Academia.eduAcademia.edu

Ermeni Açılımı ve Sonrası

OSMANLI'DA GAYRİMÜSLİM BASINDAN TOPLUMSAL TARİH MART 2020 4 Ermeni Açılımı ve Sonrası HAZIRLAYAN: MURAT CANKARA Nevâ [ses] yahut Seda-i Ermeniyân, II. Meşrutiyet sonrasında İstanbul’da yayınlanan haftalık bir gazetedir. Aşağıdaki parçalar, 24 Nisan 1326 / 27 Rebiülahir 1328 [7 Mayıs 1910] tarihli ilk sayıdan alınmıştır. Gazetenin Ermeni harfleriyle Türkçe de yayınlandığı anlaşılmakla birlikte, burada kullanılan nüshalar tamamıyla Arap harfleriyle Türkçe, yani Osmanlıcadır. (Gazetenin Arap harfli ve Ermeni harfli Türkçe versiyonlarını karşılaştırmak ne yazık ki henüz mümkün olmamıştır.) Bürosu Ebusuud Caddesi’nde bulunan, Karabet Matbaası’nda basılan, yalnızca cumartesi günleri çıkan, nüshası 20 para olan ve senelik abonelik için gerek İstanbul gerek taşradan 30 kuruş talep eden bu 4 sayfalık gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı ise Mihran Apigyan’dır (1855-1938). Mihran Apigyan, “Türk edebi çevrelerinde Mihrî mahlasıyla tanınmış ve Türkçe, Arapça, Farsça lisanlarındaki vukufu ile maruf bir Ermeni müderris ve müelliftir”; Ermeni okullarında Türkçe öğretmenliği yapmış, “Türk lisanını tanıtmak ve öğretmek gayesiyle otuz kadar eser neşretmiş”, uzun yıllar Bâb-ı Seraskerî Tercüme Kalemi’nde görev yapmış, mütemâyizliğe kadar yükselip muhtelif madalya ve nişanlarla ödüllendirilmiştir.1 Apigyan’ın eserleri arasında sözlükler (Türkçe-ErmeniceFransızca), Türkçe gramer ve ders kitapları, “Osmanlı Edebiyatı” (kendisi bu ifadeyi kullanıyor) üzerine Türkçe ve Ermenice kaleme alınmış incelemeler, derlemeler, tercüme kılavuzları, elifba kitapları bulunmaktadır. Eldeki kaynaklara bakılırsa Nevâ 1911 yılını görememiştir. Bununla birlikte, yalnızca mevcut sayılara bakarak da bazı tartışma noktaları saptamak mümkündür. Örneğin, Apigyan’ın kullandığı Türkçenin daha önce Toplumsal Tarih’in bu köşesinde yer alan Ermeni harfli Türkçe yayınlardakinden farkı kolaylıkla görülecektir. İkincisi, gazetenin kime hitap ettiği meselesidir. Kataloglarda Ermeni harfli Türkçe versiyonun “Ermeni milletinin sesini Türk çevrelerine duyurmak amacıyla” yayınlandığı notu bulunmaktadır. O halde elimizdeki Arap harfli versiyonun, gazeteyi Ermeni harfleriyle okuyamayan Müslüman/Türklere yönelik olduğu düşünülebilir. Peki Ermeni harfli Türkçe versiyon kime hitap etmektedir? Ya da, Apigyan’ın kullandığı Türkçe nasıl bir okur varsaymaktadır? Diğer bir deyişle, Ermenilerin sesini kime duyurmak istemektedir. Dil meselesi bir yana, Nevâ kimlik meselesini de görünür kılmaktadır. Bu bir Ermeni gazetesi midir yoksa Osmanlı mı? Gayrimüslimlerin Osmanlıca çıkardıkları yayınlar Osmanlı/Türk basın tarihinde nasıl sınıflandırılmaktadır? Bu tür tartışmalar her ne kadar çoktan aşılmış olması gereken bir bilim/bilgi/bilme anlayışının ürünüyseler de, adını gazetesinin baş sayfasına “Mihran Apigyan” yerine “Mihran Mihrî” şeklinde koymayı tercih eden yazar için hayati oldukları aşikârdır. Nitekim “Maksadımız” ve “Mesleğimiz” başlıklı giriş yazılarında bu tartışma kendini açıkça göstermektedir. 