Academia.eduAcademia.edu

Batı Edebiyatında "Öteki" Olgusu ve Nedenleri veya

Batı kültür dünyası, Haçlı Savaşları'nda Avrupalı olmayan Öteki'ni doğrudan tanıma fırsatı buldu. Bu tanıma sonucunda yazar ve şairler, başta kilise ve yöneticilerinin yönlendirmesi olmak üzere çeşitli nedenlerle, Öteki'ni edebiyatın konusu yaptı ve yapmaya da devam ediyor.

1 --KARŞILAŞTIRMALI EDEBİYAT-- Batı Edebiyatında "Öteki" Olgusu ve Nedenleri veya Karl May ve Colin Falconer'in Gezi Romanlarında "Ötekiler" Batı kültür dünyası, Haçlı Savaşları'nda Avrupalı olmayan Öteki'ni doğrudan tanıma fırsatı buldu. Bu tanıma sonucunda yazar ve şairler, başta kilise ve yöneticilerinin yönlendirmesi olmak üzere çeşitli nedenlerle, Öteki'ni edebiyatın konusu yaptı ve yapmaya da devam ediyor. 'Öteki' olgusu, Batı edebiyatında o tarihten günümüze kadar süregelen zaman içinde, kesin bir sınır çizmek doğru olmasa da, temelde üç dönemde değişik bakış açısıyla yerini aldı: 1. Dönem: Haçlı Seferleri ve sonrasından başlamak üzer 17. yüzyıla kadar süre gelen zaman. Bu dönemde edebiyata konu olan öteki, haliyle daha çok Türkler ve onların kültür dünyasıdır.(1) Burada korkulan ve tehdit ettiğine inanılan bir öteki söz konusu olduğu için, edebiyatta ve diğer düşünce kitaplarında olumsuz bir öteki olgusu gündemden hiç düşmez. Çünkü Haçlı Seferleri'nden sonra da Avrupalılar ve Türkler arasındaki savaşlar devam eder. Bu da Avrupa'da etkisini yüzyıllar boyu sürdürecek olan yeni ve kalıcı bir öteki olgusunun doğmasına neden olur. Örneğin, “Türklerin Belgrat'ı (1521), Rodos'u (1522) almaları, Mohaç'ta (1526) kazandıkları zafer (...) ve "dirlik ve düzenlik sağlama yetenekleri" Alman kamuoyunda hem „korku ve umutsuzluk‟ hem de „umut‟ yaratır. Korku ve umutsuzluk giderek artar, umut cılızlaşır. Türklere umut bağlayanlar, yaşam koşullarının iyileşeceğini öne sürerler; ama etkin olamazlar,"(2) ve dolayısıyla Türkler o dönemde yazılı edebiyatta abartılı bir biçimde korkunç ve barbar gösterilmeye başlanır. Görüldüğü gibi, öteki'ne karşı oluşan önyargılı tutumda dönemin Avrupalı düşünürlerinin yoğun çabası söz konusudur. Örneğin Martin Luther'in 1529 yılında yayımlanan "Türklere Karşı Savaşa İlişkin"adlı yapıtı, ötekine karşı Avrupa' edebiyatında o dönemde var olan önyargılı tutumun oluşmasında çok etkili olur.(3) Bu yapıtın bir yılda yedi ayrı yerde yayımının yapıldığı düşünüldüğünde Luther'in hem kendi döneminde hem de kendinden sonraki dönemde Avrupa insanını, Öteki'ne karşı nasıl etkilediği daha iyi anlaşılır. Bunu takip eden yıllarda, hatta yüzyıllardaki edebiyat yapıtlarında zaman zaman olumlu bir öteki tablosu çizildiyse de, bu bireysel düzlemde tek tek kişi ve yapıtlarla sınırlı kaldı. 