31 Ocak 2011 Pazartesi

Deli Anne'ye Mutlu Çocukluk üzerine yorum...

En sevdiklerimden canım Deli Annem,son yazısında mutlu çocukluktan dem vurmuş,sonunda da dileyen herkesten,mutlu çocukluğa dair kendi çocukluklarından akıllarında kalanlar ve "mutlu bir çocukluk geçirdim" diyebilmek için anahtar yaklaşımların neler olabileceği konusunda deneyimlerini paylaşmalarını istemiş.
Deli Anne'nin müdavimi çoktur dolayısıyla yorum yapanı da bol oluyor haliyle.Bu konuda diğer konular gibi ilgi çekici olduğundan birçok deneyim paylaşılmış,tek tek okudum hepsini,amacımız bir ne de olsa.
Çocuklarına tutkuyla bağlı bir anne olarak,onlarla ilgili birincil amacım,MUTLU bir çocukluk geçirmelerinde pay sahibi olmak.Herşeyden önemlisi budur benim için,bir çok anne gibi...
Dolayısıyla gelen yorumlardan doneler elde edip,kendime çeki düzen vermek,takıntılarımdan, paranoyalarımdan, doğru bildiğim yanlışlarımdan sıyrılıp,daha stabil bir anne haline gelmek gayretindeyim.
Buradan yola çıkarak,Deli Anne'me ithafen,bende kendi çocukluğuma ait hatırladıklarımı ve mutlu çocuklukla ilgili çıkarımlarımı paylaşmak istedim...

yolun başı...
İlk çocuğuyum ben ailemin.İlklerin yeri hep farklıdır ya anne baba nazarında,her duygunun ilk yaşanışından, ardında böylesi ağır başka sorumlulukların olmayışından sebep, benim ve ailem içinde geçerliydi sanırım bu durum.Babamın benimle atçılık oynadığı,onun sırtında salonu dört döndüğümüz,keyiften dört köşe,mutluluk çığlıkları attığımız anları,geçen yaklaşık 30 seneye rağmen hala öyle net hatırlıyorum ki.Birlikte söylediğimiz şarkılar ve sohbetlerimizi birer anı olarak geleceğe taşımak adına kasede kaydetmesi ne hoş bir detay.Uzun yıllar koruduk o kasetleri fakat sonra ne olduysa bulamadık kayboldu gitti.Çok üzülürüm hala aklıma geldikçe.
Dışarı çıktığımızda,azıcık yürüyüpte yorulduğumda "baba kucağıma gel" diyerek (kucağına almasını istemenin Gönülcesi)4-5 yaşında koca kazık halimle,babamın beni üzmeyip kucağında taşıması unutmadığım bir diğer anekdot.

4 yaşındaydım erkek kardeşim doğduğunda,nasıl etkiledi beni onun gelişi? bir fikrim yok.Ama beraberce oynayıp iyi vakit geçirdiğimiz anımsıyorum.Hatta bir keresinde eline geçirdiği pastel boyalarla,annemler uyurken,duvara koca bir tren resmi çizdiğini, ara ara gidip anneme "anne ben tyen yaptım" diyerek itiraf edişini, fakat annemin yataktan kalkmaya niyeti olmadığından "tamam oğlum hadi yap" diyerek durumdan habersiz yaratıcılığını geliştirmesine ne denli yardımcı oluşunu!!! nihayetinde kalkıpta şaheserini görmeye gittiğinde gördüğü manzara karşısında yaşadığı şoku unutmak ne mümkün.

O zamanın annelerinin mesailerinin ağırlığı aşikar.Yapılan her iş manuel.Teknoloji henüz gün yüzü göstermemiş kadıncağızlara.Çamaşır,bulaşık,süpürge vs... işleri ,hep el yordamıyla hallediliyor ve dolayısıyla fazla zaman kaybına neden oluyor.Anında sıcak su temini velinimet,hatta hayal.Şofben henüz icat edilmemiş en fazla termosifon var oda kırk saat içini doldur,yak,ısınmasını bekle falan yine bir yığın zaman kaybı.Ama tadınada doyum olmaz.Banyo sıcacık hamam gibi.
Bebek bezleri desen,patiskadan,kes,biç,kullan,akıt,kaynat,yıka,ütüle bunu 2 günde bir tekrarla offff ki ne offf.
Diyeceğim o ki,anne bunca iş yükünden fırsat bulacakta oturup çocuğuyla faaliyet yapacak,oyunlar oynayacak,kaliteli zaman geçirecek heheyytttt.Ama zamane anneleri gibi histerik değiller en azından.Bırak çocuğu kendi haline,dök önüne iki oyuncak,mandal vs.bizim zamanın saftirik çocuklarıda akşamı etsin o sözümona eğlentilerle.Herkesin görevi belli.Anne evin işleriyle ilgilenir,çocuğun temel ihtiyaçlarını giderir,baba para kazanır,evin maddi ihtiyaçlarını karşılar.Akşam baba gelince oturulan akşam yemeği ve peşinden geçirilen bir iki saat çocuklara yeterde artar bile.Çocuklar durumdan ziyadesiyle hoşnut,anne paranoyalardan uzak,depresyon kelimesine henüz kulağı aşina olmamış,yaşantısından tatminkar,takıntılar yüzünden kendine hayatı zehir etmemiş dolayısıyla çocuklarına daha yaşanılası bir hayat sunma potansiyeli bizimkilere kıyasla çoook çok daha yüksek bir durumda.Herşeyi kendi doğal akışına bırakmış,kasmıyor kendini yapamadıklarından,ya da pişmanlık duymuyor yaptıklarından.Öyle hissetmiş,öyle gelişmiş,öyle de olmuş.
Derken;
10 yaşında hiç beklemediğimiz bir anda(en çokta annem için)bir kardeşimiz daha oldu.Bu en çok beni mutlu etmişti.İsmini bile ben koymuştum zaten.Gülşah.Annem ve babam itiraz etmemiş,onay vermişlerdi,benimde gururumu okşamıştı epey.Benim bebeğimdi sanki o.Öyle keyifle ilgileniyordum ki herşeyiyle.Altını değiştirmek,bezlerini yıkamak,mamasını yedirmek öylesine mutlu ediyordu beni.Annemin üzerinden epey yükte almış oluyordum bu sayede.
 Yıl 1984-85 
Erkek kardeşimle cumartesi sabahları erkenden kalkar,kendimizi meşgul edecek bişeyler bulurduk.Mesela leblebi tozu imal etmek gibi:)Leblebiyi bir poşetin içine doldurur,üzerine çekiçle vurarak ezmek suretiyle leblebi tozu elde eder,içine birazda toz şeker karıştırarak afiyetle yerdik.Çocukluğumdan aklımda kalan en leziz şeylerden biridir leblebi tozu.Cumartesilerden hafızamda yer eden bir diğer şeyde saat onda açılan TRT 1 de yayınlanan Cumartesiden Cumartesiye adlı çocuk programıydı.Ne keyifle izlerdik aman Allahım.Bir hafta önceden kağıt  hazır eder origami yapardık büyük bir zevkle.Susam Sokağı,Edi Büdü....
Sokakta oynamanın keyfi bambaşkaydı hele.Kahvaltının ardından at kendini dışarı,arkadaşlarınla bir araya gel,oyunlar planla,kararlarını kendin ver,yen,yenil,ağla,üzül,mutlu ol,zafer kazan,düş,kalk,kirlen,tak takıştır,yeni dünyalar kur,atla,zıpla,hopla,yorul,annenin seslenmesiyle beraber,ağzın açık halde,ama kesinlikle MUTLU,eve dön.Yarının hayalleri kur,yine mutlu ol.
Annede tüm gün seninle yeterince ilgilenememekten dolayı kendisine bir dert edinmeden, kendine de  vakit ayırır,işlerini de hale yola sokar,keyfi de gayet yerindedir bu nedenle.

Çocukluğuma dair hatırladığım tek üzücü şey,annemle babamın arada yaptığı kavgalardı.Babam anneme bir sebepten ötürü kızar,annem de söylenirde söylenirdi,arkasından babam dayanamaz,bazen yanlış bir hamlede bulunur!!!,annemde ağlayarak söylenmeye devam ederdi.Nefret ederdim bu durumdan,susar kalırdık kardeşlerimle,bir köşede öylece beklerdik sakinleşmelerini.Hatta annemin söylenmelerine kızardık içten içe.Sussa da tartışma bitse diye.Ama sussa da durum normale dönmezdi,annem kalkar dışarı çıkar bizde peşinden giderdik.Annem ağlar,biz ağlardık.Yavrularını kanatlarının altına almış bir kuş gibi tünerdik annemin kollarına.Sonra yalvar yakar dönerdik annemle eve.Babam dayanamaz anneme yanaşırdı bir süre sonra fakat annem inadından taviz vermez bir kaç gün sürdürürdü bu küskün tavrını.Hiç hoşlanmazdık evin bu hallerinden.Sessiz,keyifsiz,moralsiz,düzelsin diye çabalardık,anneme baskı yapardık,babamı tekrar yönlendirirdik ve bir şekilde başarırdık annemin inadını kırmayı.

Bunun dışında,mutsuz etmezdi bizi pek birşey.Maddi sıkıntılar yaşadığımız dönemlerimizde oldu ama bu bizi mutsuz etmeye neden olmadı hiçbir zaman.Çocuktuk,parayla ne işimiz olurdu,annemiz babamız yanımızda, sıcacık bir yuvamız var,sağlığımız yerinde,sokaklarda özgürlüğün tadına varıyoruz,daha ne olsun ki...
Şimdi geçmişe dönüp,"MUTLU BİR ÇOCUKLUK GEÇİRDİM" diyebiliyorsam,sebebi anne ve babamın mükemmel birer ebeveyn olduklarından değil elbette.Bizim olmaya çalıştığımızdan çok uzakta idiler belkide.
Belki yetiştirilme tarzlarından,ya da zamanın öyle gerektirdiğinden,yüreklendirmediler bizi bazı konularda,güvenmediler yapacağımıza,başaracağımıza,bizi mutlu edecek şeylerin peşinde koşmamıza set çektiler bazen,ayaklarımızın üzerinde dimdik durmak konusunda cesaretlendirmediler bizi,kendi kanatlarımızla uçmamıza olanak tanımadılar yazık ki.Anne-baba olmanın getirdiği koruma iç güdüsünü kötüye kullandılar,yanlış kullandılar maalesef.Hayallerimiz olmasına ve onların peşinde koşmamıza imkan tanımadılar ellerinde olmayarak belkide...

