Bilim Tarihi ve Felsefesinde
10 MESELE *
Çeviren: Mustafa Çakıroğlu **
Özet
Bilim tarihi ve felsefesi (BTF) alanını incelerken, Tarih ve Felsefe alanlarını
birleştirmeye dönük muhtelif girişimlere odaklanmaktansa alanla ilgili kilit meseleleri
tartışmaya açmak daha yararlı olabilir. Bu makalede ortaya konulan on mesele, çok
çeşitli ilgi alanlarını kapsayan, tarihsel ve felsefî çalışmanın üretkenliğini sağlayan
kontekst, tarihselcilik, kuramsallık ve mikro tarih gibi analiz kategorilerine
dayanmaktadır. Bilimsel gelişmeler salt kronolojik bir düzenleme olarak değil de
tarihsel ve felsefi bağlamlarıyla nasıl ele alınabilir?
David Hilbert, 8 Ağustos 1900’de Uluslararası Matematikçiler Kongresi’ne hitap etmek için
Sorbonne’da sahneye çıktı ve genelde olduğu gibi, bir konuşmacının kendi çalışmalarını özetlemesi
veya alana katkı yapacak alternatif bir bakış açısı sunması yerine matematiğin tüm alanlarıyla ilgili 10
problem ortaya attı. Her ne kadar alanlar çok farklı olsa da ve üzerinden epey zaman geçse de, bu
örnekten ilhamla, Bilim Tarihi ve Felsefesi (BTF) alanında da meseleler üzerinde yoğunlaşmanın
cevaplardan ve açıklamalardan daha kritik bir öneme sahip olduğu bir kavşaktayız diye düşünüyorum.
Bilim tarihi ve felsefesinin birlikte ele alınması; değerli kazanımların yanısıra çok sayıda sorunu da
bünyesinde barındırır. 1930’lardan 1950’lere kadar bazı bilim tarihi çalışmaları, gözleme dayalı bilimsel
bilginin tek bir çatı altında toplanması konusuna ilgi ve alakayı arttırmak kaygısıyla kısa vadeli hesaplar
içinde olmuştur. Bu durum, hem tarihçilerin hem de bilim felsefecilerinin rahatlıkla reddedebilecekleri
bir parti davetine benzetilebilir. Bu aynı zamanda BTF’nin antipozitivist yorumcuları için de heyecan
uyandıran bir gelişme olmamıştır. Bu durum 1970’lerde biraz daha radikalleşmiş, daha önce felsefeciler
arasında süregelen bilimsel değişimin yasalarını bulma arayışında artık bilim felsefecilerine pek de sıcak
bakılmamıştır. Bilim bunun için fazla karmaşık ve çeşitli bir hâl almış, aynı disiplin altındaki alt alanlar
bile giderek birbirinden farklılaşmıştır. 1808’deki, 1908’deki ve 2008’deki Biyoloji’yi tek ve basit bir
modelle açıklamak zordur. Bugün de felsefecilerin küçük bir kısmı bilimsel değişimin tâbi olduğu
yasaları/paradigmayı bulma çabasında olmalarına rağmen tarihçiler böyle bir teorik çerçeveyi
reddetmek ya da onaylamak noktasında çok da ilgili değiller.
*
Peter Galison, “Ten Problems in History and Philosophy of Science.” Isis 99 (2008), s.111-124.
**
Arş.Gör. Zonguldak Bülent Ecevit Üni. / Doktorant Adayı, Ankara Üni., SBE, Bilim Tarihi ABD.
ORCID: 0000-0002-2848-5922
Bilim felsefecileri, çeşitli ölçeklerde ve farklı saiklerle, sınırlı rasyonellik, belirsizlik altında karar, oyun
teorisi gibi özellikle tarihle ilgili olmayan alanlara yöneldiler. Diğerleri ise temel bilimlere ve bu
bilimlere yaslanan uzmanlık alanlarının getirdiği bazı sorunlara odaklandılar. Mesela kuantum ölçüm
problemi ilk akla geleni; hakeza iktisat felsefesi, biyoloji felsefesi, matematik felsefesi veya genel
görelilik felsefesinde de oldukça etkileyici çalışmalar yaptılar. Bilim tarihçileri ise, sosyoloji,
antropoloji ve etnoloji tarafından ortaya atılan sorunlar kümesine dahil olmak için felsefî sorulardan
bariz bir biçimde uzaklaştılar.
Aşağıda ele aldığım on mesele ile bilim tarihi ve felsefesi alanındaki tüm çalışmaları kapsamak gibi bir
amacım yok. Daha çok, ancak ciddi bir çalışma ve yoğun işbirliğiyle üstesinden gelinebilecek önemli
sorun alanlarına işaret etmek istiyorum.
BİRİNCİ MESELE: CONTEXT 1 NEDİR?2
Günümüzde bilim tarihinin temel özelliklerinden birisi de Soğuk Savaş dönemi kaynaklı tarih yazımı
kurallarına uymayı gittikçe daha keskin bir şekilde reddetmesidir. II. Dünya Savaşı’ndan yaklaşık yarım
asır sonra birçok disiplinin hedefi bağımsız bir disiplin olma ya da başka bir disipline bağlanma şeklinde
iki farklı aks etrafında ayrıştı. Sanat tarihinde biçimcilik kendisini sanatın sosyal tarihi karşısında
konumlandırdı. Edebiyat çalışmaları salt metin merkezli düşünmek isteyenlerle, eserleri (örneğin
romanları) kendi zamanlarına ve mekanlarına göre düşünmek isteyenler şeklinde ayrıştı. Bilim tarihi de
bu arada kendi entelektüel iç savaşını üretti; bir yanda içselciler ve diğer yanda dışsalcılar. Çeşitli
cephelerde çeşitli bayraklar altında kendini gösteren bu karşı karşıya gelme durumları aslında
Marksistler ve anti-Marksistler arasındaki bölünmeyi defalarca tekrarlıyor gibi görünüyordu.
Bereket versin ki (benim görüşüme göre), bilim tarihindeki en yeni çalışmalardan bazıları bu savaşı
reddediyor. Bilimin uygulama alanını göz önüne aldığımızda, alandaki bilimsel çalışmanın yapısı,
müzede, gözlemevinde, sınıfta veya atölyede belirli alanlarda ve koşullarda bilimsel kavramları ve
uygulanış biçimlerini “tamamen bilimsel” ya da “sadece bir kısmı bilimsel” şeklinde ayırt etmeden ele
alma fırsatı sunar.
İşte sorun tam da burada ortaya çıkıyor. Bu tür değerlendirmeler büyük ölçüde, muğlak açıklama
yapılarının kullanıldığı ama tam açıklanmadığı context kavramından ileri gelmektedir. Ve bu da bizi
birinci sorumuza ulaştırıyor; Kant’ın tamamen farklı bir kurguda dile getirdiği ve ne üstesinden
gelebildiğimiz ne de görmezden gelebildiğimiz bir soru:
1
Burada Context’i “bağlam” olarak karşılamak kastedilen manayı veremiyor. Yazar tartışmasını text-metin
üzerinden yürüttüğü için ve bağlam’da metne dair bir çağrışım olmadığı için“context”i olduğu gibi almayı tercih
ettim. (ç.n.)
2
Context Nedir? (Problem 1). Bilimin indirgemeci olmayan bağlamsallaştırma (contextualization) perspektifi
üzerine kurulu çalışmalar konusunda bkz. Steven Shapin ve Simon Schaffer, Leviathan and the Air-Pump: Hobbes,
Boyle, and the Experimental Life (Princeton: Princeton Univ. Press, 1985). Martin S. Rudwick, The Great
Devonian Controversy: The Shaping of Scientific Knowledge among Gentlemanly Specialists (Chicago: Univ.
Chicago Press, 1985), David Kaiser, Drawing Theories Apart: The Dispersion of Feynman Diagrams in Postwar
Physics (Chicago: Univ. Chicago Press, 2005). Nancy Cartwright, Jordi Cat, Lola Fleck, and Thomas E. Uebel,
Otto Neurath: Philosophy between Science and Politics (Ideas in Context, 38) (New York: Cambridge Univ. Press.
1996); Michael Friedman, The Parting of the Ways: Carnap, Cassirer, and Heidegger (Chicago/La Salle, Ill.: Open
Court, 2000); Klaus Christian Köhnke, The Rise of Neo-Kantianism: German Academic Philosophy between
Idealism and Positivism (Cambridge: Cambridge Univ. Press, 1991); Ronald N. Giere ve Alan Richardson, eds.,
Origins of Logical Empiricism (Minneapolis: Univ. Minnesota Press, 1996).
Problem 1. Tartışmanın Context’leri. Felsefeciler bir tartışmanın context’i hakkında
konuştuklarında (diyor Descartes), genellikle sadece üzerinde tartıştıkları ilgili text’i değil, aynı
zamanda diğer felsefecilerin de (özellikle 16. yy’dan sonrakilerin) konuyla ilgili text’lerini tartışmaya
dahil etmek isterler. Tarihçiler context hakkında konuştuklarında, genellikle nontextual¾ metinsel
olmayan politik, kurumsal, endüstriyel veya ideolojik bir çerçevede konuşurlar; “Oppenheimer’ın
atom araştırmaları hakkındaki görüşlerinin context’i Sovyet atom bombasının patlamasıdır”
cümlesinde olduğu gibi. Ve bu noktada basit gibi görünen ama aynı zamanda basit olmayan şu soru
ortaya çıkıyor: Ne tür şeyler context’le ilişkilendirilmeye uygundur? Daha da ötesi: Contextüel bir
açıklama şu örnekteki nedensel bir açıklama kadar güçlü müdür: “Suyun içinde yüzen bir sabun
parçasının sıcaklığının 70 derece olmasının sebebi, 70 derecelik su küvetinde olmasındandır”?
