BÖLÜM I
TARİHSEL VE DİNSEL BİR MİRASHERMES
“Eski imgelerin anısından bir türlü kurtulamaz insan, bu nedenle de bu anıyı anlamsız bir yük gibi taşır durur.”(C.G.JUNG)
“Altından ateşten ırmaklar çıkan tahtına kurulmuş, güneşten daha parlak, kardan daha beyaz giysisi; yüzüne
yansıyan ışığıyla hiçbir meleğin yüzüne bakamadığı; etrafı ateş çemberleriyle dolanmış; “şanı büyük
birisi”(Yüce Yaratıcı’yı gören Peygamber Enok’un tasviri)
Mısır kültürünün çöküşü hüzünlüdür. Sebep ne olursa olsun, “yozlaşmanın” yeryüzünden silinme ile eş anlamlı olduğunu gösteren ilk tarihsel örnek olduğu için. Ve onun nezdinde, günümüze dek uzanan “evrensel”
değerler oluşturma ve “yerel değerleri” koruma çatışmasındaki dengenin bozulması halinde açık bir yok
olma tehlikesini, biraz da kendimiz için saptadığımız için.
Elbette hüzün öğesi, yoksulların ve ezilmişlerin, tarih yazımından dışlanmış toplumsal sınıfların varlığının
hiçe sayıldığı “soyut” bir tarih öğretisinde çok daha belirgindir. Zira eninde sonunda ele alınan kültürü “tek
bir organizma” sayma hatasını içerir. Huzursuz, kendi içinde “düşmanlaşmış” bir topluluk, mitsel dilde olgunlaşmaya yüz tutmuş “şeytani” figürlerle açığa serer oysaki kendisini. Bizlere yüksek gözüken medeniyet
aşaması da “aslında” arkeolojik verilerin, asla nüfuz edilemeyecek “öz” anlamının hiçe sayıldığı “kalıplardan” ibarettir. Bu bakış açısında abidevi mimari formlar görürüz; gelişkin bir yazı ve sayı sistemi saptar, felsefi teolojik bağlamda gelişkin ürünlere rastlarız. Mısır’ı ve diğer antik medeniyetleri, ancak, Kral Mezarları
inşaatlarında zorla çalıştırılan yüz binlerce kölenin, ücret yerine aldıkları “günlük kumanyaların” gecikmesiyle açlığa sürüklendikleri için “isyan” eden ölüm sonrası hizmetlilerinin gördüklerini yok sayarsak, “büyük” ya da “yüksek” gibi sıfatlarla tanımlayabiliriz. Ve yine ancak bu haliyle, Mısır’ın çöküşünü “hüzünle”
karşılayabiliriz; istilaları ve isyanları “şeytani” olarak tanımlayan “rahipler sınıfının” anlatılarını kaygısızca
okuyabiliriz.
Mısır tarihine ilişkin geç dönem verileri onlara borçluyuz. Aynı zamanda insanlık tarihinin ilk bilgelik öğretilerini kaleme alan yazıcılar, mitsel bir dil oluşturmuştu, tarihsel olayları anlatırken.
Hermes Külliyatı problemine giriş
Yalnızca tarih yazımının değil, din, inanç, felsefe, teoloji, ilahiyat: adına ne dersek diyelim, kadim kültürün
en eşsiz fikirsel yaratımlarının ilk örnekleri, Hermetik Külliyat aracılığıylaoluşturulmuştu. Tüm bu bölüm
boyunca bu derin kaynağı inceleyeceğim. Hemen başlangıçta, bu yazıtları kaleme alanların çökmeye yüz
tutmuş bir coğrafyanın kurtarılmaya değer hazinelerini kurtarma kaygısı ile hareket ettiklerini belirtmeliyim.
Sosyal dinin toplumun bütünü için zorunlu gördüğü ayin, ritüel ve merasimleri sürdürüyorlardı kuşkusuz.
Bununla birlikte toplumun büyük çoğunluğuna kapalı bir öğretiyi itinayla korudular. İçe kapanışı, Tanrı ile
kul arasında doğrudan ilişkiyi mümkün kılan Şamancıl kaynağı sahiplendiler. Ancak onun kişilik bozukluklarına evrilen kibrini elediler ve yerine okul sistematiğini yerleştirdiler. Şamandan çalınmış seçkinlik, bundan
böyle aşamalar, dersler ve eğitim aşamasından ibaret, yıkılması imkansız bir gelenek yarattı. Ve imtiyaza
ulaşmak için kesin bir teslimiyeti zorunlu kıldılar.
Tanrı-Kral'ın gölgesinde konumlanmış, onun kutsiyetinin dünyevi ve ruhani niteliklerinin bir uzantısı olarak
görev alan bu kesimin yalnızca krala özgü Tanrısallık sıfatlarını önceden beri paylaşmaya başladığını biliyoruz. Bu kadarı onların yaşaya gelen Tanrı-kral sistematiğini benimsemede yeterince deneyimi olduğunu gösterir. Tanrı - kralın imtiyazlarını ve güç payelerini biliyorlardı. Onunla yeri geldiğinde mücadele ettiler, yeri
geldiğinde ise benimsediler. Ancak son aşamada, bu kadim medeniyet yıkılırken kendilerini ansızın Mısır
medeniyetinin binlerce yıl süren ihtişamına ilişkin bilgi dağarcığını taşıyan tek odak olarak buldular. Onların
kalemi, “korku yüklü” hatıralardan çıkarılacak ibret öykülerini biçimlemede yetkin bir yazı ve bilim geleneğine aittir.1
Rahipler sınıfının gözünde, toplumun çürüyüşü, görünürde dine yönelmiş saldırılarda anlamını bulmuştu.
Bunun örneklerini önceki bölümlerde inceledik. İster Akhenaton gibi kafir krallardan, ister “açlığın” pençesinde kıvranan alt sınıfların isyan eylemlerinden isterse de Hiksoslar gibi yabancı istilaların yarattığı travmadan kaynaklansın onlar çöküşün nabzını tutmaya olanak tanıyan bir konumdaydı. Sessizce izliyorlar ve kayıt
tutuyorlardı. İktidarın gücünü kullanarak “zora zorla” karşı koymak ya da katı bir sofuluk kılığına bürünüp
dine ve onun manevi hazzına sığınmak gibi iki geleneksel yöntemin hala hayatta olduğu açıktır. Özellikle bu
1
Toplumun orijinal inanç sistemindeki dağılma, farklı tarihsel dönemlerde ve toplumlarda "din adamları sınıfını" benzer tepkiler
göstermeye iter. Bunun en belirgin örneği Kitab-ı Mukaddes'de Birinci Krallar kitabında İlya ile ilgili anlatılarda gizlidir. İlya, İ.Ö.
IX. yüzyılda OMRİ hanedanlığı döneminde, başka ülkelerin Tanrılarının İsrail ülkesine sokuluşu ve dinin dokusundaki yıpranmayı
bahane eden bir ayaklanmanın önderlerinden birisidir: YEHU Ayaklanması'nın... Öğrencisi Elişa ile birlikte İsrail ülkesinde Yehova'nın üstünlüğünü savunan İlya ekseninde yürüyen mitoslar, Prof. Hooke'nin de belirttiği gibi "peygamberlerin oğulları adıyla bilinen
bir grup tarafından korunmuş ve saklanmış olmalıdır. Bk. S. HOOKE, a.g.e. s. 214. Mısır'da din adamları sınıfı yalnızca dini konularla ilgilenen bireyler değil, aynı zamanda bilimsel faaliyetlerin ve temel eğitim kurumlarının da yöneticileridir. Doktorlar, astronomlar,
kimyagerler ve modern anlamda bilim faaliyetlerini yöneten bireyler, daim tapınaklar bünyesindeki faaliyetler sonucunda yetişmiştir.
Tüm bunlar bir tarafa, din adamları Mısır'ın binlerce yıllık tarihinin kaydını tutan ve bu haliyle büyük önem taşıyan "yazıcılar" sınıfını yetiştirmişlerdir. Ramseum mabedinden elde edilen bulgular, mektep bölümünde, taş, çanak ya da çömler kırıkları üzerinde yazı
çalışmaları yapan öğrenciler hakkında fikir vermektedir. Öğrenciler yüksek düzeyde eğitim veren okullara ancak mabet mekteplerinden çıkmak suretiyle ulaşabilmektedir. Bk. İnan, s. 256-257.
ikincisi, geriye çekilme ve inziva düşüncesi, Yeni İmparatorluk ile birlikte yaşanan kültürel alımlamaları reddeden, konuşma ve yazı dilinde Eski İmparatorluğun klasikleşen dokusuna sahip çıkan rahipler sınıfı için,
Hıristiyanlığın doğuşuna dek, güçlü ve alternatif bir duruş olanağı sağladı.
