılbaşı aşamından beri. Bu nasıl hastalık bilmem ben, gidiyor, gittiği yeri pek sevmeyo mu bilmem, gerisin geri tekrar geliyor. Şart o'sun bıktım usandım. Gene aksırıp tıksırıp duruyon aşamdan beri. 

Çıkan hafta alamanyaya gidem dedile bizim uşakla. Eh gidem dedim. Bi hızlı gullanıyorla arabayı yüreğim ağzıma geldi. Dabakhaneye bok mu yetişderecesiniz, dedim. Ezeli böyle değildim ben, yaşlanı mıyom bilmem ben? Şöyle bi bakıyon aynada kendime, öyne durup durun sankı, yalan mı sığıyo (söylüyor) bu aynala bana? 

Neyse sağ Salim vardık gız gardaşıma. Gucağında bebesi açtı gapıyı. Gucakşaştık. Yidik, içtik, iki laf ettik yattık. Yattığım yeri mi yadırgadım bilmem zabaha gada döndüm. Sankı dersin gözlerime biri kürdan gomuş, gatiyyen bir araya gemeyo göz gapaklarım. Ben ki, başını goyacak bi tomruk bulsam uyurum, noodu bana böyle? Yaşlanıyon deme çok gızarım bak! Dirhem uyku yüzü görmeden sabahı ettim. Emme ö'ne yorgunlukta yok bedende. Çocuklarınan acık oynadık, gayvaltı yaptık, birez dolaştık derken abem gile gittim. Artık gocaman bir aile olduk. Herbirimiz bi yerde. Emme onlar birbirine yakın, bi uzakta olan ben. Gurbetlik pek zor. Abem gile gitmeden önce gardaşım Serdar'a uğradım. Evini hiç görmediydim. Birde ona yıllar önce benim kedi Zeytini verdiydim, hatırladın mı, işte ikisini görmeyi çok canım çekti. Wuppertale onun evine gittim. Evini elimle gomuş gibi buldum. Bildiğim yerler olunca tabi. Aşağıdan zile bastım, zzzt deye açıldı kapı. Çıktım yokarı. Asansör yok. Çık çık bitmiyor o merdivenle. Hankı gatta oturduğunu bilmediğimden habire çıkıyom merdiveni, nasıl olsa gapıda beni bekler deyerekten. Hakkaten öyle oldu. En tepede bilmeyom gaç gat çıktım, gapıda beni bekleyip duru. (Burayı normal yazmalıyım, o kapıdaki hali gözümün önünden gitmiyor, hani gözünüzü kapatırsınız ve güzel şeyler anımsarsınız ya, işte o anımsamaya girecek artık, ömrüm boyunca gözümü kapattığımda gözümün önünden gitmeyecek olan görüntülerden) 
Girdim içeri, sankı dersin hergün girdiğim ev, bir ırahatım sorma. Sonra o gapkara tüy yumağı çıktı bi yerlerden. Sadece gözleri görünüp duru. Zeytin.. sevdim, okşadım. Bilmiyorum beni tanıdı mı? Benim gibi oda yaşlanmış. Gapgara tüylerine akla düşmüş. Ve hatta ağırlaşmış, durulmuş. Oda çok çılgın bir kediydi, benim gençliğim gibi. Duygusal bir yazı olmasın diye güya Mudurnu şivesi ile eğlenceli yazmaya başladım, olmadı. O zaman yazının bundan sonrası bazen şivesel, bazen normal yazacağım. Bir saat falan orada kaldım. Ama saatlerce vakit geçirebileceğim bir ortamdı. Bir kahve yaptı Serdar bana, daha önce öyle bir kahve içtiğimi hatırlamıyorum. Sonra abimlere gitmek için yola çıkmadan önce Zeytin'e üç günlük mama ve su bıraktıktan sonra Haan'a gittik. Öyle uzak bir yer değil, 10 km ya var ya yok. Abimlere gittiğimizde, akşam saatleriydi, ve onlar bizi yeni açılan bir Asya mutfağına götürdüler. Açık büfe. Kişi başı 15.80 Euro ödüyorsun istediğin kadar yiyorsun. İçecekler hariç. Güzel. Damak tadına göre değişiyor tabi. 