(Oldukça güçlü görünüyor.) Contextüel bir açıklama, ele aldığımız bilim adamlarının görüşlerinin
içinde bulundukları şartlar tarafından oluşturulduğunu söylemek kadar zayıf mıdır? (Oldukça zayıf
görünüyor.) Kısacası: Context nedir ve contextüel açıklama nasıl çalışır?
İKİNCİ MESELE: SAFLIK (Pür Kuramsallık) ve TEHLİKE3
İyi ve kötünün sürgit mücadelesinin merkezde olduğu Maniheizm felsefesi gibi Soğuk Savaş’ın da buna
benzer bir gerilim etkisi tarihçiliğimizin büyük bir kısmına damga vurmuştur. Bilimlerin gerçekten safkatışıksız ya da kendi dışında başka güçlerin elinde araç olup olmadığı üzerine fazlaca mürekkep
akıtıldı. Bilimin ateşli taraftarları, bilimlerin gerçekten siyaset, din, ideoloji, endüstri, psikoloji veya
cinsiyet bağlarından arınmış bir baloncuğun içinde ilerlediğini göstermek için güçlü bir savunma içine
girdiler. Bilim, bu bakış açısına göre, aşkın dünya aleminde serbestçe yüzüyordu. Aynı zamanda karşıt
görüşte olanlar da tam tersini göstermeye çalıştılar: buna göre bilim, içinde yapıldığı mekân ve
zamandaki güçlere bağlı ve bağımlıdır. Bilimin doğuşu ve düşüşü, içinde yaratıldığı, kullanıldığı ve
yozlaştırıldığı gerçeklikle, uygulama alanıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Soğuk Savaş çatışmasında pek çok şey tehlike altındaydı ve uygulamalı teknik bilim anlayışı demokrasi
için tek çare gibi görünüyordu. Aydınlanma aklı, Hitler ve Stalin yanlısı şiddetli ve aşağılayıcı
talepleriyle akademinin kapılarına dayandığında bunu engelleyebilecek titizlik ve cesaret karışımını
taşıdığını ileri sürdü. Bilim insanlarından, felsefecilerden ve tarihçilerden oluşan bir nesil, adeta
entelektüel bir Arşimet noktası4 gibi Bilimin Birliği için birlikte mücadele ettiler. Bu oluşan güçle de
bilim, beşerî bilimler ve sosyal bilimler birbirlerine neredeyse çok yakınlaştılar. Hatası, eksiği ne olursa
olsun, bu fildişi kulesi II. Dünya Savaşı ve arasındaki diğer savaşlarda nesiller için bir umut ışığı oldu.
Ancak Soğuk Savaş ilerledikçe, “savaş” gitgide El Alameyn5 yerine Khe Sanh6’ı akla getirdikçe, bilimin
sembolik sicili bozulmaya başladı. 1940’lar ve 1950’lerden ziyade 1960’lardan sonra gelen bir bilim
3
Bilginin Saflığı konusu için, özellikle sosyal bilimlerde, bkz. Robert N. Proctor, Value-Free Science?
(Cambridge, Mass.: Harvard Univ. Press, 1991); kendini referans bilgisinden yoksun bırakmaya çalışan matematik
için bkz. Herbert Mehrtens, Moderne Sprache Mathematik: Eine Geschichte des Streits um die Grundlagen der
Disziplin und des Subjekts formaler Systeme (Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1990); objectivity konusunda da
bkz. Lorraine Daston and Peter Galison, Objectivity (New York: Zone, 2007).
4
Arşimet Noktası: “Bana bir dayanak noktası verin, Dünya’yı yerinden oynatayım” sözüne istinaden. (ç.n.)
5
El-Alameyn Muharebesi: II. Dünya Savaşı’nın Kuzey Afrika Cephesi’nde 1-27 Temmuz 1942 tarihlerinde
Alman-İtalyan müttefik kuvvetlerle Birleşik Krallık ordusu arasında geçen ve sonuçta taktiksel beraberlikle ve
daha çok da müttefiklerin stratejik zaferiyle biten savaştır. (ç.n.)
6
Khe Sanh Savaşı: 1968 yılında Amerika Birleşik Devletleri ile Kuzey Vietnam arasında yapılan ve yaklaşık 7
ay kadar süren ve sonucunda her iki tarafın da zafer ilan ettiği savaş. (ç.n.)
adamları nesli için bilim, kaba kuvvet karşısında aklın muhkem bir kalesi gibi görünmekten çok bitimsiz
savaşların keskin kenarı gibi görünüyordu.
“Saf bilim” terimini, kendi kullanımı üzerinden “saf matematik” ve “karışık (mixed)7 matematik”
arasındaki geleneksel ayrımda görebiliriz. Bu haliyle 18. yüzyılda “saf bilim” iddiasız ve prestijsiz bir
görünüm içindedir. Ancak 19. yüzyılın sonlarında, “saf/kuramsal bilim” ve “uygulamalı bilim” terimleri
meslek unvanları, kurumlar ve dergilerde kullanılmasıyla birlikte onaylama ve prestijin şartları ve
imgesi haline geldi. “Kuramsal matematik” ve “uygulamalı matematik” terimleri (reine und angewandte
Mathematik8; ve ayrıca reine und angewandte Physik9) 1900’e kadar en çok Almanca konuşulan
dünyada ve daha sonra İngilizce, Fransızca ve diğer dillerde de yaygın olarak kullanılan ifadelerdi.
“Saf/kuramsal bilim” sadece doğa bilimlerinde değil, aynı zamanda sosyal bilimlerde de aşınmaya
başlamıştı.10
“Saf bilim” Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru artık farklı bir anlam kazanmış; bir mücadele/anlaşmazlık
ifadesi haline gelmişti. Bazıları bu fikri bir ideal olarak savunuyor, bazıları da bu görüşü imkansız olarak
görüp saldırıyordu. Bazıları ise bu duruma daha iyi bir yorumlama getiriyordu: saf bilim bir zamanlar
vardı ama artık pek mümkün görünmüyor çünkü bazı zaafların ya da açgözlülüğün ayartmasına yenik
düşmüş bir halde. Bu bakış açısı bu tartışmayı domine etmekte ve bir tür postlapsaryan11 perspektiften
şöyle denilmektedir: Bilim gerçekten başta saf/kuramsal, katışıksızdı ve öyle de kalabilir, tamamen
merak duygusuyla yapılabilirdi -curiosity driven (artık anlamsız bir deyişle)-, ama çoğu zaman yanlış
yılan türlerinin sunduğu elmaları yemişti. İdeolojiye elverişli elmalar, endüstriyel açgözlülük elmaları,
7
“Mixed Mathematics”in ilk kullanımlarına baktığımızda Francis Bacon’a (1561-1626) kadar gidilebildiği
görülmektedir. Francis Bacon bilimleri/bilgiyi tasnif ettiği çalışmasında matematiği de “pure” ve “mixed”
şeklinde ikiye ayırmıştır. Bu ayrım onun Aristotelesçi madde-form nosyonuna yakınlığıyla ilgilidir. “Pure
mathematics”ten kastı en yüksek seviyede soyutlama içeren geometri ve aritmetiktir. “Mixed mathematics” ise
müzik, kozmoloji, mimari, mühendislik gibi alanları imlemektedir. Diderot ve d’Alembert’in “Ansiklopedi”sinde
(1751) ise “mixed mathematics” kullanımına “Figurative system of human knowledge” içinde yer verilmiş ve
“geometrik astronomi, optik, mekanik, akustik ve şans oyunları analizi” gibi yeni alanlar da bu terim altında
konumlandırılmıştır. Bu terkibin kayda geçtiği yerlerden bir diğeri de Montucla’nın Matematik Tarihi (1799) adlı
kitabıdır. Bu terimin zamanla kullanımı azalmış ve Britannica Ansiklopedisi’nin (1875-89) yıllarındaki 8. ve 9.
edisyona ait nüshalarında “mixed” yerine “applied /uygulamalı ” ifadesi tercih edilmiştir. (ç.n.)
8
Journal für die Reine und Angewandte Mathematik (Saf ve Uygulamalı Matematik Dergisi): 1826 yılında
Berlin’de A. Leopold Crelle tarafından kurulan ve Crelle’nin 1855’teki ölümünden sonra Crelles’ Journal adıyla
devam ettirilen, çok prestijli matematik makalelerinin yayımlandığı en eski akademik-periyodik dergidir. 196
yıldır yayımlanmakta olan derginin resmî web sitesi: degruyter.com (ç.n.)
