geçen hafta puşkin vasıtasıyla birbirine bağlanan üç kitap okudum. okuduğum kitapları özümseyebilmek için okumalarımın arasına zaman koymayı tercih etsem de puşkin ortaklığı yüzünden araya koyulacak zamana gerek kalmadı.
*
okullarda öğrendiğim tarihi unutmaya, tarihi hatıra, biyografi ve gezi kitaplarından yeniden öğrenmeye karar verdiğimden bu yana yaptığım okumaların bir uzantısı olarak okudum erzurum yolculuğu'nu. puşkin'den daha iyisini beklediğimi saklamayacağım. bir 'çerkes güzeli'ni anarak okuduğum çerkeslerle ilgili bölümü saymazsak pek dolu değildi. roman bursu kazanmış tiplerin aldıkları bursu hak etmek için yazdıkları metinler gibiydi biraz da zorlama bir yolculuğa çıkmış puşkin'in yazdıkları. yine de üç yeri çok sevdim.
ilki askeri gürcü yolu üzerindeki bir köy yıkıntısını anlatırken karşıma çıktı ve "demek o zaman da varmış bir isim bırakma arzusu," dedim..
"ince, yapayalnız bir minare, bir zamanlar burada insanların yaşadığını gösteriyordu. kurumuş bir sel yatağının kıyısında taş yığınları arasında, ince bir güzellikle gökyüzüne yükseliyordu. iç merdiveni yıkılmamıştı daha. basamakları tırmandım; artık molla seslerinin çınlamadığı şerefeye çıktım. orada, tuğlaların üzerinde, ün düşkünü gezginlerin kazıdığı birkaç belirsiz ad gördüm."
ikincisi, puşkin'in bir kitaplıkta gençlik eserlerinden kafkas tutsağı ile karşılaşması ve "burada kafkas tutsağı'nın kirlenmiş, yıpranmış bir kopyası geçti elime. onu büyük bir zevkle okuduğumuzu gizlemeyeceğim. eksikleri olan bir şiir bu. acemice yazılmış. fakat şair birçok şeyin farkına varmış ve içtenlikle yazmış bunları," demesiydi. bu cümleleri okuyunca, zaman zaman blogta yolum eski yazılara düştüğünde hissettiklerimi hatırladım.
üçüncüsü ise kitabın zirvesiydi benim için. "yalnız bunun için okusaydım seni" bile dedim. türk tutsaklardan biri, -ki kendisi paşa, "korkunç derecede konuşkan, kuru bir ihtiyar"dır- putin'in şair olduğunu öğrenince, "bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. şair, dervişin kardeşidir. onun ne vatanı vardır, ne de dünya nimetlerinde gözü. biz zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken; o, yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir."
şimdi kaç gerçek şair bildiğimizi konuşabiliriz.
*
ikinci kitap ise puşkin erzurum'da. usta sinemacı halit refiğ'in kaleme aldığı bir senaryo. "erzurum hakkında bir film neden yok" tartışmasından hareketle, erzurum yolculuğu kaynak alınarak yazılmış . "yazılmasa da olurdu," demek belki haksızlık olur ama "okumasam da olurdu, böyle bir senaryonun varlığını bilmek yeterdi," demekten kendimi alamıyorum. filmi yapılsa ortaya ne çıkar bilmem ama benim okuduğum metin ancak erzurum liselerinin yıl sonu müsamerelerinde tiyatro olmaya uygun.
ama bir konuda hakkını teslim etmeliyim: puşkin'e neden çar'ın arabı denildiğini ve bu konuya dair öngörülerimin yanlış olduğunu bu senaryo vasıtasıyla öğrendim. meğer, puşkin'in dedesi bir habeşistan prensiymiş. köle olarak istanbul'a getirilmiş. esir pazarında ruslar satın alıp moskova'ya götürmüş. marifetli bir adam olmalı ki rus çarı büyük petro'nun gözüne girmiş, onun vaftiz çocuğu olmuş. çar onu bir rus kadını ile evlendirip önemli görevler vermiş.
ayrıca puşkin'in büyük petro'nun arabı adında bir eseri vardır.
*
son olarak da sergey dovlatov'un "en şahsi romanı" olarak nitelenen, otobiyografik roman sayılabilecek puşkin tepeleri'ni okudum. puşkin'in sürgün hayatı yaşadığı ve daha sonra bir açık hava müzesine dönüştürülen puşkin tepeleri millî parkı'nda rehber olarak çalışmaya başlayan boris alihanov'un hayatından kısa bir dönemi sistem eleştirisi sosuna bulanmış olarak okuyoruz.
bu kitap, son dönemde açık ara en sevdiğim yayınevi olan jaguar'ın şimdiye kadar okuduğum en zayıf eseri olabilir. kitabı neden basmış olabileceklerini düşünmedim dersem yalan olur? hatta onları anlamaya çalışarak, onlar adına savunmalar bile inşa ettim. "bence," dedim. "çeviri için anlaşmalar yapılırken -muhtemelen frankfurt kitap fuarı'nda- bu kitabın bağlı olduğu ajans 'rus usulü beat' falan demiş." takdir edersiniz ki beat kuşağı, yalnızca altıkırkbeşçilerin başını döndürmüyor.
yine de, en azında buraya alınabilecek bir kaç cümlesi var: "bir kadınla konuşmanın hastalıklı, rahatsız bir ânı vardır. gerçekleri, kanıtları ortaya koyarsın. mantılı ve sağduyulu olmaya çağırırsın. ve bir anda sesinin ona itici geldiğini fark edersin."