1908’den 1915’e giden yolda, 24 Nisan 1910’da, “Ermeniyân” sözcüğünün ayrılıkçılık olarak algılanabileceği endişesinin dile getirilmesi dikkate değerdir. Oysa Meşrutiyet’in hemen akabinde, yazılma amacı ve imaları ne olursa olsun, Ermeni Mazlumları yahut Fedakâr Bir Türk Zabiti başlığıyla bir oyun yayınlanabiliyordu.2 Öte yandan Apigyan’ın uyarılara rağmen başlıkta “Ermeniyân” sözcüğünü kullanmaktan geri durmaması, yer yer “biz” yerine “ben” adına konuşmayı seçmesi, Namık Kemal’e selamla “bârika-i hakikatten” ümitvâr olması; bir yandan silah arkadaşı olan Hristiyan zabiti kurtarmak isterken şehit olan fedakâr bir “mehmetçik” için yardım kampanyası başlatırken bir yandan da gazetesinin ikinci sayısının kapağına 1909’da Adana’da gerçekleşen büyük kırımdan sağ kurtulan dul ve yetimlerin fotoğrafını koyması; hülâsa dar alanda “ses arayışı”, üzerinde dikkatle durulması gereken ayrıntılardır. MAKSADIMIZ3 Zinhar zinhar! “Nevâ yahut Seda-i Ermeniyân” tabirinden Ermenilerin ta’n ve şekvâsı [kınama ve şikayeti], Ermenilerin feryat ve figanı, âh u zârı [ağlayıp inlemesi], “seda” lafzından öyle gürültülü patırtılı şeyler anlaşılmasın. Henüz bir nüshası arz-ı endam etmeden [boy göstermeden], mahiyeti anlaşılmadan bunu işiten birçok ül-in-nühâ [akıllı kimseler], alelhusus [bilhassa] gençlerimiz, yahut genç kanı taşıyan yaşlılarımız, bu tabirin kulaklara ve kalplere pek nahoş aksedeceğini, hele “Ermeniyân” lafzının büsbütün ayrı gayrıyı, benlik senlik göstereceğini söylediler ve bizleri tahzir ederek [uyararak] bari “Seda-i Osmanî” tesmiye etmekliğimizi [ismini koymamızı] tavsiye eylediler. Biz dahi nâsıhımız [ve] münekkidimiz olan zevat-ı kiramı [bize nasihat veren ve eleştiren Neva sayı 1, 7 Mayıs 1910. Milli Kütüphane (mkutup.gov.tr) saygıdeğer kimseleri], kuvve-i müfekkiremizin [düşünme kapasitemizin] yardım ettiği kadar birer söz ile tatmin ettik. Ama ne dedik? Dedik ki öz bir Ermeni Ermeni’yim demekten fariğ olamadığı [vazgeçemeyeceği] gibi öz ve munsif [insaflı] ve kadirşinas bir Ermeni dahi yedi asırdan beri kemal-i tefâhürle [büyük gururla] takındığı Osmanlılıktan, onun uğruna feda olmaktan ve Ermeni kalbi içinde Osmanlı ruhunu taşımaktan dahi fariğ olamaz çünkü menfaatte müşterektir ve her iki milletin müstakbeli [geleceği], menâfii [menfaatleri] birdir. İşte biz bugün iyi kötü arz-ı endam ediyoruz. Ama dikkat buyurulsun ne gibi? Bir elde kalem, bir elde çelenk ile. Kalemimiz, ahval-i mergube sevkiyle [işler istendiği gibi gittiğinde], âlem-i Osmanî’ye karşı Ermeniyân namına ihdâ-i duâ ve senâ [dua ve övgü hediye