9
Internation Union für Reine und Angewandte Physik (Uluslararası Saf ve Uygulamalı Fizik Birliği): Birinci
Dünya Savaşı’nın hemen akabinde bilimin farklı alanlarındaki dağınıklığı gidermek, uluslararası dil birliğini
sağlamak, insanlığın ihtiyaç duyduğu bilimsel tabanlı ortak projeler üretmek, yıllık konferanslar ve toplantılar
düzenlemek ve bilim insanlarının etkileşimini artırmak amacıyla 1919 yılında Amerikan Ulusal Bilim Akademisi
ve Londra Kraliyet Akademisi’nin öncülüğünde Uluslararası Araştırma Konseyi kuruldu. Bu konseyin amaçları
bağlamında ve öncülüğünde de 1922 yılında yapılan Genel Kurul toplantısında Uluslararası Saf ve Uygulamalı
Fizik Birliği ‘nin kurulmasının zorunlu ve önemli olduğuna karar verilerek, 13 ülkenin katılımıyla bu birlik resmi
bir statüye kavuşmuş oldu. Birliğin işleyinde Bragg, Milikan, Knudsen gibi dönemin önemli fizikçi bilim adamları
görev aldığı birliğin ilk başkanlığını W. H. Bragg yürütmüştür. 1987 yılında birlik tarafından yayımlanan
“Symbols, Units, Nomenclature And Fundamental Constants In Physics” Fizikte Semboller, Birimler, Terimler
ve Temel Sabitler isimli kitapla fizik alanındaki temel bilim dilinin evrensel gösterimlerini ve ortak bir fizik bilimi
dilini oluşturmayı ve yaygınlaştırmayı amaçladılar. Fizik alanına yön veren bu önemli kitap, “Red Book” olarak
da bilinmektedir. Hala aktif çalışmalar yürüten birliğin resmî web sitesi: iupap.org (ç.n.)
10
Google N-gram uygulamasıyla yapılmış bir karşılaştırma [pure mathematics, mixed mathematics, applied
mathematics] tablosu için bkz: Almanca veritabanı: www.shorturl.at/cknJ8, İngilizce veritabanı:
www.shorturl.at/eDVX9 , Fransızca veritabanı: www.shorturl.at/eGJPX (ç.n.)
11
Postlapsaryan: İnsanoğlunun Bilgi Ağacı’ndan yasak elmayı yiyerek işlediği günah dolayısıyla
cennetten dünyaya düştükten sonraki (değer kaybettiği) durum. (ç.n.)
askerî güç tedariğine yardımcı elmalar gibi. Postlapsaryanlar “keşke sadece fizik bu ayartmayı
reddetmiş olsaydı, gerçekten de bozulmamış bir bilgi cenneti içinde yaşayacaktık.” görüşünü savunmaya
devam ediyorlardı.
Bilimi küçümsemek isteyenler, bilimin içinde bulunduğu zaman ve mekana uygulanması fikrini sevinçle
karşıladılar. Onlar için bilim, kendisi olarak hiç önemli değil ve sadece uygulamalarından ve
sonuçlarından ibaret bir yansımaydı. Bilimin aziz olduğunu, ancak daha sonra bu saflığı kaybettiğini
söylemek isteyenler de fizik, kimya, biyoloji ve diğer yakın bilimleri bu saflığın yitirilişinden sorumlu
tutmaktaydılar. Ve dolayısıyla soru şu:
Problem 2. Saflık ve Temeller. Saflık nedir? Bu görüş Yunanlıların saf (theoria, ç.n.) ve karışık
(praxis, ç.n.) matematiğinden Bourbaki’nin matematiğin bir yapı olarak reddine nasıl evrildi? Mantıkta,
fizikte, kimyada, biyolojide saflık sayılan (ve önemli olan) nedir? Tıp bilimlerinde bu ayrım nasıl
ortaya çıkmıştır ve “saf bilim” “temel bilim”in (basic-fundamental science) kaynağı olarak görülebilir
mi? Saf bilimin zıttı nedir? Ve safsızlık (impurity) durumuna nasıl gelindi?
ÜÇÜNCÜ MESELE: TARİHİ MUHASEBE12
Yıllar içinde, Bilim Tarihi ve Felsefesi bir görev duygusuyla, yirminci yüzyılın ortalarındaki bilimin
disiplinlere ayrılma tasnifini kopyalayarak paralel bir evren yarattı. Kendimizi ve çalışmalarımızı
böldük. 2008 yılında Bilim Tarihi Topluluğu web sitesine13 giriş yaptığımızda, bir konuyu tıklayıp bir
bölge, bir dönem (çoğunlukla yüzyıla göre) alanı seçerek mesleğin üyelerini bulma şansını veriyordu.
Sunulan bu menüdeki öğeler:
Astronomi Bilimleri
Biyoloji Bilimleri
Bilişsel Bilimler
Matematik
Yer Bilimleri
Tıp Bilimleri
Doğa Bilimleri
Sosyal Bilimler
Teknoloji
Belli alanda çalışan insanları bulmak için bir kısa yol olarak hazırlanan böyle bir şema oldukça yararlı
olabilir. Ancak tarihçiler ve felsefecilerin çalışma konularını belirlerken -bilimsel çalışma kategorileri
olarak- bu bilgi kutularının kendi zaman ve mekanlarına özgü olduğunu akılda tutmaları önemlidir.
12
Diğer tüm bölümlerde olduğu gibi bu meseleyle ilgili literatür de ciltler doldurabilir. Gösterimler (tarihsel
epistemoloji) ile ilgili bilimsel uygulamaların disiplinlerarası çalışması hakkında birkaç başlangıç noktası
aşağıdaki gibi olabilir: Olasılık ve istatistik hakkında bkz. Ian Hacking, The Emergence of Probability (Cambridge:
Cambridge Univ. Press, 1975); ve Gerd Gigerenzer et al., The Empire of Chance: How Probability Changed
Science and Everyday Life (Cambridge: Cambridge Univ. Press, 1990). Bilimde modelleme konusunda bkz.
Soraya de Chadarevian and Nick Hopwood, eds., Models (Stanford, Calif.: Stanford Univ. Press, 2007); and Ursula
Klein, ed., Tools and Modes of Representation in the Laboratory Sciences (Dordrecht: Kluwer, 2001). Deney
yapma konusunda bkz. Hacking, Representing and Intervening: Introduc tory Topics in the Philosophy of Natural
Science (Cambridge: Cambridge Univ. Press, 1983); and Peter Galison, How Experiments End (Chicago: Univ.
Chicago Press, 1987). Bilimsel araçların ortak tarihi ve felsefesi hakkında daha fazla bilgi için bkz. Galison, Image
and Logic (Chicago: Univ. Chicago Press, 1997); Davis Baird, Thing Knowledge: A Philosophy of Scientific
Instruments (Berkeley: Univ. California Press, 2004); ve Hasok Chang, Inventing Temperature: Measurement and
Scientific Progress (Oxford: Oxford Univ. Press, 2004).
13
Bilim Tarihi Topluluğu; History of Science Society (HSS). 1924’te kuruldu. Resmî web sitesi: hssonline.org
(ç.n.)
“Bilişsel Bilimler”, her ne kadar yapay zeka, fizik, matematik, dilbilim ve felsefe gibi disiplinlerin
birlikte ele alındığı gelişmiş bir disiplin olsa da oldukça nostaljik ve vintaj görünmektedir. Bu alandaki
pek çok kişi bu birleşmeyi 1970’lerin başlarına tarihlendirir. Her durumda, kesinlikle “matematik” ten
çok farklı bir vintajdır bu. Şüphesiz, en saygın disiplinlerden olan matematik bile, tarihsel olarak farklı
dönemlerde farklı meselelere sahip olmuştur. Diğer bilimsel alandaki uygulayıcılar gibi, matematikçiler
de büyük sınır geçişlerini ve sınır tanımlarını paylaşmışlardır. Cebir ve geometrinin kesiştiği, olasılık ve
istatistiğin matematik olarak sayıldığı ve cebirsel geometri, cebirsel topoloji ve analitik sayı teorisinin
birincil araştırma alanları haline geldiği zamanlar çok eski değil. Bilimlerin sarmal kategorik hiyerarşisi
bile tarihçiler arasında revaçtadır: Doğa Bilimleri, tipik olarak, Fizik ve Kimya gibi diğer kurucu
alanlarının yanında bir alt kategori olarak Yer Bilimleri’ni de içerir. Ama Bilim Tarihi Topluluğu
listesinde Yer Bilimleri’ne, Doğa Bilimleri’nin yanında yer verilmiştir. Bu detay bilimler üzerinden
tarihsel analiz yapılarını tekrarlama arzusunun güçlü bir göstergesi olarak önemlidir.
Felsefi açıdan, uzmanlıklara ayrılma şekline oldukça benzer bir durum var: biyoloji felsefesi, fizik
felsefesi, teknoloji felsefesi, matematik felsefesi gibi. Bu terimler akademisyenlerin kendi çalışma
alanlarını tanımlamasından daha öteye gitmekte, dergilerin, toplantıların, derslerin, kitapların, çevrimiçi
forumların benzer şekilde kategorileşmesine yol açmaktadır.