İstisnasız tüm kültürel hegemonya iddialarını göğüslemeyi beceren, ülkeyi istila eden tüm "yabancı kültürleri" eninde sonunda Mısırlı yapmayı başaran gücün sınırları epeyce geniştir; ancak sonsuz değildir. Her toplumsal buhran, değişen dünyayı ve coğrafyanın büyüyen-genç askeri odaklarını hesaba katma zorunluluğunu
ortaya koyar. Nitekim M. Bernal'ın ısrarla "ani" olarak nitelediği Mısır'ın çöküşü, Yeni İmparatorluk sonrası
yaşananlarla ve elbette, daha önceki hiçbir düşmanda gözükmeyen büyük güce sahip, yeni ve dinamik bir
dinin ortaya çıkışıyla açıklanabilir. Açıkça barışı vaaz eden, yoksulluk övgüsü ve dünyevi kurumlara itibar
etmeyen “Şamancıl öneri ile” dolu bu yeni dinin sınıfsal temelleri, uzunca bir zamandır Mısır'ın rahipler sınıfından farklı dinlere inanç eğilimi gösteren alt sınıfları açıkça cezbetmiştir.2
Bernal'ın belirttiği gibi, kurumsal düzeyde yabancı hükümetlerle işbirliği yapmış gibi gözükmelerine rağmen
bireysel düzlemde onlardan uzak kalan ve bu suretle Mısır'ı temsil etmeye devam eden Rahipler sınıfı ile
yükselişe geçen yeni din Hıristiyanlığa sarılmış yoksullar arasındaki sınıfsal bölünme böylece derinleşir. İ.Ö.
II ve İ.S. II. yüzyıllar arasındaki dört asırlık zaman dilimi sosyolojik olarak Mısır'ı temsil eden rahiplerin
Hermesçiliği ile yoksul Mısırlıların Hıristiyanlaşmasının ön-koşul ve olanaklarını hazırlamıştır.3
Mısır'ın Thoth'una ayrı bir bölüm ayırmadan Mısır çalışmasının, dolayısıyla dinin kaynakları arasındaki çatışmanın bu elverişli durağının anlaşılmasının yoktur; iki nedenle:
İlki bilimci akıl ne zaman yetersiz kalsa ve insan fizik ötesi alanlara göndermede bulunsa, hem bilim, hem
metafizik aşamaya ilişkin sözlerin onun tarafından yaratılmış olmasıdır. Pozitif tarihin her kırılışı, gizlici tarihin her peydahlanışında, hiç beklemediğimiz bir taşın altından çıkar bu okul Alabildiğine maddi bir dünyada "gizemciler" onun sayesinde, büyük bir prestije sahiptive modern bilim ukalalığının karşısına onurluca
dikilme gücünü buldu. Onun sahip olduğu bu güç, esinlediği bilgelik edebiyatının “hangi kültüre ait olduğu”
gibi, yakın tarihe özgü tartışmaların değerini alçaltacak denli önemlidir.
İkinci olarak Mısır dinine özgü felsefi-dini değerler onun aracılığıyla bugüne kalır; bu izlek daha da geriye
şamanizme götürülebilir. Bu tartışmaya ilerleyen sayfalarda değineceğim.
Bilginler bugün, Hermetik metinlerin dil açısından değil ama metinler içerisindeki isimler, kavramlar, felsefi
düzey ve yöntem açısından Mısır’a ait olduğu kanaatini yeterince dile getirdi4. bununla birlikte belki de yazıcıların dahi arzuladığı gibi bu köken, Mısır'dan ibaret değildir. Dini koruma ve yaşatma gayesi kendi içinde, dinin belirsizliği gerçeğiyle karşı karşıyadır. Rahiplerin gözü ve yüreği, çeşitli kültürel verilerle yolunu
şaşmış bir geçmişi aramaktadır belki ama eninde sonunda her düşünür kendi çağının ürünüdür. Bu ürünler
ise, "Corpus Hermeticum'un"(Hermes Külliyatı) yazılış koşullarında, özgün Mısır dinini, Pers, Libya yahut
Yunan etkilerinden ayıklamada yeterli değildir.
Corpus Hermeticum, "seçkinci” bir felsefenin ürünüdür. Rahipler sınıfının ayrıcalıklı dünya tasavvuruna yö-
2
Mısır'lı rahipler, imparatorluğun son dönemlerine dek zenginlik içinde yaşıyordu. Tapınakların sahip olduğu muazzam zenginlik
yoksul halk sınıfları ile rahipler sınıfı arasındaki uçurumu büyütmüştür. Bernal'a göre Hıristiyanlık, yoksul ve orta sınıf Mısırlıları
temsil etmektedir. M. Bernal. Kara Atena, s. 198.
3
Hermesçi disiplinlerin ve metinlerin din dışı kitlelerin ilgisini çektiği muhakkaktır. Bu ilgiyi temel alan bir şablon oluşturmak
mümkündür. Batılı uzmanların "Halk Hermesçiliği" olarak tanımladığı kısım, etik ve felsefe ağırlıklı ürünler vermektedir. Okült bilimler ile ilgili kesimler ise " Bilgelerin Hermesçiliği"ni ilgilendirmektedir. Konuyla ilgili başarılı bir analiz için Bk. Bernal, Kara
Atena, BÖLÜM II. Bernal, haklı olarak, Mısır dininin çöküş süreci olarak adlandırılan söz konusu zaman diliminin Hermesçilik,
Gnostisizm ve Yeni-Platonculuk akımlarını ortaya çıkardığını savunmaktadır. Hermesçilik eninde sonunda Mısırlı olarak kalmış,
Gnostisizm Hıristiyanlık içinde de yaşama şansı bulmuştur. Yeni-Platonculuk ile birlikte ve yanyana gelişen bu üç akım birbirinden
haberdardır ve temel benzerlikler sergilemektedir. En temel ortaklaşalık, ikili dünya kurgusudur. Bu seçkinler için Tanrısal bilgi, yani
gnosis'i, topluluğun çoğunluğu için ibadeti vaat eden, Hıristiyanlığın "tek, ortak ve eşitlikçi" vaat ve inanç sistematiğinden uzak,
elitist bir kurgu içermektedir.
4
Hermetik felsefe ya da bilimin Mısırlı olduğu iddiası, farklı yüzyıllarda çeşitli batılı düşünürlerce reddedilmiştir. Bu özellikle metinlerin başta İnciller olmak üzere Batı kültürü üzerindeki etkilerin Mısırlı, dolayısıyla Afrikalı olarak nitelenmesi yolundaki ideolojik
baskıdan ötürüdür. Anlaşıldığı kadarıyla Hermetik Metinler, farklı zamanlarda derlenmiştir. Bunlardan bazıları Batılı bilim adamlarının iddia ettiği gibi, Pers, Helen ve Roma döneminin etkilerini taşımaktadır. Bununla birlikte metinlerin Mısır'a özgü felsefe, toplum
ve din algısını temsil edişinin en önemli kanıtı, Hermes ile Thoth arasındaki özdeşleşmedir ki, XVIII. Sülaleye dek geriye giden
"Thot Yazıları" göndermeleridir. Bernal'ın belirttiği gibi, bu dönemde bir hayli popüler olan Ölüler Kitabı'nda "Thoth'un
Yazıları"ndan bahsedilmektedir. Bernal, Thoth kültünün özellikle Ptolemiler döneminde yayıldığı iddiasını reddetmektedir. Ona
göre, yeni keşiflerle birlikte ortaya çıkan Hermes geleneği binlerce yıl eskiye dayanmaktadır. Bernal, s. 217-218.
nelmiş saldırılar, zamanla "kötücül" öğeler olarak "batı'nın şeytanı"na evrilecek figürler, toplumun alt katmanları ve istilacılar karşısında "içrek" bir duvar örme tepkisini doğurmuş olmalıdır. Bu duvar, ana yapının
"rahipler" sınıfına sağladığı fiziki koruma olanaklarının yitirildiği koşulların travmasını bilinç dışında barındırıyordu. Bu açıdan Akhenaton devrimi hatırı sayılır bir dönemeçtir; zira rahipler sınıfı bizzat iktidarın tepesindeki Tanrı-Kral tarafından saldırıya uğramıştı. Belki kısa süreliydi ama tüm imtiyazlarını ve prestijlerini
ellerinden almıştı. Düzenin yeniden sağlanışının ardından ise rahipler, eski olanaklarına sahip olsalar bile
kendileri açısından acı içeren dönemlerin hatıraları üzerinden yeni şekillenmelere gidildi. Öyle ki, sapkın
krallardan nefret eden ve onların isimlerini tarihsel kayıtlardan sildirme yolunda hatırı sayılır bir irade gösteren Ramsesler iktidarının, tek Tanrı olarak dayattığı "Amun", Corpus Hermeticum dizgesinin başat karakteri
olarak gözüktü. Açık bir şekilde Akhenaton'un Aton'u karşısına, zamanla Panteizmin olgunlaşacağı bir veri
olarak dikilen kadim Tanrı Amun, yeni ve mistik bir donanımla Hermesçi Metinlere yansıdı. Ramsesler döneminden itibaren, kendini insanlardan ve hatta diğer Tanrılardan gizli tutan, özü hiçbir varlık tarafından bilinemeyecek, ancak görünür çokluğun bütününde saklanan bir Tanrı'nın ağırlığı Hermesçi felsefenin ve disiplinlerin temel figürü olarak, yeterli niteliklere sahiptir.