2. Dönem: Öteki konusu ikinci olarak 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başlarında farklı bir nedenle yazar ve düşünürlerin gündemine girer. Her şeyden önce Aydınlanma düşüncesinin diğer 1 2 dinlere ve uluslara karşı getirdiği hoş görü felsefesi Öteki'ne bakışın değişmesine neden olur. Bu değişmenin edebiyat dünyasındaki en somut örneğini ünlü Alman yazar ve düşünür Lessing'in "Nathan der Weise" adlı yapıtında görürüz. Lessing, bu yapıtında tek Tanrılı üç ayrı dine, Hıristiyanlık, Musevilik ve İslam eşit uzaklıkta durur. Bu dinlere inanan insanların "aynı ailenin fertleri olduğu, kaderlerinin onları farklı inançlara götürdüğü" (4) tezi üzerinde durur. Ayrıca bu dönemde farklı ve çok yönlü doğal yapısıyla Doğu, kendi içine kapalı Batılı yazarın ilham kaynağı haline gelir. Fransız düşünür ve yazarı Hugo, Doğu'ya karşı duyduğu ilgiyi dile getirirken bunu açıkça belirtir: "İspanya'nın dilber şehirleri var: Her şeyi kucaklayan şehirleri: (...) Yan yana kucak kucağa binalar, saraylar, manastırlar, kışlalar; hepsinde ayrı bir hava, hepsinin alınyazısını mimarilerinden okumak mümkün; bir yerde tiyatro; ötekinde sehpa, ortada katedral.... Nihayet şehrin öbür ucunda, incir ağaçları ve palmiyeler arasında gizlenen cami; bakır ve tunç kubbeler, nakışlı kapılar(...) Eserim de böyle bir kente benzemeli, yani bütünü kucaklamalı"(5) Hugo'nun dile getirdiği gibi, yazarlar Doğu'yu hem ilham kaynağı olarak görmekte, hem de kendilerine yeni bir bakış açısı kazandıran yaratıcı düşüncelerini geliştiren bir olgu olarak değerlendirmekteydiler. Doğu'ya karşı duyulan bu ilgi, biraz da o dönemin sosyal, kültürel ve politik sorunlarından kaçıp egzotik bir dünyaya sığınmaktan kaynaklanan bir gereksinimin de sonucuydu. Bu kaçış daha çok romantik yazarlarda görülür. Sanat tarihçisi Hauser, bu kaçışın öyküsünü şöyle dile getirir: "Sömürülenlerin sefaleti zaten insanları yeteri kadar rahatsız etmekteydi. Artık insanların ruhunu derin bir melankoli kaplamıştı.Yaşamın karanlık yönleri ve elverişsizlikler her yerde kendini göstermekteydi. Ölüm, gece, yalnızlık ve o günün gerçeklerinden uzak bilinmeyen bir diyara duyulan özlem, şiir ve edebiyatın başlıca konuları olmuştu.(...) Katı usçuluktan ve bilinçlilikten, heyecansallığın düzensizliğine kültür ve uygarlıktan 'doğa hali'nin sorumsuzluğuna bir kaçış"(6) Bazı yazar ve düşünürler ise doğrudan başta Doğu olmak üzere Asya ve Afrika kültürlerini araştırmaya başladılar ve hatta oralara gezilere gittiler. Romantik dönem Rus yazar Senkovski buna örnek olarak gösterilebilir.(1800-1858) Yazar 1819 yılında Türkiye ve Mısır'ı da içine alacak bir geziye çıkar.Bu gezide Türkiye'yi doğrudan tanıma olanağı bulur. 1821'de Rusya'da Petersburg üniversitesinde Türkçe ve Arapça dersleri vermeye başlar. 1834 yılında İstanbul‟u konu eden Türk Çingene (Turetskaya Tsiganke) adlı bir öykü kitabı yayımlar. Senkovski'in öykü kitabının merkezinde neredeyse tüm batılı gezi romanlarının şaşmaz motiflerinden olan aşk konusu vardır. Rus gezgini Türk çingene Meymene'ye aşık olur. Dönemin gelenekleri ve kültürü böyle bir aşkı olanaksız kılar. Ancak burada anlatılan Meymene ile sınırlı değildir: dönemin romantik Avrupa gezgini ruhuna çekici gelen İstanbul'un, Doğu manzaralarıdır. "cam bardaklar... filigranlı tabak içindeki fincandan 2 3 kahve içmek, Pilav yemek gibi detaylar üzerinde dürülür.