Bu kategorik iş bölümünün, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından yirminci yüzyılın ortalarına kadar olan
süre boyunca Bilim Tarihi ve Felsefesinin çalışması için nispeten iyi işlev gördüğü söylenmelidir. Her
ne kadar çalışılan konular değişse de, 1930, 1950 ve 1970’lerde fiziğin doğası hakkında yapılan
çalışmaların yoğunluğunda bir orantılılık olduğu söylenebilir. Disiplin büyüdü ve yeni uzmanlıklar
ortaya çıktı ancak bu yıllar boyunca fizik öğretiminde çok fazla bir şey değişmedi (mekanikle başlayıp,
oradan elektrik ve manyetizmaya geçen ve atom fiziğinin modern yorumuyla devam eden bir anlatım
geleneği…). Teorik fizik, matematiksel fizik ve deneysel fizik şeklindeki uzmanlaşma/ayrışma daha çok
yirminci yüzyılın ortalarında gelişti. Bununla birlikte, fizik ve kimya arasındaki disipliner sınır çok katı
olmayıp, değişken olsa da; (eleştirmenler, Einstein karşıtı seslerini yükselttiklerinde ne söylerse
söylesin), hiç kimse özel göreliliğin gerçekten bir kimya ya da bir biyoloji fragmanı olduğunu iddia
etmiyordu; ne 1905’te, ne 1955’te ve ne de 2005'te.
Modern dönem içindeki bu göreceli istikrar, belirli türdeki bir BTF çalışmalarının devam etmesine
imkân tanıdı. Belirli türdeki sorunların ele alınmasında ortaya konulan bu işbirliğinin meyveleri
görünmektedir. Bu durum, tüm meselelerin ihata edildiği veya da bu alandaki yoğun çabaların boşa
kürek sallamak olduğu anlamlarına gelmez. Tarihçilerin ve bilim felsefecilerinin özel görelilik, göreceli
olmayan kuantum mekaniği, gen veya Darwinci seleksiyon çalışmalarına yeterince katılmadıkları
söylenemez. Verilen cevaplardan memnun kalmayabilirsiniz ancak “evrimsel uygunluk”, “sayının
doğası” veya “kuantum ölçümü” tarihi ve felsefesi üzerine oldukça çarpıcı bir kaynakça oluşturmakta
sorun yaşamazsınız. Daha yakın zamanlarda ve daha yoğun bir şekilde, Bilim Tarihi ve Felsefesi
alanındaki bazı kişiler, bu tür yüksek derecede odaklanma ve sorgulama gerektiren araştırma
alanlarından ziyade, kimyanın ya da jeolojinin tarihi ve felsefesi gibi çalışma alanlarına yönelmeyi tercih
ettiler.
Gelecekte yapılacak araştırmalarda, köklü bir geçmişi olan (modern) bilimsel disiplinlerde ortaya atılan
ama iyi organize edilmemiş soru(n)lara odaklanılmalıdır. Örneğin olasılık konusu, herhangi bir disipline
indirgenebilir bir konu değildir; tabiri caizse, sadece fizik ya da sadece matematikten olasılığa
ulaşamazsınız. Olasılık konusunda son zamanlarda yapılan önemli çalışmalardan da hareketle, olasılık
tarihi ve felsefesi doğa bilimlerinde teknik bir konu olmaktan çok nüfusun yönetimi ve hukuki
prosedürlerin oluşturulması gibi pek çok alanla ilişkilidir. Bu da bize şu soruyu sorduruyor:
Problem 3: Argümantasyon Araçları. Disiplinlerin kendilerinden ziyade bilimsel uygulamaları
üzerine odaklanıldığında kabul edilebilir bir bilimsel argüman oluşturmak için gereken kavramlar,
araçlar ve prosedürler nelerdir? Biz bu anlamda uygulamaların (teknolojinin) tarihi ve felsefesi
alanında iyi örneklere sahibiz: alet yapımı, olasılık, nesnellik, gözlem, model oluşturma ve bir araya
getirme gibi. Düşünce deneylerinin doğası hakkında bir şeyler öğrenmeye başladık, ancak daha
öğrenilecek çok şey var. Aynı şey bilimsel görselleştirme için de söylenebilir; şimdiye kadar çok
sayıda deneysel çalışmamız var ancak görselleştirme uygulamalarının nasıl işlediğini anlama
noktasında daha çok sayıda analitik şemaya ihtiyaç var. Peki, alt disiplinleri hatta disiplinlerin
kendilerini de karşı karşıya getirdiğimizde; tartışmanın ve kanıt göstermenin araçları ne olacaktır? Ve
bunların tarihsel oluşum seyri nasıldır?
DÖRDÜNCÜ ve BEŞİNCİ MESELE: FABRİKASYON TEMELLER14
Bilgi edinme ve sağlama alma yöntemleri (epistemoloji) ile dünyada var olanların kümesini (ontoloji)
oluşturma yöntemleri arasındaki ayrımı felsefeden miras aldık. Bilim Tarihi ve Felsefesi alanında bu
ayrım “1. Mesele (Context nedir?)” ile ilgili ancak ondan ibaret olmayan bir şekilde problematize
edilmiştir: Tarihsel koşullar, yaygın bilgi üretme biçimlerini (tarihsel epistemoloji) nasıl
oluşturmaktadır? Buna göre, bir nesnenin tarihsel olarak ortaya çıkışı (tarihsel ontoloji) nasıl
olmaktadır? Tarihsel epistemoloji veya tarihsel ontolojinin daha sofistike halinde bu tür problematize
edilişler daha iyi bir şekilde sentezlenebilir. Örneğin; yeni üretilmiş nesneleri fark etmek, incelemek ve
sınıflandırmak için hangi tarihsel/zamansal koşullara ve kavramsal setlere ihtiyaç vardır?
Bilim tarihi ve ontoloji ile ilgili bir analizde tartışma “doğal türler” tartışmasına dönüşüverir; “var
olanlar” kendiliğinden mi doğaldır, yoksa insan eliyle sonradan oluşturulsa dahi doğal olarak kabul
edilebilir mi? Bu durumda altın atomlarının yapay çimler gibi sözde doğal olması gerekirdi. Biyoloji
tarihi ve felsefesi alanı; türlerin, cinslerin veya çeşitlerin doğal sayılıp sayılamayacağıyla ilgili
tartışmalarla doludur. Bu tür sınır tartışmalarında15 sınırları zorlayan sayısız örnek verilebilir. Mesela;
Amerikan Atom Enerjisi Kurumu’nun 1952’de attığı hidrojen atom bombası sonrasında nükleer enkaz
kalıntısında keşfedilen Einsteiniyum (99) ve Fermium (100) gibi yeni sentetik elementlerin ortaya
çıkması gibi. Bu elementler periyodik tabloda yer aldıkları için doğal kabul edilebilirler mi? Ya da Altın
(79) gibi özünde mi doğaldırlar? Ya da çok kısa yarılanma ömürlerinden dolayı kimya endüstrisi
tarafından yeterli miktarda elde edilip satışa sunulamaması yüzünden mi doğal değildirler? Bu tür
nadirattan ve kısa ömürlü olan varlıklara bilim tarihinde pek ilgi gösterilmemiştir ama bu durum giderek
değişiyor.
Albert Einstein ve Enrico Fermi’nin adını taşıyan elementler kadar kısa ömürlü olmayan birçok yeni
durumla karşı karşıyayız. Et üretiminde ve tıbbî tedavide insan yapımı antibiyotiklerin aşırı kullanımı
sonucu ortaya çıkan ilaca dirençli tüberküloz yapay mıdır? Bu yeni tüberküloz bakterisi gibi bir varlığın
yapay ya da doğal olma durumu, yakın geçmişte ve insan tarafından etkilenmiş bir kökene sahip
olmasıyla nasıl değişmektedir? HIV ve AIDS birçok ülkenin demografik özelliklerini ve ekonomisini
14
Fabrikasyon Temeller; Yeni Şeyler Üretmenin Etiği (4. ve 5. Mesele). Şimdi burada listelenen çalışmalarda
ilgi çekici yeni nesne türleri sorunu hem bilimsel hem de etik açıdan farklı şekillerde ele alınmaktadır: Michael
Sandel, The Case against Perfection (Cambridge, Mass.: Harvard Univ. Press, 2007); Davis Baird, ed.,
Nanotechnology Challenges: Implications for Philosophy, Ethics, and Society (Singapore: World Scientific,
2006); Steven Epstein, Impure Science: AIDS, Activism, and the Politics of Knowledge (Berkeley: Univ. California
Press, 1996); and Hugh Lacey, Values and Objectivity (Lanham, Md.: Lexington, 2005).
15
Sınır Tartışmaları: Bilim ve Teknoloji Çalışmaları El Kitabı bu konuda oldukça iyi tartışma yürüten
makaleler içermektedir. Bkz. Jasanoff, Sheila. 1995. Handbook of Science and Technology Studies – STS.
SAGE. (ç.n.)
değiştirdi. SARS dünya çapında bir korkuya neden oldu. Uzmanlar dikkat eksikliği ve hiperaktivite
bozukluğu (DEHB/ADHD) sendromunun gerçekliğini tartışadursunlar, Amerikalı okul öğrencilerinin
yaklaşık yüzde 5’i bu sendrom için Ritalin kullanmakta ve büyük fayda görmektedirler.