"Birdir Amun,kendini onlardan saklı tutar
Tanrılardan gizlenir, hiç kimse onun özünü bilmez
...Gerçek simasını hiçbir tanrı tanımaz
Resmi çizilmez papirüslerde
Hiçbir tanrı onu adıyla çağıramaz. 5
Amun'un bilinemezlik ve ulaşılamazlık ya da çoklukta saklılık gibi temel nitelikleri rahip sınıfının ayrıcalığını içermediği sürece, ideolojik olarak yeterli değildir. Amun, ilerleyen zamanlarda Atum ismine dönüşürken, Tanrısal bilgiye ve evrenin sırlarına ulaşılabilmesine olanak veren özgün bir ideolojinin parçası haline
geldi.. Tanrı, kozmos ve insandan oluşan dini unsurlar, kendini Tanrı olarak gören çılgınlara karşı, kutsal ve
imanı temsil eden bir öğreti oluşturdu. Tanrı - Kral’a karşı, Tanrı ilmine sahip kutsal kişi-Peygamber olmadığı halde- böylece belirdi. Bu ekol, iktidarı ele geçiren ve yeni dinin esaslarını belirleyen her kim olursa olsun, içeride bir yerlerde yaşamaya devam etti. Mısır’ın sapkın fikirleri, Hermetik metinlerde imanın konusu
olduğu haliyle, dünya dinlerinin özüne böyle yansıdı
Tüm bu ehlileştirmede belli başlı duraklar bulunuyor kuşkusuz. Hepsinin başında da Tanrı Kral’ın ya da
hayvan sembollerinin elenmesi geliyordu. Hayvan Hermetik metinler ile kutsal alandan bütünüyle dışlanması
için bir zamana ihtiyaç bulunuyor. Zira okulun temel karakteri Thoth uzunca bir süre farklı hayvan figürleriyle temsil edilmişti. Bununla birlikte Şamanizmin bu ilkesindeki eleme ilahi dinlerin ‘içrek’ ve ‘batıni’
ekollerine yönelik bir evrimi temsil ediyor kuşkusuz. Tanrı ile içli dışlı ‘kutsal insan’ figürünün ilk örneğidir
bu. İnsan merkezli din algısı da bu fikirlerden doğdu. İbis kuşu ya da köpek başlı maymundan ‘kutsal insan’
fikrine uzanan evrim bu bölümün bir diğer konusudur.
Hermesçi şiirler insanın kozmosu bilmesinin yolu olarak, kişinin kendisini bilme koşulunu içermektedir.
İnsan diğer canlılardan farklı olarak, düşünmek koşuluyla Tanrı Atum'a ulaşabilir ve onun bilgisine vakıf
olabilirdi6 Doğa içindeki varlıkların en özeli ve itibarlısı olarak insan vurgusunun inanç tarihi sahnesindeki
ilk betimlenişidir. Bu niteliğin arkasındaki inanç motifi, Atumun saltık olarak insan ile ilişki kurmasıdır; doğadaki diğer canlılar Kozmos'un ruhtan yoksun parçalarına aittir.
Önemlidir; Yunan felsefesinin ve modern tek-tanrılı dinlerin en temel kaynaklarından birisine böylece ulaşmış bulunuyoruz. Bu kaynak, tarih boyunca ortaya çıkacak ve Tek Tanrılı dinlerde olgunlaşacak şu varyasyonları ortaya çıkarır:
Şamanizmden alınan miras, rahibin ve oradan hareketle bireylerin Tanrı’ya ulaşabileceği ve onunla
ilişki kurabileceği “pantheist” aşama. Dinin bireysel kaynağının ortaya çıkışı.
2. Avam ve bilgeler arasındaki bölünme ve gnostik dünya görüşü. Topluluk için ayrı, bilgeler-seçkinler
için ayrı dini kabuller ve bu kabullerin sosyal hayata dair farklı karşılıkları. Maske ve rol modelleri.
3. Hermesçi külliyat, rahipler sınıfının elinden çıkmış olsa dahi, totemci ideolojinin ve bundan beslenen
dinin yerleşik-hiyerarşisk-sosyal bağlamının öfkesini çeken asal niteliklere sahiptir. Temel problem
Tanrı ve birey arasında kopmayan-kesintisiz bir bağ olduğu ve dini çabanın özünün bu iletişimi sağ-
1.
5 Alıntı
6
için bk. Hornung, Ezoterik Mısır, s. 30...
"(...)Düşünce yoluyla varabilir Bilgi'sine/Tek Tanrı Atum'un". Alıntı. bk. FREKE, Timothy & GANDY Peter. HERMETİCA. Hermes'in Kayıp Sözleri, s. 93. Ege Meta Yay.
lamak olduğu iddiasından kaynaklanıyordu. Tarih boyunca Hermesçi metinleri, tarihin “heretik”
kaynağı haline getiren şey gizli ilimler, bireysel kurtuluşu hedefleyen uygulamalar, dinlerin gnostik
ve gizemli tarikatlarının beslendiği kaynağı ilksel ve kapsamlı örneklerinden biri olmasından kaynaklandı.
4. Gerçekten de Hermetik metinler, zirve noktasını Tanrı kral figüründe gördüğümüz Tanrı gibi olan
insan motifinin izleyicisiydi. Ancak bu imtiyazın kesin ve katı kurallara bağlı olarak ortaya çıkacağını savundular. Bunu sosyal bir bağlam ve oluşturulan eğitim sistemi ile meydana getirmenin temel
avantajı ise, bu özün, kontrollü ve sistemli biçimde dışarıya çıkmasına olanak tanımasıydı. Bir diğer
deyişle bir yararlı nitelikler taşıyan canavarın ehlileştirilmesi… Bu haliyle de olsa, insanın Tanrı’ya
peygamberlerden, kurumlardan ve ritüellerden bağımsız olarak ulaşabilme fikri, Hermetizmi, tarihin
ilk sapkın kaynağı haline getirmede yeterlidir.
Şimdi Hermesçi okulun temel niteliklerini inceleyebilirim.
Thoth sembolizmi
Atum ismi, Corpus Hermeticum içinde sayısız kez "anılır". Ancak bu figür, geç dönemlerin sosyo-politik
öğelerinden etkilenmiş ve şekillenmiş nitelikleriyle, metinlerin ana esin kaynağını temsil etmez. Böylesi bir
arayış için doğru adres, I. Hanedanlığın başkenti Memfis ve bu kentin ana Tanrısı Ptah teolojisindeki rolüyle
Tanrı Thoth'tur. 7
Memfis Teolojisinin felsefi ürünleri, bugün bile, Yunan filozoflarının ve Kitab-ı Mukaddes’in büyük bir yoğunlukla alıntılar yaptığı kaynaktır. “Kalbin düşündüğünü tekrarlayan Dil figürüne verdiği önem”8 ya da evrenin “ilksel bir sular kaosu” olduğu şeklindeki bildirimler geniş bir coğrafya üzerinde etkili olmuştu. Modern araştırmacılar yine de bu etkinin gücünü hafifletmeye çalıştı. Bugüne dek Mısırbilim araştırmalarının
ortaya çıkardığı delillerden habersiz olan ya da bu delilleri değersiz gören eğilim, Batı-Merkezci anlayışın
Yunan’ı kutsayan ek bildirimleriyle genişleme eğilimi taşır. M. Eliade’nin, Mısır kozmogonisini “en felsefi
anlatı olarak” nitelemesinden etkilenmeyen Campbell’dan alıntı yaparken, Rıfat Saltoğlu gibi araştırmacıların bu paranteze dahil olduğunu görmek beni neredeyse hiç şaşırtmadı. Campbell’a göre, “bütün bu sözcük
gücü ile yaratma” durumu, Mısır metafizik spekülasyonunun en üstün ifadesi olarak değerlendirilse de bu
doğru değildir: “İlkel toplumların çocuksu düşünme biçimleri dikkate alındığında…” demektedir Campbell,
“yüksek düzeyde felsefi soyutlamalar olduğunu söylemek zorlaşır.”9
Tarihsel çarpıtmalar “ideolojiler’ kadar bilimsel bulgulardaki eksikliklerden de beslenir elbette. Memfis Teolojisi’nde Thoth, gerekse ona yüklenen yapıtlar ve sözlerle ilgili olarak "bilimsel bir yorum yapmaya olanak
7
Memfis teolojisinde ana Tanrı Ptah, Atum ve diğer Tanrılar karşısında güç kazanmış olarak gözükür. Ptah, bu teolojide, diğer tanrıları ve elbette Atum-Amun-Re'yi doğuran, ilksel okyanus Nun ile özdeşleşmektedir. Bk, HALİS, Göktuğ. Popüler Gizemciliğin Tarihsel ve Dinsel Temelleri, s. 26-27... Ptah'un Tanrıları yaratırken kullandığı yöntem ise, söz'dür ve Hermetik Felsefe'nin en önemli
dinsel figürü Thoth, bu noktada önem kazanır. Zira Thoth, Tanrı Ptah'ın dili ve kalbi, bir diğer deyişle zihnidir. "Ptah dünyayı zihninin evi olan kalbinde yaratır. Dilinin yardımıyla, yani söz ile onu gerçek kılar. " BERNAL, M. Kara Atena, s. 219. Kaynak Yayınları.8
“Göz gördüğünde, kulak duyduğunda ve burun nefes aldığında, bunları kalbe bildirir. Her şeyi ortaya çıkaran kalp ve kalbin düşündüklerini tekrarlayan dildir. Bütün tanrılar böyle yaratılmıştır…”. Bu bölümü CAMPBELL’dan alıntılayan, Rıfat SALTOĞLU’dan
aldım. Bk. Bilim ve Gelecek Dergisi, Eylül 2014. Kozmo-mitolojilerden kozmogonilere Antik Ortadoğu’da Evren Tasarımları. S. 26.
