Academia.eduAcademia.edu

MEVLEVİ SAKALAR

2023

20. yy. öncesi İstanbul’unu anlatan Batılılara ait bazı metin ve resimlerde, kimi zaman yazar veya çizeri tarafından kendisine derviş hatta Mevlevî dervişi tanımı verilen; yaya veya bir atı çeker hâlde, hayır amacıyla su dağıtan bir saka tipi karşımıza çıkmaktadır. Sikkeye çok benzeyen baş kıyafetiyle bu saka tipi, başkaca baş kıyafetleri taşıyan diğer sakalardan ayrılmaktadır. 01.01.2023

MEVLEVÎ SAKALAR DR. RIZA DURU 1 OCAK 2023 1 İÇİNDEKİLER GİRİŞ INTRODUCTION SAKA POSTU VE ÇEVRESİNDEKİ KAVRAMLAR MEVLEVÎ SAKA TİPİ VE ONUNKİYLE KARIŞABİLECEK KIYAFETLER BATI KAYNAKLARINDA SİKKE BENZERİ BAŞ KIYAFETLİ/ DERVİŞ/ MEVLEVÎ SAKALAR, SEBİLCİLER Lorck’un Resimleri Hendrowski’nin Resimleri Schweigger’in Resim ve Metni Vanmour’un Resim ve Metni Picard’ın Resmi ve Bir Dipnot Guer’in Metni ve Kitabındaki Resim Monnier’nin Resimleri D’Ohsson’un Metni, Duponchel’in Resmi 1825 Tarihli Yapımcısı Meçhul Resim Ferrario’nun Metni ve Farklı Yapımcıların Resimleri Dalvimart’ın Resim ve Metni Walsh’ın Metni Brindesi’nin Resimleri White’ın Metni ve Çizimi Manaraky’nin Resmi Brown’ın Metni Osman Hamdi Bey ve De Launay’nin Metni TARTIŞMA VE SONUÇ EKLER BİBLİYOGRAFYA Bu makale 01 Ocak 2023 tarihinde https://independent.academia.edu/RIZADURU adresinde yayınlanmıştır. MEVLEVÎ SAKALAR Dr. Rıza DURU 2021 yılının Ekim ayında beka yurduna göçen babam manevî saka, hafız İlyas hocanın ruhuna ithaf olunmuştur. GİRİŞ 20. yy. öncesi İstanbul’unu anlatan Batılılara ait bazı metin ve resimlerde, kimi zaman yazar veya çizeri tarafından kendisine derviş hatta Mevlevî dervişi tanımı verilen; yaya veya bir atı çeker hâlde, hayır amacıyla su dağıtan bir saka tipi karşımıza çıkmaktadır. Sikkeye çok benzeyen baş kıyafetiyle bu saka tipi, başkaca baş kıyafetleri taşıyan diğer sakalardan ayrılmaktadır. Mevlevîlerin sakalığı üzerine yerli kaynaklardaki ilk ve hâlihazırda tek tespit tarafımızdan 2012 yılında yapılmıştı. Seyahatname metinleri ve resimler temelinde oluşturduğumuz ve bir bakıma Mevlevîliğin Batılı kaynaklardan yazılan tarihi olan kitabımızda saka Mevlevîlere yer ayırmıştık.1 2016’da yayınlanan bir makalemizde ise, bu konudaki tespitimizi özellikle resimler bağlamında derinleştirmeye çalışmıştık.2 Mevlevîliğin kalan yerli kaynaklarında, saka kelimesinin geçtiği tek tabirin ‘saka postu’ olduğu görülmektedir. Bu tabirdeki saka kelimesinin sembolizmi üzerine yorumlar yapılsa da, posta neden o adın verildiği kesin olarak tespit edilebilmiş değildir. Bu makalede, sikkeye çok benzeyen baş kıyafetli sakanın Mevlevîlikle ilişkisini özellikle Batılılara ait yazılı ve görsel kaynaklara dayanarak belirlemeyi ve onun üzerine ileri yorumlar geliştirmeyi amaçlıyoruz. Rıza DURU, Mevlevîname: Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde Mevlevîlik (Necip Fazıl Duru’nun “Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi” Başlıklı Bölümüyle), Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1. Bs.: Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015; s. 169-174. 2 Rıza DURU, Mevlevîlik Tarihinin Kaynaklarından Seyahatnameler, “Seyahatnamelerde Konya, Ed. A. Çaycı, Konya BŞB: Konya, 2016” içinde, ss. 313-361. Bu makale, değişikliklerle, 01.02.2020 tarihinde https://independent.academia.edu/RIZADURU adresinde de yayımlanmıştır. 1 2 INTRODUCTION In some pre-20th century Western texts and illustrations depicting Istanbul, we see a type of saka (water-carrier), sometimes described by the author or illustrator as a dervish or even a Mevlevi dervish, on foot or pulling a horse, distributing water for charity. This type of saka is distinguished from other types of saka by its head dress, which is very similar to a sikke (Mevlevi cone). The first and currently the only identification of Mevlevi water-carriers in local sources was made by us in 2012. In our book, which we created on the basis of travelogues and pictures and which is in a way a history of Mevleviism written from Western sources, we reserved a place for Mevlevi water-carriers (1). In an article published in 2016, we tried to deepen our identification on this subject, especially in the context of paintings (2). In the remaining indigenous sources of Mevleviism, the only expression in which the word 'saka' appears is 'saka postu’ (sheepskin for water-carrier). Although there have been interpretations on the symbolism of the word ‘saka’ in this expression, it is not clear why the ‘post’ (sheepskin) was given that name. In this article, we aim to determine the relationship of the saka with the head dress, which is very similar to a ‘sikke’, with Mevleviism, especially based on Western written and visual sources, and to develop further interpretations on it. SAKA POSTU VE ÇEVRESİNDEKİ KAVRAMLAR Batılılara ait metin ve resimlerdeki sikkeye çok benzeyen uzun külâhlı saka tipinin Mevlevîlikle ilişkisi bulunup bulunmadığı, ilişkisi varsa bu ilişkinin Mevlevî dergâhının örgütlenme ve işleyişinde karşılığının ne olduğuna dair değerlendirmelerde bulunabilmek için, başta konumuzla doğrudan ilgiliymiş gibi görünen ‘saka postu’ olmak üzere, Mevlevîliğin ilgili terim, kıyafet ve uygulamalarına değinmek yararlı olacaktır. Saka; Arapça ‘saky’ isminden ‘sakka’ (“ka” uzun okunur) olarak türemiş, ‘su dağıtan’ anlamına gelen bir kelimedir.3 Eski zamanlarda kaynağından bentlerle getirilen temiz su, taksimlerden mahalle çeşmelerine dağıtılıyordu; evlere kadar giden bir tesisat yoktu. İşte, bu en yakın çeşmeden uygun kaplarla evlere veya ihtiyaç mahallerine su getirip küplere boşaltan kişiye ‘saka’ deniliyordu. Sakalık, ücreti karşılığında, görev gereği veya hayır amaçlı yapılabilirdi. Şehirlerin kalabalık yollarında veya hac yolunda 3 Ferit DEVELLİOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, 1970, s. 1098 3 hayır amaçlı olarak su dağıtan sakalar vardı. Günümüzde, Eskişehir kenti, artık adını su dağıtan kamyonlar taşıyor olsa da, saka kelimesini hâlâ yaşatmaktadır. Mevlevîlik kültüründe ‘saka postu’ tabirinde kendisine yer bulan ‘saka’ kelimesi, Yeniçerilikte ise bir rütbeye karşılık gelmekteydi. Konuyla dolaylı olarak ilgili bir de ‘sebil’ kelimesi bulunmaktadır. Bu kelime Arapçada ‘yol’ anlamına gelir ve ‘fî-sebîl-illah’ [Allah yolunda] tabiriyle ilişki hâlinde, “hayrat olarak, parasız dağıtılan su” için kullanılmıştır. Sebil yani hayrat olarak gelip geçenlerin su içmesine mahsus yer olan ‘sebîlhane’deki ‘hane’ eki zamanla düşmüş ve ‘sebil’ hâline dönüşmüştür.4 Bazı resimlerde bedava su dağıtan saka için ‘sebilci’ tarifi de kullanılmıştır. Yani ‘saka’nın hayır amacı taşıyanına ‘sebilci’ denmektedir. Mevlevîlik kültürünü, kendisinin de içinde soluk alıp verdiği faal ve canlı zamanlarından günümüze, yazılı olarak en derli toplu aktaran kalem Abdülbâki Gölpınarlı (1900-1982)’dır. Kendisini saygı ve rahmetle anıyoruz. Onun sonrasında bu vadide kalem oynatanlar arasında, Necip Fazıl Duru’nun kitabımıza yazdığı bölüm az ve öz, bir o kadar derli toplu bir derlemedir.5 Gölpınarlı, Mevlevîliğe dair terim ve uygulamaları alfabetik sırayla ele aldığı ansiklopedik bir sözlük mahiyetindeki bir eserinin ‘Post’ maddesinde aynen şunları yazmıştır: Post: Manevî makama işarettir. Dede ve Şeyh, post sahibidir. Matbahtaki post, irâdeyi Mürşide teslim makamına işaret sayılır; bu posta «Saka Postu» denir. Su, hayata sebeptir; XXI. Surenin 30. Âyetinde bildirdiği gibi her şey, sudan dirilmiştir, suyla diridir. Bu bakımdan âşık ta suya muhtaçtır, susamıştır. Kendisi suya kanacaktır, sonra o da, âşıkları kandıracaktır. Bu posta, «Saka Postu» denmesi, bu yüzdendir.6 Bu tanımdan saka postunun matbah, yani Mevlevîhane mutfağında bulunduğunu ve ‘mürşide teslim olma’ yeri olduğunu anlıyoruz. Biraz ileride aktaracağımız üzere, saka postunda oturan ve adeta “Mevlevî aday adayı” diyebileceğimiz kişi başkasıyla iletişime geçememekte, başkaları de onunla ilgilenmemektedir. Böylece, salt bir gözlem yeri olan saka postundaki bu kişi, henüz manevî su ile irtibata geçmiş bulunmamaktadır. DEVELLİOĞLU, a.g.e., s. 1110; Nur URFALIOĞLU, Sebil, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 36, 2009, s. 249. 5 Necip Fazıl DURU, Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi, “Mevlevîname: Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde Mevlevîlik” içinde, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1. Bs.: Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015, s. 1-35. 6 Abdülbâki GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka: İstanbul, 1963, s. 37-38. 4 4 Tanımdaki sembolik açıklama, henüz Mevlevîlik yolunun başında bulunan, manen suya muhtaç, susamış sayılan; dolayısıyla kendisine bir sakanın hizmet etmesi beklenen derviş adayının, neden kendisinin su dağıtma hizmeti olan sakalıkla ilişkilendirildiğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Gölpınarlı bir başka eserinde, ‘saka postu’ndaki saka kelimesinin kökenine dair başka bir açıklama getirmiştir: Bektaşilerde, tarikate giriş töreninin sonunda rehber, yahut sakilik hizmetini yapan bir başka kıdemli can, kalkıp meydan taşının yanında duran şerbet kabını ve bardağı alır. Kap sol elindedir, bardak sağ elinde. Babadan itibaren sırayla herkesin önünde, sol dizini yere koyup sağ dizini dikerek kaptan bardağa biraz şerbet koyar ve “Sakaahum7 yâ Huseyn” deyip sunar. Sunduğu kişi içtikten sonra ve onunla beraber herkes “Selam’ullâhi ala-l-Huseyn, La’net’ullâhi alâ Kaatil’il Huseyn”, yani “Allah selamı Huseyn’e olsun, Allah laneti Huseyn’in katiline” der. En sonunda, meydanın ortasında aynı tarzda diz çöküp kendisi içer ve kapla bardağı, götürüp meydanın taşının yanına, aldığı yere koyar; gene meydanın ortasına, arkasını dönmeden gidip “haklı hayırlısını” ister. Baba bir gülbang çeker; saki, meydana niyaz edip geçer, yerine oturur. Bu tören, Alevîlerin görgüsünde de vardır; yalnız onlar, şerbet yerine su içerler. Sakinin en sonra içmesi, “Bir topluma sakilik eden, en sonra içenleridir” hadisine dayanır (Câmi’, II, s. 25)8 İç mekânda bir su dağıtım hizmeti olan sakilik, başta mutfak olmak üzere Mevlevî tekkesinin hizmetlerini gören yeni dervişin muhtemelen üstlendiği bir görevdi. Buradaki açıklama daha uygun görünse de, saka ve saki terimlerinin anlamları arasındaki sırasıyla dış mekân ve iç mekânda su taşıma ve dağıtma farkına dikkat edildiğinde, saka postunun kökenine dair bu açıklama da yetersiz kalmaktadır. Kökene dair yerinde bir açıklama, dış mekân hatta tekke dışında bir su taşıma ve dağıtma hizmetinin tanımlanmasıyla ancak mümkün olabilir gibi gözükmektedir. Arapçada sulama, su içirme anlamına gelen ‫“ س قى‬saky” kelimesiyle ilişkili bu fiil Kur’an-ı Kerim’de İnsan suresinin 21. ayetinde geçer: ‫“ ًُقَوْاَ ًُ ُاامرَ ُْمُقَ َس ُْ ُس يقٰقَ َس‬Rableri onları tertemiz bir içecekle sular [onlara ikram eder, sunar]”. ‫( ُس يقٰقَ َس‬sakaahum): ‘Onları sular’ demektir (Dr. R. DURU). 8 Abdülbâki GÖLPINARLI, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılap: İstanbul, 2004, s. 263-264. “Tasavvufçular, Irak’ta temerküz ettikleri için “Irâkıyler” diye anıldıkları gibi, Melâmet ehli de Horasan’da temerküz ettiğinden “Horasânîler, Horasan Erleri, Horasan Erenleri” diye anılmışlardı. Sonradan Melâmetten Kalenderîlik, Haydarîlik, Mevlevîlik, Bektaşîlik gibi tarikatler de meydana gelmişti.” a.g.e., s. 213. Bu bahis şu eserde çok daha ayrıntılı yer almaktadır: Cavit SUNAR, Melâmîlik ve Bektaşîlik, Ankara Ün. İlahiyat Fak. Yayınları: Ankara, 1975, s. 100-103. Horasan kökenli, Melamet neşvesine sahip tarikatlar olan Mevlevîlik, Bektaşîlik ve Alevîliğin saka ve saki kavramları temelinde ritüelleri bulunması bu yüzden şaşırtıcı değildir. 7 5 Saka postuyla ilgili bilgileri, Mevlevîlik yoluna giriş süreciyle iç içe aktarmak yerinde olur. Mevlevîlik yoluna iki ayrı giriş bulunmaktadır. İlki muhiblik, ikincisi sâlik yani talipliktir. Muhib de, sâlik de de başlangıçta nevniyâz adını alır. Muhib tekke dışında yaşayan bir Mevlevîyken, talip tekkede yaşayarak 18 hizmetin görüldüğü çile yoluna girecek ve sonunda dede olacaktır. Mevlevîlikteki ilk derece muhibliktir. Bir şeyh tarafından sikkesi tekbirlenerek Mevlevîlik yoluna katılmış kişiye ‘muhib’ denir. Muhib olmak isteyen kişi sikkesiyle şeyhe başvurur, sadece ikisi arasındaki küçük törende, sikkeyi kendisine giydiren şeyh “tekbir eder ve bir Fatiha verir”. Bu törenden sonra ‘nevniyâz’ adını alan muhibbe bir dede tayin edilir; bu dede ona âdâp, erkân ve sema öğretir. Muhip dilerse sema kisvesi yaptırıp mukabele de denilen sema ayinine çıkabilir. Dışarıda giyilen yakasız cübbe olan ‘hırka’ ve elifî şalvar yaptırıp daima sikkeyle gezebildiği gibi, bir memuriyetteyse işine sivil olarak da gidebilirdi. Resmî tören hırkası olan resim hırkası da yaptırabilirdi. Mesnevî okutma icazeti aldığında veya tarikattaki hizmetine karşılık sikkesine destar yani sarık sarma izni alabilirdi.9 Özetle, muhib, dergâhta kalmayan, orada daimî olarak hizmet etmeyen, sema ayini günlerinde oraya gelmesi icap eden bir Mevlevîdir. Bir Muhib, dervişlik yoluna girmeye niyet edip karar verirse, dergâhta hizmete girer; buna ‘ikrâr’10 denir. Bu aşamada, ‘sâlik’11 ya da talip adını alır. Manevî yolculuğa girişen talip, evvelce giydiği elbiseyi çıkarıp, bir hizmet elbisesi olarak tennûre giyer ve ârakıyye adı verilen başlığı takar. Bu sürece ‘soyunmak’12 adı verilmektedir. Sikke ancak sema çıkarıldıktan yani semaın ilk dersi öncesinden itibaren giyilebilmekte13 ve o zaman sâlik ‘nevniyâz’14 adını almaktadır. Yararlı olacağına inandığımızdan, ‘soyunma’ bahsini Necip Fazıl Duru’dan aynen aktarıyoruz: Dervişliğe başlamaya ve niyet etmeye ikrar verme (soyunmak, matbaha soyunmak) denilirdi. Tarikata intisap etmeyi düşünen can, dergâhın zabiti veya dedelerden herhangi biri tarafından Meydancı Dede’ye takdim edilir, Meydancı Dede GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 8 ve 132;. Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılâp ve Aka, İstanbul, 2. b., 1983, s. 390-391. 10 GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 22. 11 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 39. 12 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 42. 13 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 42 ve 104-105. 14 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 36 ve 105. 9 6 bu namzet hakkında gizli, aşikâr, malûmat toplayarak inceler, talipte kabiliyet ve ehliyet görürse, dervişliğin, çilenin ve Mevlevî erkânının güçlüğünden uzun uzadıya misallerle bahsederek kendisini daha birkaç gün düşünmeğe ve ondan sonra gelip kararını bildirmeğe davet ederdi. Aday, birkaç gün sonra tekrar gelir de arzusunda ısrar ederse, Meydancı Dede onu bu sefer Kazancı Dede’ye takdim ederdi. Aynı şekilde Kazancı Dede de: “Dervişlik zordur, çileyi kırmak iyi değildir. Dervişlik ateşten gömlek, demirden leblebidir. Aç kalmak, dövülmek, haksız yere söz işitmek vardır. Dervişlik ölmezden evvel ölmek demektir. Bunlara tahammül edebilirsen gir”, der. Namzet üçüncü defa olarak yine talebinde ısrar ederse ve kabul edilecekse, kendisi Aşçıbaşı (Ser-tabbah) Dede’ye götürülürdü, o da dilinin döndüğü kadar telkinlerde bulunur ve nihayet (Hak erenler yardımcın olsun) dileğiyle kararı tebliğ ve kendisini Meydancı Dede’ye teslim ederdi. Taliplerin bekâr olmaları, sağlıklı, uzuvlarının tam olması, hiçbir mahkûmiyeti ve kötü şöhreti bulunmaması şarttı. Daha eski devirlerde medreseden icazetli ve kendisini geçindirebilecek derecede herhangi bir sanat ve meslekte ehliyeti olması şart koşulurken; gitgide sadece okuyup yazma ve bir sanatta meleke sahibi olması yeterli görülmüş ve en nihayet ortada sadece bekârlık şartı kalarak, okuyup yazma bilmeyen, elinden hiçbir iş gelmeyen, sakat ve malul kimseler de dervişliğe kabul edilmiş; bu durumda tekkeler irfan ocağı olmak yerine birer imaret hâline gelmişti. İntisapta esas derunî muhabbettir. Talip, Aşçıbaşı Dede’nin yanından doğruca meydan-ı şerîfe götürülür, abdest aldırılır, meydanın dış kapısının yanındaki saka postuna oturtulur, başındaki sivil serpuş alınarak bir arakiyye giydirilir, sırtına da bir resmî hırka geçirilirdi. Talip bu post üstünde, üç gün üç gece, diz üstü murakabe vaziyetinde oturmak, kimse ile konuşmamak, yalnız tabiî ihtiyaçları için yerini terk etmek ve hatta post üstünde uyumak mecburiyetinde idi; kendisine yemek de küçük bir tepsi içerisinde önüne getirilirdi; mevsim kış ise yatak ve yorgan yerine bir kilim verilebilirdi. Talip bu üç gün süresince, gözleri önünde cereyan eden hâlleri, işittiği sözleri tahlil etmekle meşgul olurdu; tekke mensupları da onu tetkikten geçirmiş olurlardı, bazı denemelerle sebatı, ahlâkı ölçülürdü. Bu süre zarfında kimse derviş adayıyla ilgilenmez, ona aşinalık göstermez, adeta talip horlanmış bir vaziyette otururdu. Üç günün sonunda, talip arzusunda ısrar eder ve tekke mensuplarından hiçbir kimse Aşçıbaşı’ya veya şeyhe gidip de aleyhte bir görüşte bulunmazsa, Meydancı Dede de onu şeyhe veya şeyhin vekili Aşçıbaşı’ya götürür, durumu bildirirdi; talibe son bir 7 nasihat daha edildikten sonra kesin karar verilerek sikkesi tekbirlenip giydirilir ve matbaha gönderilirdi ve artık bu dakikadan itibaren o, bir matbah canı sayılırdı.15 Son derece açıklayıcı bu tarifte beliren bazı özelliklere dikkat çekmek istiyoruz. Sâlik yani talip; sabah namazından sonra dedelerin toplandıkları geniş oda olan meydanın dış kapısının yanındaki saka postuna oturtulur. Başındaki sivil başlığın yerine arakıyye giydirilir. Sırtına, bulunduğu yer ve konumu belirleyen anlamında, ‘resmî’ bir hırka geçirilir. Buradaki hırka, Mevlevî dervişlerin sokakta giydiği yakasız, kolları ceket kolundan biraz daha geniş, yukarısı ve aşağısı aynı ende, topuklara kadar uzun, beli dar olmayan üst giyimidir.16 Talip saka postunda üç gün, üç gece gözetimde kalmakta, “bazı denemelerle sebatı, ahlâkı ölçülmekte”, adeta bir sınava tabi tutulmaktadır. Sınavı geçen talibe törenle Mevlevîlerin özel başlığı olan sikke tekbirlenmekte ve kendisi ‘matbah canı’ adıyla, Aşçı Dede’nin emrinde çilesine başlamaktadır (Mevlevî çilesi hizmetle olduğundan, aslında hizmet etmeye başlamaktadır). Talibe giydirilen arakıyye adı verilen baş giyimini Gölpınarlı şöyle tanımlar: «Terlik, ter emen» anlamına gelen bu söz, başa giyilen ve dövme yün keçeden yapılan beyaz, yahut kahverengi, çok def’a yukarı kısmı, aşağıya nisbetle yassı olan ve üstü, iki tarafın birleşmesinden meydana gelen bir çizgi arzeden boyu kısa serpuşe denir. Dilde «arâkıyye» tarzına gelmiştir. …Kadınlara [ve çocuklara] sikke de tekbir edilmez, arâkıyye tekbirlenirdi. Çile çıkarmaya ikrar veren, fakat henüz semâ’ çıkarmamış bulunan matbah canları da, ârakıyye giyerlerdi. Arâkıyye, bilhassa üste doğru yassılır, üstte tam bir çizgi hâlinde, iki taraf birleşirse bu çeşidine, «Elifî arâkıyye» adı verilir. 17 Gölpınarlı, her iki kitabının arka kısmında, aralarında arakıyyenin de olduğu Mevlevî baş kıyafetlerinin çizimlerini de vermiştir. Saka postu sınamasını başarıyla geçen talip matbah canı olmaktadır. Bu süreci de Necip Fazıl Duru’dan aynen alıntılayalım: Hizmete soyunduktan sonra can, ayakçı unvanını alırdı. Sema öğretildikten sonra tennuresi giydirilir ve Kazancı Dede’ye teslim edilirdi. Necip Fazıl DURU, a.g. bölüm, s. 18-19. GÖLPINARLI, s. 21. 17 GÖLPINARLI, s. 6. 