mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2024 Pazar

Boş Sayfa.


Böyle bir başlık atmış bırakmışım. Bu başlığı yazdığım zamanı da hatırlıyorum bu arada. Ama ne yazacaktım hatırlamıyorum. Anlık düşüncelerin tuhaf bir büyüsü var. Onları yakalarsan ilginç şeyler keşfediyorsun. Uçuşmalarını izlersen bir düş gibi belli belirsiz kalıyorlar. Hatta bazen de işte böyle boş bir sayfa gibi oluyorlar. Ne yazacaktım acaba, diyorsun. Bu satırları şimdi yazma sebebim de bu muhtemelen. Ne yazacak olduğumu hatırlamıyorum ama ana fikrin üzerimde bıraktığı etkiyi tam şu anda da hissediyorum. Boş bir sayfa hissini.

Yılın bu zamanına kadar çok fazla mızıldandım. Biraz da gerçekler köşesi. Mutlu olmak istiyorum. Hayatımdaki ana amaç bu biliyor musun? Herkes mutlu olmak ister ama ben, herkesin mutluluğunu istemiyorum. X kişisi de, ne benim ne de herkesin mutluluğunu ister eminim ki. Y kişisi de, Z kişisi de. Sen de! Kendi mutluluğumu istiyorum. Mutlu olmamak için bahaneler üretip duruyoruz. Dış koşullara sığınıyoruz. Haklıyız da. Değiliz dersem beni yuhalayın. Ama değiliz de, sen de biliyorsun. Herkes biliyor. Bu noktada iç koşullara sitem ediyoruz.

Bazen çok yükseliyorum. İçim umut ve neşeyle dolu oluyor. Coşkunluk hali gibi değil hayır. Bu nedenle de bu kıymetli şeye hiç değer vermiyorum. Hem de hiç, biliyor musun? Oysa aradığım şey tam da bu hissin çevresinde bir yerde. Ama ben o yere bakmıyorum. Ama ben o yeri küçümsüyorum. Neden? Bana böylesi mi öğretilmiş? Belki. Ama sence de bu bile çok tırt bir bahane değil mi? 

Belki de mutluluktan korkuyorumdur. Kendimizi değerli hissetmek için bahaneler uyduruyoruz. Belki de benim stratejim de budur. Kendime çelme takmak. Ki bu, bir çocuğun çelme takması gibi oluyor çoğu zaman. Düşeyim diye bahanelerimi uzattığımı on metre öteden bile görüyorum yani. Her şeyin farkındayım. Bazen sıkıntılı hissettiğimde 'bu his bana ait değil' derim. Bana ait olan iç çekmelerim vardır. Bana ait olmayanlar da. Bana ait olanlar, çaba harcamama rağmen içime oturmayanlardır. Bana ait olmayanlar ise, en baştan 'ama zaten' dediklerimdir. 

Mutlu olmayı o kadar çok istiyorum ki, bu nedenle mutlu olamadığımı düşünüyorum. Belki de kastettiğim şey mutluluk bile değil. Neyi kastettiğimi biliyorum ama sana hangi kavramla açıklamalıyım bilmiyorum. Neşesiz değilim, o zaman neden mutlu hissetmiyorum? Belki de her mızıldandığımda boş bir sayfadan yardım almalıyım. Belki de boş sayfaların gizemi, iyi bir dinleyici olmalarından geliyordur. Çünkü galiba mutluluk derken neyi kastettiğimi buldum. 

Mutluluk, bir sonuç gibi görünüyor. Neden değil, nedenlerin oluşturduğu sonuç. Benim nedenim ise hep ama hep İlkay olmak'tır. Neticede, kendim olamadığım bir hayat benim varlığım için karanlıktır. Çünkü onu kendi gözlerimle görmem ki. Peki nasıl kendim olabilirim? Belki de sadece olarak. Olma haliyle yani. Çabaladıkça kendimden uzaklaşıyorum. Evet böyle olmalı. Pek çok şeyi edilgen bir şekilde yapmaya programlıyım belki de. Görerek değil, göstererek. Bu yazı bile bunu göstermiyor mu?

Bu yazıyı şimdi yayınlamayacağım. Ama bir gün sen sevgili okur, bu yazıyı okuyor olursan ben de bu yazıyı bir kez daha okumuşum ve etkilenmişim demektir. Biliyorsun, beni etkileyen her şeyi seninle de paylaşırım. Dürüstçe.


Not: Yazıyı birkaç ay evvel yazmışım.


