Bugün youtube'da ana sayfama bir veteriner hekimin videosu düştü. Sonra videoları birbiri ardına izledim. Hem gözlerim doldu, hem de yüzümde hep bir tebessüm vardı. Hırçın arkadaşların yanındayken de doktor bey hep çok sakin ve rahattı. Gözlerinde hüzün olan hayvanlar vardı, beni ağlattılar. Minnetle bakan hayvanlar vardı, beni önce ağlatıp sonra güldürdüler. Doktor beyin bakışları ve tavrıysa hep aynıydı; sıcak, doğal ve sevgi dolu. Bakışları hep yumuşacık ve kararlıydı. Hep ne yaptığını biliyordu. Bazen ona yardım istemek için gelen hayvanlar oluyordu, bazen o hasta sokak hayvanlarını görüp iz sürüyordu. Bu hayvanlar ne kadar insanlardan korkup kaçsalar da, doktor bey en başından beri sabırla bekliyordu. Onlara önce güven, sonra tedavi ve hep de sevgi veriyordu. Bahsettiğim youtube kanalı ise şurada (Tugay İnanoğlu).
Beni hem tedavi edilen hayvanların gözlerindeki ışıltı, hem de doktor beyin sıcak tavrı etkiledi bu doğru ama öte yandan, bu videolar bana umut verdi. Ne olursa olsun, ne kadar karanlığın ortasında gibi hissedersek hissedelim, ne kadar dışarıda ışık ararsak arayalım; umut var. Değerli bir şeyler yapmak sevgili okur, içinden gelen ışıkla bir şeyler yapmak. İyilik ve umut bulaşıcı derler; belki de haklılar. Ama her ne olursa olsun, insan en iyi kendisini bilebilir ve istersek diğerleri için değerli bir şeyler yapabiliriz. Bazen bazı haberler beni çok yıpratıyor. İnsan hangi birine üzüleceğini, hangi birine öfkeleneceğini şaşırıyor. Burada bu konular hakkında yazmıyorum. Çünkü hem polemik çıkarabilecek biri değilim (nasıl yorum geleceğini de bilemem), hem konuşmak sakıncalı (malum), hem de ben umuttan konuşmak istiyorum. Az okurum var zaten ama ben içimizden gelen şeylerden konuşmak istiyorum. En azından burada, böyle şeyler konuşulsun istiyorum.
Çok eskiden hukuk okumak istediğim bir dönem vardı. Niyetim yardım etmekti. Bir avukatın bir sözüne denk gelmiştim bir haberde. Avukatın adını malesef ama malesef hatırlamıyorum. Ama şöyle bir cümle kurmuştu da beni çok etkilemişti: ''Ölümün dili olmayabilir ama benim var.'' Yukarıda yazdığım hissi o zaman da hissetmiştim. Bir şeyler yapabilme düşüncesinin verdiği rahatlama hissini. Sesi duyulmayanlara ses olma fikri çok kıymetli gelmişti. Ama sonra vazgeçmiştim. Hayır, sadece matematikle olan ilişkimden dolayı değil. Gerçekten bunu isteseydim bu yolda ilerlerdim biliyorum. Dıştan vazgeçmemiştim ki hem, içimden vazgeçmiştim. Belki de korkmuştum bilmiyorum. Ya sesim duyulmazsa diye korkmuş olabilirim. Kendimi borçlu hissederdim. Şimdi ergenlik yıllarımın bu isteğine baktığımda doğru bir karar olduğunu görüyorum. Çünkü o kadar griliğin ortasında olmak, zamanla beni de soldururdu belki de ve belki de bu bencilce bir düşünce ama çeşitli tonlarda sesler vardır. Benim tonum bu değildi, ben de kendi tonumu aramaya devam ettim (hala arıyorum).
Aslında çok eşsiz bir dünyada yaşıyoruz. Bir sürü farklı kişilik ve yetenekte insan var. Her meslek veya iş veya uğraş herkese hitap etmeyebilir. Aynı şekilde bir mesleği, işi, zanaatı, belki sanatı, belki aktiviteyi mükemmel yapanlar ve bu yolla hem kendisine hem de diğerlerine yardımcı olanlar olabilir. Böyle olduğunda ortaya bir ruh çıkıyor. Yaşamın ruhu diyorum ben buna. Yaşamak dediğimiz olay karanlık bir hal alabiliyor ama yaşamın ruhu hep aydınlık. Onu aydınlık tutmak senin elinde çünkü. Kendini kalbine yakın tutmak senin elinde. Tabi bazen aydınlığı görmek de yetersiz olabiliyor. Ona inanmalısın, ona dokunmalısın ve onu büyütmelisin belki de. Pek çok insan kendi acılarına boğulmuş bir hayat yaşıyor. Bu konuda yazmak hakkım değilmiş gibi geliyor ve evet hakkım olmadığını düşünenler de çıkabilir, belki hakkım da değildir ama ben özel özel sorunlar hakkında konuşmuyorum. Bunu kastetmiyorum. Herkes eşit şartlarda bu dünyadaki yaşamına başlamıyor. İşler pek adil de yürümüyor. Keşke özellikle de çocuklara eşit ve sağlıklı yaşam koşullarını sağlayabildiğimiz bir dünya olabilseydi. Yine de bunun için çabalayabilir miyiz?
