27 Şubat 2019 Çarşamba

sonsuzluk uzundur, hayat kısa

ece temelkuran, vesikalı yarim'de halil ile sabiha'nın raflara birlikte konserve dizdiği sahneyi sahneyi anarak, "birbirinden çok başka iki insanın birbirlerine, konserveler bozuluncaya kadar beraber yaşama sözü vermesinin ne dehşet verici bir cesaret gerektirdiğini iyice anlamalı herkes," der.

şimdi "sonsuza kadar" verdiğiniz sözleri düşünebilirsiniz.

kaçını tuttuğunuzu, kaç tanesini tutuyormuş gibi yaptığınızı...

25 Şubat 2019 Pazartesi

günün sorusu: pranga

türk şiirinin esmer şairi ahmed arif, "hasretinden prangalar eskittim" derken, "muhatabının hasretinden yapılma" prangaları mı, yoksa "hasret nedeniyle" eskiyen prangaları mı kasteder?

23 Şubat 2019 Cumartesi

kavga

romanları her defasında irtifa kaybetmesine rağmen iyi röportajlar vermeye devam eden murat menteş'e katılmamak mümkün mü?

"bazen… birbirine sevgi duyan insanlar, muhtelif bahanelerle kavga ederler. birbirlerine yakın olmanın başka yolunu bulamadıklarından."

21 Şubat 2019 Perşembe

içinden puşkin geçen üç kitap

geçen hafta puşkin vasıtasıyla birbirine bağlanan üç kitap okudum. okuduğum kitapları özümseyebilmek için okumalarımın arasına zaman koymayı tercih etsem de puşkin ortaklığı yüzünden araya koyulacak zamana gerek kalmadı.

*

okullarda öğrendiğim tarihi unutmaya, tarihi hatıra, biyografi ve gezi kitaplarından yeniden öğrenmeye karar verdiğimden bu yana yaptığım okumaların bir uzantısı olarak okudum erzurum yolculuğu'nu. puşkin'den daha iyisini beklediğimi saklamayacağım. bir 'çerkes güzeli'ni anarak okuduğum çerkeslerle ilgili bölümü saymazsak pek dolu değildi. roman bursu kazanmış tiplerin aldıkları bursu hak etmek için yazdıkları metinler gibiydi biraz da zorlama bir yolculuğa çıkmış puşkin'in yazdıkları. yine de üç yeri çok sevdim.

ilki askeri gürcü yolu üzerindeki bir köy yıkıntısını anlatırken karşıma çıktı ve "demek o zaman da varmış bir isim bırakma arzusu," dedim..
"ince, yapayalnız bir minare, bir zamanlar burada insanların yaşadığını gösteriyordu. kurumuş bir sel yatağının kıyısında taş yığınları arasında, ince bir güzellikle gökyüzüne yükseliyordu. iç merdiveni yıkılmamıştı daha. basamakları tırmandım; artık molla seslerinin çınlamadığı şerefeye çıktım. orada, tuğlaların üzerinde, ün düşkünü gezginlerin kazıdığı birkaç belirsiz ad gördüm."

ikincisi, puşkin'in bir kitaplıkta gençlik eserlerinden kafkas tutsağı ile karşılaşması ve "burada kafkas tutsağı'nın kirlenmiş, yıpranmış bir kopyası geçti elime. onu büyük bir zevkle okuduğumuzu gizlemeyeceğim. eksikleri olan bir şiir bu. acemice yazılmış. fakat şair birçok şeyin farkına varmış ve içtenlikle yazmış bunları," demesiydi. bu cümleleri okuyunca, zaman zaman blogta yolum eski yazılara düştüğünde hissettiklerimi hatırladım.

üçüncüsü ise kitabın zirvesiydi benim için. "yalnız bunun için okusaydım seni" bile dedim. türk tutsaklardan biri, -ki kendisi paşa, "korkunç derecede konuşkan, kuru bir ihtiyar"dır- putin'in şair olduğunu öğrenince, "bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. şair, dervişin kardeşidir. onun ne vatanı vardır, ne de dünya nimetlerinde gözü. biz zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken; o, yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir."