9
Bk. SALTOĞLU, a.g.m. s, 26. Saltoğlu’nun aldanışını önemsiz görebiliriz elbette. Bununla birlikte Campbell gibi Batı Merkezcilikten sabıkalı bir dinler tarihi araştırmacısından alıntı yaparken dikkatli olmasını beklemek de, sapmanın ciddiyetiyle karşılaştırıldığında işlevsiz kalacaktır. Saltoğlu, Yunan övgüsü geliştirmeye pek heveslidir; bir sonraki paragrafta, Yunanlıların Babil ve Mısırlılardan mitolojik öğeler almalarına rağmen, Tanrıbilimsel kurgular oluşturmakta en az onlar kadar yetenekli olduklarını söylemeye girişir. Ve hemen ardından izlek, Yunan’ın diğerleri karşısıdaki üstünlüğüne varır: “Ancak ilk uygarlıkların hiçbiri Yunanlılar gibi evrenin teorik modellerini ortaya koyamamıştır…” Buraya kadar hatalıdır elbette; ancak Saltoğlu söylemek istediği yere çabuk varır:
“Doğa felsefesi yalnızca Yunanlılara başlamıştır…” Elbette yazarın söylemek istediği şey, insanı kurcalayan temel felsefi problemlerin “insan aklı” ile açıklanabileceği düşüncesi ve sanısının Yunan’a ait olmasıdır. Bu haliyle toplumsal ayini temsil eden ve ilkel kültürler için “yaşam pratiğinin en önemli sorunlarına karşı yanıt geliştiren” mitsel aktivitenin işlev yitirdiği bir toplumsal organizasyonu “ilerleme” olarak görmek gibi geleneksel bir yanlışın içine düşer yazar. Saltoğlu’nun, mitolojiden felsefeye geçiş sürecinde mitosun nerede bitip, logosun nerede başladığını belirlemek kolay değildir; dediği sorun bu aşamayla ilgilidir. Yunan logos’u, ilkel kültürlerin mitlerindeki anlamın yitimiyle, simgenin şekli ifadesinin insanı ilgilendiren temel meselelerdeki işlevsizliğine anlam veremeyen
Yunan alıklığının ürünü olarak ortaya çıkan bir insan aklı mutlaklığı sunmuştur. Bu başıboşluk hali, kendi akli çıkarımlarını dünyayı
anlamada temel araç olarak görme kibirini göstermekten başka bir şey yapmamaktadır. Hesiodos’un öncülüğünde gösterilen Teogoni
ve kozmogoni yazma çalışmalarını, mitolojik dünyayı akla uydurma çabası olarak gören Saltoğlu, bu haliyle bilim ve felsefe çalışmalarının bir yükselmeden ziyade, bunu uygun serbesti halinde bir sınıfın varlığını hesap etmemiş gözüküyor. Bu haliyle mit ve felsefe arasında, insanı ilgilendiren temel meselelere yanıt bulma gayreti bağlamında temel bir fark yoktur. Yunan bu ikincisini mutlak
kılarken, Altın Çağ özlemiyle dile getirdiği kadim bir özlem duygusu içerisine haklı olarak girer. Zira felsefe ile birlikte, artık insan
yaşamı için pratik değer taşımayan bir bilgi yığınının ortaya çıktığını görmek mümkündür.
sağlayan" veriler gerçekten yetersiz. Mısır'ın yüreğinden çıkan dinsel tasavvuru yönlendiren, olasılıkla yaptığı işlerle tanrısallaşan tarihsel bir kişiliğe yüklenen "sonraki dönem" oluşumlarıyla karşı karşıya olduğumuzu
düşünebiliriz. Thoth, hem "ata tapınımına" düşen nitelikleriyle tarihsel, hem de bir medeniyet taşıyıcısı, yazının ve tüm ilimlerin öğreticisi, aynı zamanda bu alanda yirmi ila otuz altı bin gibi, bir insan ömrü için neredeyse imkânsız sayıda kitap yazmış bir karakter olarak belirir.
Mısır, sonraki dönem medeniyetlerine mitosun ve tarihin birbirine, ayırt edilemez şekilde karıştığı bir unsur
armağan etmiştir.
Yine de bu belirsizlikler, Thoth ve onun ekseninde yazılanların etkisini, modern ölçütler içerisinde dahi küçültmez, Batı dünyası her tarihsel dönemecinde varlığını koruyan "Ezoterik Mısır" imgesinin merkezinde
onu bulur. Thoth, yalnızca okült disiplinlerin değil, yazı, matematik, astronomi, tıp gibi, günümüz pozitif
bilimlerinin "bölümlemek" suretiyle disipline ettiği alanların da yaratıcısı olarak eşsiz bir değere sahiptir.10
Hermopolis kentinin, insan vücuduna eklemlenmiş İbis kuşu şeklinde canlandırılan görkemli hatırası, neredeyse Osiris'le kıyaslanabilir tapınım yaygınlığına sahip olmuştur.
Thoth simgeselliği Prehistorik dönemlerden itibaren, hayvan biçimlidir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, toplayıcı-avcı inanç sistematiğinde yer alan “şakacı”11 figürünün izlerini açıkça takip edebiliyoruz. Günümüze
dek uzanan, en yaygın ilk örnek, zeka ve bilgi gibi iki önemli niteliğin taşıyıcısı olarak resmedilen Köpek
başlı maymundur. Budge, bu etkileşimin maymunun güneş doğarken çıkardığı seslere getirilen yorumdan
kaynaklandığı üzerinde durur. Bu doğrultuda, güneşle söyleşen ya da onunla diyaloga giren mitik yorum,
zamanla bu hayvanın öte dünyanın kapılarını açan görevliler ve Tanrıların “yoldaşı” gibi sıfatlarla donatılmasına vesile olur. Bu nitelik Thoth’un “öte dünyaya ilişkin rolünün” açılış kapısıdır; ölünün tüm dualarının
yöneleceği kişi olarak, “ilahi kitapların rabbi”, “ilahi kelimelerin rabbi” gibi unvanlara sahip olur12
Köpek başlı Maymun çok daha yaygın ve işlevsel bir başka simgeyle kıyaslandığında pek az bilinir: İbis
kuşu.
Herodot, İbis kuşunun "şaşılacak kadar" siyah olanlarının pençelerinin turna pençesi gibi; gagasının ise iyice
kıvrık olduğunu yazar. Beyaz İbislere ise insanların yaşadığı yerlerde daha sıklıkla rastlanır. Herodot özellikle siyah İbis kuşunun kutsallığının ilkbaharda Arabistan'dan Mısır'a doğru uçan "kanatlı yılanları"nı yemek
suretiyle, Mısır için oynadığı ekolojik rolden kaynaklandığını belirtir: "İşte bundan dolayı" diye yazar Herodot,
"İbis Mısır'da o kadar saygı görür".13
10
Thoth'un, Yunan mitolojisinde Tanrıların Habercisi olarak gözüken ve kanatlı ayakkabılar giyen HERMES ile özdeşliği, zaten
Ptolemiler dönemi ve sonrasındaki süreçte kabul görmüş haldedir. Bununla birlikte karakter, Mısır kültürü ile ilişki kurmuş farklı
medeniyet ve kültürleri de etkilemiştir. Kitab-ı Mukaddes'in Hanok'u ya da İslam inancının İdris'i ise, Hermes tarzı bir yaygın kullanım deneyimi yaşanmadığı için "reddedilemez benzer niteliklerden" hareketle oluşturulmuş olmalıdır. İleride göreceğimiz gibi Thoth,
Mısır kültürü için bilimlerin babası ve yaratıcısı olarak gözükür. Kitab-ı Mukaddes'te Ölmeden göğe yükseldiğine inanılan Hanok'a
"Tanrı ile birlikte yürüdü" ifadesiyle büyük bir itibar bahşedilmektedir. Bk. Kitab-ı Mukaddes Tekvin 5:21-24. Yahudi sözlü kültüründe ise, "dünyada doğmuş insanlar arasında yazmayı, bilgiyi ve bilgeliği öğrenmiş ilk insandı ifadesi" kullanılmaktadır. Benzer
şekilde İslam kültürü Adem'den sonraki peygamber olarak kabul ettiği İdris'i "tüm bilimlere vakıf", ilk defa kalem kullanan ve elbise
dikip giyen kişi olarak tanımlamaktadır. Kısas-ı Enbiyada ondan önceki insanların hayvan derisi giydiği ve Allah'ın onu "ölmeden"
göğe kaldırdığı yazmaktadır. Onun göğe çıkışıyla birlikte insanlar sapkınlığa düşmüştür. aktaran. HANÇERLİOĞLU, Orhan. Düşünce Tarihi, s. 36-37. İslam inanışındaki Tıp ve astronomi bilimlerindeki uzmanlığı gibi genel geçer görüşlere, "çöl topluluklarının"
özgün katkılarını eklemek de mümkündür: İdris "atı" ilk ehlileştiren ve ona binerek Allah adına savaşa giren kişidir. Elbette Cebrail'in vahiy getirdiği ilk nebi olarak, Allah'tan kendisine indirilmiş 30 sahifenin sahibidir. AYDEMİR, Abdullah. Doç. Dr. İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 43. Türk Diyanet Vakfi Yayınları/90. 1990/Ankara. Kimi görüşlere göre de Güneşin mülkü onundur.
11
Hilekar, çok ilkel bir bilinç halinin, mitsel kişileştirilmesidir Jung’a göre… Radin’den alıntılayan düşünür, “Psikolojik açıdan bakıldığında, insan kültürünün tarihi, büyük oranda, insanın hayvandan insana dönüştüğünü unutma çabasından ibarettir.” Bilgisini
aktarır. Bununla birlikte insan Altın Çağ’ı unutmamak gibi inatçı bir tutum sergilemektedir. S. 133. Jung’a göre “hileci”, gölge kişilik
olarak birey karakterindeki düşük niteliklerin temsilcisidir. Campbell, bu yorumun modern dünyaya özgü sınırlı düşünme biçiminden
doğmuş olduğunu belirtir; “hileci”(Campbell’in deyimiyle “dolandırıcı”) paleolitik çerçevede ateş getiren ve insanoğluna öğretmenlik yapan kahramanın arketipiydi… s. 273…
12
Bu unvanlara “sesin hakikati” unvanını da eklemek gerekmektedir. Bu ise Osiris’in düşmanlarını yenmesini sağlayan, sihirli kelimelerin teminiyle ilgilidir. Bk. Budge, s. 79-80.
13
Herodot, kanatlı yılanlar hakkındaki söylentilere açıklık getirmek üzere bizzat Buto'ya gittiğini belirtir. Gerçekten de sayılamayacak kadar çok sayıda "yılan kalıntısı" görmüştür. Bk. HERODOT, a.g.e. s. 112-113.
İbis kuşu simgesini değerlendiren Yunanlı hekim Alianos'un yorumunu, R. Guenon'dan aktaran Prof. Mahmut Erol Kılıç, "kuşun" uyuma edimi sırasında başını kanatlarının altına soktuğuna, bu haliyle dışarıdan bakan kişiler için "tam bir kalp" şekli oluşturduğuna dikkat çeker. Buradan Mısır’da kalbe atfedilen kutsal roller ile Hermes arasındaki paralelliğe ulaşırız. Kalbin ruhun ikametgahı ve her türlü bilginin yönetildiği merkez olarak taşıdığı roller, Hermes’in nitelikleriyle açıkça uyumludur
İbis kuşu kadar yaygın olmasa da Thoth’un, asa (egemenlik) ve kalem (bilgelik) simgeleriyle yan yana resmedildiği örnekler geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bunlardan bir tanesi olan, bir asaya tırmanan iki yılana
ilişkin simgenin kökeni, Herodot'un aktardığı "yılanlara karşı" mücadele olabilir. Günümüzde dahi "tıp" ile
ilişkili olarak düşünülmektedir. Yılan kadim zamanlardan beri "bilgi"nin içrek niteliğini açıklamada kullanılmıştı; Thoth simgesindeki iki yılan, simya uğraşlarında ve diğer içrek geleneklerde, bilginin dünyevi ve
ilahi yönüyle ilgili olarak düşünülür. Musa’nın, yılan sokmalarına karşı kullandığı Tunç Yılanının kökenleri
için elverişli bir değinim…
Hayvan, insan ve Tanrı olarak Thoth
İbis ya da Köpek Başlı Maymun… En eski zamanlardan beri hayvan başlı insan olarak resmedilen Thoth’un,
medeniyet taşıyıcısı olarak üstlendiği rol bizler için yabancı değil. Burada, pek de dikkat çekmeyen bir keşfin şafağında, “medeniyeti getiren” hayvan metaforu için olağan dışı bir fırsata kavuşuruz. Onun kimliği,
insanoğlunun tarihi çağlarda dahi medeniyeti oluşturan tüm entelektüel unsurların kaynağı olarak “doğaya”
işaret eden kanaldan beslenmektedir.
Thoth bir yönüyle, modern dünyanın insanı hayvandan ayıran yahut insanı insan yapan niteliklere düzdüğü
övgünün karşısında konumlanır. Onun iddiasına göre, “böylesi bir ayırım” şayet mutlaklaşırsa, “insan” anlaşılamaz hale gelir. O “hayvan” olmaya sırtını dönmemiş, en azından hatıralarından “hayvanlığını” silememiş,
ritüellerle onu yaşatmaya devam etme halinin; iki türe de ait olma durumunun simgesidir. Bir diğer deyişle,
insanın hayvanla temas halinde olduğu “son” kutsal anın temsilidir. Hermes hem bir hayvan, hem de bir Tanrıdır.
Aynı zamanda bir insandır; acıyla öykünülen bolluk toplumu arzusunun ve “kaygısız bir gelecek halinin”
insanı sarsan güdümüne rağmen, insan türünün yaşamak adına attığı tüm kültürel adımların mimarıdır. Medeniyet onunla başlar, o ilk bilinçsizlik halinin aşılışı, yararlı ve mantıklı şeylerin yapılışının miladıdır Onun
verdiği bilginin Tanrısal bir kaynağa sahip olduğu şeklindeki geç dönem kabulleri bir kenara itilirse, Thoth
“ilk ata”dır… “Birçok kültürde görülen, içinden hâlâ su akan eski bir nehir yatağıdır o” diye tanımlar Jung
onu; insanı hayvanlığa bağlayan en ilkel arketip... Cennetin ve bir “Altın Çağ” özleminin gizlenmiş temsilcisi; insanın sırtını henüz dönmediği doğal yaşamdaki beceriksizlik ve sakarlığının… Bir Kuzey Amerika masalını aktarırken Campbell; soğan yediği için beklenmedik derecede dışkılayan ve sonunda kendi dışkısına
bulanan yaşlı bir ihtiyar olarak görüldüğünü belirtir.14
Ama aynı zamanda, görkemli insan medeniyetine dönme şafağında pusuya yatmış olanakların, belki de Tanrılığın… Aynı masal, Yaşlı Adamı insanları çamurdan yapan, bir şaka-oyun sonucunda ölmeye mahkum
eden, insanlara av silahlarını yapmayı, bizon öldürüp kesmeyi; ateş yakmayı ve eti pişirmeyi öğreten kişi
olarak sunar. Thompson Irmağı Kızılderilileri ve Athapascan(İngiliz Kolombiyasının en kuzeyi) mitlerinde
de kendine yaygınca yer bulmuştu. Kimisinde koyot, kimisinde bir kuş biçimindedir. Öyküler, ateşi sahiplenen insanlardan ya da ayıdan “hınzırca” bir plan ve komik kovalamaca sahneleriyle dolu mizansenle nasıl
çalındığını gösterir. Yunan’da olgunlaşan Prometheus figürüne ulaşacak ilkel kaynak budur... Campbell’a
göre “Yunan Titanı”, kendine güvenli şaman dolandırıcının yüceltilmiş imgesidir.
Hiç bitmeyen enerjisiyle kılıktan kılığa giren bir "şakacıdır" adeta… Kuzey ve Doğu Amerika’nın orman
kabilelerinde Büyük Tavşan ve Ulu Tavşan olarak betimlenir; Kuzeybatı sahili kabilelerinde Kuzgun, Avrupa’da tilki ve kimi yerlerde Alakargadır... İdris'in, Thoth'un; Yunan'ın kanatlı ayakkabılar giyen
Hermes'inin(Merkür), Germen mitlerindeki Loki’nin görünür maskesinin altında, hiç kimsenin, belki de
Osiris'in dahi bilmediği bir yüz saklıdır. Sanki sahip olduğu üstün ve sorgulanamaz gücüyle evrene ve insanlığa kesintisiz-sapmaz bir kader, kendisine de "mütevazi" bir rol çizmiş, gerçek bir tasarımcıdır. Hiçbir mitik
figür onun kadar eski değildir ki günümüze dek süregelen bir isme sahip olsun.