Hayalimizi tam olarak karşılamasa,eksikte olsa tuttuk bir ucundan hayatın,ama tatminkar ama değil...
Şükür etmek lazım elimizde olanlara galiba,en iyisi bu.

Velhasıl,
Mutlu çocuklar yetiştirmenin temel kriteri,kalıplara takılmamak bence,Allah'ın her anneye bahşettiği iç güdüsel dürtülerle hareket etmek en doğru olanı.Başka biri olmaya zorlamamak,başka birilerinden aldığı direktifle çocuk terbiye etmeye çalışmamak,her kafadan çıkan sesleri değilde kalbimizden gelen sesleri dikkate almak,çocuğumuzun bir takım insanların tezlerine denek malzemesi olmalarına izin vermemek aslolan.Onun doğduğu andan itibaren bir birey olduğunu  ve isteklerinin ciddiyetle dikkate alınması gerektiği gerçeğini asla göz ardı etmemek gerek.Ortaya sürdüğü her konuda yüreklendirmek ,güven duymak ,arkasında durmak gerek.
Arada çıldırmak,bağırıp çağırmak,poposuna bir tokat atmak gerek.Anneninde ağladığını,hastalandığını, yorulduğunu,mutsuz olabildiğini saklamamak gerek,annenin başka bir dünyadan gelmediğini ve onunda olumlu olumsuz duygu ve davranışlarının olabileceğini kavraması gerek.

Uzun lafın kısası:
Hayatı akışına bırakmak gerek,
Su yolunu bulur
Endişe etmemek gerek...

30 Ocak 2011 Pazar

Karne,gurur,hediye,eğitim...

Geçen yılki cici öğretmenimiz Esra 
Dün karne alındı malum.Bizde de bir okullu olduğundan bizde aldık haliyle.Her ne kadar karnemizde ki notlar gülen yüzlerden ibaret olsa da,bu da bizim için bir gösterge sonuçta.
Bundan önceki yazımda,karnedeki notlara dair sinyaller aldığımı ve duyduğum memnuniyeti kaleme almıştım.Ee sonucu biliyorduk bu nedenle.Ama yine de somut göstergesi olmalıydı sözle dile getirilenin ki resmiyete dökülebilsin.
Sabah işe gitmek için evden çıkarken,YA' da uyanmıştı ve ona bugün karne günü olduğunu ve kendisine sürpriz yapabileceğimi hatırlatmıştım.Karne alırken yanında olmak istiyordum.Sonra da ordan çıkınca beraber bişeyler yaparız ve hatta kendisinin beğeneceği birde hediye alırız diye düşünmüştüm.Ama evde ki hesap çarşıya uymadı,ya da işte ki hesap demeliydim sanırım.
İşlerim o denli yoğundu ki,bırak erken çıkıp,okula gidip sürpriz yapmayı,mesaiyi uzatsam mı diye bile düşündüm bir an.Çıkamadım da nitekim,bende madem planladıklarımı uygulayamadım,o halde gidip bir hediye alayım da en azından başarısını ödüllendireyim,mutlu edeyim yavrucuğumu dedim.Yazı tahtası mı,uzaktan kumandalı araba mı ikileminde epey bocaladıktan sonra yazı tahtasını da çok istemesine rağmen "araba her zaman önceliğidir" düşüncesinden yola çıkarak uzaktan kumandalı araba alıp döndüm eve.
Ben gittiğimde evdelerdi.Ayrıca babannesi ve kuzeni Emre'de misafir olmuşlardı İçeri girer girmez hemen karnesini istedim YA'dan.Gitti getirdi.Koskocaman yıldızlı,gülen yüzlerle dolu bir karne getirmişti oğlum.Sınıfta karnesinde yıldız bulunan 5 öğrenciden biri imiş bu da ayrıca mutlu etti beni.O benim gönlümün yıldızı o ayrı.
Bu başarılı karne için önce teşekkür ettim kendisine ve ne kadar gurur duyduğumu dillendirdim.Onu çok sevdiğimi bu vesileyle tekrar dile getirdim.Ardından hediyesini verdim,kardeşleri ondan heyecanlı geçtiler etrafına.Hep beraber açtılar,arabayı gördüğünde kutusunun üstündeki diğer renkleri gördü ve "aaa kırmızısı ne kadar güzelmiş" dedi.Ben sarısını almıştım oysa.Annesine mi çekmiş ne...
Bu özel anları foto ile ölümsüzleştirmek isterdim ama makinemle ilgili durum malum.Neyse okulda çekilen fotoları bekleyeceğiz artık.

Kaynak: google görsel
Bu arada bu hafta sonu cumartesi ve pazar 2 günlük eğitim programım vardı.Bugün ilkine katıldım yarında gideceğim.Taaa Gayrettepe'de üstelik sabahın 09:00 unda.Konusu İlk Yardım.2 günlük teori ve pratikten oluşan eğitim sonucunda haftaya yapılacak sınavın ardından 85 ve üstü puan alırsanız sertifika almaya ve İlk Yardım uygulama ehliyeti edinmeye hak kazanıyorsunuz.Oldukça keyifli ve faydalı,8 saatlik bir eğitim gerçekleştirdik bugün,yarında öyle olacağını umud ediyorum.
Ahhh bir de ulaşım bu kadar zahmetli olmasa...

Gidip yatsam iyi olacak,zira sabah 08:00 de yollarda olacağım....

28 Ocak 2011 Cuma

Yaklaşan Doğum Günü ve Kararsızlık...

4.cü yaş gününden...
9 gün sonra YA nın doğum günü.5 yaşımızı dolduruyoruz.İnanılır gibi değil,annenin gözünde çocukları hiç büyümezmiş ya,ne doğruymuş meğer.

Dün gibi,test çubuğunda çift çizgiyi gördüğümde elim kolumun birbirine karışıp,ağlasam mı gülsem mi bilemeden,aptal saptal ortalıkta dolanışım.Ultrasonda gördüğüm ufacık noktanın giderek şekillenip,her randevuyu sevgilisiyle buluşacak toy genç kız heyecanıyla,iple çekmeme neden oluşu.
Ve her buluşmada O'na olan aşkımın kat be kat artışı...
Hayatımın en güzel günleri diye nitelendireceğim dokuz ayın ardından,
O'nun doğumuyla yeniden doğuşum...
Kucağıma aldığım an,görüp görebileceğim en en en en anın bu an olacağı kanısına varışım...
Her saniyesini tadına vara vara çıkarmaya çalışışım...
İlk gülüşü,ilk aguları,ilk dişi,ilk adımları,ilk ANNE deyişi....vs. tüm ilklerini heyecan ve mutlulukla takip edişim...
Miniminnacık  bir ABİ olduğu ve onları hastanede ilk kucağına aldığı gün duyduğum çelişik obsesyonlar...
Okula başladığı ilk gün hissettiğim karmakarışık duygular silsilesi...
vs. vs. vs.....

Şimdi bebeğim koca bir adam oldu,iki kardeşe birden abi oldu.
Yakın zamanda ilköğretime bile başlayacak
Zaman zalim,hızına yetişmek ne mümkün,
Keşke bazı şeylerin keyfine varabilmek adına hızını kesse biraz,kontrolü bize bıraksa keşke bazen...
Neyse ne,
Sorun bu değil ki şimdi!!

Oğlumun doğum günü için henüz bir planım yok,okulda bir kutlama yapacağız o ayrı,ama aile ve dost çevremizle yapacağımız kutlama için hiç hazırlık yapmadım hala.Üşeniyorum sanırım,işlerin yoğunluğu,vaktimin kısıtlılığı mani oluyor kafamdan geçenlere,hatta kafamdan bile geçirmeye...
Okuldaki yeter diye düşünmüyorda değilim hani,bu yılda böyle olsun diyesim var ama gönlümde razı olmuyor bir taraftan...
Bakalım sonuç ne çıkacak bu gelgit düşüncelerden...

Hadi hayırlısı...

27 Ocak 2011 Perşembe

Bunları da duymak da varmış...

Okulda Yılbaşı Kutlaması -
Noel Baba YA...

Dün öğlen bir iş için dışarı çıktığımda telefonum çaldı.
Arayan Yamaç'ın okulu.Ne zaman ekranda "Kreş" yazısı görsem kalbimin yerinde davullar çalınır gümbür gümbür.
Yine o halde açtım telefonu,öğretmenimizin sakin ve güleç tavrı sayesinde biraz rahatlar gibi oldum.
Hal hatır soruştuktan sonra,
-"Epeydir görüşemedik,hergün arardınız uzun zamandır aramayınca merak ettim" dedi.(yaklaşık 15 gündür aramamışım,bende farkında değildim)
-"aaaa evet dedim,o kadar yoğunum ki inanın fırsat bulamıyorum" dedim.

-"Tahmin ettim,tabi işiniz zor,3 çocuk,iş ev falan"
Halimden anlayan insanların olması hoş...
-"Siz aramayınca ben arayıp hem hatrınız sorayım hemde Yamaç'la ilgili bilgi vereyim istedim" dedi.
-"İyi ettiniz,umarım herşey yolundadır" dedim.
-"Hemde çok yolunda,hiç merak etmeyin" dedi,
ardından anlatmaya başladı
-"Yamaç gün geçtikçe daha ilgili,daha uyumlu,daha sakin,verilen sorumlulukları en iyi şekilde yerine getiren,derslerde oldukça aktif ve başarılı,arkadaşlarıyla ilişkilerinde çok uyumlu bir çocuk haline geldi.Matematik ve İngilizceye karşı çok ilgili ve başarılı,sorulan sorulara kendinden emin ve tereddütsüz cevaplar veriyor,6 yaş grubunda olmasına karşın(sene başında 5 yaş sınıfında olması gerekirken,yanlışlıkla 6 yaş grubu yani okul öncesi sınıfına dahil etmişler,sonradan fark edildi fakat o gruba uyumu sayesinde değişiklik yapmaya lüzum görmediler.) sınıftaki diğer çocuklardan çok daha atak ve iyi durumda.Çizgi çalışmalarında yine öyle,el uyumu çok iyi,zaten karnesinde de göreceksiniz ama,siz sürekli arayıp sorduğunuz için bu kez ben arayıp haber vermek istedim" dedi.
Mutluluğumu anlatacak kelime bulamadım,boğazım düğümlendi,sesim titredi ve hatta ağladım.Hep olumlu şeyler duyuyordum oğlumla ilgili ama bu kez özellikle arayıp söylemeleri ayrı bir gururlandırdı beni.Bunda öğretmenimizin payı elbetteki çok büyük ama Yamaç'daki potansiyel asla göz ardı edilemez.Bende evde yaptığımız tekrarlarda farkediyordum bunu.Sorduğum sorulara kendinden emin ve ikiletmeden cevap verişi dikkatimden kaçmıyordu.Bir kez duyduğu şeyi hemen kavrayabiliyor olması sevindiriyordu beni.
Hamile iken yediğim fındık,badem,ceviz,balık yağları boşa gitmemiş demek ki...:)
Oğlum büyümüşte okuldan övgü dolu telefonlar gelmeye başlamış,inanılır gibi değil.Rabbime binlerce şükür borçluyum bundan ötürü.Daha nice başarı dolu günleri nasip olur inşallah.