İşte bir tahmin: 21. yüzyılın ilk yarısının biliminde, sadece uygulamalı bilim alanlarında değil saf bilimin
vücud bulduğu fizik, kimya ve biyoloji gibi alanlarda da imâl ve icat edilmiş/fabrikasyon nesneler daha
çok önem ve yer kazanacaktır. Fizik, biyoloji ve tıp alanındaki bilim insanları, Higgs Parçacığı16 gibi
bir şeyin var olup olmadığı (ya da var olduğunu nasıl bildiğimiz), veya da yeni üretilen bir teknolojik
aygıtın zararları ya da yararları gibi sorularla ilgilenmeyecekler. Bu durumda saf bilim ideası,
laboratuvar uygulamaları dışındaki alanlarda daha çok kendine yer bulacaktır. Örneğin; artık günlük
rutinin bir parçası haline gelen; virüs çalışmalarında, atom fiziği ya da fiziksel kimya ile ilgili alanlarda.
Atom ölçeğinde transistör üretebilmemiz gerekli midir? Bunlar doğal olarak mı yoksa yapay olarak mı
tanımlanır? Modifiye edilmiş, kendi kendini yeniden üreten nano ölçekli bir devre yapay mı yoksa doğal
mıdır? Modifiye edilmiş bir DNA dizisi hangi gruba girer; modifiye edilmiş hali “doğal” olma
durumunun zıttı mıdır? Bu yeni genetik yapıdan meydana gelen canlı bin nesil boyunca yapay mıdır?
Genetiği değiştirilmiş mısır veya klonlanmış koyun Dolly, “doğal” değil midir?
Problem 4: Bir Şeyler Üretmek. Nesnelerin atomik seviyeden ürün haline geldiği son duruma kadar
tamamen fabrikasyon şekilde üretildiği bir çağda form ile maddeyi ayırmak giderek imkânsız hale
gelmektedir. Bu tamamen soyut bir mesele değildir: dünyadaki mevzuat, genetiği değiştirilmiş
organizmaların (GDO’ların) üretimini ve satışını kısıtlamaktadır ki bu durum Asya, Avrupa, Afrika
ve ABD genelinde yasama organlarının tarım politikalarına etkisi noktasında tartışmalara neden oldu.
Kadim madde-form dikotomisinin işlevsiz hale geldiği yeni durumda bilim tarihi ve bilim felsefesi
kavramsal/teorik nesneler ile pragmatik/fiziksel nesneleri tanımlamada işe yarayabilir. Ki bu nesneler
bilgisayar simülasyonu gibi sanal nesnelerden tenis raketlerine ve uçak kanatlarında kullanılmaya
başlayan karbon fiber kompozitlere kadar çeşitlilik göstermektedir. Böyle düşünmeye
başladığımızda, yapay ve doğal ayrımının pek de işe yarar bir ayrım olmadığı görülebilir. (Yüksek
derecede melezlenmiş bir Gül halâ bir gül müdür, yoksa bir Gül müdür?)
Dördüncü bölümde fabrikasyon temel nesneleri (çelişkiyi göstermek için oksimoronik17 bir ifadeyle) ele
aldık. Bunun gibi başka sorunlar da var: “Bilim Tarihi”nin Tarihi (T)’si ile meselelere daha etik bir
yaklaşım gösteren Felsefe’nin (F)’si arasındaki muhtemel bazı uzaklıklar bunlardan biridir. Yukarıda
mesele ettiğimiz yarı-doğal türler, ne yapmamız ve neleri değiştirmemiz gerektiği konusundaki
tartışmalar için ne anlama gelmektedir? Bu durumda, daha normatif bir soruşturma için, bu yeni tür
temellerin-nesnelerin varoluşsal-etik yönünü tartışmak için bir soru:
16
Higgs Parçacığı: “20. yy’da ortaya çıkan yüksek enerji fiziğiyle, atomaltı parçacıkları ve maddenin yapısını
ortaya çıkarmak için inşa edilen CERN laboratuarında, mikro alemden (atomaltı parçacıklardan) makro aleme
(galaksilere) kadar fiziksel varlığı iki ana grupta (kuvvetler ve parçacıklar) toplayan Standart Model (SM)’e göre,
maddeye kütle vermekten sorumlu Higgs bozonu 2012 yılında CERN’deki LHC’de (Büyük Hadron Çarpıştırıcısı)
keşfedildi ve 2013 Nobel Fizik ödülünün konusu oldu.” Çakıroğlu, M. 2014. Arkhe Problemi Bağlamında Atom
Düşüncesinin Tarihsel Gelişimi ve CERN Deneyi (Standart Model ve Higgs Parçacığı), Yüksek Lisans Tezi. (ç.n.)
17
Oksimoron: Kendi içinde çelişkili ifade. Birbiriyle çatışan iki özellik barındırma durumu. (FundamentalFabricated). (ç.n.)
Problem 5: Ne yapmalıyız? Fabrikasyon temeller gibi belirsiz bir kategoriyle birlikte beden üzerinde
uygulanabilecek bazı değişiklikler de daha fazla hayal edilebilir: gebe kalmadan önce cinsiyetin
seçilmesi, kasların, hafızanın ve boy yüksekliğinin artırılması gibi. Michael Sandel, “mükemmellik
karşıtlığı davası” adını verdiği, insan klonlanması gibi doğrudan tehlikeler üzerine kurulmayan bir
tez ileri sürdü. Tezini daha çok felsefî bir bakış açısıyla, olmak istediğimiz kişi konusundaki olası
mükemmellik hedefini küçültme üzerine kurdu. Öyle ki çocuklarımızı ve kendi insanlığımızı bir
armağandan ziyade bir ürün ve proje olarak gören ve varoluşumuzun içini boşaltan bu mükemmellik
kurgusuna karşı çıkarak konuyu felsefî bir açıdan ele alıyor. İnsan benliğini hedef alan bu türden
modifikasyon örnekleri göstermektedir ki, birçok yeni nesnenin tarihi ve felsefesi, atom veya hücre
çekirdeğini araştıran bir insanın sahip olduğu kavram setleri ve bakış açılarıyla ele alınamaz. Tarihsel,
etnolojik ve en önemlisi de etik olarak fabrikasyon temellerin üretimini ve buna bağlı yeni durumları
nasıl analiz etmeliyiz?
ALTINCI MESELE: POLİTİK TEKNOLOJİLER18
Yeni ortaya çıkan hastalıklar ve bunların artışı hakkındaki tartışmaya etik uzmanlarını dahil etmek
konuyu daha geniş bir perspektiften ele almayı önermek demektir. “BTF” doğal olarak metafizik ve
epistemolojik felsefeyi de bünyesinde barındırır. Ancak tarihçilerin gittikçe artan bir şekilde sosyoloji
ve antropolojinin yaklaşımlarından yararlanması gibi, BTF de (biyoetikte olduğu gibi) etik felsefesi gibi
sadece kısıtlı alanlardan değil, siyaset ve hukuk felsefesi gibi alanlardan da yararlanmalıdır.
Bunu söylüyorum çünkü son yıllarda daha önce çok popüler bir şekilde kullanılan değerlendirme
tablolarıyla uyuşmayan bir dizi sorun ortaya çıktı. Bilim politikaları, nükleer savaşın dramatik
sonuçlarını, birinci ve ikinci dünya savaşlarının yıkıcı ortamında “şehir ticareti”, “karşılıklı imha” ve
“karşı kuvvet” gibi konuları nasıl ele alabileceğimizi mesele edindi. “Bilim politikaları”, evrenin kökeni,
yapısı, insan vücudu ve daha fazlası gibi konularda politikacıların ve ideologların bilimin ne söylemesi
gerektiğini dikte etmekten uzak tutmak için bilimin özerkliği konusuna da sahip çıkıyordu.
Bilimsel düşünceye müdahale sorunlarının tarihsel kökenlerini artık günümüzde kanonik meseleler
haline gelmiş Galileo, Lysenko ve Alman Fizik (Deutsche Physik) hareketi gibi başlıklara
dayandırabiliriz. Ancak bu tür sorular zor bir şekilde sorulmakta ve cevaplanabilmektedir: yirmi birinci
yüzyılın başlarında, bu tür sorulardan daha fazlası vardır; kürtajın bilimsel güvenliği, gençler için
cinsellik ve cinsellikten kaçınma programlarının etkinliği veya kök hücrenin izin verilebilirliği gibi
tartışmalar. Bilimsel özerklikle ilgili mücadeleler, görünürde sonu olmayan öfkeli tartışmalara neden
oldu. Bundan daha az dramatik ama aynı derecede önemli “bilime fon sağlama ve finansmanı verimli
dağıtma” konusundaki arayışlar ise devam ediyor.
18
Bilim Politikaları (Mesele 6). Bu konuda, bilim ve politika arasındaki ilişkilerin incelenmesi üzerine çıkan 3
özel sayıya (yayına) bakılabilir: Social Research içinde: “Science and Politics,” 1992, 59(3); “Politics and Science:
How Their Interplay Results in Public Policy,” 2006, 73(3); ve “Politics and Science: An Historical View,” 2006,
73(4). Teknolojinin hakim şekilde kullanıldığı politik uygulamalar oldukça çeşitlidir; oy verme, teknoloji ve
gizlilik, biyo-gözetim, yazarlık ve ulusal güvenlik gizliliği ilk akla gelenler. Oy verme üzerine bkz. John Carson,
“Opening the Democracy Box,” Social Studies of Science, 2001, 31:425– 428; teknoloji kullanımı ve gizlilikmahremiyet üzerine bkz. Peter Galison and Martha Minow, “Our Privacy, Ourselves in the Age of Technological
Intrusions,” in Human Rights in the “War on Terror,” ed. Richard Ashby Wilson (Cambridge: Cambridge Univ.