Böylelikle onun neden, Osiris gibi, tüm Mısır'da kesintisiz bir şekilde tapınım gösterilen Tanrılardan birisi
olduğu yolundaki soruya da yanıt vermeye yaklaşmış oluruz. İnsanoğlunun her daim kullandığı, değer verdiği ve yücelttiği meselelerin “mitik öğreticisidir”. Olmamış olması durumunda hayatın çok daha kötü bir hale
14
CAMPBELL, İlkel Mitoloji, s. 269.
geleceği kesin olan, buluşların ve öte dünyadaki selametin hamisi…
İlkellerdeki “hileci” motifi, bir yandan insanın “hayvanlıkla” ilişkilendirilebilecek geçmiş hayatını “sevimli”,
“şakacı” ya da “doğal bir ahmaklıkla” ele aldığını, dolayısıyla geçmişini küçümsediğini ortaya sererken, diğer taraftan “Altın Çağı” unutmamak gibi kesin bir ilgi ortaya çıkarır. Hermes, geçiş sürecinin, “eşiğin”,
“hayvanlıktan” insanlığa geçişe; sonrasında ise birey ve topluluk arasındaki baskıdan doğan çifte duygulanımlı hallere aittir. Bu onun ateş simgesiyle karşılanışını açıklamak için yeterlidir; bir Andaman mitosunda
insan, “ateş” çaldığı için Biliku tarafından kanatları yakılan Yalıçapkınıdır. Onlar bir zamanlar, ormanda yaşayan arkadaştırlar; ama “Fakat” der Campbell
“Ateşin bulunuşuyla insandan kopmuşlardır. Hayvanların gece korunmak için ateş yakan insanlardan korkarak uzaklaştıkları da doğrudur…”15
Ortaçağ’ın kimi katedral törenlerine uzanan etkinliğiyle, insanın içinde her daim taşıdığı “bireyci” eğilimin
temsilcisidir. Maskeli mitik figürlerle temsil edilir; yoğun bir gürültü, gözleri yoran bir renk cümbüşünde,
anlamsız kareografilerle devinir. “Karışıklık ilkesi” der, Campbell; “tabulara aldırmama ve sınırları yıkma
ilkesidir..” Anlaşıldığı kadarıyla festivaller, bireyi baskılayan bu gücün kontrollü biçimde dışarıya salıverilmesi yolunda uzun süre işlev görmüştür.
İlkel kültürlerdeki “hileci-şakacı” karakteri, tarih öncesi din ve inanç biçimlerine yakınlığını tarihsel belgelerle dahi izleyebildiğimiz Mısır’ın özgün yaratımı değildir; avcı-toplayıcılara ait mitin bir figür, Nil ülkesinde, bir isim ve itibar kazanır. O artık Thoth’tur.
Köken
Thoth'un, Yunan kültüründeki ismiyle Hermes'in16 tarihsel bir karakter olarak ayrıntılı portresinin çizilmesine
olanak vermeyen belirsizlik günümüze dek uzanır. Yine de izlerini sürmeye çalışabiliriz. Onunla ilişkili ilk
söylemlerden birisine Memfis Teolojisinde rastlarız. Burada Thoth yaratımın merkezi ve Tanrı Re de dahil
olmak üzere tüm tanrıların yaratıcısı Ptah’ın, kalbi ve dili olarak betimlenmiştir. PTAH yaratımını söz ile
gerçekleştirdiği için, Thoth, yaratımda özel bir yere sahiptir. Söz konusu teolojide Thoth:
*
*
*
*
*
*
Yazının mucidi
Matematiğin kurucusu
Tılsımlı sözlerin(büyünün ustası)
Tanrılar arasındaki haberci-vahiy figürü
Retorikçi
Ölüler dünyasının yol göstericisidir.
Özellikle “tılsımlı sözler” ve büyü hususundaki merkezi konumu, ölüler dünyasındaki prestijinin nedenidir.
Kimi yerlerde Anubis olarak canlandırıldı. M.Ö. III. bin yıllarına ait bir Piramit Metninde, iki Tanrının ölülerin yargılanması işiyle birlikte ilgilendiği görülüyor. Bununla birlikte bu kullanım çok yaygın değildir. İki
Tanrı belirgin, sınırları hemen her dönem ve teolojide ayrı misyonlar taşıyan farklı karakterler olarak resmedilmiştir.
Thoth, takvim, zaman ölçülerinin gözetimi ve uzak ülkelerden getirilen ürünlerin tutanağının yazıcısıdır. Bu
tanımdaki dünyevi yazıcı rolü, semavi görevlerle bağlantı halindedir. O Güneş Tanrısı Ra'nın temsilcisi ve
Güneş Kayığına binen ve inenlerin kaydını tutar.
IV. Ramses'in mezarında bulunan Maat şiirinde anlatılanlar onun çok daha değerli niteliğini açıklayıcıdır.
Thoth, bu şiirde "düzen ve uyumdan sorumlu" tanrı olarak, Osiris'le bağlantılıdır. Böylece Osiris mitinin çatışma içeren yönleri, Horus ve Seth, onun kişiliğinde sentezlenerek, uyuma dönüşür.17Thoth, geç dönemlerde
Horus'un tohumundan oluşmuş, ancak Seth'den doğmuş olarak resmedilir.İki Ülkenin Birleşme probleminde
15 Alıntı
için CAMPBELL, İLkel Mitoloji s. 365.
16
Günümüzde Mısır ve dinler tarihi uzmanları Thoth ve Hermes figürlerinin özdeşliği, konusunda hemfikirdir. Mısır'da farklı misyonlara soyunan Tanrı Thoth, Yunan mitolojisine Tanrıların habercisi olarak, kanatlı ayakkabılar giyen Hermes figürü olarak temsil
edilir. Diğer taraftan Hermes ismine yönelik belirsizlikler bulunmaktadır. İsmin, Budha ya da Manu gibi "cins" bir isim olma ihtimali
yüksektir. Bu bir kişiye ait isim olabildiği gibi mabuda(din) ya da tarike(yol-tarikat) ait de olabilir. M.A.Ayni, Tasavvuf Tarihi. s. 49...
17
Hunefer Papirüsü Seth ve Horus arasındaki savaşın sona erdirilmesinde Thoth’un rolüne ışık tutmaktadır. “Set ve Horus’a senin
uğruna barış yaptırdı!”. Ayrıca “İki savaşçıyı senin huzurunda birbirine nazik yaptı ve ülkeye senin önünde barış yaptırdı; kalplerindeki öfkenin gitmesini sağladı ve her biri kardeşiyle uzlaştı!” ifadeleri yer almaktadır. Alıntı için bk. Budge, s. 65-66
Thoth, tarihsel olanı açıklayan güçlü bir karakter olarak şekillenmiştir.
Thoth’un, bir bilim ansiklopedisindeki hemen her maddenin yaratıcısı olarak ulaştığı ün, antik dönemler için
dahi dikkat çekicidir. Onun eserlerini açıklama gayesi hisseden ilk filozoflardan birisi olan İskenderiyeli
Clemens, Thoth'a atfedilen 42 kitaptan, 10 tanesinin teoloji, 10 tanesinin ise kutsal uygulamalar ve dini ritüellerle ilgili olduğunu belirtir. Geri kalan yazıtlar içerisinde, krallara yönetimsel öneriler içeren politika kitapları bulunmaktadır. Ayrıca 4 adet kitap, astronomi-astroloji, 16 tanesi ise coğrafya kitabıdır.18
Clemens'in verdiği rakamlar ve kitapların içeriği hususu pek güvenilir değildir. Benzer bir durum, Thoth
okullarının gizlici kabul edilen içeriği hususunda da geçerlidir. Bununla beraber, söz konusu bildirimler,
Thoth'un tüm insani bilim ve disiplinlerin mimarı olduğu gibi temel bir gerçekliğin eğretilemesi olarak değerlendirilmeyi hak eder.
Thoth'a atfedilen kaynakların, bir insan ömrüne sığması imkansız bir sayıya ulaşması şeklindeki pozitif çıkarım bir kenara bırakılırsa, kendilerini belli bir Tanrı'ya ve onun Tapınağına bağlamış "rahipler" sınıfının, yüzlerce yıllık "yazım" ve saklama geleneğinin ürünlerine ulaşabiliriz. Mısır ve Mezopotamya gibi kadim kültürlerin tarihlerine yönelik incelemeler, insani edimlerin sonuçlarının “Tanrılara” atfedilişinin sayısız verisini
sunar. Buradan hareketle Thoth rahiplerinin, tıp, büyü, din ya da astroloji gibi farklı disiplinler üzerinde yürüttüğü çalışmalar bütününü Tanrı Thoth'a atfettiği düşünülebilir. Bu aşamadaki temel yanılgı, kadim toplumlara özgü bu eğilimin, Yunan ya da Roma gibi "aracı" kültürlerce yanlış anlaşılmasından ya da göz ardı edilmesinden kaynaklanıyor olabilir. Mısırlıların, "Thoth'un kitapları" söylencesinin arkasında, dile getirilmeyen
ama "içselleştirilmiş" haliyle yaşayagelen "rahip çalışmalar", dışarıdan bakan gözlerin, özellikle pozitivizm
gibi bir batağın körlüğüyle yarı-mitik Tarihsel, tek bir karaktere mal edilmiş olabilir.