edecek], [...] ahval-i nâ-mergube sırasında dahi [istenmeyen hallerde ise] muhabbet ve samimiyet-i kadimeye halel gelmeyecek surette ve mahza hüsn-i niyet ve hulûs-i mesuliyetle [ve sırf iyi niyet ve halis sorumlulukla] tenvir-i efkâr yollu [düşünceyi aydınlatacak şekilde] tenkit ve şekvâ ve taleb-i deva [eleştirecek, şikayet edecek, çözüm talep] edecektir. Diğer eldeki çelenk ise, o pek manidardır. O devr-i menhusun meyânede [o uğursuz dönemin bu arada] tevlîd eylediği beynûnetin [doğurduğu anlaşmazlığın] mübeddili hub, safvet ve vahdet olduğundan [sevgi, saflık ve birlikle değişeceğinden] kinaye Mesleğimiz asla havadisçilik, şuûnat-ı âlemde [dünyada olup bitenler hakkında] muhbirlik değil; yegâne arzumuz bu cerîdeyi [gazeteyi], vatan-ı azizimizin terakki ve îtilâsı [ilerleme ve yükselmesi] üzerine hasrederek, o uğura hâdim olacak [hizmet edecek] efkârın neşrine, o uğurda tecelli eden mefâhir-i milliyeyi [millî övünç kaynaklarını] ve bunların aksi olarak zuhuru kabil maâyip ve mesâvîyi [kötülük ve çirkinlikleri] arz u beyana vasıta eylemektir. Gazetemiz Ermeni gazetesi olmakla beraber kâmilen bitaraf [tamamıyla tarafsız] olup Ermeniler ile milel-i saire-i Osmaniye [diğer Osmanlı milletleri] arasında “trait d’union” yani bir hatt-ı vasl [buluşma noktası], bir alet-i müdâvele-i efkâr [fikir alışverişi için bir vesile] teşkil eylesin, bu müdâveleden bârika-i hakikat doğsun [hakikat şimşeği çaksın], gönüller daim muhabbet ve itilaf [dostluk] ile dolsun emelindeyiz. Bu emelimiz îtilâ-i şan ve miknet-i Osmanî’ye [Osmanlı’nın şan ve kudretini] ez-cân ü dil hâhiş-kâr ve hâdim olan [gönülden arzulayıp buna hizmet eden] Ermenilere bittabi meyl ve teveccühü olan erbab-ı kemâlin tenezzülen gazetemize isrâ buyuracakları [gönderecekleri] makalât-ı hakimâne ve hayırhahânelerini [hikmetli ve herkesin yararını gözeten makalelerini] milletdaşlarımın nazar-ı takdir ve intibahlarına vaz etmekle [dikkat ve uyanıklığına sunmakla], ve onlardan sünûh OSMANLI'DA GAYRİMÜSLİM BASINDAN MESLEĞİMİZ TOPLUMSAL TARİH MART 2020 olarak, onu mülk ve devletimizin bu hal-i teceddüdüne, hal-i yekvücudîsine badi olan [yenilenmesini ve birliğini sağlayan] şanlı ordumuza, şanlı büyüklerimize, gençlerimize, hülâsa umum gayretvârân-ı Hürriyet’imize [Hürriyet için gayret edenlere] takdim ile kesb-i fahr ve ibtihâc ederiz [övünüp seviniyoruz]. Ebedî hükümran olsun kuvve-i müttehide-i Osmaniyân. 