4 Kasım 2024 Pazartesi

Değerli bir şeyler yapmak.


Bugün youtube'da ana sayfama bir veteriner hekimin videosu düştü. Sonra videoları birbiri ardına izledim. Hem gözlerim doldu, hem de yüzümde hep bir tebessüm vardı. Hırçın arkadaşların yanındayken de doktor bey hep çok sakin ve rahattı. Gözlerinde hüzün olan hayvanlar vardı, beni ağlattılar. Minnetle bakan hayvanlar vardı, beni önce ağlatıp sonra güldürdüler. Doktor beyin bakışları ve tavrıysa hep aynıydı; sıcak, doğal ve sevgi dolu. Bakışları hep yumuşacık ve kararlıydı. Hep ne yaptığını biliyordu. Bazen ona yardım istemek için gelen hayvanlar oluyordu, bazen o hasta sokak hayvanlarını görüp iz sürüyordu. Bu hayvanlar ne kadar insanlardan korkup kaçsalar da, doktor bey en başından beri sabırla bekliyordu. Onlara önce güven, sonra tedavi ve hep de sevgi veriyordu. Bahsettiğim youtube kanalı ise şurada (Tugay İnanoğlu).

Beni hem tedavi edilen hayvanların gözlerindeki ışıltı, hem de doktor beyin sıcak tavrı etkiledi bu doğru ama öte yandan, bu videolar bana umut verdi. Ne olursa olsun, ne kadar karanlığın ortasında gibi hissedersek hissedelim, ne kadar dışarıda ışık ararsak arayalım; umut var. Değerli bir şeyler yapmak sevgili okur, içinden gelen ışıkla bir şeyler yapmak. İyilik ve umut bulaşıcı derler; belki de haklılar. Ama her ne olursa olsun, insan en iyi kendisini bilebilir ve istersek diğerleri için değerli bir şeyler yapabiliriz. Bazen bazı haberler beni çok yıpratıyor. İnsan hangi birine üzüleceğini, hangi birine öfkeleneceğini şaşırıyor. Burada bu konular hakkında yazmıyorum. Çünkü hem polemik çıkarabilecek biri değilim (nasıl yorum geleceğini de bilemem), hem konuşmak sakıncalı (malum), hem de ben umuttan konuşmak istiyorum. Az okurum var zaten ama ben içimizden gelen şeylerden konuşmak istiyorum. En azından burada, böyle şeyler konuşulsun istiyorum. 

Çok eskiden hukuk okumak istediğim bir dönem vardı. Niyetim yardım etmekti. Bir avukatın bir sözüne denk gelmiştim bir haberde. Avukatın adını malesef ama malesef hatırlamıyorum. Ama şöyle bir cümle kurmuştu da beni çok etkilemişti: ''Ölümün dili olmayabilir ama benim var.'' Yukarıda yazdığım hissi o zaman da hissetmiştim. Bir şeyler yapabilme düşüncesinin verdiği rahatlama hissini. Sesi duyulmayanlara ses olma fikri çok kıymetli gelmişti. Ama sonra vazgeçmiştim. Hayır, sadece matematikle olan ilişkimden dolayı değil. Gerçekten bunu isteseydim bu yolda ilerlerdim biliyorum. Dıştan vazgeçmemiştim ki hem, içimden vazgeçmiştim. Belki de korkmuştum bilmiyorum. Ya sesim duyulmazsa diye korkmuş olabilirim. Kendimi borçlu hissederdim. Şimdi ergenlik yıllarımın bu isteğine baktığımda doğru bir karar olduğunu görüyorum. Çünkü o kadar griliğin ortasında olmak, zamanla beni de soldururdu belki de ve belki de bu bencilce bir düşünce ama çeşitli tonlarda sesler vardır. Benim tonum bu değildi, ben de kendi tonumu aramaya devam ettim (hala arıyorum).