Kitaplar ve kutsal çabalar...
Thoth'un kenti Hermopolis İ.Ö. 2000'li yıllara uzanan tarihiyle, esinleyici Tanrısının uğraşlarına uygun bir
karizmaya sahipti. Şehir, geniş kütüphaneler ve itinayla saklanan kayıtlar içeren Tapınaklar içeriyordu.
Tarihin bilinen en eski Hermetik metni İki Yol Kitabı19 büyük bir olasılıkla XII. Hanedanlık döneminde bu
merkezde tasarlanmıştır. Erken tarihli bu veriler Thoth kültünün Mısır dinin en işlevsel unsuru olduğunu göstermektedir. Kendisini Thoth'a adamış rahiplerin özellikle "öte dünya" inanışı ve Tanrı'nın nitelikleri konusunda, ana inanca ait unsurların kayda geçirilmesi çabasına kanalize olduğunu doğrular bir yönüyle. Kaydetme geleneğinin bu dinsel merkezi, Orta Krallığa ait tabutlardaki Thoth Kitapları alıntılarının temel muhatabıdır. Thoth, göreli olarak erken tarihlerden itibaren, "Kutsal Kitap" sahibi tarihsel bir figür olarak çağı
üzerinde büyük etkilerde bulunmuştur.
Yazı ve kayda geçirme çabası, zamanla olgunlaşan, içrek bir imajın doğumuna vesile oldu. Memfis ve Teb
kentlerindeki tapınaklarda Thoth'un gizli öğretisi doğrultusunda dışa kapalı bir ibadet hayatı yaşayan, sırlardan derece derece haberdar olunabilmesine olanak veren hiyerarşik bir okulun kökeni için doğru adres burasıdır. Bu okulda, iç yolculuk, sezgisel ve kavramsal bilgi üzerine yürütülen çalışmalar, dönem algısında "kutsal bir sınıfın" varlığına dair tarihteki ilk emare olarak tanımlanabilir. Bu sınıflaşma, dinin bireysel boyutu ile
ortodoksi arasındaki çatışmanın, ilki lehine olgunlaşmaya olanak veren teorik donanımının ana kaynağı olarak gözüküyor.
Thoth rahiplerine yüksek bir prestij atfeden bu dışa kapalı imaj, soyluların dahi içine girmeye arzu edeceği
bir çekim etkisi oluşturdu. Orta Krallığa kadar geriye giden kayıtlar, Mısır'da üst sınıfların Thoth tarafından
eğitilmiş olmakla övündüklerini gösteriyor. Bu eğilim, Yunan ve Roma medeniyetlerinde de yaşamış olmalı.
Zira Yunanca yazılmış I. yüzyıla ait bir İsis Kültü metninde, Tanrıça kendisini, Hermes tarafından eğitilmiş
olarak göstermekte ve yazıyı Hermes ile birlikte icat ettiğini belirtmektedir.
Gizli kitaplara ve adına dışa kapalı ibadetler gerçekleştiren seçkin rahipler sınıfına sahip Tanrı olarak Thoth18
İskenderiyeli Clemens, Thoth rahiplerinin Tanrı tarafından yazıldığına inanılan kırk iki adet kitap tarafından oluşturulan öğretinin
takipçileri olduğunu aktarır. Bu sayı tarihsel olarak doğrulanabilir olmasa da, Helenistik döneme dek uzanan kitabi bir kutsallığın
izlerini aktarması açısından önemlidir. Bu rakam en azından akla yakın gözükmektedir. Zira Antikçağ, Thoth'a atfedilen kitapların,
bir insan ömrüne sığması imkansız sayıda olduğunu söyleyen bildirimlerle doludur. Örneğin, Iamblikhos, Misterler isimli kitabında,
son Thoth Rahibi Manethon'un, bu sayıyı 36.525, Seleukos ve Iulius Firmicus Maternus'un da 20.000 olarak gösterdiğini yazar.
19
"İki Yol Kitabı", Tabut Metinleri'nin içinde yer alır. Öte dünyayı resim ve harita yoluyla betimlemeye çalışan bir kompozisyondur.
'un önemi, kadim Mısır tarihi boyunca gücünü koruyan bir figürdü. Bu konum kutsal kitaplardaki rolleriyle
güçlenmişti. En önemli örnek Tanrı'nın "Ölüler Kitabı" içindeki rolüdür. Kimi modern efsanelere göre, bizzat
Thoth heykelinin ayaklarının dibinde bulunan "Ölüler Kitabı'nda" Thoth, "Kalbin Tartılışı" sahnesinde, Osiris'in verdiği kararı yazıya geçiren "yazıcı" ve "gizli kitapların sahibi" olarak tanımlanıyor. Burada ölünün
ruhu, arınma yolunda günümüz Hıristiyanlığında hala yaşamakta olan, "günah çıkarma" işlemini Thoth huzurunda yapmaktadır.20 Yaşamı süresince işlediği günahları Thoth'a itiraf eden ölü için olduğu kadar, Kalbin
Tartılması işleminden temiz çıkan ölü için de yazgı, Thoth'un tavsiyelerine bağlıdır. Kişinin gideceği yer şayet cennetse, Thoth, ölüyü Cennet Bahçeleri'nin Üç Koruyucu Tanrısı'na yönlendirecektir. Bu azılı bekçilerden kurtularak Cennet'e girmek, ancak Thoth'un izniyle mümkündür.
Ölüler Kitabı, Thoth'a adanmış özel dualar içermektedir. Bu ise ölüm yolculuğunda Thoth'un oynadığı rolü
gözler önüne sermektedir. Bu dualardan birisinde yolcu, Tanrı'ya, "Ey Thoth, bize kötü davranılmasına izin
verme!" diye yalvarırken, ölüler dünyasında bir kez daha ölmemek için, ondan yardım istemektedir.21
Thoth-Hermes değişkesi ve geç dönemler...
Thoth figürüyle ilgili tarihsel belirsizlikler, Thoth isminin Hermes'e dönüşümü sürecinde artarak devam etti.
Buna bir de Eski Ahid ile Yunan Medeniyeti'nin eskiliği savunusunu delillendirme amacıyla yapılan Avrupa
Merkezci çarpıtmaları eklediğimizde çözülmesi oldukça zor olan bir problemle karşı karşıya olduğumuz çok
daha iyi anlaşılır…
Anlaşılamaz onca şeyin arkasında Thoth’un hiç kesilmeyen bir saygının muhatabı olduğunu, Mısır'la tanışan
her yabancı kültürün, bu kültü özümsediğini görmek şaşırtıcıdır. Hiç durmayan bir kabul ve eklemleme işlemi ardı ardına gelir; her kültür büyük bir hoşgörü ve içtenlikle kabul ettiği bu karaktere yeni özellikler eklemektedir. Thoth giderek büyüyen bir itibara sahiptir. Kral Apries'e ait İ.Ö. 570'li yıllara ait bir dikilitaşta, "iki
kere büyük" sıfatıyla anılır Thoth. Anlaşıldığı kadarıyla Apries, Hermopolis kentinin efendisi Thoth'a hatırı
sayılır düzeyde toprak bağışlamış ve dikilitaşı da bu bağışların belgeleyicisi olarak görmüştür. Hermes İ.Ö.
III. yüzyılda, kadim İran topraklarında da "Baş peygamber" unvanıyla anılır; bu topraklardaki sıfatı ise "Üç
Kere Büyük" tür.22
Hermes figürü, Yunan ve Roma kültüründe de yaygın olarak tanınmaktadır. Başta Platon olmak üzere çok
sayıda Yunan yazarı, yapıtlarında ondan saygıyla bahsetmiştir. "Phaidros ve Philebos" yapıtlarında Thoth'u,
rakam, hesap, matematik, yıldızbilim, satranç, zar oyunları ve harfleri icat eden kişi olarak tanımlayan Platon'un sonraki dönem yazarları takip etmiştir. Heliodor'un Thoth'u "Homeros'un babası" olarak nitelemesi,
Yunan dünyasının bu en büyük destanının ve Tanrılar hakkındaki malumatının arkasında, Mısırlı Tanrı Thoth'un bulunduğu kanısının yaşamakta olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan Diodorus da, Thoth'u, en bü20
Ölünün itirafı şöyledir: "Bilirsiniz ki yumurtayı oluşurken kırmamışım, Mendes tekesi üzerine yemin etmemiş, Abidos'ta Ptah Tatenen'in adını anmamışım. Beni kurtardınız! Beni yanınızda tutun çünkü nefesim saf, kalbim saf, ellerim saftır ve beni görenler
şöyle der: Ey saf olan sen, hoş geldin! Ruhun aşağı dünyada sükunet içinde olsun. Hoş gelmiş ol çünkü iç organlarını Maat gölünde
yıkadın, ey saf olan sen..." Champdor, s. 39... Bu itiraf sırasında ölünün, hayattayken işlediği kırk iki günahla ve bunlardan her birini
temsil eden kırk iki adalet tanrısıyla karşılaşırız. Bunlar, mahkeme huzurunda diz çökmüş, itirafı izlemektedir. Bu günahlar için bk.
