Uzun zamandır düşünüyordum Bayan Susi’yi ziyaret etmeyi. Covid nedeniyle gidemiyordum. Üç ay önce evde düşmüş ve acil hastaneye kaldırılmıştı. Orada da ziyaret edememiştim. Noelde ev telefonundan aradım. Ya telefona çıkmazsa diye ürkerek ararım hep. Zor duyduğu için adımı bir kaç kez söyledikten sonra tanır beni. Sonra da sevinç nidaları atar. Geliyor musun diye sormuştu o gün, ben virüsten falan korkmuyorum, gelebilirsin diye de eklemişti. Bugün gelemem ama bi kaç gün sonra gelirim demiştim. Şampanyayı buzdolabında bekleticem sen gelene kadar demişti telefonu kapatırken.
Bugün oraya gitmeden önce tekrar telefon açtım,bir kaç kez adımı söyledikten sonra, bugün geliyorsun ama dimi, dedi hemen. Evet, dedim geliyorum. Kapıyı açık bırakırım, zili duymayabilirim, zile basmadan girersin içeri, dedi.
Gittiğimde her zamanki gibi kapıyı aralık bırakmıştı. Ben yinede zile basarak girdim içeriye. Bayan Susi diye ünledim. Ses gelmedi. İlk girişte sağ tarafta yuvarlak masanın üzerinde kırmızı laleler çok güzel görünüyordu. Bi süre onlara baktım, hatta fotoğrafını çektim. Sonra mutfağa yöneldim. Genelde orada otururuz hep. Orada da yoktu. Oturma odasına yöneldim bu sefer. Yatağında upuzun yatıyordu, üstünde örtü yoktu, gözleri açık tavana doğru boş bakışı vardı. Hemen yanında kedisi, koltukta da diğer kedisi uyuyordu. Beni karaltımdan fark eder diye düşündüm ama hiç kımıldamadı bile. Bayan Susi, dedim, duymadı. Ürkütmek de istemiyordum. Koltuğa oturup bekleyim o zaman dedim. Gözleri açık ama hiç kırpmıyordu. Karnına baktığımda nefes alıp verdiğini gördüm. Ben oturunca kedi birden kalktı, sonra da yanında yatan kedisi. Ardından bayan Susi zıplayarak kalktı. Geldin mi, duymadım kusura bakma dedi. Çok erken kalkıyorum, öğleden sonra yarım saat uzanıyorum böyle dedi. Sonra birlikte mutfağa geçtik. Her zamanki minik yuvarlak masaya oturduk. Bardakları hazır etmişti. Buzdolabından şampanyayı aldı, açmam için bana verdi. Çerez ve Noelde yaptığı kurabiyelerden koydu masaya.
Bende ince uzun kadehlere döke saça şampanyayı doldurdum, o görmeden silmeye çalıştım, olsun dedi şampanya bardaktan taşmalı:) göreceğini de görüyor dedim içimden:)
Yeni güzel bir yıla, dedi ve tokuşturduk kadehleri başladık sohbete. O anlattı ben dinledim, o anlattı ben dinledim. Hep o anlattı ben dinledim. Ben zaten bir şey sorduğumda o bambaşka bi şey söylüyor:) bağırarak konuşmam gerekiyor beni duyması için. O nedenle bende dinlemeyi yeğliyorum. Zaten onun konuşmaya ihtiyacı var, dinlemeye değil. Seviyorum onu dinlemeyi, bazen aynı konuyu bi kaç kez anlatsada, seviyorum.
Dizinden ameliyat olmuş. 6 hafta hastanede kalmış. Yemekleri yağlıydı, ama şarapları güzeldi dedi. Nasıl yani, hastanede şarap mı? Dedim. Evet, özel hastalara var dedi. “first class” sadece uçaklarda ve trenlerde yokmuş meğer.
Ameliyatı gayet başarılı geçmiş. Evde kendi başına yürüyebiliyor, merdiven inip çıkabiliyor. Bana merdiven çıkma dediler ama ben çıkıyorum diyor. Üç katlı evde kedileri ile birlikte yaşıyor. Her gün sağlık sigortasının onayladığı bir bakıcı geliyor, alışverişini ve yemeğini yapıp gidiyormuş. Ama temizlik yapmıyor, zaten öyle bir görevi yok diyor. Bir insan hem onu hem onu yapamaz diyor. Temizlik için başka biri geliyor, diyor. Seviyorum bu düşünceyi. Hemen aklıma “göçmen kadınlar” grubunda buna benzer tartışmalar geliyor. Örneğin biri çocuklarına bakıcı arıyor, veya yaşlı annesine yada babasına. Çocuklara derslerde yardım edecek, yemeklerini yapacak, bebekse eğleyecek, uyuduğunda temizlik, ütü yapacak vs.
Birileri karşı çıkar hep, bunlar hepsi ayrı ayrı işler, siz kendinize hizmetçi arıyorsunuz galiba, der biri. Biri çıkar ne var yani çocuklar uyuduğunda boş duracağına yapıversin eline mi yapışır, der. Bu konuda çok tartışmalar olmuştur. Hakkaten biz Türkiyeliler bu konularda sapla samanı karıştırıyoruz. “Eline mi yapışır yapıversin” ne demek?
İşte Bayan Susi bunu çok iyi biliyor. Her işi için başka biri var. Alışveriş ve yemeğini başka biri, temizliğini başka biri, bahçesi için başka biri var.
Ama herkes işini iyi yapmalı diyor.. Haklı...
Bay Anliker’i konuşuyoruz bazen, bazen eşi Lori’yi. Lori her akşam beni telefonla arar, yaşayıp yaşamadığımı kontrol eder, diyor. Müthiş bir dostlukları olduğu kadar enteresan da bi taraftan.
Böylece akşamı ederken bir şişe şampanyayı bitirivermişiz. Masada duran ve hiç yemediğimiz kurabiyeleri eve götürmem için bana veriyor. Kapıya kadar uğurluyor beni. Ne iyi ettin de geldin, yine gel, diyor.
Eve geldiğimde kurabiyelerden yedik. Aman tanrım, o ne güzel bi şeydi. Böyle acı bademli, tarif edemediğim bir tad vardı. Tarifini almalıyım, ve adına “Bayan Suzi kurabiyesi” demeliyim.
Güzel bir yila... |