herhangi bir sanat eserinde gündelik hayatın mantığını aramam. kurgunun kendi içinde mantıklı olması benim için yeterlidir. aksi takdirde bilim-kurgu okuyamazdık, seyredemezdik. hatta polisiye...
bunlar burada dursun.
*
başlayalım.
kübra'yı sevmedim. bir süredir merakla beklediğim hâlde son dönemde izlediğim en vasat seyirlik olduğunu söyleyebilirim.
bu bekleyişte sıcak kafa (2022) tecrübesinin etkisini inkar edemem. sonrasında yaşadığım hayal kırıklığında da.
olumlu cümleler kurabileceğim tek şey çağatay ulusoy'un oyunculuğu. bunun dışında başka da bir şey gelmiyor aklıma.
gökhan şahinoğlu/semavi karakterini kılık kıyafetinden, vücut diline, yüz ifadesinden konuşmasına, yalnızlığından suskunluğuna kadar iyi canlandırmıştı. "tanrım, beni neden terk ettin?" dercesine göklerden işaret bekleyişi nadir iyi anlar olarak belleğimde yerini aldı.
bir de, belki salih karakteri. onun da, oto kaportacıdan yoldaş müride evrilişi ve bu yolculukta tökezlemeyişi iyiydi.
bu tür hikâyelerin en büyük kozu olan yan karakterler ise bırakın anlatıya destek çıkmayı vasata bile yaklaşamıyordu. vakitsiz bir ölümle kaybedilmiş evladın suçunu tanrıya çıkarıp inançtan vazgeçmek ne kadar inandırıcı olsa da organ bağışı, organın yeni sahibinin hayat kadını oluşu klişe kere klişe tadı verdi.
yeni bir şey söylemeyen karanlık tipler, anarşist gençler, yoldan çıkmış akrabalar, "diziler biter sen kuş uçuşu'nu hatırla" dercesine sahne alan televizyoncu abla, karton emniyet müdürü hikâyeye süre doldurmak dışında katkı vermeyen rollerdi. sahi ne oldu da, acılı annenin çakraları açıldı?
bir de olayın siyasi yanı var tabiî... iyi oyunculuğa gerek yok. siyasetin ve siyasetçi tayfasının bayağılığı o kadar aşikar ki bu denli kötü anlatılmış bir hikâyede bile midenizi bulandırmaya yetiyor.
en kötüsü de finaldi. keşke sekizinci bölüm olmasaydı da böylesi 'ucuz' bir sona maruz kalmasaydık. her şeyi yapay zekayla açıklamak sadece kolaycılık değil 'ucuz' da.
keşke hiçbir açıklama yapılmasaydı, karakol baskını sırasında görülmüş bir rüya olsaydı her şey. daha kabul edilebilir olurdu.
hem de klişenin klişesi programcı çocuğa, onun her yerden fırlayan ingilizcesine katlanmak zorunda kalmazdık. bir netflix geleneği olarak "cinsel ve duygusal eğilimlerini hem cinsine yöneltmiş erkek birey" şartı yüzünden hikâyeye girmişse eğer salih bir kaç hülyalı gözlerle hayran hayran semavi'ye bakar sorun çözülürdü.
dilerim bu dizi, içi iyice çürümüş "taylan biraderler" putunun yıkılmasına da vesile olsun. vavien (2009) sıradışı bir başarı, güzel bir rüyaydı. sabah güne başlarken umut verdi ama bitti, gitti.
geriye, hâlâ o filmin ekmeğini yiyen, netflix'e sırtını dayayıp onların beklentilerine cevap vermekten başka bir yapmayan iki sinemacı kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder