MEVLEVÎ SAKALAR
DR. RIZA DURU
1 OCAK 2023
1
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
INTRODUCTION
SAKA POSTU VE ÇEVRESİNDEKİ KAVRAMLAR
MEVLEVÎ SAKA TİPİ VE ONUNKİYLE KARIŞABİLECEK KIYAFETLER
BATI KAYNAKLARINDA SİKKE BENZERİ BAŞ KIYAFETLİ/ DERVİŞ/ MEVLEVÎ
SAKALAR, SEBİLCİLER
Lorck’un Resimleri
Hendrowski’nin Resimleri
Schweigger’in Resim ve Metni
Vanmour’un Resim ve Metni
Picard’ın Resmi ve Bir Dipnot
Guer’in Metni ve Kitabındaki Resim
Monnier’nin Resimleri
D’Ohsson’un Metni, Duponchel’in Resmi
1825 Tarihli Yapımcısı Meçhul Resim
Ferrario’nun Metni ve Farklı Yapımcıların Resimleri
Dalvimart’ın Resim ve Metni
Walsh’ın Metni
Brindesi’nin Resimleri
White’ın Metni ve Çizimi
Manaraky’nin Resmi
Brown’ın Metni
Osman Hamdi Bey ve De Launay’nin Metni
TARTIŞMA VE SONUÇ
EKLER
BİBLİYOGRAFYA
Bu makale 01 Ocak 2023 tarihinde
https://independent.academia.edu/RIZADURU adresinde yayınlanmıştır.
MEVLEVÎ SAKALAR
Dr. Rıza DURU
2021 yılının Ekim ayında beka yurduna göçen babam
manevî saka, hafız İlyas hocanın ruhuna ithaf olunmuştur.
GİRİŞ
20. yy. öncesi İstanbul’unu anlatan Batılılara ait bazı metin ve
resimlerde, kimi zaman yazar veya çizeri tarafından kendisine derviş hatta
Mevlevî dervişi tanımı verilen; yaya veya bir atı çeker hâlde, hayır amacıyla su
dağıtan bir saka tipi karşımıza çıkmaktadır. Sikkeye çok benzeyen baş
kıyafetiyle bu saka tipi, başkaca baş kıyafetleri taşıyan diğer sakalardan
ayrılmaktadır.
Mevlevîlerin sakalığı üzerine yerli kaynaklardaki ilk ve hâlihazırda tek
tespit tarafımızdan 2012 yılında yapılmıştı. Seyahatname metinleri ve resimler
temelinde oluşturduğumuz ve bir bakıma Mevlevîliğin Batılı kaynaklardan
yazılan tarihi olan kitabımızda saka Mevlevîlere yer ayırmıştık.1 2016’da
yayınlanan bir makalemizde ise, bu konudaki tespitimizi özellikle resimler
bağlamında derinleştirmeye çalışmıştık.2
Mevlevîliğin kalan yerli kaynaklarında, saka kelimesinin geçtiği tek
tabirin ‘saka postu’ olduğu görülmektedir. Bu tabirdeki saka kelimesinin
sembolizmi üzerine yorumlar yapılsa da, posta neden o adın verildiği kesin
olarak tespit edilebilmiş değildir.
Bu makalede, sikkeye çok benzeyen baş kıyafetli sakanın Mevlevîlikle
ilişkisini özellikle Batılılara ait yazılı ve görsel kaynaklara dayanarak
belirlemeyi ve onun üzerine ileri yorumlar geliştirmeyi amaçlıyoruz.
Rıza DURU, Mevlevîname: Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde Mevlevîlik
(Necip Fazıl Duru’nun “Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi” Başlıklı Bölümüyle), Konya Valiliği İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü, 1. Bs.: Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015; s. 169-174.
2
Rıza DURU, Mevlevîlik Tarihinin Kaynaklarından Seyahatnameler, “Seyahatnamelerde Konya, Ed.
A. Çaycı, Konya BŞB: Konya, 2016” içinde, ss. 313-361. Bu makale, değişikliklerle, 01.02.2020
tarihinde https://independent.academia.edu/RIZADURU adresinde de yayımlanmıştır.
1
2
INTRODUCTION
In some pre-20th century Western texts and illustrations depicting Istanbul, we
see a type of saka (water-carrier), sometimes described by the author or illustrator as a
dervish or even a Mevlevi dervish, on foot or pulling a horse, distributing water for
charity. This type of saka is distinguished from other types of saka by its head dress,
which is very similar to a sikke (Mevlevi cone).
The first and currently the only identification of Mevlevi water-carriers in local
sources was made by us in 2012. In our book, which we created on the basis of
travelogues and pictures and which is in a way a history of Mevleviism written from
Western sources, we reserved a place for Mevlevi water-carriers (1). In an article
published in 2016, we tried to deepen our identification on this subject, especially in the
context of paintings (2).
In the remaining indigenous sources of Mevleviism, the only expression in
which the word 'saka' appears is 'saka postu’ (sheepskin for water-carrier). Although
there have been interpretations on the symbolism of the word ‘saka’ in this expression,
it is not clear why the ‘post’ (sheepskin) was given that name.
In this article, we aim to determine the relationship of the saka with the head
dress, which is very similar to a ‘sikke’, with Mevleviism, especially based on Western
written and visual sources, and to develop further interpretations on it.
SAKA POSTU VE ÇEVRESİNDEKİ KAVRAMLAR
Batılılara ait metin ve resimlerdeki sikkeye çok benzeyen uzun külâhlı saka
tipinin Mevlevîlikle ilişkisi bulunup bulunmadığı, ilişkisi varsa bu ilişkinin Mevlevî
dergâhının örgütlenme ve işleyişinde karşılığının ne olduğuna dair değerlendirmelerde
bulunabilmek için, başta konumuzla doğrudan ilgiliymiş gibi görünen ‘saka postu’
olmak üzere, Mevlevîliğin ilgili terim, kıyafet ve uygulamalarına değinmek yararlı
olacaktır.
Saka; Arapça ‘saky’ isminden ‘sakka’ (“ka” uzun okunur) olarak türemiş, ‘su
dağıtan’ anlamına gelen bir kelimedir.3 Eski zamanlarda kaynağından bentlerle getirilen
temiz su, taksimlerden mahalle çeşmelerine dağıtılıyordu; evlere kadar giden bir tesisat
yoktu. İşte, bu en yakın çeşmeden uygun kaplarla evlere veya ihtiyaç mahallerine su
getirip küplere boşaltan kişiye ‘saka’ deniliyordu. Sakalık, ücreti karşılığında, görev
gereği veya hayır amaçlı yapılabilirdi. Şehirlerin kalabalık yollarında veya hac yolunda
3
Ferit DEVELLİOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, 1970, s. 1098
3
hayır amaçlı olarak su dağıtan sakalar vardı. Günümüzde, Eskişehir kenti, artık adını su
dağıtan kamyonlar taşıyor olsa da, saka kelimesini hâlâ yaşatmaktadır. Mevlevîlik
kültüründe ‘saka postu’ tabirinde kendisine yer bulan ‘saka’ kelimesi, Yeniçerilikte ise
bir rütbeye karşılık gelmekteydi.
Konuyla dolaylı olarak ilgili bir de ‘sebil’ kelimesi bulunmaktadır. Bu kelime
Arapçada ‘yol’ anlamına gelir ve ‘fî-sebîl-illah’ [Allah yolunda] tabiriyle ilişki hâlinde,
“hayrat olarak, parasız dağıtılan su” için kullanılmıştır. Sebil yani hayrat olarak gelip
geçenlerin su içmesine mahsus yer olan ‘sebîlhane’deki ‘hane’ eki zamanla düşmüş ve
‘sebil’ hâline dönüşmüştür.4 Bazı resimlerde bedava su dağıtan saka için ‘sebilci’ tarifi
de kullanılmıştır. Yani ‘saka’nın hayır amacı taşıyanına ‘sebilci’ denmektedir.
Mevlevîlik kültürünü, kendisinin de içinde soluk alıp verdiği faal ve canlı
zamanlarından günümüze, yazılı olarak en derli toplu aktaran kalem Abdülbâki
Gölpınarlı (1900-1982)’dır. Kendisini saygı ve rahmetle anıyoruz. Onun sonrasında bu
vadide kalem oynatanlar arasında, Necip Fazıl Duru’nun kitabımıza yazdığı bölüm az
ve öz, bir o kadar derli toplu bir derlemedir.5
Gölpınarlı, Mevlevîliğe dair terim ve uygulamaları alfabetik sırayla ele aldığı
ansiklopedik bir sözlük mahiyetindeki bir eserinin ‘Post’ maddesinde aynen şunları
yazmıştır:
Post: Manevî makama işarettir. Dede ve Şeyh, post sahibidir. Matbahtaki post,
irâdeyi Mürşide teslim makamına işaret sayılır; bu posta «Saka Postu» denir. Su, hayata
sebeptir; XXI. Surenin 30. Âyetinde bildirdiği gibi her şey, sudan dirilmiştir, suyla
diridir. Bu bakımdan âşık ta suya muhtaçtır, susamıştır. Kendisi suya kanacaktır, sonra
o da, âşıkları kandıracaktır. Bu posta, «Saka Postu» denmesi, bu yüzdendir.6
Bu tanımdan saka postunun matbah, yani Mevlevîhane mutfağında bulunduğunu
ve ‘mürşide teslim olma’ yeri olduğunu anlıyoruz. Biraz ileride aktaracağımız üzere,
saka postunda oturan ve adeta “Mevlevî aday adayı” diyebileceğimiz kişi başkasıyla
iletişime geçememekte, başkaları de onunla ilgilenmemektedir. Böylece, salt bir gözlem
yeri olan saka postundaki bu kişi, henüz manevî su ile irtibata geçmiş bulunmamaktadır.
DEVELLİOĞLU, a.g.e., s. 1110; Nur URFALIOĞLU, Sebil, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 36, 2009,
s. 249.
5
Necip Fazıl DURU, Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi, “Mevlevîname: Çeviri Metinler ve Resimlerle
Batılı Seyahatnamelerinde Mevlevîlik” içinde, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1. Bs.:
Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015, s. 1-35.
6
Abdülbâki GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka: İstanbul, 1963, s. 37-38.
4
4
Tanımdaki sembolik açıklama, henüz Mevlevîlik yolunun başında bulunan, manen suya
muhtaç, susamış sayılan; dolayısıyla kendisine bir sakanın hizmet etmesi beklenen
derviş adayının, neden kendisinin su dağıtma hizmeti olan sakalıkla ilişkilendirildiğini
açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
Gölpınarlı bir başka eserinde, ‘saka postu’ndaki saka kelimesinin kökenine dair
başka bir açıklama getirmiştir:
Bektaşilerde, tarikate giriş töreninin sonunda rehber, yahut sakilik hizmetini
yapan bir başka kıdemli can, kalkıp meydan taşının yanında duran şerbet kabını ve
bardağı alır. Kap sol elindedir, bardak sağ elinde. Babadan itibaren sırayla herkesin
önünde, sol dizini yere koyup sağ dizini dikerek kaptan bardağa biraz şerbet koyar ve
“Sakaahum7 yâ Huseyn” deyip sunar. Sunduğu kişi içtikten sonra ve onunla beraber
herkes “Selam’ullâhi ala-l-Huseyn, La’net’ullâhi alâ Kaatil’il Huseyn”, yani “Allah
selamı Huseyn’e olsun, Allah laneti Huseyn’in katiline” der. En sonunda, meydanın
ortasında aynı tarzda diz çöküp kendisi içer ve kapla bardağı, götürüp meydanın taşının
yanına, aldığı yere koyar; gene meydanın ortasına, arkasını dönmeden gidip “haklı
hayırlısını” ister. Baba bir gülbang çeker; saki, meydana niyaz edip geçer, yerine oturur.
Bu tören, Alevîlerin görgüsünde de vardır; yalnız onlar, şerbet yerine su içerler. Sakinin
en sonra içmesi, “Bir topluma sakilik eden, en sonra içenleridir” hadisine dayanır
(Câmi’, II, s. 25)8
İç mekânda bir su dağıtım hizmeti olan sakilik, başta mutfak olmak üzere
Mevlevî tekkesinin hizmetlerini gören yeni dervişin muhtemelen üstlendiği bir görevdi.
Buradaki açıklama daha uygun görünse de, saka ve saki terimlerinin anlamları
arasındaki sırasıyla dış mekân ve iç mekânda su taşıma ve dağıtma farkına dikkat
edildiğinde, saka postunun kökenine dair bu açıklama da yetersiz kalmaktadır. Kökene
dair yerinde bir açıklama, dış mekân hatta tekke dışında bir su taşıma ve dağıtma
hizmetinin tanımlanmasıyla ancak mümkün olabilir gibi gözükmektedir.
Arapçada sulama, su içirme anlamına gelen “ س قىsaky” kelimesiyle ilişkili bu fiil Kur’an-ı Kerim’de
İnsan suresinin 21. ayetinde geçer: “ ًُقَوْاَ ًُ ُاامرَ ُْمُقَ َس ُْ ُس يقٰقَ َسRableri onları tertemiz bir içecekle sular [onlara
ikram eder, sunar]”. ( ُس يقٰقَ َسsakaahum): ‘Onları sular’ demektir (Dr. R. DURU).
8
Abdülbâki GÖLPINARLI, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılap: İstanbul,
2004, s. 263-264. “Tasavvufçular, Irak’ta temerküz ettikleri için “Irâkıyler” diye anıldıkları gibi, Melâmet
ehli de Horasan’da temerküz ettiğinden “Horasânîler, Horasan Erleri, Horasan Erenleri” diye anılmışlardı.
Sonradan Melâmetten Kalenderîlik, Haydarîlik, Mevlevîlik, Bektaşîlik gibi tarikatler de meydana
gelmişti.” a.g.e., s. 213. Bu bahis şu eserde çok daha ayrıntılı yer almaktadır: Cavit SUNAR, Melâmîlik
ve Bektaşîlik, Ankara Ün. İlahiyat Fak. Yayınları: Ankara, 1975, s. 100-103. Horasan kökenli, Melamet
neşvesine sahip tarikatlar olan Mevlevîlik, Bektaşîlik ve Alevîliğin saka ve saki kavramları temelinde
ritüelleri bulunması bu yüzden şaşırtıcı değildir.
7
5
Saka postuyla ilgili bilgileri, Mevlevîlik yoluna giriş süreciyle iç içe aktarmak
yerinde olur.
Mevlevîlik yoluna iki ayrı giriş bulunmaktadır. İlki muhiblik, ikincisi sâlik yani
talipliktir. Muhib de, sâlik de de başlangıçta nevniyâz adını alır. Muhib tekke dışında
yaşayan bir Mevlevîyken, talip tekkede yaşayarak 18 hizmetin görüldüğü çile yoluna
girecek ve sonunda dede olacaktır.
Mevlevîlikteki ilk derece muhibliktir. Bir şeyh tarafından sikkesi tekbirlenerek
Mevlevîlik yoluna katılmış kişiye ‘muhib’ denir. Muhib olmak isteyen kişi sikkesiyle
şeyhe başvurur, sadece ikisi arasındaki küçük törende, sikkeyi kendisine giydiren şeyh
“tekbir eder ve bir Fatiha verir”. Bu törenden sonra ‘nevniyâz’ adını alan muhibbe bir
dede tayin edilir; bu dede ona âdâp, erkân ve sema öğretir. Muhip dilerse sema kisvesi
yaptırıp mukabele de denilen sema ayinine çıkabilir. Dışarıda giyilen yakasız cübbe
olan ‘hırka’ ve elifî şalvar yaptırıp daima sikkeyle gezebildiği gibi, bir memuriyetteyse
işine sivil olarak da gidebilirdi. Resmî tören hırkası olan resim hırkası da yaptırabilirdi.
Mesnevî okutma icazeti aldığında veya tarikattaki hizmetine karşılık sikkesine destar
yani sarık sarma izni alabilirdi.9 Özetle, muhib, dergâhta kalmayan, orada daimî olarak
hizmet etmeyen, sema ayini günlerinde oraya gelmesi icap eden bir Mevlevîdir.
Bir Muhib, dervişlik yoluna girmeye niyet edip karar verirse, dergâhta hizmete
girer; buna ‘ikrâr’10 denir. Bu aşamada, ‘sâlik’11 ya da talip adını alır. Manevî yolculuğa
girişen talip, evvelce giydiği elbiseyi çıkarıp, bir hizmet elbisesi olarak tennûre giyer ve
ârakıyye adı verilen başlığı takar. Bu sürece ‘soyunmak’12 adı verilmektedir. Sikke
ancak sema çıkarıldıktan yani semaın ilk dersi öncesinden itibaren giyilebilmekte13 ve o
zaman sâlik ‘nevniyâz’14 adını almaktadır.
Yararlı olacağına inandığımızdan, ‘soyunma’ bahsini Necip Fazıl Duru’dan
aynen aktarıyoruz:
Dervişliğe başlamaya ve niyet etmeye ikrar verme (soyunmak, matbaha
soyunmak) denilirdi. Tarikata intisap etmeyi düşünen can, dergâhın zabiti veya
dedelerden herhangi biri tarafından Meydancı Dede’ye takdim edilir, Meydancı Dede
GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 8 ve 132;. Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılâp ve
Aka, İstanbul, 2. b., 1983, s. 390-391.
10
GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 22.
11
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 39.
12
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 42.
13
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 42 ve 104-105.
14
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 36 ve 105.
9
6
bu namzet hakkında gizli, aşikâr, malûmat toplayarak inceler, talipte kabiliyet ve ehliyet
görürse, dervişliğin, çilenin ve Mevlevî erkânının güçlüğünden uzun uzadıya misallerle
bahsederek kendisini daha birkaç gün düşünmeğe ve ondan sonra gelip kararını
bildirmeğe davet ederdi. Aday, birkaç gün sonra tekrar gelir de arzusunda ısrar ederse,
Meydancı Dede onu bu sefer Kazancı Dede’ye takdim ederdi. Aynı şekilde Kazancı
Dede de: “Dervişlik zordur, çileyi kırmak iyi değildir. Dervişlik ateşten gömlek,
demirden leblebidir. Aç kalmak, dövülmek, haksız yere söz işitmek vardır. Dervişlik
ölmezden evvel ölmek demektir. Bunlara tahammül edebilirsen gir”, der.
Namzet üçüncü defa olarak yine talebinde ısrar ederse ve kabul edilecekse,
kendisi Aşçıbaşı (Ser-tabbah) Dede’ye götürülürdü, o da dilinin döndüğü kadar
telkinlerde bulunur ve nihayet (Hak erenler yardımcın olsun) dileğiyle kararı tebliğ ve
kendisini Meydancı Dede’ye teslim ederdi.
Taliplerin bekâr olmaları, sağlıklı, uzuvlarının tam olması, hiçbir mahkûmiyeti
ve kötü şöhreti bulunmaması şarttı. Daha eski devirlerde medreseden icazetli ve
kendisini geçindirebilecek derecede herhangi bir sanat ve meslekte ehliyeti olması şart
koşulurken; gitgide sadece okuyup yazma ve bir sanatta meleke sahibi olması yeterli
görülmüş ve en nihayet ortada sadece bekârlık şartı kalarak, okuyup yazma bilmeyen,
elinden hiçbir iş gelmeyen, sakat ve malul kimseler de dervişliğe kabul edilmiş; bu
durumda tekkeler irfan ocağı olmak yerine birer imaret hâline gelmişti.
İntisapta esas derunî muhabbettir. Talip, Aşçıbaşı Dede’nin yanından doğruca
meydan-ı şerîfe götürülür, abdest aldırılır, meydanın dış kapısının yanındaki saka
postuna oturtulur, başındaki sivil serpuş alınarak bir arakiyye giydirilir, sırtına da bir
resmî hırka geçirilirdi. Talip bu post üstünde, üç gün üç gece, diz üstü murakabe
vaziyetinde oturmak, kimse ile konuşmamak, yalnız tabiî ihtiyaçları için yerini terk
etmek ve hatta post üstünde uyumak mecburiyetinde idi; kendisine yemek de küçük bir
tepsi içerisinde önüne getirilirdi; mevsim kış ise yatak ve yorgan yerine bir kilim
verilebilirdi. Talip bu üç gün süresince, gözleri önünde cereyan eden hâlleri, işittiği
sözleri tahlil etmekle meşgul olurdu; tekke mensupları da onu tetkikten geçirmiş
olurlardı, bazı denemelerle sebatı, ahlâkı ölçülürdü. Bu süre zarfında kimse derviş
adayıyla ilgilenmez, ona aşinalık göstermez, adeta talip horlanmış bir vaziyette
otururdu.
Üç günün sonunda, talip arzusunda ısrar eder ve tekke mensuplarından hiçbir
kimse Aşçıbaşı’ya veya şeyhe gidip de aleyhte bir görüşte bulunmazsa, Meydancı Dede
de onu şeyhe veya şeyhin vekili Aşçıbaşı’ya götürür, durumu bildirirdi; talibe son bir
7
nasihat daha edildikten sonra kesin karar verilerek sikkesi tekbirlenip giydirilir ve
matbaha gönderilirdi ve artık bu dakikadan itibaren o, bir matbah canı sayılırdı.15
Son derece açıklayıcı bu tarifte beliren bazı özelliklere dikkat çekmek istiyoruz.
Sâlik yani talip; sabah namazından sonra dedelerin toplandıkları geniş oda olan
meydanın dış kapısının yanındaki saka postuna oturtulur. Başındaki sivil başlığın yerine
arakıyye giydirilir. Sırtına, bulunduğu yer ve konumu belirleyen anlamında, ‘resmî’ bir
hırka geçirilir. Buradaki hırka, Mevlevî dervişlerin sokakta giydiği yakasız, kolları ceket
kolundan biraz daha geniş, yukarısı ve aşağısı aynı ende, topuklara kadar uzun, beli dar
olmayan üst giyimidir.16 Talip saka postunda üç gün, üç gece gözetimde kalmakta,
“bazı denemelerle sebatı, ahlâkı ölçülmekte”, adeta bir sınava tabi tutulmaktadır. Sınavı
geçen talibe törenle Mevlevîlerin özel başlığı olan sikke tekbirlenmekte ve kendisi
‘matbah canı’ adıyla, Aşçı Dede’nin emrinde çilesine başlamaktadır (Mevlevî çilesi
hizmetle olduğundan, aslında hizmet etmeye başlamaktadır).
Talibe giydirilen arakıyye adı verilen baş giyimini Gölpınarlı şöyle tanımlar:
«Terlik, ter emen» anlamına gelen bu söz, başa giyilen ve dövme yün keçeden
yapılan beyaz, yahut kahverengi, çok def’a yukarı kısmı, aşağıya nisbetle yassı olan ve
üstü, iki tarafın birleşmesinden meydana gelen bir çizgi arzeden boyu kısa serpuşe
denir. Dilde «arâkıyye» tarzına gelmiştir. …Kadınlara [ve çocuklara] sikke de tekbir
edilmez, arâkıyye tekbirlenirdi. Çile çıkarmaya ikrar veren, fakat henüz semâ’
çıkarmamış bulunan matbah canları da, ârakıyye giyerlerdi. Arâkıyye, bilhassa üste
doğru yassılır, üstte tam bir çizgi hâlinde, iki taraf birleşirse bu çeşidine, «Elifî
arâkıyye» adı verilir.
17
Gölpınarlı, her iki kitabının arka kısmında, aralarında arakıyyenin de olduğu
Mevlevî baş kıyafetlerinin çizimlerini de vermiştir.
Saka postu sınamasını başarıyla geçen talip matbah canı olmaktadır. Bu süreci
de Necip Fazıl Duru’dan aynen alıntılayalım:
Hizmete soyunduktan sonra can, ayakçı unvanını alırdı. Sema öğretildikten
sonra tennuresi giydirilir ve Kazancı Dede’ye teslim edilirdi.
Necip Fazıl DURU, a.g. bölüm, s. 18-19.
GÖLPINARLI, s. 21.
17
GÖLPINARLI, s. 6.
15
16
8
Ayakçılık vazifesiyle ortalığı süpürür, odun getirir; üzerine başka bir can
gelinceye kadar bu görevine devam ederdi. Her can, buna emretmek hakkını haizdi.
Ayakçılık, âdet olduğu üzere 18 gün sürerdi, ancak bu müddetin sonunda, tennure
giymesine ve gerektiğinde resmî kıyafetle, yani hırka ve tennure ile tekke dışına
çıkmasına müsaade edilirdi; lâkin canlar hiçbir sebep ve bahane ile bir gece bile matbah
dışında yatamazlardı. Her ne sebeple olursa olsun bir gece bile dışarıda kalan canın
çilesi kırılmış kabul edilir ve yaptığı hizmetler yok sayılarak, yeniden bin bir günlük
çileye başlatılırdı. Ayakçılık görevini ikmal eden can pazarcı olurdu.
Ayakçılık vazifesinden başka olarak, canların yerine getirmekle yükümlü
oldukları vazifeler şunlardır:
Pazarcı: Dergâh-ı şerîfe alınacak yiyeceğin ve gerekli olan şeylerin; dervişlerin
siparişlerinin çarşıdan teminini sağlamakla yükümlüydü. Sırtında bir havlu, belinde de
bir zincirle elifi-nemedine bağlı ve arasına sokulmuş maşa (pazarcı maşası) bulunur ve
bunlar hizmetin alameti sayılırdı. Pazarcı, gittiği yerde oturmaz, kahvehane benzeri
eğlence mahallerine giremez, rastladığı muhiplerle uzun boylu sohbet edemez, alacağını
aldıktan sonra hemen tekkeye dönerdi.18
Ve diğer görevler sıralanmaktadır. Gölpınarlı’dan bazı ayrıntıları eklersek, ayakçılık
görevine başlayan matbah canı aynı zamanda sema eğitimine de başlar; bu münasebetle
kendisine tekbirlenen sikke muvakkat yani geçicidir, 1001 gün hizmeti müteakip kendi
malı olacaktır. Ayakçılıktan sonraki hizmet derecesine geçen nevniyâz Pazarcı olur.