Press, 2005), pp. 258–294; biyolojik kaynaklara dayalı yeni ürünlerin keşfi ve ticarileştirilmesi ve fikrî mülkiyet
üzerine bkz. Peter Jaszi and Martha Woodmansee, “Beyond Authorship: Refiguring Rights in Traditional Culture
and Bioknowledge,” in Scientific Authorship: Credit and Intellectual Property in Science, ed. Mario Biagioli and
Galison (New York: Routledge, 2003), pp. 195–224; bilim ve ulusal güvenlik gizliliği üzerine bkz. Galison,
“Removing Knowledge,” Critical Inquiry, 2004, 31:229–243. Mendeleev’in çalışmalarının etkileyici politikbağlamsal açıklaması için bkz. Michael Gordin, A Well-Ordered Thing: Dmitrii Mendeleev and the Shadow of the
Periodic Table (New York: Basic, 2004).
Bilim adamlarının özerkliği, hükümetin bilim politikaları, bilimsel faaliyet ve kurumların finansmanı
gibi meseleler her zaman hayati öneme sahip olmuştur ve olmaya da devam ediyor. Ancak bilim ve
politikanın kesiştiği noktalarda bilimsel olmaktan çok bilim politikalarının görünüşte daha teknik ve
silik olması gibi sorunlar giderek artmaktadır. Bu sorun (Foucault’dan sonra) politik teknolojiler olarak
isimlendirilebilir:
Problem 6: Politik Teknolojiler. Yirmi birinci yüzyılda giderek artan bir şekilde, gizlilikle/gizlilik
hakkıyla ilgili daha önce de olan ancak dijitalleşmeyle çarpıcı bir şekilde hızlandırılan teknik soru ve
sorunlarla karşı karşıyayız. Tıbbî gizlilik (kişiye özel sağlık verileri), iletişim gizliliği, bilgisayar
gizliliği gibi konular veri madenciliği arttıkça ve yaygınlaştıkça “gizlilik” kavramı büyük bir tehditle
karşı karşıya kalacaktır. Devletin elinde olan bilgilerimiz yeni bir şey değil ancak yeni gözetim ve
takip teknolojileriyle bu durum daha da derinleşmiştir. Fikri mülkiyet ve yeni biyolojik (doku kültürü,
kök hücre, klonlama, aşı geliştirme gibi) araştırmaların, keşiflerin yapılması, patentlenmesi ve ticari
hale getirilmesinde yoğunlaşan yeni sorunlar. Bu yeni teknoloji politikalarını nasıl tartışmalıyız? Bu
teknolojilerin ilerlemesiyle birlikte mahremiyet alanı/gizlilik hakkı gibi konulardaki kendimize dair
algımız nasıl etkilenmekte/değişmektedir? Buna bağlı olarak, kendi türümüze ait “kendi” olma
durumumuz/kişiselliğimiz ne demektir?
YEDİNCİ ve SEKİZİNCİ MESELE: YERELLİK VE KÜRESELLİK19
Tarihsel, sosyolojik ve felsefî bilim anlayışında lokal açıklamaya yönelme, son otuz yıldaki en önemli
değişiklik olabilir. Bilim tarihinde uzun bir zamandır sıklıkla yapılan durum çalışmaları, analiz
kapsamını kısıtladı; ancak II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, bilim tarihinde büyük ölçekli bir
fikrin keşfi etrafında durum çalışmaları düzenlendi. Örneğin vakumlama teknolojisinin gelişim tarihi
dolayımında atom, oksijen ve mikroplara dair çalışmalar. Bu tür çalışmalar alanda oldukça dağınıktır ve
şimdi temel bilimsel gerçekler olarak kabul ettiğimiz kavramlar ve yüksek teknoloji ürünlerinin nasıl
birikimsel ve etkileşimsel bir biçimde ortaya çıktığını göstermek üzere kurgulanmışlardır.
Aklımdaki yerel tarih türüne bir misal olarak, Carlo Ginzburg’un Peynirler ve Kurtlar adlı mikro tarih
çalışmasındaki 16. yüzyıl değirmencisi Menocchio’nun, Engizisyon’un şiddetli sorgusu altında,
yaşamın doğuşu hakkındaki görüşlerini açıklama çabasını örnek verebilirim. Ginzburg’un tekniği, tabiri
caizse, yüksek zoom kalitesine sahip bir kamerayla adı, adresi ve belli bir konuda görüşü ve hikayesi
olan bir bireye odaklanmaktır. Görüşler incelenirken, belirli bir esnaf sınıfındaki belirli kişilerin
sembolik sicilleri odağa alınır ki bu da sosyo-kültürel tarih çalışmasıdır.
Bilim tarihi çalışmalarındaki bu türden son derece yüksek odaklanma anolojileri BT disiplini üzerinde
büyük etki oluşturmuştur. Laboratuvar çalışmaları ile gözlemevleri ve saha istasyonlarının
çalışmalarının birlikte ele alınması, masa üstü çalışmalarla parçacık fiziği alanındaki yüksek işbirlikleri
(CERN gibi, ç.n.) bunun bir örneğidir. Özellikle küçük gruplardaki insanları bir şey yapmaya iten ihtiras
ve tutkularına, enstrümanları ve prosedürleri nasıl modifiye ettiklerine yakından ve an be an baktıkça,
19
Yerel ve Küresel (Problem 7 ve 8). Mikro tarih konusunda bkz. Giovanni Levi, “On Microhistory,” in New
Perspectives on Historical Writing, ed. Peter Burke (University Park: Pennsylvania State Univ. Press, 1991), pp.
93–113; bu konunun örnek bir çalışması için bkz. Carlo Ginzburg, The Cheese and the Worms (New York:
Penguin, 1983). Yereldeki bilginin nasıl bir hareketlilik gösterdiğine dair üç tartışma için bkz. Bruno Latour,
Science in Action (Cambridge, Mass.: Harvard Univ. Press, 1987); Simon Schaffer, “A Manufactory of Ohms,” in
Invisible Connections: Instruments, Institutions, and Science, ed. Robert Bud and Susan E. Cozzens (Bellingham,
Wash.: SPIE Optical Engineering Press, 1991); ve Peter Galison, “Material Culture, Theoretical Culture, and
Delocalization,” in Science in the Twentieth Century, ed. John Krige (Amsterdam: Harwood, 1997) (Ayrıca bkz.
Galison, Image and Logic [cit. n. 3], Chs. 1, 9).
tam olarak nereye varacağı bilinmeyen bir araştırma içindeyizdir ve bu da yeni soruları ortaya çıkarır.
Artık “X’i kim ne zaman keşfetti?” bakış açısı yerine bilginin elimizdeki sonuçlarla güvenli bir şekilde
nasıl irtibatlandırılacağı meselesi daha önemli hale gelmiştir. Çalışma gruplarının kendi içinde ve
gruplar arasında rekabet önemlidir; laboratuvarlar çoğu zaman içinde bulunduğu dünyayla bağları kopuk
gibi görünse de uzayda serbestçe hareket eden uzay istasyonu da değildirler. Bunun yerine,
laboratuvarlar (fonlanmış bir araştırma konusu üzerinde yoğunlaşan, akademik çalışma grupları, ç.n.)
daha insanî olarak ele alınmaktadır; içlerindeki insanlar (teknisyenler, mühendisler, öğrenciler ve
araştırmacılar) farklı beklentiler, beceriler ve deneyimler zenginliğini da tezgaha getirir.
Felsefî olarak, bu çalışmanın temel çıkış noktası ‘iç (bilimsel) faktörler’ ile ‘dış (bilimsel olmayan)
faktörler’i net bir şekilde birbirinden ayırmanın mümkün olmadığı kabulüdür. Örneğin, bir mikro tarihçi,
teleskopların, istatistiklerin veya fotoğrafların aldatıcı olduğu görüşünü hangi kategoriye koyacaktır?
Ya da bu konudaki bir kanıt simülasyon veya bilgisayar destekli bir işleme dayandırılmış olsa yine de
geçerli midir? Önde gelen bir matematik dergisi, yayınlarında görselliği (imaj ve grafik gösterimleri,
ç.n.) tamamen terk etme kararı aldığını varsayalım. Bu kararın her ne kadar birçok açıdan
temellendirilebilir gerekçesi olsa da yine de 2+2=5 diyen bir makaleyi reddetmek gibi “salt
matematiksel” bir karar değildir.
