romantik komedileri izlemeyi her zaman sevdim. üstelik bu durumu, "romantik komediler gerçek ilişkileri anlatmaz, ilişkilerin olmasını hayal ettiğimiz hâlini anlatır," cümlesini duyduğumdan bu yana saklamıyorum.
ama benim gibi düşünmeyen, romantik komedi sevmeyen çok kişi olduğunu biliyorum. ki onlar, mutsuz başlangıcı mutlu sonuyla, kahramanlarımızın birbirlerine rastlamalarından bir süre sonra bir yanlış anlamanın etkisiyle uzak düşseler de tekrar bir araya geleceğini iyi bildiğimiz konusuyla bu türe bir çeşit dejavu hissiyle yaklaşıyorlar.
biraz matematik biliyorum elbette. ihtimaller hesabı, permütasyon ya da kombinasyon. ve hatta edebiyatta her şeyi sonlandıran noktanın matematikte başlangıç olduğunu...
çoğu zaman iki kişi arasında geçen bu filmlerden "çeşit" beklememek gerektiğini, kişi, mekan ya da zaman değişse bile tekrara düşen her şey gibi tahmin edilebilir olduğunu da.
o zaman yan öyküler, yan karakterler giriyor devreye ve bu sayede tükenmiyor "o tarz film"ler. kısacık bir an, bir öykü ya da karakter filmi bambaşka yapmaya yetiyor.
galiba burada örnek ya da örnekler vermemiz gerekiyor. verelim...
bu yan öykülerden ilk aklıma gelen, babasından uzakta anne ve dedesiyle büyüyen küçük bir çocuğun hikayesi. altı yedi yaşlarındaki bu çocuğun en sevdiği hediye resim çerçevesidir. ama o çerçevelerin içine fotoğraf koymaz, içine örnek olsun diye konulan mutlu aile fotoğraflarıyla saklamayı tercih eder. sebebini tahmin etmek hiç de zor değil.
bir başkasında, hediye paketi yaptığı kolera günlerinde aşk romanını halka açık alanlarda unutan(!) bir adam var. kendisi her ne kadar bu unutuşa sanat dese, "bu benim sanatım," diyerek savunmalar inşa etse de, asıl istediği insanların en sevdiği aşk romanını okuması ve romanda anlatılan bir geminin içinde yaşanmaya mahkûm aşktan herkesin haberdar olması.
bir başkası ise, yeni izlediğim bir filmden. bir manada bu yazının yazılma sebebi. kız adamı daha önce hiç görmediği bir yere götürmeyi vaat eder. gittikleri yer büyükçe bir tamirhaneye benzemektedir ve eski arabalarla doludur. adamın ilk tepkisi, "ilk kez hurdalık gördüğümü sanmıyorsun umarım," olur. ve kız, "gördüğünden daha fazlası var," diyerek anlatmaya başlar: bin dokuz yüz otuzların san fransisco'sunda bir kadın gazetede okuduğu haber üzerine şehirde "arabalı sinema" yapmak ister. ama eyalet yasaları buna izin vermez. o da arabaları kapalı bir mekana taşır... ve asıl süpriz sona saklıdır. kadın lambaları söndürür. adam başını tavana kaldırır. gökyüzü, pardon tavan, yıldızlarla doludur.
ilk iki filmin adını, konusunu, hatta oyuncularını bile hatırlamıyorum. ama yine de bu öyküler içimde yer etmiş. sonuncusu ise the age of adaline(2015) filminden.