(s.231) Ayrıca İstanbul'a özgü giysi ve sergi biçimleri genişçe yer alır. Yazar Avrupa ve Asyalıları karşılaştırdığı bu çalışmasında Asyalıları, özellikle İstanbul ve halkını büyük bir hayranlıkla anlatır. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan olumlu Öteki anlayışında en nesnel tutum, o dönemin Alman yazar ve düşünürü Goethe'den gelir. Goethe, denge adamı olduğu için başka olana saygı duyuyordu, yani kendisi olarak kalmak, ama Öteki olanı da olduğu gibi algılamayı sürdürmek amacındaydı. Bu, Goethe'nin aynı zamanda o döneme kadar Avrupa kültüründe var olan dünyayı 'karşıtlıklar' içinde algılama biçimine getirdiği yeni yorumunun bir sonucuydu. Goethe, Avrupa kültüründe madde- mana, biçim-içerik, nesne-özne, beden-ruh gibi karşıtlıklara, ayrılan olguları birleştirir. Bu karşıtlık, kültürler için de geçerli olduğundan, Goethe Öteki ile ulusal kültürleri barıştırmayı amaçlar. Ona göre, Öteki ile iletişimin ön koşulu onu tanımak ve kendin gibi bilmektir.(7) Goethe bu evrensel bakış açısıyla hem edebiyat dünyasına, 'dünya edebiyatı' kavramını kazandırmıştır, hem de Alman edebiyatının ufkunu genişletmiştir. Goethe' ve Hugo'nun Öteki anlayışı doğrultusunda, yani hem egzotizm merakı hem de Öteki'ni tanımak ve kendin gibi bilmek bilinci içinde Öteki'ne yaklaşan yazarlar, Batı edebiyatı içinde o tarihten sonra sayıca az olsalar da varlıklarını duyumsatmışlardır. Bunlardan en ünlüsü Fransız yazar Pierre Loti'(Julien Viaud)dir. Deniz subayı olarak bulunduğu İstanbul'da Türkleri tanıma olanağı bulan yazar, burada yaşadıklarını Avrupa insanına anlatırken, bir taraftan onların egzotizm merakını giderir, diğer taraftan da başta Türkler olmak üzere Öteki'ne karşı var olan olumsuz imajı gidermeye çalışır. Pierre Loti, İstanbul'da tanıştığı ve büyük aşk yaşadığı Hatice adlı bir Türk kadınını Aziyade adıyla bir romana dönüştürür. Olumlu Öteki anlayışını bu romanda da dile getiren yazar, bununla da yetinmeyip 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında Osmanlı Devleti ile Anadolu'nun mücadelesinde gazete ve dergilerde yazdığı yazılarla da Anadolu insanının yanında yer almış, dolayısıyla olumlu Öteki anlayışını kurmaca dünyanın dışına da taşımıştır. Mustafa kemal Atatürk bu önyargısız yaklaşımından dolayı yazara bir mektup göndererek teşekkür etmiştir. Ancak Öteki olana karşı duyulan bu nesnel tutum, Alman ve Fransız edebiyatlarında tek tek yazarlarla sınırlı kaldığı için, ulusal bir karakter haline gelmez. Thomas Mann bir yazısında, Goethe , Schopenhauer ve Nietzsche gibi düşünürlerden Alman üstü Almanlar olarak söz ederken işte bu gerçeğe dikkat çeker. Dolayısıyla Gotehe ve Pierre Loti gibi düşünenlerin görüşleri geniş boyutta kabul görmediği için de, Öteki olana yaklaşım Oryantalizm anlayışı doğrultusunda varlığını sürdürür. 