Bu nedenle yeterince anlaşılamayan mesele şudur:
Problem 7. Yerellik ve MikroTarih. Mikro tarihsel çalışmalar ne türden açıklamalar içerir? En
azından araştırma problemini, genelleştirici bir “tipiklik” üzerine inşa etmemelidir. Bu basit
genelleştirici açıklamalara karşı farklı bir yol benimseyen mikro tarih çalışmalarına örnek olarak bütün
zengin detaylarıyla ve ilginç kişisel ilgileriyle konu edilen Menocchio veya da 17. yüzyıl sonlarındaki
Royal Society hakkındaki ilginç çalışmalar zikredilebilir. Savaş sonrası dönemde, James Bryant
Conant, düzenlediği Deneysel Bilimde Durum Çalışmaları’yla, bir çeşit Bacon-varî bir
genelleştirmeyle, bilimsel yöntemin genel anlayışına ulaşmayı umuyordu. Ama bugün Bacon’cılığın
mikro tarihlerden ortaya çıktığını görmek oldukça zor. Mikrotarih, genel bir durumun, olgunun
ayrıntılarına inerek anlatılması veya da bir şeyin salt kendisinden ibaret olmadığı durumları da
açıklamaya dahil etmesi olarak kabul edilir. Mikrotarih çalışmalarının, bilimi bir yöntem olmaktan
daha çok bir tür bilimsel kültür olarak ele alması, zaman ve mekanı dolduran eylemlerin, değerlerin ve
sembollerin ince bağlantılarını ortaya çıkarması beklenir. Bu daha sonra zor bir soruya da yol açar:
Tipiklik olmadan örnekleme yapmak ne anlama gelir?20 Ve eğer durum çalışmaları kaldırım taşları ise,
yol nereye çıkar?
Mikro tarih çalışmalarının son derece etki uyandırıcı bir şekilde gelişimiyle birlikte yerelliğin limitleri
sorgulanabilir. Dergilerimizi daha fazla durum çalışması ile doldurmaya devam ettiğimizi ve her
laboratuvarda, saha istasyonunda ve herhangi bir önemdeki herhangi bir gözlemevinde yapılmış sayısız
mikroskobik araştırmalarla ansiklopedileri doldurduğumuzu varsayalım. Prensip olarak
düşünüldüğünde, geriye ne kalırdı?
Fizikten bir anoloji/benzetme: Michael Faraday (deneysel olarak) ve James Clerk Maxwell (teorik
olarak) elektriksel ve manyetik hareketin uzaktan etkileşimi (dolanıklığı) üzerine iddialı bir
değerlendirme ortaya koydular. Mekan-bağımsız (nonlocal) kuvvetleri birleştirerek disiplini tamamen
dönüştürdüler ve fiziksel yasaları anlamada nesiller boyu kullanılacak bir model geliştirdiler. Einstein’ın
genel görelilik denklemleri de Maxwell denklemlerinin bir anolojiyle yerçekimi alanına
uygulanmasıdır; elektrik-manyetizmada olduğu gibi uzay-zaman geometrisi de dolanık ve eşleniktir.
Bununla birlikte, fizikte bir maddenin belli bir andaki bir parçası alınarak davranışı ve durumu hakkında
lokal bilgi sahibi olmamızı engelleyen birçok önemli etki vardır. Bazen bu sadece bir ölçek meselesidir:
hava durumunu anlamak için, şatonuzun önünde her gün veya saat başı ölçüm yapamazsınız (her küçük
Avrupa prensinin yıllarca yaptığı gibi). Meteorolojik tahmin için ilgili ölçek daha büyüktür. Sadece
termometrenizle, bilgisayarınız ve şatonuzla sıcak ve soğuk yüzeylerin varlığını asla tahmin
edemezseniz. Benzer şekilde, bilim tarihinin birçok örneğinde, bu veya şu tekniğin belirli bir
20
Bu soru Weber’in “ideal tip” kavramsallaştırmasıyla birlikte de düşünülebilir. (ç.n.)
laboratuvarda nasıl ele alındığını veya bir laboratuvardan diğerine nasıl taşındığını bilmek yeterli
değildir. Laboratuvarların geniş ölçekli senkronizasyonu, göçmen kuşların güzergahlarının
incelenmesinden gökyüzünün haritalanmasına, modern jeolojiden kozmik ışın fiziğine kadar birçok yeni
disiplini mümkün kıldı.
Mekan-bağımsızlık (non-locality) fizikte başka türlü şekillerde söz konusudur. Diyelim ki (katıhal
fizikçisi Philip W. Anderson’un sıklıkla vurguladığı gibi) bir elektronun davranışı hakkında bilmeniz
gereken her şeyi bildiğinizi, tüm özelliklerini sistematik olarak listelediğinizi varsayalım. Bu durumda
bir elektronun diğer elektronla etkileştiğinde izlediği yolu (saçılmayı) ve bunun birçok ilginç etkilerini
hesaplayabilir ve çok şey öğrenebilirdiniz. Ama yine de, Anderson’ın da işaret ettiği gibi, birçok
elektronun uyum içinde hareket ettiği zaman ortaya çıkan davranışlarını listelenen özellikler arasında
bulamazdınız. Örneğin elektrik akımının ilginç bir şekilde madde içerisinde neredeyse hiçbir
sürtünmeye maruz kalmadan ilerlediği süper iletkenliğin şaşırtıcı özelliklerini de bulamazdınız. Bir
elektronun özelliklerini listelediğiniz zaman içinde süper iletkenliğe dair bir şey yoksa bir parçacığın
özellikleri arasında onu bulmayı ummak da yersiz bir beklenti olacaktır. (Bunun için büyük miktarda
elektron çiftlerine ihtiyaç vardır). Fizikçiler bu kollektif davranışları ve olası etkileşimleri tahmin
edemeyeceğimizi söylemektedirler ama bakır bir süperiletken neden çok soğuktur diye sorduğumuzda
cevap sadece elektron ve elektron dinamiğiyle ilgili olacaktır; bu konuda tuhaf, ilginç başka bir durum
yoktur.
Daha da soyut bir düzeyde, matematikçi bakış açısıyla bakıldığında uzaylar hakkında lokal olarak tespit
edilemeyen bazı değişmez gerçekler vardır. Topolojik özellikler, kolaylıkla lokal araştırma yoluyla
ortaya çıkarılamazlar. Mikro tarihçinin göremediği, ortaya çıkaramadığı şey nedir? İşte mesele de bu:
Problem 8: Küresellik.
Bilimsel uğraşların yerelliğe/bölgeselliğe indirgenemeyen ayırdedici bir vasfı var gibi görünüyor.
Ayrıntılara çok yakından baktığınızda bilimsel dillerin ortaya çıkışında ve gelişiminde çok sayıda
araştırmacının ortak emeği olduğunu anlayamazsınız. Tek bir laboratuvarı göz önüne alarak çok
yakından gözlemlediğimizde bilim insanı olmanın yollarına dair bir şey de göremezsiniz. Bilim insanı
olma özellikleri zamana göre değişir ve bu bireylerin kendi tercihleriyle ilgili değildir. (Örneğin: Bir
bilim adamı daha çok hangisi gibi olmalıdır; bir sanayici, bir bilge, bir ilahiyatçı, bir sanatçı ya da bir
girişimci?) Bu tür daha geniş, normatif roller, teknikler ve yöntemler sadece yanlış anlaşılmaya sebep
olmakla kalmıyor, çok yakından bakıldığında görünmez de oluyorlar. O halde soru şu: Mikro
çalışmalarla olaylar yakından incelediğinde bilimsel pratiklerin, araçların ve bilimsel karakterin hangi
görünümleri/vasıfları görünmez hale gelmektedir? Ve neden?
DOKUZUNCU MESELE: AMANSIZ TARİHSELCİLİK21
On dokuzuncu yüzyıl her şeyi tarihselleştirdi. İncil’in bir tarihi oldu, yeryüzünün bir tarihi oldu,
böcekler, hayvanlar, bitkiler ve hatta Homo sapiens’in de. Dil zaten tarihselleştirilmişti; hiçbir şey
zamanın değişimlerine karşı direnemiyordu. Şaşırtıcı bir şekilde, Nietzsche’nin de işaret ettiği gibi,
ahlakın kendisi aşkın iyiliğin bir nişanesi olmaktan daha çok iktidar ve meşruiyet üzerindeki maddi çıkar
çatışmalarının bir tezahürüydü. Tarihselciliğin iddiasına göre hiçbir şey tarih dışına çıkamaz ve tarih her
şeyin içinde yüzdüğü biteviye dalgalı bir deniz gibidir.
21
Amansız Tarihselcilik (Mesela 9a ve 9b). Bilim tarihi ve felsefesi içinde tarihselcilik hakkında geniş bir
literatür yok fakat toplumsal tarih alanındaki yapan-yapısalcılık (agency-structuralism) tartışması için, konuya
giriş bağlamında şu çalışmalara bakınız: Perry Anderson, Arguments within English Marxism (London: Verso,
1980); and E. P. Thompson, The Poverty of Theory and Other Essays (London: Merlin, 1980).
Tarihselcilik, Hegel’den bu yana anlaşıldığı şekliyle, evrensel ve değişmez ilkelerin sebep olduğu
sorunları çözme noktasında felsefeye bir yer bırakmadı. Hegel’e göre filozoflar ve sistemleri ay üstü
alemdeki bir yükseklikte yüzmezler, yeryüzünde dolaşırlar. Bilim Tarihi ve Felsefesi içinde tarih ve
felsefe ilişkisine tarihselciliği de getirmek isteyen biri bilim ve felsefe ilişkisindeki iki yoldan birini
seçerek ilerleyebilir: her ikisi de ilginç ve kayda değerdir görüşü ya da biri diğerinden daha baskın ve
yaygındır görüşü.