Kim olacağını seçebilirsin. Yaşamı hissetmeden nasıl yaşayabilirsin? Ruhu hissetmeden. İçten dışa ve tekrar içe. Ben kendimden başımı kaldırdığımda değerli bir şeyler yapabilmenin güzelliğini görüyorum. Bana kime göre, neye göre değerli diyebilirsin. Ben de sana yaşamın ruhunu görebilmeye göre diyebilirim. Bir canlının acısını azaltmak, bir canlının sana minnetle bakması, birini gülümsetmek, birinin kendine inanmasını sağlamak, birinin ilhamını görmesini sağlamak, açlık ısınmak eğitim vb gibi daha somut şeylerde yardımcı olmak... Bilmiyorum; ama şunu biliyorum, belki de herkesin ışığı ve ''değerli bir şeyleri'' tam olarak buna verdiği yanıttadır. Belki hepsidir. Hepsinden birazdır. Çünkü hepsi değerli. Evet, tam da ''böyle bir dünyada.''
Sevgili okur. Güzel bir hafta dilerim. Ruhu gördüğümüz, hissettiğimiz ve büyüttüğümüz bir hafta geçirmemizi dilerim.
:)
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.
Not: Lafı fazla uzatmışım gibi olmuş ama ileride bu yazımı tekrar okumak istiyorum. Hı-hı evet, o yüzden yayınlamaya karar verdim!
Avukatlık yıpratırdı seni ve mutsuz olurdun. Senin daha naif bir yapın var. Öğretmenlik bu yapına uyar bak.
YanıtlaSilYaa neden yorum yaptınız. Tam da yazıyı kaldıracaktım :)) Neyse artık okunduğuna göre kaldırmam saylanmaz. :) Evet aslında ben de bundan bahsediyorum. Bazen acaba yanlış karar mı aldım, mutsuz mu olacağım vs vs diye düşünüyorum. O kadar çok düşünüyorum ki ortada mutlu veya mutsuz olacak bir şey bile beliremiyor... Bu yazıyı biraz, tabir yerindeyse, ''gaza gelip'' yazmıştım. O veterinerin işini bu kadar sevmesi ve iyi yapması beni çok etkilemişti. Her neyse, yorumunuz için teşekkür ederim.
SilUmut dolu ve ilham verici bir yazı :) Hayatın karmaşasında kaybolmuşken bize hatırlattığın bu yaşamın ruhu çok kıymetli. Tugay Bey'in videolarıyla hissettiklerin ve onun hayvanlara gösterdiği şefkat gerçekten içimi ısıttı. Belki de hepimizin, dünyaya küçük de olsa bir ışık tutma görevi var, tıpkı senin yazında bize gösterdiğin gibi! :) Bu hafta dediğin gibi hep birlikte ruhumuzu hissettiğimiz ve başkalarına da yansıttığımız bir hafta olsun.
YanıtlaSilAyrıca... Ben de küçükken veteriner olmak istemiştim, sonra bir ara iç mimar. Bunun dışında istediğim var mıydı hatırlamıyorum.
Böyle düşünmene çok sevindim :) Aslında itiraf etmek gerekirse beni şüpheye düşüren bir yazıydı. Bilmiyorum, tam olarak kendimi ifade edemedim sanmıştım ve yorum geldiğini görmeseydim cidden yayından kaldıracaktım :) Bazen aynılıkların içinde kayboluyoruz. Oysa ufacık bir şey bile bizi o döngüden çıkarabilir. Belki de ''aynılıklarımızı'' gözden geçirmeli ve hayatımıza anlam verebildiğimiz şeyleri katmalıyız. Bu dünyada hep birlikte yaşıyoruz ve bu birlikteliği unutmamalıyız.