15 16 8 Ayakçılık vazifesiyle ortalığı süpürür, odun getirir; üzerine başka bir can gelinceye kadar bu görevine devam ederdi. Her can, buna emretmek hakkını haizdi. Ayakçılık, âdet olduğu üzere 18 gün sürerdi, ancak bu müddetin sonunda, tennure giymesine ve gerektiğinde resmî kıyafetle, yani hırka ve tennure ile tekke dışına çıkmasına müsaade edilirdi; lâkin canlar hiçbir sebep ve bahane ile bir gece bile matbah dışında yatamazlardı. Her ne sebeple olursa olsun bir gece bile dışarıda kalan canın çilesi kırılmış kabul edilir ve yaptığı hizmetler yok sayılarak, yeniden bin bir günlük çileye başlatılırdı. Ayakçılık görevini ikmal eden can pazarcı olurdu. Ayakçılık vazifesinden başka olarak, canların yerine getirmekle yükümlü oldukları vazifeler şunlardır: Pazarcı: Dergâh-ı şerîfe alınacak yiyeceğin ve gerekli olan şeylerin; dervişlerin siparişlerinin çarşıdan teminini sağlamakla yükümlüydü. Sırtında bir havlu, belinde de bir zincirle elifi-nemedine bağlı ve arasına sokulmuş maşa (pazarcı maşası) bulunur ve bunlar hizmetin alameti sayılırdı. Pazarcı, gittiği yerde oturmaz, kahvehane benzeri eğlence mahallerine giremez, rastladığı muhiplerle uzun boylu sohbet edemez, alacağını aldıktan sonra hemen tekkeye dönerdi.18 Ve diğer görevler sıralanmaktadır. Gölpınarlı’dan bazı ayrıntıları eklersek, ayakçılık görevine başlayan matbah canı aynı zamanda sema eğitimine de başlar; bu münasebetle kendisine tekbirlenen sikke muvakkat yani geçicidir, 1001 gün hizmeti müteakip kendi malı olacaktır. Ayakçılıktan sonraki hizmet derecesine geçen nevniyâz Pazarcı olur. Pazarcının görevi “her gün yahut lüzum olunca et, sebze ve saireyi gösterilen dükkânlardan alıp tekkeye götürmekti.” Pazarcının sırtında bir havlu, belinde de bir zincirle elifî nemed denilen kuşağa bağlı ve onun arasına sokulmuş [kılıflı] maşa bulunur ve bunlar, hizmetinin alâmeti sayılırdı. Pazarcı hizmet tennuresi giyer. Sadece mukabeleye yani semaa katılacağında sema tennuresi, destegül denilen gömlek ve hırkayı giyebilir; diğer vakitlerde destegül giyemez, sırtına hırka alamaz.19 Matbah canının göreceği hizmetlerden biri de su temin görevidir. Fransız şarkiyatçı Clément Huart (1854-1926) bu göreve şöyle değinir: Birisi bu kardeşliğe girmek istediğinde, gelecekteki hemdemlerine bin bir gün (iki sene dokuz ay eder) müddetle, şu suretle hizmet etmesi mecburiyeti kaidesi vardır denilir: 40 gün atları tımar etme, 18 19 Necip Fazıl DURU, a.g. bölüm, s. 19. GÖLPINARLI, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 392. 9 40 gün fukara için süpürme, 40 gün su çekme, 40 gün döşek yayma, 40 gün odun hazırlama, 40 gün yemek pişirme, 40 gün pazar etme, 40 gün dervişlerin içtimasında hizmet etme, 40 gün nezaret. Ve böylece, tayin edilen vakte kadar tekrarlanarak tamamlanılır.20 [Fransızcadan çeviren Dr. Rıza DURU] Mevlevîleri ilk bakışta diğer herkesten ayıran özellikleri kendilerine has külâhları yani sikkeleridir. Sikke Mevlevîliğin ve Mevlevîlerin tek başına bir sembolüdür. Sikke ve onun giyimine dair en ayırt ettirici özellikler şunlardır: Sikke, tepesi, başa giyilen kısmına nazaran pek az incelen ve boyu, bir karış, üç parmak boyunda olan, dövme keçeden yapılmış, iç içe geçmiş, iki kat bir külâhtır. Rengi deveyünü rengindedir; koyu kahverengiye çalar. Daha açık renkte de olabilir. Evvelce tepesi, tabiî olarak sivriceymiş. Sonradan kalıplanması, hattâ ütülenip parlatılması âdet olmuştur.21 Herhangi bir suçtan mahkum olanlar ve dergâh içinde bir suç işleyen veya yolsuz olanların sikkeleri alınır. Bu durumlara düşenler sikke giyemez, yerine adi bir başlık 22 giyerler. Sikke ve istiva XV. ve XVIII. yy.lar arasında yaygın olan bir uygulama olarak, sikkeye istivâ çekildiği olurdu. Görünüşteki Hakk ve halk ikiliğinden kurtulma, kemâl derecesine ulaşma anlamı taşıyan bu uygulamada, adına istivâ denen iki parmak enindeki siyah ya da yeşil şerit, sikkenin üstüne, kaşların ortası hizasından arkaya doğru dümdüz çekilir.23 Clément HUART’dan çeviren Dr. Rıza Duru, Mevlevîname, s. 258. GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 41. 22 Mehmet ÖNDER, Mevlevî Giyimleri, Türk Etnografya Dergisi, Sayı: 52, 1956, s. 79. 23 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 22-25. 20 21 10 Sikke, hizmetini tamamlamış dervişlere giydirilirdi ve derviş onu giydiği andan itibaren ölünceye kadar başından çıkaramazdı. Öyle ki dedegânın kıdemlileri külâhı sağa sola, öne arkaya hareket ettirip başlarından tamamen çıkarmadan tıraş olurlardı. Hamama da sikkeyle girilir, yıkandıktan hemen sonra tekrar giyilirdi.24 Son olarak kıyafete dair kalan tanımları da alıntılayalım: Destar: “Sikkeye sarılan sarığa destar denilir. Destar sarmaya hak kazanmış dervişe, destar-puş (destarlı) denilir. Mevlevîlerde destar sarmak, şeyhlerin ve halifelerin hakkıdır. Şeyh seyyidse, yeşil; değilse beyaz destar sarar. Halifeler ve çelebiler, duhanî, yani bakılınca siyah görünecek derecede koyu mor destar sararlardı. Çelebiler, destarı alttan sikke görünmeyecek biçimde sararlar, çelebi olmayanların, destarlarının sikkeleri görünürdü.”25 “Dümdüz sarılan sarığa «dolama» denirdi. Mevlevilerde yalnız şeyhler destar sararlar, dervişler ve muhibler saramazlardı. Mesnevî-hânlarla kemâli ve bilgisi olan ve tarikata hizmeti dokunan dede ve muhiblere de, doğrudan doğruya yahut, herhangi bir şeyhin delâletiyle çelebilik makamından destar sarmaya izin verilirdi.”26 Tennûre: Tandır ve ocak hizmetlerinde giyilen elbise anlamına gelir. Kolsuz, yakasız; önü, göğsün aşağısına dek açık; üst tarafı bele kadar, bedene tam gelecek derecede dar; ait tarafı geniş bir elbisedir. Tennûre iki kısımdır: Hizmet tennûresi ve semâ’ tennûresi. Hizmet tennûresini matbah canları giyerler; etekleri, rahat adım atacak kadar geniş, semâ’ tennûresine nisbetle çok dardır. Rengi siyah yahut koyu kahverengidir, yani kir göstermeyecek bir renktedir. Matbah canı, bununla hizmet görür; üstüne deste-gül de giymez. Yalnız dışarıya çıkarken giyer; beline de, kılıflı bir maşa sokarak hizmete gitmiş olduğunu anlatmış olur. 27 Hırka: Mevlevîlerde iki türlü hırka vardır. Biri, sokağa çıkarken giyilir. Bu, yakasız, kolları ceket kolundan biraz daha geniş, yukarısı ve aşağısı aynı ende, topuklara kadar uzun, beli dar olmayan üst giyimidir. Öbürü resim hırkası adı verilen ve Nebi BOZKURT, Sikke, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.37, 2009, s. 185. Necip Fazıl DURU, a.g. bölüm, s. 26. 26 GÖLPINARLI, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 428. 27 GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 43. 24 25 11 törenlerde giyilen hırkadır.28 Sikkesiz hırka giyilmez. Hırka ile temiz olmayan yerlere girilmez.29 Elifî nemed: Ucu sivri ve elife benzetilen, dört beş parmak enliğinde yün bir kuşaktır. Kemer gibi, tennûrenin üstüne, bele sarılır; beli bir buçuk kere kuşatır. Ucunda, beli iki kere kuşatacak kadar uzun bir gaytan vardır. Bu gaytanın ucu, bele kuşanan kısma takılıp pekiştirilir; deste-gülün ipi de bu gaytana sokulur.30 Deste-gül: Tennûrenin üstüne giyilen yakasız, kolları düz ve dar, bele kadar gelen bir gömlektir. Sağ eteğinde, uçta, bir parmak uzunluğunda bir şerit bulunur ki bu, elifî nemedin gaytanına sokulur ve böylece, semâ’ ederken açılıp dalgalanmaması sağlanmış olur. 31 Mevlevîliğe giriş ve kıyafete dair kavram ve uygulamaları ana hatlarıyla böylece belirledikten sonra, Mevlevîlik sempatizanı da diyebileceğimiz ‘muhib’in dış görünüş özelliklerini şöylece özetleyip sıralayabiliriz: 1. Muhib olmak için kendisine sikke tekbirlenmesi gerekir. 2. Memuriyet gibi istisnai hâller dışında, daima sikkeyle gezer, sikkeli olmayı tercih eder (Yine de bir zorunluluk yoktur). 3. Yine bir zorunluluk olmayarak, hırka ve elifî şalvar giyer. Bu şalvar yarım ağlı, dar paçalı, beli uçkurla büzülen bir tür pantolondur. Halk arasında ‘mabeyn veya kadı biçimi’ denirdi.32 Yani, üst kısmı pantolondan geniş, şalvardan dardır; ağı diz hizası civarındadır. 4. Şeyh tarafından, ‘tarikattaki hizmetine karşılık’ sikkesine destar yani Mevlevî sarığı sarma izni verilebilir. ‘İkrâr’ verme ve ‘matbah canı’ olma arasındaki süreçteki kimse olan ve saka postunda oturan sâlik ya da talibin dış görünüş özellikleri ve görevini şöylece özetleyip sıralayabiliriz: 1. Baş kıyafeti arakıyyedir. 2. Sırtına yeri ve konumunun anlaşılmasını sağlayacak ‘resmî’ bir hırka giymiştir. GÖLPINARLI, a.g.e., s. 21. ÖNDER, ss. 81-82. 30 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 16-17. 31 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 15-16. 32 ÖNDER, s. 82. 28 29 12 3. Kalan kıyafeti sivildir, yani Mevlevîliğin sikke, tennure gibi ayırt ettirici kıyafetlerini taşımaz. 4. Talip, saka postu üstünde, doğal ihtiyacı dışında oradan ayrılmaksızın, diz üstünde ve kimse kendisiyle iletişim kurmaksızın üç gün, üç gecelik bir sınava tabi tutulur, bazı denemelerle sebatı, ahlâkı ölçülür. Artık ‘matbah canı’ olan olmuş yeni dervişin dış görünüş özellikleri ve görevini ise şöylece özetleyip sıralayabiliriz: 1. İlk aşamada adı Ayakçı’dır. Ayakçı sema eğitimine başlamamışsa sikke giyemez. 2. Sema eğitimine başlamış olan Ayakçı, başına sikke, sırtına hizmet tennuresi giyer. 3. Ayakçı 18 gün boyunca tekke dışına çıkamaz. 4. Ayakçılık görevini bitiren yeni derviş Pazarcı adını alır ve bu hizmete başlar. Tekkenin alışveriş gibi dışarı işlerini görür. 5. Pazarcı sikke ve hizmet tennuresi giyer. 6. Dışarı çıkarken hizmet tennuresi üstüne hırka giyer. Hizmet alameti olarak sırtına bir havlu alır ve kuşağının arasına bir kılıflı maşa sokar. MEVLEVÎ SAKA TİPİ VE ONUNKİYLE KARIŞABİLECEK KIYAFETLER Görebildiğimiz yerli kaynakların Mevlevîliğe giriş, Mevlevîlikte derece ve 18 hizmetin işlendiği anlatımlarında, tekkeye suyun nasıl temin edildiği ve varsa hayır amaçlı hizmetlerin ne suretle ve kimler tarafından icra edildiği kaydedilmemiştir. Gölpınarlı 18 hizmet arasında saymasa da, ‘somat’ ya da ‘sımât’ denilen Mevlevî sofrasında su hizmeti gören ‘sâki’ye değinir33. Bu konuda, “su çekme” görevinden söz eden Clément Huart’nınki gibi, Batılılara ait yazılı ve görsel anlatımlar tek kaynak hükmüne bürünmektedir. Meselâ, Hammer-Purgstall’ın 1827’den itibaren çok defa yayınlanan, Osmanlı şiir tarihini anlattığı eserinde, 1586’da vefat etmiş, Eğirdir Mevlevîhanesi’nin şeyhi Ubeydullah Dede’nin sakalığından söz edilir. Fedaî Dede’nin 33 GÖLPINARLI, a.g.e., s. 126-127. 13 müridi olan Ubeydullah Dede, onun yanındaki hizmetine wasserträger [su taşıyıcı] olarak başlamıştır.34 Batı kaynaklarının yazılı olanlarında derviş ya da Mevlevîlerin hayır amaçlı su dağıttıkları ifade edilirken, bu kelimeler yeterli görüldüğü için olacak ki, kıyafet tarifine girişilmez. Resimlerde görülen ve Mevlevîlikle ilişkili görünen saka tipi ise sikkeye fazlasıyla benzeyen uzun bir külâha sahiptir. Sadece İstanbul’a dair resimler arasında karşımıza çıkan bu tipin, külâhı dışında Mevlevîlerinkine benzeyen bir kıyafeti yoktur. Uzun külâhlar birbirinden küçük farklılıklar gösterebilse de, sikkeye benzemeleri değişmez özellikleri olarak kalmaktadır. Resimlerdeki bu tipin bir Mevlevî olarak belirlenebilmesi için, tanım veya tarifinde ‘derviş’ ya da ‘Mevlevî’ ibaresi kullanılmış olsa bile, başta külâhı olmak üzere, kıyafet özelliklerinin, bir önceki bölümde verdiğimiz Mevlevîlik derecelerine uyan kıyafet ve görev özellikleriyle karşılaştırılması gerekmektedir. Bunu ‘Tartışma ve Sonuç’ bölümünde yapacağız. Yerli ve yabancılar tarafından hazırlanmış çok sayıda Osmanlı kıyafet albümü35 incelendiğinde; Mevlevî sikkesi dışında; bazı başka şahısların baş kıyafetlerinin de hayır amaçlı su dağıtan sakaların uzun külâhına benzediği görülür. 34 [Joseph von] HAMMER-PURGSTALL, Geschichte der Osmanischen Dichtkunst bis auf unsere Zeit mit einer Blüthenlese aus zweithausend, zweihundert Dichtern, Cilt: 3 [1574-1687 yılları arası], Conrad Adolph Hartleben: Pesth, 1837, s. 53. 35 Osmanlı kıyafetlerinin 300 yılını kapsayan, incelediğimiz resim ve fotoğraf albümlerine örnekler: Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys (De Nicolay, 1568); Itinera in Hispaniam, Viennam et Constantinopolim (Wyts, yazma, Österreichische Nationalbibliothek’te, 1573); Bilder aus dem Türkischen Volksleben (Hendrowski, yazma, Österreichische Nationalbibliothek’te, 1575-1599 arası); Bilder türkischer Herrscher, Soldaten, Hofleute, Städte (Lewenklau, yazma, Österreichische Nationalbibliothek’te, 1586); Degli Habiti Antichi et Moderni di Diuerse Parti del Mondo Libri Due (Vecellio,1590); Türkisches Manierenbuch, (Anonim yazma, Universitätsbibliothek Kassel’de, 1595); Costumes de la Cour du Grand Seigneur (Anonim, yazma, BNF’ta,1630); Rålambska Dräktboken (Anonim, yazma, Kungliga Biblioteket’te, 1657); Recueil de Cent Estampes Representant Differentes Nations de Levant (Vanmour, 1707 tarihli resimler; Ferriol, 1714); Costumes Orientaux (Monnier, 1786); Recueil. Dessins Originaux de Costumes Turcs (Anonim, yazma, BNF’ta, 18. yy.ın sonu); Moeurs et Coutumes Turques et Orientales (Rosset, BNF, 1790); Illustrations de Histoire des Othomans. Moeurs, Usages, Costumes des Othomans (Castellan, 1812); Il Costume Antico e Moderno Storia (Ferrario, 1820); Vinkhuijzen Collection of Military Uniforms (Toplama, New York Public Library’de, 1820); Voyage a Athenes et a Constantinople, ou Collection de Portraits, de Vues et de Costumes Grecs et Ottomans (Dupre, 1825); Abbildungen Herumgehender Krämer von Constantinopel (Hunglinger von Yngue, 1830); Album Oriental: Types et Costumes (Montani, 1855); Stamboul. Souvenir d'Orient (Preziosi, 1865), Les Costumes Populaires de la Turquie en 1873 (Hamdi Bey, Launay ve Sébah, 1873). 14 Konumuz olan Mevlevî sakanınki ile ona benzeyen kıyafetleri karşılaştırabilmek için öncelikle referans resimler belirlenmelidir. Bu resimlerin çizenleri tarafından Mevlevî, hiç olmazsa derviş olarak tanımlanmış bulunmaları; kendi aralarında farklılıklar taşıyabilen uzun külâhların, versiyonları arasında en eski yapım tarihine sahip olmaları; gözleme dayanarak yapılmış olmaları ve öncülleri bulunmamaları gerekir. Bu kriterlerimize uyanlar 1707’den Vanmour ve 1774’ten Monnier’nin resimleri ile White’ın kitabında yer alan 1884 tarihli çizimdir (White’ın çizimi olarak anacağız). 17631790 arasına tarihlenen Duponchel’in resmindeki saka, Monnier’ninkiyle hemen hemen aynı tiptir. Bu resmin yapım Vanmour’un derviş sakası tarihinin çok geniş bir aralıkta verilmesi yüzünden öncül veya takipçi olduğunu söyleyemediğimizden, ara bir tarihte Monnier’in alıyoruz. yapılmış olan resmini mihenk 19. yy. başından itibaren Rainieri gibi ressamlar tarafından aynıyla çizilmeye Monnier’nin sebilcisi devam edecek Duponchel’in tipi, kanaatimizce Monnier’den alınmıştır. Duponchel’in tiplerinin ödünç olduğuna bir delil, D’Ohsson’un kitabında yer alan Le Barbier’nin Mevlevî şeyhini de kopyalamış olmasıdır. Ayrıca, Duponchel’in hayatı hakkında fazla bilgiye ulaşamadık; ama Monnier’nin dört yıla yakın bir süre İstanbul’da kaldığını ve doğrudan gözlem White’ın Mevlevî sebilcisi yaptığını biliyoruz. Benzerlik ve farklılıkları belirlemeden önce, belirlediğimiz referans resimlerdeki saka tiplerinin baş kıyafeti ve dış görünüş özelliklerini sıralayalım: 15 1. Vanmour ve Monnier hem Mevlevî görünümlü, hem de sivil saka resimleri yanında, olağan Mevlevî dervişini de çizmişlerdir. Bu, karşılaştırma için kolaylık ve elverişlilik temin etmektedir. 2. Vanmour çizdiğine ‘derviş’, Monnier ‘sebilci’ der; White ise çizimine ‘sebilci derviş’ demiş, metnine ‘Mevlevî’yi eklemiştir. 3. Vanmour’inki atlı, Monnier ve White’ınki yayadır. 4. Vanmour ve Monnier’nin derviş ve sebilcilerinin külâhları uzunluk ve renkçe kendi Mevlevîlerinin sikkelerine benzerdir ama onların sikkelerine kıyasla tepede biraz sivrilmektedir. White’ın Mevlevîsinde de öyledir. 5. Monnier’nin sebilcisinin külâhının alt kenarında iki parmak kalınlığında, sikke renginden daha koyu bir bant görülmektedir. 6. White’ın Mevlevîsinin külâhının alt tarafına düz destar (sarık) sarılmıştır. 7. Vanmour ve Monnier’dekilerin saçları tam traşlıdır; White’ınkinde belli değildir. 8. Üst kıyafeti olarak Vanmour ve White’ınki kısa, Monnier’ninki uzun kollu yelek giymişlerdir. Her üçü de de süslü olmakla beraber, Monnier’nin sebilcisinin yeleğinin yakalarının her iki omzun ucuna uzanan içbükey sivri uçları vardır (Bu sivri uçlar Yeniçeri sakasının üst kıyafetinde de görülür). 9. Vanmour ve Monnier’dekiler göğüslerini açıkta bırakan mintan giymişlerdir. 10. Bellerinde enlice kuşak sarılıdır. Vanmour’inkinin kuşağının ön kısmında yuvarlakça bir nesne görülür; muhtemelen aynadır. White’ınkinde o bölge belli değildir. 11. Alt kıyafetleri şalvardır; her üçünün de ağı diz hizasındadır, yerlere kadar sarkmaz. Vanmour ve White’ınkiler kısa Vanmour’un derviş sakasının baş kıyafeti paçalıdırlar. Sakalarımızın Mevlevî olup olmadıklarını belirlemekte, kıyafete dair en belirleyici karşılaştırma unsurunun uzun külâhları olacağı anlaşılmaktadır. Bu külâh, Vanmour’da dal (düz, yalın), Monnier’de alt kenarında daha koyu renkte bir hat varmış gibi görünen, White’da destarlı White’ın Mevlevî sebilcisinin baş kıyafeti (sarıklı) hâldedir. Monnier’nin sebilcisinin baş kıyafeti 16 Şimdi, hayır amaçlı su dağıtan saka tipinin uzun külâhı ile benzerlik gösteren ve onunla karıştırılma ihtimali bulunan Osmanlı baş kıyafetlerini olabildiğince derlemek ve tarif etmek istiyoruz. Başta acemi oğlanlar olmak üzere, benzer baş kıyafeti sahiplerine, İsmail Hakkı Uzunçarşılı36 ve birkaç yabancı kaynaktan, özet ve alıntılarla değineceğiz. Devşirme oğlanı: Kızıl aba, sivri külâh giyerlerdi (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 17, 21). Maaşlı acemi oğlanı: “Acemiler başlarına mahrutî [konik] şekilde sivri uçlu sarı serpuş giyerlerdi. Acemi ocağına mukayyet ulûfeli acemiler ile Türklerin hizmetine verilmiş olan ulûfesiz acemilerin kıyafetleri arasında biraz fark vardı. Acemi ocağı efradının üzerlerinde kaputun altında mavi renkte dolamalar’ı olup uzunluğu diz Devşirme oğlanı (Wyts’den) kapağını geçmekte idi; ön tarafından iki ucu yürümelerine mâni olmamak için bele sokulurdu; bu, dolama denilen cübbenin üst kısmı bele kadar düğmeli ve alt kısmı ise genişti; kollar bileklere kadar kıvrımlı, geniş ve tam bilek yerinde ise dar olup mintan gibi idi; bellerinde krep veya çizgili kumaştan kuşakları vardı ve sol kolun altından bağlanırdı; bellerinde ve ön taraflarında bir şerit ile bağlı küçük hançerleri asılı idi; başlarında evvelce söylediğimiz gibi şekerci külâhına [Bk. burada s. 22’de Vanmour’un Helvacısı] müşabih sarı renkte serpuş olup bunun etrafında krepten ince sarık vardı; kulaklarına bazı esnafın koydukları kalem gibi birkaç çiçek takılı idi; şalvarlarının alt kısmı yani baldırları dar ve kıvrımlı olup ayakkabıları bağsız ve arkasızdı” (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 51). [Köşeli parantez içindeki not bize ait] Saray acemi oğlanı (Amman’dan) İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları, 2 cilt, 3. Bs., Türk Tarih Kurumu: Ankara, 1988; Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, 2. Bs., Türk Tarih Kurumu: Ankara, 1984. 36 17 Maaşsız acemi oğlanı: “Bunlar yakadan itibaren ön kısmı dört parmak aşağıya doğru açık köylülerinkine benzeyen bir nevi gömlek giyerlerdi, bu gömleğin kolları uzun, geniş ve kıvrımlı idi; bellerinde önden bağlı bir kuşak olup kuşağın bağlandığı ön kısımda bir bıçak takılı idi; bu gömleğin üstüne kısa bir cüppe giyip cüppenin kolları omuzla dirsek arasında kesikti; dizlikleri geniş ve uzun olup (şalvar gibi) ayaklarının üzerine kadar inerdi; ayakkabıları bağsız ve dar kenarlı olup serpuşları ise acemi ocağı efradının sarı külâhlarının aynı idi” (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 5152). İçoğlanı: Enderun ve sarayın saraya diğer kısımlarında, çıkarmak üzere Bağ bahçe acemi oğlanı (Amman’dan) yetiştirilen saray acemileridir. Enderun’dakiler has oda, hazine, kiler, seferli, büyük oda ve küçük oda oğlanları; saraylardakiler saray oğlanları adını alırdı. Galatasarayı’nda sakalık eden içoğlanları vardı. Başlarına işlemesi az takye giyerler ve bellerine acemvari kemer takarlardı (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 60; C. II, s. 139; Saray Teşkilatı, s. 300-303, 331). Acemi ocağından başka yerlerde hizmet eden acemi oğlanlara, ayrıldıkları görev türüne göre ‘cemaatler’ denirdi. Bu cemaatlerden biri de ‘sakayân-ı hassa’ yani hassa sakalarıdır (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 57-60, 76, 81). Hassa tabiri hükümdara aidiyeti ifade ettiğinden ve Galatasarayı İç oğlanı (Vanmour’dan) adında bir saray da faaliyette olduğundan, bu tür saka resimlerinin İstanbul tasvirleri arasında yer alması çok doğaldır. Ağırlıkla Galata ve Pera’da ikamet eden yabancıların bu saraya hizmet eden içoğlanlarını ve acemileri gözlemlemiş olmaları çok muhtemeldir. 