5 Neva'nın 2. sayısının kapağı. Milli Kütüphane (mkutup.gov.tr) OSMANLI'DA GAYRİMÜSLİM BASINDAN mi? Bence Avrupalıların ve Hristiyanların nazar-ı dikkatini celp ve cezb [çekmek] için Beyoğlu’nun Büyük Cadde’sinden taammüden geçirilerek Hürriyet Tepesi’ne kadar götürülmeli, onun bir köşeciğine olsun defnedilmeli idi. Hayf! Fırsat fevt oldu [kaçtı]. İşte bu vaka-i dil-sûz [yürek yakan olay] laf ile, kuru bir dua ile kapatılamaz. Her halde aile-i keder-dîdesine [kederli ailesine], o mini mini yavrucuklarına bir takdime-i tesliyet gerek. İşte acizleri alelacele milletdaşlarımdan cem eylediğim [topladığım] 200 kuruşu ilk kafile olarak bugün Harbiye Nezareti’ne takdim eyledim. Daha da devam edeceğim inşallah. Bu teşebbüsümüze iştirak buyuracak hamiyyetmendân [vatanperverler] çok olur ümidindeyim. ERMENİLER NE İSTİYOR?6 edecek [gelecek] efkâr ve hissiyatı dahi mütekabilen enzâr-ı umuma [kamuoyunun dikkatine] koymakla husule gelebilir. İmdi tenvîr-i efkâra hâdim o gibi makalâtı mâ-et-teşekkür [teşekkürle] kabul edeceğimizi arz eyleriz. Ve min Allah-ut-tevfik [yardım Allah’tandır]. TOPLUMSAL TARİH MART 2020 EY FELEK, NİYE KIYDIN?4 6 Türkiye’de ittihad-ı anasır müyesser [farklı unsurların birliği nasip] olamaz, Türk askeri silah arkadaşı olan Hristiyanı hiç çekemez diyenlere, Avrupa’ya işittirecek kadar bağırışanlara işte zalim felek bir cevab-ı müskit i’tâ eyledi [susturucu bir cevap verdi]. Fakat mali[yeti] bize kaça oldu? Evet, güzelim bir Türk süvarisi, arkadaşı olan bir Bulgar süvarisinin huyu tutan bir kısrağın çiftelerine maruz kalarak mahvolacağını görür. Derhal onu kucaklamaya savaşır ve bu sırada kendi alnına bir çifte yiyerek, o ruh-i şecâat [yiğit ruh], o nefer-i pür-hamiyyet yere serilir ve yüzü gözü kanlar içinde bîhuş [kendinden geçmiş] ve baygın, çend [birkaç] saniyede bu dâr-ı beladan azm-i dâr-ı beka eyler [bu dünyadan ahirete göçer]. Eyvah! Mevlam garik-i [gani gani] rahmet eyleye. Âyâ [acaba] bu kadar âlî bir duyguyu besleyen, arkadaşına, belki hemcinsine bu kadar fedakâr, cân-sipâr [canını siper eden] bu neferciğin, bu mehmetçiğin mübarek tabutu, cihet-i askeriyece kema-hüve(?)5 oldukça müdebdeb [debdebeli] ve manidar surette kaldırıldı mı? O mübarek tabutun biz Hristiyanların dahi omuzunda taşınmasına fırsat verildi Anadolu’ya Türklerin tevârüdü [gelişi], ol kavm-i necibin kudûmü [o asil kavmin ayak basması] Ermeniler için hakikaten bir nimet-i azime [büyük bir nimet] olmuştur. Evet, tarihlerimiz gösteriyor ki, Hükümet-i Osmaniye[’nin] Anadolu’yu peyderpey istila etmesinde, Ermeniler bir gûne eser-i nâ-hoşnûdî göstermekten maada [herhangi bir hoşnutsuzluk göstermek bir yana], daima kuvâ-yı Osmaniye’nin istihsal-i galibiyetine [Osmanlı kuvvetlerinin galibiyet elde etmesinde] pek çok hizmet etmiş, ve ta o zamanlardan Ermeni bahadırları, Ermeni sanatkârları, Türk muhariplerine iltihak etmiş [savaşçılarına katılmış], nice büyük seferlerde Türklerin çift ve çubuğunu süren, bağ ve bahçelerine, [ç]oluk ve çocuklarına candan bakan, sadıkâne çalışan ancak Ermeniler olmuştur. İşte bu gibi hidemâtla [hizmetlerle], namus ve iffet ve sadakatle Ermeniler her zaman devletimizin mazhar-i takdiratı olmuşlardır [takdirini kazanmışlardır]. Ez-an cümle [o cümleden