SilBilmiyorum, içimde bir şeyleri oturtmak için biraz uğraştım ve şimdi dışarıya taşmak istiyorum. Bu ayrıca basit bir şey. Basit ama değerli bir şey. Bunları zaten yapıyor olsak bile, belki de bu değeri hatırlayarak yapmalıyız. İşte böyle şeyler düşünüp bu yazıyı yazdım. :)
Ben bir sürüü sıraladım ama daha bile unuttuğum çıkar eminim. Biraz kararsız (!) mıyım ne? :)))
O veterineri ben de hep izlerim. İşini severek yapıyor ne güzel. :) Benim de aklımda farklı meslekler vardı: pilot, cerrah, kaptan, editör, ressam, mimar vs. 😅 Sonuçta insan birini seçip devam ediyor, hepsini deneme ve görme şansımız olmuyor malesef.
YanıtlaSilÖzellikle de böyle mesleklerde işini sevmek çok önemli. Senin meslek isteklerin de tatlıymışş :) Küçük çocukların şunu olucam bunu olucam demeleri beni güldürüyor. Küçük bir kuzenim var, akla gelmeyecek meslekleri söylüyor sadece eğlenceli buluyor diye. Çocuklar komik :)
SilBazı mesleklerde sevgi çok önemli. Hekimlik, veterinerlik, öğrenmenlik...Sevmeden özveride bulunmadan yapılmayacak meslekler. Bu işi layıkıyla yapan o kadar çok kişi var. Malesef arada çıkan çürük dişler meslekleri karalıyor.
YanıtlaSilEvet kesinlikle katılıyorum. Bazı özelliklerin taşınması gerekiyor bu tip mesleklerde. Ama her zaman öyle mi oluyor, malesef hayır.
Silher durumda her şekilde maddi manevi olarak yardım edebiliriz insanlara bencesi de :) bizler şanslıyız :) yani blog yazanların hepsi şanslı bence :)
YanıtlaSilEvet sadece içinden gelmesi yeterli. Bahane üretmek yerine enerjimizi güzel şeylere harcayabiliriz. Blog yazarları, en azından benim okuduklarım, genelde farkındalıklı insanlar oluyorlar zaten.
SilBu yazıyı okuyunca direkt aklıma Yakup Kırazın "Öğrencileri Nasıl Harcadık?" adlı şiiri geliyor. Hakedenle, oraya yerleşenin arasında ciddi bir fark var.
YanıtlaSilMaalesef benim zoruma giden şey şu oluyor: insanlar sırf parası veya ataması var diye meslek seçiyorlar. Bir öğretmen arkadaşım var. Soruyorum ona , öğrencilerine öğretmen olmak istiyorlar mı diye soruyor musun şeklinde. Bana verdiği cevap, olmak istemiyorlar çünkü ataması yok diyorlarmış. Eğitim gibi güzide bir alanın bu denli paraya endeksli olmadķ çok sıkıntılı.
Grigory Petrov'ub İdealist Öğretmen kitabı çok güzel bir kitapdır. Elimde olsa tüm eğitimcilere okutulmasını zorunlu tutardım
Yazınızın güzelliği için ayrıca teşekkür ederim. Çok güzel bir yazı.
O şiiri biliyorum evet ve tam olarak durumu özetliyor malesef ki. Kişilik özellikleri ve yetenekler meslek seçiminde çok mühim ama günümüzde (hatta aslında daha öncesinde de) başka faktörler göz önünde bulundurularak seçim yapılıyor. Önceden mesela prestij de ön sıralarda gelen bir faktördü ama şimdi (mecburi de olarak) iş bulma imkanı ön planda tutuluyor, çünkü günün sonunda insanların geçinmesi lazım neticede.
SilAçık konuşmak gerekirse hakkıyla öğretmenlik yapan çok az öğretmen tanıdım. Ben öğretmenlik okudum. Ne kendi öğretmenlerim, ne bölüm arkadaşlarımda çok da idealist bir bakış açısı yoktu. Bu, kötü öğretmenlerdi demek değil bu arada ama daha iyi olmak adına da bir heves yoktu. Önerdiğiniz kitabı da okuyacağım, öneri için teşekkür ederim.
Atama vs konuları zaten başka bir mevzu. Özel sektör de öyle. Artık ölü bir alan gibi öğretmenlik. Zaten saygı da çok az. Öğretmenliğe gıcık kapan azımsanmayacak bir kesim de var. Yukarıdaki paragrafta öğretmenleri ''idealist olmamakla'' da suçladım biraz ama insanda heves bırakmayan sistemi de es geçemem. Karmaşık ama düzelebilecek, yine de düzeltilmeyen işler...
Ben teşekkür ederim ziyaretiniz ve yorumunuz için.