3. Dönem: 3 4 19. Yüzyılın ikinci yarısı, Batı kültürünün her alanda üstünlük sağladığı, Avrupa'da Almanya gibi ulus devletlerinin kurulduğu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmaya başladığı bir dönemin adıdır. Haliyle bu dönemde edebiyata konu edilen Öteki, artık ne korkulacak ne de sığınılacak bir şeydir. 'Öteki', artık her yönüyle aşağı kültür olarak değerlendirilir ve Batılı olanın da karşıtıdır. Doğu'ya yönelik inceleme, Batı'da modernitenin ortaya çıktığı ve Batılı kültürün bilinçlerde iyice biçimlenip sahiplendiği bir dönemde ortaya çıktığı için, ayrıca Batı aydını, Modernizm'in de getirdiği tek doğru saplantısı içinde dünyayı ikiye ayırmaya başlar: Doğu ve Batı. Bu ayrım her şeyden önce Öteki olana yöneliktir. Çünkü coğrafik olmaktan çok ideolojik bir felsefeye dayanır. Edward Sait, bunu "Avrupa kültürünün kendisini, yedek ve hatta gözükmeyen bir benlik çeşidi olarak Doğu (Orient) karşısında konumlandırarak güç ve kimlik kazanması" (8) olarak yorumlar. O dönem itibarıyla Öteki olana yön veren olguların başında her şeyden önce Oryantalizm gelir. Bilindiği gibi Batı, Oryantalizm adını verdiği Doğu uğraşısıyla,- buna " Fraklılıkları Ötekileştirme "(9) uğraşı diyenler de vardır- Doğu'yu hep Batı'nın Ben-merkezci bakış açısıyla tanıtır. Bundan dolayı Öteki, "ne olduğundan ziyade ne olmadığı açısından” (10) tanımlanır. Bu bakış açısının en somut yansımasını trivial (11) gezi romanlarında görürüz. Bu romanlarda Mısır, Fas, Cezayir, Tunus gibi Afrika ülkeleri bile Doğu olarak gösterilir. Burada Doğu ile Batı birer yaşama biçimini, birer ideolojiyi simgeler. Batılı yazarlar, ötekini değerlendirirken üstün kültür olarak gördükleri Batı kültürünü ve dolayısıyla Batı insanını her yönüyle ölçü almaktadır. Bu üstünlük inancı, o kadar abartılır ki, Batılı bir roman kahramanı Asya veya Doğu'lu bir kişi karşısında adeta tanrılaştırılır. Bu tür romanlara örnek olarak ilk akla gelen Karl May'ın yapıtlarıdır. 1871 yılından sonra yazmaya başlayan ve 'Kitle Yazını' denilen edebiyat yapıtlarıyla ün yapan Karl May'ın romanlarında Almanya'nın her hangibir kentinden yola çıkan bir Alman kahraman, örneğin Kara Ben Nemisi, Doğu ve Afrika ülkelerine geziye çıkar, binlerce haydutla savaşır, hepsini öldürür; yine yüzlerce genç kızın namusunu kurtardığı gibi, bir o kadar kişiyi de zalimlerin zulmünden korur ve yıllar sonra kendisine hiçbir zarar gelmeden yine Almanya'ya geri döner. Bu gezilerde, tüm kızlar ona aşıktır, çünkü o gördükleri en yakışıklı erkektir. Gezi sırasında kahramanın gördükleri ise, tamamıyla bir sefalettir, aşağı kültür dünyasıdır . May'ın "Köle Kervanı" adlı romanında ticaret için Afrika'ya giden Slovak asıllı bir Macar, Sudanlıları çalışmayı sevmeyen, eşekten başka taşıt bilmeyen miskin insanlar olarak tanımlar. Bununla da yetinmeyen kahraman, Bir Sudanlının adının 'köpek' olduğunu söyler. Bu kişinin tüm geçmiş atalarının da adının köpek olduğunu söyleyerek inanılmaz bir aşağılama içinde 4 5 bulunur: "Onun adı kelb ben kelb ben kelb ben kelb Hefid kelb'tir."