olarak] Kazaz Artin ve Barutçu Başı Dadyan Eğer Ermeni’ye yok Kürt’e var ise bu zaman için doğru olamaz. Ermenilerin kadri artık tanılmak gerek çünkü el-hak Türkler bu devletin ruhu ve bedeni, Ermeniler dahi sağ gözü ve sağ elidirler. Ve nitekim Ermeniler, alelhusus ciddi ve dûrendiş olanlar [ilerisini düşünenler], milletin feyz ve nemâ ve bekasını, Türklerin feyz ve bekasında, Hükümet-i Osmaniye’nin sürat-i teâlî ve tekâmülünde [hızla gelişip olgunlaşmasında] görüyorlar. Artık Ermenilere, o hunhar Hamit’in otuz sene doğraya doğraya bitiremediği ve Türkiye’nin en gayretli ve ferasetli unsuru olmasına rağmen en ziyade soyulan, kırılan, [...] elyevm dul ve yetim, aç ve üryan binlerce nüfusu kalan o millet-i mağdureye bambaşka bir nazar ile bakılmalı. Meziyetler, hâssiyetler, niyetler temyiz edilmelidir. Kavimler, milletler hep bir suda yıkanmalı[dır]. Van’a, Bitlis’e Ermeni’den vali nasbı [tayini] şöyle dursun, Sasun ve Zeytun gibi yalnız biçare ve fakir Ermeniler ile meskûn [Ermenilerin yaşadığı] ufacık kazalara varınca[ya kadar] şu zaman-ı Meşrutiyet’te Ermeni’den bir kaymakam bile verilmemesi, böyle bir emniyetin henüz gösterilmemesi Ermenileri hemen dilhun ediyor [çok üzüyor]. Maa-zâlik [bununla birlikte] hükümet-i hâzıramızın [mevcut hükümetin] hüsn-i niyet ve semâhat ve kiyâsetinden [iyi niyetinden, cömertliğinden ve anlayışlılığından] dahi kat-i ümit edilmiyor [ümit kesilmiyor]. Netice-i kelam, Ermeniler kuvve-i teşrîiyye ve icrâiyyemizden [yasama ve yürütme organlarımızdan] refet [esirgeme], emniyet ve itimat-ı tam bekliyor ve istiyor. DİPNOTLAR Kevork Pamukciyan, Biyografileriyle Ermeniler (İstanbul: Aras Yayıncılık, 2003), 25-26. 2 Mehmet İhsan, İstanbul, İkdam Matbaası, 1324/1908. 3 Yazıya okumayı kolaylaştıracak şekilde noktalama işaretleri eklenmiş ancak bunların sayısı fazla olduğundan metinde gösterilmemiştir. 4 Yazının sonunda, yardım kampanyasına katılan gayrimüslimlerin (çoğu tüccardır) isimleri yer almaktadır. Kişi başı 20’şerden toplam 200 kuruş toplanmıştır. 1 5 Sözcüğün sonu okunamamıştır. Ancak anlam bütünlüğü dikkate alındığında, buradaki ifadenin “olması gerektiği gibi”, “layıkıyla” anlamına gelmesi makul görünmektedir. 6 Yazının başındaki kısa bir bölüm, yer darlığı nedeniyle çıkarılmıştır. Bu bölümde, Ermenilerin Anadolu’nun en eski halklarından biri olduğu ve nifak, iç anlaşmazlık, Tatarların saldırıları vb. nedenlerle neredeyse tamamen yok olma noktasına geldiği anlatılmaktadır. OSMANLI'DA GAYRİMÜSLİM BASINDAN beri üzerinde yaşamaktadırlar]. Bu bahtiyarlıkları elyevm dübâlâ olmuştur [ikiye katlanmıştır]. Çünkü Meşrutiyet-i Osmaniye sayesinde millet-i hâkime sırasına geçmiş ve mukadderat-ı memleket hakkında îtâ-i rey ve fikr [görüş bildirmek] için o divan-ı âlî-i meşverette [o yüce danışma meclisinde] şerefli kürsüler edinmiştir. Ancak