Bu yaşıma geldim, daha hayatımda suşi yememiştim. İlk kez o akşam, yılbaşından 1 gün önce yani yiyecektim. Bir kaç çeşit aldım. Aman o neydi be? Sası sası, ne dadı va, ne duzu. Balık desem balık değil, pilav desem pilav değil! Damak tadıma göre değildi. Sevmedim. Ama ikinci şansı vereceğim, ve orijinal yerinde yiyeceğim. Oradada sevmezsem, demekki bana göre değilmiş diyeceğim. Benim yediğimin tadı tuzu yoktu, kuruydu, pirinçler keza öyle. Saman mı yedim, suşi mi? Hiç anlamadım. Ama lezzetli çok şey vardı. Güzel bir akşamdı. Yuvarlak masamız çok büyük ve kalabalıktı. Sonra eve geldik. Ertesi gün yılbaşı olmasına rağmen evde sanki düğün öncesi kına gecesi yapıyorduk. Tekilaları içip içip batsın bu dünya diyorduk. Yine batırmadan yattık o gece erkenden, nispeten erkenden. Ben yine dön dön uyuyamadan sabah olmuştu. Her ne hikmetse sabah yine yorgun falan değilim. Kalabalık bir masada kahvaltı yaptık. Sonra yılbaşını kutlayacağımız bir kilisenin forum denen odasını böyle aktiviteler için kiraladıkları yeri süslemeye gittik. Evet kilisenin yanında bir yer. Öyle bir yer ki, her türlü alkol bulunmakta dolaplarında. Masalar, sandalyeler, dj bölümü, beyaz masa örtüleri, şamdanlar, tabaklar, bardaklar, kadehler, gümüş çatal kaşık ve bıçaklar. Hep derim, bu İnsanlar dinlerinide yaşıyorlar, hayatlarınıda. 
Ama hristiyanlarında burnundan getirmeye çalışıyor bu aşırı islamcılar. Noel pazarına daldılar Berlin'de iki hafta önce biliyorsunuz. Yani dünyaya bi hükmetme durumları var. Evet Türkiye'de artık her hafta bir terör var, dünya ülkeleride pek tekin değil. Tek fark burada insanlar hükümete ve yönetenlerine güveniyor. Bir terör olduğunda acaba demiyor kimse? Ve kimse Başkan olmak derdinde değil. Mesela şimdi size sorsam, İsviçre'nin başbakanı kim? Kimse bilmez. Veya işte refahı yüksek ülkelerin başbakanlarını? Cumhurbaşkanlarını? Valla bende bilmem. Düşününce aslında bu güzel bir şey. Sadece bizim gibi ülkelerin başbakanları, Cumhurbaşkanı ve hatta orman bakanına kadar tanırız. Bu isimleri tanımak siyasi bilgimizden değil, çarpık yönetim biçimindedir. Her yazımda neden buralara geliyor konu? 

Konuyu değiştiriyorum hemen, akşam 7 gibi gittik işte o kiralanan yere. 40-50 kişi aynı yerde yeni yılı kutlayacağız. Ama boğazımda bir böcü var, hasta 😷 yapcam seni diyor. Ben onu duymamazlılıktan geliyorum. Hastir falan çekiyorum. Herkes tekilaları, rakıları, jägermeisterleri götürüyor, ben sakin sakin şarap 🍷 içiyorum. Bol su içiyorum. Kim dedi bilmem, Reina haberi geldi. Noel baba kostümü ile denizden gelen biri Reina'yı taramış dediler. Daha sonra haberlerde böyle verilmedi haber. Yani haber doğruyduda, Noel baba köstümlü falan, denizden gelen gibi şeyler duymadık. Garip bir eylem biçimi. Biri geliyor, tarıyor ve çıkıp gidiyor. Halada yakalanabilmiş değil. 2017 den beklediğimiz umutlar daha yeni yılın ilk saatinde tükenmişti. Ne oldu sonra, okuduk ve geçtik. Teröre alıştırıldık. Maalesef. Sonra İzmir'de neden terör olayları olmuyor diye soranların dileklerinide yerine getirdiler böylece. Ama ilk kez orada canı ile diğer ölümleri koruyan trafik polisi Fethi Sekin in şehit olmasına inandım. O gerçek bir şehit işte. Şehit olmak öyle kolay bir şey değildir. 15 Temmuz "şehitleri" de böyle bir şey değildir. Bana göre. 

Bak konu yine kaydı bir yerlere. Kayıtsız kalınmıyor tabi, çünkü yaşamınızın bir parçası haline geldi bu olaylar. 

1 Ocak'ta bir uyandım ki, daha doğrusu uyanamadım zaten. Betim benzim solmuş, gözümün feri gitmiş, hayattan bezmiş bir haldeyim. Bir evde 12 kişiyiz. Tek derdim kimseye bulaştırmasam bari hastalığımı. Herkesten uzak, dokunmadan yaşıyorum. Zaten 4 gün kaldık, ilk ikisi güzel, son ikisi berbattı. Zaten iki Ocak'ta memleketimize geri döndük. Çok garipti vedalaşmamız. İlk kez kimseyle kucaklaşmadan vedalaştım. Göz göze gelerek. Serpil kucakladı. Bende yüzümü sırtınada bir yerlere saklayarak kucaklaştım. Serdar bizimle arabaya kadar geldi. Onunlada aynı şekilde kucaklaştık. Yüzüm yüzüne değmedi. Gözler değdi. Zaten uzun boylu olduğundan belinden kucakladım, yüzümü sırtına verdim. Değişik bir vedalaşma oldu. Ama hiç kimseye bulaştırmamışım hastalığımı.. ben mi ben hala tam iyileşemedim. Takmıyorum o başka. Ciddiye alsam iyi olacak galiba. 