Aslında çok eşsiz bir dünyada yaşıyoruz. Bir sürü farklı kişilik ve yetenekte insan var. Her meslek veya iş veya uğraş herkese hitap etmeyebilir. Aynı şekilde bir mesleği, işi, zanaatı, belki sanatı, belki aktiviteyi mükemmel yapanlar ve bu yolla hem kendisine hem de diğerlerine yardımcı olanlar olabilir. Böyle olduğunda ortaya bir ruh çıkıyor. Yaşamın ruhu diyorum ben buna. Yaşamak dediğimiz olay karanlık bir hal alabiliyor ama yaşamın ruhu hep aydınlık. Onu aydınlık tutmak senin elinde çünkü. Kendini kalbine yakın tutmak senin elinde. Tabi bazen aydınlığı görmek de yetersiz olabiliyor. Ona inanmalısın, ona dokunmalısın ve onu büyütmelisin belki de. Pek çok insan kendi acılarına boğulmuş bir hayat yaşıyor. Bu konuda yazmak hakkım değilmiş gibi geliyor ve evet hakkım olmadığını düşünenler de çıkabilir, belki hakkım da değildir ama ben özel özel sorunlar hakkında konuşmuyorum. Bunu kastetmiyorum. Herkes eşit şartlarda bu dünyadaki yaşamına başlamıyor. İşler pek adil de yürümüyor. Keşke özellikle de çocuklara eşit ve sağlıklı yaşam koşullarını sağlayabildiğimiz bir dünya olabilseydi. Yine de bunun için çabalayabilir miyiz?

Kim olacağını seçebilirsin. Yaşamı hissetmeden nasıl yaşayabilirsin? Ruhu hissetmeden. İçten dışa ve tekrar içe. Ben kendimden başımı kaldırdığımda değerli bir şeyler yapabilmenin güzelliğini görüyorum. Bana kime göre, neye göre değerli diyebilirsin. Ben de sana yaşamın ruhunu görebilmeye göre diyebilirim. Bir canlının acısını azaltmak, bir canlının sana minnetle bakması, birini gülümsetmek, birinin kendine inanmasını sağlamak, birinin ilhamını görmesini sağlamak, açlık ısınmak eğitim vb gibi daha somut şeylerde yardımcı olmak... Bilmiyorum; ama şunu biliyorum, belki de herkesin ışığı ve ''değerli bir şeyleri'' tam olarak buna verdiği yanıttadır. Belki hepsidir. Hepsinden birazdır. Çünkü hepsi değerli. Evet, tam da ''böyle bir dünyada.''

Sevgili okur. Güzel bir hafta dilerim. Ruhu gördüğümüz, hissettiğimiz ve büyüttüğümüz bir hafta geçirmemizi dilerim.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


4 Eylül 2024 Çarşamba

Olması Gerektiği Yerde, Olması Gerektiği Zaman Olan Şeyler.

Söze nereden girsem bilemediğimi düşündüğüm noktada, yazıma benim için zaten sevgili Sylvia'nın başladığını fark ettim. Mutlu olmaya kafayı çok fazla takmıştım. Yoksa mutsuz olmamaya mı demeliyim? Temelde ikisi de aynı şey değil midir? Bu, belki bir sınırı geçmek gibi gelmez bize her zaman ama sanki olan aslında budur. Tabii bu noktada mutluluktan, ah hayır, mutsuzluktan ne anladığımız da önemli bir noktadır.

Sana hep mutluluktan bahsettim. Tüm bu parçaları toplamak keyifli ancak yine de yanıltıcı olabilir. Mutluluk derken kastettiğim şey hep kendi parçalarımdı. İnanır mısın tam da bu nedenle kendimi mutlu hissedemiyordum. Ne kadar çabalarsam o kadar olmuyor gibiydi. Ama, diyordum, bu zaten bana ait bir şey... mutluluk olamaz. Ben, mutluluğun içimizden dışımıza akan bir duygu olduğunu düşünüyorum bu arada. Buna rağmen... Her duygu içten dışa akar. Önemli olan beyninin onu nasıl tercüme ettiğidir. Ama bir noktada durmaz mısın? Bir noktada içimizdeki mızıkçı çocuk bize sarılmak istemez belki.

Küçük kuzenim ne yapacağı kestirilemeyen bir civciv ahahah. Çocuklar çok ilginçler. Ben sadece sevip kaçayım'cıyım ama bir çocuğun minik bir hareketinin, bir sohbetinin, bir düşüncesinin tanıklığını etmek bile aslında bize kendimiz hakkında fikir verebilir. Küçük kuzenimden neden bahsettiğimi bilmiyorum ama sanırım aradığım kelimeleri bana şimdi o verecek. İçimizden bir şey çıkmak, daha doğrusu dışarı akmak istediğinde sanırım ne yaparsak yapalım onu tutamıyoruz ve o kendini bir şekilde ifade ediyor. Bir sözle, bir hareketle, bir olayla... herhangi bir şeyle. Bizden yayılan enerji bile olabilir bu. Biz fark etmiyor gibi yaptığımızda bile o bir şekilde akar. Ne olduğunun bile önemi yok. Hangi noktayı tutup da sana içimden akmak isteyen düşünceleri anlatacağımı bilemiyordum. Bildiğim tek şey onun akacağıydı. O halde sana biraz küçük kuzenimden bahsedeyim.