Pazarcının görevi “her gün yahut lüzum olunca et, sebze ve saireyi gösterilen
dükkânlardan alıp tekkeye götürmekti.” Pazarcının sırtında bir havlu, belinde de bir
zincirle elifî nemed denilen kuşağa bağlı ve onun arasına sokulmuş [kılıflı] maşa
bulunur ve bunlar, hizmetinin alâmeti sayılırdı. Pazarcı hizmet tennuresi giyer. Sadece
mukabeleye yani semaa katılacağında sema tennuresi, destegül denilen gömlek ve
hırkayı giyebilir; diğer vakitlerde destegül giyemez, sırtına hırka alamaz.19
Matbah canının göreceği hizmetlerden biri de su temin görevidir. Fransız
şarkiyatçı Clément Huart (1854-1926) bu göreve şöyle değinir:
Birisi bu kardeşliğe girmek istediğinde, gelecekteki hemdemlerine bin bir gün
(iki sene dokuz ay eder) müddetle, şu suretle hizmet etmesi mecburiyeti kaidesi vardır
denilir:
40 gün atları tımar etme,
18
19
Necip Fazıl DURU, a.g. bölüm, s. 19.
GÖLPINARLI, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 392.
9
40 gün fukara için süpürme,
40 gün su çekme,
40 gün döşek yayma,
40 gün odun hazırlama,
40 gün yemek pişirme,
40 gün pazar etme,
40 gün dervişlerin içtimasında hizmet etme,
40 gün nezaret.
Ve böylece, tayin edilen vakte kadar tekrarlanarak tamamlanılır.20 [Fransızcadan
çeviren Dr. Rıza DURU]
Mevlevîleri ilk bakışta diğer herkesten ayıran özellikleri kendilerine has
külâhları yani sikkeleridir. Sikke Mevlevîliğin ve Mevlevîlerin tek başına bir
sembolüdür. Sikke ve onun giyimine dair en ayırt ettirici özellikler şunlardır:
Sikke, tepesi, başa giyilen kısmına nazaran
pek az incelen ve boyu, bir karış, üç parmak
boyunda olan, dövme keçeden yapılmış, iç içe
geçmiş, iki kat bir külâhtır. Rengi deveyünü
rengindedir; koyu kahverengiye çalar. Daha açık
renkte de olabilir. Evvelce tepesi, tabiî olarak
sivriceymiş. Sonradan kalıplanması, hattâ ütülenip
parlatılması âdet olmuştur.21 Herhangi bir suçtan
mahkum olanlar ve dergâh içinde bir suç işleyen
veya yolsuz olanların sikkeleri alınır. Bu durumlara
düşenler sikke giyemez, yerine adi bir başlık
22
giyerler.
Sikke ve istiva
XV. ve XVIII. yy.lar arasında yaygın olan
bir uygulama olarak, sikkeye istivâ çekildiği olurdu. Görünüşteki Hakk ve halk
ikiliğinden kurtulma, kemâl derecesine ulaşma anlamı taşıyan bu uygulamada, adına
istivâ denen iki parmak enindeki siyah ya da yeşil şerit, sikkenin üstüne, kaşların ortası
hizasından arkaya doğru dümdüz çekilir.23
Clément HUART’dan çeviren Dr. Rıza Duru, Mevlevîname, s. 258.
GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 41.
22
Mehmet ÖNDER, Mevlevî Giyimleri, Türk Etnografya Dergisi, Sayı: 52, 1956, s. 79.
23
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 22-25.
20
21
10
Sikke, hizmetini tamamlamış dervişlere giydirilirdi ve derviş onu giydiği andan
itibaren ölünceye kadar başından çıkaramazdı. Öyle ki dedegânın kıdemlileri külâhı
sağa sola, öne arkaya hareket ettirip başlarından tamamen çıkarmadan tıraş olurlardı.
Hamama da sikkeyle girilir, yıkandıktan hemen sonra tekrar giyilirdi.24
Son olarak kıyafete dair kalan tanımları da alıntılayalım:
Destar: “Sikkeye sarılan sarığa destar denilir. Destar sarmaya hak kazanmış
dervişe, destar-puş (destarlı) denilir. Mevlevîlerde destar sarmak, şeyhlerin ve
halifelerin hakkıdır. Şeyh seyyidse, yeşil; değilse beyaz destar sarar. Halifeler ve
çelebiler, duhanî, yani bakılınca siyah görünecek derecede koyu mor destar sararlardı.
Çelebiler, destarı alttan sikke görünmeyecek biçimde sararlar, çelebi olmayanların,
destarlarının sikkeleri görünürdü.”25
“Dümdüz sarılan sarığa «dolama» denirdi. Mevlevilerde yalnız şeyhler destar
sararlar, dervişler ve muhibler saramazlardı.
Mesnevî-hânlarla kemâli ve bilgisi olan ve tarikata hizmeti dokunan dede ve
muhiblere de, doğrudan doğruya yahut, herhangi bir şeyhin delâletiyle çelebilik
makamından destar sarmaya izin verilirdi.”26
Tennûre: Tandır ve ocak hizmetlerinde giyilen elbise anlamına gelir. Kolsuz,
yakasız; önü, göğsün aşağısına dek açık; üst tarafı bele kadar, bedene tam gelecek
derecede dar; ait tarafı geniş bir elbisedir. Tennûre iki kısımdır: Hizmet tennûresi ve
semâ’ tennûresi. Hizmet tennûresini matbah canları giyerler; etekleri, rahat adım atacak
kadar geniş, semâ’ tennûresine nisbetle çok dardır. Rengi siyah yahut koyu
kahverengidir, yani kir göstermeyecek bir renktedir. Matbah canı, bununla hizmet
görür; üstüne deste-gül de giymez. Yalnız dışarıya çıkarken giyer; beline de, kılıflı bir
maşa sokarak hizmete gitmiş olduğunu anlatmış olur.
27
Hırka: Mevlevîlerde iki türlü hırka vardır. Biri, sokağa çıkarken giyilir. Bu,
yakasız, kolları ceket kolundan biraz daha geniş, yukarısı ve aşağısı aynı ende,
topuklara kadar uzun, beli dar olmayan üst giyimidir. Öbürü resim hırkası adı verilen ve
Nebi BOZKURT, Sikke, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.37, 2009, s. 185.
Necip Fazıl DURU, a.g. bölüm, s. 26.
26
GÖLPINARLI, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 428.
27
GÖLPINARLI, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, s. 43.
24
25
11
törenlerde giyilen hırkadır.28 Sikkesiz hırka giyilmez. Hırka ile temiz olmayan yerlere
girilmez.29
Elifî nemed: Ucu sivri ve elife benzetilen, dört beş parmak enliğinde yün bir
kuşaktır. Kemer gibi, tennûrenin üstüne, bele sarılır; beli bir buçuk kere kuşatır.
Ucunda, beli iki kere kuşatacak kadar uzun bir gaytan vardır. Bu gaytanın ucu, bele
kuşanan kısma takılıp pekiştirilir; deste-gülün ipi de bu gaytana sokulur.30
Deste-gül: Tennûrenin üstüne giyilen yakasız, kolları düz ve dar, bele kadar
gelen bir gömlektir. Sağ eteğinde, uçta, bir parmak uzunluğunda bir şerit bulunur ki bu,
elifî nemedin gaytanına sokulur ve böylece, semâ’ ederken açılıp dalgalanmaması
sağlanmış olur.
31
Mevlevîliğe giriş ve kıyafete dair kavram ve uygulamaları ana hatlarıyla böylece
belirledikten sonra, Mevlevîlik sempatizanı da diyebileceğimiz ‘muhib’in dış görünüş
özelliklerini şöylece özetleyip sıralayabiliriz:
1. Muhib olmak için kendisine sikke tekbirlenmesi gerekir.
2. Memuriyet gibi istisnai hâller dışında, daima sikkeyle gezer, sikkeli olmayı
tercih eder (Yine de bir zorunluluk yoktur).
3. Yine bir zorunluluk olmayarak, hırka ve elifî şalvar giyer. Bu şalvar yarım
ağlı, dar paçalı, beli uçkurla büzülen bir tür pantolondur. Halk arasında
‘mabeyn veya kadı biçimi’ denirdi.32 Yani, üst kısmı pantolondan geniş,
şalvardan dardır; ağı diz hizası civarındadır.
4. Şeyh tarafından, ‘tarikattaki hizmetine karşılık’ sikkesine destar yani
Mevlevî sarığı sarma izni verilebilir.
‘İkrâr’ verme ve ‘matbah canı’ olma arasındaki süreçteki kimse olan ve saka
postunda oturan sâlik ya da talibin dış görünüş özellikleri ve görevini şöylece özetleyip
sıralayabiliriz:
1. Baş kıyafeti arakıyyedir.
2. Sırtına yeri ve konumunun anlaşılmasını sağlayacak ‘resmî’ bir hırka
giymiştir.
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 21.
ÖNDER, ss. 81-82.
30
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 16-17.
31
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 15-16.
32
ÖNDER, s. 82.
28
29
12
3. Kalan kıyafeti sivildir, yani Mevlevîliğin sikke, tennure gibi ayırt ettirici
kıyafetlerini taşımaz.
4. Talip, saka postu üstünde, doğal ihtiyacı dışında oradan ayrılmaksızın, diz
üstünde ve kimse kendisiyle iletişim kurmaksızın üç gün, üç gecelik bir
sınava tabi tutulur, bazı denemelerle sebatı, ahlâkı ölçülür.
Artık ‘matbah canı’ olan olmuş yeni dervişin dış görünüş özellikleri ve görevini
ise şöylece özetleyip sıralayabiliriz:
1. İlk aşamada adı Ayakçı’dır. Ayakçı sema eğitimine başlamamışsa sikke
giyemez.
2. Sema eğitimine başlamış olan Ayakçı, başına sikke, sırtına hizmet tennuresi
giyer.
3. Ayakçı 18 gün boyunca tekke dışına çıkamaz.
4. Ayakçılık görevini bitiren yeni derviş Pazarcı adını alır ve bu hizmete başlar.
Tekkenin alışveriş gibi dışarı işlerini görür.
5. Pazarcı sikke ve hizmet tennuresi giyer.
6. Dışarı çıkarken hizmet tennuresi üstüne hırka giyer. Hizmet alameti olarak
sırtına bir havlu alır ve kuşağının arasına bir kılıflı maşa sokar.
MEVLEVÎ SAKA TİPİ
VE ONUNKİYLE KARIŞABİLECEK KIYAFETLER
Görebildiğimiz yerli kaynakların Mevlevîliğe giriş, Mevlevîlikte derece ve 18
hizmetin işlendiği anlatımlarında, tekkeye suyun nasıl temin edildiği ve varsa hayır
amaçlı hizmetlerin ne suretle ve kimler tarafından icra edildiği kaydedilmemiştir.
Gölpınarlı 18 hizmet arasında saymasa da, ‘somat’ ya da ‘sımât’ denilen Mevlevî
sofrasında su hizmeti gören ‘sâki’ye değinir33. Bu konuda, “su çekme” görevinden söz
eden Clément Huart’nınki gibi, Batılılara ait yazılı ve görsel anlatımlar tek kaynak
hükmüne bürünmektedir. Meselâ, Hammer-Purgstall’ın 1827’den itibaren çok defa
yayınlanan, Osmanlı şiir tarihini anlattığı eserinde, 1586’da vefat etmiş, Eğirdir
Mevlevîhanesi’nin şeyhi Ubeydullah Dede’nin sakalığından söz edilir. Fedaî Dede’nin
33
GÖLPINARLI, a.g.e., s. 126-127.
13
müridi olan Ubeydullah Dede, onun yanındaki hizmetine wasserträger [su taşıyıcı]
olarak başlamıştır.34
Batı kaynaklarının yazılı olanlarında derviş ya da Mevlevîlerin hayır amaçlı su
dağıttıkları ifade edilirken, bu kelimeler yeterli görüldüğü için olacak ki, kıyafet tarifine
girişilmez. Resimlerde görülen ve Mevlevîlikle ilişkili görünen saka tipi ise sikkeye
fazlasıyla benzeyen uzun bir külâha sahiptir. Sadece İstanbul’a dair resimler arasında
karşımıza çıkan bu tipin, külâhı dışında Mevlevîlerinkine benzeyen bir kıyafeti yoktur.
Uzun külâhlar birbirinden küçük farklılıklar gösterebilse de, sikkeye benzemeleri
değişmez özellikleri olarak kalmaktadır. Resimlerdeki bu tipin bir Mevlevî olarak
belirlenebilmesi için, tanım veya tarifinde ‘derviş’ ya da ‘Mevlevî’ ibaresi kullanılmış
olsa bile, başta külâhı olmak üzere, kıyafet özelliklerinin, bir önceki bölümde
verdiğimiz Mevlevîlik derecelerine uyan kıyafet ve görev özellikleriyle karşılaştırılması
gerekmektedir. Bunu ‘Tartışma ve Sonuç’ bölümünde yapacağız.
Yerli ve yabancılar tarafından hazırlanmış çok sayıda Osmanlı kıyafet albümü35
incelendiğinde; Mevlevî sikkesi dışında; bazı başka şahısların baş kıyafetlerinin de
hayır amaçlı su dağıtan sakaların uzun külâhına benzediği görülür.
34
[Joseph von] HAMMER-PURGSTALL, Geschichte der Osmanischen Dichtkunst bis auf unsere
Zeit mit einer Blüthenlese aus zweithausend, zweihundert Dichtern, Cilt: 3 [1574-1687 yılları arası],
Conrad Adolph Hartleben: Pesth, 1837, s. 53.
35
Osmanlı kıyafetlerinin 300 yılını kapsayan, incelediğimiz resim ve fotoğraf albümlerine örnekler:
Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales de N. de Nicolay
Dauphinoys (De Nicolay, 1568);
Itinera in Hispaniam, Viennam et Constantinopolim (Wyts, yazma, Österreichische
Nationalbibliothek’te, 1573);
Bilder aus dem Türkischen Volksleben (Hendrowski, yazma, Österreichische Nationalbibliothek’te,
1575-1599 arası);
Bilder türkischer Herrscher, Soldaten, Hofleute, Städte (Lewenklau, yazma, Österreichische
Nationalbibliothek’te, 1586);
Degli Habiti Antichi et Moderni di Diuerse Parti del Mondo Libri Due (Vecellio,1590);
Türkisches Manierenbuch, (Anonim yazma, Universitätsbibliothek Kassel’de, 1595);
Costumes de la Cour du Grand Seigneur (Anonim, yazma, BNF’ta,1630);
Rålambska Dräktboken (Anonim, yazma, Kungliga Biblioteket’te, 1657);
Recueil de Cent Estampes Representant Differentes Nations de Levant (Vanmour, 1707 tarihli
resimler; Ferriol, 1714);
Costumes Orientaux (Monnier, 1786);
Recueil. Dessins Originaux de Costumes Turcs (Anonim, yazma, BNF’ta, 18. yy.ın sonu);
Moeurs et Coutumes Turques et Orientales (Rosset, BNF, 1790);
Illustrations de Histoire des Othomans. Moeurs, Usages, Costumes des Othomans (Castellan, 1812);
Il Costume Antico e Moderno Storia (Ferrario, 1820);
Vinkhuijzen Collection of Military Uniforms (Toplama, New York Public Library’de, 1820);
Voyage a Athenes et a Constantinople, ou Collection de Portraits, de Vues et de Costumes Grecs et
Ottomans (Dupre, 1825);
Abbildungen Herumgehender Krämer von Constantinopel (Hunglinger von Yngue, 1830);
Album Oriental: Types et Costumes (Montani, 1855);
Stamboul. Souvenir d'Orient (Preziosi, 1865), Les Costumes Populaires de la Turquie en 1873
(Hamdi Bey, Launay ve Sébah, 1873).
14
Konumuz olan Mevlevî sakanınki ile ona benzeyen
kıyafetleri karşılaştırabilmek için öncelikle referans resimler
belirlenmelidir. Bu resimlerin çizenleri tarafından Mevlevî, hiç
olmazsa derviş olarak tanımlanmış
bulunmaları; kendi
aralarında farklılıklar taşıyabilen uzun külâhların, versiyonları
arasında en eski yapım tarihine sahip olmaları; gözleme
dayanarak yapılmış olmaları ve öncülleri bulunmamaları
gerekir. Bu kriterlerimize uyanlar 1707’den Vanmour ve
1774’ten Monnier’nin resimleri ile White’ın kitabında yer alan
1884 tarihli çizimdir (White’ın
çizimi olarak anacağız). 17631790
arasına
tarihlenen
Duponchel’in resmindeki saka,
Monnier’ninkiyle hemen hemen
aynı tiptir. Bu resmin yapım
Vanmour’un derviş sakası
tarihinin çok geniş bir aralıkta
verilmesi yüzünden öncül veya
takipçi
olduğunu
söyleyemediğimizden, ara bir
tarihte
Monnier’in
alıyoruz.
yapılmış
olan
resmini
mihenk
19.
yy.
başından
itibaren Rainieri gibi ressamlar
tarafından
aynıyla
çizilmeye
Monnier’nin sebilcisi
devam edecek Duponchel’in tipi, kanaatimizce Monnier’den
alınmıştır. Duponchel’in tiplerinin ödünç olduğuna bir delil,
D’Ohsson’un kitabında yer alan Le Barbier’nin Mevlevî
şeyhini de kopyalamış olmasıdır. Ayrıca, Duponchel’in hayatı
hakkında fazla bilgiye ulaşamadık; ama Monnier’nin dört yıla
yakın bir süre İstanbul’da kaldığını ve doğrudan gözlem
White’ın Mevlevî sebilcisi
yaptığını biliyoruz.
Benzerlik
ve
farklılıkları
belirlemeden
önce,
belirlediğimiz referans resimlerdeki saka tiplerinin baş kıyafeti ve dış görünüş
özelliklerini sıralayalım:
15
1. Vanmour ve Monnier hem Mevlevî görünümlü, hem de sivil saka resimleri
yanında, olağan Mevlevî dervişini de çizmişlerdir. Bu, karşılaştırma için
kolaylık ve elverişlilik temin etmektedir.
2. Vanmour çizdiğine ‘derviş’, Monnier ‘sebilci’ der; White ise çizimine
‘sebilci derviş’ demiş, metnine ‘Mevlevî’yi eklemiştir.
3. Vanmour’inki atlı, Monnier ve White’ınki yayadır.
4. Vanmour ve Monnier’nin derviş ve sebilcilerinin külâhları uzunluk ve
renkçe kendi Mevlevîlerinin sikkelerine benzerdir ama onların sikkelerine
kıyasla tepede biraz sivrilmektedir. White’ın Mevlevîsinde de öyledir.
5. Monnier’nin sebilcisinin külâhının alt kenarında iki parmak kalınlığında,
sikke renginden daha koyu bir bant görülmektedir.
6. White’ın Mevlevîsinin külâhının alt tarafına düz destar (sarık) sarılmıştır.
7. Vanmour ve Monnier’dekilerin saçları tam traşlıdır; White’ınkinde belli
değildir.
8. Üst kıyafeti olarak Vanmour ve White’ınki kısa, Monnier’ninki uzun kollu
yelek giymişlerdir. Her üçü de de süslü olmakla beraber, Monnier’nin
sebilcisinin yeleğinin yakalarının her iki omzun ucuna uzanan içbükey sivri
uçları vardır (Bu sivri uçlar Yeniçeri sakasının üst kıyafetinde de görülür).
9. Vanmour ve Monnier’dekiler göğüslerini açıkta bırakan mintan giymişlerdir.
10.
Bellerinde enlice kuşak sarılıdır. Vanmour’inkinin
kuşağının ön kısmında yuvarlakça bir nesne görülür; muhtemelen
aynadır. White’ınkinde o bölge belli değildir.
11.
Alt kıyafetleri şalvardır; her üçünün de ağı diz
hizasındadır, yerlere kadar sarkmaz. Vanmour ve White’ınkiler kısa
Vanmour’un derviş
sakasının baş
kıyafeti
paçalıdırlar.
Sakalarımızın Mevlevî olup olmadıklarını belirlemekte,
kıyafete dair en belirleyici karşılaştırma
unsurunun
uzun
külâhları
olacağı
anlaşılmaktadır. Bu külâh, Vanmour’da
dal
(düz,
yalın),
Monnier’de
alt
kenarında daha koyu renkte bir hat
varmış gibi görünen, White’da destarlı
White’ın Mevlevî
sebilcisinin baş
kıyafeti
(sarıklı) hâldedir.
Monnier’nin sebilcisinin
baş kıyafeti
16
Şimdi, hayır amaçlı su dağıtan saka tipinin uzun külâhı ile benzerlik gösteren ve
onunla karıştırılma ihtimali bulunan Osmanlı baş kıyafetlerini olabildiğince derlemek ve
tarif etmek istiyoruz. Başta acemi oğlanlar olmak üzere, benzer baş kıyafeti sahiplerine,
İsmail Hakkı Uzunçarşılı36 ve birkaç yabancı kaynaktan, özet ve alıntılarla değineceğiz.
Devşirme oğlanı: Kızıl aba, sivri külâh
giyerlerdi (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 17, 21).
Maaşlı acemi oğlanı: “Acemiler başlarına
mahrutî [konik] şekilde sivri uçlu sarı serpuş
giyerlerdi.
Acemi
ocağına
mukayyet
ulûfeli
acemiler ile Türklerin hizmetine verilmiş olan
ulûfesiz acemilerin kıyafetleri arasında biraz fark
vardı. Acemi ocağı efradının üzerlerinde kaputun
altında mavi renkte dolamalar’ı olup uzunluğu diz
Devşirme oğlanı (Wyts’den)
kapağını geçmekte idi; ön tarafından iki ucu
yürümelerine mâni olmamak için bele sokulurdu; bu,
dolama denilen cübbenin üst kısmı bele kadar düğmeli ve
alt kısmı ise genişti; kollar bileklere kadar kıvrımlı, geniş
ve tam bilek yerinde ise dar olup mintan gibi idi;
bellerinde krep veya çizgili kumaştan kuşakları vardı ve
sol kolun altından bağlanırdı; bellerinde ve ön taraflarında
bir şerit ile bağlı küçük hançerleri asılı idi; başlarında
evvelce söylediğimiz gibi şekerci külâhına [Bk. burada s.
22’de Vanmour’un Helvacısı] müşabih sarı renkte serpuş
olup bunun etrafında krepten ince sarık vardı; kulaklarına
bazı esnafın koydukları kalem gibi birkaç çiçek takılı idi;
şalvarlarının alt kısmı yani baldırları dar ve kıvrımlı olup
ayakkabıları bağsız ve arkasızdı” (Kapıkulu Ocakları, C. I,
s. 51). [Köşeli parantez içindeki not bize ait]
Saray acemi oğlanı (Amman’dan)
İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları, 2 cilt, 3. Bs.,
Türk Tarih Kurumu: Ankara, 1988; Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, 2. Bs., Türk Tarih Kurumu:
Ankara, 1984.
36
17
Maaşsız acemi oğlanı: “Bunlar yakadan itibaren
ön kısmı dört parmak aşağıya doğru açık köylülerinkine
benzeyen bir nevi gömlek giyerlerdi, bu gömleğin
kolları uzun, geniş ve kıvrımlı idi; bellerinde önden
bağlı bir kuşak olup kuşağın bağlandığı ön kısımda bir
bıçak takılı idi; bu gömleğin üstüne kısa bir cüppe giyip
cüppenin kolları omuzla dirsek arasında kesikti;
dizlikleri geniş ve uzun olup (şalvar gibi) ayaklarının
üzerine kadar inerdi; ayakkabıları bağsız ve dar kenarlı
olup
serpuşları
ise
acemi
ocağı
efradının
sarı
külâhlarının aynı idi” (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 5152).
İçoğlanı: Enderun ve
sarayın
saraya
diğer
kısımlarında,
çıkarmak
üzere
Bağ bahçe acemi oğlanı
(Amman’dan)
yetiştirilen saray acemileridir. Enderun’dakiler has oda,
hazine, kiler, seferli, büyük oda ve küçük oda oğlanları;
saraylardakiler saray oğlanları adını alırdı. Galatasarayı’nda
sakalık eden içoğlanları vardı. Başlarına işlemesi az takye
giyerler ve bellerine acemvari kemer takarlardı (Kapıkulu
Ocakları, C. I, s. 60; C. II, s. 139; Saray Teşkilatı, s. 300-303,
331).
Acemi ocağından başka yerlerde hizmet eden acemi
oğlanlara, ayrıldıkları görev türüne göre ‘cemaatler’ denirdi.
Bu cemaatlerden biri de ‘sakayân-ı hassa’ yani hassa
sakalarıdır (Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 57-60, 76, 81). Hassa
tabiri hükümdara aidiyeti ifade ettiğinden ve Galatasarayı
İç oğlanı (Vanmour’dan)
adında bir saray da faaliyette olduğundan, bu tür saka
resimlerinin İstanbul tasvirleri arasında yer alması çok
doğaldır. Ağırlıkla Galata ve Pera’da ikamet eden yabancıların bu saraya hizmet eden
içoğlanlarını ve acemileri gözlemlemiş olmaları çok muhtemeldir.