(K.K,s.31) Burada 'kelb' Arapça olup köpek anlamındadır. Aynı romanda kahramanlardan biri, tüm Afrikalıları haydut olarak niteler: "O, her bedevinin doğuştan bir eşkıya olduğunu biliyordu.(K.K,s.51) May'ın romanlarında Öteki büyük çoğunlukla Asya ve Afrikalılar, yani Avrupalı olmayanlardır. Ancak zaman zaman öteki olgusu tüm 'Alman olmayanları' içine alacak kadar geniş tutulur. Örneğin "Das Waldröschen" adlı romanında, Meksikalılar için bir insanın yaşamının hiçbir önemi olmadığını, cinslerin ilişkisinin çok bayağı olduğunu, onların aslında potansiyel katiller olduklarını söyler(W.R, 583) Veya aynı romanında Fransızlar için, onların zalim ve barbar olduklarını, ahlaksız olduklarını, politikayı bilmedikleri gibi tüm diğer uluslardan nefret ettikleri anlatılır. (W.R, s.8822, 23, 68) May'ın yapıtlarında az çok tüm uluslar için buna benzer önyargılı yaklaşımlar söz konusudur. Örneğin, Yahudiler, Kızılderililer, Çingeneler, Araplar ve Yunanlılar da olumsuz bir Öteki anlayışı çerçevesinde betimlenir. Ancak şunu vurgulamakta yara vardır ki, May Türklere fazla bir önyargıyla yaklaşmaz. Türkler için en sık kullandığı kavram 'hasta adam'dır. Burada o dönemde iyi olan Osmanlı Alman İmparatorluğunun etkisinin olduğu söylenebilir. Batılı insanın bilinçaltında yerleşen ve Avrupa gezi romanlarında yankısını bulan şablonumsu Öteki anlayışı artık Batılı aydınlarınca, en azından bir bölümüyle, sorgulanmakta, her boyutuyla incelenmekte ve çözüm önerileri sunulmaktadır. Örneğin, Jürgen Habermas, bu konuyu "Öteki olmak Öteki’yle Yaşamak" adlı kitabında çağdaş dünyada tek tek bireylerin veya çok uluslu ülkelerdeki toplumların içinde bulunduğu en önemli bir sorun olarak dile getirir ve bu konuda çözüm yolları gösterir. Habermas, "Benimsemek, kendi içine kapatmak ve ötekine karşı kapanmak demek değildir. 'Ötekini benimsemek', toplumsal sınırların herkesehatta ve özellikle de, birbirine yabancı olan ve birbirine karşı yabancı kalmak isteyenlere- açık olması demektir",(12) diyerek özellikle kültürler arasında Öteki olana nasıl bir yaşama alanı verilmesi ve bireylerin bir arada yaşamalarından doğan sorunlara hangi çözümleri getirebilecekleri üzerinde durur. İngiliz asıllı Avustralyalı yazar Colin Falconer, Türkçe'ye "İpek Yolu"(12) olarak çevrilen yeni romanında, içerik boyutunda Batı kültürüne ve sanatındaki Öteki olana yönelik bir alışkanlığı kırmakta ve öteki olana Habermas'ın görüşleri doğrultusunda yaklaşmaktadır: bunu, Batı'nın Doğu'ya bakışının edebiyat dünyasındaki yansımasının değişmesi, gelenek ve alışkanlık haline gelen önyargıların sorgulanması biçiminde değerlendirmek yanlış olmaz. Roman, bu haliyle Batı romanında ve dolayısıyla Batı insanının kafasındaki bir alışkanlığın kırılmağa başlamasının da göstergesidir. 