Biraz inattır ahahah. Bazen aşırı uslu tatlış bir çocuk, bazen zıpır bir tazmanya canavarı olur. Bir insan bütün hepsini nasıl bünyesinde taşıyabilir anlamak zor. Hayır, ikizler burcu da değil. Belki de çocuk olduğu içindir. Çocuk olduğu için, her şey olabilir. Ona sarılmak istediğimde bana izin verdi beyefendi. Ama bana sarılmadı! Gerçekten kırılmıştım. Ona bunu söylediğimde bana, 'bana sarılmak istemediğini,' söyledi. Ah kalbim! Sesini duydun mu?.. Bu olayı kalbime gömüp uzun süredir depoladığım kurtlarımı döktüğüm bir sohbete daldım. Tanrıdan başka bir şey istesem olur muydu bilmem ama buna çok fazla ihtiyacım vardı. Düşüncelerimi olduğu gibi ifade etmeye. 

Ben bir cırcır böceğiyim. Bunu sanıyorum ki sağır sultan bile... Ah nasıl duysun, yazıyorum! Elektriksiz sultan bile? Ah bilemedim. Elektriksiz sarayındaki sult- Jeneratörsüz? Her neyse! Herkes duydu biliyorsun. Tüm Neptünlüler (yani ben *-*) ve bazı Dünyalılar! Bir cırcır böceği ötmelidir, bunu da bilmelisin. Yeryüzüne bu yüzden çıkarlar. Evet, ötmek için. Yoksa ne işleri var bunca hengameyle? Ben de bir cırcır böceği olduğum için uzun süre ötmediğimde bunalıma giriyorum. Evet, beni bunalıma sokan şey bu. Öttüğümdeyse doğama aykırı davranmayı bırakıyorum. Bu yüzden bu akşam ferahlamıştım. Ferahladığımızda unuttuğumuz şeyleri bir anda hatırlarız, biliyorsun. Ben de ötüp de sustuktan sonra bunu hatırladım işte. Bundan iki üç yıl önce yine bir gece ansızın yıldızlarda gördüğüm bir şeyleri. Hani cadıyım da ya, bööö! Şaka yapıyorum. Gördüğüm şeyi sana anlatmayacağım ama o şey... Bir hayaldi! 

Ben yıldızları izlerken hiç hayal kurmam. Bunu daha evvel söylemiş miydim? Yaaa. Düşünürüm. Düşünmeden düşünürüm. Pek çok şeyi. Yıldızların ne kadar çok, parlak ve havalı olduklarını; misal. Bu nedenle mi bana güzel gelirler, yoksa güzel olma hali ayrı bir sıfat mıdır ki? Bilmiyorum. Sadece, onları görebildiğim her gece kendimi şanslı hissederim. Bazı gecelerse onları göremem. Gördüğüm şeyler bazen beni üzer, bazen sinirlendirir, bazen güldürür, bazen şaşırtır ama hiç korkutmaz. Yıldızları izlerken insan korkmamalı. Çünkü korkarsa, onları görme ihtimali azalabilir. Ne kadar parlak, çok ve havalı olduklarını falan işte.

Bu gece sanırım kendime sarıldım. Uzun süredir bunu reddettiğimi ansızın hatırladım. Nasıl unutabilirim pek çok kez ifade ettiğim şeyi? İnsan unutandır sanırım. Belki de unutmak bize verilmiş bir kutudur. Pandora'nın kutusu gibi evet. İçinde bir sürü şey vardır. Bir sürü his. Bazen kötü hislerden, bazen iyi hislerin sorumluluğundan kurtulmak için unutmayı seçeriz. Oysa Pandora, kutusundaki bir şeyi çıkarmaz. Her şeyi serbest bıraksa da, o şeyi tutar. Benim çoğu zaman burun kıvırdığım, beni öfkelendiren; çok nahif, çok güzel bir kavramı. Evet, bence o 'şey' bir duygudan ziyade kavramdır ve o kavrama yönelik düşüncemiz onu bir duyguya dönüştürür. Bundandır ki herkes farklı şekillerde ''umut'' eder. Belki de umut, hatırlamaktır.