18
Zülüflü
baltacı:
Enderun’un
seyyar
hizmetini
görürler. Giydikleri lacivert çuhadan dolamanın yakaları iki
yanı göremeyecek, yalnız önünü görecek kadar yüksek ve
kalkıktır. Başlarına giydikleri deve yününden yarım zirâ
uzunluğundaki serpuşun iki yanından iki örgü, zülüf veya
perçem gibi yanaklarına doğru sarkar. Bu külâhın altına
giyilen fesin kenarları iki parmak dışarıda kaldığından
serpuşun alt kenarı kırmızı görünür. Enli ve siyah
sahtiyandan kemer kuşanırlar. “Başlıkları eski saray
baltacılarınınkini andırır ise de biraz daha sivri idi.” (Saray
Teşkilatı, s. 435-438)
Uzunçarşılı, divan-ı hümayûn veya sim sakalar ocağı
adında bir bölükten bahseder ama kıyafetlerini tarif etmez.
(Saray Teşkilatı, s. 455-457) Bu bölük adı üzerinde divan-ı
Zülüflü baltacı
(Costumes de la Cour’dan)
hümayûna
hizmet
etmekte
olduklarından,
yabancı
gözlemcilerce dışarıda görülmeleri zordur.
Uzunçarşılı, matbah-ı âmire sakalarından da söz eder ama yine kıyafetlerini tarif
etmez. Sayıca 25 kadar olan bu sakalar Enderun kilercibaşısına bağlı çalışırlardı (Saray
Teşkilatı, s. 460). Çalıştıkları yer saray mutfağı olduğundan, bu sınıfın da yabancılarca
gözlemlenmesi zordur.
1551 yılında Fransa elçisine eşlik ederek geldiği İstanbul’da doğrudan
gözlemlerini kaleme alan ve eskizler çizen Fransız Nicolas de Nicolay (1517-1583)’ın
kitabının, “Şark’a Hac ve Seyahatlerin Üçüncü Kitabı”nda, metin kısmında haklarında
bilgi aktardığı maaşlı ve maaşsız acemi oğlanlara ait iki gravür baskısı yer alır. Sonraki
devirlerde çokça versiyonları görülecek olan bu resimler De Nicolay’ın eskizleri üzerine
Louis Danet tarafından yapılmıştır. De Nicolay’ın kitabının farklı baskılarında farklı
gravürcülerin versiyonları kullanılmıştır. De Nicolay’ın anlatımına göre acemi
oğlanların “içlerinden en kaba olan bazıları su ya da odun taşımakla” görevlendirilirler.
“Yılda iki kez kalın mavi kumaştan giydirilip ayakkabı verilir, başlarına şeker somunu
biçiminde yapılmış yüksek sarı bir başlık takarlar.” “En kibarları, modalarına göre
oldukça düzgün giyinmişlerdir.” De Nicolay, maaşsız acemi oğlanlara ‘rustique’ yani
19
köylü der. Bir derviş sakayı doğrudan
gözleme dayalı olarak tarif eden ilk metin
Nicolas
de
Nicolay’ın
kitabında
yer
almaktadır. Bir resmin de eşlik ettiği bu
saka tipi hacılara su dağıtan derviş saka
tipidir.37 Bu tipin Mevlevî sakayla karışma
ihtimali bulunmadığından, burada kısaca
değindik. Her iki tür acemi oğlanı ve
hacılara su dağıtan saka tipi üzerine olan
resimler ve metin kısımlarının tarafımızdan
çevirileri makalemizin Ekler kısmında Ek:
1, Ek: 2 ve Ek:3’te yer almaktadır.
15.
yy.ın
ikinci
ve
üçüncü
çeyreğinde yaşamış Atinalı bir Yunan olan
Laonikos Chalkokondyles, Fetih öncesinde
bir süre İstanbul’da yaşamıştır. 1464’te
yazımını tamamladığı ve en erken Osmanlı
Hacılara su dağıtan saka (Amman’dan)
tarihlerinden biri sayılan yazma kitabı Yunancadır ama bu dilde, 1556’da Basel’de
yayınlanan Latince çevirisinden sonra ancak basılabilmiştir. Muhtelif tarihlerde,
muhtelif dillerde, muhtelif cilt sayılarında ve dahası başka müelliflerin ekleme ve
tamamlamalarıyla yayınlanmaya devam edilmiş kitap, Nicolas de Nikolay’ın
illüstrasyonlarını ve onlara dair açıklamaları içeren baskılar da yapmıştır. Yani
Chalkokondyles’in kitabının aslında bulunmayan ek ve illüstrasyonları içeren cildinde
yayınlanan sakanın çizimi De Nikolay’a; açıklama metni ise, muhtemelen, baskıları
gerçekleştiren Artus Thomas’a aittir.
İtalyan coğrafyacı ve doğa bilimci Marsigli kontu Luigi Ferdinando (16581730), 1678’te İstanbul’a geldi, coğrafî ve askerî gözlemlerde bulundu. 1683’te esir
edilip Viyana kuşatmasında görevli bir paşaya satıldı; böylece kuşatmaya tanıklık etti.
1684’te fidyeyle kurtuldu. Karlofça Antlaşmasında komiserlik yaptı. Marsigli, Kapıkulu
sakaları hakkında ayrıntılı bilgi vermiş, kitabına eklediği gravür baskısına bir açıklama
37
Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations Orientales
de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s. 79-82.
20
da yazmıştır. Ordu sakaları hakkındaki bu nadir bilginin tarafımızdan çevirisini
veriyoruz:
SAKALAR YA DA SU TAŞIYICILARI
KAPIKULU piyadeleri arasında yer alabilecek son asker rütbesi ordunun
SAKKA [saka]ları veya su taşıyıcılarıdır; bu su sadece içmek için değil, aynı zamanda
Türklerin gereksiz geleneklerine göre namaz kılmadan önce yıkanmak için de kullanılır.
Sayıları belirsizdir ve aralarında belirli bir subayları yoktur; ama hizmet ettikleri
bölüğe komuta eden kişiye bağlıdırlar. JANISSAIRES [Yeniçeriler], AGEMOGLANS
[Acemi oğlanları], TOPEYS [Topçular], GEBEGYS [Cebeciler], ana kumandanlar ve
G. Visir [Vezir-i Azam] ile birlikte çok sayıdadırlar.
Atlarla deriler içinde su taşırlar. Bu atlar eskiden köylüler tarafından sağlanırdı,
ama Agria [Eğri, Macaristan]'nın fethi sırasında Sultan Mehmet onları bundan muaf
tuttu. Bu su taşıma şekli Levha IV'te gösterilmektedir.
Asla dinlenemezler, çünkü su sağlamak için her zaman tetikte olmaları gerekir,
bu da sürekli heyecan gerektirir ve bu onları ordudaki en kaba insanlar yapar. Ayrıca,
genellikle kahverengi tenli olan giysilerinin kabalığı kadar yüzlerinin biçimsizliği ile de
ayırt edilirler; yine de bu su taşıyıcıları asker rütbesine erişebilirler.
Ordu sakaları (Beck’ten)
21
Levha IV. Ordu sakalarının su taşıma şekli (Marsigli’den)
AÇIKLAMA
BU LEVHA SAKALARIN ORDUYA NASIL SU SAĞLADIĞINI GÖSTERİR
A’daki B ile işaretlenmiş iki deri tulum yüklü at. Atın ıslanmasını önlemek için
üzerine çok kalın bir deri kılıf geçirirler; bu kılıfın üzerinde C işareti bulunur.
D. Saka, salvars [şalvar] adı verilen deriden pantolonu ve ıslanmayı önlemek
için aynı malzemeden fanilasıyla.
E.E.E.E. Nehirde su ile doldurulan tulumları dökmeden taşıyan atlar.
F. Yanlarında su dolu iki tulumla yüklü at.
G. Tulumdan su çeken ve bunun nasıl yapıldığını gösteren saka.
H. Bir diğeri, birine su verdikten sonra tulumu kapatır ve eyerin kulpuna
bağlar.38 [Fransızca ve İtalyancadan çeviren Dr. Rıza DURU]
Conte di MARSIGLI, Stato Militare dell' Impèrio Ottomanno, Incremento e Decremento del
Medesimo, İki cilt bir arada, P. Gosse, & G. Neaulme: Amsterdamo, 1732, s. 80.
38
22
Mağrıbî köle: Bu tipin yazılı ve görsel tarifi
sadece Batılı kaynaklarda görülür. Meselâ, 1551
tarihli gözlemin sahibi Nicolas de Nicolay “zât-ı
şahanenin kapısındaki paşalardan biri olan Mağrıbî
köle” diye bir tipin resmini verir. Baş kıyafetinde,
kısa bir sikkenin alt tarafına bir iki defa sarılmış
ince bir sarığın ucu, arkada fiyonk yapılarak serbest
bırakılmıştır.39
Karıştırmanın daha zor olduğu Yahudi
hekim, Rum beyefendisi, deli başı, humbaracı,
helvacı gibi tiplerin baş kıyafetlerine değinmiyor,
sadece bazılarının resimlerini burada veriyoruz.
Mağrıbî köle veya mahkum
(Türkisches Manierenbuch’tan)
Rum beyefendisi
(Nicolay’dan)
39
Humbaracı
(Monnier’den)
DE NICOLAY, a.g.e., s. 142.
Saray’ın helvacısı
(Vanmour’dan)
Yahudi hekim
(Nicolay’dan)
23
BATI
KAYNAKLARINDA
SİKKE
BENZERİ
BAŞ
KIYAFETLİ/
DERVİŞ/ MEVLEVÎ SAKALAR, SEBİLCİLER
Makalemizin bu bölümünde, sikke benzeri baş kıyafetli/ derviş/ Mevlevî
sakalara dair, Batılılara ait metinler ve resimleri, hangi özelliğiyle ilk olduğu notunu da
ekleyerek
kronolojik
sırayla
listeleyecek
ve
ardından
her
birini
tek
tek
değerlendireceğiz.
1575 ve 1582 Lorck (resim) Doğrudan gözleme dayanan ilk saka resmi
1575-1599 arası Hendrowski (resim) Tarifinde dolaylı olarak ‘derviş’ sakayı
bildiren, doğrudan gözleme dayanan ilk derviş saka resmi
1578-1584 arası Schweigger (metin ve resim) ‘Derviş’ sıfatı kullanılarak ilk
yazılı tarif
1707-1708 Vanmour (resim) Tarifine ‘derviş’ yazılmış doğrudan gözleme
dayanan ilk resim
1712-1713 Scotin (Vanmour’un resminin gravürü)
1714 Le Hay (Vanmour’un tanım, tarif ve açıklama metinlerinin yayını)
1731 Picard (resim)
1746 Guer (metin) ‘Mevlevî’ adı kullanılarak ilk yazılı tarif
1746 Claude Augustin Duflos (resim) (Guer’nin kitabında)
1784-88 Monnier (resim)
1788 D’Ohsson (metin) Doğrudan gözleme dayanan, ‘Mevlevî’ sıfatı
kullanılarak ilk yazılı tarif
1788 Duponchel (resim) Bulunduğu kitapta ‘Mevlevî’ sıfatıyla gönderme
yapılan, doğrudan gözleme dayanan ilk resim;
1825? Meçhul (Derwiche turc, distribuant de l'eau par esprit de charité aux
Musulmans de Constantinople) (resim)
1826 Ferrario (metin)
1817-1826 arası Raineri (resim) (Ferrario’nun kitabında)
1826 Migliavacca (resim) (Ferrario’nun kitabında)
1832 Meçhul (resim) (Ferrario’nun kitabında)
1832 Walsh (metin)
1839-1861 arası? Brindesi (resim)
24
1844 White (metin ve resim) Bulunduğu kitapta ‘Mevlevî’ sıfatıyla gönderme
yapılan, doğrudan gözleme dayanan, sebilcinin kim olduğunu bildiren en net ve
kesin resim ve tarif
1862 Manaraky (resim)
1912 Pears (metin)
1927 Brown (metin)
Lorck’un Resimleri
Almanya doğumlu Danimarkalı Melchior Lorck [Lorichs] (1526-1583)’un
Kanunî Sultan Süleyman devrinde, 1551 yılında Alman elçi Busbecq’in maiyetinde
İstanbul’a geldi, burada dört yıl kaldı. Elçi Hanı’nda beklerken gözleme dayalı pek çok
eser meydana getirecek zamanı oldu. Lorck, sikke benzeri baş kıyafetiyle karışabilecek
bir tip ve iki ayrı saka tipinin de aralarında bulunduğu tahta oymalar yaptı. Bunlar,
konumuzla ilgili olarak, bir Batılı kaynakta ilk kez karşımıza çıkan resimlerdir.
Bu üç tahta oymanın baskıları Almanya Wolfenbüttel’deki Herzog August
Bibliothek [Herzog August Kütüphanesi]’nde 1626 baskısı bir kitap içinde40,
Bibliothèque Nationale de France [Fransız Millî Kütüphanesi]’nde 1646 baskısı bir
kitap içinde41, The British Museum [Britanyalılar Müzesi]42 ve Statens Museum for
Kunst [Danimarka Millî Galerisi]’nde43 perakende hâlde bulunmaktadır. Lorck’un
kitabında metin bulunmamakta, gravür baskıların üstünde, altında herhangi bir tanım
yer almamaktadır; sadece ressamın monogramı ve kimilerinde yapım tarihleri bir
köşelerine kazınmıştır.
Herzog August Kütüphanesi’nin dijital olarak sergilediği sayfalar için köşeli
parantez içinde tanımlar yazılmıştır. Lorck’un 1575 tarihli ilk çizimine ‘Wasserträger’
Melchior LORICHS, Deß Weitberühmbten/ Kunstreichen und Wolerfahrnen Herrn Melchior
Lorichs Flensburgensis, wolgerissene und geschnittene Figuren zu Roß und Fuß sampt
schönen Türkischen Gebauden und Allerhand was in Türkei zu sehen, Michael Hering: Hamburg,
1626.
https://www.europeana.eu/en/collections/person/32666-melchior-lorck?page=5 /(genel)
https://www.europeana.eu/en/item/168/item_C74WPBPV5FQDDI37R56PMZVBPN3SNBG4 (1575)
https://www.europeana.eu/en/item/168/item_HMUZP4N6NIQ2JY73NOAEA6SYZBWQA3UB (1570)
https://www.europeana.eu/en/item/168/item_ZNFPJMWRBJNPQX65HXIT34JN7GUNRL3S (1582)
41
Melchior LORCK (LORICH), Wolgerissene und geschnittene Figuren sampt shönene türckischen
Gebaüen, Hamburg, 1646. http://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b2000133k.
42
The British Museum, Melchior Lorck, https://www.britishmuseum.org/collection/term/BIOG36177
(genel) https://www.britishmuseum.org/collection/object/P_1871-0812-4583 (1575)
https://www.britishmuseum.org/collection/object/P_1871-0812-4586 (1582)
43
https://open.smk.dk/artwork/image/kksgb8222 (1575)
https://open.smk.dk/en/artwork/image/KKSgb8225 (1575)
https://open.smk.dk/en/artwork/image/kksgb8217 (1582)
40
25
[su taşıyıcı], 1570 tarihli ikinci çizimine Mann mit Turban [sarıklı adam], 1582 tarihli
çizime ‘Mann mit Gefäß’ [kabı olan, kaplı, kap taşıyan adam] tanımları yapılmıştır. Her
iki çizimin detaylı tanımlamasında baş kıyafetine dikkat çekilmiştir. Lorck, sarıklı adam
gravürünün üstüne yılı kazımamıştır; 1570 yılı Kütüphane tarafından verilmiştir.
Fransız Millî Kütüphanesi’deki örneklere Fransızca tanımlar verilmiştir.
Kütüphanece ilk çizime verilen “porteur Turque” [Türk hamal], ikinci çizime verilen
“Turque remplissant ou vidant une pipe?” [Türk bir boruyu dolduruyor mu yoksa
boşaltıyor mu?] ve üçüncü çizime verilen “nomade ou mendiant” [göçebe veya dilenci]
tanımları çizimlerle uyumlu değildir.
Britanyalılar Müzesi’nin tarifleri çok daha yerindedir. İlk çizime verilen tarif
şöyledir:
Bir su taşıyıcısı; tam boy figür, hafif sağa dönük; sivri uçlu bir şapka giyiyor;
bir kap ve omuzlarında bir koşumdan sarkan deri bir çanta taşıyor; 127 gravürden
oluşan bir seriden. 1575.
İkinci çizim bu müzede yer almamaktadır. Üçüncü çizime verilen tarif aynen
şöyledir:
Su taşıyıcısı; boydan boya erkek figürü; sola doğru yürüyor; büyük bir deri su
şişesi taşıyor; arka planda yıkık bir kule ve bir ağaç; 127 gravürden oluşan bir seriden.
1582.
Danimarka Milli Galerisi’nde ise sırayla “Janitsharernes kok” [Yeniçerilerin
aşçısı], “En Saquatz med sin vandsæk under armen” [Kolunun altında su çantasıyla bir
saka] ve “Mod venstre gående mand, set bagfra; på ryggen bærer han en vandsæk af
læder” [Sola doğru yürüyen adam, arkadan görülüyor; sırtında deri bir su torbası
taşıyor] isabetli tanımları verilmiştir. Danimarka Millî Galerisi, Lork’un üzerine yılı
kazımadığı ikinci çizim için 1575 tarihini vermiştir.
Lorck’un ilk çizimindeki tip, sol tarafında deri bir kova (kırba) ve sağ tarafında
maden bir kova taşımaktadır. Kıyafetinin eteklerini kaldırıp kuşağına sokmuş, kollarını
kıvırmıştır. Dönem resmilerinde, bir iş görmekle ilişkisiz olarak, etek uçlarının ön ve
arkadan toplanıp kuşağa sokulmasının yaygın bir âdet olduğunu belirtmeliyiz.
Uzunçarşılı’ya göre, bu, kıyafetin ayağa dolanmasına engel olmak için yapılıyordu (bk.
26
yukarıda: maaşlı acemi oğlanı). Bir sakanın bunu kıyafeti ıslanıp çamurlanmasın diye
yaptığı da düşünülebilir. Bu kıyafet, hizmet tennuresi midir, yoksa acemi oğlanların
giydiği cübbe olan dolama mıdır? Sakanın uzun ve sivrice bir külâhı vardır. Bu külâh,
dönemin özelliklerini gösteren bir sikke midir, yoksa acemi oğlanların sivri külâhı
mıdır? Kuşağının sağ tarafına sokulmuş ince, uzun bir nesne görülmektedir. Bu Pazarcı
Mevlevî’nin kılıflı maşası mıdır, yoksa acemi oğlanın bıçağı mıdır? Boynuna attığı
havlu sağ omzunun arkasından sarkmaktadır. Bu Pazarcı Mevlevî’nin havlusu mudur?
(Makalemizin ikinci kısmında Gölpınarlı’dan sikke için aktardığımız “Evvelce tepesi,
tabiî olarak sivriceymiş”
cümlesini ve Pazarcı’nın
hizmet
alâmeti
sırtına
aldığı
kuşağına
havlu
soktuğu
maşayı
olarak
ve
kılıflı
hatırlayalım).
Lorck’un bu çizimindeki tip
için,
16.
yy.a
has
özellikleriyle bir Mevlevî
kıyafeti
giymiş,
dışarı
işlerinden olan tekkeye su
getirme işini yani sakalık
hizmetini
gören,
hizmet
derecesi itibarıyla Pazarcı
olan
bir
Mevlevîdir
diyebilir miyiz? Lorck’un
bu çizimini tespit edilmiş
ilk Mevlevî resmi olarak
evvelce tanıtmış44 olsak da,
onun,
Nicolay’ın
‘köylü
acemi oğlanı’ diye tarif
ettiği
tipe
daha
yakın
bulunduğunu da söylemek
Lorck’un birinci tipi
44
durumundayız.
Rıza DURU, Mevlevîlik Tarihinin Kaynaklarından Seyahatnameler, s. 348-349.
27
Etekli
bir
alt
kıyafeti olan ikinci tip,
sonraki dönemlerde de tarif
edilecek,
hayır
amaçlı
sakadır.
Bir
elinde
muhtemelen cam küreden
kesilmiş
bir
yerleştirildiği
aynanın
uzun
ve
kalınca bir çubuk taşımakta
ve aynı eliyle su kabının
musluğunu açarak tasa su
doldurmaktadır. Çok eski
bir tanıklık bu derviş sakayı
olmasa da, elindeki aynalı
çubuğu tarif eder (Ayrıca,
aşağıda
Schweigger’in
metnine
bk.).
İstanbul’un
Annesi,
fethinde
kaçarak Venedik’e yerleşen
Bizans
asillerinden
bir
kadın, babası bir Venedikli
olan Theodoro Spandugino
Lorck’un ikinci tipi
(?-1538’den sonra),45 1503
yılındaki
İstanbul
ziyaretinin izlenimlerini aktardığı kitabında; Kalenderî, Divanî, İshakî ve Torlakî diye
dört sınıfa ayırdığı dervişlerin arasından, Torlakîlerin bir uygulamasını anlatır. Oradaki
Torlakî saka değildir ama Lorck’un sakasında da bulunan aynadan taşır. Bu yüzden, bu
metnin farklılıklar içeren iki ayrı baskısından ilgili kısmın tarafımızdan çevirilerini
vermeyi yararlı buluyoruz. Ayrıca, dervişler hakkında bir Batılı tarafından kaleme
alınan gördüğümüz ilk metin olması nedeniyle de, bölümün tamamının tarafımızdan
çevirisi Makalemizin Ekler kısmında Ek: 4’te yer almaktadır.
Spandugino’nun iyi bir biyografisi şu önsözde yer almaktadır: Donald M. NICOL, “Theodore
Spandunes-On the Origin of the Ottoman Emperors” önsözü, Cambridge University Press: Cambridge,
1997.
45
28
Aynı deruisi [derviş]lerden bazıları uzun bir çubuğun üstünde bir ayna taşır ve
sizi beyaz şapkasıyla selamlar ve size kendinizi görebileceğiniz iki camı olan bir ayna
gösterir ve size aynada kendinize bakmanızı ve kim olduğunuzu ve ne olacağınızı
görmenizi veya kendinizi tanımanızı söyler veya size bir elma ve bir turunç verir ve
karşılığında ona bir kuruş vermeniz gerekir.46 [Eski Almanca’dan çeviren: Dr. Rıza
DURU]
Bazıları, kendileriyle konuştukları kişiye tuttukları, uzun bir ayağı olan bir ayna
taşımayı âdet edinmişlerdir. “Buradan kendinize bir bakın, şu an olduğunuzdan farklı
hâle gelmenin çok uzun sürmeyeceğini düşünün. Bu nedenle alçakgönüllü ve dindar
olun; ruh için iyilik yapmayı unutmayın.” Ve bu sözleri bu şekilde söyledikten sonra,
konuştuklarına ya bir elma ya da bir portakal verirler; o kişi de kendisine bir kuruş
bahşiş vermek durumunda kalır.47 [Eski İtalyanca’dan çeviren: Dr. Rıza DURU]
Daha sufi bir tip olduğu anlaşılan
Lorck’un hayırsever sakasının, Torlakî
dervişi gibi muhataplarına ayna tutması,
16. yy.ın tasavvufî pratiklerine dair
değerli bir bilgidir.
Üçüncü tipin sırtında deriden bir
su kabı görülmektedir. Kanaatimizce bir
sakadır ama ilk iki çizimdekilerden
kıyafetçe farklıdır. Baş kıyafeti sikke
olmasa da, alışıldık sivil Osmanlı baş
kıyafeti gibi de değildir; kürkten bir
başlığı andırmaktadır. Belki arakıyyedir.
Alt kıyafeti şalvar değil de etekli bir
kıyafettir. Bu tipin de hizmet tennuresi
benzeri bir alt kıyafet giydiği söylenebilir.
Sırtında, muhtemelen ıslanmayı önlemek
için giydiği, yünlü tarafı dışarıda olan deri
Lorck’un üçüncü tipi
Theodoro SPANDUGINO (Theodori Spaduuini Cantacusini von Constantinopell; İstanbullu
Kantakuzin), Der Türcken heymligkeyt. Ein new nutzlich büchlein von der Türcken vrsprung,
pollicey, hofsytten vnd gebreuchen ... in welscher sprach beschribenn ... vnnd ... durch Casper vonn
Aufses in ein gemein teutsch gezogen, Georg Erlinger: Bamberg, 1523, sayfa numarası verilmemiştir.
47
Theodorus SPANDUGINUS, I commentari di Theodoro Spandugino Cantacuscino gentilhuomo
costantinopolitano, dell'origine de principi Turchi, & de' costumi di quella natione, Lorenzo
Torrentino: Fiorenza, 1551, s. 194.
46
29
bir arkalık vardır. Lorck’un üçüncü tipinin sivil olup olmadığını tespit için, diğer
çizimlerindeki halk tipleriyle bir karşılaştırma yapılması gerekir. Lorck’un çizdiği,
zanaatını icra eden veya satıcılık yapan üç tipin hepsi sarıklıdır. Sarıklı olmayan tipler
muhtemelen derviş tiplerdir; meselâ on iki terkli bir başlığı olan onlardan biridir. Bu
verilerle, Lorck’un üçüncü tipinin; sivil olmayan, daha sonraki devirlerde karşımıza
çıkacak hayır amaçlı su dağıtan sikke benzeri külâhlı derviş sakanın prototipini teşkil
ettiği söylenebilir.
Hendrowski’nin Resimleri
Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Heinrich Hendrowski, 16. yy.ın ikinci
yarısında Kutsal Roma Germen imparatorunun İstanbul’daki elçisi Bartholomäus
Pezzen’in
ressamıydı.