18 Zülüflü baltacı: Enderun’un seyyar hizmetini görürler. Giydikleri lacivert çuhadan dolamanın yakaları iki yanı göremeyecek, yalnız önünü görecek kadar yüksek ve kalkıktır. Başlarına giydikleri deve yününden yarım zirâ uzunluğundaki serpuşun iki yanından iki örgü, zülüf veya perçem gibi yanaklarına doğru sarkar. Bu külâhın altına giyilen fesin kenarları iki parmak dışarıda kaldığından serpuşun alt kenarı kırmızı görünür. Enli ve siyah sahtiyandan kemer kuşanırlar. “Başlıkları eski saray baltacılarınınkini andırır ise de biraz daha sivri idi.” (Saray Teşkilatı, s. 435-438) Uzunçarşılı, divan-ı hümayûn veya sim sakalar ocağı adında bir bölükten bahseder ama kıyafetlerini tarif etmez. (Saray Teşkilatı, s. 455-457) Bu bölük adı üzerinde divan-ı Zülüflü baltacı (Costumes de la Cour’dan) hümayûna hizmet etmekte olduklarından, yabancı gözlemcilerce dışarıda görülmeleri zordur. Uzunçarşılı, matbah-ı âmire sakalarından da söz eder ama yine kıyafetlerini tarif etmez. Sayıca 25 kadar olan bu sakalar Enderun kilercibaşısına bağlı çalışırlardı (Saray Teşkilatı, s. 460). Çalıştıkları yer saray mutfağı olduğundan, bu sınıfın da yabancılarca gözlemlenmesi zordur. 1551 yılında Fransa elçisine eşlik ederek geldiği İstanbul’da doğrudan gözlemlerini kaleme alan ve eskizler çizen Fransız Nicolas de Nicolay (1517-1583)’ın kitabının, “Şark’a Hac ve Seyahatlerin Üçüncü Kitabı”nda, metin kısmında haklarında bilgi aktardığı maaşlı ve maaşsız acemi oğlanlara ait iki gravür baskısı yer alır. Sonraki devirlerde çokça versiyonları görülecek olan bu resimler De Nicolay’ın eskizleri üzerine Louis Danet tarafından yapılmıştır. De Nicolay’ın kitabının farklı baskılarında farklı gravürcülerin versiyonları kullanılmıştır. De Nicolay’ın anlatımına göre acemi oğlanların “içlerinden en kaba olan bazıları su ya da odun taşımakla” görevlendirilirler. “Yılda iki kez kalın mavi kumaştan giydirilip ayakkabı verilir, başlarına şeker somunu biçiminde yapılmış yüksek sarı bir başlık takarlar.” “En kibarları, modalarına göre oldukça düzgün giyinmişlerdir.” De Nicolay, maaşsız acemi oğlanlara ‘rustique’ yani 19 köylü der. Bir derviş sakayı doğrudan gözleme dayalı olarak tarif eden ilk metin Nicolas de Nicolay’ın kitabında yer almaktadır. Bir resmin de eşlik ettiği bu saka tipi hacılara su dağıtan derviş saka tipidir.37 Bu tipin Mevlevî sakayla karışma ihtimali bulunmadığından, burada kısaca değindik. Her iki tür acemi oğlanı ve hacılara su dağıtan saka tipi üzerine olan resimler ve metin kısımlarının tarafımızdan çevirileri makalemizin Ekler kısmında Ek: 1, Ek: 2 ve Ek:3’te yer almaktadır. 15. yy.ın ikinci ve üçüncü çeyreğinde yaşamış Atinalı bir Yunan olan Laonikos Chalkokondyles, Fetih öncesinde bir süre İstanbul’da yaşamıştır. 1464’te yazımını tamamladığı ve en erken Osmanlı Hacılara su dağıtan saka (Amman’dan) tarihlerinden biri sayılan yazma kitabı Yunancadır ama bu dilde, 1556’da Basel’de yayınlanan Latince çevirisinden sonra ancak basılabilmiştir. Muhtelif tarihlerde, muhtelif dillerde, muhtelif cilt sayılarında ve dahası başka müelliflerin ekleme ve tamamlamalarıyla yayınlanmaya devam edilmiş kitap, Nicolas de Nikolay’ın illüstrasyonlarını ve onlara dair açıklamaları içeren baskılar da yapmıştır. Yani Chalkokondyles’in kitabının aslında bulunmayan ek ve illüstrasyonları içeren cildinde yayınlanan sakanın çizimi De Nikolay’a; açıklama metni ise, muhtemelen, baskıları gerçekleştiren Artus Thomas’a aittir. İtalyan coğrafyacı ve doğa bilimci Marsigli kontu Luigi Ferdinando (16581730), 1678’te İstanbul’a geldi, coğrafî ve askerî gözlemlerde bulundu. 1683’te esir edilip Viyana kuşatmasında görevli bir paşaya satıldı; böylece kuşatmaya tanıklık etti. 1684’te fidyeyle kurtuldu. Karlofça Antlaşmasında komiserlik yaptı. Marsigli, Kapıkulu sakaları hakkında ayrıntılı bilgi vermiş, kitabına eklediği gravür baskısına bir açıklama 37 Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s. 79-82. 20 da yazmıştır. Ordu sakaları hakkındaki bu nadir bilginin tarafımızdan çevirisini veriyoruz: SAKALAR YA DA SU TAŞIYICILARI KAPIKULU piyadeleri arasında yer alabilecek son asker rütbesi ordunun SAKKA [saka]ları veya su taşıyıcılarıdır; bu su sadece içmek için değil, aynı zamanda Türklerin gereksiz geleneklerine göre namaz kılmadan önce yıkanmak için de kullanılır. Sayıları belirsizdir ve aralarında belirli bir subayları yoktur; ama hizmet ettikleri bölüğe komuta eden kişiye bağlıdırlar. JANISSAIRES [Yeniçeriler], AGEMOGLANS [Acemi oğlanları], TOPEYS [Topçular], GEBEGYS [Cebeciler], ana kumandanlar ve G. Visir [Vezir-i Azam] ile birlikte çok sayıdadırlar. Atlarla deriler içinde su taşırlar. Bu atlar eskiden köylüler tarafından sağlanırdı, ama Agria [Eğri, Macaristan]'nın fethi sırasında Sultan Mehmet onları bundan muaf tuttu. Bu su taşıma şekli Levha IV'te gösterilmektedir. Asla dinlenemezler, çünkü su sağlamak için her zaman tetikte olmaları gerekir, bu da sürekli heyecan gerektirir ve bu onları ordudaki en kaba insanlar yapar. Ayrıca, genellikle kahverengi tenli olan giysilerinin kabalığı kadar yüzlerinin biçimsizliği ile de ayırt edilirler; yine de bu su taşıyıcıları asker rütbesine erişebilirler. Ordu sakaları (Beck’ten) 21 Levha IV. Ordu sakalarının su taşıma şekli (Marsigli’den) AÇIKLAMA BU LEVHA SAKALARIN ORDUYA NASIL SU SAĞLADIĞINI GÖSTERİR A’daki B ile işaretlenmiş iki deri tulum yüklü at. Atın ıslanmasını önlemek için üzerine çok kalın bir deri kılıf geçirirler; bu kılıfın üzerinde C işareti bulunur. D. Saka, salvars [şalvar] adı verilen deriden pantolonu ve ıslanmayı önlemek için aynı malzemeden fanilasıyla. E.E.E.E. Nehirde su ile doldurulan tulumları dökmeden taşıyan atlar. F. Yanlarında su dolu iki tulumla yüklü at. G. Tulumdan su çeken ve bunun nasıl yapıldığını gösteren saka. H. Bir diğeri, birine su verdikten sonra tulumu kapatır ve eyerin kulpuna bağlar.38 [Fransızca ve İtalyancadan çeviren Dr. Rıza DURU] Conte di MARSIGLI, Stato Militare dell' Impèrio Ottomanno, Incremento e Decremento del Medesimo, İki cilt bir arada, P. Gosse, & G. Neaulme: Amsterdamo, 1732, s. 80. 38 22 Mağrıbî köle: Bu tipin yazılı ve görsel tarifi sadece Batılı kaynaklarda görülür. Meselâ, 1551 tarihli gözlemin sahibi Nicolas de Nicolay “zât-ı şahanenin kapısındaki paşalardan biri olan Mağrıbî köle” diye bir tipin resmini verir. Baş kıyafetinde, kısa bir sikkenin alt tarafına bir iki defa sarılmış ince bir sarığın ucu, arkada fiyonk yapılarak serbest bırakılmıştır.39 Karıştırmanın daha zor olduğu Yahudi hekim, Rum beyefendisi, deli başı, humbaracı, helvacı gibi tiplerin baş kıyafetlerine değinmiyor, sadece bazılarının resimlerini burada veriyoruz. Mağrıbî köle veya mahkum (Türkisches Manierenbuch’tan) Rum beyefendisi (Nicolay’dan) 39 Humbaracı (Monnier’den) DE NICOLAY, a.g.e., s. 142. Saray’ın helvacısı (Vanmour’dan) Yahudi hekim (Nicolay’dan) 23 BATI KAYNAKLARINDA SİKKE BENZERİ BAŞ KIYAFETLİ/ DERVİŞ/ MEVLEVÎ SAKALAR, SEBİLCİLER Makalemizin bu bölümünde, sikke benzeri baş kıyafetli/ derviş/ Mevlevî sakalara dair, Batılılara ait metinler ve resimleri, hangi özelliğiyle ilk olduğu notunu da ekleyerek kronolojik sırayla listeleyecek ve ardından her birini tek tek değerlendireceğiz. 1575 ve 1582 Lorck (resim) Doğrudan gözleme dayanan ilk saka resmi 1575-1599 arası Hendrowski (resim) Tarifinde dolaylı olarak ‘derviş’ sakayı bildiren, doğrudan gözleme dayanan ilk derviş saka resmi 1578-1584 arası Schweigger (metin ve resim) ‘Derviş’ sıfatı kullanılarak ilk yazılı tarif 1707-1708 Vanmour (resim) Tarifine ‘derviş’ yazılmış doğrudan gözleme dayanan ilk resim 1712-1713 Scotin (Vanmour’un resminin gravürü) 1714 Le Hay (Vanmour’un tanım, tarif ve açıklama metinlerinin yayını) 1731 Picard (resim) 1746 Guer (metin) ‘Mevlevî’ adı kullanılarak ilk yazılı tarif 1746 Claude Augustin Duflos (resim) (Guer’nin kitabında) 1784-88 Monnier (resim) 1788 D’Ohsson (metin) Doğrudan gözleme dayanan, ‘Mevlevî’ sıfatı kullanılarak ilk yazılı tarif 1788 Duponchel (resim) Bulunduğu kitapta ‘Mevlevî’ sıfatıyla gönderme yapılan, doğrudan gözleme dayanan ilk resim; 1825? Meçhul (Derwiche turc, distribuant de l'eau par esprit de charité aux Musulmans de Constantinople) (resim) 1826 Ferrario (metin) 1817-1826 arası Raineri (resim) (Ferrario’nun kitabında) 1826 Migliavacca (resim) (Ferrario’nun kitabında) 1832 Meçhul (resim) (Ferrario’nun kitabında) 1832 Walsh (metin) 1839-1861 arası? Brindesi (resim) 24 1844 White (metin ve resim) Bulunduğu kitapta ‘Mevlevî’ sıfatıyla gönderme yapılan, doğrudan gözleme dayanan, sebilcinin kim olduğunu bildiren en net ve kesin resim ve tarif 1862 Manaraky (resim) 1912 Pears (metin) 1927 Brown (metin) Lorck’un Resimleri Almanya doğumlu Danimarkalı Melchior Lorck [Lorichs] (1526-1583)’un Kanunî Sultan Süleyman devrinde, 1551 yılında Alman elçi Busbecq’in maiyetinde İstanbul’a geldi, burada dört yıl kaldı. Elçi Hanı’nda beklerken gözleme dayalı pek çok eser meydana getirecek zamanı oldu. Lorck, sikke benzeri baş kıyafetiyle karışabilecek bir tip ve iki ayrı saka tipinin de aralarında bulunduğu tahta oymalar yaptı. Bunlar, konumuzla ilgili olarak, bir Batılı kaynakta ilk kez karşımıza çıkan resimlerdir. Bu üç tahta oymanın baskıları Almanya Wolfenbüttel’deki Herzog August Bibliothek [Herzog August Kütüphanesi]’nde 1626 baskısı bir kitap içinde40, Bibliothèque Nationale de France [Fransız Millî Kütüphanesi]’nde 1646 baskısı bir kitap içinde41, The British Museum [Britanyalılar Müzesi]42 ve Statens Museum for Kunst [Danimarka Millî Galerisi]’nde43 perakende hâlde bulunmaktadır. Lorck’un kitabında metin bulunmamakta, gravür baskıların üstünde, altında herhangi bir tanım yer almamaktadır; sadece ressamın monogramı ve kimilerinde yapım tarihleri bir köşelerine kazınmıştır. Herzog August Kütüphanesi’nin dijital olarak sergilediği sayfalar için köşeli parantez içinde tanımlar yazılmıştır. Lorck’un 1575 tarihli ilk çizimine ‘Wasserträger’ Melchior LORICHS, Deß Weitberühmbten/ Kunstreichen und Wolerfahrnen Herrn Melchior Lorichs Flensburgensis, wolgerissene und geschnittene Figuren zu Roß und Fuß sampt schönen Türkischen Gebauden und Allerhand was in Türkei zu sehen, Michael Hering: Hamburg, 1626. https://www.europeana.eu/en/collections/person/32666-melchior-lorck?page=5 /(genel) https://www.europeana.eu/en/item/168/item_C74WPBPV5FQDDI37R56PMZVBPN3SNBG4 (1575) https://www.europeana.eu/en/item/168/item_HMUZP4N6NIQ2JY73NOAEA6SYZBWQA3UB (1570) https://www.europeana.eu/en/item/168/item_ZNFPJMWRBJNPQX65HXIT34JN7GUNRL3S (1582) 41 Melchior LORCK (LORICH), Wolgerissene und geschnittene Figuren sampt shönene türckischen Gebaüen, Hamburg, 1646. http://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b2000133k. 42 The British Museum, Melchior Lorck, https://www.britishmuseum.org/collection/term/BIOG36177 (genel) https://www.britishmuseum.org/collection/object/P_1871-0812-4583 (1575) https://www.britishmuseum.org/collection/object/P_1871-0812-4586 (1582) 43 https://open.smk.dk/artwork/image/kksgb8222 (1575) https://open.smk.dk/en/artwork/image/KKSgb8225 (1575) https://open.smk.dk/en/artwork/image/kksgb8217 (1582) 40 25 [su taşıyıcı], 1570 tarihli ikinci çizimine Mann mit Turban [sarıklı adam], 1582 tarihli çizime ‘Mann mit Gefäß’ [kabı olan, kaplı, kap taşıyan adam] tanımları yapılmıştır. Her iki çizimin detaylı tanımlamasında baş kıyafetine dikkat çekilmiştir. Lorck, sarıklı adam gravürünün üstüne yılı kazımamıştır; 1570 yılı Kütüphane tarafından verilmiştir. Fransız Millî Kütüphanesi’deki örneklere Fransızca tanımlar verilmiştir. Kütüphanece ilk çizime verilen “porteur Turque” [Türk hamal], ikinci çizime verilen “Turque remplissant ou vidant une pipe?” [Türk bir boruyu dolduruyor mu yoksa boşaltıyor mu?] ve üçüncü çizime verilen “nomade ou mendiant” [göçebe veya dilenci] tanımları çizimlerle uyumlu değildir. Britanyalılar Müzesi’nin tarifleri çok daha yerindedir. İlk çizime verilen tarif şöyledir: Bir su taşıyıcısı; tam boy figür, hafif sağa dönük; sivri uçlu bir şapka giyiyor; bir kap ve omuzlarında bir koşumdan sarkan deri bir çanta taşıyor; 127 gravürden oluşan bir seriden. 1575. İkinci çizim bu müzede yer almamaktadır. Üçüncü çizime verilen tarif aynen şöyledir: Su taşıyıcısı; boydan boya erkek figürü; sola doğru yürüyor; büyük bir deri su şişesi taşıyor; arka planda yıkık bir kule ve bir ağaç; 127 gravürden oluşan bir seriden. 1582. Danimarka Milli Galerisi’nde ise sırayla “Janitsharernes kok” [Yeniçerilerin aşçısı], “En Saquatz med sin vandsæk under armen” [Kolunun altında su çantasıyla bir saka] ve “Mod venstre gående mand, set bagfra; på ryggen bærer han en vandsæk af læder” [Sola doğru yürüyen adam, arkadan görülüyor; sırtında deri bir su torbası taşıyor] isabetli tanımları verilmiştir. Danimarka Millî Galerisi, Lork’un üzerine yılı kazımadığı ikinci çizim için 1575 tarihini vermiştir. Lorck’un ilk çizimindeki tip, sol tarafında deri bir kova (kırba) ve sağ tarafında maden bir kova taşımaktadır. Kıyafetinin eteklerini kaldırıp kuşağına sokmuş, kollarını kıvırmıştır. Dönem resmilerinde, bir iş görmekle ilişkisiz olarak, etek uçlarının ön ve arkadan toplanıp kuşağa sokulmasının yaygın bir âdet olduğunu belirtmeliyiz. Uzunçarşılı’ya göre, bu, kıyafetin ayağa dolanmasına engel olmak için yapılıyordu (bk. 26 yukarıda: maaşlı acemi oğlanı). Bir sakanın bunu kıyafeti ıslanıp çamurlanmasın diye yaptığı da düşünülebilir. Bu kıyafet, hizmet tennuresi midir, yoksa acemi oğlanların giydiği cübbe olan dolama mıdır? Sakanın uzun ve sivrice bir külâhı vardır. Bu külâh, dönemin özelliklerini gösteren bir sikke midir, yoksa acemi oğlanların sivri külâhı mıdır? Kuşağının sağ tarafına sokulmuş ince, uzun bir nesne görülmektedir. Bu Pazarcı Mevlevî’nin kılıflı maşası mıdır, yoksa acemi oğlanın bıçağı mıdır? Boynuna attığı havlu sağ omzunun arkasından sarkmaktadır. Bu Pazarcı Mevlevî’nin havlusu mudur? (Makalemizin ikinci kısmında Gölpınarlı’dan sikke için aktardığımız “Evvelce tepesi, tabiî olarak sivriceymiş” cümlesini ve Pazarcı’nın hizmet alâmeti sırtına aldığı kuşağına havlu soktuğu maşayı olarak ve kılıflı hatırlayalım). Lorck’un bu çizimindeki tip için, 16. yy.a has özellikleriyle bir Mevlevî kıyafeti giymiş, dışarı işlerinden olan tekkeye su getirme işini yani sakalık hizmetini gören, hizmet derecesi itibarıyla Pazarcı olan bir Mevlevîdir diyebilir miyiz? Lorck’un bu çizimini tespit edilmiş ilk Mevlevî resmi olarak evvelce tanıtmış44 olsak da, onun, Nicolay’ın ‘köylü acemi oğlanı’ diye tarif ettiği tipe daha yakın bulunduğunu da söylemek Lorck’un birinci tipi 44 durumundayız. Rıza DURU, Mevlevîlik Tarihinin Kaynaklarından Seyahatnameler, s. 348-349. 27 Etekli bir alt kıyafeti olan ikinci tip, sonraki dönemlerde de tarif edilecek, hayır amaçlı sakadır. Bir elinde muhtemelen cam küreden kesilmiş bir yerleştirildiği aynanın uzun ve kalınca bir çubuk taşımakta ve aynı eliyle su kabının musluğunu açarak tasa su doldurmaktadır. Çok eski bir tanıklık bu derviş sakayı olmasa da, elindeki aynalı çubuğu tarif eder (Ayrıca, aşağıda Schweigger’in metnine bk.). İstanbul’un Annesi, fethinde kaçarak Venedik’e yerleşen Bizans asillerinden bir kadın, babası bir Venedikli olan Theodoro Spandugino Lorck’un ikinci tipi (?-1538’den sonra),45 1503 yılındaki İstanbul ziyaretinin izlenimlerini aktardığı kitabında; Kalenderî, Divanî, İshakî ve Torlakî diye dört sınıfa ayırdığı dervişlerin arasından, Torlakîlerin bir uygulamasını anlatır. Oradaki Torlakî saka değildir ama Lorck’un sakasında da bulunan aynadan taşır. Bu yüzden, bu metnin farklılıklar içeren iki ayrı baskısından ilgili kısmın tarafımızdan çevirilerini vermeyi yararlı buluyoruz. Ayrıca, dervişler hakkında bir Batılı tarafından kaleme alınan gördüğümüz ilk metin olması nedeniyle de, bölümün tamamının tarafımızdan çevirisi Makalemizin Ekler kısmında Ek: 4’te yer almaktadır. Spandugino’nun iyi bir biyografisi şu önsözde yer almaktadır: Donald M. NICOL, “Theodore Spandunes-On the Origin of the Ottoman Emperors” önsözü, Cambridge University Press: Cambridge, 1997. 45 28 Aynı deruisi [derviş]lerden bazıları uzun bir çubuğun üstünde bir ayna taşır ve sizi beyaz şapkasıyla selamlar ve size kendinizi görebileceğiniz iki camı olan bir ayna gösterir ve size aynada kendinize bakmanızı ve kim olduğunuzu ve ne olacağınızı görmenizi veya kendinizi tanımanızı söyler veya size bir elma ve bir turunç verir ve karşılığında ona bir kuruş vermeniz gerekir.46 [Eski Almanca’dan çeviren: Dr. Rıza DURU] Bazıları, kendileriyle konuştukları kişiye tuttukları, uzun bir ayağı olan bir ayna taşımayı âdet edinmişlerdir. “Buradan kendinize bir bakın, şu an olduğunuzdan farklı hâle gelmenin çok uzun sürmeyeceğini düşünün. Bu nedenle alçakgönüllü ve dindar olun; ruh için iyilik yapmayı unutmayın.” Ve bu sözleri bu şekilde söyledikten sonra, konuştuklarına ya bir elma ya da bir portakal verirler; o kişi de kendisine bir kuruş bahşiş vermek durumunda kalır.47 [Eski İtalyanca’dan çeviren: Dr. Rıza DURU] Daha sufi bir tip olduğu anlaşılan Lorck’un hayırsever sakasının, Torlakî dervişi gibi muhataplarına ayna tutması, 16. yy.ın tasavvufî pratiklerine dair değerli bir bilgidir. Üçüncü tipin sırtında deriden bir su kabı görülmektedir. Kanaatimizce bir sakadır ama ilk iki çizimdekilerden kıyafetçe farklıdır. Baş kıyafeti sikke olmasa da, alışıldık sivil Osmanlı baş kıyafeti gibi de değildir; kürkten bir başlığı andırmaktadır. Belki arakıyyedir. Alt kıyafeti şalvar değil de etekli bir kıyafettir. Bu tipin de hizmet tennuresi benzeri bir alt kıyafet giydiği söylenebilir. Sırtında, muhtemelen ıslanmayı önlemek için giydiği, yünlü tarafı dışarıda olan deri Lorck’un üçüncü tipi Theodoro SPANDUGINO (Theodori Spaduuini Cantacusini von Constantinopell; İstanbullu Kantakuzin), Der Türcken heymligkeyt. Ein new nutzlich büchlein von der Türcken vrsprung, pollicey, hofsytten vnd gebreuchen ... in welscher sprach beschribenn ... vnnd ... durch Casper vonn Aufses in ein gemein teutsch gezogen, Georg Erlinger: Bamberg, 1523, sayfa numarası verilmemiştir. 47 Theodorus SPANDUGINUS, I commentari di Theodoro Spandugino Cantacuscino gentilhuomo costantinopolitano, dell'origine de principi Turchi, & de' costumi di quella natione, Lorenzo Torrentino: Fiorenza, 1551, s. 194. 46 29 bir arkalık vardır. Lorck’un üçüncü tipinin sivil olup olmadığını tespit için, diğer çizimlerindeki halk tipleriyle bir karşılaştırma yapılması gerekir. Lorck’un çizdiği, zanaatını icra eden veya satıcılık yapan üç tipin hepsi sarıklıdır. Sarıklı olmayan tipler muhtemelen derviş tiplerdir; meselâ on iki terkli bir başlığı olan onlardan biridir. Bu verilerle, Lorck’un üçüncü tipinin; sivil olmayan, daha sonraki devirlerde karşımıza çıkacak hayır amaçlı su dağıtan sikke benzeri külâhlı derviş sakanın prototipini teşkil ettiği söylenebilir. Hendrowski’nin Resimleri Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Heinrich Hendrowski, 16. yy.