Ama bundan önemlisi,
Mutlu,hayatından tatmin sağlamış,sağlam kararlar verebilen,sorumluluk sahibi,hayırlı bir evlat ve insan olabilmesi...

Gerisi işin bonusu...

O'nun,dünyaya benim oğlum olarak gelmiş olması, zaten en büyük hediyem
Ötesi yok...

24 Ocak 2011 Pazartesi

Pazar,Çocuklar,Karmaşa,Mutfak etkinlikleri,Özlem...

geçmişten esinti...
erkek kardeşim ve ben
Dün kaosu,karmaşası bol bir gün geçirdik yine evde. 
Çocuklar kah koltuk tepelerinde,kah birbirleriyle hır gür halinde yahut trio şeklinde banyoda,kah lavabonun içinde!!!(ee öyle sahiden,üçü birden      banyo tezgahına fazla geldiklerinden biri lavabonun içine   tüneyiveriyor,pratik çocuk zekası işte)kah ellerinde fırça klozet            temizliğinde, kah bilmem kaçıncı diş fırçalama nöbetinde,macunu aynaya sıvama keyfinde,biri tuvaletini yaparken diğeri onunla muhabbet halinde bla bla bla...
uzaaarrrr giderr...
Onlarda bu hayal gücü,enerji,sinerji her bi haltlar mevcutken,daha ne akıl  almaz varyasyonlar üretip ağzı açık bırakırlar anne babayı bilinmez...
Sabah,kahvaltıda yemek üzere ZE ile birlikte krep yaptık.Ben malzemesini koydum,o çırptı ve hatta tavaya döktü,tabi benim kontrolümde.Nutella eşliğinde afiyetle yediler.Öğlen yine ZE'nin desteğiyle!!! Terbiyeli köfte yaptık,herşeye dahil olmak istiyor bu aralar.Ben ne yaparsam,hemen yanımda bitip
"anne yaadımm edeyimmi,ne deeetin?" diye teklifte bulunuyor.Umarım büyüdüğünde de bu yardıma amade tavrı hiç değişmez.
Akşam üstü de havuçlu tarçınlı kek yaptık ama bu kez RU ile.Bir de güzel gururlandı kendisiyle."Ben kek yaptım diye".
Gün içinde durmak,yorulmak,nefes almak nedir bilmediler.Koltukların minderlerini yerlere atıp üstüne zıplıyorlar yahu ve bunu yaparken aldıkları haz anlatılmaz yaşanır sahiden de.
Biz haz alıyor muyuz peki?Ne mümkün..
"Ayy bir tarafını çarpacak şimdi,offf yapmayın yahu kafanızı kıracaksınız,oğlum atlama kardeşinin üstüne bir tarafını acıtacaksın,kızım sen de mi?" şeklinde kasılma eşliğinde süregiden ikazlarımız tabi ki sonuç vermiyor,onlar bildiğini okumaya devam ediyorlar.
Ayrıca nasıl bu kadar hareket halinde olupta hala ayakta kalabiliyorlar anlamış değilim.İçlerinde kaç tane yedek batarya ihtiva ederlerki bu veletler.Bataryayla da olacak iş değil kesin jeneratör var işin içinde ya da daha kuvvetli bir güç kaynağı.Yemeğin sağladığı enerji tükendiği an,hemen bu güç kaynağı giriveriyor devreye ve onlar kaldıkları yerden devam ediyorlar aktivitelerine...
Yalnız kafamı mütemadiyen kurcalayan bir konu var ki bunca kargaşa arasında bile beni düşündürmekten alıkoyamıyor.
Bu kaos ortamı YA'yı nasıl etkiliyor?Gerçi o da bu çemberin içinde hatta genellikle merkezinde ama ne bileyim bu denli karmaşanın hakim olduğu bir ortamda kafası bulanmıyor mu,içi daralmıyor mu acaba?
Dün onunla pek ilgilenemedim,bunun ezikliği var şu an içimde.Özlediğimi duyumsuyorum,iki gün yanyana,nefesim kadar yakınımda iken sanki günlerdir görmüyormuşcasına hasret duyuyorum ballı kuzuma...
Yan yana olmak değil can cana olmak gerek işin özü.Kaliteli zaman diye bas bas bağırmaları boş değil.Ben dün kuzumla bu denli yakınken aslında bir o kadar uzakmışım şimdi şimdi yakıyor yüreğimi...Allahtan babasıyla iyi vakit geçirdiler en azından o biraz teselli veriyor bana.Satranç oynadılar yine(her gün bir oyun oynuyorlar muhakkak),ardından çeşitli materyallerle(makarna,kuru fasulye,pipet,çatal,bıçak vs..) toplama çıkarma işlemi yaptılar,PC den müzik açıp diğer kuzularında eşliğinde dans ettiler(Tarkan'ın Öp isimli şarkısı favorimiz)...
Ama beraber birşeyler yapamadık dün oğlumla.Gerçi cumartesi ikimiz dışarı çıkmıştık ama ne bileyim ona da bana da yetmiyor işte.
Bu akşam acısını çıkarmalıyım.Doya doya öpüp koklamalı,birlikte birşeyler planlamalıyım.İçimdeki özlemi hasret duygusunu gidermeliyim....

Not:Fotoğraf makinem kayıp olduğundan maalesef ki foto çekip ekleyemiyorum.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Yaruze hanesinde bir cumartesi sabahı...

Saat: 08:45
Yer: Yaruze evi
Kişiler:
Yamaç (YA:Bundan böyle kısa kod kullanılacak)
Rüzgar : RU
Zeynep: ZE
Anne-Baba

İkiz böcüklerin ikisi birden ayaklanıp koridorda anne babanın odasının hemen önünde hazır ol vaziyetine geçerler.O esnada anne uyanır.
ZE "anne çiçim geldi" diyerek arzuhalini iletir.
RU "benim de çiçim geldi anne" diyerek ondan eksik kalmaz.
YA'da bu sırada geceden anne babasının ortasına girmek suretiyle hala fosur fosur uyumaktadır.
Anne gözlerini zor aralayarak(nitekim gece karı koca koltukta TV izlerken uyuyakalmış,03:25 gibi yataklarına geçmişlerdir) kalkar yataktan ve ikiz böcüklerin ihtiyaçlarını gidermelerine yardımcı olur.
Bir ihtimal belki uykuya devam ederler ümidiyle tekrar yataklarına koyar,kendide sıcacık yatağına geri döner.Bir müddet süregiden sessizlik,annenin ohhh demesine sebep olarak,sızmasına fırsat vermişken,kıkır kıkır kıkırdanmalar ve takır tukur sesler annenin tekrar ayaklanmasına neden olur.
Kalktığında birde ne görsün,ZE ve RU annenin birer çift çizmesini geçirmiş ayaklarına koridorda takırtılar eşliğinde zevkten dört köşe dolanıyorlar.
İkisininde ayaklarındakileri çıkarıp artık uyuyacaklarından ümidi keserek salona doğru yol alırlar.
Bu sırada içerdeki hengameye daha fazla kayıtsız kalamayan YA da uyanır ve salondaki kalabalığa dahil olur.Anne,babayı uyandırmaya gittiğinde sıcacık yatağın davetine karşı koyamaz ve 10 dk daha uzanayım diye giriverir babanın yanına.Babasını kimseyle paylaşamayan ZE hemen gelip araya giriverir (evlilikler çocuklardan sonra neden eski formundan uzaklaşır sorusunun cevabıdır budur kanımca).
Anne : "Baba benim"
ZE : "Hayır benim, sen git"
Bu sevgi ve kıskançlık dolu dakikalara,içerdeki küçük erkeklerce çıkartılan yeni takırtılar eşlik etmektedir.
Acaba ne yapıyorlar?
Ve YA gelir yanımıza,
"Anne kalkın Rüzgarla ben size sürpriz kahvaltı hazırladık"
Aaaa ne hoş!!!
Hadi bakalım bizi ne gibi sürprizler bekliyor diyerek içeri gidilir.
Sahiden de kahvaltılıklar salona taşınmış ve sofra hazırlanmış.Bir tek çay bardakları ve çay eksik.Onuda anne hazırlayıverir,birde en sevdiklerinden patatesli omlet yapılır,yanında RU ve Ze tarafından hazırlanmış misss gibi taze sıkılmış portakal suyu ohhh kahvaltı tamam.
Bu sırada ZE tuvaleti gelmiş fakat yetişemediğinden altına kaçırmış,altındakileri çıkarıp yere atmış, öylece beklemektedir.Anne ZE yi kapıp banyoya koşturur,ufak çaplı bir duş aldırılır,üstü giydirilip salona gönderilir.Artık kahvaltıya oturulabilir.
Kahvaltının ilk dakikaları:
YA naz niyaz yemeğini yerken elini bardağa çarpar ve güzelim portakal suyu masaya nasip olur.(Al sana gerilim sebebi).Neyse,anne sıkıntıya mahal vermemek adına sıkınarak kalkar ve bir bardak daha portakal suyu hazırlayıp getirir.
Anne ve baba ahtapot misali kollarıyla üçüne birden yetişerek atraksiyonu,curcunası bol kahvaltının çocuklar kısmını nihayete erdirir.Yanısıra çocukları odalarına göndermek suretiyle kahvaltıda başbaşa kalınmıştır ya da en azından öyle zannediliyordur.Neden sonra anne gelen tıkırtıların peşi sıra giderek gördüğü manzara karşısında şoka girer.Mutfak dolabındaki tencerelerin tümü zemine indirilmiş mutfak savaş alanına döndürülmüştür.Her biri eline bir tencere almış sözüm ona yemek yapıyorlar,(ne kadar işgüzar veletlerim varmış ta haberim yokmuş meğer)Anne baba iş bölümü yaparlar,kahvaltı sofrası baba ,mutfaktaki karmaşa anne tarafından toparlanarak duruma müdahale edilir.Devamında baba tüm evi süpürmek suretiyle daha steril hale getirir.(Sağol varol,eksik olma hayatım)Anne de bu esnada mutfağa hakim olmuştur.Amma velakin çocuklar her fırsatta kavga kıyamet birbirlerine girerek anne babayı  daha ne kadar zorlayabiliriz diye hesap yapmaktadırlar.
En sonunda anne havlu atar ve ikizleri babalarına emanet ederek,sinemaya gitme planıyla YA'yı kaptığı gibi kendisini dışarı atar.
Peki sinemaya mı gidilir?
Planlarda ufak bir değişiklik yapılarak!!! çok sevgili architect  ile buluşulup güzel bir yemek yenir,ardından onlarla vedalaşıp YA ile birlikte Park turu yapılır ve 19:30 gibi eve varılır.
Eve gelindiğinde full atraksiyon devam elbette...