Österreichische
Nationalbibliothek
[Avusturya
Millî
Kütüphanesi]’ndeki 16. yy.ın son çeyreğine tarihlenen ‘Türk Halk Hayatından
Resimler’ diye çevirebileceğimiz tek nüsha, yazma eserindeki48 üç ayrı resimde yer alan
tipler, saka tipleriyle görev ya da kıyafet bakımından benzeşme göstermektedirler.
Konumuzla ilgili ilk resim olan 52 numaralı resmin tanımına “Wie sie Ihr Speiss
von Hoff dragen” yani “Yiyeceklerini avludan nasıl taşıdıkları” yazılmıştır. Bu resmin
öncesinde,
İstanbul’a
getirilen
devşirme
çocuklar
sürüsü,
onun
öncesinde
Hendrowski’nin 52 numaralı resmi
Heinrich HENDROWSKI, Bilder aus dem Türkischen Volksleben, yazma, Österreichische
Nationalbibliothek, 1575-1599.
48
30
Bulgaristan’da değirmen ve Bulgar köylüleri yer alır.
Resmin sonrasında sipahiler ve at üstünde diğer askerî
kesimler vardır. Kitap içindeki resimlerin belli bir
konu sırasını takip etmediği ve belli bir konuyla ilgili
tiplerin bir resim içinde bir araya getirilebildiği
görülmektedir. Meselâ, az sonra inceleyeceğimiz
sakalarla ilgili resimde üç ayrı saka tipi aynı resimde
gösterilmiştir. 52 numaralı resme dönersek, bu
resimde, yemeğin piştiği mahalden yenileceği mahalle
taşınması ve bununla görevli tipler bir resim içinde
olarak gösterilmiştir. Belli ki kalabalık nüfuslu
yerlerdeki mutfak hizmetine dairdir. Resmin sol arka
planındaki gencin kıyafeti ilgi çekicidir: Başında açık
devetüyü renginde, arakıyyeye benzer bir başlık
bulunmaktadır. Sivri uçlu ve sarı olmadığı için acemi
Acemi oğlanı (Vecellio’dan)
oğlanı başlığı demek güçse de, aynı yıllardan İtalyan
ressam ve oymacı Cesare Vecellio (yak. 1521-yak. 1601)’nun ‘acemi oğlanı’ başlıklı
çizimindeki49 başlık da arakıyyeye benzer. Üstünde uzun kollu, yakasız, boyundan
dizlere kadar inen bir giysi vardır. Bu kıyafetin ön eteğinin uçları kuşağına sokulmuştur.
Uzun kollu olmakla, bu, maaşlı acemi oğlanının dolamasıdır, ama başlık çevresinde
sarık olmaması uyumsuzdur. Onun altından, havlu ucu gibi uçları saçaklı bir parça
görülmektedir. Belindeki kuşağa iki parçası olan ve kılıfa konulmuş bir nesne –
muhtemelen bıçak- sokulmuştur. Bu tip; başlığının ucu sivri, koni biçimli ve sarı renkli
olmadığından
ve
mavi
renkli
dolama
giymediğinden
bir
acemi
oğlanına
benzememekteyse de, Vecellio’nun örneğini de dikkate aldığımızda, karma kıyafetli bir
acemi oğlanı resmedilmiştir denilebilir. Bu resimdeki diğer tipler konumuz açısından
özellik taşımazlar.
85 numaralı resmin tanımı “Des keysers stall knecht” yani “Padişahın
seyisleri”dir. Beş hizmetkârın vücut kıyafetleri farklı renklerde olsa da birbirine benzer
acemi oğlanları kıyafetleridir. Bu resimde ilgi çekici olan, sikkeye benzer baş kıyafeti
olan hizmetkârdır. Tepeye doğru hafifçe sivrilen ama acemi oğlanların sivri külâhı gibi
de sivri olmayan bu başlığın alt kenarında daha koyu renkli bir hat görülmektedir. Bu
49
Cesare VECELLIO, Degli Habiti Antichi et Moderni di Diuerse Parti del Mondo Libri Due,
Damian Zenaro: Venetia, 1590.
31
görünüm, Uzunçarşılı’nın “Başlarına giydikleri deve
yününden yarım zirâ50
uzunluğundaki serpuşun iki yanından iki örgü, zülüf veya perçem gibi yanaklarına
doğru sarkar. Bu külâhın altına giyilen fesin kenarları iki parmak dışarıda kaldığından
serpuşun alt kenarı kırmızı görünür” dediği zülüflü baltacı başlığına ait olmalıdır. Ama
hizmetkârın zülüfleri olmadığı gibi, dolamasının yakaları da tarife uymaz. Benzer tipler
‘baltacı’ ve ‘bostancı’ adlarıyla 1630 tarihli bir albümde yer alır.51 Bu başlığı
Bostancılar da giyerler (s. 434). Bu albümde baltacının başlığı tepede daha sivri,
bostancının başlığı ise yuvarlakçadır. Uzunçarşılı’ya göre seyisler sarıksız, kırmızı
barata giyerler (Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, s. 491) Bu resimde, tepe kısmı
gevşek ve sarkmış görünümde bir başlık olan barata görülmemektedir. Alt kenarı koyu
görünen bu başlığın üzerinde duruyoruz, çünkü ilerleyen devirlerde derviş/Mevlevî saka
veya sebilci olarak karşımıza çıkacak olan tipin üç başlığından biri bu başlıktır; ilk
1784’te Monnier’de görülecektir.
Hendrowski’nin 85 numaralı resmi
Yandaki resimden detay
Olup olabilecek bütün saka tiplerini derli toplu veren ve bu yönüyle ayrıca ilgi
çekici olan üçüncü resmin tanımı “Wie sie das waßer herum tragen umb Gotts willen in
der Statt” yani “Tanrı rızası için şehirde suyu nasıl taşıdıkları”dır. Resimdekiler sivil
Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk; 75-90 cm. arasında değişen bir uzunluk ölçüsü.
Costumes de la Cour du Grand Seigneur, anonim, yazma, 149 guaj yıkama resim ve arka
sayfalarında el yazısıyla İtalyanca tarifleri, Bibliothèque Nationale de France Département Estampes et
Photographie’de, 1630.
50
51
32
Osmanlı kıyafetleridir, sadece en sağdaki sakanın üstüne sarığını sardığı külâhta, ince
enli de olsa istiva bulunduğu görülür. İstivanın böyle ince görünümü o devirlerin
albümlerindeki Mevlevî dervişlerinde de mevcuttur. Bir muhibe şeyh tarafından,
‘tarikattaki hizmetine karşılık’ sikkesine destar yani Mevlevî sarığı sarma izni
verilebileceğinden ve muhibin daima sikkeyle gezdiği ama sair kıyafetinin sivil
olduğundan yukarıda söz etmiştik; bu tip için aklımızın bir kenarında durabilir. ‘Derviş’
tabirini doğrudan kullanmayarak, tarifle derviş sakaları bildiren ilk resim budur.
Hendrowski’nin her türden derviş sakaları
Sivri
acemi
oğlanı
külâhından
çok
arakıyyeye benzeyen başlık, ilk Monnier’de
ortaya çıkacak sebilci başlığı ve derviş sakalardan
birinin istivaya benzer alametiyle sarıklı külâhının
yer aldığı Hendrowski’nin resimleri şimdilik
karışıklığı bir hayli arttırmaktadırlar.
Yukarıdaki resimden detay
33
Schweigger’in Resim ve Metni
İlk Almanca Kur’an çevirisinin de sahibi olan Alman Salomon Schweigger
(1551-1622), III. Murad döneminde, 1578-1584 tarihleri arasında, Alman elçisinin vaizi
olarak İstanbul’da bulundu; doğrudan gözlemlerini ve kendi çizimlerini içeren resimli
bir seyahatname hazırladı. Schweigger, 1608 yılında yayınlanan kitabında saka,
Kalenderî ve hacının beraberce yer aldığı bir gravür baskısına ve bu resmi açıklayan bir
metne yer verir. Resimdeki saka sikkeli değil, sarıklıdır. Kalan kıyafetine gelince,
resmin sağındaki hacı gibi şalvarlı değildir veya varsa da görünmez; geniş etekli bir
kıyafettir.
“Türk Tarikatları”. Solda derviş saka (Schweigger’den)
Schweigger, İstanbul’daki tarikatları dörde ayırır: Dervişler, Cemalîler,
Kalenderîler ve Torlaklar. 16, 17, hatta 18. yy.da bile Mevlevîlik için yalın ‘Dervişler’
tabiri kullanılmaktaydı.52 Bazı dönem kitaplarında, diğer bütün derviş tipleri yanı sıra
Mevlevî tipinin de, halktan kişilerle aynı baş kıyafetinde yani sarıklı olarak çizildiği
resimler görülebilir; onların Mevlevî olduklarını anlamayı sağlayacak ayrıntılı bilgi
52
Bu konudaki değerlendirme ve örnekler için bk. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 42.
34
eşlik eden metinde verilmiştir. Burada, metin, resme bu yönde bir destek sağlamamıştır.
Bu iki dayanağa rağmen, bu resimdeki sakanın Mevlevî olduğunu söylemeyiz.
Makalemizin konusu bakımından Schweigger’in metni resmine göre daha değerlidir,
zira hayır amaçlı sakalık kurumunun tesis amacı ve yürütülüşüne dair önemli bilgiler
barındırmaktadır. Hayır amaçlı sakalık kurumunu, hem de ayrı bir tarikat veya tarikat
koluymuş gibi tanımlayan ilk metin olması bakımından tarafımızdan çevirisini aynıyla
veriyoruz (Ayrıca Ek: 3’teki Nicolas de Nicolay’ın bu topluluğa dair çok ayrıntılı
gözlem ve anlatımına bk.):
Saka Ordensleut [Saka Tarikatı]
Bu
topluluk
[dervişler]
arasında
Saka
olarak
adlandırılan su işçileri veya su taşıyıcıları da sayılabilir
(yukarıdaki şekilde (A) gösterildiği gibi). Şehir içinde ve ara
sokaklarda her yerde yürürler. Bir el genişliğinde deri bir
kayışa asılı deri bir tulum içinde içme suyu taşırlar. Göğsün
üzerinden geçen bu kayışa süs için metal tokalar takılmıştır.
Tulumun suyun aktığı küçük, madenden bir boynu vardır.
Saka elinde madeni bir tas taşır; içeceğe ihtiyacı olanlarla
karşılaştığında bu tasla onlara su verir. Elinde bir ayna da taşır;
bu aynayı kendisinden su alanlara bakmaları ve Tanrı'ya
Derviş saka (Beck’ten)
kendilerini yarattıkları için teşekkür etmeleri için verir. Böyle
bir bilgelik, dindar Türkler tarafından, vasiyetnamelerinde,
birçok dindar vatandaşın kumlu çöllerdeki yolculuklarında
büyük susuzluk çekmek zorunda kaldıkları gerçeği göz önünde
bulundurularak tesis edilmiştir. Vasiyetnamelerinde; zaman
zaman büyük caddelerde, camilerin olduğu ve olmadığı
yerlerde, avludan ya da taştan bir kuyudan, toprak kapları olan
bir dükkâna [sebilhaneye] taşısın ve oradan geçenlere su
içirsin diye bir adamı tayin ederler. Bazıları bu amaçla bir
kuyu yaptırır, bazıları da böyle bir kişinin su tulumuyla
sokaklarda dolaşmasını ve muhtaçlara bir yudum su içirmesini
emreder. Muhammedî din için bu çok fazla.53 [Eski
Derviş saka (Paludanus’tan)
Almancadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
Salomon SCHWEIGGER, Ein newe Reyßbeschreibung auß Teutschland nach Constantinopel und
Jerusalem, Johann Lanßenberger: Nürnberg, 1608, s. 195-199.
53
35
Vanmour’un Resim ve Metni
Flaman asıllı Fransız ressam Jean-Baptiste Vanmour (1671-1737), 1699'da
Fransa’nın büyükelçisi marki Charles de Ferriol'un maiyetinde İstanbul’a geldi. De
Ferriol’ün emriyle doğrudan gözleme dayanan kıyafet resimleri yaptı. De Ferriol
1711’de dönerken Vanmour İstanbul’da kaldı. 1727 yılında İstanbul’a atanan Hollanda
büyükelçisi Calkoen ve başka hamiler için çalışmaya devam etti. Resimlerine olan
büyük talebi karşılamak için, kendi kompozisyonlarını asistanların yeniden ürettiği bir
stüdyo tuttu. Ölümüne kadar İstanbul’da yaşadı.
Vanmour’un 1707-1708 yıllarında yaptığı De Ferriol koleksiyonunun, kralın
sağladığı ayrıcalıklarla, Fransız gravürcü Jacques La Hay (yak. 1645-1713’ten
sonra)’nin öncülüğünde, bir ekip tarafından 1712-1713 yılında gravürleri çıkarıldı.
Gravürler çıkarıldıktan hemen sonra yağlıboya koleksiyon satılmıştır. Gravürlerin
baskıları, Le Hay ve gravürcü Duchange tarafından 1714 yılında basılan kitapta54 yer
aldı. Kitapta, 102 gravür baskısı yer almaktadır. Bu albümün, pek çok albümde olduğu
gibi, sonradan renklendirilenleri de olmuştur. Kitap, 1719 yılında meçhul bir
gravürcünün gravürleri ve 1789 yılında Christoph Weigel (1703-1777)’in versiyon
gravürleriyle Almanca olarak da basılmıştır.
Vanmour’un konumuzla ilgili resmi, aslının hangi koleksiyonda bulunduğunu
tespit edemediğimiz atlı sakadır. Resmin, Le Hay’nin kitabına 26 numarayla
kaydedilmiş olan baskısının gravürü, yukarıda andığımız kitaptaki çoğu gravürün de
yapımcısı olan Gérard Scotin (1643-1715) tarafından yapılmıştır. Kitapta “Saka”
tanımıyla sunulan resmin tarifine “Charitable Derviche qui porte de l’eau par le ville et
la donne par charité” yani “Şehirde su taşıyan ve hayır için veren hayırsever Derviş”
yazılmıştır. Bu resmin 25 numarayla kayıtlı komşusu “Dervich ou Moine Turc qui
tourne par devotion [Derviş ya da bağlılıkla dönen Türk keşiş]” tanımı ve tarifiyle
sunulmuştur.
Kitaptaki resimlerin sırasına karar verenin ve altlarına konulacak tanım ve
açıklamaları yazanın Vanmour olduğu kanaatindeyiz, çünkü konu dışından birinin
bilmesinin mümkün olmadığı; Ali Paşa gibi şahıs, Çorbacı gibi mevki, çengi gibi
54
LE HAY ve DUCHANGE, Recueil de Cent Estampes Representant Differentes Nations de Levant
Tireés su les Tableaux Peints d’après Nature en 1707 et 1708 par les Ordres de M. De Ferriol
Ambassadeur du Roi a la Porte et Gravées en 1712 et 1713 par les Soins de Mr. Le Hay, Paris, 1714.
Aynı tarihte gravürcü François Basan tarafından renklendirilmiş olarak da yayınlanmıştır.
A NOTE: I would like to express my gratitude to Ian WILLIAMS, curator of the Collection and J. Louie
FASCIOLO, the photographer, those who sent me high-resolution copies of images that were later handcolored. Dr. Rıza DURU.
36
meslek ve Pera gibi mekân isimlerinin tamamı yerli yerindedir. Neyi resmettiğinin
bilgisine kesin sahip olma durumu; ressamın resimlerine verdiği tanım ve tariflere
güven duymamızı sağlamakta ve resimlerin yanı sıra, bu metinleri da tarihî kaynak
konumuna çıkarmaktadır. Derviş ve saka resimlerinin kitaptaki yerleri; askerî ve sivil
resmî şahısların arasında olarak, birbirini takip eder vaziyette yerleştirilmiştir; bu tercih
bir ilişkiyi daha en başta göstermektedir. Bu resimlere en yakın halktan şahıs olan
‘Türk’, 14 resim sonra gelmektedir; zaten ondan sonra askerî ve sivil resmi şahıs yer
almaz. Gravürünü yine G. Scotin’ın hazırladığı sivil saka, Mevlevî sakanın 32 resim
sonrasında yer alır. Özetle, Mevlevî dervişi ve hayırsever derviş sakanın yan yana
konulmuş bulunmasının bir tesadüf eseri olmadığı açıktır.
Bu kitapta, resim altındaki tanım ve tariflerin dışında, kitabın başında yer alan
“Explication des Figures” başlıklı kısımda her resme dair daha geniş açıklamalar da
verilmiştir.
‘Saka’ ve ‘Derviş’
resimlerinin kitap başındaki
açıklamalarının
tarafımızdan
çevirileri
sırasıyla şöyledir:
ŞEKİL 26
Türkler
arasında
hayırseverlik büyüktür. Yaz
aylarında çeşmelerden uzak
bölgelere su taşıyan ve içmek
isteyen
olarak
herkese
dağıtan
ücretsiz
Dervişler
vardır; bu da, aksi takdirde
uzaklardan su getirmek için
işlerini
bırakmak
zorunda
kalacak olan fakir işçilere
büyük yardım sağlar.
Vanmour’un atlı derviş sakası
37
ŞEKİL 25
Konstantinopolis Dervişleri, bir
topluluk
halinde
başrahipleri
yaşayan,
[şeyhleri]
keşişlerdir.
olan
Haftada
kendi
bir
iki
tür
kez
ibadethanelerinde toplanırlar, içlerinden
biri Kur’an'ı okur ve açıklar. Okuma
bittiğinde yan flüt [ney] ve diğer
çalgılardan oluşan müzik çalınır ve
Dervişler gözleri kamaştıran bir hızla
parmak
uçlarında
dönerler.
Herkes
meraktan onları görmeye giderler.
Ülkeden
ülkeye
dolaşan
ve
genellikle serbest bir hayat süren başka
dervişler de vardır. Pek çoğu İran ve
Hindistan'dan Konstantinopolis'e gelir.
Vanmour’un dervişi
Derviş başlığı, kişinin istediği her yere
gidebilmesi
için
iyi
bir
pasaporttur.
Varlıkları çoğu zaman rahatsız edici olsa da, üstünlük taslayan biri gibi görünmemek
için onları kovmaya cesaret edemeyecek olan büyüklerin sofralarına bile kendilerini
sokmaya çalışırlar. [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
25 numaralı tekli derviş figürü; ‘Mevlevî’ sıfatını kullanmaksızın, sadece
‘Derviş’ olarak anılmış olsa da, kıyafeti ve sema hâlinde gösterilmesi; tanım, tarif ve
açıklaması onun Mevlevî olduğunu tartışmaya mahal vermez. 26 numaralı saka
figürünün hem resim altı tarifinde, hem de kitabın başında yer alan açıklamasında onun
dervişlerden olduğu belirtilmiştir. Vanmour’un bu kitaptaki eserleri arasında Galata
Mevlevîhanesi’nde semaı gösteren bir resim de bulunmaktadır. “Les Dervichs dans leur
Temple de Péra, achevant de tourner” tanımıyla verilen resmin tanımı gibi, kitabın
başında yer alan açıklamasında da ‘Mevlevî’ sıfatı kullanılmaksızın ve baş harfi büyük
olarak yani özel isim olarak yazılarak ‘Dervişler’ denilmiştir. Vanmour’un bu tutumu,
içinde bulunduğu yüzyıldaki, yukarıda da belirttiğimiz “her tarikatı kendi adıyla anma
ama Mevlevîleri yalın dervişler tabiriyle tanımlama” eğilimiyle uyumludur. Dolayısıyla,
“Dervich” ve “Saka” resimlerinin tanım, tarif ve açıklamalarında yer alan ‘Derviş’
kelimesi de Mevlevî yerine alınmak durumundadır.
38
Vanmour’un ‘saka’sının külâhı uzunluk ve renkçe kendi Mevlevî dervişinin
sikkesine benzerdir sadece tepede biraz sivrilmektedir; baş kıyafeti dışında Mevlevîliği
akla getirecek bir unsur taşımaz. Osmanlı kıyafet albümlerinde Mevlevîlerinkine
benzerlik taşıyan baş kıyafetleri görülse de, ‘saka’nın taşıdığı külâhın Mevlevîlerinkine
benzerliği başka hiçbir baş kıyafetiyle karşılaştırılamayacak yakınlıktadır.
Dönemin Batılılarca benimsenen tarikatları tasnif tutumu, Vanmour’un
dervişlerden kimi kastettiğinin belli olması, ‘Derviş’ ve ‘Saka’ resimlerinin kitaba
mahsusen yan yana yerleştirilmiş bulunması, resim altı tarifi ve kitabın ön kısmındaki
açıklama, sakanın külâhının sikkeye çokça benzerliği buradaki ‘saka’nın bir Mevlevî
dervişi olduğu güçlü kanaatini doğurmaktadır.
Vanmour’un, bizim sivil diye
tanımladığımız, diğer türden saka
tipi
kitapta
59
numarayla
kaydedilmiştir. “Saka, ou Porteur
d’eau par le rues [Saka ya da
sokaklardaki su taşıyıcısı]” tanım ve
tarifiyle
verilen
kitabın
resmin
başındaki açıklaması şöyledir:
ŞEKİL 59
Saka
ya
da
su
taşıyıcı:
omuzlarında deri bir kese içinde taşır.
İyi evlerde mutfak ve kiler için su
sağlayan atlı sakalar vardır; bu evler,
sarnıcı
tüketmemek
çeşmelerden
Vanmour’un sivil sakası
için
[satın]
suyu
alırlar.
[Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
Görüldüğü gibi, sivil saka bir meslek mensubudur ve kazanç getirici bir iş
yapmaktadır. Kıyafeti de sivil Osmanlı kıyafetidir.
Sikkeye çokça benzer külahıyla hayır amaçlı su dağıtan atlı sakanın,
dervişlerden olduğu belirtilmiştir. Mevlevî olarak yorumlandığında, onun bir muhip
olduğu söylenebilir. Derviş olduğu kesin, Mevlevî olduğu çok muhtemel bu tip,
İstanbul’da ve sınırlı bir dönemde karşılaşılan bir olgunun ilk resimli belgesidir.
39
Picard’ın Resmi ve Bir Dipnot
Vanmour’un atlı saka resminin sağ-sol değişimli versiyonu Hollanda’da yaşamış
Fransız ressam ve gravürcü Bernard Picard (1673-1733) tarafından 1731 yılında
oyulmuş ve ilk olarak, yine Vanmour’un diğer üç resminin versiyonlarını içeren bir
dörtlü kolaj hâlinde, 1723’ten itibaren çok defa
yayınlanan ansiklopedik mahiyette bir eserin içinde
yayınlanmıştır.55 İlginç olarak, eserin yayıncısı ve
derleyicisi, muhtemelen metinleri de kaleme almış olan
Jean-Frédéric Bernard (1683?-1744)’a ait, derviş
sakayı açıklayan bir dipnotta, ‘saka’ kelimesi ‘zekat’ın
kökü olan artmak anlamına gelen ‘zaka’ fiiliyle
ilişkilendirilmiştir. Dipnot şöyle sona erer: “ Zaka veya
Saka da sadaka vererek su veren dervişin adıdır. Bk.
sayfa 142'deki şekil.”. Öncülü olan G. Scotin’ın
gravürünü yukarıda incelediğimiz için, Picard üzerinde
daha fazla durmayacağız.
Bernard PICARD, Histoire Général des Cérémonies Moeurs et Coutumes Religieuses de Tous les
Peuples du Monde, 1723-43 yılları arasında 9 cilt, Cilt: V (Cérémonies Religieuses des Mahométans), J.
F. Bernard: Amsterdam, 1737, s. 142-143 arasında. Bu eser, 1741’den itibaren başrahipler Antoine
BANIER ve Jean-Baptiste Le MASCRIER tarafından gözden geçirilip genişletilerek yayınlanmıştır.
55
40
Guer’in Metni ve Kitabındaki Resim
Mevlevî adını kullanarak sakalardan söz eden ilk yazılı kaynak, kitabı 1746’da
yayınlanan Fransız hukukçu ve yazar Jean Antoine Guer (1713-1764)’dir. Anlatımının
Mevlevîlerin şahsiyetinden söz ettiği paragrafında aynen şöyle der:
Müessisleri Mévéleva [Mevlânâ] tarafından öyle isimlendirilmiş bulunan
Mévélevi [Mevlevî]ler; sabır, alçakgönüllülük, edep ve merhametle donanmışlardır;
İstanbul’da dolaştırdıkları, fakir insanlara dağıtmak için üstüne su yüklenmiş bir
at vardır. Supérieur [manastır başrahibi; şeyh]leri ve yabancıların mevcudiyetinde
derin bir sükûneti muhafaza ederler; onları gözler yere sabitlenmiş, baş yere eğik ve
beden bükük görürsünüz. Onların ekserisi büyük, kahverengi, yün çarşaf giyinirler;
kenarları olmayan yüksek ve geniş bir şapkaya benzeyen başlıkları beyaza çalan deve
yününden mamuldür. Daima çıplak bacaklıdırlar ve bazılarının zahitlik işareti olarak
kızgın demirle dağladıkları bağırları açıktır, deri bir kuşak kuşanırlar ve senenin her
perşembesi oruç tutarlar.56 [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU. Vurgu bize ait.]