ın ikinci yarısında Kutsal Roma Germen imparatorunun İstanbul’daki elçisi Bartholomäus Pezzen’in ressamıydı. Österreichische Nationalbibliothek [Avusturya Millî Kütüphanesi]’ndeki 16. yy.ın son çeyreğine tarihlenen ‘Türk Halk Hayatından Resimler’ diye çevirebileceğimiz tek nüsha, yazma eserindeki48 üç ayrı resimde yer alan tipler, saka tipleriyle görev ya da kıyafet bakımından benzeşme göstermektedirler. Konumuzla ilgili ilk resim olan 52 numaralı resmin tanımına “Wie sie Ihr Speiss von Hoff dragen” yani “Yiyeceklerini avludan nasıl taşıdıkları” yazılmıştır. Bu resmin öncesinde, İstanbul’a getirilen devşirme çocuklar sürüsü, onun öncesinde Hendrowski’nin 52 numaralı resmi Heinrich HENDROWSKI, Bilder aus dem Türkischen Volksleben, yazma, Österreichische Nationalbibliothek, 1575-1599. 48 30 Bulgaristan’da değirmen ve Bulgar köylüleri yer alır. Resmin sonrasında sipahiler ve at üstünde diğer askerî kesimler vardır. Kitap içindeki resimlerin belli bir konu sırasını takip etmediği ve belli bir konuyla ilgili tiplerin bir resim içinde bir araya getirilebildiği görülmektedir. Meselâ, az sonra inceleyeceğimiz sakalarla ilgili resimde üç ayrı saka tipi aynı resimde gösterilmiştir. 52 numaralı resme dönersek, bu resimde, yemeğin piştiği mahalden yenileceği mahalle taşınması ve bununla görevli tipler bir resim içinde olarak gösterilmiştir. Belli ki kalabalık nüfuslu yerlerdeki mutfak hizmetine dairdir. Resmin sol arka planındaki gencin kıyafeti ilgi çekicidir: Başında açık devetüyü renginde, arakıyyeye benzer bir başlık bulunmaktadır. Sivri uçlu ve sarı olmadığı için acemi Acemi oğlanı (Vecellio’dan) oğlanı başlığı demek güçse de, aynı yıllardan İtalyan ressam ve oymacı Cesare Vecellio (yak. 1521-yak. 1601)’nun ‘acemi oğlanı’ başlıklı çizimindeki49 başlık da arakıyyeye benzer. Üstünde uzun kollu, yakasız, boyundan dizlere kadar inen bir giysi vardır. Bu kıyafetin ön eteğinin uçları kuşağına sokulmuştur. Uzun kollu olmakla, bu, maaşlı acemi oğlanının dolamasıdır, ama başlık çevresinde sarık olmaması uyumsuzdur. Onun altından, havlu ucu gibi uçları saçaklı bir parça görülmektedir. Belindeki kuşağa iki parçası olan ve kılıfa konulmuş bir nesne – muhtemelen bıçak- sokulmuştur. Bu tip; başlığının ucu sivri, koni biçimli ve sarı renkli olmadığından ve mavi renkli dolama giymediğinden bir acemi oğlanına benzememekteyse de, Vecellio’nun örneğini de dikkate aldığımızda, karma kıyafetli bir acemi oğlanı resmedilmiştir denilebilir. Bu resimdeki diğer tipler konumuz açısından özellik taşımazlar. 85 numaralı resmin tanımı “Des keysers stall knecht” yani “Padişahın seyisleri”dir. Beş hizmetkârın vücut kıyafetleri farklı renklerde olsa da birbirine benzer acemi oğlanları kıyafetleridir. Bu resimde ilgi çekici olan, sikkeye benzer baş kıyafeti olan hizmetkârdır. Tepeye doğru hafifçe sivrilen ama acemi oğlanların sivri külâhı gibi de sivri olmayan bu başlığın alt kenarında daha koyu renkli bir hat görülmektedir. Bu 49 Cesare VECELLIO, Degli Habiti Antichi et Moderni di Diuerse Parti del Mondo Libri Due, Damian Zenaro: Venetia, 1590. 31 görünüm, Uzunçarşılı’nın “Başlarına giydikleri deve yününden yarım zirâ50 uzunluğundaki serpuşun iki yanından iki örgü, zülüf veya perçem gibi yanaklarına doğru sarkar. Bu külâhın altına giyilen fesin kenarları iki parmak dışarıda kaldığından serpuşun alt kenarı kırmızı görünür” dediği zülüflü baltacı başlığına ait olmalıdır. Ama hizmetkârın zülüfleri olmadığı gibi, dolamasının yakaları da tarife uymaz. Benzer tipler ‘baltacı’ ve ‘bostancı’ adlarıyla 1630 tarihli bir albümde yer alır.51 Bu başlığı Bostancılar da giyerler (s. 434). Bu albümde baltacının başlığı tepede daha sivri, bostancının başlığı ise yuvarlakçadır. Uzunçarşılı’ya göre seyisler sarıksız, kırmızı barata giyerler (Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, s. 491) Bu resimde, tepe kısmı gevşek ve sarkmış görünümde bir başlık olan barata görülmemektedir. Alt kenarı koyu görünen bu başlığın üzerinde duruyoruz, çünkü ilerleyen devirlerde derviş/Mevlevî saka veya sebilci olarak karşımıza çıkacak olan tipin üç başlığından biri bu başlıktır; ilk 1784’te Monnier’de görülecektir. Hendrowski’nin 85 numaralı resmi Yandaki resimden detay Olup olabilecek bütün saka tiplerini derli toplu veren ve bu yönüyle ayrıca ilgi çekici olan üçüncü resmin tanımı “Wie sie das waßer herum tragen umb Gotts willen in der Statt” yani “Tanrı rızası için şehirde suyu nasıl taşıdıkları”dır. Resimdekiler sivil Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk; 75-90 cm. arasında değişen bir uzunluk ölçüsü. Costumes de la Cour du Grand Seigneur, anonim, yazma, 149 guaj yıkama resim ve arka sayfalarında el yazısıyla İtalyanca tarifleri, Bibliothèque Nationale de France Département Estampes et Photographie’de, 1630. 50 51 32 Osmanlı kıyafetleridir, sadece en sağdaki sakanın üstüne sarığını sardığı külâhta, ince enli de olsa istiva bulunduğu görülür. İstivanın böyle ince görünümü o devirlerin albümlerindeki Mevlevî dervişlerinde de mevcuttur. Bir muhibe şeyh tarafından, ‘tarikattaki hizmetine karşılık’ sikkesine destar yani Mevlevî sarığı sarma izni verilebileceğinden ve muhibin daima sikkeyle gezdiği ama sair kıyafetinin sivil olduğundan yukarıda söz etmiştik; bu tip için aklımızın bir kenarında durabilir. ‘Derviş’ tabirini doğrudan kullanmayarak, tarifle derviş sakaları bildiren ilk resim budur. Hendrowski’nin her türden derviş sakaları Sivri acemi oğlanı külâhından çok arakıyyeye benzeyen başlık, ilk Monnier’de ortaya çıkacak sebilci başlığı ve derviş sakalardan birinin istivaya benzer alametiyle sarıklı külâhının yer aldığı Hendrowski’nin resimleri şimdilik karışıklığı bir hayli arttırmaktadırlar. Yukarıdaki resimden detay 33 Schweigger’in Resim ve Metni İlk Almanca Kur’an çevirisinin de sahibi olan Alman Salomon Schweigger (1551-1622), III. Murad döneminde, 1578-1584 tarihleri arasında, Alman elçisinin vaizi olarak İstanbul’da bulundu; doğrudan gözlemlerini ve kendi çizimlerini içeren resimli bir seyahatname hazırladı. Schweigger, 1608 yılında yayınlanan kitabında saka, Kalenderî ve hacının beraberce yer aldığı bir gravür baskısına ve bu resmi açıklayan bir metne yer verir. Resimdeki saka sikkeli değil, sarıklıdır. Kalan kıyafetine gelince, resmin sağındaki hacı gibi şalvarlı değildir veya varsa da görünmez; geniş etekli bir kıyafettir. “Türk Tarikatları”. Solda derviş saka (Schweigger’den) Schweigger, İstanbul’daki tarikatları dörde ayırır: Dervişler, Cemalîler, Kalenderîler ve Torlaklar. 16, 17, hatta 18. yy.da bile Mevlevîlik için yalın ‘Dervişler’ tabiri kullanılmaktaydı.52 Bazı dönem kitaplarında, diğer bütün derviş tipleri yanı sıra Mevlevî tipinin de, halktan kişilerle aynı baş kıyafetinde yani sarıklı olarak çizildiği resimler görülebilir; onların Mevlevî olduklarını anlamayı sağlayacak ayrıntılı bilgi 52 Bu konudaki değerlendirme ve örnekler için bk. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 42. 34 eşlik eden metinde verilmiştir. Burada, metin, resme bu yönde bir destek sağlamamıştır. Bu iki dayanağa rağmen, bu resimdeki sakanın Mevlevî olduğunu söylemeyiz. Makalemizin konusu bakımından Schweigger’in metni resmine göre daha değerlidir, zira hayır amaçlı sakalık kurumunun tesis amacı ve yürütülüşüne dair önemli bilgiler barındırmaktadır. Hayır amaçlı sakalık kurumunu, hem de ayrı bir tarikat veya tarikat koluymuş gibi tanımlayan ilk metin olması bakımından tarafımızdan çevirisini aynıyla veriyoruz (Ayrıca Ek: 3’teki Nicolas de Nicolay’ın bu topluluğa dair çok ayrıntılı gözlem ve anlatımına bk.): Saka Ordensleut [Saka Tarikatı] Bu topluluk [dervişler] arasında Saka olarak adlandırılan su işçileri veya su taşıyıcıları da sayılabilir (yukarıdaki şekilde (A) gösterildiği gibi). Şehir içinde ve ara sokaklarda her yerde yürürler. Bir el genişliğinde deri bir kayışa asılı deri bir tulum içinde içme suyu taşırlar. Göğsün üzerinden geçen bu kayışa süs için metal tokalar takılmıştır. Tulumun suyun aktığı küçük, madenden bir boynu vardır. Saka elinde madeni bir tas taşır; içeceğe ihtiyacı olanlarla karşılaştığında bu tasla onlara su verir. Elinde bir ayna da taşır; bu aynayı kendisinden su alanlara bakmaları ve Tanrı'ya Derviş saka (Beck’ten) kendilerini yarattıkları için teşekkür etmeleri için verir. Böyle bir bilgelik, dindar Türkler tarafından, vasiyetnamelerinde, birçok dindar vatandaşın kumlu çöllerdeki yolculuklarında büyük susuzluk çekmek zorunda kaldıkları gerçeği göz önünde bulundurularak tesis edilmiştir. Vasiyetnamelerinde; zaman zaman büyük caddelerde, camilerin olduğu ve olmadığı yerlerde, avludan ya da taştan bir kuyudan, toprak kapları olan bir dükkâna [sebilhaneye] taşısın ve oradan geçenlere su içirsin diye bir adamı tayin ederler. Bazıları bu amaçla bir kuyu yaptırır, bazıları da böyle bir kişinin su tulumuyla sokaklarda dolaşmasını ve muhtaçlara bir yudum su içirmesini emreder. Muhammedî din için bu çok fazla.53 [Eski Derviş saka (Paludanus’tan) Almancadan çeviren: Dr. Rıza DURU] Salomon SCHWEIGGER, Ein newe Reyßbeschreibung auß Teutschland nach Constantinopel und Jerusalem, Johann Lanßenberger: Nürnberg, 1608, s. 195-199. 53 35 Vanmour’un Resim ve Metni Flaman asıllı Fransız ressam Jean-Baptiste Vanmour (1671-1737), 1699'da Fransa’nın büyükelçisi marki Charles de Ferriol'un maiyetinde İstanbul’a geldi. De Ferriol’ün emriyle doğrudan gözleme dayanan kıyafet resimleri yaptı. De Ferriol 1711’de dönerken Vanmour İstanbul’da kaldı. 1727 yılında İstanbul’a atanan Hollanda büyükelçisi Calkoen ve başka hamiler için çalışmaya devam etti. Resimlerine olan büyük talebi karşılamak için, kendi kompozisyonlarını asistanların yeniden ürettiği bir stüdyo tuttu. Ölümüne kadar İstanbul’da yaşadı. Vanmour’un 1707-1708 yıllarında yaptığı De Ferriol koleksiyonunun, kralın sağladığı ayrıcalıklarla, Fransız gravürcü Jacques La Hay (yak. 1645-1713’ten sonra)’nin öncülüğünde, bir ekip tarafından 1712-1713 yılında gravürleri çıkarıldı. Gravürler çıkarıldıktan hemen sonra yağlıboya koleksiyon satılmıştır. Gravürlerin baskıları, Le Hay ve gravürcü Duchange tarafından 1714 yılında basılan kitapta54 yer aldı. Kitapta, 102 gravür baskısı yer almaktadır. Bu albümün, pek çok albümde olduğu gibi, sonradan renklendirilenleri de olmuştur. Kitap, 1719 yılında meçhul bir gravürcünün gravürleri ve 1789 yılında Christoph Weigel (1703-1777)’in versiyon gravürleriyle Almanca olarak da basılmıştır. Vanmour’un konumuzla ilgili resmi, aslının hangi koleksiyonda bulunduğunu tespit edemediğimiz atlı sakadır. Resmin, Le Hay’nin kitabına 26 numarayla kaydedilmiş olan baskısının gravürü, yukarıda andığımız kitaptaki çoğu gravürün de yapımcısı olan Gérard Scotin (1643-1715) tarafından yapılmıştır. Kitapta “Saka” tanımıyla sunulan resmin tarifine “Charitable Derviche qui porte de l’eau par le ville et la donne par charité” yani “Şehirde su taşıyan ve hayır için veren hayırsever Derviş” yazılmıştır. Bu resmin 25 numarayla kayıtlı komşusu “Dervich ou Moine Turc qui tourne par devotion [Derviş ya da bağlılıkla dönen Türk keşiş]” tanımı ve tarifiyle sunulmuştur. Kitaptaki resimlerin sırasına karar verenin ve altlarına konulacak tanım ve açıklamaları yazanın Vanmour olduğu kanaatindeyiz, çünkü konu dışından birinin bilmesinin mümkün olmadığı; Ali Paşa gibi şahıs, Çorbacı gibi mevki, çengi gibi 54 LE HAY ve DUCHANGE, Recueil de Cent Estampes Representant Differentes Nations de Levant Tireés su les Tableaux Peints d’après Nature en 1707 et 1708 par les Ordres de M. De Ferriol Ambassadeur du Roi a la Porte et Gravées en 1712 et 1713 par les Soins de Mr. Le Hay, Paris, 1714. Aynı tarihte gravürcü François Basan tarafından renklendirilmiş olarak da yayınlanmıştır. A NOTE: I would like to express my gratitude to Ian WILLIAMS, curator of the Collection and J. Louie FASCIOLO, the photographer, those who sent me high-resolution copies of images that were later handcolored. Dr. Rıza DURU. 36 meslek ve Pera gibi mekân isimlerinin tamamı yerli yerindedir. Neyi resmettiğinin bilgisine kesin sahip olma durumu; ressamın resimlerine verdiği tanım ve tariflere güven duymamızı sağlamakta ve resimlerin yanı sıra, bu metinleri da tarihî kaynak konumuna çıkarmaktadır. Derviş ve saka resimlerinin kitaptaki yerleri; askerî ve sivil resmî şahısların arasında olarak, birbirini takip eder vaziyette yerleştirilmiştir; bu tercih bir ilişkiyi daha en başta göstermektedir. Bu resimlere en yakın halktan şahıs olan ‘Türk’, 14 resim sonra gelmektedir; zaten ondan sonra askerî ve sivil resmi şahıs yer almaz. Gravürünü yine G. Scotin’ın hazırladığı sivil saka, Mevlevî sakanın 32 resim sonrasında yer alır. Özetle, Mevlevî dervişi ve hayırsever derviş sakanın yan yana konulmuş bulunmasının bir tesadüf eseri olmadığı açıktır. Bu kitapta, resim altındaki tanım ve tariflerin dışında, kitabın başında yer alan “Explication des Figures” başlıklı kısımda her resme dair daha geniş açıklamalar da verilmiştir. ‘Saka’ ve ‘Derviş’ resimlerinin kitap başındaki açıklamalarının tarafımızdan çevirileri sırasıyla şöyledir: ŞEKİL 26 Türkler arasında hayırseverlik büyüktür. Yaz aylarında çeşmelerden uzak bölgelere su taşıyan ve içmek isteyen olarak herkese dağıtan ücretsiz Dervişler vardır; bu da, aksi takdirde uzaklardan su getirmek için işlerini bırakmak zorunda kalacak olan fakir işçilere büyük yardım sağlar. Vanmour’un atlı derviş sakası 37 ŞEKİL 25 Konstantinopolis Dervişleri, bir topluluk halinde başrahipleri yaşayan, [şeyhleri] keşişlerdir. olan Haftada kendi bir iki tür kez ibadethanelerinde toplanırlar, içlerinden biri Kur’an'ı okur ve açıklar. Okuma bittiğinde yan flüt [ney] ve diğer çalgılardan oluşan müzik çalınır ve Dervişler gözleri kamaştıran bir hızla parmak uçlarında dönerler. Herkes meraktan onları görmeye giderler. Ülkeden ülkeye dolaşan ve genellikle serbest bir hayat süren başka dervişler de vardır. Pek çoğu İran ve Hindistan'dan Konstantinopolis'e gelir. Vanmour’un dervişi Derviş başlığı, kişinin istediği her yere gidebilmesi için iyi bir pasaporttur. Varlıkları çoğu zaman rahatsız edici olsa da, üstünlük taslayan biri gibi görünmemek için onları kovmaya cesaret edemeyecek olan büyüklerin sofralarına bile kendilerini sokmaya çalışırlar. [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU] 25 numaralı tekli derviş figürü; ‘Mevlevî’ sıfatını kullanmaksızın, sadece ‘Derviş’ olarak anılmış olsa da, kıyafeti ve sema hâlinde gösterilmesi; tanım, tarif ve açıklaması onun Mevlevî olduğunu tartışmaya mahal vermez. 26 numaralı saka figürünün hem resim altı tarifinde, hem de kitabın başında yer alan açıklamasında onun dervişlerden olduğu belirtilmiştir. Vanmour’un bu kitaptaki eserleri arasında Galata Mevlevîhanesi’nde semaı gösteren bir resim de bulunmaktadır. “Les Dervichs dans leur Temple de Péra, achevant de tourner” tanımıyla verilen resmin tanımı gibi, kitabın başında yer alan açıklamasında da ‘Mevlevî’ sıfatı kullanılmaksızın ve baş harfi büyük olarak yani özel isim olarak yazılarak ‘Dervişler’ denilmiştir. Vanmour’un bu tutumu, içinde bulunduğu yüzyıldaki, yukarıda da belirttiğimiz “her tarikatı kendi adıyla anma ama Mevlevîleri yalın dervişler tabiriyle tanımlama” eğilimiyle uyumludur. Dolayısıyla, “Dervich” ve “Saka” resimlerinin tanım, tarif ve açıklamalarında yer alan ‘Derviş’ kelimesi de Mevlevî yerine alınmak durumundadır. 38 Vanmour’un ‘saka’sının külâhı uzunluk ve renkçe kendi Mevlevî dervişinin sikkesine benzerdir sadece tepede biraz sivrilmektedir; baş kıyafeti dışında Mevlevîliği akla getirecek bir unsur taşımaz. Osmanlı kıyafet albümlerinde Mevlevîlerinkine benzerlik taşıyan baş kıyafetleri görülse de, ‘saka’nın taşıdığı külâhın Mevlevîlerinkine benzerliği başka hiçbir baş kıyafetiyle karşılaştırılamayacak yakınlıktadır. Dönemin Batılılarca benimsenen tarikatları tasnif tutumu, Vanmour’un dervişlerden kimi kastettiğinin belli olması, ‘Derviş’ ve ‘Saka’ resimlerinin kitaba mahsusen yan yana yerleştirilmiş bulunması, resim altı tarifi ve kitabın ön kısmındaki açıklama, sakanın külâhının sikkeye çokça benzerliği buradaki ‘saka’nın bir Mevlevî dervişi olduğu güçlü kanaatini doğurmaktadır. Vanmour’un, bizim sivil diye tanımladığımız, diğer türden saka tipi kitapta 59 numarayla kaydedilmiştir. “Saka, ou Porteur d’eau par le rues [Saka ya da sokaklardaki su taşıyıcısı]” tanım ve tarifiyle verilen kitabın resmin başındaki açıklaması şöyledir: ŞEKİL 59 Saka ya da su taşıyıcı: omuzlarında deri bir kese içinde taşır. İyi evlerde mutfak ve kiler için su sağlayan atlı sakalar vardır; bu evler, sarnıcı tüketmemek çeşmelerden Vanmour’un sivil sakası için [satın] suyu alırlar. [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU] Görüldüğü gibi, sivil saka bir meslek mensubudur ve kazanç getirici bir iş yapmaktadır. Kıyafeti de sivil Osmanlı kıyafetidir. Sikkeye çokça benzer külahıyla hayır amaçlı su dağıtan atlı sakanın, dervişlerden olduğu belirtilmiştir. Mevlevî olarak yorumlandığında, onun bir muhip olduğu söylenebilir. Derviş olduğu kesin, Mevlevî olduğu çok muhtemel bu tip, İstanbul’da ve sınırlı bir dönemde karşılaşılan bir olgunun ilk resimli belgesidir. 39 Picard’ın Resmi ve Bir Dipnot Vanmour’un atlı saka resminin sağ-sol değişimli versiyonu Hollanda’da yaşamış Fransız ressam ve gravürcü Bernard Picard (1673-1733) tarafından 1731 yılında oyulmuş ve ilk olarak, yine Vanmour’un diğer üç resminin versiyonlarını içeren bir dörtlü kolaj hâlinde, 1723’ten itibaren çok defa yayınlanan ansiklopedik mahiyette bir eserin içinde yayınlanmıştır.55 İlginç olarak, eserin yayıncısı ve derleyicisi, muhtemelen metinleri de kaleme almış olan Jean-Frédéric Bernard (1683?-1744)’a ait, derviş sakayı açıklayan bir dipnotta, ‘saka’ kelimesi ‘zekat’ın kökü olan artmak anlamına gelen ‘zaka’ fiiliyle ilişkilendirilmiştir. Dipnot şöyle sona erer: “ Zaka veya Saka da sadaka vererek su veren dervişin adıdır. Bk. sayfa 142'deki şekil.”. Öncülü olan G. Scotin’ın gravürünü yukarıda incelediğimiz için, Picard üzerinde daha fazla durmayacağız. Bernard PICARD, Histoire Général des Cérémonies Moeurs et Coutumes Religieuses de Tous les Peuples du Monde, 1723-43 yılları arasında 9 cilt, Cilt: V (Cérémonies Religieuses des Mahométans), J. F. Bernard: Amsterdam, 1737, s. 142-143 arasında. Bu eser, 1741’den itibaren başrahipler Antoine BANIER ve Jean-Baptiste Le MASCRIER tarafından gözden geçirilip genişletilerek yayınlanmıştır. 55 40 Guer’in Metni ve Kitabındaki Resim Mevlevî adını kullanarak sakalardan söz eden ilk yazılı kaynak, kitabı 1746’da yayınlanan Fransız hukukçu ve yazar Jean Antoine Guer (1713-1764)’dir. Anlatımının Mevlevîlerin şahsiyetinden söz ettiği paragrafında aynen şöyle der: Müessisleri Mévéleva [Mevlânâ] tarafından öyle isimlendirilmiş bulunan Mévélevi [Mevlevî]ler; sabır, alçakgönüllülük, edep ve merhametle donanmışlardır; İstanbul’da dolaştırdıkları, fakir insanlara dağıtmak için üstüne su yüklenmiş bir at vardır. Supérieur [manastır başrahibi; şeyh]leri ve yabancıların mevcudiyetinde derin bir sükûneti muhafaza ederler; onları gözler yere sabitlenmiş, baş yere eğik ve beden bükük görürsünüz. Onların ekserisi büyük, kahverengi, yün çarşaf giyinirler; kenarları olmayan yüksek ve geniş bir şapkaya benzeyen başlıkları beyaza çalan deve yününden mamuldür. Daima çıplak bacaklıdırlar ve bazılarının zahitlik işareti olarak kızgın demirle dağladıkları bağırları açıktır, deri bir kuşak kuşanırlar ve senenin her perşembesi oruç tutarlar.56 [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU. Vurgu bize ait.] Bu metnin vurguladığımız cümlesi dışında kalan kısmı Paul Rycaut’tan alınmıştır. Guer, Doğu’ya seyahat etmemiş, kitabının önsözünde adlarını sıraladığı Chalcokondyles, Marsigli, Cantimir, Rycaut, Tavernier, Chardin, Tournefort, Thevenot, Maracci, Pitts, Reland, Banier ve Mascrier’den aktarımlar yapmıştır. Şöyle der: “Türklerin örf ve adetleri hakkında yazılanları okumak oldukça uzun bir zaman alacak ve oldukça önemli bir masrafa yol açacaktır; zira onlardan söz etmiş olan yazarlar tek başlarına küçük bir kitaplık oluşturmaktadırlar. Amacım, okuyucuları bu kadar çok kitabı karıştırmanın zahmetinden kurtarmaktı. Bu yazarların söylediklerinin hepsini, yeni bir yapı oluşturabileceğim mükemmel malzemeler olarak gördüm” [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU].57 Guer’in kendilerinden aktarımlar yaptığını ifade ettiği isimlerin hiç birinde, ‘Mevlevî’ ya da ‘derviş’ sıfatı olan bir sakaya rastlamadık ve onun, Mevlevîlerin İstanbul’da hayır için dolaştırdıkları sebil atına dair açık tarifinin kaynağını ne yazık ki tespit edemedik. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 629; [Jean Antoine] GUER, Moeurs et Usages des Turcs, Leur Religion, Leur Gouvernement Civil, Militaire et Politique, avec un Abrégé de l'Histoire Ottomane, 2 cilt, Cilt: 1, Coustelier: Paris, 1746, s. 276-277. 57 GUER, a.g.e., Cilt I, s. xi. 56 41 Guer’nin metni kitabının birinci cildindedir. İkinci ciltte Fransız gravürcü küçük Claude Augustin Duflos (1700–1786) tarafından oyulmuş bir atlı saka resmi (teknik anlamda vinyet) de yer almıştır. Bazı farklılıkları bulunsa da, Vanmour’un atlı sakası Guer’de yer alanın öncülü olabilir. Guer’in kitabındaki atlı derviş saka Monnier’nin Resimleri Joseph Gabriel Monnier (1745-1818); I. Abdülhamid döneminde, 2 Mayıs 1784 ve 24 Mart 1788 tarihleri arasında (yol dâhil) resmî görevle İstanbul’da bulunmuş Fransız bir mühendis subaydır. Monnier’nin bu görevinde tuttuğu “Journal de mon voyage de Marseille à Constantinople sur le vaisseau Le François” başlıklı kendi el yazısıyla biri günlük, diğeri kıyafet resimleri olmak üzere iki yazması bulunmaktadır.58 Monnier, De Choiseul-Gouffier’nin elçiliğinin ilk yıllarına denk gelen Tophane’deki görevinde kaleme aldığı günlüğünde, Osmanlı askerî ve sivil bürokrasisiyle kurduğu birebir ilişkilere yer vermiş, tanımaya çalıştığı Osmanlı devlet ve toplum yapısına dair küçük ansiklopedik sözlükler oluşturmuştur. 15 Ekim 1784’te Galata Joseph Gabriel MONNIER, Costumes Orientaux (Recueil de Costumes et Vêtements de l'Empire Ottoman au 18e Siècle), yazma, Fransa’daki Bourg-en-Bresse belediyesinde, 1786. 58 42 Mevlevîhanesi’nde elçi De Choiseul-Gouffier’yle birlikte seyrettiği ayini59 “Derwiches Tourneurs” başlığı altında anlatmıştır. Monnier’nin 152 suluboya resim içeren Costumes Orientaux adlı kıyafet yazmasında, konumuzla ilgili olarak, adında ‘saka’ kelimesi geçen iki tip, bu tiplerden biriyle kıyafet benzerliği bulunan bir diğer tip, bunların amiri konumundaki bir tip, bir ‘sebilci’ ve bir semazen olmak üzere altı tip yer almıştır. Albümün ön kısmında, ressamın okunması güç el yazısıyla; arka kısmında ise hattat elinden çıkmış, ilk listeyi temiz eden, daha okunaklı; iki ayrı içindekiler tablosu bulunmaktadır. Resimlerin altında el yazısıyla olmak üzere, solda Fransızca, sağda Türkçe adlandırmalar bulunmaktadır. 99 numaralı resme Osmanlı harfleriyle “Yeniçeri Saka, Lâtin harfleriyle ”Saka des Janissaires”, arkadaki listede “Jénisséri Saka, Porteur d’eau Janissaires, Officier Subalterne [teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı rütbelerindeki, astsubay ve erlere komuta eden kıdemsiz subay]; 100 numaralı resme Osmanlı harfleriyle “Yeniçeri Karakullukşi”, Lâtin harfleriyle “Topgiler Karakoulouchi [Topçular Karakullukçu]”, arkadaki listede “Jénisséri Karakouloukchi [Yeniçeri Karakullukçu], bas Officier des Janissaires [astsubay] yazılmıştır. Karakullukçu kelimesinin resim Yeniçeri saka (Monnier’den) altındaki Osmanlıca harf yazım hatası, bunların Osmanlı azınlığına mensup bir kimse tarafından yazıldığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu iki Yeniçeri karakullukçu (Monnier’den) yeniçeriden Saka, Karakullukçunun kumandanıdır. Bu ikisinin de kumandanı olabilecek tip 98 numaralı resimde verilen Aşçıbaşı’dır. Altına Osmanlı harfleriyle Aşçıbaşı, Lâtin harfleriyle Aschi Ousta [Aşçı Usta], arkadaki listeye “Etihi Bachi, Chef de Cuisine [Aşçıbaşı], Officier des Janissaires [binbaşı, yarbay, albay rütbelerindeki Yeniçeri aşçıbaşı (Monnier’den) Yeniçeri subayı] yazılmıştır. De Choiseul-Gouffier bu ayini çok daha ayrıntılı anlatmıştır. Bk. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 635636; DE CHOISEUL-GOUFFIER, Voyage à Constantinople Fait à L'Occasion de L'Ambassade de M. Le Comte de Choiseul-Gouffier à la Porte Ottomane, Haz.: Guillaume Martin, Fn. Plèe: Paris, 1821, s. 186-190. 59 43 130 numaralı resmin altında Osmanlı harfleriyle Saka, Fransızca olarak “Porteur d’Eau [Su Taşıyıcısı] yazılmış, arkadaki listede Fransızca ibare tekrarlanmıştır. 133 numaralı resmin altında Osmanlı harfleriyle Sebilci, Lâtin harfleriyle “Sebilgi”, arkadaki listede “Homme qui distribue de l’eau passante [yoldan geçenlere su dağıtan adam] yazılmıştır. Semazen 76 numaralı resimdir ve altında Osmanlı harfleriyle Mevlevî Derviş, Lâtin harfleriyle “Mevelevi Derviche”, arkadaki listede “Mévilévi, Derviche, Moine tourneurs [Mevlevî, derviş, dönen keşiş] yazılmıştır. Sivil saka (Monnier’den) Mevlevî dervişi (Monnier’den) Monnier’nin aynı albümünde bu altı tipin ayrı ayrı yer bulmuş olması, makalemizi oluşturan Mevlevîlik, sebilcilik, sakalık ve dolaylı olarak Yeniçerilik temalarını bir çırpıda yan yana görüp karşılaştırmaya imkân vermiştir. Bütün bu görsel bakımdan ilişkili temaları eksiksiz işleyen başka bir albüm yoktur. Sebilci (Monnier’den) 44 Resimlerdeki tiplerden saka adı verilenin kocaman sarığı ve süslü kıyafetiyle su taşıma işiyle meşgul olmadığını anlamak kolaydır. Ortada her biri diğerinin astı ve üstü olan üç adet yeniçeri rütbesi vardır. Burada dikkat çekici olan ‘saka’, ‘karakullukçu’ ve ‘aşçıbaşı’ tabirleridir. ‘Saka postu’ tabirinde kendine yer bulan saka kavramından yukarıda söz ettik. Karakullukçu, Mevlevîlik terminolojisinde, dergâha kabul edilmiş ve matbahta hizmete başlamış cana verilen diğer bir addır60. Mevlevî Aşçıbaşı ise, sadece “Mevlevî dergâhının ruhu olan matbah”ı idare etmez, aynı zamanda dergâhın masrafını idare eder ve canların edep ve terbiyelerinden de sorumludur. Rütbece şeyhten sonra gelir ve dergâh zâbitânının başıdır.61 Yeniçeri odası düzeyinde de kethüda ve çavuş karakullukçusu ve pazarcısı bulunur.62 Saka, karakullukçu, aşçıbaşı, pazarcı terimleri Mevlevîlik ve Yeniçerilikte ortak kullanılan terimlerdir. Bu terimlerin Yeniçeri ocağından mı Mevlevîliğe, yoksa Mevlevîlikten mi Yeniçeri ocağına geçtiği sorusunun Üstte sebilcinin, altta yeniçeri sakanın omuzları “Heveskârın tekkede mutfağın en son işlerinde, peş peşe bin bir gün müddetle çalışması istenir; bu, ona Karakullukçu denmesinin niçinidir.” Rıza DURU, Mevlevîname, s. 637; Ignatius Mouradgea D’OHSSON, Tableau Général de l'Empire Othoman, Divisé en DeuxPparties, dont l'Une Comprend la Législation Mahométane; l’Autre, l'Histoire de l'Empire Othoman, Monsieur: Paris, 1788, s. 635. “Yeni başlayan; ilk olarak birbiri arkasından gelen bin bir gün mutfağın ağır, sıkıcı ve süfli hizmetlerini görmeye mecburdur. Bu devrede Karakullukçu veya mutfak oğlanı olarak adlandırılır. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 237; J. GRIFFITHS, Travels in Europe, Asia Minor and Arabia, T. Cadell and W. Davies: London, 1805, s. 279-280. 61 GÖLPINARLI, s. 45. 62 UZUNÇARŞILI, a.g.e., s. 64. 60 45 cevabında ikincisi daha mümkündür. Kitabımızda, Russell (1756), D’Ohsson (1791), d’Aubignosc (1838), Davey (1907), Brown (1927) ve Hasluck (1929)’tan aktarımlarla Mevlevîlik ve Yeniçerilik arasındaki ilişkiye değinmiş; sikke ile Yeniçeri başlığı olan üsküfün ve andığımız terimlerin ortak olabilecek kökenlerine dair açıklamalar getirmiştik.63 Monnier’nin saka, sebilci ve Mevlevî tiplerinin benzerlik ve ayrılıkları şunlardır: Sivil Osmanlı kıyafetindeki saka, ‘su taşıyıcısı’ olarak sunulmuştur. Belli ki kırbasıyla toptan bir taşıma işi yapmaktadır. Ama sebilci için kullanılan “yoldan geçenlere su dağıtan” tanımı ve resimde elinde tuttuğu ve birini doldurmakta olduğu su içmeye mahsus küçük taslar onun dağıtım amaçlı perakende bir iş yaptığını göstermektedir. Daha eski tarihli benzer resimlerden, Monnier’nin sebilci dediğinin su dağıtımını hayır için yaptığını zaten biliyoruz. Sebilci için derviş veya Mevlevî sıfatı tanıma yazılmamıştır ama başındaki yüksek külâh; biraz sivrice olması ve alt kenarını sarıyor Sebilcinin iç başlığı ve sikkesi gibi görünen daha koyu yeşil bir bant dışında sikkeye çok benzer. Bu görüntüye yol açan, külâhın altına giyilen arakıyye gibi diğer bir iç başlıktır.64 Bu iç başlığın biraz yukarısında kalan sikke, bu görünümü oluşturmakla kalmaz, daha da uzun görünür. Uzunçarşılı, zülüflü baltacı başlığında da buna benzer bir uygulamadan söz eder. Hendrowski’nin 85 numaralı resminde görülen külâh da bu özelliği gösterir. Sebilcinin sağ elinde tuttuğu torbaya benzer nesnenin bahşişler için olabileceğini düşünüyoruz; zira buna dair anlatımlar vardır. Sebilcinin üst kıyafetinin yakalarının her iki omzun ucuna uzanan içbükey sivri uçlarının, aynıyla Yeniçeri sakasının kıyafetinde de görülmesi tesadüf olamaz. Çünkü bu çok istisnai bir kıyafet süslemesidir. Bu aynılık Mevlevîlik-Yeniçerilik- Sebilcinin bahşiş torbası Sakalık ilişkileri çerçevesinde mutlaka anlam taşımaktadır. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 49, 293, 348, 582, 605, 637, 641-642, 735, “Arakıyyeden başka arakçîn adlı bir başlık türü daha bulunmaktadır. Arak kelimesinden Farsça -çîn (toplayan) ekiyle türetilen arakçîn kelimesi de “ter toplayan başlık” anlamındadır. Ancak arakçîn, yapılış tekniği ve kullanılış bakımından arakıyyeden tamamen farklıdır. Bu başlık takke gibi tam kubbe şeklinde olup başa sıkıca oturur, kenarlarının terden kirlenmemesi için kavuk ve sarık altına giyilir. Özellikle pamukludan dikilen arakçînin en makbul cinsi sıçandişi denilen ve çok ince örülmüş olanlarıdır.” M. Baha TANMAN, Arakıyye, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 3, 1991, s. 267. 63 64 46 D’Ohsson’un Metni (‘Mevlevî saka’ için doğrudan gözleme dayanan ilk metin); Duponchel’in resmi Ignatius Mouradgea d’Ohsson (1740-1807); İstanbul Pera [Beyoğlu]’da doğmuş, Osmanlı tebaasından Katolik bir Ermeni’dir. Osmanlı adı Muradcan Tosunyan’dır. İsveç’in Osmanlı misyonunda tercümanlıktan elçiliğe kadar görevler yürütmüştür. Burada başvuracağımız İslâm hukuku ve Osmanlı tarihine dair, gravür baskılarla zenginleştirilmiş eserini Paris’te kaleme almış ve 1788’de orada yayınlamıştır.65 Doğrudan gözleme dayanan ‘Mevlevî saka’ ilk defa D’Ohsson’un eserinde anılmış, metne bir resim de eşlik etmiştir. D’Ohsson aynen şunları yazmıştır: Onların bazısı, bilhassa Mewléwys [Mevlevîler] fakirlere su tevzi etmek hikmetine hâlâ sahiptirler, bu sebepten onlara Saca [Saka] denilir (Resim 125’e bakınız). Sırtlarına yüklenmiş bir kırbayla caddeler boyunca fy-sebil’illah [fî sebilillah] (bu, Tanrı uğruna veya daha evlâsı, Tanrı’nın makbulüne geçmek için demektir) diye bağırarak dolaşırlar ve isteyen herkese herhangi bir şey talep etmeksizin su verirler. Bununla beraber ecirleri fakirlere geri vermek veya en azından onlarla paylaşmak için kabul ederler.66 [Fransızcadan çeviren Dr. Rıza DURU] D’Ohsson; bir seyyah değil, İstanbullu bir Osmanlı’dır. Temel kaynaklarından referans vererek hukukunu yazacak kadar İslâm bilgisine sahiptir; Osmanlı hanedanı ve saray teşkilatını yazarken saray ve harem halkından istihbarat alacak kadar da içeriden hareket eder.67 Bu yüzden, hayır amaçlı sakalıkla Mevlevîleri ilişkilendirmesinin bilgi ve gözleme dayandığı kabul edilmek durumundadır. Kitabında 10 ayrı yerde, toplam 23 sayfada yer ayırdığı; Mevlevîliğe kabul törenindeki duadan, sema bitimindeki post duasına ve oradan sikkenin kökenine kadar ayrıntılı, öncülü olmayan, ilk elden bilgiler aktaran; kitabında yer alan Mevlevî şeyhi ve derviş, Mevlevîlerin semaı, Rufaî tekkesinde sema eden Mevlevî dervişi, çiledeki Mevlevî dervişi temalı resimlere metin kısmından gönderme yapan birinden Mevlevî tipini karıştırmasını bekleyemeyiz. Bu yüzden, saka tarifi içerisinde kendisine gönderme yapılan resmin, D’Ohsson tarafından ‘Mevlevî saka’ olarak onaylandığı söylenmek durumundadır. 65 D’OHSSON, a.g.e. (bk. dipnot: 62) Rıza DURU, Mevlevîname, s. 641. 67 Kemal BEYDİLLİ, D’Ohsson, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 9, 1994, s. 497. 66 47 D’Ohsson’un metninde ortaya konulan Mevlevî sakanın özellikleri özetle şunlardır: 1. Hayır amaçlı su dağıtan dervişler vardır, bunların arasında Mevlevîler de bulunur. 2. Mevlevilerin su dağıtması bir hikmete dayanmaktadır, bu yüzden onlara saka denilir. 3. Sırtlarında su kırbası bulunur. 4. ‘Fî sebilillah’ diye bağırarak dolaşırlar. 5. Suyu karşılıksız olarak verirler. 6. Eğer kendilerine bahşiş veya sadaka verilirse, onu ya fakirlere aynıyla geri verirler ya da bir kısmını alıp kalanını fakirlerle paylaşırlar. Duponchel’in sakası Metinde yapılan resim kendisine gönderme dörderli kolajlardan oluşmuş toplam altı sayfadaki derviş gravürlerinin içinde yer almaktadır. Bu altı sayfada toplam 24 derviş tipinin tam orta sırasında yer alan Bektaşi’nin sağ altına “C. Duponchel sculp.” Yani “C. Duponchel oydu” yazılmıştır. Bu derviş grubunun önünde ve sonunda yer alan gravürlerin hem ressam, gravürcüleri altlarına hem yazıldığı de hâlde, 48 yapımcının adını tekrarlamamak için olacak, derviş grubu resimlerinde, kalan 23 dervişin altları boş bırakılmıştır. Yani, içinde sakanın da bulunduğu bu 24 derviş tipinin ressamı ve gravürcüsü Charles Duponchel’dir. Fransız ressam ve gravürcü Charles Eugène Duponchel (1748-1790’dan sonra)’in ‘Saca’ [saka] adını verdiği resmi Monnier’nin sebilcisiyle hemen hemen aynı özellikleri taşıdığından üzerinde fazla durmayacağız. Benzer de olsa, bu resim Monnier’nin kopyası değildir; tersine, sonraki devirlerde kendisi kopyalanacaktır. Monnier’nin eseri tek nüsha olduğundan görülme ihtimali daha azdır; gravür baskılar yayılabildikleri için kopyalanmaları daha kolay olmuştur. Duponchel’in sakasının sonradan renklendirilmiş baskısı elle gravür Britanyalılar Duponchel’in sakasının sonradan elle renklendirilmiş baskısı Müzesi’nde yer almaktadır. Bu baskı için müzede 17631790 arasına verilen tarih, bu resim D’Ohsson’un 1788 tarihli kitabında yer almakla, son tarafından biraz daralmış bulunsa da, Monnier ile Duponchel arasında kimin öncül olduğu belirsizliğini korumaktadır. Monnier, İstanbul’da dört yıla yakın bulunduğu; Duponchel’in ise hayatı hakkında pek bilgi bulunmadığı, onun saka resminin yer aldığı kitap D’Ohsson tarafından Paris’te hazırlanıp yayınladığı ve kitabın yayın tarihi olan 1788 öncesinde hiçbir basılı eserde bu tiple hiç karşılaşmadığımızdan biz Monnier’in öncül olduğu kanaatindeyiz. Müzedeki nüshada, Duponchel’in çizimini tanımlayan ‘Saca’ kelimesinin üstü çizilmiş ve altına el yazısıyla üç satır açıklama yazılmıştır. Bu el yazısı, D’Ohsson’un kitabından Mevlevî dervişi. müzenin notuna göre, ilerleyen sayfalarda kendisine ait 49 metni de inceleyeceğimiz John P. Brown’a aittir.68 İlk iki satırı İngilizce, üçüncüsü Fransızca olan ve müzenin ‘okunaksız’ olarak nitelediği açıklama yazısı, okuyabildiğimiz kadarıyla şöyledir: “Sakka, or Dervisch, who supplies water the thirsty [Saka ya da susamışlara su temin eden derviş].” Üçüncü satırdan sadece “benevolant [hayırsever]’ kelimesini okuyabildik. Duponchel’in sakasının baş kıyafeti, alt kenarını saran daha koyu bir bant dışında sikkeye oldukça benzemektedir. Uzun kollu yeleğinin her iki omuz başında, sivri uçları içbükey kıvrılan apoletler bulunur. Külâh ve yelek için Monnier’de değerlendirme yaptığımızdan burada uzatmıyoruz. Diz hizasında bir şalvar giyer. Çaprazlama kapanan mintanı ve kuşağı vardır. 1825 Tarihli Yapımcısı Meçhul Resim Paris’teki bir galerinin satılmış olan eserler kataloğunda, yayıncısı tarafından üstüne basılı tanım ve tarifinde “Derwiche Turc distribuant de l'eau par esprit de charité aux Musulmans de Constantinople” yani “Türk dervişi Konstantinopolis'teki Müslümanlara hayırseverlik ruhuyla su dağıtıyor” yazan bir gravür baskısı vardır.69 Yapanı bilinmeyen bu resme, galeri 1825 tarihini vermiştir. Sonradan renklendirilmiş versiyonları da görülebilen bu resim, Vanmour’un atlı sakasına çokça benzemektedir; sadece arka plana çeşme yerine şehir fonu konulmuştur. Bir de sakanın Şimdi Britanyalılar Müzesi’nde bulunan, aralarında Duponchel ve ilerleyen sayfalarda vereceğimiz Manaraky’nin çizimlerinin de bulunduğu altmış ahşap gravür baskıdan oluşan bir grup resim, Brown tarafından, kitabının araştırma safhasında toplanıp gruplandırılmış ve bir arada tutulmuştu. 69 Galerie Napoléon, Paris. https://www.oldantiqueprints.com/product_info.php?products_id=5763 Erişim tarihi: 17.12.2022 68 50 külâhı daha uzun ve sivridir. Yapımcıları ve yayınlandığı yer hakkında bilgiye ulaşamadığımız bu resimdeki tipi Vanmour’un resminde zaten tahlil etmiştik. Ferrario’nun Metni ve Farklı Yapımcıların Resimleri İtalyan kütüphaneci ve tarihçi Giulio Ferrario (1767-1847)’nun “Il Costume Antico e Moderno” adlı ansiklopedik eseri; 1817’den itibaren, İtalya’daki farklı şehirlerde, farklı yıllarda, farklı cilt sayılarında baskılar yaptı ve Fransızcaya da çevrildi.70 Her baskıda cilt sayısı artan, ek ciltleri yayınlanan; farklı baskılarında en azından resimler bakımından farklı içerikler yer alan, yayın macerasına hâkim olmanın zor olduğu kitap, akvatint baskı tekniğiyle orijinal renkleriyle basılan gravürleri de içerir. Ferrario’nun Türkiye’de bulunmuş olduğuna dair bir kayıt yoktur. Osmanlı Eksiksiz bir takım olarak The Ohio State University Thompson The Rare Books and Manuscripts Library’de bulunan bir baskısının bibliyografik bilgisi şudur: Giulio FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno o Storia del Governo, della Milizia, della Religione, dello Arti, Scienze ed Usanze di Tutti i Popoli Antichi e Moderni Provata coi Monumenta dell' Antichita e Rappresentata Cogli Analoghi Disegni, dal Dottore Guilio Ferrario; 23 cilt, kendi matbaasında: Milano, 1829. Ansiklopedinin tam adının çevirisi şöyledir: Eski ve Modern Kostümler ya da Hükümet, Asker, Dı̇ n, Sanat, Bı̇ lı̇ m ve Geleneklerı̇ n Tarı̇ hı̇ ; ve Tüm Eski ve Modern Halkların Gelenekleri; Doktor Guilio Ferrario Tarafından Antik Anıtlarla Kanıtlanmış ve Benzer Çizimlerle Temsil Edilmiştir. 70 51 İmparatorluğu’nun bulunduğu “Il Costume Dell’Impero Ottomano [Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıyafetleri]” alt başlıklı cildin açıklamaları başrahip Carlo Magnetti tarafından hazırlanmıştır. Ferrario’nun Mevlevîlikle ilgili yazılı anlatımı içinde konumuzu ilgilendiren iki metin parçasını alıntılıyoruz: Mewlewy'lerin kökeni 1273 yılında ölen Djelal-ud-din-Mewlana'ya dayanmaktadır, yüksek şapkaları onları daha sonra bildireceğimiz tablolarda iyi tanımak için yeterli olacaktır (s. 283). Mevlevi tarikatı büyükler arasında en popüler olanı olduğundan, diğerlerinden daha fazla katılmaya isteklidirler ve rütbelerinin kaygılarından kurtulur kurtulmaz sarıklarını bir kenara bırakıp Dervişlerinin büyük culahh [külâh]ını başlarına geçirirler. Bununla birlikte, sahip oldukları tüm zenginlikleri lüks ve şatafat içinde sergilemek bir yana, yoksullara dağıtır ya da dindarca kullanımlara dönüştürürler. Bu tür dağıtımların yanı sıra, dervişin kendisi de su dolu bir deri tulumla sokaklarda dolaşır ve bağırır: ‘Tanrı'yı memnun etmek için’. İsteyene içecek verirler, bunu karşılıksız yaparlar. Bkz. 52 numaralı Tablo, 6, bu tür Mevlevi'lerden biri, adı Saca (s. 293-294).71 [İtalyancadan çeviren Dr. Rıza DURU] Sikkenin onları tablolarda tanımaya yeterli olacağı çıkarımı dışındaki metinler, kelime kelime olmasa da, D’Ohsson’dan72 alıntılanmıştır. Mevlevî saka ve ilk baskılarda, onunla aynı sayfada yan yana yayınlanan çile temalı resim de zaten ilk kez D’Ohsson’un kitabında yer almıştır. Saka Mevlevî, dörtlü bir derviş grubu içinde olarak, Osmanlı cildinin, tarikatların anlatıldığı Ferrario’nun kitabının 1823 baskısındaki Raineri’nin resminden detay FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno o Storia, Europe, Cilt: 1, Kitap: 4, kendi matbaasında: Milano, 1823. 