5 6 Falconer'in romanın konusu 13. yüzyılda İpek Yolu'nda geçer. Roman kişileri, geleneksel Batı gezi romanlarında olduğu gibi ipek ticareti yapan tüccarlar değil, bir 'kutsal görev' içinde bulunan 3 kişidir: Tatar Hanı'nın kızı Hutelun ve Templiler Şövalyesi Fransız diplomat Josseran ve keşiş William'dır. Romanını diyalektik bir düzleme oturtan Falconer, Batı'nın geleneksel gezi romanlarından esinlenmekle beraber, kendinden olanla, 'öteki' olanı gerçekçi bir düzlemde karşılaştırarak bildik önyargıları, anlayışları sorgular. Burada, yansız bir anlatım tutumuyla 'öteki' olana hem hoş görüyle yaklaşır hem de onun üstün özelliklerini vurgular. Bununla da yetinmeyen yazar, romanın baş kişisi ile, Batı kültürünü de eleştirir. Bu açıklamalar ışığında Falconer'ın romanına yeniden göz attığımızda şöyle bir değişim görmekteyiz: 'İpek Yolu'nda da Batılı güçlü kahramanlar söz konusudur, hatta onlardan biri şövalyedir. At üzerinde toplam iki yıllık çileli bir gezi süresince, hem çetin doğa koşulları hem de haydutlarla savaşır. Buradaki kişiler, her ne kadar Karl May'ın kahramanlarını çağrıştırıyor olsalar bile, bunların 'öteki' olana ve kendilerine bakışı çok farklıdır. İşte aşağıda anlatacağımız bu faklıklılardan dolayıdır ki, Falconer' Batı gezi roman türünde ve Batı'nin ben-merkeziyetçi anlayışında bir alışkanlığı kırmıştır. Her şeyden önce romanın baş kahramanı Templiler Şövalyesi Josseran, Haçlı Seferleri'ni, Hıristiyanlığı ve Batı kültürünü sorgulamakta ve onları eleştirmektedir. Aslında iyi bir Hıristiyan olan Josseran, aynı zamanda Öteki'ni anlamaya çalışan ve önyargısız davranan bir kişiliğe sahiptir. Örneğin Josseran'ın karşıtı olan keşiş William, Akka'ya vardığında kendisinden banyo yapması istenilir, o, bunu bir aşağılama olarak görürü ve reddede. Oysa ki Josseran, eskiden aylarca banyo yapmazken, şimdi haftada üç kez banyo yaptığı için çok mutludur. Romanın temel motiflerinden biri olan Öteki burada, Tatar Hanı'nın kızı Hutelun'dur. Gerçi Hutelun, Batılı diplomatı görür görmez ona aşık olması özelliğiyle geleneksel Öteki kadın anlayışını çağrıştırıyor, ama güçlü bir kişiliği, erkeklerle tam eşit haklara sahip olma özelliği, hatta Fransız şövalyesini hayrete düşürecek kadar iyi derecede ata binmesi ve kilisenin kadınlara biçtiği edilgen rolü eleştirmesi özellikleriyle geleneksel Batı romanındaki, Doğulu kadın tipinden çok farklı bir karakter çizer. Bu roman örneği, her ne kadar tüm batılı yazarların yapıtları için geçerli olacak bir değişim değilse de, yaşanan bir gelişimi göstermektedir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, Batı edebiyatı yazarlarının doğuya bakış açısını her ne kadar, belirli dönemlere bölerek ele aldıysak da, bunun başka başka nedenleri de söz konusudur. Örneğin, uluslar arsındaki sosyal ve kültürel ilişkiler, ulusların gelişmişlik durumu, yazarların dünya görüşü ve felsefesi ve en önemlisi yazarların Öteki olarak bilinen dünyayı 6 7 yakından tanıma durumlarına göre değişmektedir. Pierre Loti ve Senkoviski örneklerinde olduğu gibi Öteki'ni tanıdıkça önyargıların da azaldığı gerçeği de Goethe'yi doğrulamaktadır. Medeniyetler çatışması tezinin gündemde olduğu bir dönemde, Habermas'in çağrısı doğrultusunda' Öteki olana hoş görüyle yaklaşan Batı edebiyatı ve Batı aydınının sanat yoluyla alışkanlıkları bir kez daha kırma uğraşı içinde olması, sanatın ve insanlığın geleceği açısından ümit vericidir. 