20 Ocak 2011 Perşembe

Yemek Savaşları...

Fatih İstanbul'u fehtederken,benim çocuklara yemek yedirirken zorlandığım denli zorlanmamıştır,adımın Gönül olduğu kadar eminim buna.
Neşelihaller de bugün ki postunda tamda bundan bahsetmiş,pişti olduk onunla lakin bu akşam yaşadığımız meyve krizi,içimi boşaltma ,deşarj olma ihtiyacı doğurduğundan,yazmadan geçemedim.
Yamaç oldum olası rahat yemek yiyen bir çocuk olmadı.Hiç yemez değildi ama ağzında tutar yutmak bilmezdi bir türlü.Sinirden ellerim titrer,saçlarım tel tel dikilir,akabinde cıyak cıyak bağırırdım.Bir keresinde unutmuyorum,özene bezene hazırladığım yemeyi bir kaç kaşık yedikten sonra ağzında tutmaya başladı,yut oğlum yutmaz,hadi oğlum,canım oğlum,kuş geçiyo,uçak geçiyo...yok yok yok yutmuyor bir türlü.Sabır sabır bir yere kadar.Ağzındakini püskürtmesi bardağı taşıran son damla oldu ve elimdeki kaseyi fırlattığım gibi duvarlar,mobilyalar,TV,üstüm başım hatta tavan bile yemek artıklarıyla doldu.Asabiyetin bedelini 2 saat kirlenen yerleri temizlemekle ödedim sanki çocuğun çok umruymuş gibi...

Hala da öyle mız mız yemek konusunda.Kilosu yaşının standartlarında hatta üstünde de diyebiliriz ama hep zoraki yer.Şöyle iştahla sofra başına geçipte afiyetle yiyip kalktığı 5 yıllık ömrü hayatında henüz vaki olmamıştır.Gözü sağda solda,uyuşuk,mayışık,yemek ona bakar o yemeğe bakar,karşılıklı bakışmalar vuslatla son bulmaz ne yazıkki.Oğlum tabağındakini ye demekten iflahım kesilir,iştahım kaçar ama her ne hikmetse kilo vermeyi beceremem.Stres bünyeyi şişiriyor demekki...

Zeynepte Yamaç'la aynı belki daha beteri.Yemek yenileceğini anladığı an stres basar,kaçacak delik arar.Ben yemiycemmm naraları havada uçuşur.Sanki ben yedirmekten çok keyif alırmışım gibi.Severek yediği yemek sayısı kısıtlı."Mantı,tavuksuyu çorba,düğün çorba(genel olarak yoğurtla terbiye edilmiş çorbalar),ıspanak.Mantıya asla hayır diyemez hatta bazı zamanlar mantı aşerir.Geçenlerde bir akşam babası ananeden alıp eve getirirken "baba ben mantı ittiyorum "demiş,babası gelir gelmez buzluktan çıkardı ve bir güzel pişirip yedirdi kıymetli kızına da bir tarafları şişmeden kurtarabildik:)Bu saydıklarım dışındakileri yedirmek deveye hendek atlatmak kadar zor olur benim için.Kimisini ilk kaşığı alana kadar ısrarla reddeder,bir kaşık aldıktan sonra beğenirse keyifle devam eder.Ama o ilk kaşığı ağzına vermek inanılmaz bir sabır ve azim gerektirir,kafasını sağa sola salladıkça yemek saçlarına bulaşır,kaşıktan üstüne başına,sağa sola dökülür.bende sinirden gerim gerim gerilir,yanısıra ellerim titrer,gözlerim, yuvalarından fırlar halde avaz avaz bağırırım.Ağlaya zırlaya yediğinin hayrından çok zararını görerek kalkar sofradan.

Bu akşamda aynen böyle gelişti...
İş çıkışı markete gidip,dünden tam takır olduğunu farkettiğim buzdolabının azcık yüzünü güldürmek için biraz alışveriş yapayım dedim. Ispanak,pırasa,kereviz, brokoli, havuç,patates,roka, kırmızı soğan,karnabahar ne bulduysam aldım.Eve geçip,ıspanak,havuç, pırasa,patates,brokoli ve kerevizden bir miktar alıp  bir güzel yıkadıktan sonra doldurdum düdüklü tencereye,üstüne su ekleyip koydum ocağa.15 dk kadar piştikten sonra kapatıp blendırdan geçirdim.Ayrı bir kapta 3 çorba kaşığı unu bir miktar suyla karıştırarak meyanını hazırladım ve kaynayan çorbaya karıştıra karıştıra ilave ettim.Son olarak yarım paket kremayı ekleyip 3 dk daha kaynatıp ocaktan aldım.
Ohhhhh misler gibi şifa kaynağı "kremalı sebze çorbası" sabırsızlıkla hüppletilmeye hazır.
Ama nerde öyle elinde kaşık,ağzı açık halde bekleyen çocuklar.
"Hayırrrr ben yemek istemiyorum "söylemlerini duyunca çorbanın bile hevesi kaçtı zannımca.
Zeynep hanım büyük bir iştahSIZlıkla,zar zor,ağlaya zırlaya,bağrıla çağrıla bitirdi kasesindekini.Saçlarıda epey nasiplendi her zamanki gibi.Sanırım en çok onlar seviniyor bu işe,en doğalından maske işte daha ne olsun...
Yamaç'ta ısrar kıyamet,tembih tembih üstüne,1 den 10 a saymacalarla aynı zorlukla bitirdi güzelim çorbayı.
Bir tek Rüzgar yemek konusunda sorunsuzdur bizim evde.Ona yemek yedirmek gibi bir telaşım da stresimde olmadı hiçbir zaman.Hatta koyarım önüne kendi afiyetle yer "ben doydum,eline sağlık anne" der ve kalkar.Bu duruma alışkın olmadığım için yaptığı tarafımdan olağanüstü bişeymiş,büyük bir başarıymış gibi addedildiğinden   başımın üstünde gezdiresim var canım oğlumu.Gerçi her konuda en sorunsuz o dur ya,ilk altı ayının aksine...

Yemeğin üstünden geçen 1 saatin ardından meyve faslına geçildiğinde benzer sahneler tekrar yaşandı.Yamaç çok seçer meyveyi.Bir tek elma,nar nadiren armut ve mandalina yer.Birkaç dilim elma yedi,mandalina verdim yemek istemedi bende yemekten zaten sinirliyim yiyeceksin diye inat ettim.Yememeye ısrar edince tekrar bir sesler yükseldi evde.Eşim bu kez bana müdahale etti."Sakin ol ne bağırıyorsun,ısrar etme,yemek istemiyor,sevmiyor çocuk,sana zeytin versem zorla yermisin?" dedi.
Haklı aslında,farkındayım ama yesin istiyorum,faydasından istifade etsin,bünyesi güçlensin,alışkanlık edinsin istiyorum.O yesin ben doyayım istiyorum.Baba ne anlar ki bu hissiyattan...
Yemezse yemez,strese lüzum yok,acıkınca yer zihniyeti hakim değil mi tüm babalarda..

Aslında doğru olanda o değil mi?

Gel de bunu annelere anlat...

Offff offfff...

19 Ocak 2011 Çarşamba

Satranç bilmeyen anne ve hocası...

Dün kapıdan girer girmez,
"anne satranç oynayalım mı?"diye sordu Yamaç.
"İyi ama biliyorsun ben bilmiyorum satranç oynamayı" dedim.
Hakikaten de bilmiyorum.Bir türlü öğrenmek fırsat olmadı,hep istedim ama olmadı işte.Neyse,
"Ben öğretirim sana" dedi Yamaç.
Vay beeee ne güzel şey,5 yaşını doldurmasına 19 gün kalan,nazarımda her dem minicik oğlumdan öğrenecek şeylerin olması ne hoş...Şükür...
Tamam o halde dedim ve çıkardık ona hediye ettiğimiz satranç takımını.
"Bak şimdi" diye başladı söze,sırasıyla itina ile dizdiği taşları göstererek.
Piyonlarla tek tek düz ilerliyorsun.At ile dıgıdık dıgıdık yan dıgıdık,Fil ile çapraz gidebiliyorsun,kale,vezir şah derken hepsinin yapabileceği hamleleri teker teker anlattı.Hatta yanlış bir hamle yaptığımda
"anne imkansız hamle yaptın,iki kez daha yaparsan ben kazanıyorum haberin olsun" diye de ikaz etti bir güzel.
Birde benim yenileceğimi anlayıp,üzüleceğimi düşünerek mahsusdan yenilme çabaları yok muydu,eridim resmen.
Sonra ben yemek yapmak üzere mutfağa geçmem gerektiğinden,oyunu bırakmak zorunda kaldım.O da tek başına devam etti oyuna ve her taşımı yediğinde yanımda bitip canlı anons yaptı hiç yorulmadan...
Neyse ki  babamız işten geldi de karşısına dişli bir rakip alıp beraberce oynamanın tadına vardılar...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Anne hasta ama....

Çocuklarla geçirilecek bir pazar günü olunca,tüm enerjisini toplaaarrr ve...


kendini onların mutlu olacağı dakikalara hizmet etmeye adar...

Yamaç'ın ilk buz pateni deneyimi.

deydi ama...


ps:Yamaç'ın ilk buz pateni deneyimi idi.Başta oldukça temkinli ve dikkatli davranarak kenarlardan tutuna tutuna ilerledi.Sonra koyverdi gitti...Nerdeyse salto atmaya bile başlayacak diye düşünmedim değil:)Şaka bir tarafa ilk deneme için oldukça başarılı idi canım oğlum.Her yanımdan geçtiğinde alkışladım yüreklendirmek için,o da her defasında daha bir cevvalleşti.
Yarım saat yetmedi,bir iki tur daha,lütfennn diye diretti.
Bitipte yanıma geldiğinde,
Aferin oğlum çok başarılıydın,tebrik ederim dedim,kendiyle gurur duyması adına
Ne dese beğenirsiniz?
Peki ödül olarak ne alıcaksın bana???
Hönk...!!!!