72 Rıza DURU, Mevlevîname, s. 637-642; D’OHSSON, a.g.e., s. 634-676. 71 52 bölümünde yer alır; bu bölümde en fazla yer altı sayfayla Mevlevîliğe ayrılmıştır. Kitabın ilk baskılarında yer alan Galata Mevlevîhanesi’nde sema ve çile temalı resimler, Rufaî ve Kadirî ayinlerini gösteren diğer iki resimle birlikte 1832 ve sonrasındaki baskılarda kaldırılmıştır. Ferrario’nun kitabının 1823 baskısındaki Raineri’nin resimleri Konumuzla ilgili olan saka temalı resmin bu kitaptaki yayın macerası tespit edebildiğimiz kadarıyla şöyledir: İlk baskılarda73 İtalyan ressam ve gravürcü Vittorio Maria Raineri (1797-1869) tarafından resmedilip gravürü çıkarılmış iki resim, aynı sayfada yan yana yer almaktaydı. Bunlardan ilki çile temalı resim, ikincisi aralarında sakanın da yer aldığı dörtlü derviş grubunun resmiydi. Bu iki resim, 1826 baskısından74 itibaren, bu kez İtalyan gravürcü ve ressam Innocente Migliavacca (?-1856)’nın elinden çıkmış hâlleriyle, iki ayrı sayfada ve altlarında tanım yazılarıyla kitaba konulmuşlardır. 1832 baskısında75, yapımcıları meçhul iki adet saka resmi görülür. Bunlardan ilki olan, Osmanlı askerî rütbelerinin anlatıldığı Della Milizia ana başlığı altındaki Ufficiali kısmındaki resimde, saka atının yanına yeniçeri sakası konulmuş ve 1 numarayla işaretlenen bu tip, metinde bir yeniçeri rütbesi olarak tarif edilmiştir (s. 200). Yeniçeri sakasının su taşımadığını, hele hele hayır amaçlı atlı sakalık yapmadığını, Meselâ 1823 baskısı. Giulio FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno o Storia, 2. B., Europe, Cilt: 4, Vincenzo Batelli: Firenze [Floransa], 1826. 75 Giulio FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno ovvero Storia, 3. B., Europe, Cilt: 4, Alessandro Fontano: Torino, 1832. 73 74 53 adındaki sakanın bir rütbeyi temsil ettiğini biliyoruz. Bu resmin yapımcısı, belli ki, elindeki ‘saka’ adını taşıyan malzemeleri katıp karıştırmıştır. İkinci resim, Costume Civili bölümünde, derviş kıyafetlerini içeren grup resimlerin arasındadır. Sakanın diğer tarikatlardan üç dervişle beraber çizildiği resmin altındaki tanım yazısında “Calendery, Saa dei Mewlewi, etc.” yani “Kalenderi, Mevlevînin Sakası, vs.” yazılıdır. Buradaki saka, Duponchel-Raineri-Migliavacca tiplerinin çok yakın bir versiyonudur. Ferrario’nun kitabının 1826 baskısındaki Migliavacca’nın resmi Ferrario’nun kitabının 1832 baskısındaki resimde Mevlevî saka 54 Ferrario’nun kitabının 1832 baskısındaki resimde Yeniçeri saka Dalvimart’ın Resim ve Metni 18. yy.ın sonunda Türkiye’de bulunan İngiliz ressam Octavien Dalvimart, 1802 tarihli kitabında, çizimini kendi yaptığı, oymasını Britanyalı gravürcü John Dadley (1767-1817)’nin hazırladığı el boyaması bir resme yer verir. Kitaptaki diğerlerinin olduğu gibi, bu gravür baskının da açıklamasını William Alexander (1767-1816) yazmıştır. “Levha XX: Saka yahut Türk Su Dağıtıcısı” başlığı altındaki açıklamayla bu sakayı şöyle tanımlar:76 Bir su taşıyıcısının işinin bu kadar süslü bir elbiseyi gerektirmesi alışılmadık bir şeydir; ama aslında bu elbise, üst rütbelilerin kürklerinden ve cüppelerinden çok daha ucuzdur. Sıradan insanların hemen hepsinin (çünkü Türklerin giysisi kendine özgüdür) altın ya da ipek kordonlu kısa bir ceketi, bacağın ortasına kadar uzanan ve oraya oturan, kalan kısmı tamamen açıkta bırakan kumaştan pantolonları [şalvarları] vardır. Kırmızı terlikler giyerler ve vücutlarını geniş bir kemerle sararlar. Hem Pera'nın hem de Konstantinopolis'in sokaklarında sürekli su taşınır ve Sakalar bu suyu deri kovalarla taşırlar. [İngilizce ve Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU] 76 Octavien DALVIMART ve William ALEXANDER, The Costum of Turkey Illustrated by a Series of Engravings with Descriptions in English and French, William Miller: London, 1802. 55 Dalvimart’ın resmi ve Alexander’ın açıklaması örtüşmemektedir, zira resimdeki tip bir Yeniçeri rütbelisi olan sakaya, metindeki açıklama ise iş olarak, toptan su dağıtan sakaya aittir. Bu açıklamada Mevlevîliğe dair hiçbir unsur yer almaz. Dikkat çekici olanlar; Galata Mevlevîhanesi’nin de bulunduğu Pera yani Beyoğlu’nun su ihtiyacının, bütün İstanbul gibi, sakalar vasıtasıyla giderildiği ve suyun deri kaplarda taşındığıdır. Bir semazen resminin de bulunduğu albümde, sakadan söz edildiği hâlde derviş/Mevlevî bir sakanın yer almamasının nedeni, 19. uygulamanın yy.ın başına sonlanmış geldiğinde olmasından bu çok, yukarıdaki resim-metin ayrılığından görüleceği üzere, Dalvimart ve Alexander’ın konuya hâkim olamayışlarıdır. Dalvimart’ın resmi Walsh’ın Metni 1820-1828 yılları arasında İstanbul’daki Britanya elçiliğinde papaz olarak çalışan Robert Walsh (1772-1852), adlarıyla anarak Mevlevîleri ve onların semaını tarif edeceği beş sayfalık anlatımına şu cümlelerle başlar: Mutaassıplar arasında olarak dervişler halkın idrakinde hâlâ büyük bir itibara maliktirler. Onların college [yüksek mektep, medrese; âsitâne; tekke]leri teké [tekke] olarak isimlendirilir ve başşehirde Türk hayırseverlik hususiyetiyle temayüz etmiş birkaç tane vardır. Su tevzii en revaçta bir hayır tatbikidir; bentler ve onların aygıtlarıyla, şehrin mücavirliğinde bulunan küçük derelerden elde edilen bu mühim unsur, ihtimamla, mermer bir hazne içine alınmak suretiyle tedarik edilir ve kâselerle kullanılır. Şehirdeki her tekke yolcular için, daima halis suyla dolu bulunan, içlerinden biri kullanıldığında içeride duran bir derviş tarafından tekrar doldurulan; bir dizi yaldızlı, maden kâselerin boyunca durduğu, caddeye karşı bir pencereye sahiptir. Bu tekkelerin sakinleri işlerinde çalışırken her yerde görülürler. Mahrutî şapkaları ve beyazca bir kumaştan, yün binişleri; bir elde ucu demir bir sırık ve umumiyetle diğerinde uzun bir boynuzla tefrik olunurlar. Boğaziçi’nin mezarlıkları 56 arasındaki bazı büyük kahvehanelere yazları Türkler tarafından çokça uğranır ve benim de bir iskemle ve bir çubuk alıp onların arasına, kapının önündeki yeşil kerevete oturmuşluğum vardır. Umumiyetle, ortada dikilip topluluğa nasihat eden bir derviş gözükür ve sonra onların sadakalarını toplamak için uzun boynuzuyla etrafı dolaşır. Lâkin kardeşliğin en temayüz etmiş olanları raks ederek ve feryat ederek ayinlerini icra edenlerdir. Bunların ilki kurucularından dolayı Mevelevi [Mevlevî] diye isimlendirilirler77 [İngilizceden çeviren Dr. Rıza DURU] Sebilhaneden detay (Türkisches Manierenbuch’tan). Sağ üstte resmin tamamı. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 708; Robert WALSH, A Residence at Constantinople During a Period Including the Commencement, Progress and Termination of the Greek and Turkish Revolutions, 2 cilt, Cilt: 1, Frederick Westley and A. H. Davis: London, 1836, s. 464-465. 77 57 Her ne kadar Mevlevîlik bahsinin hemen önünde yer alsalar da, Walsh, bu cümlelerde, hayır amaçlı su dağıtanları ‘Mevlevî’ sıfatını kullanmaksızın, ‘dervişler’ diye anar. Ama satır araları, bu dervişlerin Mevlevîler olduğunu işaret eder. “Hayırseverlik hususiyetiyle temayüz etmiş birkaç tane vardır” diyerek tekkeleri sayıca sınırlayan Walsh, ilk paragrafın son cümlesinde, cadde üzerinde bir sebilhaneyi tarif eder. Yazar, ikinci paragrafın başındaki tarifte, farklı derviş tiplerine ait kıyafet unsurlarını, sanki bir tipe aitmiş gibi anlatmışsa da, aslında yaptığı, farklı tiplere ait kıyafet unsurlarını bir çırpıda sıralamaktır. Zira hem konik (mahrutî) şapka yani sikke giyen, hem de elinde boynuzla yani nefirle dolaşan bir dervişle o yıllara ait tarif ve tasvirlerde karşılaşılmaz. Yazarın, hayır amaçlı su dağıtan dervişleri ve onların tekkelerini anlattığı paragrafın hemen ardından; ‘bu tekkelerin sakinleri’nin -en azından bir kısmının- sikke giyen dervişler olduklarını; takip eden paragraftaysa, bunların en öne çıkanlarının Mevlevîler olduklarını belirtmesi dikkat çekicidir. Mevlevîlerin hayırseverliklerini işleyen çok sayıda seyahatname metni (meselâ, Edirne, Halep ve Kilis Mevlevîhanesi’nden fakirlere yemek dağıtılması) ve son dönem fotoğrafları (meselâ, 1894 depremi ardından Galata Mevlevîhanesi’nin avlusuna kurulan çadırlarda depremzedelerin, 19. yy.ın sonunda Hanya Mevlevîhanesi’nde esirlerin, Birinci Dünya Savaşı sırasında Selanik Mevlevîhanesi’nde mültecilerin barınmaları) vardır. Bir seyyah, hayırseverliklerinden dolayı Mevlevîleri “bulundukları şehrin velinimeti” saymıştır.78 Caddeye bakan sebilhanesi olan bir tekke denilince akla ilk gelenlerden biri Galata Mevlevîhanesi’dir. Yine Selanik Mevlevîhanesi girişinde de sebilhane bulunmaktaydı. İstanbul’da uzun yıllar kalmış olan Walsh, bağlamıyla ele alındığında, metninde, zımnen de olsa, Mevlevîlerin sakalığından söz etmiş görünmektedir. Galata Mevlevîhanesi’nin sebilhanesi (sağdaki çeşmeye komşu iki adet şebekeli pencere) 78 Rıza DURU, Mevlevîname, s. 149-155. 58 Brindesi’nin Resimleri İtalyan ressam Giovanni (Jean) Brindesi (1826-1888), 19. yy.ın ortalarında İstanbul’da yaşadı ve orada öldü. Asılları Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan resimlerinin taş baskı albümleri yayınlanmıştır. Bunlardan biri 20 adet renkli taşbaskıyı içeren Souvenirs de Constantinople adlı albümdür.79 Bu albümde yer alan Bazar à Constantinople adlı resimde, Kapalıçarşı’da hayır amaçlı su dağıtan bir derviş saka yani sebilci resmedilmiştir. Yaşlı dervişin baş kıyafeti; tülbent yerine kürk parçasından destar sarılmış, daha kısa ve desenli olması dışında şeklen Brindesi’nin çarşı sebilcisi sikkeye benzeyen bir külâhtır. Sırtında kısa hırka ve onun altında etekli bir kıyafet, ayağında şalvar vardır. Bu tip, aynı albümdeki nizami çizilmiş diğer Mevlevîlere Çarşı sebilcisini benzemez. burada ele almamızın nedeni, sikke benzeri külâhı olmayan, sivil Osmanlı kıyafetli, farklı bir derviş tipini temsil etmesidir. Brindesi’nin 1857 yılında yaptığı ve bu resmin mezarlıktaki versiyonu olan bir suluboyada daha anlaşılır hâlde olan bu tip, daha önce Preziosi, Brocktorff gibi ressamların da çizdikleri Buhara dervişine benzemektedir. Yukarıdaki resimden detay 79 Jean BRINDESI, Souvenirs de Constantinople, Lemercier: Paris, 1855-60. 59 Brindesi’nin 1860 yılından diğer bir resminde perişan sarıklı bir külâh giyen bir saka görülür80 (aşağıdaki resim). Külâhı, aşağıda inceleyeceğimiz White’ın resmindeki derviş sebilciye göre daha kısa görünse de, bu tipin derviş ve hatta Mevlevî olması mümkündür. Bu resmin diğer bir farkı, ilk kez, su taşıma aracı olarak deri kırba dışında, testinin de kullanıldığını göstermesidir. Brindesi’nin sebilcisinin mezarlık versiyonu Brindesi’nin testiyle su dağıtan sebilcisi 80 https://tr.pinterest.com/pin/458804280761160919/ 60 White’ın Metni ve Çizimi Yazılı tarifler içinde, suyun temin, taşınma ve dağıtılmasına dair en kuşatıcı, en açıklayıcı, en net tarifler İstanbul’da üç yıl kalan Britanyalı subay ve romancı Charles White (1793-1861) tarafından yapılmıştır. Mevlevîlerin sakalık, daha doğrusu sebilcilik yaptığına dair doğrudan gözlemler içindeki en net ve kesin tanıklık ona aittir. 1844 aktardığı yılından kitabının izlenimlerini birinci cildindeki pazarlar, şirketler ve loncaları anlattığı bölümünün başında, “Sebiljee (Dervish Water-carrier)” [Sebilci; Derviş Su Taşıyıcı] tanımıyla bir çizim verir. White, 81 ikinci ciltte bu çizimi açıklarken “our vignet” yani ‘çizimimiz’ tabirini kullanır. Önsöz’de İstanbul’un merkezî çarşılarının planını kitaptaki çizdiğinden çizimleri bahseden de yapmış yazarın, olması ihtimal dâhilindedir; bu yüzden White’ın çizimi olarak anıyoruz. Gravürünü, cilt başlarına kendilerine ait baskılar konulan Day ve Haghe çıkarmışlardır. Buradaki dervişin sikkeye oldukça benzer uzun külâhının alt tarafına düz destar sarılmıştır. Diğer bütün uzun külâhlı sakalarda olduğu gibi, baş kıyafeti dışında üstünde Mevlevîliği andıran bir unsur taşımaz. White, birinci cildin önceki sayfalarında, adlarını anarak Mevlevîlerden iki sayfa söz etse de, Çizimdeki sebilciyi sadece ‘derviş’ sıfatıyla tanımlamıştır. Çizimdeki tipin metin içinde yazılı karşılığı ikinci cildin “Şekerlemeciler, Su Taşıyıcıları ve Sarnıçlar” başlıklı ilk bölümündedir. Bu bölümün toplam 23 sayfasında, sakasından sebiline, sarnıcından bendine, suyolcusundan çeşmesine; İstanbul’un suyuna dair akla gelen her şey anlatılmıştır. Çizimdeki tipin kim olduğu da orada açıklanmıştır. Metnin, Mevlevîlerin sakalığı üzerine en değerli bilgileri barındıran kısmının tarafımızdan çevirisi şöyledir: 81 Charles WHITE, Three Years in Constantinople or Domestic Manners of the Turks in 1844, 3 cilt, Cilt: 1, Henry Colburn: London, 1845, s. 171. 61 Çarşılar ve civar sokaklar gezici su satıcılarıyla doludur ve şehrin her yerinde ve banliyölerde tayin edilmiş su taşıyıcıları vardır. Soujee [sucu] adı verilen ilkinden az önce bahsedildi; saka adı verilen ikincisi, yaya ve atlı olmak üzere iki çeşittir. İlki deri göğüslük giyer ve omuzlarına asılmış sert deri çantalar (koorba [kırba]) taşır. Bunları en yakın çeşmelerden doldururlar ve belirlenen evlere taşırlar. Atlı su adamları, sert deri haşaları ve eyerlere yapıştırılmış büyük su torbaları taşıyan iyi atları çekerler. Bu adamlar yayalarla aynı hizmeti yerine getirirler. Ücretsiz su taşıyıcıları da vardır. Bu adamlar, vakfedilen bir hayır vasiyetine binaen fakirlere su dağıtmak için çalıştırılırlar. Kalabalık caddelerde omuzlarına astıkları deri bir su torbası ve ellerinde pirinç bir tasla geçerler. Bir yudum isteyen herkese su sunarlar. Bunların arasında iki üç derviş vardır. Bunlardan biri olan Mevlevy [Mevlevî] şehrin her yerinde iyi tanınmaktadır. Birinci cildin altıncı bölümünün başındaki çizimimiz bu değerli kişinin küçük bir taslağını sunar. White’ın Mevlevî sebilcisi 62 Sakalar ayrı ve geniş bir kurum oluştururlar ve birkaç istisna dışında hepsi Ermeni ve Türk'tür. Türk yaya su taşıyıcılarının hamisi, adından da anlaşılacağı gibi, Kûfe'nin yerlisi olan Süleyman Kûfeli adında biridir. Peygamber'in susuzluğunu giderme şerefine nail olmuştur. Su taşıyıcılarının hepsi Sakabaşı'nın denetimi altındadır. Sayıları sınırlıdır. Loncalarının düzenlemeleri serttir ve kamu yararı için iyi hesaplanmıştır. Neredeyse her vakit evlerin içine girebildikleri için, kişiliklerine çok dikkat edilir ve büyük bir dürüstlük ününe sahiptirler. Fakat aşk eğilimleri ve kendilerine duyulan güvenden yararlanarak haremlerin aşağı derecedeki sakinleriyle kendileri ya da başkaları için entrikalar çevirdiklerine dair şikâyetler seyrek değildir. Yaya sakanın deri çuvalı (kırba) on buçuk galon [Birleşik Krallık galonu; İmperyal galon. 10,5 İmperyal Galon: 47,7 litredir] içerir. İçindekiler uzaklığa göre sekiz ya da on paraya (yarım peni) satılır. Tüm çeşmelerde su ücretsiz olarak sağlandığı için bu onların ayrıcalığıdır. Her mahalleye belirli sayıda saka bağlıdır ve bunlar sadece her bir takım için tahsis edilmiş çeşmeden sırayla su çekebilirler. Bu adamların tüm yangınlara kırba ile katılmaları gerekmektedir. Kayıtlı saka sayısı 5.000'i bulduğu için, sık sık tekrarlanan bu durumlarda yardım eksikliği yaşanmaz. Sakalar halk tarafından büyük saygı görmektedir. Yararlı olmaları onları kamu korumasının güvencesi altına sokmaktadır. Bir sakaya kötü davranmak ya da onu yaralamak hakaret olarak algılanır ve ait olduğu mahallenin sağlığı ve dinine bir saldırı olarak görülür. Bu durum onları her zaman zulüm ve ölümden kurtarmaz.82 [İngilizceden çeviren: Dr. Rıza DURU. Vurgu bize ait.] White, kendi çizimine de gönderme yaparak, Mevlevî sebilciyi, varlığına dair kalmış olabilecek son tereddütleri de ortadan kaldırarak apaçık bir şekilde göz önüne koymuştur. Çizimdeki Mevlevî, sikkesinin alt tarafına düz destar sarmıştır. Üstündeki kıyafetinde Mevlevîliğe ait başka bir unsur yoktur. Bu hâliyle, en azından, bir Mevlevî muhibbi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Manaraky’nin Resmi Siroz doğumlu İstanbullu Rum ressam ve gravürcü Antonios Manarakis (Αντώνιος Μαναράκης ; Manaraky; Manaraki) (1820-1889)’nin 1860 civarında yaptığı ve Britanyalılar Müzesi’nde bulunan kurşun kalem çizimi Duponchel-RaineriMigliavacca tipinin bir versiyonudur. Resmin tanımına el yazısıyla “A Menlevee 82 WHITE, a.g.e., Cilt: 2, 2. B., 1846, s. 16-17. 63 Dervich bestowing Water ‘for the sake of God’ [‘Tanrı’nın rızası için’ su ihsan eden Mevlevî dervişi]” ve bu satırların arasına daha silik bir kalemle “Mevlevee Sebilgee or Water man [Mevlevî sebilci veya sucu] yazılmıştır. Bu el yazısı, müzenin notuna göre, aşağıda kendisine ait metni de inceleyeceğimiz John Porter Brown’a aittir. Bu tipi yukarıda incelediğimiz için burada kesiyoruz. Manaraky’nin Mevlevî sebilcisi 64 Pears’in Metni 1873’ten itibaren 40 yıldan fazla İstanbul’da yaşayan, Britanya konsolosluğunun hukukçusu Edwin Pears (1835-1919), Türkiye’ye dair yazdığı kitaplarından biri olan Turkey and Its People (1912)’da şunları yazar: [Mevlevîlerin] ekseriyetle tekkelerine bitişik bir çeşme bulunur ve bir kardeş “Tanrı’nın yolunda ve Tanrı’nın aşkı için!” selâmıyla içme suyu vermeye hazırdır.83 [İngilizceden çeviren Dr. Rıza DURU] Pears, Walsh’tan sonra Mevlevîlerin sebilhanelerinden bahseden ikinci yazardır. Brown’ın Metni Amerikan diplomat ve şarkiyatçı John Porter Brown (1814-1872), 1832’den ölümüne kadar İstanbul’daki Amerikan elçiliğinde görev yaptı. Yazımını 1867’de tamamladığı “The Dervishes’ adlı kitabını 1868’de yayınladı. Orada, Mevlevîlerin hayır amaçlı su dağıtımından şu cümlelerle söz eder: Umumiyet itibariyle tarikatın [Mevlevîliğin] umdesi ‘ishq Ullâh [aşkUllâh] veya Allah aşkıdır, meselâ [bir şey] içtikten sonra mutat iltifatları ışk olsun (aşk olsun)’dur. Hiçbirinin dilenmesine müsaade edilmediğinden başka, birçoğu, yollarda susamışlara fî sebîl ve li işkullah (Tanrının yolunda ve Tanrı aşkı için) su ikram ederken dahi görülür.84 [İngilizceden çeviren Dr. Rıza DURU] Mevlevîlik üzerine en uzun ve ayrıntılı anlatımı içeren kitabın sahibi olan Brown, bu ifadelerine rağmen, bir Mevlevî sakanın değil, kefiyeli Arap bir sakanın resmini vermiştir (s. 202). Brown’ın kitabındaki kefiyeli saka Rıza DURU, Mevlevîname, s. 589; Edwin PEARS, Turkey and Its People, Methuen and Co.: London, [1912], s. 301. 84 Rıza DURU, Mevlevîname, s. 597; John P. BROWN, The Dervishes or Oriental Spiritualism, Trübner: London, 1868, s. 205. 