Ha, 1 Ocak'ta hediyeleşme merasimi vardı. Çekiliş yapıyoruz aylar öncesinden, herkes çektiği kişiye bir hediye alıyor. Beni en çok çocukların o bekleyişi, ve paketleri açıp gözlerindeki mutluluğu görmek oldu. Mutlu çocuk olabilmek ne güzel şey. Bu seneki hediyeler herkes için çok güzeldi. Bana şu kitap çıktı. Hakkaten bazı kelimeler çok güzel. 


Benim Hediyem.
Yeni yila girerken.. eksik olanlar var..
Kuzenler ve bir dayi..
Zeytinle bulusmamiz yillar sonra..

8 Kasım 2014 Cumartesi

Bunların kökü nasıl kazınır?

Bir tatil sonunda ülkeye veda etmeden bir kac saat önce..
O sicakta, agustos böcegi ile yesil gövdeleriyle bas kaldiran zeytin agaclari.
Bugün çok huzursuzum, mutsuzum, çaresizim, öfkeliyim. Ne yapacağını bilemeyen deli danalar gibiyim.. İçimdeki öfkeyi durduramıyorum! Lütfen bana yardımcı olun, siz nasıl durduruyorsunuz o içinizdeki öfkeyi? 

Ağaç sevgisi nasıl öğrenilir ki? Bu öğrenilmez, zaten vardır. Tıpkı anne, baba sevgisi gibi, kardeş sevgisi gibi, arkadaş sevgisi gibi, çocuk sevgisi gibi, hayvan sevgisi gibi.. Bunlar yaşamın olmazsa olmazıdır, yaşarken öğrenir ve seversin. Yaşamı güzel kılarn şeylerdir. 

Çocuktum, her ağacın adını, ninemden öğrendim. yaprağını elledim, kokladım. Söğüt ağacının gölgesinde uyudum. Kavak ağaçlarının sesini dinledim. Çam ağaçlarının kokusunu çektim içime. Çam sakızı topladım. Dut ağacının yapraklarını topladım, ipek böcekleri için.. Incir ağacının kocaman yaprakları arasında incir topladım. Yağlı yapraklı ceviz ağacından taze ceviz yemek için ellerim kapkara oldu. Fındıklar zaten benim boyumda olduğu için koparıp yeşil kabuğun arasından taze fındıkları yemek en büyük zevkti. Ilkbahardan yaza girerken, kiraz ve yeşil erik toplamak, hatta komşununki daha güzel olduğu için onları çalmak. Elma, armut, ahlat, kızılcık, fındık, ceviz, dut, kiraz, erik, çam, söğüt, kavak, meşe, nar, incir, kestane ağaçları ile haşır neşir oldum. Tanımadığım Zeytin ağacını ise çok yıllar sone Egeli olduğum zaman tanıdım. Ama zeytini çocukluğumdan bilirim, ve çok severim. Siyah bir kedimin adına bile Zeytin adını vermiştim. 
İşte hal böyle iken, yani ben ağaca aşıkken, zeytine aşıkken, doğaya aşıkken, tamda bugün Manisa'nın Soma ilçesinin Yırca köyünde, bütün köylülerin direnişine rağmen 6 bin zeytin ağacını kesmişler. Ve kesildikten sonra, aynı günün akşamında mahkeme kararı ile yürütme durdurulmuş!! Ha, sevinelim yani buna! Şirin görüneceksiniz öylemi?! Pisliksiniz, Ağaç düşmanısınız!! Doğa katilisiniz.. Genelde katilisiniz zaten. 

Çok üzgünüm ben bugün. Ama biz böyle acı şeylere üzülürken onlar çok daha acı olaylarla gelip bir önceki acımızı basitleştirdiler, önemsiz kıldılar.. Korkuyorum bu olayı hangi acımasız bir olayla örtüp daha kötüsü ile gelecekler.. Ve biz bunu unutup başka olanlara üzülürken onlar hala çok daha kötüsünü yapmaya devam edecekler.. Benim bu küçük beynim artık onların kirli oyunlarını anlamıyor. 
Çok yavaş görünsede aslında hızlı bir şekilde bir felakete sürükleniyoruz. 

Elbet bu saltanatlar sona erer filan diyerek kendimizi avutuyoruzda, o zaman, ne zaman? Doğa katliamının telafisi çok zor.. Geleceğimiz. Yani bizden sonraki çocuklarımıza kalacak bu yaşamı biz koruyamazsak, kim koruyacak? 

Yarından itibaren her kahvaltıda yediğim her zeytin tanesinden özür dileyeceğim ben.. Zaten son 12 yıldır yapmadığımız şeylerden utanmayı öğrendik. Başkaları adına utanmayı.. 

Hani herşeyin bir sonu vardı? Bunların sonu ne zaman?