16 Ocak 2011 Pazar

Anne hasta...

Çoookk hastayım çookkkkk.
Öksürmekten içim dışıma çıktı.Hiçbirşey yiyemiyorum,ellerim kollarım titriyor halsizlikten.
Buna mukabil,
Yarın gidilecek bir iş,akşamında dönülüp yemek yapılıp derlenip toplanacak bir ev,
en mühimi benden mazeretsiz ilgi bekleyen 3 tane yavru var.
Neyleyim ben şimdi???

14 Ocak 2011 Cuma

Bunu da istiyorum,bunu da...


Şahane kadın Fosi'den,şahane bir eser daha...
Ay ben bayıldım bu önlüğe,benim olmalı mutlaka
Ne yemekler yaparım,bunu takıp geçtimi mutfağa,
Fosi,istiyorum,istiyorum,
40 defa mı yazsam acaba?

Sizde istiyorsanız burdan buyrun...

Bizim kızın halleri...

Yazdan kalma bir Tuzla akşamı...
Annesi,o pamuk yanaklarından defalarca öpmek isteyince,kız sonunda sıkılıp,annenin yanağına harbi harbi bir Osmanlı tokatı yapıştırıverir.
Anne, ne olduğunu şaşırıp şokun etkisini atınca üzerinden,kendisine kızdığını ve annelere,büyüklere daha doğrusu kimselere vurulmaması gerektiği konusunda kısa bir ders verdikten sonra özür dilemesi gerektiğini söyler lakin kız da tık yok!!!

ı-ııhh diyor başka da bişey demiyor.
"Ama ben çok üzüldüm" diyor anne,
"Üzüüüül" diyor kız,
"Ama ağlarım "diyor anne,
"Ağlaaaa " diyor kız,

Hatunun zerre umru değil.
Anne bir süre tavır alır,kız arada "annecim" nidalarıyla annenin nabzını yoklar,anne bunu fırsat bilip her defasında "ama sen anneye vurdun ve anne çok üzüldü,özür dilemen gerek" desede kız dediğim dedik,annesi gibi delibaş,nuh der peygamber demez.Çevirir kafayı geri döner...

Anne sonunda dayanamaz,bir vesileyle sarılır minnoşuna,ama bu arada yine sokuşturuverir araya "özür dilemeyecek misin anneden?"diyerekten,

ve kız sonunda pes eder,birazda annenin yumuşamış tavrından esinlenerek...

"Özüü dileyim anne" der

ve anne muradına erer...


Geleceğe not:

30 ay 21 günlük Ze..

Boy:    94 cm
Kilo : 15,4 kg

12 Ocak 2011 Çarşamba

Annelik Geçmişi / Saplantılar


İlkler her zaman heyecan verir insana.Beraberinde de korku,tecrübesizlik,evham,panik hali...
İlk Annelik deneyimiyse bambaşkadır bir kadının hayatında.Her türlü duygunun doruklarda yaşandığı,insanı şekilden şekile sokan,çelişik,değişik,karışık,kuruşuk bişey işte ANNELİK...

Oğlum doğupta hastanede geçirdiğimiz ilk günün ardından eve döndüğümüzde yepyeni bir hayatın kapıları açılmıştı önümüzde.
Bebeğim herşeyim olmuştu artık,gözümden sakınıyordum onu,kimseler kucaklamasın,öpmesin,istiyordum.Ya mikrop kaparsa,ya hasta olursa alimallah...Bulunduğu ortama asla cep telefonu sokmuyor sokturtmuyordum.Eve gelen herkes,cep telefonunu kapı girişinde bırakıyor ve öyle giriyordu yanımıza.Salondaki bütün canlı bitkiler diğer odalara taşınmıştı,ortamdaki oksijeni alıp götürmesin diye.

İlk banyosu,büyüklerimizin ısrarlarına rağmen göbeği düşene kadar kesinlikle yaptırılmadı.Yaptırılmaya başlayıncada mutlaka kaynayıp ılıtılmış suyla.Bebeğimi mümkün olduğunca öptürtmüyordum kimselere,es kaza öpen olursa ıslatılmış bezle siliyordum gizli gizli.Altını muhakkak ıslak pamukla siliyordum,ıslak mendil kullanmaya çooook sonraları başladım,onda da feci bir paranoyaklık yaparak,ıslak mendilleri bir güzel yıkayıp öyle kullanıyordum,kimyasal maddeleri temizlemek adına.Onun giysileri,ayrı bir kirli sepetinde ve bizimkilerden ayrı olarak bitkisel sabun tozuyla yıkanıyordu muhakkak.Kullandığımız bütün ekipmanlar illaki steril ediliyordu,içim rahat etmiyordu başka türlü.

6 ayı bitipte ek gıdalara geçtiğimizde aynı titizlik artarak devam etti.Artık günlük sebze ve meyve püreleri hazırlanıyordu.Hergün en az 5 çeşit sebze ve pirinç ile buharda ve günlük pişiriliyordu püreler.Mutlaka tel süzgeçten geçirilerek,rondoda değil.İçine bir kaşık sızma zeytinyağı ama pişirdikten sonra dahil edilerek.Fazlası olursa pürenin -ki mutlaka oluyordu,aynen çöpe(tatsız,tutsuz olduğundan biz yiyemiyorduk,birde hergün sebze çorbası yenmez ki dimi).Bir sonraki gün asla o yemek konmuyordu bebeğin önüne,annem bir günden bişey olmaz canım dese de benim içim rahat etmiyordu.Derin dondurucuya balık(illaki somon),kıyma,parça et ve tavuk istiflemiştim minik porsiyonlar halinde.Hergün  birini katıyordum püresine,ve ayda bir karaciğer A vitamini ve demir katkısından ötürü.Öğleden sonra,mevsim meyvelerinden cam rendeden geçirip hazırladığım meyve püresini,evde yaptığım yoğurtla karıştırıp,biraz bebe bisküvisi ve daha önceden un haline getirerek kavanozladığım badem,ceviz,fındık karışımından ilave ederek veriyordum.
Bu nedenle epey tontiş bir oğulcuğum vardı nitekim.

Birde el yıkama sapkınlığım var dı ki akıllara ziyan.Gerek kendi ellerimi,gerek oğlumun ellerini dakka başı antibakteriyel sabunla yıkamaktan ellerimiz topuk taşına dönmüştü artık.
Gerek internet,gerekse ideal anneliğe dair edindiğim kitaplardan sürekli yeni tüyolar alıyor,bunları hayata geçirmeye elim erdiğince uğraş veriyordum.İznim bitip işe döndüğümde,oğlumu artık eskisi kadar göremediğimden işten döner dönmez onla maksimum şekilde faydalı vakit geçirmeye çabalıyordum.

Peki,tüm bunları yapıyorum diye en bi mükemmel,süper,hiper,ultra ne bileyim işte,her bişey annemiydim ben?
Yok canım,ne münasebet,haşa,kimin haddine,
Arada sinir harplerim,çatışmalarım,dengesizliklerim,depresif hallerim,asla yapmam deyipte yaptıklarım olmuyormuydu?
Sürüyle...

Mükemmel anne olmaya çabaladıkça,kendinizden ödün veriyor,kendinizle çelişiyor,sürekli kuruntular ediniyor,içinizde envai çeşit kurtlar üretiyor,mutlulukla tadını çıkara çıkara geçireceğiniz birbirinden lezzetli dakikaların yerine,sorun üstüne sorun ediniyor,sonra da depresif,vicdani rahatsızlıklarla boğuşan,hiçbişeye yetişemeyen,huzuru elinden çoookktan kaçırmış,kaçacak delik arayan,özgürlük peşinde koşan,kuaförün adresini unutmuş,kiloları yüzünden hayata küsmüş,eşiyle arasında uçurumlar oluşmuş,mutluluk treni istasyonuna uğramayalı çoook uzun zaman olmuş,umutsuz bir kadın dahası "Anne" haline gelinmiyor mu?

Belki herşeyi kendi akışına bıraksak ve çok irdelemesek daha bi kolay olacak sanki herşey.

Çocuklara koşulsuz hoşgörü gerek,sınırları çizmek ve o sınırların içinde koca bir dünya yaratmak gerek,sonsuz ve karşılıksız sevgi gerek,güven gerek,ama en önemlisi;

Mutlu ebeveyn ve huzur dolu bir yuva gerek...


10 Ocak 2011 Pazartesi

Hastalıklar ve kaçan huzur...

Bıktım bu hastalık denen illet şeyden,kelimenin tam anlamıyla U-SAN-DIM.

Bir değil ki çocuk sayısı,iki gün titre üstüne,çorba pişir,ıhlamur kaynat,aman diğerine bulaşır diye germeden kendini,rahat rahat hizmet et çocuğuna,eninde sonunda iyileşsin,sende er huzura.

O huzuru kapının önüne koyalı epeyce zaman oldu,ve maalesef geri gelmeye de hiiiç niyeti yok.Kendim yolladım zira.1 değil 2 hiç değil 3 olunca hanedeki minik sureti,hastalık fır dönüyor bu üçlü arasında.
Büyük boy,okuldan itinayla kapıp getiriyor,ikiz oğlan buluttan nem kapma telaşında,anında üstüne alınıyor,ikiz kızda onlar kaparda ben kalır mıyım? neyim eksik onlardan? diyip kapıverince şifayı, gariban anne-baba tırlatmanın eşiğindeki ince çizginin bir o tarafına bir bu tarafına gidip gelip duruyor.Arada onlardan biride alırsa nasibini,seyreyle o zaman sen curcunanın en sefilini.

3 hafta kadar önce Yamaç'ı kreşten almaya gittiğimde,sınıftaki arkadaşlarından birinin feci şekilde öksürdüğünü duymuş ve hemen irkilmiştim.2 güne kalmaz hastalığı cepte bil,silahlarını kuşan,tedbirini al yoksa halin nicedir bilirsin diyede tembih etmiştim kendime.Tedbirler de ne işler ya,neyse...
Dediğim gibi ertesi gün başladı Yamaç'ta belirtiler.Öksürük,arkasından halsizlik ve doktor neticesinde teşhis , boğaz enfeksiyonu.Tedavinin ardından tam ohh diyeyazdım ki Rüzgar bey "ben burdayım" dedi ve aynı belirtiler ondada nüksetti.İştahsızlık ve kusma işin en delirtici tarafı.Doktora götürmeden iyileştirme telaşına düştük,bu süreç çok yorucu malum.İllallah dedirten cinsten.Hadi onuda öyle böyle normale döndürdük derken,en dirençlileri olan minik kızımda daha fazla direnemedi ve sırayı devraldı.Onun ki biraz daha sancılı oldu.Ateşte eşlik etti hastalığına.offf ki ne offff.