83 65 Osman Hamdi Bey ve De Launay’nin Metni 1873 yılında Viyana’daki uluslar arası bir sergi dolayısıyla hazırlanan ve Türk halk kıyafetlerini içeren albümde,85 İstanbullu fotoğrafçı Pascal Sébah (1823-1886)’nın çektiği, içinde sivil bir sakanın da yer aldığı üçlü bir fotoğraf baskısı yer alır. Bu tipe dair açıklama metni, diğerleri gibi, ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey (1842-1910) ile Beyoğlu Belediyesi’nin Fransız asıllı memuru, tarihçi, ressam Marie De Launay (1822/23-?) tarafından kaleme alınmıştır. Fotoğraftan daha çok, metin konumuzla ilgilidir. İstanbul’da artık suyun makinelerle doğrudan evlere dağıtılması tartışılmaktadır. Hattatlar ve matbaalar arasındakine benzer bir çıkar çatışmasının, sakalarla abonelikli su makineleri arasında yaşanıp yaşanmayacağı merak edilmektedir. Her ne olursa olsun, sakalık macerasının sonuna yaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Bitmekte olan bir meslek ve hizmete dair değerli bilgiler barındıran bu metnin tarafımızdan tercümesi şöyledir: Şekil 2: Sakka [Saka] Saka ya da su taşıyıcısı, en azından yabancıların ikamet ettiği Pera'da, yaz mevsiminin büyük bir bölümünde Boğaz'ın sol kıyısındaki çeşmelerde düzenli olarak eksik kalan ev suyunun tedarikini sağlamak gibi genellikle zor bir işleve sahiptir. Konstantinopolis'te iyi [yağışlı olmayan] mevsim ortalama olarak yaklaşık on ay sürer. Konstantinopolis (Stamboul) [İstanbul], Scutari [Üsküdar] ve Boğaz'ın tüm Asya kıyısında, en fazla 12 ila 15 para olmak üzere, (kyrba) [kırba] (20 okka veya 25 kilogram) yasal su yükü ücreti ödenir. Péra [Beyoğlu]'da minimum 20 ila 25 paradır; ama o da sadece yağmur mevsimi boyunca. Yılın geri kalanında, geriye kalan tek şey taleptir; arz ise istisna olduğundan, ekonomi kanunlarına göre içme suyu lüks bir meta haline gelir, yani hiçbir rakam onun fiyatını belirleyemez. Bu dezavantaj daha da ciddileşmektedir çünkü su kaynaklarının dağıtılmasını engelleyen yasa; çoğu zaman gereksiz yere önerilen, masrafları abonelikle karşılanacak makineler aracılığıyla suyun doğrudan evlere dağıtılması olasılığına karşı çıkmaktadır. Tüm su kaynakları ücretsiz olmalıdır; sadece taşınması için ödeme yapılabilir. Şimdi, yasa hakkında çokça yapılan ikiyüzlü yorum, suyun her evde makineler aracılığıyla akacağını ve sonuç olarak taşıma olmayacağını söylüyor; bu şekilde tedarik edilen suyun parasının ödenemeyeceği ve şirketin bunu ödemesi gerektiği sonucuna varıyor. OSMAN HAMDİ BEY, Les Costumes Populaires de la Turquie en 1873 : Ouvrage Publié sous le Patronage de la Commission Impériale Ottomane pour l'Exposition Universelle de Vienne / Texte par Hamdy Bey ... et Marie de Launay ; Phototypie de Sébah, Levant Times & Shipping Gazette: Constantinople, 1873. 85 66 Saka, kanunun bu şekilde yanlış yorumlanmasından gerçek bir fayda sağlamamaktadır. Hiçbirinin bu sayede daha zengin olduğu söylenemez. Onları yöneten düzenlemeler diğer şirketlerin çoğunu yöneten düzenlemelerle aynı değildir; ayrıcalıklıdırlar ve bu aslında onların belasıdır. Kamuya ait çeşmeler, deyim yerindeyse, bir tür mülkiyet (yedik) ile onlara ebediyen kiralanmıştır ve bunun için bazen geliri aşan bir ücret ödemek zorundadırlar. Sakaların kıyafetleri; ticaretleri için özel ve vazgeçilmez olan kısımları hariç, Konstantinopolis'teki işçilerin genelinin kıyafetleriyle aynıdır. Onlara özel olan; içinde su taşıdıkları deriden yapılmış kyrba (kurbağa) [kırba] ve giysilerini nemden korudukları arkalitch [arkalık] (yine deriden yapılmış bir tür ceket)’tır. Mesleki gereçler arasında sayılması gereken bu iki parça da dahil olmak üzere, bir sakanın kıyafeti 526 kuruş ya da yaklaşık 116 frank tutmaktadır.86 çeviren Dr. Rıza DURU] Sébah’ın sivil sakası (solda, alttaki fotoğraftan detay) 86 OSMAN HAMDİ BEY, a.g.e., s. 15-16. [Fransızcadan 67 TARTIŞMA VE SONUÇ Osmanlı İstanbul’una dair Batı kaynaklı metin ve resimlerde karşımıza altı tür saka tipi çıkmaktadır: 1. Yeniçeri saka 2. Acemi oğlan saka 3. Askerî saka (ordu sakası) 4. Sivil saka 5. Derviş saka 6. Mevlevî saka Bunlardan ‘Yeniçeri saka’ bir rütbedir, adındaki saka tamamen semboliktir, su taşıma ve dağıtımıyla ilişkisi yoktur. ‘Acemi oğlan saka’ sarayların suyunu teminde istihdam ediliyordu. ‘Askerî saka’ seferde ordunun içme ve kullanma suyunu sağlayan bir devşirmedir. ‘Sivil saka’ ticaret amacıyla toptan su taşıma işi yapan bir meslek mensubudur. ‘Derviş saka’ hayır amacıyla perakende olarak su dağıtan bir tarikat mensubudur. Hacılara su dağıtan saka olarak da görülür. ‘Mevlevî saka’ derviş sakaların Mevlevî tarikatına mensup olanıdır. Derviş ve Mevlevî sakaya ‘sebilci’ de denmektedir. ‘Saka’ tabiri mekân dışı, ‘saki’ tabiri ise mekân içi su taşıma ve dağıtım işiyle ilgili kullanılmışlardır. Tüm bu saka tipleri farklı kıyafetlere, özellikle farklı baş kıyafetlerine sahiptirler. Genel olarak sakalara özel bir başlık mevcut değildir; sikkeye çok benzeyen baş kıyafeti, sadece son gruba özgüdür. İlk derviş saka resmi 1570 yılından, Lorck’a aittir. Lorck bu resme bir tanım vermemişse de, hemen hemen aynı yıllardan Hendrowski’nin resmi ve sonraki dönemlerde tanımlanan diğer resimlerden geriye bakarak bu bilgiye ulaşmak kolaydır. Derviş sakayı yazıyla ilk tarif eden 1580 yılı civarında Schweigger’dir. Adını derviş diye anarak Mevlevî sakayı ilk resmeden ve resmin altındaki tanım ve tarifle kimliğini bildiren 1707-1708 yıllarında Vanmour’dur; onun sakası atlıdır. Adını derviş diye anarak Mevlevî sakalardan söz eden ilk yazılı metin ise Vanmour’un resimlerinin gravür baskılarını içeren 1714 tarihli kitabın açıklama kısmında yer alır. Adını sebilci diye anarak yaya Mevlevî sakayı ilk resmeden 1784-1788 yıllarında Monnier’dir. Mevlevî sakalardan, has adlarını anarak, ilk kez 1746 yılında Guer, gözleme dayanarak ise 1788 yılında D’Ohsson metinlerinde söz etmişler; D’Ohsson, kitabında yer alan 68 Duponchel’in çizimini Mevlevî saka olarak onaylamıştır. Destarlı sikkeli Mevlevî sebilci ilk kez 1844 yılında White tarafından çizilmiş ve yazıyla tarif edilmiştir. Bunlar dışında, doğrudan gözleme dayanan veya dayanmayan, tekrar mahiyetinde resim ve anlatımlar bulunmaktadır. Vanmour ve Monnier’nin resimlerinin tanım, tarif ve açıklamalarında ‘Mevlevî’ değil, ‘Derviş’ sıfatı kullanılmıştır. Ressamların, resimleri için albümlerinde belirledikleri yer; onlar için verilen tanım, tarif ve açıklamalar; döneme özgü tarikat tasnifi eğilimi göz önüne alındığı ve albümlerde yer alan askerî, sivil, dinî diğer tiplerle kıyafet karşılaştırması yapıldığında, ‘Derviş’le kast edilenin ‘Mevlevî’ olduğu açıktır. Aynı yüzyıldan ‘Mevlevî’ sıfatını da kullanan iki yazılı anlatım; özellikle D’Ohsson gibi doğrudan ve dikkatli bir tanıklık da bu çıkarımımızı desteklemektedir. Saka tiplerinden Mevlevî saka diye adlandırdığımız tipin sadece baş kıyafeti Mevlevî sikkesine benzemektedir, kalan kıyafeti Mevlevilikle ilişkili gözükmemektedir. Mevlevî saka üç ayrı baş kıyafetiyle çizilmiştir. Birincisi; biraz sivrice olması dışında Mevlevî külâhı sikkeye çok benzerlik taşıyandır. İkincisi; aynı külâhın, altında daha koyu renkte bir bant varmış gibi görünenidir. Üçüncüsü; alt tarafına düz destar sarılmış sikkedir. Monnier’nin sebilcisinin külâhının altını saran bir bant gibi gözüken, bedensel bir iş yapan sebilcinin, basitçe terini emsin diye sikkesinin altına giydiği bir iç başlıktan başkası değildir. Alışılmadık bu görünüşüyle, Mevlevî sikkesi sanki sebilciliğe özel, onu ayırt ettiren bir anlam kazanmıştır. Mevlevî saka resimleriyle 1707-1860, onlardan söz eden yazılı tariflerle ise 1746-1868 yılları arasındaki kaynaklarda karşılaştık. Bu süreç en az 150 yıllık bir döneme karşılık gelmektedir. 1580 yılı civarında ‘Derviş’ sıfatını kullanarak saka tarifi yapan Schweigger’e kadar gidilirse, süreç 300 yıla kadar genişleyebilir. Belki de, Mevlevî saka olgusu bu belli döneme, belki İstanbul’a, belki Beyoğlu’ya, belki Galata Mevlevîhane’sine ve hatta belki bir kaç Mevlevî muhibine özgü bir uygulama olmuştu; bunu netleştirmemiz, eldeki bilgiyle mümkün gözükmemektedir. En az 150 yıl sürdüğüne göre, Mevlevîden Mevlevîye aktarılan bir hizmet gibi sürdürülmüştür. Schweigger’in ‘saka tarikatı’ adlandırması yerinde gibidir. Mevlevî sakalar, adeta İstanbul Galata Mevlevîliği içinde bir tarikat kolu gibi gelişmiş ve sürmüş olabilir. 69 Makalemizin başlığındaki çoğul kullanım, aynı devirde çok sayıda Mevlevînin sakalık yaptığı anlamına gelmemekte; farklı devirlerde ve adeta birbirinin süreği olarak, en az bir Mevlevînin bu hizmeti gördüğünü ifade etmektedir. Mevlevî sakalar için en doğru isimlendirmeyi ‘sebilci’ diyerek Monnier yapmıştır. Böylece su taşıma ve dağıtma işi olan sakalığa hayır amacını ekleyen bir kavramı günümüze taşımıştır. Mevlevî sakanın varlığını yazılı ve görsel delilleriyle ortaya koyduktan sonra, onun Mevlevîlikteki derecesinin hangisi olabileceğine dair değerlendirmelerde bulunmak istiyoruz. Bir Mevlevî dergâhının en dışından merkezine doğru dereceler ana hatlarıyla şunlardır: 1. Muhib (Mevlevîliği seven. Kendisine sikke tekbirlendiğinden, aslında yeri dedeliğin hemen öncesi veya yanıdır) 2. Sâlik (geçici olarak saka postunda gözlemde tutulan talip, istekli) 3. Ayakçı (Saka postu sınamasını geçmiş talip) 4. Pazarcı 5. Sırasıyla diğer hizmet sahibi yeni dervişler 6. Dede (çilesinin yani hizmetini tamamlamış derviş) 7. Dergâh zabitanı 8. Aşçı Dede 9. Şeyh Bunların dışında bir de dergâhtan geçici veya kalıcı uzaklaştırılmış olma durumu vardır. Bu derecelerin görevleri hâliyle birbirinden farklıdır; kıyafetleri ise, bir kısmına makalemizin baş kısmında değindiğimiz gibi, yer yer farklılık gösterir. Konumuz itibarıyla bizi ilgilendiren, derecelerin dergâh dışında giydikleri kıyafetlerdir. Dedelikten itibaren dış kıyafet dışarı hırkası ve sikkedir. Şeyh ve halifeler dışında sikke destarsızdır. Bunun istisnası “Mesnevîhanlarla, kemâli ve bilgisi olan ve tarikata hizmeti dokunan dede ve muhibler”dir; kendilerine şeyh ya da çelebilik makamından izin verilmişse destar sararlar. Her ne kadar derece itibarıyla ilk sırada imiş gibi vermek zorunda kalsak da, aslında, muhibin derece olarak yeri dedenin hemen öncesi veya yanıdır. İzinle destar sarabilmesi de bu yere işaret eder. Mevlevî sebilciyi gösteren hiçbir resimde hırka görülmez. Böylece, dede ve daha ilerisindeki dereceler sakalık bakımından değerlendirme dışı kalmaktadırlar. Mevlevî sakanın kıyafetinde 70 Mevlevîlik unsuru olarak, kala kala destarsız veya destarlı sikkesi kalmaktadır. White’ın resminde görülen destarlı sikkeli Mevlevî sakaya, Mevlevî muhibbi demek dışında elde seçenek kalmamıştır. Destarsız sikkeli Mevlevî sakayı da muhib olarak belirlemenin önünde hiçbir engel yoktur. Ama yine de, dedeye kadar olan derecelerle ilişkisi olup olamayacağı ortaya konulmalıdır. Mevlevîlik yoluna girmeye niyet edip karar veren talip olan sâlik, hakkındaki bir ön izlenim ve soruşturmanın ardından, eğer olumsuz izlenime yol açmamışsa, sivil kıyafeti alınıp, başına arakıyye ve sırtına resmî hırka giydirilip dergâh şeyhi tarafından saka postuna oturtuluyordu. Üç gün üç gecelik bu süreç talip bakımından bir tür deneme ve sınama mahiyeti arz ediyordu. Talip, en azından belli bir dönem, şehir veya Mevlevîhane için geçerli olmak üzere, bu üç günlük sürecin bir kısmı veya tamamında dergâh dışında hayır maksadıyla su dağıtmada istihdam edilmiş olabilir mi? Talibin saka postundaki üç günlük durağan sınavı, kendisine sakalık ettirilerek, onu tam veya kısmî zamanlı bir hayır işine katmak yönünde geliştirilmiş; böylece, sebat ve ahlâkının ölçüldüğü bir denemeye de tabi tutulmuş olabilir mi? Yerli kaynaklar doğal ihtiyaçlar dışında saka postundan ayrılmamanın kesin bir kural olduğunu yazarlar. İncelediğimiz resimlerde görülen derviş sakaların baş kıyafetleri, uzunluk bakımından arakıyyeye değil, sikkeye benzemektedirler. Arakıyyeye benzer başlıklar sadece 16.yy.ın devşirmeleri ve onlardan olan acemi oğlan sakalarda görülmektedir. Özetle sâlikin sakalık ettiğini söylemek mümkün görünmemektedir. Saka postu sürecini geçen sâlik resmen Mevlevîliğe kabul edilmiş oluyor ve matbah canı adıyla hizmete başlıyordu. Sürece geçemezse sivil hayatına geri dönüyordu. Matbah canının ilk hizmeti ayakçılıktı. Ayakçı 18 gün boyunca dergâh dışına çıkamaz, ancak bir sonraki hizmet olan pazarcılığa ilerlediğinde görevle dışarı çıkabilirdi. Onun sikke ve hizmet tennuresinden oluşan kıyafeti bu yüzden sadece içeri kıyafetidir; dışarı çıkamadığından dışarı kıyafeti yoktur. İncelediğimiz resimlerde sikkeli ve koyu renk tennureli bir dış kıyafeti olan bir sakaya rastlamadık. Bu verilerle ‘ayakçı’nın da sakalığı söz konusu değildir. Bir ilerideki hizmet derecesi olan Pazarcı’nın kıyafeti ‘ayakçı’ ile aynıdır. Pazarcı’nın farkı dergâhın alışverişi gibi dışarı işlerini görmesidir. Her devirde kendine yetecek kuyu, çeşme, sarnıç gibi su kaynakları bulunan Galata Mevlevîhanesi’nin dışarıdan su temin ihtiyacı olmamıştır. 16. yy.a ait resimlerin bazılarında Pazarcı’ya çok yakın tipler çizilmiş olsa da, onların acemi oğlanlar olmaları daha muhtemeldir. Mevlevî sakanın Pazarcı olma ihtimali de son derece zayıf gözükmektedir. 71 Son olarak, Mevlevî saka, dergâhtan uzaklaştırılmak demek olan kendisine seyyah verilmiş ve bu yüzden kendisini bir tür pişmanlık hizmetine koşmuş biri olabilir mi? Seyyah verilen bir yolsuzun en başta sikkesi olmak üzere Mevlevî kıyafeti kendisinden alındığından87 bu mümkün gözükmemektedir. İncelediğimiz resimlerde, Mevlevî sakanın külâhının biraz daha sivrice olduğunu, bazılarında alt tarafında sikke renginden daha koyu bir bant görüntüsü bulunduğunu belirtmiştik. Sikke giyememek, yolsuz da olsa, bir Mevlevîye belki ağır geleceğinden olağan sikke görünümü bu şekilde farklılaştırılarak bir çözüm bulunmuş olabilir mi? Ne yazık ki elimizdeki veri böyle bir soruya cevap verecek miktarda değildir. Şu hâlde, şimdilik kesin olan, tarihsel süreçte, Batılılara ait İstanbul’u anlatan yazılı ve görsel kaynaklarda karşımıza çıkan, zımnen ya da açıkça kendisinin Mevlevî olduğu belirtilen hayır amaçlı su dağıtan saka yani sebilcinin bir Mevlevî muhibbi olduğudur; bunu delilleriyle ortaya koymuş bulunuyoruz. Bu tespitimizle beraber, Vanmour’un derviş sakası da ilk Mevlevî muhibbi resmi olmaktadır. Mevlevî sakalara yerli kaynaklarda değinilmemiş olmaması, bu kaynakların, belki de ayrıntı sayıp noksan bıraktıklarını gördüğümüz diğer örnekleri akla getirir. Meselâ, ilk kez tarafımızdan ortaya konulan, hırka ve tennurelerin hemen hemen her renkten olabileceği, sema safhalarının şeyhin el çırpmasıyla değiştirildiği gibi, ayrıntı olan veya olmayan, pek çok özellik yerli kaynaklarda yer almamaktadır. Belki de, tek bir Mevlevîhaneye, hatta White’ın tarif ettiğindeki gibi, tek bir Mevlevîye özgü bir uygulamadan haberdar olunmamış bile olabilir. Mevlevî muhibbi olan sakanın tekkeyle bağı, orada yaşayan bir derviş kadar katı ve sıkı kurallara bağlı değildir. Sakalık hizmetine karar verenin Mevlevî tekkesinin idaresinden daha çok, muhibbin kendisi olduğu kanaatindeyiz. Her ne kadar tekkelerde de bakıldığı bilinse de, atlı sakalık hizmeti veren muhib atına kendi bakıyor olmalıdır. Muhib, tarikattaki hizmetine karşılık sikkesine destar yani sarık sarma izni alabilirdi (bk. dipnot: 26). Mevlevî sebilcinin hizmetinin; bağlı olduğu, muhtemelen Galata Mevlevîhane’sinin şeyhinin onayıyla olduğu, bu hizmetinin onun tarafından takdirle karşılandığı White’ın Mevlevî sebilcisinin sikkesine sardığı destardan anlaşılabilir. 87 Seyyah vermek ve ser-pâ edilmek (sikkesi alınmak) için bk. Gölpınarlı, s. 40. 72 Mevlevîhanenin matbahında bulunan ve dervişliğe ikrar veren kimsenin üç gün oturtulduğu ‘saka postu’nun, Mevlevîlerin sakalık hizmetiyle bir ilişkisi olup olmadığı sorusu makalemizde cevaplanamamıştır. Mevlevîlerin sakalığı ‘saka postu’ tabirine köken vermese de, o tabire çok yakışan bir uygulama olarak görünmektedir. Son olarak, dervişlik gibi, esasen bir tek kişiyi ilgilendiren bir seçimin, halkın en temel dünyevi ihtiyacı olan suyu karşılıksız temin etmeye yönelen bir sosyal sorumluluğa gelişmiş bulunması, her türlü takdirin üzerinde olmanın ötesinde, günümüzün çıkmaza girmiş yapılanmalarına da bir çıkış yolu göstermektedir. BİBLİYOGRAFYA (Çevrimiçi kaynaklar sadece dipnotlarda verilmiştir.) AMMAN, Jost ve DE BRUYN, Abraham, [Ensemble de gravures de costumes de Turquie du XVIe siècle], renkli gravür baskı, Bibliothèque Nationale de France Département Estampes et Photographie’de, 1577. Anonim yazma, Türkisches Manierenbuch, Universitätsbibliothek Kassel, Landesbibliothek und Murhardsche Bibliothek der Stadt Kassel’de, 1595. Anonim yazma, Costumes de la Cour du Grand Seigneur, Bibliothèque Nationale de France Département Estampes et Photographie’de, 1630. BECK, Hieronymus, Figurae Calamo Exaratae Variorum Turcarum Imperatorum, Capitaneorum etc. Imagines, Deinde Habitus, Ludos, Caerimonias etc. Repraesentantes, yazma, Österreichische Nationalbibliothek’te, 1586. BEYDİLLİ, Kemal, D’Ohsson, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 9, 1994. BOZKURT, Nebi, Sikke, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.37, 2009. BRINDESI, Jean, Souvenirs de Constantinople, Lemercier: Paris, 1855-60. DALVIMART, Octavien ve ALEXANDER, William, The Costum of Turkey Illustrated by a Series of Engravings with Descriptions in English and French, William Miller: London, 1802. DE CHOISEUL-GOUFFIER, Voyage à Constantinople Fait à L'Occasion de L'Ambassade de M. Le Comte de Choiseul-Gouffier à la Porte Ottomane, Haz.: Guillaume Martin, Fn. Plèe: Paris, 1821. DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, 1970. 73 DE NICOLAY, Nicolas, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568. D’OHSSON, Ignatius Mouradgea, Tableau Général de l'Empire Othoman, Divisé en DeuxPparties, dont l'Une Comprend la Législation Mahométane; l’Autre, l'Histoire de l'Empire Othoman, Monsieur: Paris, 1788. DURU, Necip Fazıl, Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi, “Mevlevîname: Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde Mevlevîlik” içinde, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1. Bs.: Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015. DURU, Rıza, Mevlevîname: Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde Mevlevîlik (Necip Fazıl Duru’nun “Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi” Başlıklı Bölümüyle), Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1. Bs.: Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015. DURU, Rıza, Mevlevîlik Tarihinin Kaynaklarından Seyahatnameler, “Seyahatnamelerde Konya, Ed. A. Çaycı, Konya BŞB: Konya, 2016” içinde. Değişikliklerle, 01.02.2020 tarihinde https://independent.academia.edu/RIZADURU adresinde de yayımlanmıştır. FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno o Storia, Europe, Cilt: 1, Kitap: 4, kendi matbaasında: Milano, 1823. FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno o Storia, 2. B., Europe, Cilt: 4, Vincenzo Batelli: Firenze [Floransa], 1826. FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno o Storia del Governo, della Milizia, della Religione, dello Arti, Scienze ed Usanze di Tutti i Popoli Antichi e Moderni Provata coi Monumenta dell' Antichita e Rappresentata Cogli Analoghi Disegni, dal Dottore Guilio Ferrario; 23 cilt, kendi matbaasında: Milano, 1829. FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno ovvero Storia, 3. B., Europe, Cilt: 4, Alessandro Fontano: Torino, 1832. GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılâp ve Aka, İstanbul, 2. b., 1983. GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka: İstanbul, 1963. GÖLPINARLI, Abdülbâki, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılap: İstanbul, 2004. GRIFFITHS, J., Travels in Europe, Asia Minor and Arabia, T. Cadell and W. Davies: London, 1805. GUER, [Jean-Antoine], Moeurs et Usages des Turcs, Leur Religion, Leur Gouvernement Civil, Militaire et Politique, avec un Abrégé de l'Histoire Ottomane, 2 cilt, Cilt: 1, Coustelier: Paris, 1746. 