bir cihet var ki henüz cay-ı endişedir [endişe sebebidir]. Eğer ekseriyet ekalliyetin [çoğunluk azınlığın] haline, derdine çare-sâz [çare] olmayacak ve iki el bir baş için “Chacun pour soi et Dieu pour tous” [Herkes kendini, Tanrı herkesi kollar] tarzında idare-i maslahat edilecek [vaziyet idare edilecek] ise Ermeniler yine devr-i sâbıktaki [Meşrutiyet öncesindeki] sefiller gibi olacak. Kırk sene evvelinden Türkçe haritalarda Ermenistan, sonrakilerde Kürdistan namıyla tahdit edilen [sınırları çizilen] eyalette Ermenilerin namusu, mal ve mülkü, alelhusus intiaşları [geçim durumları] acınacak haldedir. Muhitleri gâib [görünmez], koyu bir zulmet-i cehl ve taassubla medeniyete gelmeyen [koyu bir cehalet ve taassupla medeniyetten anlamayan] derebeyleriyle mâlîdir [doludur]. Buna çare-i acil ve müessir [tesirli çare] ise kıtaat-ı saireye [diğer bölgelere] atfedilen dikkat ve itinadan bir miktar dahi ol kıtaya atfedilmelidir. Ermenilere ihkâk-ı hak edilmeli, Ermeni unsurlarına diğer unsurlar kadar mümtâziyet [imtiyaz] verilmeli[dir]. Husûsâ ki [bilhassa] hürriyet yolunda o muazzez Türk fedaileri ile hem-pâ [yoldaş], hem-efkâr [hemfikir], mücahit ve şehit olanlar ancak Ermeniler olmuştur. TOPLUMSAL TARİH MART 2020 Beyler, cennetmekân Mahmut ve Mecit ve Aziz Hanlar hazerâtı [hazretleri] gibi selatin-i izâma [ulu sultanlara], bendegân-ı has ve serkâr olmuşlardır. Bu dediklerimiz masal gibi telakki olunmasın. Cevdet ve Naîmâ ve Solakzade ve Vasıf-ı Enderunî gibi en meşhur tevârih-i Osmaniye [Osmanlı tarihleri] ele alınsın. Şu geçen otuz seneye gelince, Ermenilerin hangi hâl u etvârı [hal ve davranışı] ol tevârihte velev bir sahifede olsun bir leke-i siyah bırakmıştır? Türkler arzu-i cihangirî ile muharebât-ı medîdeye [dünyayı fethetmek arzusuyla uzun savaşlara] daldıklarında Anadolu’nun muhafızlığını, imar ve iflahını kimler etmiştir? 600 sene mütemadiyen hükümet-i metbûsına [tâbi olduğu hükümete] bir gûne serkeşlik [itaatsizlik] göstermeyen, gele gele devr-i Hamidî’de mi göstermiştir? Hazret-i Fatih buyurmuştur ki “Dünya yıkılır zulümle, değil kazma kürekle”. Evet! Ermeniler o devr-i menhusta azdılar çünkü azim mezalim [büyük zulümler], dehşetli katliam gördüler. İnkâr etmeyiz, büyük küçük ol derece tuğyan ettik [coştuk], ol derece savaştık ki âkıbetü’l-emr [işin sonunda] bir hükümet-i zalimenin devrilmesine ve yerine bir hükümet-i âdile ve hürriyetküsterinin [adil ve hürriyet yayan bir hükümetin] geçmesine cidden biz de hizmet eyledik. Ermeniler, nasıl ki görüldü, ölümden korkmaz, gözleri pek ve bahadır iseler de gâyetü’l-gâye [son derece] kanaatkâr ve hayalî şeylerden perhizkârdırlar. Ermeniler bahtiyardırlar ki vatan-ı kadim-i aslilerinden dûr ve mehcûr [eski ve asıl vatanlarından uzak ve ayrı düşmüş] olmayıp ebenan-ced üzerinde mutavattındırlar [atalarından 7