2 hafta önce pazar günü bir restaurantta kahvaltı eşliğinde toplantı yapıldığından bahsetmiştim Yamaç'ın devam ettiği kreş tarafından.Orda uzun uzun sohbet etme imkanı bulduğum,Yamaç'ın sınıf arkadaşı Neva'nın annesi (doktormuş kendileri) kendisinin hastalık hallerinde çocuklarına asla antibiyotik vermediğini,aktardan edindiği "BROŞKA" adında bir ürün kullanarak iki günde iyileştiklerini söylemişti.Denemekten zarar gelmez,bitkilerden elde edilmiş neticede,ve bunu söyleyen bir doktor olunca derhal edinmeye karar verdim.Verdim vermesine de aktar aktar dolaşmasına rağmen,eşim bir türlü bulamadı yakın civarda.Neden sonra Göztepe'de bir aktarda buldu da kullanmaya başladık methini duyduğumuz bu ürünü.
Hemen Zeynep ve Yamaç'ta kullanmaya başladım ve denildiği gibi ertesinde etkilerini göstermeye başladı.Normalde ateşli hastalıklarda mutlaka doktora gidilir ve elimizde bir şişe antibiyotikle geri döner ve dakkası dakkasına almaya itina göstererek çekine çekine kullanırdık ilacı.Ne zaman antibiyotik versem hep aynı hissiyatla,elim geri gide gide kullanırım şurubu.Bu kez doktora bile gitmeye gerek kalmadan,2 günde,bu ilaçla alt ettik mendebur hastalığı çok şükür.Yalnız söyleyim tadı çok fena.Her doz uygulayışınızda ufak çaplı  bir krize neden oluyor benden söylemesi.Birde balgam söktürücü etkisi sayesinde öksürüğü şiddetlendi paniğine kapılıyorsunuz ama bu normal,çünkü balgamı çıkartmaya çalıştığından öksürük artış gösteriyor.Ama neyseki daha iyiceyiz bugün Zeynep'te.
Ama sanılmasın ki ohhh dedik,dedim ya kapının önüne koyalı çok zaman oldu huzuru.
Bu akşamda tekrar Rüzgar'da başladı ateş.Tüm gün gayet keyifli ve kıpır kıpırken,akşam yaptırdığım banyonun hemen ardından (soyunurken ateşi farkettim aslında)yükselmeye başladı ateşi,halsizlikte peşinden tabi.Gece sütünü içtikten sonra da aslında tahmin ettiğim gibi kustu maalesef.Bakalım gece boyunca durum ne olacak.
Çok bunaltıcı çoookkk...

Huzuuuurrrrrrrr dön ne olurrrr.....Ben ettim sen etme:(

9 Ocak 2011 Pazar

Ödül mü? Tadından yenmez...

Kader arkadaşım sevgili ikiz annesi canım Aylinciğim bana bu ödülü layık görmüş,daha önce de bir ödül paylaşmıştı fakat o ara haddinden fazla yoğun olduğumdan bir türlü teşekkür etme nezaketini gösterememiştim.Şimdi ikisini birden minnetle kabul ediyor,teşekkürlerimi iletiyorum ,sağolsun varolsun...
Hayat boyu ödülü bol olsun...
Bende de bu ödülü yeni tanıştığım  blog arkadaşım sitare ye gönderiyorum.Kabul buyrun efenim.


Birde mimlemişim ayrıca,hadi bakalım cevaplayalım,foyalar çıksın bir bir ortaya:)


1-   Kaç Yaşındasınız ? Yolun yarısına 2 kala...yani 33
2-  İsminizin Son Harfi Ne ? L ,başta ki 4 harfide siz tahmin edin?:)
3- En Sevdiğiniz Renk ? Taba,turkuaz,kahve, gerisi ruh halime göre değişkenlik gösterir.Ama favorim Tabadır.
4- Kilonuz Kaç ? İşte can alıcı soru.Kirli çamaşırlar serilsin ortaya bakalım. 66 kg yum şimdilik,ama Haziran' kadar hedefim 58 ve mutlaka başaracağım.
5- Boyunuz Kaç ? 1.66
6- Ailenizin Kaçıncı Çocuğusunuz ? İlk çocuğum.
7- En Sevdiğiniz Şarkı ? Güncelliğe göre değişiyor.Ama geçen yazımda belirttiğim üzere Metallica   Nothings Else Matters'ı her daim tek geçerim.
8-Sigara Kullanıyomusunuz ? Hayır ama Müzmin otlakçıyım.
9-Alkol ? Tadında,ama hep çekine çekine. 
10- Çayı Fincandamı İçersiniz Çay Bardağındamı ?Çaysız bir hayat düşünemiyorum bile.İçmediğimde başıma vuracak kadar çok severim.Ve mutlaka ince belli bardakta.Kupa,fincan beni bozar:)

Ben bu Mimi dileyen,cevaplamak isteyen herkese gönderiyorum.
Dökün foyanızı meydane;)

Annelik geçmişi / Doğum Yöntemleri

Yamaç'ın hayattaki ilk dakikaları

5 yıllık annelik geçmişimde,hangi yollardan geçmişim,neler katetmişim,neler katıp neler eksiltmişim diye şöyle bir geçirdim aklımdan her nedense.
Kendimi sorgulamak,annelik mertebesindeki payemi belirlemek(neye göre ve kim belirliyorsa dahası ne işe yarayacaksa),önlemler almak,yeni metotlar geliştirmek falan feşman...Sanırım fazla boş vaktim var!!!!(yuh artık)
İlk oğlum doğduğunda dünyanın en mutlu insanı addetmiştim kendimi,O'nu ilk elime verdiklerinde,gözü gözüme ilk değdiğinde,cennet kokusunu içime ilk çektiğimde "tamam budur,daha ötesi yoktur,görüp görebileceğin en büyük mutluluk ve AŞK budur" demiştim kendi kendime.Ve defalarca sormuştum"bu benim mi?" diye...

Hamileliğimden itibaren normal doğum tercih etmiştim hep,böyle sonlanması içinde dua etmiştim hep Rabbime.Şükür ki herşey yolunda gitmişti son ana dek,ama son gün,bebeğin içinde bulunduğu sıvının yetersizliğinden dolayı doktor acil almaları gerektiğini söyleyince çok üzülmüş ama yinede "normal doğum ihtimali yok mu?"diye zorlamıştım şansımı.Herşey en doğal ve sağlıklı şekilde hallolsun istiyordum.Doktor bu isteğime ılımlı yaklaşarak,"zor ama deneyelim" demişti.Ve yine şükür ki,hep gurur duyduğum sağlam bünyem,bu duruma da olumlu yanıt vermiş ve normal doğumla mutlu sona ulaştırmıştı beni.
Annelikte ilk sınavımdı bu...(sezaryen zorunluysa tabi ki karşı değilim, fakat sırf fiziksel deformasyon saplantılarından ötürü bu yönteme kanalize olmuş anne adaylarını anlamış değilim,Türkiye'de sezaryenle doğum oranı %40,yani100 kadından 40 ı sezaryeni tercih ediyor,nerdeyse yarı yarıya,bu oran çok ciddi bence).

Övünülecek bişey değil esasen,yani "ben normal doğum yaptım,sezaryenle yapanlardan daha anneyim" falan gibi bir ukalalık haddim değil,ama herşey yolunda ise ne gerek var suni yöntemlere.Üstelik bebeğini doğarken görmek,mis gibi kokusunu içine çekip,ilk teması anında sağlamak,çektiğin acıların ardından derin bir ohhhhhhh çekmek,bunun sonucunda hediyesini fazlasıyla edinmek,odana geçer geçmez kısa bir istirahatin ardından hayatına kaldığın yerden devam etmek,kimseye muhtaç kalmamak,bebeğini hemen emzirebilme şansına sahip olmak,ağrı sancı olmadan ilk günlerin tadını doya doya çıkarmak vs vs vs...O kadar çok avantajı var ki saymakla bitmez.3-5 saatlik sancıya katlanamayıp,günlerce acı çeken,bebeğini kendinden mahrum bırakan zihniyeti anlayabilmek hakikaten mümkün değil.
İkizleri bile normal yoldan doğuracak kadar saplantılıyım ben bu konuda.Doktor bile üstü kapalı sezaryene teşvik ederken,bebeklerden birinin ters duruşu nedeniyle sezaryen zorunluluğu olmasına rağmen,son ana kadar doğum pozisyonunu almasını bekleyerek (üstelik yığınla sıkıntıya sahipken) 39.cu haftanın sonunda amacıma ulaşmış doktoruda dumura uğratarak normal doğumla dünyaya getirmiştim ikizlerimi de.Hatta öyle ki ilk doğumum tek bebek olmasına rağmen ikizlerin doğumundan çok daha zor geçmişti.Doğumun hemen ertesi 1.ci günü bile tamamlamadan çıkıvermiştim hastaneden,dahası iki gün sonra KPSS sınavına bile girmiştim.Allah kolaylığını veriyor her durumun şükürler olsun.

Diyeceğim o ki,sezaryenin artık keyfi sebeplerle tercih edilen bir doğum şekli olması beni endişelendiriyor.Doğal olmayan yollardan gerçekleşecek doğumlarda ortaya çıkacak riskler,doğal doğumda yaşanabilecek risklerden çok daha fazla olduğu halde neden hala tercih edilir merak içerisindeyim.Anne adayının kilo kaygıları,doğum tarihi belirleme çabaları gibi suni  isteklerin,bebeğin sağlığının önüne geçmesi akıl alır türden değil.Sözüm ona annelerin yapabileceği şeyler sanırım bunlar.

Annelik serüveni saplantılarla devam edecek...


7 Ocak 2011 Cuma

Keyifli bir sohbet...

