Sayfalar

Dolmalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dolmalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2018 Pazar

Dolmalarımla Gezdiğim Resim Sergisi..

Bahar birden geldi buralara. Birden tomurcuklandı dallar, ve birden çiçeklendi Japon kiraz ağaçları. Yürüdüğüm ormanda yerler hep çan çiçekleri ile dokunmuş bir halı gibi. Kuşlar orkestra grubu gibi ahenkli. En güzel mevsim ilkbahar mı ne?

Dün, yani cumartesi dördüncü ayın ondördünde saat 14.14 ten 18.18 e kadar perşembe kadınlarından arkadaşım A. nın ilk resim sergisi vardı. Neden saat 14.14 diye sormayın. Öylesine. Kreataif, ilginç olsun diye herhal. Yada unutulmayan bir tarih 14.4.18 diyede olabilir. Bu sanat işlerini fazla sorgulamamak lazım.

Oraya gideceğim için cuma akşamından biber dolması ve kuru patlıcan dolması yaptım, ev ahalisi açlıktan ölmesin diye.
Cumartesi sabah saat 10 da aldı beni ressam arkadaşım evden. Gideceğimiz yer Zürich yakınlarında Brugg. Yani ilk sanat eserlerini doğup büyüdüğü topraklarda sergileyecek. Yolculukta yeriz diye biraz biber, biraz patlıcan dolması aldım yanıma. Sanki 5-6 saat yolculuk yapacakmışız gibi hangi akla hizmet ettim bilmem. Aslında şöyle düşünmüştüm. Hani ekenden gidiyoruz ya, millet toplana kadar acıkırsak yeriz, ve hiç biber, patlıcan yememiş ressam arkadaşıma ikram etmiş olurum dediydim😊

Ama öyle olmadı. Son bir haftadır kendisini üzen hatta canını yakan bir olay gelişti. Bunu bana perşembe buluşmamızda anlatmıştı. Hatta bir tek bana anlatabildiğini, ve sergi günü yanında olmam ona büyük destek olacağını söylüyordu. İşte arabada giderken hala bunları konuşuyorduk derin derin. Öfkesi geçmemişti. Onu bu ruh halinden çıkarmak istiyordum, bi ara çantamda dolma var, yemek istersen diye mırıldandım, bir şey yiyecek halim yok dedi. Peki, deyip pencereden etrafı izlerken “sanki Frida Kahlo’nun sergisine gidiyorum” dedim içimden. Belkide sanatın olduğu yere biraz acı, biraz hüzün yakışıyordu.

Galeriye vardığımızda arabadan inerken saklama kabındaki dolmalarıda sessizce koydum çantama.. Zira hava sıcak ve arabanın içinde kalmasın istedim. Onlarda benim sanat eserim sonuçta🙈.

Salaş bi yerde küçük bir galeri. Terasıda var. Resimleri iki gün öncesinden asmışlar. Masalara küçük şişeler içinde tek bir çiçek koymuşlar. Kızkardeşi bu sergiyi ona Doğum günü hediyesi yaptığı için tüm organizasyon onun elinde. Hem göze hem damağa hitap eden bir sürü aperitif yiyecek içecekler, kulağa hoş gelen müzikler, tuvalette bile ışık yerine kocaman kocaman yanan mumlar. Çantamdaki dolmalarım ve yüzümdeki o içten gelen gülümsemeyle selamlıyorum ortamı.  Ressamın çok yakın arkadaşı olduğumu biliyor herkes. Yabancılık çekmiyorum. Karışıyoruz ortama. Bazen uzaktan arkadaşım A. İle göz göze geliyoruz. Anlıyoruz birbirimizi. Zaten onu gözlemliyorum çoğu zaman. Duygularını gizleyebilmeliyi çok büyük ustalıkla beceriyor. O iç sıkıntısını, can yangınlığını bilmeme rağmen hiç açık vermiyor, ki başkalarının anlaması zaten mümkün değil o ortamda.

Hem ilk sergisi, hemde vernisaj olduğu için çok güzeldi. Ailesi, akrabaları, yakın dostları, resim kursundan arkadaşları ve gelen giden diğer davetlileri vardı. Ve her gelen ya bir buket çiçek, yada bir tüp boya ile geliyorlardı. Bense dolmalarımla gelmiştim arkadaşımın vernisajına🙈. İşte bunları hep öğreneceğim.

Bi ara sigara içmek için terasa çıktığımda yanıma geldi arkadaşım A. “Kusura bakma seninle çok ilgilenemedim, ama senin burada oluşun, bazen göz göze geliyoruz ya, beni tek anlayanın sen olduğunu hissetmek bana nasıl güç veriyor bilemezsin” dedi.
Saçmalamaz mısın lütfen, bugün senin günün ve bütün davetliler seninle görüşmek istiyor, rahat ol, ben gayet mutluyum ortamdan, dedim. Zaten bi çoğunu tanıyorum. Ve herkes en son yine Eylül ayında toplandığımız bir eğlencede İstanbul’dan gelen ardaşlarımı soruyor. Yani konuşacak çok şey vardı. Zaten öğlen başlamışız beyaz şaraba. Hiç kimse, işte bir sanat galerisindeyiz, entel dantel şeyler konuşalım diye kasmıyordu kendini. Herkes içinden geldiği gibi davranıyordu. Hatta biraz fazla özel. Örneğin, ince yapılı, uzun boylu, bronzlaşmış hafif buruşuk ama yaşına yakışan bir kadın geldi yanıma. Onu daha önce görmüş dibiydim. Beni tanımış. Kendini tanıtınca bende anımsadım. Daha önce bir resim sergisinde tanışmıştık. Çok güzel resimleri vardı.
Neyse işte ben onu tanır gibi oldum ama o beni tanımış.. demek istediğim böylede egosuzlar. Biz olsak tanısak bile, “ne gidcem onun yanına, o bana gelsin” tribine gireriz. EGO’su tavanlarda bi milletiz vesselam. Ve bu son onbeş yıldır iyice göğe erişmiş durumda. Herkeste bi benmerkezcilik. Ben kimiiim? Sen kimsincilik.
Neyse konuyu saptırmayım, işte o ressam kadında geldi içini döktü bana. Uzaktan “bi güzin abla” gibi mi duruyorum acaba? Hakkaten enteresan hayatlar var. İşte bunlar hep bende saklı kalacak.

Sergide bi tablo gözüme çarptı. İşte bu benim dedim. Resmin adı “Wunder” yani “mucize” idi. Zaten daha önce atölyesinde görüp çok sevmiştim. Eğer satılmazsa ben alacaktım. Öylede oldu. Henüz ünlü olmayan ressam arkadaşımın “Wunder” isimli orijinal tablosu bende. Kaydet blog. Ne olur ne olmaz?🤔
Gecenin sonuna doğru tablom elimde ayrılırken ben, çantamdaki dolmaları eline sıkıştırdım ressam arkadaşımın. Gülerek aldı ve çantasına yerleştirdi.

"Wunder" Mucize isimli bu taboyu cok sevdim ve aldim.