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


28 Ağustos 2024 Çarşamba

Yükselen Ay | Mutluluk #4


Geçen gün mandala boyayıp Cedric izledim ahahhaha. Son zamanlarda yaptığım en eğlenceli şeydi. Kendinle zaman geçirmek, geçirmek ve geçirmek diyor ve gerçekten de geçiriyoruz ya zamanı, hah işte, şimdi ben kendi denklemime kendimi de eklemişim gibi hissettim. Bu nedenle de çok keyif aldım. Boyama yaparken önce renklerimi seçtim. Hangi renk hangisiyle uyabilir acaba? O kadar da kontrolcü değildim canımmm, biraz zıt renkleri seçtim gerçekten! Ama sonuçta seçtim. Tabii o iş öyle olmadı, boyarken gözüme başka renkler parladı ve bana 'asıl ben seni seçtim pikaccchhuu!'' dediler. Hımmm, belki de bir sonraki boyama etkinliğimde Pokemon izlemeliyim.

Küçük bir kuzenim var. Bir keresinde onlara gittiğimde bana yaptığı boyamaları göstermişti. Sonra da eline resimli bir kitap almış ve bana okumuştu. Tabii kendi uydurduğu hikayeyi. Onu dinlerken çok eğlenmiştim, yaptığı işlere bakarken de. Sanırım kaç yaşında olursak olalım aynıyız. Yaptığımız şeyleri göstermek bize iyi geliyor. Hangi renk hangi renkle yakışır bunu düşünüyoruz. Küçükken daha özgürce boyama hakkımız var. Renkleri birazcık taşırsak da sorun olmaz. Büyüdükçe çizgilere basmamaya gayret ediyoruz. Büyüdükçe resimsiz kitapları seviyoruz.

Ben öyle miyim peki? Ben resimli kitapları da resimsizleri de severim. Hikaye uydurmayı ise çok severim! Küçükken de böyle oyunlar icat ederdim. Aslında bunu sana iki gece önce falan anlatmıştım ama içimden o yazımı yayınlamak gelmedi. Bazen böyle oluyor; çok anlatasım geliyor, bu nedenle de orada anlamam gereken bir şeyler olduğunu anlıyorum. Ama sonra anlıyorum ve bitiyor. Belki de anlamak da böyle gelişen bir şey. Öncesinde başkalarına anlatarak rahatlıyoruz. Göstermek bize güvende mi hissettiriyor? Tam tersini söylerler, genelde tam tersidir kabul edilen; ama ben buna katılmıyorum. En münzevi ruhlar bile bence içinde diğerlerinin gölgesini taşır. En olmadı küçük bir çocukken. Bak, demek ister, ben bunu uydurdum. Büyüdükçe kendi kabuğumuza çekiliriz. Pek çok şey anlatsak da, anlamamayı kafamıza koymuşuzdur.

Geçen gün bir şey keşfettim. Bunları oturup da aramıyorum. Onlar beni buluyor. Sanırım yılların çiçekleri. Çünkü ben bahçıvan olmayı seçtim! Ben de onları önce besliyor, sonra topluyorum işte. Bu sefer bir gül belirdi zihnimde. Dikenleri vardı, ona hemen dokunamadım. O... Sevgiye biçtiğim anlamlardan sadece biriydi. Anlaşılmak. Ben sevilmek ile anlaşılmayı eş anlamlı tutmuşum zihnimin arka planında. Ne mi var bunda? Bu, benim kendime kurduğum tuzak da ondan akıllım. Ben anlaşılmayacağına çok emin, sevgi bağımlısı biriyim. :) İşte bu yüzden.

Ay'ı en çok yarısı aydınlık olduğunda seviyorum. O günlerde daha bir canlı görünüyor gözüme. Herkes ışıl ışıl parlarken ona övgüler düzer ama ben... Sen de övüyorsun diyeceksin. Kocaman kocaman Dolunay başlıkların var. Ne var canım, övmekte ne var? Güzel şeyleri beğenirim ben. Sen beğenmez misin? Ama anladığım şeyleri severim dermişim ahahhah. Neyse. Ay yarısı aydınlıkken, gizli köşelerden gökyüzünün tepelerine yükseliyor. Bulunduğum konum da bununla ilgili yani. Böyle olduğunda daha komik görünüyor bana. Daha gerçek. Böyle olduğunda çoğu kişi Ay işte der, sanırım bu yüzden kaşif ruhum benden habersiz heyecanlanıyor. Yükselen Ay'ı izliyorum. Yarısı aydınlık, yarısı karanlık Ay'ı.