Bu metnin vurguladığımız cümlesi dışında kalan kısmı Paul Rycaut’tan
alınmıştır. Guer, Doğu’ya seyahat etmemiş, kitabının önsözünde adlarını sıraladığı
Chalcokondyles, Marsigli, Cantimir, Rycaut, Tavernier, Chardin, Tournefort, Thevenot,
Maracci, Pitts, Reland, Banier ve Mascrier’den aktarımlar yapmıştır. Şöyle der:
“Türklerin örf ve adetleri hakkında yazılanları okumak oldukça uzun bir zaman
alacak ve oldukça önemli bir masrafa yol açacaktır; zira onlardan söz etmiş olan
yazarlar tek başlarına küçük bir kitaplık oluşturmaktadırlar. Amacım, okuyucuları bu
kadar çok kitabı karıştırmanın zahmetinden kurtarmaktı. Bu yazarların söylediklerinin
hepsini, yeni bir yapı oluşturabileceğim mükemmel malzemeler olarak gördüm”
[Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU].57
Guer’in kendilerinden aktarımlar yaptığını ifade ettiği isimlerin hiç birinde,
‘Mevlevî’ ya da ‘derviş’ sıfatı olan bir sakaya rastlamadık ve onun, Mevlevîlerin
İstanbul’da hayır için dolaştırdıkları sebil atına dair açık tarifinin kaynağını ne yazık ki
tespit edemedik.
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 629; [Jean Antoine] GUER, Moeurs et Usages des Turcs, Leur
Religion, Leur Gouvernement Civil, Militaire et Politique, avec un Abrégé de l'Histoire Ottomane,
2 cilt, Cilt: 1, Coustelier: Paris, 1746, s. 276-277.
57
GUER, a.g.e., Cilt I, s. xi.
56
41
Guer’nin metni kitabının birinci cildindedir. İkinci ciltte Fransız gravürcü küçük
Claude Augustin Duflos (1700–1786) tarafından oyulmuş bir atlı saka resmi (teknik
anlamda vinyet) de yer almıştır. Bazı farklılıkları bulunsa da, Vanmour’un atlı sakası
Guer’de yer alanın öncülü olabilir.
Guer’in kitabındaki atlı derviş saka
Monnier’nin Resimleri
Joseph Gabriel Monnier (1745-1818); I. Abdülhamid döneminde, 2 Mayıs 1784
ve 24 Mart 1788 tarihleri arasında (yol dâhil) resmî görevle İstanbul’da bulunmuş
Fransız bir mühendis subaydır. Monnier’nin bu görevinde tuttuğu “Journal de mon
voyage de Marseille à Constantinople sur le vaisseau Le François” başlıklı kendi el
yazısıyla biri günlük, diğeri kıyafet resimleri olmak üzere iki yazması bulunmaktadır.58
Monnier, De Choiseul-Gouffier’nin elçiliğinin ilk yıllarına denk gelen Tophane’deki
görevinde kaleme aldığı günlüğünde, Osmanlı askerî ve sivil bürokrasisiyle kurduğu
birebir ilişkilere yer vermiş, tanımaya çalıştığı Osmanlı devlet ve toplum yapısına dair
küçük
ansiklopedik
sözlükler
oluşturmuştur.
15
Ekim
1784’te
Galata
Joseph Gabriel MONNIER, Costumes Orientaux (Recueil de Costumes et Vêtements de l'Empire
Ottoman au 18e Siècle), yazma, Fransa’daki Bourg-en-Bresse belediyesinde, 1786.
58
42
Mevlevîhanesi’nde elçi De Choiseul-Gouffier’yle birlikte seyrettiği ayini59 “Derwiches
Tourneurs” başlığı altında anlatmıştır.
Monnier’nin 152 suluboya resim içeren Costumes Orientaux adlı kıyafet
yazmasında, konumuzla ilgili olarak, adında ‘saka’ kelimesi geçen iki tip, bu tiplerden
biriyle kıyafet benzerliği bulunan bir diğer tip, bunların amiri konumundaki bir tip, bir
‘sebilci’ ve bir semazen olmak üzere altı tip yer almıştır. Albümün ön kısmında,
ressamın okunması güç el yazısıyla; arka kısmında ise hattat elinden çıkmış, ilk listeyi
temiz eden, daha okunaklı; iki ayrı içindekiler tablosu bulunmaktadır. Resimlerin
altında el yazısıyla olmak üzere, solda Fransızca, sağda Türkçe adlandırmalar
bulunmaktadır.
99 numaralı resme Osmanlı harfleriyle “Yeniçeri Saka,
Lâtin harfleriyle ”Saka des Janissaires”, arkadaki listede
“Jénisséri Saka, Porteur d’eau Janissaires, Officier Subalterne
[teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı rütbelerindeki, astsubay ve erlere
komuta eden kıdemsiz subay]; 100 numaralı resme Osmanlı
harfleriyle “Yeniçeri Karakullukşi”, Lâtin
harfleriyle “Topgiler Karakoulouchi [Topçular
Karakullukçu]”, arkadaki listede “Jénisséri
Karakouloukchi [Yeniçeri Karakullukçu], bas
Officier des Janissaires [astsubay] yazılmıştır.
Karakullukçu
kelimesinin
resim
Yeniçeri saka
(Monnier’den)
altındaki
Osmanlıca harf yazım hatası, bunların Osmanlı
azınlığına
mensup
bir
kimse
tarafından
yazıldığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu iki
Yeniçeri
karakullukçu
(Monnier’den)
yeniçeriden
Saka,
Karakullukçunun
kumandanıdır. Bu ikisinin de kumandanı
olabilecek tip 98 numaralı resimde verilen Aşçıbaşı’dır. Altına
Osmanlı harfleriyle Aşçıbaşı, Lâtin harfleriyle Aschi Ousta [Aşçı
Usta], arkadaki listeye “Etihi Bachi, Chef de Cuisine [Aşçıbaşı],
Officier des Janissaires [binbaşı, yarbay, albay rütbelerindeki
Yeniçeri aşçıbaşı
(Monnier’den)
Yeniçeri subayı] yazılmıştır.
De Choiseul-Gouffier bu ayini çok daha ayrıntılı anlatmıştır. Bk. Rıza DURU, Mevlevîname, s. 635636; DE CHOISEUL-GOUFFIER, Voyage à Constantinople Fait à L'Occasion de L'Ambassade de
M. Le Comte de Choiseul-Gouffier à la Porte Ottomane, Haz.: Guillaume Martin, Fn. Plèe: Paris,
1821, s. 186-190.
59
43
130 numaralı resmin altında Osmanlı harfleriyle
Saka, Fransızca olarak “Porteur d’Eau [Su Taşıyıcısı]
yazılmış, arkadaki listede Fransızca ibare tekrarlanmıştır.
133 numaralı resmin altında Osmanlı harfleriyle Sebilci,
Lâtin harfleriyle “Sebilgi”, arkadaki listede “Homme qui
distribue de l’eau passante [yoldan geçenlere su dağıtan
adam] yazılmıştır. Semazen 76 numaralı resimdir ve altında
Osmanlı harfleriyle Mevlevî Derviş, Lâtin harfleriyle
“Mevelevi Derviche”, arkadaki listede “Mévilévi, Derviche,
Moine tourneurs [Mevlevî, derviş, dönen keşiş] yazılmıştır.
Sivil saka (Monnier’den)
Mevlevî dervişi (Monnier’den)
Monnier’nin aynı albümünde bu altı
tipin
ayrı
ayrı
yer
bulmuş
olması,
makalemizi oluşturan Mevlevîlik, sebilcilik,
sakalık
ve
dolaylı
olarak
Yeniçerilik
temalarını bir çırpıda yan yana görüp
karşılaştırmaya imkân vermiştir. Bütün bu
görsel bakımdan ilişkili temaları eksiksiz
işleyen başka bir albüm yoktur.
Sebilci (Monnier’den)
44
Resimlerdeki tiplerden saka adı verilenin kocaman sarığı ve süslü kıyafetiyle su
taşıma işiyle meşgul olmadığını anlamak kolaydır. Ortada her biri diğerinin astı ve üstü
olan üç adet yeniçeri rütbesi vardır. Burada dikkat çekici olan ‘saka’, ‘karakullukçu’ ve
‘aşçıbaşı’ tabirleridir. ‘Saka postu’ tabirinde kendine yer bulan saka kavramından
yukarıda söz ettik. Karakullukçu, Mevlevîlik terminolojisinde, dergâha kabul edilmiş ve
matbahta hizmete başlamış cana verilen diğer bir addır60. Mevlevî Aşçıbaşı ise, sadece
“Mevlevî dergâhının ruhu olan matbah”ı idare etmez, aynı zamanda dergâhın masrafını
idare eder ve canların edep ve terbiyelerinden de sorumludur. Rütbece şeyhten sonra
gelir ve dergâh zâbitânının başıdır.61 Yeniçeri odası düzeyinde de kethüda ve çavuş
karakullukçusu ve pazarcısı bulunur.62 Saka, karakullukçu, aşçıbaşı, pazarcı terimleri
Mevlevîlik ve Yeniçerilikte ortak kullanılan terimlerdir. Bu terimlerin Yeniçeri
ocağından mı Mevlevîliğe, yoksa Mevlevîlikten mi Yeniçeri ocağına geçtiği sorusunun
Üstte sebilcinin, altta yeniçeri sakanın omuzları
“Heveskârın tekkede mutfağın en son işlerinde, peş peşe bin bir gün müddetle çalışması istenir; bu, ona
Karakullukçu denmesinin niçinidir.” Rıza DURU, Mevlevîname, s. 637; Ignatius Mouradgea
D’OHSSON, Tableau Général de l'Empire Othoman, Divisé en DeuxPparties, dont l'Une
Comprend la Législation Mahométane; l’Autre, l'Histoire de l'Empire Othoman, Monsieur: Paris,
1788, s. 635.
“Yeni başlayan; ilk olarak birbiri arkasından gelen bin bir gün mutfağın ağır, sıkıcı ve süfli hizmetlerini
görmeye mecburdur. Bu devrede Karakullukçu veya mutfak oğlanı olarak adlandırılır. Rıza DURU,
Mevlevîname, s. 237; J. GRIFFITHS, Travels in Europe, Asia Minor and Arabia, T. Cadell and W.
Davies: London, 1805, s. 279-280.
61
GÖLPINARLI, s. 45.
62
UZUNÇARŞILI, a.g.e., s. 64.
60
45
cevabında ikincisi daha mümkündür. Kitabımızda, Russell (1756), D’Ohsson (1791),
d’Aubignosc (1838), Davey (1907), Brown (1927) ve Hasluck (1929)’tan aktarımlarla
Mevlevîlik ve Yeniçerilik arasındaki ilişkiye değinmiş; sikke ile Yeniçeri başlığı olan
üsküfün ve andığımız terimlerin ortak olabilecek kökenlerine dair açıklamalar
getirmiştik.63 Monnier’nin saka, sebilci ve Mevlevî tiplerinin benzerlik ve ayrılıkları
şunlardır: Sivil Osmanlı kıyafetindeki saka, ‘su taşıyıcısı’ olarak sunulmuştur. Belli ki
kırbasıyla toptan bir taşıma işi yapmaktadır. Ama sebilci için kullanılan “yoldan
geçenlere su dağıtan” tanımı ve resimde elinde tuttuğu ve birini doldurmakta olduğu su
içmeye mahsus küçük taslar onun dağıtım amaçlı
perakende bir iş yaptığını göstermektedir. Daha
eski tarihli benzer resimlerden, Monnier’nin
sebilci dediğinin su dağıtımını hayır için yaptığını
zaten biliyoruz. Sebilci için derviş veya Mevlevî
sıfatı tanıma yazılmamıştır ama başındaki yüksek
külâh; biraz sivrice olması ve alt kenarını sarıyor
Sebilcinin iç başlığı ve sikkesi
gibi görünen daha koyu yeşil bir bant dışında
sikkeye çok benzer. Bu görüntüye yol açan, külâhın altına
giyilen arakıyye gibi diğer bir iç başlıktır.64 Bu iç başlığın biraz
yukarısında kalan sikke, bu görünümü oluşturmakla kalmaz,
daha da uzun görünür. Uzunçarşılı, zülüflü baltacı başlığında da
buna benzer bir uygulamadan söz eder. Hendrowski’nin 85
numaralı resminde görülen külâh da bu özelliği gösterir.
Sebilcinin sağ elinde tuttuğu torbaya benzer nesnenin bahşişler
için olabileceğini düşünüyoruz; zira buna dair anlatımlar vardır.
Sebilcinin üst kıyafetinin yakalarının her iki omzun ucuna
uzanan içbükey sivri uçlarının, aynıyla Yeniçeri sakasının
kıyafetinde de görülmesi tesadüf olamaz. Çünkü bu çok istisnai
bir kıyafet süslemesidir. Bu aynılık Mevlevîlik-Yeniçerilik-
Sebilcinin bahşiş torbası
Sakalık ilişkileri çerçevesinde mutlaka anlam taşımaktadır.
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 49, 293, 348, 582, 605, 637, 641-642, 735,
“Arakıyyeden başka arakçîn adlı bir başlık türü daha bulunmaktadır. Arak kelimesinden Farsça -çîn
(toplayan) ekiyle türetilen arakçîn kelimesi de “ter toplayan başlık” anlamındadır. Ancak arakçîn, yapılış
tekniği ve kullanılış bakımından arakıyyeden tamamen farklıdır. Bu başlık takke gibi tam kubbe şeklinde
olup başa sıkıca oturur, kenarlarının terden kirlenmemesi için kavuk ve sarık altına giyilir. Özellikle
pamukludan dikilen arakçînin en makbul cinsi sıçandişi denilen ve çok ince örülmüş olanlarıdır.” M.
Baha TANMAN, Arakıyye, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 3, 1991, s. 267.
63
64
46
D’Ohsson’un Metni (‘Mevlevî saka’ için doğrudan gözleme dayanan ilk
metin); Duponchel’in resmi
Ignatius Mouradgea d’Ohsson (1740-1807); İstanbul Pera [Beyoğlu]’da doğmuş,
Osmanlı tebaasından Katolik bir Ermeni’dir. Osmanlı adı Muradcan Tosunyan’dır.
İsveç’in Osmanlı misyonunda tercümanlıktan elçiliğe kadar görevler yürütmüştür.
Burada başvuracağımız İslâm hukuku ve Osmanlı tarihine dair, gravür baskılarla
zenginleştirilmiş eserini Paris’te kaleme almış ve 1788’de orada yayınlamıştır.65
Doğrudan gözleme dayanan ‘Mevlevî saka’ ilk defa D’Ohsson’un eserinde anılmış,
metne bir resim de eşlik etmiştir.
D’Ohsson aynen şunları yazmıştır:
Onların bazısı, bilhassa Mewléwys [Mevlevîler] fakirlere su tevzi etmek
hikmetine hâlâ sahiptirler, bu sebepten onlara Saca [Saka] denilir (Resim 125’e
bakınız). Sırtlarına yüklenmiş bir kırbayla caddeler boyunca fy-sebil’illah [fî sebilillah]
(bu, Tanrı uğruna veya daha evlâsı, Tanrı’nın makbulüne geçmek için demektir) diye
bağırarak dolaşırlar ve isteyen herkese herhangi bir şey talep etmeksizin su verirler.
Bununla beraber ecirleri fakirlere geri vermek veya en azından onlarla paylaşmak için
kabul ederler.66 [Fransızcadan çeviren Dr. Rıza DURU]
D’Ohsson; bir seyyah değil, İstanbullu bir Osmanlı’dır. Temel kaynaklarından
referans vererek hukukunu yazacak kadar İslâm bilgisine sahiptir; Osmanlı hanedanı ve
saray teşkilatını yazarken saray ve harem halkından istihbarat alacak kadar da içeriden
hareket eder.67 Bu yüzden, hayır amaçlı sakalıkla Mevlevîleri ilişkilendirmesinin bilgi
ve gözleme dayandığı kabul edilmek durumundadır. Kitabında 10 ayrı yerde, toplam 23
sayfada yer ayırdığı; Mevlevîliğe kabul törenindeki duadan, sema bitimindeki post
duasına ve oradan sikkenin kökenine kadar ayrıntılı, öncülü olmayan, ilk elden bilgiler
aktaran; kitabında yer alan Mevlevî şeyhi ve derviş, Mevlevîlerin semaı, Rufaî
tekkesinde sema eden Mevlevî dervişi, çiledeki Mevlevî dervişi temalı resimlere metin
kısmından gönderme yapan birinden Mevlevî tipini karıştırmasını bekleyemeyiz. Bu
yüzden, saka tarifi içerisinde kendisine gönderme yapılan resmin, D’Ohsson tarafından
‘Mevlevî saka’ olarak onaylandığı söylenmek durumundadır.
65
D’OHSSON, a.g.e. (bk. dipnot: 62)
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 641.
67
Kemal BEYDİLLİ, D’Ohsson, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 9, 1994, s. 497.
66
47
D’Ohsson’un metninde ortaya konulan Mevlevî sakanın özellikleri özetle
şunlardır:
1. Hayır amaçlı su dağıtan dervişler vardır, bunların arasında Mevlevîler de
bulunur.
2. Mevlevilerin su dağıtması bir hikmete dayanmaktadır, bu yüzden onlara saka
denilir.
3. Sırtlarında su kırbası bulunur.
4. ‘Fî sebilillah’ diye bağırarak dolaşırlar.
5. Suyu karşılıksız olarak verirler.
6. Eğer kendilerine bahşiş veya sadaka verilirse, onu ya fakirlere aynıyla geri
verirler ya da bir kısmını alıp kalanını fakirlerle paylaşırlar.
Duponchel’in sakası
Metinde
yapılan
resim
kendisine
gönderme
dörderli
kolajlardan
oluşmuş toplam altı sayfadaki derviş
gravürlerinin içinde yer almaktadır. Bu
altı sayfada toplam 24 derviş tipinin tam
orta sırasında yer alan Bektaşi’nin sağ
altına “C. Duponchel sculp.” Yani “C.
Duponchel oydu” yazılmıştır. Bu derviş
grubunun önünde ve sonunda yer alan
gravürlerin
hem
ressam,
gravürcüleri
altlarına
hem
yazıldığı
de
hâlde,
48
yapımcının adını tekrarlamamak için olacak, derviş
grubu resimlerinde, kalan 23 dervişin altları boş
bırakılmıştır. Yani, içinde sakanın da bulunduğu bu 24
derviş
tipinin
ressamı
ve
gravürcüsü
Charles
Duponchel’dir.
Fransız ressam ve gravürcü Charles Eugène
Duponchel (1748-1790’dan sonra)’in ‘Saca’ [saka]
adını verdiği resmi Monnier’nin sebilcisiyle hemen
hemen aynı özellikleri taşıdığından üzerinde fazla
durmayacağız. Benzer de olsa, bu resim Monnier’nin
kopyası değildir; tersine, sonraki devirlerde kendisi
kopyalanacaktır.
Monnier’nin
eseri
tek
nüsha
olduğundan görülme ihtimali daha azdır; gravür
baskılar yayılabildikleri için kopyalanmaları daha
kolay olmuştur.
Duponchel’in
sakasının
sonradan
renklendirilmiş
baskısı
elle
gravür
Britanyalılar
Duponchel’in sakasının sonradan elle
renklendirilmiş baskısı
Müzesi’nde yer almaktadır. Bu baskı için müzede 17631790 arasına verilen tarih, bu resim D’Ohsson’un 1788
tarihli kitabında yer almakla, son tarafından biraz daralmış
bulunsa da, Monnier ile Duponchel arasında kimin öncül
olduğu belirsizliğini korumaktadır. Monnier, İstanbul’da
dört yıla yakın bulunduğu; Duponchel’in ise hayatı
hakkında pek bilgi bulunmadığı, onun saka resminin yer
aldığı kitap D’Ohsson tarafından Paris’te hazırlanıp
yayınladığı ve kitabın yayın tarihi olan 1788 öncesinde
hiçbir basılı eserde bu tiple hiç karşılaşmadığımızdan biz
Monnier’in öncül olduğu kanaatindeyiz.
Müzedeki
nüshada,
Duponchel’in
çizimini
tanımlayan ‘Saca’ kelimesinin üstü çizilmiş ve altına el
yazısıyla üç satır açıklama yazılmıştır. Bu el yazısı,
D’Ohsson’un kitabından
Mevlevî dervişi.
müzenin notuna göre, ilerleyen sayfalarda kendisine ait
49
metni de inceleyeceğimiz John P. Brown’a aittir.68 İlk iki satırı İngilizce, üçüncüsü
Fransızca
olan
ve
müzenin
‘okunaksız’
olarak
nitelediği
açıklama
yazısı,
okuyabildiğimiz kadarıyla şöyledir: “Sakka, or Dervisch, who supplies water the thirsty
[Saka ya da susamışlara su temin eden derviş].” Üçüncü satırdan sadece “benevolant
[hayırsever]’ kelimesini okuyabildik.
Duponchel’in sakasının baş kıyafeti, alt kenarını saran daha koyu bir bant
dışında sikkeye oldukça benzemektedir. Uzun kollu yeleğinin her iki omuz başında,
sivri uçları içbükey kıvrılan apoletler bulunur. Külâh ve yelek için Monnier’de
değerlendirme yaptığımızdan burada uzatmıyoruz. Diz hizasında bir şalvar giyer.
Çaprazlama kapanan mintanı ve kuşağı vardır.
1825 Tarihli Yapımcısı Meçhul Resim
Paris’teki bir galerinin
satılmış
olan
eserler
kataloğunda, yayıncısı tarafından
üstüne basılı tanım ve tarifinde
“Derwiche Turc distribuant de
l'eau par esprit de charité aux
Musulmans de Constantinople”
yani
“Türk
dervişi
Konstantinopolis'teki
Müslümanlara
hayırseverlik
ruhuyla su dağıtıyor” yazan bir
gravür baskısı vardır.69 Yapanı
bilinmeyen bu resme, galeri
1825 tarihini vermiştir. Sonradan
renklendirilmiş versiyonları da
görülebilen
bu
resim,
Vanmour’un atlı sakasına çokça
benzemektedir; sadece arka plana çeşme yerine şehir fonu konulmuştur. Bir de sakanın
Şimdi Britanyalılar Müzesi’nde bulunan, aralarında Duponchel ve ilerleyen sayfalarda vereceğimiz
Manaraky’nin çizimlerinin de bulunduğu altmış ahşap gravür baskıdan oluşan bir grup resim, Brown
tarafından, kitabının araştırma safhasında toplanıp gruplandırılmış ve bir arada tutulmuştu.
69
Galerie Napoléon, Paris. https://www.oldantiqueprints.com/product_info.php?products_id=5763 Erişim
tarihi: 17.12.2022
68
50
külâhı daha uzun ve sivridir. Yapımcıları ve yayınlandığı yer hakkında bilgiye
ulaşamadığımız bu resimdeki tipi Vanmour’un resminde zaten tahlil etmiştik.
Ferrario’nun Metni ve Farklı Yapımcıların Resimleri
İtalyan kütüphaneci ve tarihçi Giulio Ferrario (1767-1847)’nun “Il Costume
Antico e Moderno” adlı ansiklopedik eseri; 1817’den itibaren, İtalya’daki farklı
şehirlerde, farklı yıllarda, farklı cilt sayılarında baskılar yaptı ve Fransızcaya da
çevrildi.70 Her baskıda cilt sayısı artan, ek ciltleri yayınlanan; farklı baskılarında en
azından resimler bakımından farklı içerikler yer alan, yayın macerasına hâkim olmanın
zor olduğu kitap, akvatint baskı tekniğiyle orijinal renkleriyle basılan gravürleri de
içerir. Ferrario’nun Türkiye’de bulunmuş olduğuna dair bir kayıt yoktur. Osmanlı
Eksiksiz bir takım olarak The Ohio State University Thompson The Rare Books and Manuscripts
Library’de bulunan bir baskısının bibliyografik bilgisi şudur:
Giulio FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno o Storia del Governo, della Milizia, della
Religione, dello Arti, Scienze ed Usanze di Tutti i Popoli Antichi e Moderni Provata coi Monumenta
dell' Antichita e Rappresentata Cogli Analoghi Disegni, dal Dottore Guilio Ferrario; 23 cilt, kendi
matbaasında: Milano, 1829.
Ansiklopedinin tam adının çevirisi şöyledir: Eski ve Modern Kostümler ya da Hükümet, Asker, Dı̇ n,
Sanat, Bı̇ lı̇ m ve Geleneklerı̇ n Tarı̇ hı̇ ; ve Tüm Eski ve Modern Halkların Gelenekleri; Doktor Guilio
Ferrario Tarafından Antik Anıtlarla Kanıtlanmış ve Benzer Çizimlerle Temsil Edilmiştir.
70
51
İmparatorluğu’nun
bulunduğu
“Il
Costume
Dell’Impero
Ottomano
[Osmanlı
İmparatorluğu’nun Kıyafetleri]” alt başlıklı cildin açıklamaları başrahip Carlo Magnetti
tarafından hazırlanmıştır.
Ferrario’nun Mevlevîlikle ilgili yazılı anlatımı içinde konumuzu ilgilendiren iki
metin parçasını alıntılıyoruz:
Mewlewy'lerin
kökeni
1273
yılında
ölen
Djelal-ud-din-Mewlana'ya
dayanmaktadır, yüksek şapkaları onları daha sonra bildireceğimiz tablolarda iyi tanımak
için yeterli olacaktır (s. 283).
Mevlevi tarikatı büyükler arasında en popüler olanı olduğundan, diğerlerinden
daha fazla katılmaya isteklidirler ve rütbelerinin kaygılarından kurtulur kurtulmaz
sarıklarını bir kenara bırakıp Dervişlerinin büyük
culahh [külâh]ını başlarına geçirirler. Bununla
birlikte, sahip oldukları tüm zenginlikleri lüks ve
şatafat içinde sergilemek bir yana, yoksullara
dağıtır ya da dindarca kullanımlara dönüştürürler.