74 HAMMER-PURGSTALL, [Joseph von], Geschichte der Osmanischen Dichtkunst bis auf unsere Zeit mit einer Blüthenlese aus zweithausend, zweihundert Dichtern, Cilt: 3 [15741687 yılları arası], Conrad Adolph Hartleben: Pesth, 1837. HENDROWSKI, Heinrich, Bilder aus dem Türkischen Volksleben, yazma, Österreichische Nationalbibliothek, 1575-1599. LE HAY ve DUCHANGE, Recueil de Cent Estampes Representant Differentes Nations de Levant Tireés su les Tableaux Peints d’après Nature en 1707 et 1708 par les Ordres de M. De Ferriol Ambassadeur du Roi a la Porte et Gravées en 1712 et 1713 par les Soins de Mr. Le Hay, Paris, 1714. LORCK (LORICH), Melchior, Wolgerissene und geschnittene Figuren sampt shönene türckischen Gebaüen, [Hamburg], 1646. LORICHS, Melchior, Deß Weitberühmbten/ Kunstreichen und Wolerfahrnen Herrn Melchior Lorichs Flensburgensis, wolgerissene und geschnittene Figuren zu Roß und Fuß sampt schönen Türkischen Gebauden und Allerhand was in Türkei zu sehen, Michael Hering: Hamburg, 1626. MARSIGLI, Conte di, Stato Militare dell' Impèrio Ottomanno, Incremento e Decremento del Medesimo, İki cilt bir arada, P. Gosse, & G. Neaulme: Amsterdamo, 1732. MONNIER, Joseph Gabriel, Costumes Orientaux (Recueil de Costumes et Vêtements de l'Empire Ottoman au 18e Siècle), yazma, Fransa’daki Bourg-en-Bresse belediyesinde, 1786. OSMAN HAMDİ BEY, Les Costumes Populaires de la Turquie en 1873 : Ouvrage Publié sous le Patronage de la Commission Impériale Ottomane pour l'Exposition Universelle de Vienne / Texte par Hamdy Bey ... et Marie de Launay ; Phototypie de Sébah, Levant Times & Shipping Gazette: Constantinople, 1873. ÖNDER, Mehmet, Mevlevî Giyimleri, Türk Etnografya Dergisi, Sayı: 52, 1956. PALUDANUS, Bernardus, Album amicorum van Bernardus Paludanus, yazma, Hollanda Koninklijke Bibliotheek’te, 1578-1579. PICARD, Bernard, Histoire Général des Cérémonies Moeurs et Coutumes Religieuses de Tous les Peuples du Monde, 1723-43 yılları arasında 9 cilt, Cilt: V (Cérémonies Religieuses des Mahométans), J. F. Bernard: Amsterdam, 1737. SCHWEIGGER, Salomon, Ein newe Reyßbeschreibung auß Teutschland nach Constantinopel und Jerusalem, Johann Lanßenberger: Nürnberg, 1608. SPANDUGINO, Theodoro (Theodori Spaduuini Cantacusini von Constantinopell; İstanbullu Kantakuzin), Der Türcken heymligkeyt. Ein new nutzlich büchlein von der Türcken vrsprung, pollicey, hofsytten vnd gebreuchen ... in welscher sprach beschribenn ... vnnd ... durch Casper vonn Aufses in ein gemein teutsch gezogen, Georg Erlinger: Bamberg, 1523. 75 SPANDUGINUS, Theodorus, I commentari di Theodoro Spandugino Cantacuscino gentilhuomo costantinopolitano, dell'origine de principi Turchi, & de' costumi di quella natione, Lorenzo Torrentino: Fiorenza, 1551. SPANDUNES, Theodore, On the Origin of the Ottoman Emperors, Çev: Donald M. Nicol, Cambridge University Press: Cambridge, 1997. SUNAR, Cavit, Melâmîlik ve Bektaşîlik, Ankara Ün. İlahiyat Fak. Yayınları: Ankara, 1975. TANMAN, M. Baha, Arakıyye, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 3, 1991. URFALIOĞLU, Nur, Sebil, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 36, 2009. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, 2. Bs., Türk Tarih Kurumu: Ankara, 1984. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları, 2 cilt, 3. Bs., Türk Tarih Kurumu: Ankara, 1988. VECELLIO, Cesare, Degli Habiti Antichi et Moderni di Diuerse Parti del Mondo Libri Due, Damian Zenaro: Venetia, 1590. WALSH, Robert, A Residence at Constantinople During a Period Including the Commencement, Progress and Termination of the Greek and Turkish Revolutions, 2 cilt, Cilt: 1, Frederick Westley and A. H. Davis: London, 1836. WHITE, Charles, Three Years in Constantinople or Domestic Manners of the Turks in 1844, 3 cilt, Cilt: 1, Henry Colburn: London, 1845. WYTS, Lambert, Itinera in Hispaniam, Viennam et Constantinopolim, yazma, Österreichische Nationalbibliothek’te, 1573. 76 EKLER EK: 1 DOĞU GEZİLERİ VE SEYAHATLERİNİN ÜÇÜNCÜ KİTABI KRAL’IN HİZMETKÂRI VE SIRADAN COĞRAFYACISI N. DE NICOLAY DU DAULPHINE BÜYÜK TÜRK’ÜN KÖLELERİ VE BAĞLILARI HRİSTİYANLAR TARAFINDAN BÜYÜTÜLEN HARAÇ ÇOCUKLARI ACEMİ OĞLANLARIN KÖKENİ, YAŞAMI VE KURUMU ÜZERİNE BÖLÜM I Azamoglans [acemi oğlanları], Büyük Türk [padişah]’ün tüm Yunanistan, Arnavutluk, Eflak, Sırbistan, Bosna, Trabzon, Gürcistan ve egemenliğindeki diğer eyaletlerde yaşayan Hıristiyanlar tarafından, dört yılda bir, haraç olarak yetiştirmek için gönderdiği çocuklardır. Üç erkek çocuktan biri, barbarlıktan daha fazla bir zorbalıkla komiserin iradesiyle kaldırılıp alınır ve seçilir. Ve bu ülkelerde yaşayan tüm Hıristiyanlar öylesi bir ruhsal haraca tabi olmasalar da, fazla sübvansiyonlar ve para vergileriyle aşırı yüklendiklerinde, ödeme gücü olmayanlar, kendi çocuklarını bedensel köleliğe ve ruhun sonsuz mahvoluşuna teslim etmek ve bağlamakla yükümlüdürler. Tekrar söylüyorum, tiranlık çok zalimce ve acınacak bir şeydir ve bu, tüm gerçek Hıristiyan Prensleri harekete geçirmek, iyi bir Hıristiyan barışı ve birliğini teşvik etmek, güçlerini birleştirmek ve Hıristiyan kardeşlerinin çocuklarını bu kâfirlerin sefil köleliğinden kurtarmak için büyük bir dikkat ve merhamet sebebi olmalıdır. Onlar, en sevgili çocukları ve doğuştan özgür bedenleri, hayvani bir düşmanlıktan da öte bir iddiayla, vaftizden sünnete, Hıristiyan arkadaşlığından ve inancından serüvene ve barbarca sadakatsizliğe, evlat ve ebeveyn dindarlığından kendi kanlarına karşı ölümsüz bir düşmanlığa sürükleyen, çirkin bir zorbalıkla ebeveynlerinin bağrından uzaklaştıranlardır. Bu tür acıklı vergileri uygulamak için iki yüzden fazla komiser görevlendirilir ve bunlar inanılmaz sayıda çocuğu alarak Konstantinopolis'e dönerler. Bunlar arasından en güzelleri seçilerek yüce Türk Efendisi'nin sarayına yerleştirilir, burada beslenir ve Muhammed’e sadakat aşılanır. Onları daha itaatkâr ve savaşın tüm acılarına ve trajedilerine katlanmaya hazır hale getirmek için, diğer Eunucques [hadım ustaları] tarafından at yarıştırma, yay çekme ve diğer tüm kol ve beden egzersizleri konusunda eğitilirler ya da zihinlerinin kapasitesine göre bir sanat veya ticaret öğrenmeleri sağlanır. Ve içlerinden en kaba bulunanların bazıları kilerlere su ya da odun taşımakla, diğerleri Saray’ı temiz tutmak ve kışın yağan karı toplamak ve tüm yaz boyu katı ve soğuk hâliyle erimeden korunduğu ‘karlık’ 77 denilen bir yerde toprağın altına sıkıştırmak için görevlendirilirler. Bu taze kar, sıcak havalarda zât-ı şahanenin içeceğini soğutmak için kullanılır. Diğerleri bahçıvan veya aşçı yapılır ya da Yeniçeri, Sipahi veya Reislerin hizmetindedirler. Erdem ve talih onlara yol açtıkça, takip eden zamanla, kendileri de bu derecelere ulaşabilirler. Günde iki veya üç gümüş akçe alırlar, yılda iki kez ağır mavi bir kumaşla giydirilirler ayakkabıları verilir. ve Şeker somunu tarzında yapılmış uzun sarı bir başlık takarlar. Günde otuz gümüş akçe ödemesi olan, zât-ı şahanenin parasıyla giyinmiş, kuşanmış Agiander Agassi [acemi ocağı ağası] adında bir zabitin emrindedirler. Bu acemi oğlanlarının en güzelleri modalarına göre oldukça düzgün giyinmişlerdir ve müzik sanatlarına sahip olmamalarına rağmen kendilerini çeşitli enstrümanları çalmaya adarlar. Çoğunlukla sokaklarda, seslerini öylesine kötü ve nahoş bir uyumla ayarladıkları Tabora [tambura] dedikleri, sesi sistre çalgısına Maaşlı acemi oğlanı (Nicolay’ın kitabından) oldukça benzeyen bir çalgıyla söyleyerek yürürler; sesleri kaçıkları dans ettirmeye yetecek kadardır. Bu enstrümanların kıyafetleriyle birlikte doğal olarak resmedilmiş halini, diğerleri gibi, aşağıdaki şekilde görebilirsiniz. [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU] Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s. 79-80. 78 EK: 2 DOĞULAR 3. KİTAP KÖYLÜ ACEMİ OĞLANLAR BÖLÜM II Hıristiyan çocuklarına eğitim vermek üzere atanan görevliler, en güzel ve en kullanışlı olanları büyük Türk'ün sarayına koyduktan sonra, diğer daha dayanıklı olanları, toprağı sürüp işlemek ve tarlalarda sığır beslemek üzere Anadolu'ya (küçük Asya, Bursa ve Karaman'a doğru) gönderirler; böylece, çalışmaya, soğuğa ve sıcağa dayanmaya alışırlar ve Türk dilini öğrenirler. Dört yıl sonra, başkaları yetiştirilsinler diye, bunlar Konstantinopolis'e götürülürler ve Acemi oğlanların ya da Yeniçerilerin ağasına verilirler; yeniçerilerin hizmetine dağıtılırlarsa onlara mekanik ya da savaşla ilgili bir sanat öğretirler. Ve böylece başka yerlerde Yeniçerilerin çıraklığını yaparak, (diğerleri gibi) zâtı şahanenin parasıyla korunur ve beslenirler. Tam aksine, Anadolu'da ikamet ettikleri masrafları süre boyunca, kendilerine hizmet ettiklerine ait olmak üzere beslenir ve giydirilirler. Muhammedîleştirilmiş Hristiyan çocukları olan bu Acemi oğlanları o kadar büyük, iğrenç ve zararlı bir haşarat sürüsüdür ki, akrabalarının elinden alınıp Türklere bağlılıkları öğretilir kendilerini sözle Hıristiyanların baş öğretilmez, ve eylemle düşmanı ilan ederler. O kadar ki, olabilecek bütün hakaretleri ve aşağılamaları yapmaktan başka bir şey düşünmezler ve ne kadar büyük ve yaşlı olurlarsa olsunlar, ne Maaşsız acemi oğlanı (Nicolay’ın kitabından) 79 babayı, ne anneyi, ne de diğer akrabaları asla tanımak isterler. Bunun bir örneğini (zât-ı şahane oradadır) Edirne'de, birinci paşa Rostan [Rüstem]'in amcası ve adı geçen zât-ı şahanenin damadında gördüm. Hangi zavallı amca ve bazı yeğen Hıristiyan erkekler, onları tanımaya tenezzül etmeyen, onlara iyilik yapmayan (Acemi oğlanların tohumundan gelen) Rüstem’e hiç söylemeden şehrin içinden alenen sadaka istemeye giderler. İçlerinden bazılarının (ne kadar nadir de olsa) kendi iyilikleri, erdemleri ve asil yürekleri sayesinde kanlarını, anavatanlarını, insanlıklarını ve gerçek dinlerini doğal olarak unutmadıklarını ve sonunda saf ve ilkel erdemlerine geri döndüklerini söyleyebilirim. Bir zamanlar, çocukluğundan beri babası Sırbistan despotu Iehan Castriot tarafından reddedilen, ülkesi ıssızlaştırılan ve halkı yenilgiye uğratılan çok yiğit şövalye Georges Castriot (Türkler tarafından İskender Bey, yani Lord Alexander, yiğitlerin en yiğidi olarak adlandırılır), daha sonra Türklere götürüldü, Müslümanlaştırıldı ve Saray’a konuldu. Büyük Türk ikinci Murat'ın emrinde büyük hizmetler ve olağanüstü kahramanlıklar gösterdikten sonra, sonunda ona sırt çevirerek Hıristiyanlığa döndü, intikamını aldı ve ülkesini ve halkını özgürlüğüne kavuşturdu. Ve yaşadığı sürece, zât-ı şahanenin gücüne karşı bunu sürdürdü. Kuvvetlerine boyun eğdirdiği, dinlerinin batıllığıyla birlikte kötülüklerini bildiği Türk milleti onun çetin bir imtihanı hâline geldi. Ama bu ve bunun gibi olanlar çok azdı, öyle ki şu anda bu reddedilmiş Hıristiyanlar, Hıristiyan kardeşlerine ve hatta kendi kanlarından olanlara karşı doğal Türklerden daha kötüler, öyle ki içlerinden kötü gıda gibi geçip gidiyor ve iyi ve ilk doğayı bozuyor. [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU] Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s. 81-82. EK: 3 DOĞULAR 3. KİTAP SU TAŞIYAN SAKALAR, MEKKE HACILARI BÖLÜM XXII Türklerin peygamberi Muhammed'in, hem tüm kötülüklerin ve günahların gerçek besini olarak gördüğü, hem de aynı zamanda (çoğunun yazdığı gibi) Arapları bu kadar katı yasaklarla daha fazla ölçülü tutmak için tüm Mahometistes [Müslüman takipçiler]ine şarap içmelerini yasakladığı Alcoram [Kur’an]'da bulunur. İçlerindeki doğal sıcaklıktan dolayı şarabı çok fazla 80 içmek o kadar kolay bağışlanamaz ve desteklenemezdi. Bu şuur nedeniyle bütün Türkiye, Yunanistan ve büyük Türk'ün itaatindeki diğer eyaletler boyunca, çok sayıda Türk ve Sacquaz [sakalar] denilen Mores [Mağrip, İber Yarımadası, Sicilya ve Malta'nın Müslüman sakinleri; Mağrıbîler] yaşamaktadır. Söz konusu illerin şehir, kasaba ve köylerinin sokaklarını, meydanlarını ve meclislerini; içinde çeşme veya sarnıç suyu dolu deri bir tulumla düzenli olarak dolaşırlar. Tulum, yanlarına bir askıyla asılıdır, etrafı yeşilliklerle bezenmiş güzel renkli bir çarşafla kaplıdır ya da çok basittir. Bir ellerinde, Korint, Dor ve Şam’ın ince pirincinden bir bardak taşırlar, büyük bir hayırseverlikle, isteyen herkese içecek verirler. Ama yine de suyu daha güzel ve lezzetli hâle getirmek için bardağa çeşit çeşit Kalsedon Iaspe [lifler halinde düzenlenmiş, 50 ila 100 nm boyutlarında kuvars kristalitlerinden oluşan bir mineral veya kaya] ve Lapis Azuli [lapis lazuli, lâcivert taşı; mücevher olarak kullanılan bir taş] taşları koyarlar. Hacılara du dağıtan derviş saka (Nicolay’ın kitabından) 81 Ellerinde taşıdıkları aynayı içecek verdikleri kişilerin gözlerinin önüne koyarlar ve ölümü düşünmeye teşvik edici sözlerle onlara öğüt verirler. Böyle bir dindarlığın yerine getirilmesi için ne bir ücret istenir, ne de bir ödül verilir; ama iyilik olsun diye onlara bir parça para verilirse, bunu seve seve kabul ederler. Bir teşekkür ve tebrik amacıyla, kemerlerinden sarkan püsküllü büyük bir sepet ya da kutudan çıkardıkları kokulu su dolu bir şişeyi kendilerine para verenlerin yüzlerine ve sakallarına sürerler. Bir sabah Konstantinopolis'te bu nazik Sakalardan elli kişilik bir topluluk gördüm; hepsi de tulumları, geniş kemerleri, fincanları, sepetleri veya püskülleri, aynaları ve diğer tüm Sacqualique [sakalık] aletleri ile donatılmışlardı. O gün yortusunu kutladıkları azizlerinden birinin onuruna Türk, Hıristiyan ya da Yahudi olsun, karşılaştıkları herkesin bayramını kutlayarak şehri dolaştılar. Ve insanları kendilerine vermeye daha iyi teşvik etmek için, bazılarına bir buket, bazılarına bir portakal sundular veya yarıklı puflarından (yukarıda söylediğim gibi) yüzlerine su serptiler. Çünkü Türklerin ve Mağrıbîlerin cömertliği o kadar büyüktür ki, iki ya da üç Aspre [kuruş] almak için, her zaman bir kuruşun sekizde biri olan bir Mangor [mangır]'ın değerini vermeyi göze alırlar. Aynı gün akşam yemeğinden sonra muhterem sakalar yukarıda belirtilen teçhizatlarıyla, (söylediklerine göre) önceki gün onlara liderlik eden arkadaşlarından birine yaptığım portreyi görmek üzere, kaldığım yer olan büyükelçinin Edirne'deki lojmanına gelip beni bulmayı ihmal etmediler. Ama sonunda benden bir hediye almadan ayrılmak istemediler ve gerekçeleri olarak en iyi teçhizatlarıyla beni ziyarete gelerek bana büyük bir onur verdiklerini iddia ettiler; onları göndermek için onlara yaklaşık yirmi kuruş verdim. Ve böylece benden çok memnun olarak geldikleri yere geri döndüler. Şimdi, ilk noktaya dönecek olursak, sakalardan bazıları, Mekke'den dönüşlerinde yaptıkları gibi, bağlılık ve inançla bu tür hayır işlerini yapmaya giderler. Fakat diğerlerinin çoğu kazanç beklentisi için bu işin içindedir. Çünkü sadaka olarak verilenin yanı sıra, kendilerine kamu veya özel bir kişi tarafından maaş bağlanır. Aynı şekilde evlerinin önünde anahtarla kapatılmış ve kilitlenmiş su dolu büyük mermer kaplar bulunduran birkaç kişi daha bulunur. Bu kapların altında suyu çekmek için, küçük bir demir zincire bağlı Şam pirincinden yapılmış bir kap ve pirinçten bir musluk vardır. Böylece herkes istediği zaman, camiye giderken suya ihtiyaç duyarsa ve keyfi için ondan su içebilir. Ayrıca, bu hayırseverlik Türkler arasında o kadar tavsiye edilir ki, daha önce de belirttiğim gibi, halkın yararı için tezgâhlarında genellikle büyük vazolar veya suyla dolu yapay çeşmeler bulundurmayan dükkânı olan hiçbir zanaatkâr yoktur. Bundan sonra Sacquacz [saka]'nın portresine bakınız. ÜÇÜNCÜ KITABIN SONU [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU] Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s.125-126. 82 EK: 4 Şimdi Türk dinlerine gelirsek, dört ana din olduğunu söylüyorum, bunlardan birine Kalenderi, diğerine Divani, diğerine İshaki ve diğerine de Torlaki deniyor. İlk olarak bahsedeceğim Kalenderi'lerin sadece uzun sakalları değil, başlarında saçları da vardır. Kimisi çul; kimisi kalın havlı, kaba kumaş; kimisi de yünü dışarıda koyun derisi giymiş olarak gider. Bunlar diğerlerinden daha iffetlidirler ve başka hiçbir şeyle veya Venüs'ün zevkleriyle birleşmemek için kulaklarına ve kuyruk derisine veya boyunlarına ve kollarına bazı küçük demir halkalar takarlar. Bu nedenle de kutsallığa diğerlerinden daha layık görülürler. Divaniler de bunlara benzerler ve tokmakla küçük halkalar kullanmamaları dışında aynı giyinme tarzını ve diğer şeyleri kullanırlar; Allah için sadaka dilemeye gittiklerinde kendi ilahilerini söylerler. İshakiler dindardır, başlarına yünden bir sarık takarlar, sık sık saç tıraşı olurlar ve sakal bırakırlar ve belirli bayraklar taşırlar ve ilahilerini söyleyerek Tanrı için sadaka dilerler. Bazıları kulaklarına gümüşten ya da demirden halkalar takarlar. Ve diğerleri, dinlerine yeni bir başlangıç yapmış olmalarına rağmen yine de sayıları çok fazla Torlakilerdir. olan Bunların kurucusu, İsa Mesih'in gerçekte olduğu gibi doğası gereği Tanrı olduğunu itiraf eden ve bu nedenle yüzülerek diri diri derisi öldürülen biriydi. Torlakiler yalınayak gezer ve deri, koyun derisi ya da başka bir omuzluk giyerler; hatta çoğu başka bir giysi olmaksızın keçe giyerler. Bu nedenle maruz kaldıkları aşırı soğuk nedeniyle Torlakî (Nicolay’ın kitabından) üzerlerine korkunç bir nezle iner 83 ve bu nedenle şakaklarını dağlarlar. Bunlar sakallarını ve başlarını tıraş ederler ve kötü huylu adamlardır; keşiş olsalar bile, yine de sokakta duran hırsızlar, fahişe âşıkları, katillerdir. İmparator kralı öldürmek isteyen Torlakiyi yüreklendiren buydu. Tanrı için sadaka istemek üzere belli bir yere giden o, Bayazıt’a saldırdı. Keçenin altında tuttuğu kılıcı oradan çıkararak Bayazıt’ın bindiği atı korkuttu. Çünkü darbesi kısa geldi, at geri çekildi ama o yine de yaralandı. Sonra İskender denilen bir paşa, Bozdoğan denilen demir sopayla onun kafasına vurdu ve beynini dağıttı. Onlara gazap duyan Bayazıt, tüm Torlakileri imparatorluğundan sürgün ettirdi; yine de daha sonra geri döndüler; ancak Selim, suçlarına uygun olarak cezalandırılmalarını istedi. Başlarına kanatları olan keçe bereler takarlar; Hıristiyanlardan, Yahudilerden ve Türklerden hiç saygı göstermeden, büyük bir kızgınlıkla sadaka isterler. Bazıları, kendileriyle konuştukları kişiye tuttukları, uzun bir ayağı olan bir ayna taşımayı âdet edinmişlerdir. “Buradan kendinize bir bakın, şu an olduğunuzdan farklı hâle gelmenin çok uzun sürmeyeceğini düşünün. Bu nedenle alçakgönüllü ve dindar olun; ruh için iyilik yapmayı unutmayın.” Ve bu sözleri bu şekilde söyledikten sonra, konuştuklarına ya bir elma ya da bir portakal verirler; o kişi de kendisine bir kuruş bahşiş vermek durumunda kalır. Bazıları gündüzleri Allah'ı diledikleri zaman merkebe binerler ve geceleri O'na bir dişiden farklı olarak bağlanırlar. Bu, Türkler arasında alışılmadık bir şey olarak da görülmez, çünkü onların kanunları, insanın parasıyla aldığı eşyalarıyla istediğini yapmasına izin verir. Ama en hayret verici olan şey, Türklerin bu Torlakileri daha da kutsal hâle getirmeleri, onların da ne kadar kötülerse, bir o kadar hayvanileşmeleridir. İçlerinden biri yolda küçük bir merkep bulsa, onu kullanır ve sonra sanki o dünya kadınıymış gibi kuyruğuna iki kuruş bağlar. Ve eğer bir kişi bunu fark ederse, o da buna karşılık olarak, başkasının değil, kendisinin yaptığını söyler. Ve bazılarının, senelerdir yaptıkları kulluklarını, kutsallık zannında belli bir bedel karşılığında Allah'a sattıkları iddiası o kadar büyüktür ki. Bu nedenle, dünyanın en büyük mutluluğuyla bir araya geldikleri parayı onlara ödeyerek satın alan bazıları vardır. [İtalyancadan çeviren: Dr. Rıza DURU] Theodorus SPANDUGINUS, I commentari di Theodoro Spandugino Cantacuscino gentilhuomo costantinopolitano, dell'origine de principi Turchi, & de' costumi di quella natione, Lorenzo Torrentino: Fiorenza, 1551, s. 192-195.