şimdi kaç gerçek şair bildiğimizi konuşabiliriz.

*

ikinci kitap ise puşkin erzurum'da. usta sinemacı halit refiğ'in kaleme aldığı bir senaryo. "erzurum hakkında bir film neden yok" tartışmasından hareketle, erzurum yolculuğu kaynak alınarak yazılmış . "yazılmasa da olurdu," demek belki haksızlık olur ama "okumasam da olurdu, böyle bir senaryonun varlığını bilmek yeterdi," demekten kendimi alamıyorum. filmi yapılsa ortaya ne çıkar bilmem ama benim okuduğum metin ancak erzurum liselerinin yıl sonu müsamerelerinde tiyatro olmaya uygun.

ama bir konuda hakkını teslim etmeliyim: puşkin'e neden çar'ın arabı denildiğini ve bu konuya dair öngörülerimin yanlış olduğunu bu senaryo vasıtasıyla öğrendim. meğer, puşkin'in dedesi bir habeşistan prensiymiş. köle olarak istanbul'a getirilmiş. esir pazarında ruslar satın alıp moskova'ya götürmüş. marifetli bir adam olmalı ki rus çarı büyük petro'nun gözüne girmiş, onun vaftiz çocuğu olmuş. çar onu bir rus kadını ile evlendirip önemli görevler vermiş.

ayrıca puşkin'in büyük petro'nun arabı adında bir eseri vardır.

*

son olarak da sergey dovlatov'un "en şahsi romanı" olarak nitelenen, otobiyografik roman sayılabilecek puşkin tepeleri'ni okudum. puşkin'in sürgün hayatı yaşadığı ve daha sonra bir açık hava müzesine dönüştürülen puşkin tepeleri millî parkı'nda rehber olarak çalışmaya başlayan boris alihanov'un hayatından kısa bir dönemi sistem eleştirisi sosuna bulanmış olarak okuyoruz.

bu kitap, son dönemde açık ara en sevdiğim yayınevi olan jaguar'ın şimdiye kadar okuduğum en zayıf eseri olabilir. kitabı neden basmış olabileceklerini düşünmedim dersem yalan olur? hatta onları anlamaya çalışarak, onlar adına savunmalar bile inşa ettim. "bence," dedim. "çeviri için anlaşmalar yapılırken -muhtemelen frankfurt kitap fuarı'nda- bu kitabın bağlı olduğu ajans 'rus usulü beat' falan demiş." takdir edersiniz ki beat kuşağı, yalnızca altıkırkbeşçilerin başını döndürmüyor.

yine de, en azında buraya alınabilecek bir kaç cümlesi var: "bir kadınla konuşmanın hastalıklı, rahatsız bir ânı vardır. gerçekleri, kanıtları ortaya koyarsın. mantılı ve sağduyulu olmaya çağırırsın. ve bir anda sesinin ona itici geldiğini fark edersin."

18 Şubat 2019 Pazartesi

en çok

annesi neredeyse köşeyi dönüp sokağın ucunda kaybolmak üzere ama o yanı başımda durmuş beni bekliyor.

"uff!.." diyor. "yine mi bulut fotoğrafı çekiyorsun?"

"evet. ben bulutları çok severim."

"deniz fenerlerini de çok seviyorsun."

"başka neleri seviyorum?"

"kitap okumak."

aradığım cevabı ikinci "başka"da buluyorum.

"beni."

"peki," diyorum. "en çok neyi seviyorum?"

"beni."

fotoğraf çekmeyi bırakıp, "bu çok doğru işte," diyorum. elini tutuyorum uzanıp. bomboş sokakta az önce annesinin kaybolduğu tarafa doğru yürümeye başlıyoruz. 