Bu tür dağıtımların yanı sıra, dervişin kendisi de
su dolu bir deri tulumla sokaklarda dolaşır ve
bağırır: ‘Tanrı'yı memnun etmek için’. İsteyene
içecek verirler, bunu karşılıksız yaparlar. Bkz. 52
numaralı Tablo, 6, bu tür Mevlevi'lerden biri, adı
Saca (s. 293-294).71 [İtalyancadan çeviren Dr.
Rıza DURU]
Sikkenin onları tablolarda tanımaya yeterli
olacağı çıkarımı dışındaki metinler, kelime kelime
olmasa da, D’Ohsson’dan72 alıntılanmıştır. Mevlevî
saka ve ilk baskılarda, onunla aynı sayfada yan yana
yayınlanan çile temalı resim de zaten ilk kez
D’Ohsson’un kitabında yer almıştır.
Saka Mevlevî, dörtlü bir derviş grubu içinde
olarak, Osmanlı cildinin, tarikatların anlatıldığı
Ferrario’nun kitabının
1823 baskısındaki
Raineri’nin resminden detay
FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno o Storia, Europe, Cilt: 1, Kitap: 4, kendi matbaasında:
Milano, 1823.
72
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 637-642; D’OHSSON, a.g.e., s. 634-676.
71
52
bölümünde yer alır; bu bölümde en fazla yer altı sayfayla Mevlevîliğe ayrılmıştır.
Kitabın ilk baskılarında yer alan Galata Mevlevîhanesi’nde sema ve çile temalı resimler,
Rufaî ve Kadirî ayinlerini gösteren diğer iki resimle birlikte 1832 ve sonrasındaki
baskılarda kaldırılmıştır.
Ferrario’nun kitabının 1823 baskısındaki Raineri’nin resimleri
Konumuzla ilgili olan saka temalı resmin bu kitaptaki yayın macerası tespit
edebildiğimiz kadarıyla şöyledir: İlk baskılarda73 İtalyan ressam ve gravürcü Vittorio
Maria Raineri (1797-1869) tarafından resmedilip gravürü çıkarılmış iki resim, aynı
sayfada yan yana yer almaktaydı. Bunlardan ilki çile temalı resim, ikincisi aralarında
sakanın da yer aldığı dörtlü derviş grubunun resmiydi. Bu iki resim, 1826 baskısından74
itibaren, bu kez İtalyan gravürcü ve ressam Innocente Migliavacca (?-1856)’nın elinden
çıkmış hâlleriyle, iki ayrı sayfada ve altlarında tanım yazılarıyla kitaba konulmuşlardır.
1832 baskısında75, yapımcıları meçhul iki adet saka resmi görülür. Bunlardan
ilki olan, Osmanlı askerî rütbelerinin anlatıldığı Della Milizia ana başlığı altındaki
Ufficiali kısmındaki resimde, saka atının yanına yeniçeri sakası konulmuş ve 1
numarayla işaretlenen bu tip, metinde bir yeniçeri rütbesi olarak tarif edilmiştir (s. 200).
Yeniçeri sakasının su taşımadığını, hele hele hayır amaçlı atlı sakalık yapmadığını,
Meselâ 1823 baskısı.
Giulio FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno o Storia, 2. B., Europe, Cilt: 4, Vincenzo Batelli:
Firenze [Floransa], 1826.
75
Giulio FERRARIO, Il Costume Antico e Moderno ovvero Storia, 3. B., Europe, Cilt: 4, Alessandro
Fontano: Torino, 1832.
73
74
53
adındaki sakanın bir rütbeyi temsil ettiğini biliyoruz. Bu resmin yapımcısı, belli ki,
elindeki ‘saka’ adını taşıyan malzemeleri katıp karıştırmıştır. İkinci resim, Costume
Civili bölümünde, derviş kıyafetlerini içeren grup resimlerin arasındadır. Sakanın diğer
tarikatlardan üç dervişle beraber çizildiği resmin altındaki tanım yazısında “Calendery,
Saa dei Mewlewi, etc.” yani “Kalenderi, Mevlevînin Sakası, vs.” yazılıdır. Buradaki
saka, Duponchel-Raineri-Migliavacca tiplerinin çok yakın bir versiyonudur.
Ferrario’nun kitabının 1826 baskısındaki Migliavacca’nın resmi
Ferrario’nun kitabının 1832 baskısındaki resimde Mevlevî saka
54
Ferrario’nun kitabının 1832 baskısındaki resimde Yeniçeri saka
Dalvimart’ın Resim ve Metni
18. yy.ın sonunda Türkiye’de bulunan İngiliz ressam Octavien Dalvimart, 1802
tarihli kitabında, çizimini kendi yaptığı, oymasını Britanyalı gravürcü John Dadley
(1767-1817)’nin hazırladığı el boyaması bir resme yer verir. Kitaptaki diğerlerinin
olduğu gibi, bu gravür baskının da açıklamasını William Alexander (1767-1816)
yazmıştır. “Levha XX: Saka yahut Türk Su Dağıtıcısı” başlığı altındaki açıklamayla bu
sakayı şöyle tanımlar:76
Bir su taşıyıcısının işinin bu kadar süslü bir elbiseyi gerektirmesi alışılmadık bir
şeydir; ama aslında bu elbise, üst rütbelilerin kürklerinden ve cüppelerinden çok daha
ucuzdur. Sıradan insanların hemen hepsinin (çünkü Türklerin giysisi kendine özgüdür)
altın ya da ipek kordonlu kısa bir ceketi, bacağın ortasına kadar uzanan ve oraya oturan,
kalan kısmı tamamen açıkta bırakan kumaştan pantolonları [şalvarları] vardır. Kırmızı
terlikler giyerler ve vücutlarını geniş bir kemerle sararlar. Hem Pera'nın hem de
Konstantinopolis'in sokaklarında sürekli su taşınır ve Sakalar bu suyu deri kovalarla
taşırlar. [İngilizce ve Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
76
Octavien DALVIMART ve William ALEXANDER, The Costum of Turkey Illustrated by a Series
of Engravings with Descriptions in English and French, William Miller: London, 1802.
55
Dalvimart’ın
resmi
ve
Alexander’ın
açıklaması örtüşmemektedir, zira resimdeki tip
bir Yeniçeri rütbelisi olan sakaya, metindeki
açıklama ise iş olarak, toptan su dağıtan sakaya
aittir. Bu açıklamada Mevlevîliğe dair hiçbir
unsur yer almaz. Dikkat çekici olanlar; Galata
Mevlevîhanesi’nin de bulunduğu Pera yani
Beyoğlu’nun su ihtiyacının, bütün İstanbul gibi,
sakalar vasıtasıyla giderildiği ve suyun deri
kaplarda taşındığıdır. Bir semazen resminin de
bulunduğu albümde, sakadan söz edildiği hâlde
derviş/Mevlevî bir sakanın yer almamasının
nedeni,
19.
uygulamanın
yy.ın
başına
sonlanmış
geldiğinde
olmasından
bu
çok,
yukarıdaki resim-metin ayrılığından görüleceği
üzere, Dalvimart ve Alexander’ın konuya hâkim
olamayışlarıdır.
Dalvimart’ın resmi
Walsh’ın Metni
1820-1828 yılları arasında İstanbul’daki Britanya elçiliğinde papaz olarak
çalışan Robert Walsh (1772-1852), adlarıyla anarak Mevlevîleri ve onların semaını tarif
edeceği beş sayfalık anlatımına şu cümlelerle başlar:
Mutaassıplar arasında olarak dervişler halkın idrakinde hâlâ büyük bir itibara
maliktirler. Onların college [yüksek mektep, medrese; âsitâne; tekke]leri teké [tekke]
olarak isimlendirilir ve başşehirde Türk hayırseverlik hususiyetiyle temayüz etmiş
birkaç tane vardır. Su tevzii en revaçta bir hayır tatbikidir; bentler ve onların
aygıtlarıyla, şehrin mücavirliğinde bulunan küçük derelerden elde edilen bu mühim
unsur, ihtimamla, mermer bir hazne içine alınmak suretiyle tedarik edilir ve kâselerle
kullanılır. Şehirdeki her tekke yolcular için, daima halis suyla dolu bulunan, içlerinden
biri kullanıldığında içeride duran bir derviş tarafından tekrar doldurulan; bir dizi
yaldızlı, maden kâselerin boyunca durduğu, caddeye karşı bir pencereye sahiptir.
Bu tekkelerin sakinleri işlerinde çalışırken her yerde görülürler. Mahrutî
şapkaları ve beyazca bir kumaştan, yün binişleri; bir elde ucu demir bir sırık ve
umumiyetle diğerinde uzun bir boynuzla tefrik olunurlar. Boğaziçi’nin mezarlıkları
56
arasındaki bazı büyük kahvehanelere yazları Türkler tarafından çokça uğranır ve benim
de bir iskemle ve bir çubuk alıp onların arasına, kapının önündeki yeşil kerevete
oturmuşluğum vardır. Umumiyetle, ortada dikilip topluluğa nasihat eden bir derviş
gözükür ve sonra onların sadakalarını toplamak için uzun boynuzuyla etrafı dolaşır.
Lâkin kardeşliğin en temayüz etmiş olanları raks ederek ve feryat ederek
ayinlerini icra edenlerdir. Bunların ilki kurucularından dolayı Mevelevi [Mevlevî] diye
isimlendirilirler77 [İngilizceden çeviren Dr. Rıza DURU]
Sebilhaneden detay (Türkisches Manierenbuch’tan). Sağ üstte resmin tamamı.
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 708; Robert WALSH, A Residence at Constantinople During a
Period Including the Commencement, Progress and Termination of the Greek and Turkish
Revolutions, 2 cilt, Cilt: 1, Frederick Westley and A. H. Davis: London, 1836, s. 464-465.
77
57
Her ne kadar Mevlevîlik bahsinin hemen önünde yer alsalar da, Walsh, bu
cümlelerde, hayır amaçlı su dağıtanları ‘Mevlevî’ sıfatını kullanmaksızın, ‘dervişler’
diye anar. Ama satır araları, bu dervişlerin Mevlevîler olduğunu işaret eder.
“Hayırseverlik hususiyetiyle temayüz etmiş birkaç tane vardır” diyerek tekkeleri sayıca
sınırlayan Walsh, ilk paragrafın son cümlesinde, cadde üzerinde bir sebilhaneyi tarif
eder. Yazar, ikinci paragrafın başındaki tarifte, farklı derviş tiplerine ait kıyafet
unsurlarını, sanki bir tipe aitmiş gibi anlatmışsa da, aslında yaptığı, farklı tiplere ait
kıyafet unsurlarını bir çırpıda sıralamaktır. Zira hem konik (mahrutî) şapka yani sikke
giyen, hem de elinde boynuzla yani nefirle dolaşan bir dervişle o yıllara ait tarif ve
tasvirlerde karşılaşılmaz. Yazarın, hayır amaçlı su dağıtan dervişleri ve onların
tekkelerini anlattığı paragrafın hemen ardından; ‘bu tekkelerin sakinleri’nin -en azından
bir kısmının- sikke giyen dervişler olduklarını; takip eden paragraftaysa, bunların en
öne çıkanlarının Mevlevîler olduklarını belirtmesi dikkat çekicidir.
Mevlevîlerin hayırseverliklerini işleyen çok sayıda seyahatname metni (meselâ,
Edirne, Halep ve Kilis Mevlevîhanesi’nden fakirlere yemek dağıtılması) ve son dönem
fotoğrafları (meselâ, 1894 depremi ardından Galata Mevlevîhanesi’nin avlusuna kurulan
çadırlarda depremzedelerin, 19. yy.ın sonunda Hanya Mevlevîhanesi’nde esirlerin,
Birinci Dünya Savaşı sırasında Selanik Mevlevîhanesi’nde mültecilerin barınmaları)
vardır. Bir seyyah, hayırseverliklerinden dolayı Mevlevîleri “bulundukları şehrin
velinimeti” saymıştır.78
Caddeye bakan sebilhanesi olan bir tekke denilince akla ilk gelenlerden biri
Galata Mevlevîhanesi’dir. Yine Selanik Mevlevîhanesi girişinde de sebilhane
bulunmaktaydı.
İstanbul’da
uzun
yıllar kalmış olan Walsh,
bağlamıyla ele alındığında,
metninde, zımnen de olsa,
Mevlevîlerin
sakalığından
söz etmiş görünmektedir.
Galata Mevlevîhanesi’nin sebilhanesi
(sağdaki çeşmeye komşu iki adet şebekeli pencere)
78
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 149-155.
58
Brindesi’nin Resimleri
İtalyan ressam Giovanni (Jean) Brindesi
(1826-1888), 19. yy.ın ortalarında İstanbul’da yaşadı
ve orada öldü. Asılları Topkapı Sarayı Müzesi ve
İstanbul
Üniversitesi
Kütüphanesi’nde
bulunan
resimlerinin taş baskı albümleri yayınlanmıştır.
Bunlardan biri 20 adet renkli taşbaskıyı içeren
Souvenirs de Constantinople adlı albümdür.79 Bu
albümde yer alan Bazar à Constantinople adlı
resimde, Kapalıçarşı’da hayır amaçlı su dağıtan bir
derviş saka yani sebilci resmedilmiştir. Yaşlı dervişin
baş kıyafeti; tülbent yerine kürk parçasından destar
sarılmış, daha kısa ve desenli olması dışında şeklen
Brindesi’nin çarşı sebilcisi
sikkeye benzeyen bir külâhtır.
Sırtında kısa hırka ve onun
altında
etekli
bir
kıyafet,
ayağında şalvar vardır. Bu tip,
aynı albümdeki nizami çizilmiş
diğer
Mevlevîlere
Çarşı
sebilcisini
benzemez.
burada
ele
almamızın nedeni, sikke benzeri
külâhı olmayan, sivil Osmanlı
kıyafetli, farklı bir derviş tipini
temsil etmesidir. Brindesi’nin
1857 yılında yaptığı ve bu
resmin mezarlıktaki versiyonu
olan
bir
suluboyada
daha
anlaşılır hâlde olan bu tip, daha
önce Preziosi, Brocktorff gibi
ressamların da çizdikleri Buhara
dervişine benzemektedir.
Yukarıdaki resimden detay
79
Jean BRINDESI, Souvenirs de Constantinople, Lemercier: Paris, 1855-60.
59
Brindesi’nin 1860 yılından diğer bir
resminde perişan sarıklı bir külâh giyen bir
saka görülür80 (aşağıdaki resim). Külâhı,
aşağıda
inceleyeceğimiz
White’ın
resmindeki derviş sebilciye göre daha
kısa görünse de, bu tipin derviş ve
hatta Mevlevî olması mümkündür.
Bu resmin diğer bir farkı, ilk kez,
su taşıma aracı olarak deri kırba
dışında, testinin de kullanıldığını
göstermesidir.
Brindesi’nin
sebilcisinin
mezarlık versiyonu
Brindesi’nin
testiyle su
dağıtan
sebilcisi
80
https://tr.pinterest.com/pin/458804280761160919/
60
White’ın Metni ve Çizimi
Yazılı tarifler içinde, suyun temin, taşınma ve dağıtılmasına dair en kuşatıcı, en
açıklayıcı, en net tarifler İstanbul’da üç yıl kalan Britanyalı subay ve romancı Charles
White (1793-1861) tarafından yapılmıştır. Mevlevîlerin sakalık, daha doğrusu sebilcilik
yaptığına dair doğrudan gözlemler içindeki en net ve kesin tanıklık ona aittir.
1844
aktardığı
yılından
kitabının
izlenimlerini
birinci
cildindeki
pazarlar, şirketler ve loncaları anlattığı
bölümünün başında, “Sebiljee (Dervish
Water-carrier)”
[Sebilci;
Derviş
Su
Taşıyıcı] tanımıyla bir çizim verir. White,
81
ikinci ciltte bu çizimi açıklarken “our
vignet” yani ‘çizimimiz’ tabirini kullanır.
Önsöz’de İstanbul’un merkezî çarşılarının
planını
kitaptaki
çizdiğinden
çizimleri
bahseden
de
yapmış
yazarın,
olması
ihtimal dâhilindedir; bu yüzden White’ın
çizimi olarak anıyoruz. Gravürünü, cilt
başlarına kendilerine ait baskılar konulan
Day ve Haghe çıkarmışlardır. Buradaki
dervişin sikkeye oldukça benzer uzun
külâhının alt tarafına düz destar sarılmıştır.
Diğer bütün uzun külâhlı sakalarda olduğu gibi, baş kıyafeti dışında üstünde
Mevlevîliği andıran bir unsur taşımaz. White, birinci cildin önceki sayfalarında, adlarını
anarak Mevlevîlerden iki sayfa söz etse de, Çizimdeki sebilciyi sadece ‘derviş’ sıfatıyla
tanımlamıştır. Çizimdeki tipin metin içinde yazılı karşılığı ikinci cildin “Şekerlemeciler,
Su Taşıyıcıları ve Sarnıçlar” başlıklı ilk bölümündedir. Bu bölümün toplam 23
sayfasında, sakasından sebiline, sarnıcından bendine, suyolcusundan çeşmesine;
İstanbul’un suyuna dair akla gelen her şey anlatılmıştır. Çizimdeki tipin kim olduğu da
orada açıklanmıştır. Metnin, Mevlevîlerin sakalığı üzerine en değerli bilgileri barındıran
kısmının tarafımızdan çevirisi şöyledir:
81
Charles WHITE, Three Years in Constantinople or Domestic Manners of the Turks in 1844, 3 cilt,
Cilt: 1, Henry Colburn: London, 1845, s. 171.
61
Çarşılar ve civar sokaklar gezici su satıcılarıyla doludur ve şehrin her yerinde ve
banliyölerde tayin edilmiş su taşıyıcıları vardır. Soujee [sucu] adı verilen ilkinden az
önce bahsedildi; saka adı verilen ikincisi, yaya ve atlı olmak üzere iki çeşittir. İlki deri
göğüslük giyer ve omuzlarına asılmış sert deri çantalar (koorba [kırba]) taşır. Bunları en
yakın çeşmelerden doldururlar ve belirlenen evlere taşırlar. Atlı su adamları, sert deri
haşaları ve eyerlere yapıştırılmış büyük su torbaları taşıyan iyi atları çekerler. Bu
adamlar yayalarla aynı hizmeti yerine getirirler.
Ücretsiz su taşıyıcıları da vardır. Bu adamlar, vakfedilen bir hayır vasiyetine
binaen fakirlere su dağıtmak için çalıştırılırlar. Kalabalık caddelerde omuzlarına
astıkları deri bir su torbası ve ellerinde pirinç bir tasla geçerler. Bir yudum isteyen
herkese su sunarlar. Bunların arasında iki üç derviş vardır. Bunlardan biri olan
Mevlevy [Mevlevî] şehrin her yerinde iyi tanınmaktadır. Birinci cildin altıncı
bölümünün başındaki çizimimiz bu değerli kişinin küçük bir taslağını sunar.
White’ın Mevlevî sebilcisi
62
Sakalar ayrı ve geniş bir kurum oluştururlar ve birkaç istisna dışında hepsi
Ermeni ve Türk'tür. Türk yaya su taşıyıcılarının hamisi, adından da anlaşılacağı gibi,
Kûfe'nin yerlisi olan Süleyman Kûfeli adında biridir. Peygamber'in susuzluğunu
giderme şerefine nail olmuştur. Su taşıyıcılarının hepsi Sakabaşı'nın denetimi altındadır.
Sayıları sınırlıdır. Loncalarının düzenlemeleri serttir ve kamu yararı için iyi
hesaplanmıştır. Neredeyse her vakit evlerin içine girebildikleri için, kişiliklerine çok
dikkat edilir ve büyük bir dürüstlük ününe sahiptirler. Fakat aşk eğilimleri ve
kendilerine duyulan güvenden yararlanarak haremlerin aşağı derecedeki sakinleriyle
kendileri ya da başkaları için entrikalar çevirdiklerine dair şikâyetler seyrek değildir.
Yaya sakanın deri çuvalı (kırba) on buçuk galon [Birleşik Krallık galonu;
İmperyal galon. 10,5 İmperyal Galon: 47,7 litredir] içerir. İçindekiler uzaklığa göre
sekiz ya da on paraya (yarım peni) satılır. Tüm çeşmelerde su ücretsiz olarak sağlandığı
için bu onların ayrıcalığıdır. Her mahalleye belirli sayıda saka bağlıdır ve bunlar sadece
her bir takım için tahsis edilmiş çeşmeden sırayla su çekebilirler. Bu adamların tüm
yangınlara kırba ile katılmaları gerekmektedir. Kayıtlı saka sayısı 5.000'i bulduğu için,
sık sık tekrarlanan bu durumlarda yardım eksikliği yaşanmaz.
Sakalar halk tarafından büyük saygı görmektedir. Yararlı olmaları onları kamu
korumasının güvencesi altına sokmaktadır. Bir sakaya kötü davranmak ya da onu
yaralamak hakaret olarak algılanır ve ait olduğu mahallenin sağlığı ve dinine bir saldırı
olarak görülür. Bu durum onları her zaman zulüm ve ölümden kurtarmaz.82
[İngilizceden çeviren: Dr. Rıza DURU. Vurgu bize ait.]
White, kendi çizimine de gönderme yaparak, Mevlevî sebilciyi, varlığına dair
kalmış olabilecek son tereddütleri de ortadan kaldırarak apaçık bir şekilde göz önüne
koymuştur.
Çizimdeki Mevlevî, sikkesinin alt tarafına düz destar sarmıştır. Üstündeki
kıyafetinde Mevlevîliğe ait başka bir unsur yoktur. Bu hâliyle, en azından, bir Mevlevî
muhibbi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.
Manaraky’nin Resmi
Siroz doğumlu İstanbullu Rum ressam ve gravürcü Antonios Manarakis
(Αντώνιος Μαναράκης ; Manaraky; Manaraki) (1820-1889)’nin 1860 civarında yaptığı
ve Britanyalılar Müzesi’nde bulunan kurşun kalem çizimi Duponchel-RaineriMigliavacca tipinin bir versiyonudur. Resmin tanımına el yazısıyla “A Menlevee
82
WHITE, a.g.e., Cilt: 2, 2. B., 1846, s. 16-17.
63
Dervich bestowing Water ‘for the sake of God’ [‘Tanrı’nın rızası için’ su ihsan eden
Mevlevî dervişi]” ve bu satırların arasına daha silik bir kalemle “Mevlevee Sebilgee or
Water man [Mevlevî sebilci veya sucu] yazılmıştır. Bu el yazısı, müzenin notuna göre,
aşağıda kendisine ait metni de inceleyeceğimiz John Porter Brown’a aittir. Bu tipi
yukarıda incelediğimiz için burada kesiyoruz.
Manaraky’nin Mevlevî sebilcisi
64
Pears’in Metni
1873’ten itibaren 40 yıldan fazla İstanbul’da yaşayan, Britanya konsolosluğunun
hukukçusu Edwin Pears (1835-1919), Türkiye’ye dair yazdığı kitaplarından biri olan
Turkey and Its People (1912)’da şunları yazar:
[Mevlevîlerin] ekseriyetle tekkelerine bitişik bir çeşme bulunur ve bir kardeş
“Tanrı’nın yolunda ve Tanrı’nın aşkı için!” selâmıyla içme suyu vermeye hazırdır.83
[İngilizceden çeviren Dr. Rıza DURU]
Pears, Walsh’tan sonra Mevlevîlerin sebilhanelerinden bahseden ikinci yazardır.
Brown’ın Metni
Amerikan diplomat ve şarkiyatçı John Porter Brown (1814-1872), 1832’den
ölümüne kadar İstanbul’daki Amerikan elçiliğinde görev yaptı. Yazımını 1867’de
tamamladığı “The Dervishes’ adlı kitabını 1868’de yayınladı. Orada, Mevlevîlerin hayır
amaçlı su dağıtımından şu cümlelerle söz eder:
Umumiyet
itibariyle
tarikatın
[Mevlevîliğin] umdesi ‘ishq Ullâh [aşkUllâh]
veya Allah aşkıdır, meselâ [bir şey] içtikten
sonra mutat iltifatları ışk olsun (aşk olsun)’dur.
Hiçbirinin dilenmesine müsaade edilmediğinden
başka, birçoğu, yollarda susamışlara fî sebîl ve li
işkullah (Tanrının yolunda ve Tanrı aşkı için) su
ikram ederken dahi görülür.84 [İngilizceden
çeviren Dr. Rıza DURU]
Mevlevîlik üzerine en uzun ve ayrıntılı
anlatımı içeren kitabın sahibi olan Brown, bu
ifadelerine rağmen, bir Mevlevî sakanın değil,
kefiyeli Arap bir sakanın resmini vermiştir (s. 202).
Brown’ın kitabındaki kefiyeli saka
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 589; Edwin PEARS, Turkey and Its People, Methuen and Co.:
London, [1912], s. 301.
84
Rıza DURU, Mevlevîname, s. 597; John P. BROWN, The Dervishes or Oriental Spiritualism,
Trübner: London, 1868, s. 205.
83
65
Osman Hamdi Bey ve De Launay’nin Metni
1873 yılında Viyana’daki uluslar arası bir sergi dolayısıyla hazırlanan ve Türk
halk kıyafetlerini içeren albümde,85 İstanbullu fotoğrafçı Pascal Sébah (1823-1886)’nın
çektiği, içinde sivil bir sakanın da yer aldığı üçlü bir fotoğraf baskısı yer alır. Bu tipe
dair açıklama metni, diğerleri gibi, ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey (1842-1910)
ile Beyoğlu Belediyesi’nin Fransız asıllı memuru, tarihçi, ressam Marie De Launay
(1822/23-?) tarafından kaleme alınmıştır. Fotoğraftan daha çok, metin konumuzla
ilgilidir.