Keyifli bir gündü bugün.Anne olmanın zevkli yanlarından birini daha yaşattı büyük kuzum bana.Yeni insanlar tanımak...
Daha önce bahsetmiştim ,Yamaç'ın okulunda,sınıf arkadaşlarının evlerine gezi yapıyorlar belli aralıklarla.Bu sefer sıra Ece Nur adlı arkadaşındaydı.Annesi benim gibi çalıştığından en sona onlar ve biz kalmıştık.Nuran hanım Ece Nur'un ısrarlarına daha fazla dayanamayıp senelik izninden kullanarak bu öğleden sonra kabul etmiş misafirlerini.Ven birde incelik yaparak biz anneleri de davet etmiş.Okul defterinde not olarak yazmış öğretmen sizlerde davetlisiniz diye.Bende fırsatı kaçırmak istemedim.Severim yeni insanlar tanımayı,hele oğlum vasıtasıyla olursa daha bi hoşuma gider bu durum.Saat 3 gibi ayrıldım işyerinden,elimle koymuş gibi buldum evi,ama daire numarasını bilmiyordum.Tek tek katlara çıkayım hangisinin önünde bol ayakkabı varsa oraya dalarım diye düşündüm.Nitekim söylediğim gibi de oldu.2 kat çıktıktan sonra bir sürü çocuk ayakkabısıyla dolu kapıyı gördüm nihayet ve bastım zile.Nuran hanım karşıladı beni.Güleryüzlü,çok zarif ve çok hoş bir hatun Nuran hanım.Kızının güzelliğini kimden aldığı belli oldu böylece.Daha önceden tanışmıştık,toplantılar vesilesiyle,oda tüm samimiyetiyle ağırladı bizi sıcak evinde.
İçeri girince doğruca çocukların bulunduğu odaya yöneldim.Küçük ev sahibenin odasındaydılar haliyle.Güzelim oda, yağmalanmış,talan edilmişti resmen.Yedi sekiz çocuk odanın bilumum yerlerine dağılmış,el atmadık yer bırakmamışlardı.Teşbihte hata olmaz,karanlıkta ortalığa çıkıp ordan oraya üşüşen hamam böceklerini anımsattı bu görüntü bana.Biri oyuncak sandığını karıştırıyor,biri etejerin üstündekileri indiriyor,diğeri çekmeceleri açıp kapatıyor,Zeynep öğretmenimizde nazikçe hepsine müdahale etmeye çalışıyor.O an acaba ben davetten vaz mı geçsem diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi.Şaka şaka oğlum için herşey feda,yeter ki o mutlu olsun.Zaten evin derli toplu olduğu zaman var mı ki,her dem talan vaziyetinde,topladığının dakkasında eski haline dönmüyor mu?Varsın bi de oğlumun arkadaşları dağıtsın gönüllerince...
Salona geçtim ardından,kahvaltıda da beraber oturup bol bol sohbet ettiğimiz Neva'nın annesi İrade hanım,Sait'in annesi Burcu hanım ve okul müdiresi Sema hanım oradaydılar.Hepsiyle bol bol sohbet ettik,Nuran hanımın hazırladığı birbirinden güzel ikramları afiyetle yedik ve keyif dolu bir 2,5 saat geçirdik.Çocuklar arada bir birbirlerini şikayet etmek ve tuvalet ihtiyaçlarını bildirmek için kafalarını salona uzattılar.İşin ilginç tarafı çocukların anneleri yanıbaşlarındayken "öğretmenim tuvaletim geldi" demeleri pek bir hoştu doğrusu...Öğretmenimizde sağolsun pek bir sorumluluk sahibi,hoşgörülü ve konusunda donanım sahibi.Zaten o nedenle gözümüz kapalı teslim edebiliyoruz çocuklarımızı.Bu sene Yamaç'taki olumlu değişimler hiç göz ardı edilemez,bunda öğretmenimiz Zeynep hanım katkısı çok büyük.Üzerimizde çok emeği var sağolsun...
Saatin 17:30 olmasıyla ayrıldık evden.Bizim evimize oldukça yakın olduğundan oğlumla yürüyerek geçtik evimize.Şimdi oğlum sıranın bize geldiğini ve en yakın zamanda patronumdan!!! izin almamı sıkı sıkı tembihledi.Eee emir büyük yerden,derhal patronumdan izin alıp programımı yapmalıyım.Çeşit çeşit mamalar hazırlamalı,evi daha yaşanılır hale getirmeliyim.Zira ağır misafirlerim var...

6 Ocak 2011 Perşembe

Yoğun bir iş günü ve çatlak bir kadının anatomisi...

Yoğun bir gündü bugün,dolayısıyla yorucu. Çalıştığım sektör itibariyle, stresin eksik olmadığı,algılarınızın her daim açık olması gerektiği,pratik düşünme yeteneğinden nasibinizi fazlaca almış,taş gibi,kaya gibi sinirlere sahip olmanızı gerektiren bir iş benimkisi.

Hizmet Sektörü...
Ne yapsanız memnun edemezsiniz ademoğlunu bir türlü.Ağzınızla kuş değil,kuş sürüsü tutsanız bir mazeret bulurlar muhakkak.Nankör bir milletizdir ya zaten.40 gün kusursuz ol,41.ci gün sorun çıksın,bir kalemde silerler geride kalan 40 günün emeğini.Bir Allah razı olsun diyen çıkmaz yani...
Koşturmacası boldur,PC başında oturduğunuz dakikalar sınırlıdır.Hop bir aşağıda hoooopp bir yukarda,temposu ağırdır kısacası.Telefonum hiç susmaz,hatta öyle ki aynı anda hem özel GSM,hem iş GSM hemde sabit şirket telefonuna koşturmuşluğum vakidir.Plansız programsız aniden çıkar işler kimi zaman.
Güvenirler ya bize halledeceğimizden ötürü,nitekim geliriz üstesinden de şükür ki.Atraksiyonu bol ama keyifli bir iştir lafın özü.

Güne merkezden istenen acil bir iki evrağı hazırlamakla başladım.Kahvaltıya geç oturdum bu nedenle.Ama adam akıllı bir kahvaltı yaptım sonunda,her sabah böyledir gerçi.Bal tutan parmağını yalar misali.Söğüş domatesler,salatalıklar, peynirler,poğaçalar, yanında da tereyağ ve bal eşlik etti mi ımmhhhh günün kalanına yetecek enerjiyi kahvaltıyla depolar hale gelirim her sabah.Taze demlenmiş çayı unutmadan ekleyivereyim.Olmazsa olmaz...Sabah içmesem akşam başıma vurur o denli sever sayarım çayı.

Nerde kalmıştık,efendime söyleyim bu şahane kahvaltının ardından günlük rutin evrak işlerine göz attım biraz.Sonrasında özel bir öğle yemeği organizasyonu vardı bugün için,onun hazırlıklarına göz attım,eksik gedik bişeyler var mı?servisler açılmış mı?Yemekler ne alemde?bakındım bir süre.11:30 gibi fabrika personelinin öğle yemeğine iştirak ettim ki bu yaklaşık 2 saat kadar süren bir maratondur.13:30 gibi -vukuatsız geçtiyse şayet,derin bir nefes alırsınız...
Peşi sıra bugün planlanan bir eğitime katılmam gerekiyordu taaaa Koşuyolu merkez ofiste.Tam yemeğimi yiyip çıkmayı planlıyordum ki, muhasebeden gelen bir telefon üzerine epey kafa yormam gereken bir mevzu tam 45 dakikamı alınca ,15:00 te başlayacak eğitime geç kaldığımı farkedip panikledim.Apar topar bir sandviç hazırlatıp 15 dk kala şirket aracıyla eğitime katılmak için yola koyuldum.Çalıştığım birim Tuzla'da,Koşuyoluna gitmek nerden baksanız bir 40 dakikanızı alır,heleki toplu taşımayla falan gidecek olursanız vay halinize,tıngırı mıngırı 1 saat mi olur 1,30 mu 2 mi siz hesap edin.Neyseki şirket aracıyla 25 dk gibi bir zamanda ofise ulaşmayı başardık.Ama paniğe hiç gerek yokmuş zira gittiğimde salonda tek tük insan vardı.Benim gidişimin ardından bir 15 dk sonra başladı eğitim.

Konusu: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği...
Danışman firma tarafından verilen,oldukça verimli geçen yaklaşık 3,5 saatlik eğitim sonunda sertifikalarımızı aldık ve 19:15 gibi ofisten ayrıldık.O saatte Kadıköy gibi bir yerden eve dönüş hiç kolay olmayacaktı haliyle.Ama uyanık hatun ben;) bir yolunu bulup dönüş için kendime uygun bir vasıtanın içine atıverdim kendimi.(otostop falan yapmadım yanlış anlaşılmasın,katılımcı arkadaşlardan birinin(sadece ismen tanıdığım)  aracına yamayıverdim kendimi.Ne yapayım,çekilir mi onca yol,akşamın o vakti,trafiğin en civcivli zamanında hemide toplu taşıma araçlarıyla...
Ooooo düşüncesi kabus..
..
Neyseki bindiğim aracın sahibi iş arkadaşım(ee artık arkadaşım oldu dimi)yolumun üstünde oturuyormuşta sıcacık,konforlu konforlu ulaştım evime.Teşekkürlerimi borç bilirim kendisine...

Eve geldim ki daha kimsecikler yok evde.Saat olmuş 8.Hiç yemek yapasım falanda yok,onca yorgunlukla ne yemeği,bir yardımcı şart bu eve,Yeni yıl dileklerime bunu eklemeliydim nasıl ihmal ettim kızdım şimdi kendime.Neyse bir kaç gün tehirle duyulmuştur yukardan sanırım :)

Şükür ki eşim ve çocuklar aç gelmemişler eve.Eşim,eğitimim olduğunu bildiğinden,oğlanla dışarda yiyip gelmişler.Ohhhh dedim derinden,meyve faslıyla bitiririz bu akşamı,erkenden de yatarız...

Ama manyaklığın doruklarında gezen bu hatun,her gece ,günlük postunu yazmaya azmedip 3 lere kadar oturur sabahında da 7,30 da spatula ile yataktan kazır kendini de akıllanmaz bir türlü...

Bu gece kararlıyım 01:30 da girmiş olacağım yatağa.Bünyeye bu kadar zulüm yeter dimi ama???

Uyu artık be kadın!!!


5 Ocak 2011 Çarşamba

Fotoğraf makinemi kaybettim:( Hükümsüzdür...