Bunu bir mutluluk yazısı olarak yazmaya başlamamıştım ama öyle yapmak istiyorum şimdi. Nedir mutluluk sevgili okur? Bana mutluluğun resmini çizebilir misin? Ben sana çizerim ama yazamam. Çünkü bugün yazdığım, aman çizdiğim resim, yarın beni mutlu etmeyebilir. Belki bir gün bu resim sabitlenir. Kim bilir... Sabitleniyor mu sence? Sen biliyor musun?

Mutluluk, yarısı karanlık yarısı aydınlık tam bir Ay gibi bir şeymiş. Evet, her şeyiyle, tammış. Bazen evlerin ardında gizlenirmiş. Bazen ağaçların ardında. Bazen heykellerin. Bazen... Ama hep, hep, yükselirmiş. Mutluluk bunun gibi bir şeymiş, yükselen Ay gibi bir şey. Hayır, içime sinmedi. Mutluluk yükselen Ay bizi gülümsetirse varmış. Hah şimdi oldu.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


24 Ağustos 2024 Cumartesi

Haydi Söyle | Mutluluk #3


Bir şeylere tasasızca gülmek, ağlamak... Eylemleri sıralamaya devam etmeliyim biliyorum. Böyle pek bir eksik kaldı. Ama öte yandan... Sanki tüm duygular aslında bu iki eylem arasında gidip geliyor, bazen de ortaya kombo yapıyor gibi. Bugün bir şeylere tasasızca güldüm. Bunu en son ne zaman yapmıştım bilmiyorum. Gülmüyorum demiyorum, hatta tam tersi; gülmek istersen gülersin. Ağlamak istersen ağlarsın. İstersen, bunları yapmak kolaydır. Ama tasasızca mıdır? Bilmem, bunu düşünmemiştim. Sanırım benimkiler hep tas tas bir şeyler taşır(ır)casınaymış. İlla bir yere ulaşmaları gerekirmiş gibi. İlla bir şey olmak zorundalarmış gibi.

Filmlerde çok komiğime giden bir sahne var. Genelde esas oğlan ve esas kız arasında geçer bu konuşma. Aslında anne-kız, anne-oğlan, baba-anne, babaanne-torun... Yani diğer ikili ilişkiler arasında da geçebilir. İki kanka, iki düşman, iki alakasız kişi... Ama genelde esas oğlan ile esas kız karşı karşıyadır işte. Neden esas olanlar? Böylesi göze daha esaslı geliyor diye mi? Ah tamam sustum. Böyle giderse asla sadede gelemem ahahah. ''Gözlerimin içine bakıp söyle, haydi söyle!.. beni sevmediğini söyle.'' 'O tonlamayla' okursan etkili olacaktır. Hadi yine bu sahneye anlam verebiliyorum. İnsan kabullenmek istemeyebilir ve izleyici de duygu seliyse iyi giden bir sahne bile olabilir. Tabii oyuncular da esaslıysa, ahahah - tamam. Ama; sevdiğini söyleli olanı çok değişik, vallahi.

Birinin yüzüne bakarak, hatta bir de gözlerinin içine bakarak, onu sevdiğimizi söylemek dünyanın en gerekli eylemi olabilir. Pek gerçekleştirmeyiz sanırım ama öyle, çok gerekli. Sevdiğin birine onu sevdiğini söylemek. İlla aşk için demiyorum. Sevdiğin birine diyorum. Aşk için de diyorum tabi - kendimi yakaladım. Belki de en çok da onun için demeliyim. Oralarda durum daha da vahim gibi zira. ''Söyle! Söyle... Beni sevdiğini gözlerimin içine bakarak söyle,'' demez tabii hiçbir esas karakter (ya da bazıııları der); ama bunu söylemeden söyler. Direkt olarak o sahneyi izleriz. Güzeldir de bu eylem dediğim gibi, tabii, tabi tabi, esas karakter diğer esas karakterin gözünün içine bakmadığında bile onu sevdiğini (kendine) söyleyebiliyorsa güzeldir, hani bu sahne. Yoksa ucuz romantizm işte.

Esas olan, karakter mi yoksa hikaye mi? Hikaye olmalı. En uyduruk senaryolarda bile en esaslı karakterleri oluşturan aslında budur: Hikayedeki konumu. Sanırım bu nedenle izleyiciler olarak karakterlerle bağ kurarız ve izleyicinin benimseyebildiği oranda ana karakter esaslılığını kanıtlar. Bazen bazı şeyler inandırıcı gelmez ama yine de öyle olsun istersek, inandırıcı olsun ya da olmasın, filmi inandırıcı bulur üstüne bir de severiz. Oysa bu bile inandırıcı değil ahahha.