13 Şubat 2019 Çarşamba

hayat, kuşlar ve yaşlanmak

cemal süreya imzalı, iki dizelik kısa şiiri bilmeyen yoktur: "hayat kısa/ kuşlar uçuyor".

peki güney kore yapımı, lee chang-dong'un yönettiği burning (2018) izlemenizi tavsiye ederim. sadece senaryonun bir haruki murakami öyküsü üzerine inşa edilmesi bile bence iyi bir sebep. kaldı ki, oyunculuk, müzik tercihi ve yönetmenin görüntü seçimleri de vasatın oldukça üzerinde. yazar onur çalı türkçe de olmayan bu murakami öyküsünü bulmuş ve dilimize çevirmiş. güzel de olmuş.

öykünün sonu ise ayrı güzel: "kuşlar uçuyor, ben yaşlanıyorum."

ve bu tarz denklikleri çok seviyorum.


öykü için: https://parsomen13.blogspot.com/2019/02/ahr-yakmak.html?m=1

10 Şubat 2019 Pazar

güney amerikalı başlangıç

güney amerikalı bir yazar olsaydım, anlatılarımdan biri, "ikindi namazından dağılan cemaat yokuşun yarı beline geldiğinde, dedeme her gün tercüman gazetesi getiren köyün kırmızı minübüsü hâlâ gelmemişti," diye başlardı.

8 Şubat 2019 Cuma

söz hakkı

kemal tahir, esir şehir üçlemesi'nin sonuna doğru, o ana kadar pek konuşturmadığı, deyim yerindeyse bir figüran, hatta nesne gibi yaklaştığı nermin hanım'ı bir bahane ile konuşturur.

(olmasaydı da olur diyebileceğimiz bu bölümde ona söz hakkı vermekle, istemeden de olsa ona haksızlık etmiş olmanın ağır yükünden kurtulmak ister gibidir. ama konumuz bu değil.)

nermin hanım, kendisini dinleyen şükran ve murat'a, kızı ayşe ile kendisinin iki ayrı tipte insan olduğunu söyler ve neden insanların gözünde kötü olmayı göze aldığını açıklar: ben ömrümde hep, beni kesin güvene ulaştıracak, orada yaşatacak adam aramışımdır.

bunu dedikten sonra da, kendisi gibi insanların gerçekten mutsuz olamayacağını söyler. "çünkü bilemezler mutluluk ile mutsuzluk arasındaki farkı... daha korkuncu, bilmek de istemezler."

evet, ayşe'ye anne nermin hanım böyle der.

4 Şubat 2019 Pazartesi

demir kapı

bahçesindeki mandalinalar olgunlaşsın diye mahalledeki bütün çocukların sanki anlaşmışlar gibi büyük bir sabırla bekledikleri köşke ve bakımsız bahçeye, iri taşları zamanla delik deşik olmuş ve bütün keskinlikleri aşınıp yuvarlaklaşmış duvarla birlikte bekçilik yapan kapının demir kanatları o kadar paslanmıştı ki, sanki yıllar önce bir gün kapatılamamış da o günden bu güne kadar açık kalmıştı.

1 Şubat 2019 Cuma

bir masada iki kişi: galibiyet

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- galiba ben size aşık oluyorum.

- kolay bir galibiyet oldu bu.

- aşk sizin için yenmek ve yenilmek ihtiva eden bir oyunsa sevinebilirsiniz.

- konu yenmek ya da yenilmek değil.

- ne o halde?

- siz oluyorsunuz, bense oldum. bitiş çizgisini ilk geçen benim. yani kazanan.

- siz kadınları gerçekten tanımıyorsunuz.

- hiçbir zaman aksini iddia etmedim.

- bir kadın, aşık oluyorum galiba, demişse çoktan olmuştur. aksi takdirde bu konunun yanına bile yaklaşmaz.

*

fark etmez, dedim içimden. zafer yine de benim. en kötü ihtimalle berabere kalırız. çünkü, ben onu görür görmez aşık olmuştum.