İstanbul’da
artık
suyun
makinelerle
doğrudan
evlere
dağıtılması
tartışılmaktadır. Hattatlar ve matbaalar arasındakine benzer bir çıkar çatışmasının,
sakalarla abonelikli su makineleri arasında yaşanıp yaşanmayacağı merak edilmektedir.
Her ne olursa olsun, sakalık macerasının sonuna yaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Bitmekte
olan bir meslek ve hizmete dair değerli bilgiler barındıran bu metnin tarafımızdan
tercümesi şöyledir:
Şekil 2: Sakka [Saka]
Saka ya da su taşıyıcısı, en azından yabancıların ikamet ettiği Pera'da, yaz
mevsiminin büyük bir bölümünde Boğaz'ın sol kıyısındaki çeşmelerde düzenli olarak
eksik kalan ev suyunun tedarikini sağlamak gibi genellikle zor bir işleve sahiptir.
Konstantinopolis'te iyi [yağışlı olmayan] mevsim ortalama olarak yaklaşık on ay sürer.
Konstantinopolis (Stamboul) [İstanbul], Scutari [Üsküdar] ve Boğaz'ın tüm
Asya kıyısında, en fazla 12 ila 15 para olmak üzere, (kyrba) [kırba] (20 okka veya 25
kilogram) yasal su yükü ücreti ödenir. Péra [Beyoğlu]'da minimum 20 ila 25 paradır;
ama o da sadece yağmur mevsimi boyunca. Yılın geri kalanında, geriye kalan tek şey
taleptir; arz ise istisna olduğundan, ekonomi kanunlarına göre içme suyu lüks bir meta
haline gelir, yani hiçbir rakam onun fiyatını belirleyemez.
Bu dezavantaj daha da ciddileşmektedir çünkü su kaynaklarının dağıtılmasını
engelleyen yasa; çoğu zaman gereksiz yere önerilen, masrafları abonelikle karşılanacak
makineler aracılığıyla suyun doğrudan evlere dağıtılması olasılığına karşı çıkmaktadır.
Tüm su kaynakları ücretsiz olmalıdır; sadece taşınması için ödeme yapılabilir. Şimdi,
yasa hakkında çokça yapılan ikiyüzlü yorum, suyun her evde makineler aracılığıyla
akacağını ve sonuç olarak taşıma olmayacağını söylüyor; bu şekilde tedarik edilen
suyun parasının ödenemeyeceği ve şirketin bunu ödemesi gerektiği sonucuna varıyor.
OSMAN HAMDİ BEY, Les Costumes Populaires de la Turquie en 1873 : Ouvrage Publié sous le
Patronage de la Commission Impériale Ottomane pour l'Exposition Universelle de Vienne / Texte
par Hamdy Bey ... et Marie de Launay ; Phototypie de Sébah, Levant Times & Shipping Gazette:
Constantinople, 1873.
85
66
Saka, kanunun bu şekilde yanlış yorumlanmasından gerçek bir fayda
sağlamamaktadır. Hiçbirinin bu sayede daha zengin olduğu söylenemez. Onları yöneten
düzenlemeler diğer şirketlerin çoğunu yöneten düzenlemelerle aynı değildir;
ayrıcalıklıdırlar ve bu aslında onların belasıdır. Kamuya ait çeşmeler, deyim yerindeyse,
bir tür mülkiyet (yedik) ile onlara ebediyen kiralanmıştır ve bunun için bazen geliri aşan
bir ücret ödemek zorundadırlar.
Sakaların kıyafetleri; ticaretleri için özel ve vazgeçilmez olan kısımları hariç,
Konstantinopolis'teki işçilerin genelinin kıyafetleriyle aynıdır. Onlara özel olan; içinde
su taşıdıkları deriden yapılmış kyrba (kurbağa) [kırba] ve giysilerini nemden
korudukları arkalitch [arkalık] (yine deriden yapılmış bir tür ceket)’tır.
Mesleki gereçler arasında sayılması
gereken bu iki parça da dahil olmak üzere,
bir sakanın kıyafeti 526 kuruş ya da yaklaşık
116
frank
tutmaktadır.86
çeviren Dr. Rıza DURU]
Sébah’ın sivil sakası
(solda, alttaki fotoğraftan detay)
86
OSMAN HAMDİ BEY, a.g.e., s. 15-16.
[Fransızcadan
67
TARTIŞMA VE SONUÇ
Osmanlı İstanbul’una dair Batı kaynaklı metin ve resimlerde karşımıza altı tür
saka tipi çıkmaktadır:
1. Yeniçeri saka
2. Acemi oğlan saka
3. Askerî saka (ordu sakası)
4. Sivil saka
5. Derviş saka
6. Mevlevî saka
Bunlardan ‘Yeniçeri saka’ bir rütbedir, adındaki saka tamamen semboliktir, su
taşıma ve dağıtımıyla ilişkisi yoktur. ‘Acemi oğlan saka’ sarayların suyunu teminde
istihdam ediliyordu. ‘Askerî saka’ seferde ordunun içme ve kullanma suyunu sağlayan
bir devşirmedir. ‘Sivil saka’ ticaret amacıyla toptan su taşıma işi yapan bir meslek
mensubudur. ‘Derviş saka’ hayır amacıyla perakende olarak su dağıtan bir tarikat
mensubudur. Hacılara su dağıtan saka olarak da görülür. ‘Mevlevî saka’ derviş sakaların
Mevlevî tarikatına mensup olanıdır. Derviş ve Mevlevî sakaya ‘sebilci’ de denmektedir.
‘Saka’ tabiri mekân dışı, ‘saki’ tabiri ise mekân içi su taşıma ve dağıtım işiyle ilgili
kullanılmışlardır.
Tüm bu saka tipleri farklı kıyafetlere, özellikle farklı baş kıyafetlerine
sahiptirler. Genel olarak sakalara özel bir başlık mevcut değildir; sikkeye çok benzeyen
baş kıyafeti, sadece son gruba özgüdür.
İlk derviş saka resmi 1570 yılından, Lorck’a aittir. Lorck bu resme bir tanım
vermemişse de, hemen hemen aynı yıllardan Hendrowski’nin resmi ve sonraki
dönemlerde tanımlanan diğer resimlerden geriye bakarak bu bilgiye ulaşmak kolaydır.
Derviş sakayı yazıyla ilk tarif eden 1580 yılı civarında Schweigger’dir. Adını derviş
diye anarak Mevlevî sakayı ilk resmeden ve resmin altındaki tanım ve tarifle kimliğini
bildiren 1707-1708 yıllarında Vanmour’dur; onun sakası atlıdır. Adını derviş diye
anarak Mevlevî sakalardan söz eden ilk yazılı metin ise Vanmour’un resimlerinin
gravür baskılarını içeren 1714 tarihli kitabın açıklama kısmında yer alır. Adını sebilci
diye anarak yaya Mevlevî sakayı ilk resmeden 1784-1788 yıllarında Monnier’dir.
Mevlevî sakalardan, has adlarını anarak, ilk kez 1746 yılında Guer, gözleme dayanarak
ise 1788 yılında D’Ohsson metinlerinde söz etmişler; D’Ohsson, kitabında yer alan
68
Duponchel’in çizimini Mevlevî saka olarak onaylamıştır. Destarlı sikkeli Mevlevî
sebilci ilk kez 1844 yılında White tarafından çizilmiş ve yazıyla tarif edilmiştir. Bunlar
dışında, doğrudan gözleme dayanan veya dayanmayan, tekrar mahiyetinde resim ve
anlatımlar bulunmaktadır.
Vanmour ve Monnier’nin resimlerinin tanım, tarif ve açıklamalarında ‘Mevlevî’
değil, ‘Derviş’ sıfatı kullanılmıştır. Ressamların, resimleri için albümlerinde
belirledikleri yer; onlar için verilen tanım, tarif ve açıklamalar; döneme özgü tarikat
tasnifi eğilimi göz önüne alındığı ve albümlerde yer alan askerî, sivil, dinî diğer tiplerle
kıyafet karşılaştırması yapıldığında, ‘Derviş’le kast edilenin ‘Mevlevî’ olduğu açıktır.
Aynı yüzyıldan ‘Mevlevî’ sıfatını da kullanan iki yazılı anlatım; özellikle D’Ohsson
gibi doğrudan ve dikkatli bir tanıklık da bu çıkarımımızı desteklemektedir.
Saka tiplerinden Mevlevî saka diye adlandırdığımız tipin sadece baş kıyafeti
Mevlevî sikkesine benzemektedir, kalan kıyafeti Mevlevilikle ilişkili gözükmemektedir.
Mevlevî saka üç ayrı baş kıyafetiyle çizilmiştir. Birincisi; biraz sivrice olması
dışında Mevlevî külâhı sikkeye çok benzerlik taşıyandır. İkincisi; aynı külâhın, altında
daha koyu renkte bir bant varmış gibi görünenidir. Üçüncüsü; alt tarafına düz destar
sarılmış sikkedir.
Monnier’nin sebilcisinin külâhının altını saran bir bant gibi gözüken, bedensel
bir iş yapan sebilcinin, basitçe terini emsin diye sikkesinin altına giydiği bir iç başlıktan
başkası değildir. Alışılmadık bu görünüşüyle, Mevlevî sikkesi sanki sebilciliğe özel,
onu ayırt ettiren bir anlam kazanmıştır.
Mevlevî saka resimleriyle 1707-1860, onlardan söz eden yazılı tariflerle ise
1746-1868 yılları arasındaki kaynaklarda karşılaştık. Bu süreç en az 150 yıllık bir
döneme karşılık gelmektedir. 1580 yılı civarında ‘Derviş’ sıfatını kullanarak saka tarifi
yapan Schweigger’e kadar gidilirse, süreç 300 yıla kadar genişleyebilir. Belki de,
Mevlevî saka olgusu bu belli döneme, belki İstanbul’a, belki Beyoğlu’ya, belki Galata
Mevlevîhane’sine ve hatta belki bir kaç Mevlevî muhibine özgü bir uygulama olmuştu;
bunu netleştirmemiz, eldeki bilgiyle mümkün gözükmemektedir.
En az 150 yıl sürdüğüne göre, Mevlevîden Mevlevîye aktarılan bir hizmet gibi
sürdürülmüştür. Schweigger’in ‘saka tarikatı’ adlandırması yerinde gibidir. Mevlevî
sakalar, adeta İstanbul Galata Mevlevîliği içinde bir tarikat kolu gibi gelişmiş ve sürmüş
olabilir.
69
Makalemizin başlığındaki çoğul kullanım, aynı devirde çok sayıda Mevlevînin
sakalık yaptığı anlamına gelmemekte; farklı devirlerde ve adeta birbirinin süreği olarak,
en az bir Mevlevînin bu hizmeti gördüğünü ifade etmektedir.
Mevlevî sakalar için en doğru isimlendirmeyi ‘sebilci’ diyerek Monnier
yapmıştır. Böylece su taşıma ve dağıtma işi olan sakalığa hayır amacını ekleyen bir
kavramı günümüze taşımıştır.
Mevlevî sakanın varlığını yazılı ve görsel delilleriyle ortaya koyduktan sonra,
onun Mevlevîlikteki derecesinin hangisi olabileceğine dair değerlendirmelerde
bulunmak istiyoruz. Bir Mevlevî dergâhının en dışından merkezine doğru dereceler ana
hatlarıyla şunlardır:
1. Muhib (Mevlevîliği seven. Kendisine sikke tekbirlendiğinden, aslında yeri
dedeliğin hemen öncesi veya yanıdır)
2. Sâlik (geçici olarak saka postunda gözlemde tutulan talip, istekli)
3. Ayakçı (Saka postu sınamasını geçmiş talip)
4. Pazarcı
5. Sırasıyla diğer hizmet sahibi yeni dervişler
6. Dede (çilesinin yani hizmetini tamamlamış derviş)
7. Dergâh zabitanı
8. Aşçı Dede
9. Şeyh
Bunların dışında bir de dergâhtan geçici veya kalıcı uzaklaştırılmış olma durumu
vardır.
Bu derecelerin görevleri hâliyle birbirinden farklıdır; kıyafetleri ise, bir kısmına
makalemizin baş kısmında değindiğimiz gibi, yer yer farklılık gösterir.
Konumuz itibarıyla bizi ilgilendiren, derecelerin dergâh dışında giydikleri
kıyafetlerdir. Dedelikten itibaren dış kıyafet dışarı hırkası ve sikkedir. Şeyh ve halifeler
dışında sikke destarsızdır. Bunun istisnası “Mesnevîhanlarla, kemâli ve bilgisi olan ve
tarikata hizmeti dokunan dede ve muhibler”dir; kendilerine şeyh ya da çelebilik
makamından izin verilmişse destar sararlar. Her ne kadar derece itibarıyla ilk sırada
imiş gibi vermek zorunda kalsak da, aslında, muhibin derece olarak yeri dedenin hemen
öncesi veya yanıdır. İzinle destar sarabilmesi de bu yere işaret eder. Mevlevî sebilciyi
gösteren hiçbir resimde hırka görülmez. Böylece, dede ve daha ilerisindeki dereceler
sakalık bakımından değerlendirme dışı kalmaktadırlar. Mevlevî sakanın kıyafetinde
70
Mevlevîlik unsuru olarak, kala kala destarsız veya destarlı sikkesi kalmaktadır. White’ın
resminde görülen destarlı sikkeli Mevlevî sakaya, Mevlevî muhibbi demek dışında elde
seçenek kalmamıştır. Destarsız sikkeli Mevlevî sakayı da muhib olarak belirlemenin
önünde hiçbir engel yoktur. Ama yine de, dedeye kadar olan derecelerle ilişkisi olup
olamayacağı ortaya konulmalıdır.
Mevlevîlik yoluna girmeye niyet edip karar veren talip olan sâlik, hakkındaki bir
ön izlenim ve soruşturmanın ardından, eğer olumsuz izlenime yol açmamışsa, sivil
kıyafeti alınıp, başına arakıyye ve sırtına resmî hırka giydirilip dergâh şeyhi tarafından
saka postuna oturtuluyordu. Üç gün üç gecelik bu süreç talip bakımından bir tür deneme
ve sınama mahiyeti arz ediyordu. Talip, en azından belli bir dönem, şehir veya
Mevlevîhane için geçerli olmak üzere, bu üç günlük sürecin bir kısmı veya tamamında
dergâh dışında hayır maksadıyla su dağıtmada istihdam edilmiş olabilir mi? Talibin
saka postundaki üç günlük durağan sınavı, kendisine sakalık ettirilerek, onu tam veya
kısmî zamanlı bir hayır işine katmak yönünde geliştirilmiş; böylece, sebat ve ahlâkının
ölçüldüğü bir denemeye de tabi tutulmuş olabilir mi? Yerli kaynaklar doğal ihtiyaçlar
dışında saka postundan ayrılmamanın kesin bir kural olduğunu yazarlar. İncelediğimiz
resimlerde görülen derviş sakaların baş kıyafetleri, uzunluk bakımından arakıyyeye
değil, sikkeye benzemektedirler. Arakıyyeye benzer başlıklar sadece 16.yy.ın
devşirmeleri ve onlardan olan acemi oğlan sakalarda görülmektedir. Özetle sâlikin
sakalık ettiğini söylemek mümkün görünmemektedir.
Saka postu sürecini geçen sâlik resmen Mevlevîliğe kabul edilmiş oluyor ve
matbah canı adıyla hizmete başlıyordu. Sürece geçemezse sivil hayatına geri
dönüyordu. Matbah canının ilk hizmeti ayakçılıktı. Ayakçı 18 gün boyunca dergâh
dışına çıkamaz, ancak bir sonraki hizmet olan pazarcılığa ilerlediğinde görevle dışarı
çıkabilirdi. Onun sikke ve hizmet tennuresinden oluşan kıyafeti bu yüzden sadece içeri
kıyafetidir; dışarı çıkamadığından dışarı kıyafeti yoktur. İncelediğimiz resimlerde
sikkeli ve koyu renk tennureli bir dış kıyafeti olan bir sakaya rastlamadık. Bu verilerle
‘ayakçı’nın da sakalığı söz konusu değildir.
Bir ilerideki hizmet derecesi olan Pazarcı’nın kıyafeti ‘ayakçı’ ile aynıdır.
Pazarcı’nın farkı dergâhın alışverişi gibi dışarı işlerini görmesidir. Her devirde kendine
yetecek kuyu, çeşme, sarnıç gibi su kaynakları bulunan Galata Mevlevîhanesi’nin
dışarıdan su temin ihtiyacı olmamıştır. 16. yy.a ait resimlerin bazılarında Pazarcı’ya çok
yakın tipler çizilmiş olsa da, onların acemi oğlanlar olmaları daha muhtemeldir.
Mevlevî sakanın Pazarcı olma ihtimali de son derece zayıf gözükmektedir.
71
Son olarak, Mevlevî saka, dergâhtan uzaklaştırılmak demek olan kendisine
seyyah verilmiş ve bu yüzden kendisini bir tür pişmanlık hizmetine koşmuş biri olabilir
mi? Seyyah verilen bir yolsuzun en başta sikkesi olmak üzere Mevlevî kıyafeti
kendisinden alındığından87 bu mümkün gözükmemektedir. İncelediğimiz resimlerde,
Mevlevî sakanın külâhının biraz daha sivrice olduğunu, bazılarında alt tarafında sikke
renginden daha koyu bir bant görüntüsü bulunduğunu belirtmiştik. Sikke giyememek,
yolsuz da olsa, bir Mevlevîye belki ağır geleceğinden olağan sikke görünümü bu şekilde
farklılaştırılarak bir çözüm bulunmuş olabilir mi? Ne yazık ki elimizdeki veri böyle bir
soruya cevap verecek miktarda değildir.
Şu hâlde, şimdilik kesin olan, tarihsel süreçte, Batılılara ait İstanbul’u anlatan
yazılı ve görsel kaynaklarda karşımıza çıkan, zımnen ya da açıkça kendisinin Mevlevî
olduğu belirtilen hayır amaçlı su dağıtan saka yani sebilcinin bir Mevlevî muhibbi
olduğudur; bunu delilleriyle ortaya koymuş bulunuyoruz.
Bu tespitimizle beraber, Vanmour’un derviş sakası da ilk Mevlevî muhibbi resmi
olmaktadır.
Mevlevî sakalara yerli kaynaklarda değinilmemiş olmaması, bu kaynakların,
belki de ayrıntı sayıp noksan bıraktıklarını gördüğümüz diğer örnekleri akla getirir.
Meselâ, ilk kez tarafımızdan ortaya konulan, hırka ve tennurelerin hemen hemen her
renkten olabileceği, sema safhalarının şeyhin el çırpmasıyla değiştirildiği gibi, ayrıntı
olan veya olmayan, pek çok özellik yerli kaynaklarda yer almamaktadır. Belki de, tek
bir Mevlevîhaneye, hatta White’ın tarif ettiğindeki gibi, tek bir Mevlevîye özgü bir
uygulamadan haberdar olunmamış bile olabilir.
Mevlevî muhibbi olan sakanın tekkeyle bağı, orada yaşayan bir derviş kadar katı
ve sıkı kurallara bağlı değildir. Sakalık hizmetine karar verenin Mevlevî tekkesinin
idaresinden daha çok, muhibbin kendisi olduğu kanaatindeyiz. Her ne kadar tekkelerde
de bakıldığı bilinse de, atlı sakalık hizmeti veren muhib atına kendi bakıyor olmalıdır.
Muhib, tarikattaki hizmetine karşılık sikkesine destar yani sarık sarma izni
alabilirdi (bk. dipnot: 26). Mevlevî sebilcinin hizmetinin; bağlı olduğu, muhtemelen
Galata Mevlevîhane’sinin şeyhinin onayıyla olduğu, bu hizmetinin onun tarafından
takdirle karşılandığı White’ın Mevlevî sebilcisinin sikkesine sardığı destardan
anlaşılabilir.
87
Seyyah vermek ve ser-pâ edilmek (sikkesi alınmak) için bk. Gölpınarlı, s. 40.
72
Mevlevîhanenin matbahında bulunan ve dervişliğe ikrar veren kimsenin üç gün
oturtulduğu ‘saka postu’nun, Mevlevîlerin sakalık hizmetiyle bir ilişkisi olup olmadığı
sorusu makalemizde cevaplanamamıştır. Mevlevîlerin sakalığı ‘saka postu’ tabirine
köken vermese de, o tabire çok yakışan bir uygulama olarak görünmektedir.
Son olarak, dervişlik gibi, esasen bir tek kişiyi ilgilendiren bir seçimin, halkın en
temel dünyevi ihtiyacı olan suyu karşılıksız temin etmeye yönelen bir sosyal
sorumluluğa gelişmiş bulunması, her türlü takdirin üzerinde olmanın ötesinde,
günümüzün çıkmaza girmiş yapılanmalarına da bir çıkış yolu göstermektedir.
BİBLİYOGRAFYA
(Çevrimiçi kaynaklar sadece dipnotlarda verilmiştir.)
AMMAN, Jost ve DE BRUYN, Abraham, [Ensemble de gravures de costumes de Turquie
du XVIe siècle], renkli gravür baskı, Bibliothèque Nationale de France Département Estampes
et Photographie’de, 1577.
Anonim yazma, Türkisches Manierenbuch, Universitätsbibliothek Kassel, Landesbibliothek
und Murhardsche Bibliothek der Stadt Kassel’de, 1595.
Anonim yazma, Costumes de la Cour du Grand Seigneur, Bibliothèque Nationale de France
Département Estampes et Photographie’de, 1630.
BECK, Hieronymus, Figurae Calamo Exaratae Variorum Turcarum Imperatorum,
Capitaneorum etc. Imagines, Deinde Habitus, Ludos, Caerimonias etc. Repraesentantes,
yazma, Österreichische Nationalbibliothek’te, 1586.
BEYDİLLİ, Kemal, D’Ohsson, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 9, 1994.
BOZKURT, Nebi, Sikke, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.37, 2009.
BRINDESI, Jean, Souvenirs de Constantinople, Lemercier: Paris, 1855-60.
DALVIMART, Octavien ve ALEXANDER, William, The Costum of Turkey Illustrated by a
Series of Engravings with Descriptions in English and French, William Miller: London,
1802.
DE CHOISEUL-GOUFFIER, Voyage à Constantinople Fait à L'Occasion de L'Ambassade
de M. Le Comte de Choiseul-Gouffier à la Porte Ottomane, Haz.: Guillaume Martin, Fn.
Plèe: Paris, 1821.
DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, 1970.
73
DE NICOLAY, Nicolas, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations
Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568.
D’OHSSON, Ignatius Mouradgea, Tableau Général de l'Empire Othoman, Divisé en
DeuxPparties, dont l'Une Comprend la Législation Mahométane; l’Autre, l'Histoire de
l'Empire Othoman, Monsieur: Paris, 1788.
DURU, Necip Fazıl, Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi, “Mevlevîname: Çeviri Metinler ve
Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde Mevlevîlik” içinde, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, 1. Bs.: Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015.
DURU, Rıza, Mevlevîname: Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerinde
Mevlevîlik (Necip Fazıl Duru’nun “Mevlânâ ve Mevlevilik Bilgisi” Başlıklı Bölümüyle),
Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1. Bs.: Konya, 2012; 2. Bs.: İstanbul, 2015.
DURU, Rıza, Mevlevîlik Tarihinin Kaynaklarından Seyahatnameler, “Seyahatnamelerde
Konya, Ed. A. Çaycı, Konya BŞB: Konya, 2016” içinde. Değişikliklerle, 01.02.2020 tarihinde
https://independent.academia.edu/RIZADURU adresinde de yayımlanmıştır.
FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno o Storia, Europe, Cilt: 1, Kitap: 4, kendi
matbaasında: Milano, 1823.
FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno o Storia, 2. B., Europe, Cilt: 4, Vincenzo
Batelli: Firenze [Floransa], 1826.
FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno o Storia del Governo, della Milizia, della
Religione, dello Arti, Scienze ed Usanze di Tutti i Popoli Antichi e Moderni Provata coi
Monumenta dell' Antichita e Rappresentata Cogli Analoghi Disegni, dal Dottore Guilio
Ferrario; 23 cilt, kendi matbaasında: Milano, 1829.
FERRARIO, Giulio, Il Costume Antico e Moderno ovvero Storia, 3. B., Europe, Cilt: 4,
Alessandro Fontano: Torino, 1832.
GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılâp ve Aka, İstanbul, 2. b.,
1983.
GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka: İstanbul, 1963.
GÖLPINARLI, Abdülbâki, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılap:
İstanbul, 2004.
GRIFFITHS, J., Travels in Europe, Asia Minor and Arabia, T. Cadell and W. Davies:
London, 1805.
GUER, [Jean-Antoine], Moeurs et Usages des Turcs, Leur Religion, Leur Gouvernement
Civil, Militaire et Politique, avec un Abrégé de l'Histoire Ottomane, 2 cilt, Cilt: 1,
Coustelier: Paris, 1746.
74
HAMMER-PURGSTALL, [Joseph von], Geschichte der Osmanischen Dichtkunst bis auf
unsere Zeit mit einer Blüthenlese aus zweithausend, zweihundert Dichtern, Cilt: 3 [15741687 yılları arası], Conrad Adolph Hartleben: Pesth, 1837.
HENDROWSKI, Heinrich, Bilder aus dem Türkischen Volksleben, yazma, Österreichische
Nationalbibliothek, 1575-1599.