Felsefenin çoğu zaman bilimin yapıldığı bağlamın bir parçası olduğu düşünüldüğünde, bilim tarihi de
her şeyin tarihselleştirildiği bir paradigma içinde bir tür felsefe yapma biçimi olarak düşünülebilir mi?
Einstein sadece Ernst Mach’ın fiziğine/felsefesine değil, aynı zamanda Immanuel Kant, John Stuart Mill
ve Arthur Schopenhauer’a da bir parça ilgi duyarak yetişti. Benzer şekilde, fizik tarihçileri, Niels
Bohr’un tamamlayıcılık ilkesini formüle ederken, Søren Kierkegaard’ın fikirlerinden de doğrudan ve
dolaylı olarak etkilendiğini göstermişlerdir. Bu tür saptamalar çok önemlidir. “Fizik için bir bağlam
olarak felsefe” şeklindeki bu açıklama yönelimi oldukça şaşırtıcı bir şekilde, mantıksal pozitivizmden
antipozitivizme (Kuhn ve takipçilerinin oluşturduğu) ve yine Kuhn’dan bilim çalışmalarının birçok
türüne kadar olan büyük değişimlerin hiçbirinden neredeyse hiç zarar görmeden geçerliliğini korudu.
Ancak, filozofların kendilerinin var olma biçimlerini önemli ölçüde şekillendiren maddî, politik veya
bilimsel gelişmeler çoğunlukla ıskalanır. Daha spesifik olmak gerekirse: bilimin gelişimiyle ilgili
sayabildiğim çalışmalardan çok daha fazlası Ludwig Wittgenstein’ı tarihüstü bir kaide üzerine koydu ve
iddialarını (ailenin benzerliği ya da bir seriyi devam ettirme) hareketsiz bir ana taşıyıcı, kökensiz bir
bilgelik olarak kullandı. Bu da bizi ikili bir soruna götürüyor:
Problem 9a: Amansız Tarihselcilik Anlatımın tamamen tarihselcilik bakış açısıyla yapıldığı bir
BTF yazımı mümkün müdür? Başka bir deyişle, tarihselleştirmeden azade, aşkın/transcendental
“teori paketi” içermeyen bir tarih mümkün müdür? Ya tarihin kendisi içine eklemlendiği önceden
oluşturulmuş felsefî bir çerçevenin koltuk değneğine yaslanamazsak ne olur? Başlangıçta bir deneyim
olduğu varsayılan pozitivist çerçeveyi ve hatta deneyimin temel bileşenlerinin ve yüklem mantığının
oluşturduğu mantıksal pozitivizmi değişmez bir gerçeklik olarak kabul edemezsek ne olur? Ya artık
Wittgenstein veya Kuhn’u tarihsel detayın üzerinde duracağı yapı iskelesi olarak kullanamazsak?
Böylesine tarihselleştirilmiş bir projenin yazımı şüphesiz zor olurdu. Felsefe, küçük grup sosyolojisi,
göstergebilim, antropolojik “kültür”; bunlar “verili-değişmez gerçekler” olarak ele alınamaz ama
uyum ve kırılma noktalarının birlikte gösterilmesinde tarihsel alanın bir parçası olarak rol oynarlar.
Zorluk şu: Felsefenin açıklama yapılacağı zaman değil tarihle birlikte sahneye girdiği, tarihten bir
gün bile es geçmeksizin bir bilim tarihi ve felsefesi yazmak mümkün müdür? İşte bu gerçekten
amansız bir tarihselcilik olurdu.
Ya da belki meseleye başka bir şekilde yaklaşmak gerekiyordur:
Problem 9b: Tarihten Kaçış? Tarihselcilik karşıtı güçlü bir eğilim de var. Örneğin yapılsalcılar,
yapanın (agency) tarihsel açıklamayla tutarlı ve eksiksiz bir şekilde saptanabileceği görüşüne karşı
birkaç kuşaktır tartışmaktalar. Kendilerini Bourbaki olarak isimlendiren ve anonimleştiren Fransız
matematikçiler birliği üyeleri matematiksel nesnelere “anlam” atfetme fikrini küçümsediler ve
matematiksel nesnelerin doğasına tarih veya felsefeyi getirme girişimini reddettiler. Benzer şekilde,
Gottlob Frege herhangi bir “psikolojizm” biçimini reddetmiş ve kumsalda çakıl taşlarını sayarak sayı
kavramına ulaşılamayacağını söylemiştir. Ve beşerî bilimler içinde yapısalcılar (ve son zamanlarda
postyapısalcılar) geniş perspektifli ve nedensellik içerdiği düşünülen tarihsel açıklamaları ciddiye
almadılar. Bunu bir düşünün: Tarihsel açıklamanın tarihselleştirmeye konu olmayan kısmını ortaya
koyun ve bunun neden olamayacağını tartışın.
ONUNCU MESELE: BİLİMSEL ŞÜPHE22
Nihayet son meseleye geldik. Diğerleri gibi bu mesele de uzun zaman önce mesele edilmiş olabilirdi
ama ancak özellikle şimdi yoğun bir biçimde dile getiriliyor. Bilimsel kesinlik arayışı derindir, fakat bu
durum bilginin belirsizliği problemi için de aynı ölçüde geçerlidir. Tarihçiler ve epistemologlar, ne tam
olarak nedensel-kesinlik ne de tamamen keyfilik barındıran ve on yedinci yüzyıl Cizvitlerine ve
Dominikenlerine acı çektiren scientia media23 konusunda bir çekişme içinde oldular. Olasılık ve
istatistiğin tarihi, büyük oranda, zorunlu olarak doğru ya da keyfî bir önerme konusu olmayan bilimsel
bilgi arayışı üzerinedir. Bu arayış başka bir deyişle, sonsuz ya da hiç olan değil ama sonlu-sınırlı olan
bir alemdeki bilgiye olasılıklar üzerinde düşünerek, muhakeme ederek ulaşma arayışıdır. Ama şimdi
başka türlerde bir şüpheyle karşı karşıyayız; şüphe için dile getirilen şüphe, siyasî bir müdahale aracı
olarak şüphe, bilimsel uzlaşmayı engellemek için ortaya atılan bir şüphe, politik hareketleri engellemek
için ve oldukça öznel çıkarları korumak için şüphe. Dolayısıyla da şüphe bir problem:
Problem 10: Bilimsel Şüphe. Sigara tütününün tehlikeleri konusundaki tartışmalar uzun bir süre
devam etti, ancak tütün endüstrisi bu belirsizliği artırmaktan gurur duydu (elbette ki gizlice): “Şüphe
bizim ürünümüzdür (doubt is our product)” sözü de tütün lobisinin yönlendirici sloganı haline geldi.
“Uyuşmazlığı Öğretin”24 kampanyası yaratılışçıları ve akıllı tasarımcıları militarize ederek şeylerin
başlangıcı ve evrimi konusundaki görüşlerinin Darwin’inin görüşleriyle birlikte okullarda
öğretilmesini talep ediyordu. “Küresel ısınma tartışması” uluslararası anlaşmaları engellemek
isteyenler için önemli bir politik konuşma malzemesi haline geldi. Şüphenin bu şekliyle
benimsenmesi ve bir silah gibi kullanılması Bilim Tarihi ve Felsefesinde güç sorular doğurdu:
Tartışmalı (controversy) ne demektir? Artık yalnızca o ya da şu bilim adamının araştırmasına sadece
kendi alanıyla sınırlı kalan bir çalışma olarak bakılamayan bir dünyada bilimsel şüphe nedir? Büyük
sonuçları olan politik bir tartışmada, bir taraf sürekli kendi argümanlarını tekrarlayıp
güçlendirdiğinde ihtilafı çözme noktasında Bilim Tarihi ve Felsefesi nasıl bir rol üstlenir?
***
Şüphesiz bu on mesele, çok sayıda makaleye ve çalışmaya dayanıyor. Sadece bazı başlangıç noktalarına
işaret etmek istediğimden yeterli açıklayıcı not ekleyemedim, bunun için üzgünüm. Ama sözünü
ettiğimiz bu meselelerden birkaçı ilginç düşünceleri ve tartışmaları tetikleyebilirse amacımıza ulaşmışız
demektir.
22
Bilimsel Şüphe (Problem 10). İklim, tütün ve evrim tartışmaları örnekleri konusunda üretilen şüphe üzerine
yapılmış çalışmalar için bkz. Naomi Oreskes, “Beyond the Ivory Tower: The Scientific Consensus on Climate
Change,” Science, 2004, 306:1686; Allan M. Brandt, The Cigarette Century (New York: Basic, 2007); Robert
Proctor, Cancer Wars: How Politics Shapes What We Know and Don’t Know about Cancer (New York: Basic,
1995); Edward Humes, Monkey Girl (New York: HarperCollins, 2007); Londa Schiebin- ger and Proctor,
Agnotology (Stanford, Calif.: Stanford Univ. Press, forthcoming).
23
Scientia media (mixed science): Orta bilimler: astronomi, mekanik, harmonik, optik. Konu hakkında detaylı
bir okuma yapmak için bkz. www.shorturl.at/rwzQ6 . (ç.n.)
24
Teach the Controversy için bkz. https://www.discovery.org/a/1134/ (ç.n.)