Pazar günü havanında güzel olmasını fırsat bilerek,çocukların birkaç gündür üstünde pek bir durduğu "park mevzuu"nu çözmek gayesi ile dışarı çıktık.Özellikle ikizlerin,yakınımızdaki AVM de bulunan "Safari Park"a olan yoğun ilgisi ve 
"Anne Safali Paaaka gidelim mi lütttennn" tarzındaki yakarışları 3 çocukla dışarı çıkma cesaretini tekrar ateşlemeye neden oldu ve hadi hayırlısı deyip koyulduk yola.Koca bir valiz !!! yedek eşya hazırlığı,3 adet suluk,bir poşet dolusu dilimlenmiş meyve,atıştırılıcak ev yapımı kekler ve fotoğraf makinesini!!! (unutup onu almak için geri döndüğümü de belirtmek isterim.) kapıp babadan yaklaşık 30 dk sonra bende atabildim sonunda kendimi dışarı.Attım atmasına da bi de arabaya binince "nerde kaldın yahu" serzenişine maruz kalmak,daha hazırlanırken duyduğum yorgunluğun üstüne,teşekkür beklerken,  yumruk yemek gibi bir hisse gark etti beni.Baba olmanın dayanılmaz hafifliği de her zaman ki haset duygumu depreştirdi ya neyse...
Önce güzel havanında etkisiyle açık havada parka gitmeyi yeğledik.1 saat kadar orada oyalandık,ben bol bol foto çektim,herşey gayet yolunda gidiyordu üstelik.Çocukların artık büyüdüğünü ve eskisi kadar zorlamadıklarını hissettim biran,mutlu etti beni bu düşünce ve cesaretlendirdi.Her an bu durumun değişeceğini aklımın ucundan çıkarmamalıyım oysa. 
Sonrasında çok istedikleri "Safari Park"a geçtik.O kasvet dolu,karanlık,gürültülü izbe yerden ne keyif aldıklarını merak ettim.Neden sonra benimde bir zamanlar çocuk olduğum ve ne garip şeylerden keyif aldığım aklıma geldi de, Sustum.Birer ikişer bindiler aletlere,nasıl keyif alıyorlar,nasıl kıkırdaşıyorlar görülmeye değer.Bende bir yandan resimliyorum,anı olacak ya bu mutluluk halleri.Çekip kah cebime kah çantama koyuyorum makineyi.En son çarpışan arabaya binmek isteyince Yamaç,büyük bir gafletle koydum makineyi cebime,halbuki eşime verecektim bizi çeksin diye.Bindik arabaya,çarpıştıkça sarsılıyor,sarsıldıkça keyifleniyorduk,aynı keyifle indik arabadan,sağımıza solumuza bakmadan.Sonra ufaklıkları bindirmek için bir diğer jetonlunun önünde sıraya girdim.Sıra bize gelince oturttum bizimkileri yanyana bende resim çekeceğim tekrar.Elimi cebime attım,makine yok,çantamı defalarca kurcaladım,yok yok yok.Hemen eşime söyledim gidip çarpışan arabaya bakması için ama aradan en az 20 dk geçmişti ve kimbilir kaç kişi binmişti bizim ardımızdan o arabaya.Bakıldı ama makine falan yok ortalarda.İnsanoğlu çoktaaan unutmuş manevi değerlerini  diye düşündüm.Nasıl olurda bir başkasının özel eşyası (ki fotoğraf makinesi ne kadar özeldir malum,içinde yaklaşık 1000 civarı foto vardı,makinenin kayboluşundan çok resimlere üzüldüm o kesin ) bulunupta ilgili yerlere teslim edilmez ki.Hiç mi rahatsız hissetmez insan kendini,bu kadar mı ölmüştür içinde ki vicdan duygusu.Anlaşılır değil...Bizden adam olmaz bunu bu vesileyle bir kere daha anladım.Bir kaç kez gidip kontrol edildi ama maalesef bulunamadı sevgili makinem.Giden hatıralara mı üzüleyim,tekrar makine almam gerektiğine mi,yoksa insanların maneviyatsızlığına mı bilemedim.Eşimin rahatlığı bir nebze rahatlattı beni de,sağolsun bu konularda hiç kasmaz ve "ne yapalım,gideceği varmış,gitti,başımızın gözümüzün sadakası olsun de ve geç" diyerek daha fazla üzülmeme engel olmak ister her defasında.
İçinde bir yığın hoş hatıra ve birbirinden güzel kareler vardı,bir çoğu çocuklarıma ait.Önce usb kablosunu kaybetmiştim şimdi kendisini.Giden mal olsun,cana bişey olmasın yeter ki ama dediğim gibi üzüldüğüm fotolardı daha çok.Kablosunun kayboluşu nedeniyle PC ye atamamıştım da ne zamandır,birikmişti o nedenle.Sanırım bir süre yasını güdüp,biraz da ceza vermek adına şahsıma ,makine almayacağım kendime,
Neyse bu hüsranın ardından umudumuzu kesip,halamıza gitmek için koyulduk tekrar yola,ama ben yol boyu sürekli kaybolan makinemi anarak iç geçirdim.
2-3 saatlik hala ziyareti sonunda yorulmuş bedenlerimizi biran önce huzura erdirmek için evin yolunu tuttuk.Babamızın uykusu ağır bastığından dönüşte ben kullandım arabayı.Zira daha önce direksiyon başında uyukladığı vakidir.Nitekim yol boyu uyudu yine,ama neyse ki bu kez sürücü koltuğunda değildi:)
Güzel başlayıp,üzücü devam eden,ama sonunda aslolanın can sağlığı olduğu ana fikri ile evimize döndüğümüz öylesine bir pazar günüydü işte.

* Bu resimde rahmetli fotoğraf makinemin anısına gelsin.Yazdan kalma bir park hatırası.....

Ps:Bu yazıyı pazarın hemen ertesinde yazmayışımda pek bir garip geldi şimdi bana,üzüntümün sıcağıyla dank etmedi demek ki...

4 Ocak 2011 Salı

Kikirik Biraderler...

Bizim evin oğlanları bir muhabbetteler bir muhabbetteler öyle böyle değil.Yanyana geldiler mi hemen kendi dillerine geçiş yapıyor ve kikir kikir kikirdeşmeye başlıyorlar.
Bu genellikle keyif verici bazen de sinir bozucu olabiliyor.Öyle ki,bir dolu anlamsız kelime havada uçuşuyor ve peşi sıra kahkahalarla gülüşmeler,yerlere yatışlar,birbirinin üstüne atlayışlar derken tam bir karmaşa ortamına zemin hazırlıyorlar.Bu akşamda onlardan biriydi.
Biri okuldan,diğeri ananeden eve dönmeleriyle birlikte daha kapıda başladılar oynaşıp sırnaşmaya.Üstlerini değiştirip,ellerini yıkamalarının ardından,derhal soluğu yanımda aldılar.Mutfakta yemek hazırlamakla meşgul olan şahsıma "Anne supangle yapalım mı?" arzuhalini iletmek suretiyle geçen diyaloğun ardından bol kahkahalı,adrenalini yüksek gecenin ilk startı verildi.
"-Ben yapıcam"
"-Hayır ben yapıcam"
Anne akşam yemeğinin selametini düşünerek, duruma hemen müdahale edip,
"-Hanginiz yemeğini daha hızlı ve sorunsuz bitirirse,supangleyi onunla yapacağız" 
diyerek ikisini de mutfaktan çıkardı tabi
.Anne-baba mutfakta yemek hazırlıklarıyla uğraşırken(babamız salatada süperdir)içerden gelen kahkaha sesleri keyiflerinin pek yerinde olduğunun sinyallerini vermekle birlikte
"-acaba içerde bizi ne gibi sürprizler bekliyor" endişesini taşımaktan da alıkoyamıyor bizi haliyle.

İşimiz bitipte salona geçtiğimizde ortalığın dağılmasından başka bir vukuatın olmaması (dağınıklık artık nazarımızda doğal karşılandığından sorun teşkil etmiyor) içimizi rahatlatıyor bir nebze.

Yemeğe oturduktan sonra,her fırsatta birbirlerine bakıp, laf atarak gülüştüler veletler.Bu kadar kikirdemelerine neden olan kelimelerden aklımda kalan bir kaçını not etmek isterim.
"ayak kokusu"(okulda arkadaşından duyduğu bu söz dizisi epeydir dilinde,nihayetinde kardeşi de repertuarına aldı hiç sektirmeden)
"kaka pipisi"????? anlamını/anlamsızlığını bende çözebilmiş değilim ama onların dilinde epey komik bişey olsa gerek.
"pimpi,çinçi,kukuş" Yamaç beyimizin kendilerine taktıkları isimlermiş bunlar.
Pimpi:Zeynep
Çinçi:Rüzgar
Kukuş:Yamaç

Hey Allah'ım ne denir ki...Yaratıcılıkları müthiş.

Bir iki kelime daha vardı ama,biz büyüklerin lügatından konuşmadıklarından,hafızamı zorluyor ama çıkartamıyorum.Onu da bir ara not ederim artık.
Ertesi gün:
İşte dünden hatırlayamadığım bir iki tane daha yeni kelime;
"benim ağzım popo çıkanı" meali:benim ağzımdan popo çıkıyor anlamında kullanılıyormuş
"leş,lüş : bu da tarifi olmayan sırf kulağına hoş geldiğinden kullandığı bir ikileme.

Birkaç ikaz ve azarın ardından,yemek faslı bitince,kaldıkları yerden devam ettiler azmaya.Biri bişey söylüyor diğeri kahkahalarla onun söylediklerine gülüyor,arkasından biri diğerini itiyor.öbürü,itenin üstüne atlayarak karşılık veriyor.Biri çorabını çıkarıp diğerinin üstüne atıyor,aynı çorabı öbürü tekrar atana iletiyor.Fonda anlamsız kelimelerle kahkalar  eşliğinde tabi.
Bu kahkaha ve atraksiyonun dozu arttığında,anne-baba onların sesini bastırarak duruma müdahale ediyor mu?

e-ediyor haliyle.

Bizim ki de kafa sonuçta.
Hele ki ay sonu münasebetiyle,tüm gün,tam bir kaos halinde süregiden ve 19:00 gibi biten işsel savaşın ardından,ihtiyacımız olan sükunetin yerini alan , kaosun ev hali hiç çekilmiyor.

Ama bir taraftanda onların birlikte bu denli eğleniyor olmasından duyduğum mutluluğun tarifi yok.Üstelik kendi kendilerine eğlenip bize ihtiyaç duymamalarıda ayrı bir keyif sebebi.Fakat dedim ya,anne-baba günün getirdiği  yorgunluk ve stres sebebiyle, bu keyfi sürmek yerine,içine etmeyi daha uygun buluyor.

Azıcık şu çocuklar gibi görmeyi öğrenebilsek bu hayatı,sanki daha bir yaşanılır hale getirebileceğiz hem kendimize,hem daha çok çocuklarımıza....

1 Ocak 2011 Cumartesi

Bence;

2010 un en iyi yerli şarkısı budur.
Yüzyılın şarkısı ise ahanda budur.
Related Posts with Thumbnails