LE HAY ve DUCHANGE, Recueil de Cent Estampes Representant Differentes Nations de
Levant Tireés su les Tableaux Peints d’après Nature en 1707 et 1708 par les Ordres de M.
De Ferriol Ambassadeur du Roi a la Porte et Gravées en 1712 et 1713 par les Soins de Mr.
Le Hay, Paris, 1714.
LORCK (LORICH), Melchior, Wolgerissene und geschnittene Figuren sampt shönene
türckischen Gebaüen, [Hamburg], 1646.
LORICHS, Melchior, Deß Weitberühmbten/ Kunstreichen und Wolerfahrnen Herrn
Melchior Lorichs Flensburgensis, wolgerissene und geschnittene Figuren zu Roß und Fuß
sampt schönen Türkischen Gebauden und Allerhand was in Türkei zu sehen, Michael
Hering: Hamburg, 1626.
MARSIGLI, Conte di, Stato Militare dell' Impèrio Ottomanno, Incremento e Decremento
del Medesimo, İki cilt bir arada, P. Gosse, & G. Neaulme: Amsterdamo, 1732.
MONNIER, Joseph Gabriel, Costumes Orientaux (Recueil de Costumes et Vêtements de
l'Empire Ottoman au 18e Siècle), yazma, Fransa’daki Bourg-en-Bresse belediyesinde, 1786.
OSMAN HAMDİ BEY, Les Costumes Populaires de la Turquie en 1873 : Ouvrage Publié
sous le Patronage de la Commission Impériale Ottomane pour l'Exposition Universelle de
Vienne / Texte par Hamdy Bey ... et Marie de Launay ; Phototypie de Sébah, Levant Times
& Shipping Gazette: Constantinople, 1873.
ÖNDER, Mehmet, Mevlevî Giyimleri, Türk Etnografya Dergisi, Sayı: 52, 1956.
PALUDANUS, Bernardus, Album amicorum van Bernardus Paludanus, yazma, Hollanda
Koninklijke Bibliotheek’te, 1578-1579.
PICARD, Bernard, Histoire Général des Cérémonies Moeurs et Coutumes Religieuses de
Tous les Peuples du Monde, 1723-43 yılları arasında 9 cilt, Cilt: V (Cérémonies Religieuses
des Mahométans), J. F. Bernard: Amsterdam, 1737.
SCHWEIGGER, Salomon, Ein newe Reyßbeschreibung auß Teutschland nach
Constantinopel und Jerusalem, Johann Lanßenberger: Nürnberg, 1608.
SPANDUGINO, Theodoro (Theodori Spaduuini Cantacusini von Constantinopell; İstanbullu
Kantakuzin), Der Türcken heymligkeyt. Ein new nutzlich büchlein von der Türcken
vrsprung, pollicey, hofsytten vnd gebreuchen ... in welscher sprach beschribenn ... vnnd ...
durch Casper vonn Aufses in ein gemein teutsch gezogen, Georg Erlinger: Bamberg, 1523.
75
SPANDUGINUS, Theodorus, I commentari di Theodoro Spandugino Cantacuscino
gentilhuomo costantinopolitano, dell'origine de principi Turchi, & de' costumi di quella
natione, Lorenzo Torrentino: Fiorenza, 1551.
SPANDUNES, Theodore, On the Origin of the Ottoman Emperors, Çev: Donald M. Nicol,
Cambridge University Press: Cambridge, 1997.
SUNAR, Cavit, Melâmîlik ve Bektaşîlik, Ankara Ün. İlahiyat Fak. Yayınları: Ankara, 1975.
TANMAN, M. Baha, Arakıyye, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 3, 1991.
URFALIOĞLU, Nur, Sebil, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 36, 2009.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı, 2. Bs., Türk Tarih
Kurumu: Ankara, 1984.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları, 2 cilt, 3.
Bs., Türk Tarih Kurumu: Ankara, 1988.
VECELLIO, Cesare, Degli Habiti Antichi et Moderni di Diuerse Parti del Mondo Libri
Due, Damian Zenaro: Venetia, 1590.
WALSH, Robert, A Residence at Constantinople During a Period Including the
Commencement, Progress and Termination of the Greek and Turkish Revolutions, 2 cilt,
Cilt: 1, Frederick Westley and A. H. Davis: London, 1836.
WHITE, Charles, Three Years in Constantinople or Domestic Manners of the Turks in
1844, 3 cilt, Cilt: 1, Henry Colburn: London, 1845.
WYTS, Lambert, Itinera in Hispaniam, Viennam et Constantinopolim, yazma,
Österreichische Nationalbibliothek’te, 1573.
76
EKLER
EK: 1
DOĞU GEZİLERİ VE SEYAHATLERİNİN ÜÇÜNCÜ KİTABI
KRAL’IN HİZMETKÂRI VE SIRADAN COĞRAFYACISI N. DE NICOLAY DU
DAULPHINE
BÜYÜK TÜRK’ÜN KÖLELERİ VE BAĞLILARI HRİSTİYANLAR TARAFINDAN
BÜYÜTÜLEN HARAÇ ÇOCUKLARI ACEMİ OĞLANLARIN KÖKENİ, YAŞAMI VE
KURUMU ÜZERİNE
BÖLÜM I
Azamoglans [acemi oğlanları], Büyük Türk [padişah]’ün tüm Yunanistan, Arnavutluk,
Eflak, Sırbistan, Bosna, Trabzon, Gürcistan ve egemenliğindeki diğer eyaletlerde yaşayan
Hıristiyanlar tarafından, dört yılda bir, haraç olarak yetiştirmek için gönderdiği çocuklardır. Üç
erkek çocuktan biri, barbarlıktan daha fazla bir zorbalıkla komiserin iradesiyle kaldırılıp alınır
ve seçilir. Ve bu ülkelerde yaşayan tüm Hıristiyanlar öylesi bir ruhsal haraca tabi olmasalar da,
fazla sübvansiyonlar ve para vergileriyle aşırı yüklendiklerinde, ödeme gücü olmayanlar, kendi
çocuklarını bedensel köleliğe ve ruhun sonsuz mahvoluşuna teslim etmek ve bağlamakla
yükümlüdürler. Tekrar söylüyorum, tiranlık çok zalimce ve acınacak bir şeydir ve bu, tüm
gerçek Hıristiyan Prensleri harekete geçirmek, iyi bir Hıristiyan barışı ve birliğini teşvik etmek,
güçlerini birleştirmek ve Hıristiyan kardeşlerinin çocuklarını bu kâfirlerin sefil köleliğinden
kurtarmak için büyük bir dikkat ve merhamet sebebi olmalıdır. Onlar, en sevgili çocukları ve
doğuştan özgür bedenleri, hayvani bir düşmanlıktan da öte bir iddiayla, vaftizden sünnete,
Hıristiyan arkadaşlığından ve inancından serüvene ve barbarca sadakatsizliğe, evlat ve ebeveyn
dindarlığından kendi kanlarına karşı ölümsüz bir düşmanlığa sürükleyen, çirkin bir zorbalıkla
ebeveynlerinin bağrından uzaklaştıranlardır. Bu tür acıklı vergileri uygulamak için iki yüzden
fazla komiser görevlendirilir ve bunlar inanılmaz sayıda çocuğu alarak Konstantinopolis'e
dönerler. Bunlar arasından en güzelleri seçilerek yüce Türk Efendisi'nin sarayına yerleştirilir,
burada beslenir ve Muhammed’e sadakat aşılanır. Onları daha itaatkâr ve savaşın tüm acılarına
ve trajedilerine katlanmaya hazır hale getirmek için, diğer Eunucques [hadım ustaları]
tarafından at yarıştırma, yay çekme ve diğer tüm kol ve beden egzersizleri konusunda eğitilirler
ya da zihinlerinin kapasitesine göre bir sanat veya ticaret öğrenmeleri sağlanır. Ve içlerinden en
kaba bulunanların bazıları kilerlere su ya da odun taşımakla, diğerleri Saray’ı temiz tutmak ve
kışın yağan karı toplamak ve tüm yaz boyu katı ve soğuk hâliyle erimeden korunduğu ‘karlık’
77
denilen bir yerde toprağın altına sıkıştırmak için görevlendirilirler. Bu taze kar, sıcak havalarda
zât-ı şahanenin içeceğini soğutmak için kullanılır. Diğerleri bahçıvan veya aşçı yapılır ya da
Yeniçeri, Sipahi veya Reislerin hizmetindedirler. Erdem ve talih onlara yol açtıkça, takip eden
zamanla,
kendileri
de
bu
derecelere ulaşabilirler. Günde
iki veya üç gümüş akçe alırlar,
yılda iki kez ağır mavi bir
kumaşla
giydirilirler
ayakkabıları
verilir.
ve
Şeker
somunu tarzında yapılmış uzun
sarı bir başlık takarlar. Günde
otuz gümüş akçe ödemesi olan,
zât-ı
şahanenin
parasıyla
giyinmiş, kuşanmış Agiander
Agassi [acemi ocağı ağası]
adında
bir
zabitin
emrindedirler.
Bu acemi oğlanlarının
en güzelleri modalarına göre
oldukça düzgün giyinmişlerdir
ve
müzik sanatlarına sahip
olmamalarına
rağmen
kendilerini çeşitli enstrümanları
çalmaya adarlar. Çoğunlukla
sokaklarda, seslerini öylesine
kötü ve nahoş bir uyumla
ayarladıkları Tabora [tambura]
dedikleri, sesi sistre çalgısına
Maaşlı acemi oğlanı (Nicolay’ın kitabından)
oldukça benzeyen bir çalgıyla söyleyerek yürürler; sesleri kaçıkları dans ettirmeye yetecek
kadardır. Bu enstrümanların kıyafetleriyle birlikte doğal olarak resmedilmiş halini, diğerleri
gibi, aşağıdaki şekilde görebilirsiniz. [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations
Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s. 79-80.
78
EK: 2
DOĞULAR 3. KİTAP
KÖYLÜ ACEMİ OĞLANLAR
BÖLÜM II
Hıristiyan çocuklarına eğitim vermek üzere atanan görevliler, en güzel ve en kullanışlı
olanları büyük Türk'ün sarayına koyduktan sonra, diğer daha dayanıklı olanları, toprağı sürüp
işlemek ve tarlalarda sığır beslemek üzere Anadolu'ya (küçük Asya, Bursa ve Karaman'a doğru)
gönderirler; böylece, çalışmaya, soğuğa ve sıcağa dayanmaya alışırlar ve Türk dilini öğrenirler.
Dört yıl sonra, başkaları yetiştirilsinler diye, bunlar Konstantinopolis'e götürülürler ve Acemi
oğlanların ya da Yeniçerilerin ağasına
verilirler;
yeniçerilerin
hizmetine
dağıtılırlarsa onlara mekanik ya da
savaşla ilgili bir sanat öğretirler. Ve
böylece başka yerlerde Yeniçerilerin
çıraklığını yaparak, (diğerleri gibi) zâtı şahanenin parasıyla korunur ve
beslenirler. Tam aksine, Anadolu'da
ikamet
ettikleri
masrafları
süre
boyunca,
kendilerine
hizmet
ettiklerine ait olmak üzere beslenir ve
giydirilirler.
Muhammedîleştirilmiş
Hristiyan çocukları olan bu Acemi
oğlanları o kadar büyük, iğrenç ve
zararlı
bir
haşarat
sürüsüdür
ki,
akrabalarının elinden alınıp Türklere
bağlılıkları
öğretilir
kendilerini
sözle
Hıristiyanların
baş
öğretilmez,
ve
eylemle
düşmanı
ilan
ederler. O kadar ki, olabilecek bütün
hakaretleri ve aşağılamaları yapmaktan
başka bir şey düşünmezler ve ne kadar
büyük ve yaşlı olurlarsa olsunlar, ne
Maaşsız acemi oğlanı (Nicolay’ın kitabından)
79
babayı, ne anneyi, ne de diğer akrabaları asla tanımak isterler. Bunun bir örneğini (zât-ı şahane
oradadır) Edirne'de, birinci paşa Rostan [Rüstem]'in amcası ve adı geçen zât-ı şahanenin
damadında gördüm. Hangi zavallı amca ve bazı yeğen Hıristiyan erkekler, onları tanımaya
tenezzül etmeyen, onlara iyilik yapmayan (Acemi oğlanların tohumundan gelen) Rüstem’e hiç
söylemeden şehrin içinden alenen sadaka istemeye giderler. İçlerinden bazılarının (ne kadar
nadir de olsa) kendi iyilikleri, erdemleri ve asil yürekleri sayesinde kanlarını, anavatanlarını,
insanlıklarını ve gerçek dinlerini doğal olarak unutmadıklarını ve sonunda saf ve ilkel
erdemlerine geri döndüklerini söyleyebilirim. Bir zamanlar, çocukluğundan beri babası
Sırbistan despotu Iehan Castriot tarafından reddedilen, ülkesi ıssızlaştırılan ve halkı yenilgiye
uğratılan çok yiğit şövalye Georges Castriot (Türkler tarafından İskender Bey, yani Lord
Alexander, yiğitlerin en yiğidi olarak adlandırılır), daha sonra Türklere götürüldü,
Müslümanlaştırıldı ve Saray’a konuldu. Büyük Türk ikinci Murat'ın emrinde büyük hizmetler
ve olağanüstü kahramanlıklar gösterdikten sonra, sonunda ona sırt çevirerek Hıristiyanlığa
döndü, intikamını aldı ve ülkesini ve halkını özgürlüğüne kavuşturdu. Ve yaşadığı sürece, zât-ı
şahanenin gücüne karşı bunu sürdürdü. Kuvvetlerine boyun eğdirdiği, dinlerinin batıllığıyla
birlikte kötülüklerini bildiği Türk milleti onun çetin bir imtihanı hâline geldi. Ama bu ve bunun
gibi olanlar çok azdı, öyle ki şu anda bu reddedilmiş Hıristiyanlar, Hıristiyan kardeşlerine ve
hatta kendi kanlarından olanlara karşı doğal Türklerden daha kötüler, öyle ki içlerinden kötü
gıda gibi geçip gidiyor ve iyi ve ilk doğayı bozuyor. [Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations
Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s. 81-82.
EK: 3
DOĞULAR 3. KİTAP
SU TAŞIYAN SAKALAR, MEKKE HACILARI
BÖLÜM XXII
Türklerin peygamberi Muhammed'in, hem tüm kötülüklerin ve günahların gerçek besini
olarak gördüğü, hem de aynı zamanda (çoğunun yazdığı gibi) Arapları bu kadar katı yasaklarla
daha fazla ölçülü tutmak için tüm Mahometistes [Müslüman takipçiler]ine şarap içmelerini
yasakladığı Alcoram [Kur’an]'da bulunur. İçlerindeki doğal sıcaklıktan dolayı şarabı çok fazla
80
içmek o kadar kolay bağışlanamaz ve desteklenemezdi. Bu şuur nedeniyle bütün Türkiye,
Yunanistan ve büyük Türk'ün itaatindeki diğer eyaletler boyunca, çok sayıda Türk ve Sacquaz
[sakalar] denilen Mores [Mağrip, İber Yarımadası, Sicilya ve Malta'nın Müslüman sakinleri;
Mağrıbîler] yaşamaktadır. Söz konusu illerin şehir, kasaba ve köylerinin sokaklarını,
meydanlarını ve meclislerini; içinde çeşme veya sarnıç suyu dolu deri bir tulumla düzenli olarak
dolaşırlar. Tulum, yanlarına bir askıyla asılıdır, etrafı yeşilliklerle bezenmiş güzel renkli bir
çarşafla kaplıdır ya da çok basittir. Bir ellerinde, Korint, Dor ve Şam’ın ince pirincinden bir
bardak taşırlar, büyük bir hayırseverlikle, isteyen herkese içecek verirler. Ama yine de suyu
daha güzel ve lezzetli hâle getirmek için bardağa çeşit çeşit Kalsedon Iaspe [lifler halinde
düzenlenmiş, 50 ila 100 nm boyutlarında kuvars kristalitlerinden oluşan bir mineral veya kaya]
ve Lapis Azuli [lapis lazuli, lâcivert taşı; mücevher olarak kullanılan bir taş] taşları koyarlar.
Hacılara du dağıtan derviş saka (Nicolay’ın kitabından)
81
Ellerinde taşıdıkları aynayı içecek verdikleri kişilerin gözlerinin önüne koyarlar ve ölümü
düşünmeye teşvik edici sözlerle onlara öğüt verirler. Böyle bir dindarlığın yerine getirilmesi için
ne bir ücret istenir, ne de bir ödül verilir; ama iyilik olsun diye onlara bir parça para verilirse,
bunu seve seve kabul ederler. Bir teşekkür ve tebrik amacıyla, kemerlerinden sarkan püsküllü
büyük bir sepet ya da kutudan çıkardıkları kokulu su dolu bir şişeyi kendilerine para verenlerin
yüzlerine ve sakallarına sürerler. Bir sabah Konstantinopolis'te bu nazik Sakalardan elli kişilik
bir topluluk gördüm; hepsi de tulumları, geniş kemerleri, fincanları, sepetleri veya püskülleri,
aynaları ve diğer tüm Sacqualique [sakalık] aletleri ile donatılmışlardı. O gün yortusunu
kutladıkları azizlerinden birinin onuruna Türk, Hıristiyan ya da Yahudi olsun, karşılaştıkları
herkesin bayramını kutlayarak şehri dolaştılar. Ve insanları kendilerine vermeye daha iyi teşvik
etmek için, bazılarına bir buket, bazılarına bir portakal sundular veya yarıklı puflarından
(yukarıda söylediğim gibi) yüzlerine su serptiler. Çünkü Türklerin ve Mağrıbîlerin cömertliği o
kadar büyüktür ki, iki ya da üç Aspre [kuruş] almak için, her zaman bir kuruşun sekizde biri
olan bir Mangor [mangır]'ın değerini vermeyi göze alırlar. Aynı gün akşam yemeğinden sonra
muhterem sakalar yukarıda belirtilen teçhizatlarıyla, (söylediklerine göre) önceki gün onlara
liderlik eden arkadaşlarından birine yaptığım portreyi görmek üzere, kaldığım yer olan
büyükelçinin Edirne'deki lojmanına gelip beni bulmayı ihmal etmediler. Ama sonunda benden
bir hediye almadan ayrılmak istemediler ve gerekçeleri olarak en iyi teçhizatlarıyla beni ziyarete
gelerek bana büyük bir onur verdiklerini iddia ettiler; onları göndermek için onlara yaklaşık
yirmi kuruş verdim. Ve böylece benden çok memnun olarak geldikleri yere geri döndüler.
Şimdi, ilk noktaya dönecek olursak, sakalardan bazıları, Mekke'den dönüşlerinde yaptıkları gibi,
bağlılık ve inançla bu tür hayır işlerini yapmaya giderler. Fakat diğerlerinin çoğu kazanç
beklentisi için bu işin içindedir. Çünkü sadaka olarak verilenin yanı sıra, kendilerine kamu veya
özel bir kişi tarafından maaş bağlanır. Aynı şekilde evlerinin önünde anahtarla kapatılmış ve
kilitlenmiş su dolu büyük mermer kaplar bulunduran birkaç kişi daha bulunur. Bu kapların
altında suyu çekmek için, küçük bir demir zincire bağlı Şam pirincinden yapılmış bir kap ve
pirinçten bir musluk vardır. Böylece herkes istediği zaman, camiye giderken suya ihtiyaç
duyarsa ve keyfi için ondan su içebilir. Ayrıca, bu hayırseverlik Türkler arasında o kadar tavsiye
edilir ki, daha önce de belirttiğim gibi, halkın yararı için tezgâhlarında genellikle büyük vazolar
veya suyla dolu yapay çeşmeler bulundurmayan dükkânı olan hiçbir zanaatkâr yoktur.
Bundan sonra Sacquacz [saka]'nın portresine bakınız.
ÜÇÜNCÜ KITABIN SONU
[Fransızcadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
Nicolas DE NICOLAY, Les Quatre Premiers Liures des Navigations et Peregrinations
Orientales de N. de Nicolay Dauphinoys, Guillaume Rouille: Lyon, 1568, s.125-126.
82
EK: 4
Şimdi Türk dinlerine gelirsek, dört ana din olduğunu söylüyorum, bunlardan birine
Kalenderi, diğerine Divani, diğerine İshaki ve diğerine de Torlaki deniyor. İlk olarak
bahsedeceğim Kalenderi'lerin sadece uzun sakalları değil, başlarında saçları da vardır. Kimisi
çul; kimisi kalın havlı, kaba kumaş; kimisi de yünü dışarıda koyun derisi giymiş olarak gider.
Bunlar diğerlerinden daha iffetlidirler ve başka hiçbir şeyle veya Venüs'ün zevkleriyle
birleşmemek için kulaklarına ve kuyruk derisine veya boyunlarına ve kollarına bazı küçük
demir halkalar takarlar. Bu nedenle de kutsallığa diğerlerinden daha layık görülürler. Divaniler
de bunlara benzerler ve tokmakla küçük halkalar kullanmamaları dışında aynı giyinme tarzını
ve diğer şeyleri kullanırlar; Allah için sadaka dilemeye gittiklerinde kendi ilahilerini söylerler.
İshakiler dindardır, başlarına
yünden bir sarık takarlar, sık sık
saç tıraşı olurlar ve sakal
bırakırlar ve belirli bayraklar
taşırlar ve ilahilerini söyleyerek
Tanrı
için
sadaka
dilerler.
Bazıları kulaklarına gümüşten
ya
da
demirden
halkalar
takarlar. Ve diğerleri, dinlerine
yeni
bir
başlangıç
yapmış
olmalarına rağmen yine de
sayıları
çok
fazla
Torlakilerdir.
olan
Bunların
kurucusu, İsa Mesih'in gerçekte
olduğu gibi doğası gereği Tanrı
olduğunu itiraf eden ve bu
nedenle
yüzülerek
diri
diri
derisi
öldürülen
biriydi.
Torlakiler yalınayak gezer ve
deri, koyun derisi ya da başka
bir omuzluk giyerler; hatta çoğu
başka bir giysi olmaksızın keçe
giyerler. Bu nedenle maruz
kaldıkları aşırı soğuk nedeniyle
Torlakî (Nicolay’ın kitabından)
üzerlerine korkunç bir nezle iner
83
ve bu nedenle şakaklarını dağlarlar. Bunlar sakallarını ve başlarını tıraş ederler ve kötü huylu
adamlardır; keşiş olsalar bile, yine de sokakta duran hırsızlar, fahişe âşıkları, katillerdir.
İmparator kralı öldürmek isteyen Torlakiyi yüreklendiren buydu. Tanrı için sadaka istemek
üzere belli bir yere giden o, Bayazıt’a saldırdı. Keçenin altında tuttuğu kılıcı oradan çıkararak
Bayazıt’ın bindiği atı korkuttu. Çünkü darbesi kısa geldi, at geri çekildi ama o yine de yaralandı.
Sonra İskender denilen bir paşa, Bozdoğan denilen demir sopayla onun kafasına vurdu ve
beynini dağıttı. Onlara gazap duyan Bayazıt, tüm Torlakileri imparatorluğundan sürgün ettirdi;
yine de daha sonra geri döndüler; ancak Selim, suçlarına uygun olarak cezalandırılmalarını
istedi. Başlarına kanatları olan keçe bereler takarlar; Hıristiyanlardan, Yahudilerden ve
Türklerden hiç saygı göstermeden, büyük bir kızgınlıkla sadaka isterler. Bazıları, kendileriyle
konuştukları kişiye tuttukları, uzun bir ayağı olan bir ayna taşımayı âdet edinmişlerdir.
“Buradan kendinize bir bakın, şu an olduğunuzdan farklı hâle gelmenin çok uzun sürmeyeceğini
düşünün. Bu nedenle alçakgönüllü ve dindar olun; ruh için iyilik yapmayı unutmayın.” Ve bu
sözleri bu şekilde söyledikten sonra, konuştuklarına ya bir elma ya da bir portakal verirler; o
kişi de kendisine bir kuruş bahşiş vermek durumunda kalır. Bazıları gündüzleri Allah'ı
diledikleri zaman merkebe binerler ve geceleri O'na bir dişiden farklı olarak bağlanırlar. Bu,
Türkler arasında alışılmadık bir şey olarak da görülmez, çünkü onların kanunları, insanın
parasıyla aldığı eşyalarıyla istediğini yapmasına izin verir. Ama en hayret verici olan şey,
Türklerin bu Torlakileri daha da kutsal hâle getirmeleri, onların da ne kadar kötülerse, bir o
kadar hayvanileşmeleridir. İçlerinden biri yolda küçük bir merkep bulsa, onu kullanır ve sonra
sanki o dünya kadınıymış gibi kuyruğuna iki kuruş bağlar. Ve eğer bir kişi bunu fark ederse, o
da buna karşılık olarak, başkasının değil, kendisinin yaptığını söyler. Ve bazılarının, senelerdir
yaptıkları kulluklarını, kutsallık zannında belli bir bedel karşılığında Allah'a sattıkları iddiası o
kadar büyüktür ki. Bu nedenle, dünyanın en büyük mutluluğuyla bir araya geldikleri parayı
onlara ödeyerek satın alan bazıları vardır. [İtalyancadan çeviren: Dr. Rıza DURU]
Theodorus SPANDUGINUS, I commentari di Theodoro Spandugino Cantacuscino
gentilhuomo costantinopolitano, dell'origine de principi Turchi, & de' costumi di quella
natione, Lorenzo Torrentino: Fiorenza, 1551, s. 192-195.