Mutluluk belki de böyle bir şeydir, inandırıcı olma kaygısı taşımayan ve doğallıkla olan bir şey.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


Pierrot Le Fou (Jean-Luc Godard, 1965),
(Kaynak: Pinterest).


23 Ağustos 2024 Cuma

Mp3 Çalar, Ben Dinlerim | Mutluluk #2


Uzun zamandan sonra mp3 çalarımdan bir şeyler dinledim. Şarj olmadığını sanıyordum ama geçtiğimiz ay kendisini mucizevi bir şekilde yeniden şarj edip bir de üstüne bazı yeni şarkılar ekledim. Yıl olmuş bilmem kaç ama ben mp3'ümden bir şeyler dinlemeyi hala seviyorum. Hep de ayrı bir sevmişimdir. Aslında daha evvel sana mp3'ümle olan aşk hikayemizin özetini anlattığım bir yazı yazmıştım. O nedenle kısa keseceğim. Kendisi, kendime harçlıklarımla aldığım ilk 'büyük' şeydi ve çoğu yolculuğumda bana eşlik etti. Bu nedenle mp3'üm için benim bir çeşit günlüğüm demem de yerinde olabilir. Müzik günlüğü? Belki.

İçinde taaa ortaokuldayken dinlediğim şarkılardan bile var inanabiliyor musun? İnanılmayacak şey değil ama hadi itiraf et, insana bir sırıtma veriyor. Ya da sadece bana mı veriyor? Öyleyse bile alınmayacağım, söyle. Sonuçta benim mp3'üm, bu nedenle sadece beni sırıttırıyor olabilir. Ama sen de bilirsin, bu nostaljik, saçma denecek denli nostaljik, ve tabii... Ah ne diyorum ben! Biliyorsun işte neyden bahsettiğimi. Dilimin ucunda ama tanımlayamıyorum bu hissi ya? Sahi ne diyor biz dünyalılar buna? Haıııaaıı, yaşantı! Mp3'üm bana bu kelimenin sırıtmasını getiriyor. 

O müzikleri dinlerken kim bilir neler düşünmüş neler hissetmiştim? Peki ama hangi dinlememde ne hissettim, ne düşündüm? Şarkılar ilginç değil mi? Bazı şarkılar vardır, bize sanki ne kadar zaman geçerse geçsin aynı hissi verecekmiş gibi hissederiz. Bunun sebebi muhtemelen o şarkı ile bir kişi, olay veya hayatımızın bir bölümünü eşleştirmemizdir. Bu kişi bizzat kendimiz bile olabiliriz. O yaştaki kendimiz o şarkıyla bir çeşit bağ kurmuştur ve bu yaştaki şimdiki kendimiz o şarkıyı dinlediğinde aslında hep bunu anımsar. 

Ben bu şarkıları dinlerken hep haaaıııaaa modundaydım ahahhah. Bazı şarkıları cidden bin yıldır falan dinlememiştim. Bu nedenle o şarkı çalmaya başladığında sanki en son çok önce gördüğüm bir tanıdığımla karşılaşmışım gibi bir his bürüdü içimi. Vaktiyle ne hissetmiştim hatırlamıyorum. Çocukken, ergenken, ilk gençliğimin başında... Ah yaş kompleksim mi oluşuyor nedir? Daha şimdiden! Yok tabi öyle bir şey de... Aslında biliyor musun ben hiçbir zaman kimseyle kendimi de kıyaslamam. Hatta bak sana daha da ilginç bir şey söyleyeceğim, bence benim sorunum kendimi kimseyle kıyaslamamam ahahah, eksantirink ben ve huylarım. O zaman neden? Neden 'gençliğimin baharında' yaş muhabbetine giriyorum? Çünkü... Daha dün baharın ilk günündeydim. Şaşkın... umutlu... depresif ahahha. Başka ne vardı du' bakalım? Bunu bile hatırlamıyorum. Üstünden çok zaman geçmedi ama hatırlamıyorum. Bu iyi bir şey biliyorum. Ama neden?.. 