7 8 ÖZET Batı edebiyatları içinde Öteki olarak bilinen 'Doğu', ilk defa haçlı savaşları sonrasında gündeme geldi ve hala gündemdeki yerini korumaktadır. Bu çalışmada, Batı edebiyatında yer alan Öteki olgusunun ortaya çıkışını ve gelişimini ve nedenlerini ele aldık. Ancak böyle bir motif, çok uzun bir çalışmanın konusu olacak kadar geniş olduğu için, araştırmamızı Alman, Fransız, Rus ve Avusturalya edebiyatlarından birer gezi romanı ile sınırladık. Söz konusu romanları kısaca tanıtarak ortak ve farklı noktaları ve nedenlerini saptadık. Öteki olgusu, Batı edebiyatında her dönemde ayrı bir bakış açısıyla ele alınmakla beraber, ulusal ve bireysel farklılıklar da etkin rol oynamaktadır. Örneğin, uluslar arsındaki sosyal ve kültürel ilişkiler, ulusların gelişmişlik durumu, yazarların dünya görüşü ve felsefesi ve en önemlisi yazarların “Öteki” olarak bilinen dünyayı yakından tanıma durumlarına göre değişmektedir. Tanıdıkça önyargıların ortadan kalktığı saptadığımız bir başka gerçektir. 8 9 DİPNOTLAR 1-) Bkz: Battal İnandı(Arvasıoğlu): Mandelreiss: 'Türkler Geliyor', içinde: Milli Kültür, sayı 67. Ankara. Ve Battal İnandı(Arvasıoğlu): Haçlı Edebiyatında Türkler üzerine. Milli Kültür, sayı 50 Ankara 2-) Onur Bilge Kula: Marthin Luther Türk'e Karşı Savaşa İlişkin ll, içinde: Gündoğan Edebiyat dergisi, sayı. 5, yıl 1993 Ankara, s.27 3-) a.g.y., s.27 4-) Gürsel Aytaç: Yeni Alman Edebiyat Tarihi, 1989 Ankara, 82 5-) Victor Hugo: Les Orientales. Ollendorf Paris 1921, s.617. 6-) Arnold Hauser: Sanatın Toplumsal Tarihi, çev: Yıldız Gölönü. 1984 İstanbul, s.65. 7-) Bkz: Şara Sayın:Grenzüberschreitung und Übergänge bei Goethe, içinde: DİYALOG Interkulturelle Zeitschrift für Germanistin, "1999 Ankara. S.83-102 8-) E. Fuat Keyman: Oryantalizm, Oksidantalizm ve Öteki Sorunu, içinde: Varlık Dergisi, sayı 1135, yıl 2002 Ankara, 5 9-) a.g.y., s.4 109-) a.g.y., s.5 11-) "Türkçe'ye kitle yazını olarak çevirdiğimiz bu kavram Almanca'da "Trivialliteratur, Kolportage, Kompensation, Konformliteratur, Schundliteratur, Unterhaltungsliteratur v.s. olarak tanınlanmaktadır.(...) Türkçe'ye eğlencelik, ucuz, değersiz, sanatsız, sıradan sabun köpüğü, pembe dizi olarak aktarılan (...) yazın," Şerife Doğan: "Bir Araştırma Problemi Olarak "Kitle Yazını", içinde: Eskişehir Üni. Tagungsbeiträge des V. Türkischen Germanistik- Symposiums, 1-2 Juni 1995, s.478 12-) Jürgen Habermas: Öteki" olmak "öteki"yle yaşamak: Alıntı: Radikal Kitap Eki. 1 Mart 2002, s .7 13-) Colin Falconer: İpek Yolu, çev. Hilmi Artan 2002 Ankara 9 10 ----------------------------------------------Doç Dr. Zeynep Günal: Senkovski'nin Gözüyle Osmanlı Kültürü ve İstanbul, içinde: Littera Edebiyat yazıları. Cilt.9 1999 Ankara 10 11 11 12 12