İsteklerim değişti. Benim kabul edemediğim şey bu. Çünkü bu, sorumluluk demek! İstek sıralamamı sıraladım fark etmeden ve en çok istediğim şey artık son sırada! Nasıl olabilir? Bunu kavradım biliyor musun? Beni tutan şeyi kavradım. Star Wars film serisinin yönetmeni olan George Lucas'ın doğruluğundan asla emin olmadığım ama orada burada gördüğüm ve bana ilham veren bir sözü var: "We are all living in cages with the door wide open.” (Hepimiz kapısı ardına kadar açık kafeslerde yaşıyoruz). Şimdi bu sözü ekşi'den kopyaladım. Credit vermeden geçmeyeyim de şey olmasın, işte: Linki de burada. Bu sözü ilk okuduğumda anlamamıştım. Şimdi de yönetmenin anlatmak istediği şekliyle mi anladım bilmiyorum. Yönetmeni bir şey mi anlatmak istemişti, vallahi bu konuda da bir fikir belirtemeyeceğim. Öte yandan... bir aaa olmadım diyemem. 

Bilinçaltımız çok ilginç. Bir çeşit mevsimlik temizlik yapmak, temiz havayı içeri almaya izin vermek iyi geliyor. 

Mutluluk da böyle bir şeymiş... ah hayır temizlik gibi bir şey değil! En azından bu yazımda? Ama ne diyordum?.. Mutluluk! Mevsimler gibi bir şeymiş. Çalan şarkı her mevsimde farklı gelirmiş. İşte, mutluluk da böyleymiş; mevsimler gibi farklılaşan bir şey-miş.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


22 Ağustos 2024 Perşembe

Yeniden | Mutluluk #1


Buraya gelirken aklımda bazı kavramlar dönüyordu. Ancak şimdi bu satırları yazarken ne yazacağımı gerçekten bilmiyorum. Aslında tam da bu nedenle yeniden mutluluk yazıları yazmak istedim. Bu his için, bu heyecan. Bir şeyler yazarken çok üst düzeyde heyecan hissettiğim anlar olmuştu. Hepsi orta yerlerinden başladığım hayalet kurgular, yazılar... Bir sürü fikir ama bir yere ulaşmadılar. Sonra da heyecanımı kaybettim. Sanki bir yerlerde düşürmüş gibiydim veya bir yerlere bırakmış sonra da unutmuştum. Neredeydi? Ben bazen önümdeki, kafamdaki, elimdeki şeyleri de ararım. Bu nedenle heyecanımı da bu yolla bulmaya karar verdim!

Mutluluk yazılarını ilk kez 2022 yılının yanılmıyorsam bir bahar ayında yazmaya başlamıştık. Bir aylık bir ortak blog etkinliğiydi. O yazıları yazarken nasıl iyi hissediyordum anlatamam. Hem, benim için bulunmaz fırsattı. Olmak istediğim, aslında olduğum, kıza attığım minik adımlar. O yazılar hayata, kendime, kelimelerime ve mutluluğa bakış açımı değiştirmişti. Temelden sarsmamıştı hayır; daha da iyisi olmuştu, gördüğüm ekran genişlemişti. Farklı boyutlarıyla bakmıştım hayata. Yazdıklarıma adeta tat, koku, ses gelmişti. Artık kendim konuşuyordum. İçimden, en açık haliyle.

2023'te de bu yazıları bir posta yazdım. Yazdım yazmasına da... Eğlenmiştim de, ona da lafım yok. Ama mutlu değildim. Yazdığım şeyin mutlulukla da, heyecanla da bir ilgisi yoktu. Sonra tümden yuvarlanıp gitmiştim zaten. Bu yüzden geçtiğimiz yıl yazdığım yazılar saylanmaz. Onlar, itiraf ediyorum, zorakiymiş. Evet -miş, miş. Ben de onları yazarken öyle olduklarını düşünmüyordum ama öylelerdi. Bu büyük bir şey değil ama insan zoraki yollarla heyecanlanamaz işte biliyorsun. Bu, kendiliğinden olan bir histir. Hiç beklemediğin anda seni bulan bir his. Tabii anksiyetik heyecanı kastetmiyorum. Beni anladın işte. Benim bahsettiğim heyecan, hem yaz rüzgarı gibi hafif, hem toprak kokusu gibi tazeleyici, hem de yeri göğü delen motor sesleri gibi ürkütücü - ve itiraf etmek gerekirse bazen sinir bozucu. Bu nedenle de güzel.

Kaç gün yazarım bilmiyorum. Kendimi sıkboğaz etmek de istemiyorum. Ama bu yazıların bana bakış açısı kazandıracağına inanıyorum. O halde...

Mutluluk böyle bir şeymiş, durmak gibi bir şey. Böylece her şey olduğu yerde kalırmış ve sen nihayet hareketi hissedebilirmişsin. 

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.