Kılıç, s. 19. Yemin: "Ben temizim!" sözcüğünün üç kez tekrarıyla biter. Kırk iki günah, kırk iki Tanrı simetrisi vardı.
21
Dua şöyledir: "Ey Thoth büyük günah işleyen ve başkaldıran Nut'un çocuklarının başına neler geldi? Ey Thoth, Tmu'nun buyurduğu şeyi bize bağışla: "Günahı görmeyeceksin, başkaldırmayacaksın. Ey Thot bize kötü davranılmasına izin verme..." Champdor s.
93...
22
Bu sıfatların içeriği, zamana ve kültüre göre farklılık gösteriyor. En yaygın olan inanış, Thoth'un mezarında bulunan "Zümrüt Tablet"lerde yazılı olduğu rivayet edilen bildirimlere dayanır. Buna göre Thoth, "üç kere büyüktür" çünkü, kendi ifadesiyle, bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de ona aittir. Kaynak: "http: //www.hermetics.org/Zumrut Tablet.html." Ayrıca bk. bir diğer alıntı için
Prof Priesner, Simyadan Kimyaya. S. 30. “Zümrüt Levha” M. Erol KILIÇ s. 113’de aktardığı gibi “Bu sebeptendir ki, bana “Üçlü
Hikmet Sahibi Hermes” dediler. Ben bütün alemin üç bölüm hikmetine sahibim” M. Erol Kılıç, islam geleneğinde bu üç bölümün
"Nübüvvet, hikmet ve hilafet olduğu inanışını tekrarlar. KILIÇ, Mahmud Erol. "Hermesler Hermesi" s, 10, Arkeoloji ve Sanat Yayınları. 2010. Kılıç, bu bölümlemenin “sema, hava ve toprak” gibi simya terimleriyle simgelenen ruhi, nefsani ve cismani alemlere işaret
ettiğini aktarır. A.g.e. s. 113. İstanbul. İslam geleneğine göre ise Üç Kere Büyük sıfatı, farklı dönemlerde yaşayan "Üç Hermes" ile
anlamlıdır. Bunlardan ilki Tufan öncesinde Yukarı Mısır'da, ikincisi Tufan'dan sonra Babil'de, üçüncüsü ise yine Tufan'dan sonra
Mısır'da yaşamıştır. İnanışa göre son Hermes, bir simya kitabına sahiptir. Hornung, Ezoterik Mısır, s. 54. Kılıç, ilk Hermes'in "dünyada kutsal şeylerden bahseden ilk kişi" olduğunu aktarır. İlk Hermes, dedesi Adem'den gece ve gündüzün saatlerini öğrenmiş, bir
mabet yaparak ilk kez Allah'a ibadet etmiş, tufanın geleceğini haber vermiştir. Ayrıca Mısır'daki piramitleri yaparak "irfanı gizli kılmaz amacıyla" gizli yazıyı icat etmiştir. Eb'u Maşer'den alıntılayan Kılıç, s. 10-11. İkinci Hermes Babil'de yaşamış matematikci, tıp
ve felsefe üstadı iken üçüncü Hermes, yine Mısır'da bu kez tufandan sonra yaşamış, tıp, felsefeci, zoolog ve botanikçidir. Asklepios'un öğrenciliğini yaptığı bu Hermes, simya dalında da önemli kitaplar yazmıştır. Bir diğer yoruma göre Hermes, üç mesleğin erbabıdır: hükümdar, şair-kanun koyucu ve rahip. Ayni, s. 50.
yük mucit ve yazının, yasaların ve tüm sanatların yaratıcısı olarak görmektedir.
Görüldüğü kadarıyla Mısır'a duyulan saygı, geç dönemlerde, Thoth üzerinden yaşamaya devam etmektedir.
Dışa kapalı gizem öğretilerinin kökeni...
Thoth rahiplerinin, kendilerine atfedilen "yazıcılık" ya da "kayıt tutma" misyonlarını, ya da içrek ibadet biçimini, hangi şekilde ve zamanda kazandıklarına dair, tarihsel bir netlik bulunmuyor. Bununla birlikte, böylesi bir şekillenişin din adamları sınıfının Tanrı-Kral'ın himayesinden, dolayısıyla atanmış memurlar olmaktan çıkarak, bağımsız bir ruhban sınıfına dönüşümünü mümkün kılan "Fetret Dönemi'nin" ardından gerçekleşmiş olması muhtemeldir. Zira tarihsel kayıtlar bu dönemin sonunda, ruhban sınıfın Krallara özgü unvanları kullanmaya başladığını göstermektedir.
Benzer şekilde Thoth rahipleri ekseninde, türevleri günümüze dek uzanan, Tanrı'nın ve evrenin sırlarından
aşama aşama haberdar olma yolunda hiyerarşik bir örgütlenişin izleri de alabildiğine siliktir. Böylesi bir örgütlenişin en önemli öğesi "kabul törenleridir" ki, Mısır'da Thoth rahipleri için bu tip, "gizlilik" içeren bir
kabul töreninin işaretleri yoktur. Mısır'da en yaygın kabul töreni Osiris Mitleri'nden hareketle düzenlenen
Abidos merkezli uygulamalardır; ancak bu uygulamalar “gizli” değil, aksine toplumun tümüne açık şölenler
niteliğini taşımaktadır. Törenler bir şölen alanında gerçekleşmekte, bu alana giden yolda ise çok sayıda kutsal merkez sıralanmaktadır. Şölenin kapanışı, herkesin davetli olduğu dans ve bayram ritüellerine sahne olmaktadır.
Thoth rahipleri ekseninde yürüyen "gizlici" uygulamalara dair geç dönem eklemeleri, dirsek temasında bulunduğu, öte dünyanın Tanrısı Osiris üzerinden oluşmuş olmalı. Osiris'in ve onun dünyasının insana yaşarken
kapalı olan bilgisi, Thoth'un misyonu ve kutsal yazılarıyla açık hale gelebilir, zira geç döneme özgü mitler,
Thoth'un bizzat Osiris aracılığıyla evrenin sırlarına sahip olduğu, dolayısıyla bir eğitime tabi tutulduğu inanışının yaşamakta olduğunu göstermektedir. Bu anlatılara göre Thoth, öğretmeni Osiris'ten Ay, Venüs, Mars ve
Jüpiter gibi göksel kürelerin ve onlara özgü ruhani anlamların bilgisini almıştı.23
Bir peygambere özgü nitelikleriyle Thoth, kendisi gibi Tanrı'ya sorular soran Zerdüşt'ten daha şanslı gözükmektedir, zira o sorularına yanıtlar almaktadır. O halde Thoth, yaşayanlara öte dünya ve Tanrı Osiris'in ülkesi
hakkında bilgi taşıyan, "gizli" bilginin yöneticisi ve bu bilginin insanlarla ilişkisinin belirleyicisi olarak, yasal bir varistir.
Thoth'un esinleyicisi olduğu gizli bilgi, belli bir sınıfın aidiyetinde değildi. Toplumsal çalkantıların etkisiyle
serpilen "dini demokratikleşme" toplumun tüm kesimleri için, kişisel dini eğilimlerle Tanrıların ve öte dünyanın bilgisini mümkün kılan bir yön barındırmaktaydı zaten. Ancak okul, onun hamiliğinde her iki dünyaya
ilişkin Tanrıbilimsel zenginliği sistemleştirme başarısını gösterir. Bu öğreti, Samanyolu olarak bilinen boşluğun yedinci kadındaki nur tohumlarının insana uzanan yolculuğunun nasıl başladığını, kısacası tüm insanlığa
hükmeden "hayatın ve yaşamın" kaynağı ve sırrı problemine bir çözüm sunar. Söz konusu kozmolojiye göre,
Satürn'ün çemberinde bilinçsiz de olsa, mutlu ve huzurlu bir hayat sürdüren yaşam tohumları aslında ışıktan
bir beden taşımaktadır. Bu bedenler, yeryüzüne yaklaştıkça "giysiye" ihtiyaç duyarlar ve düşüş, gökyüzünün
yedi katı için, ışıktan bedene uygun bir kılıf hazırlamaktadır. En altta bulunan toprak hapishanesi, kişinin
gerçek sınama merkezidir; zira toprağın arzuları kişinin ruhunu ele geçirirse, özdeki nur ışığı çok geçmeden
sönecektir Gerekli donanımlarla hareket eden kişilerin ruhları için, yeniden yükseliş mümkün gözükmektedir.
Söz konusu teorinin ne oranda Mısır’a ait olduğu, ne oranda sonraki dönem kültürlerinin katkısını taşıdığı
bilinemez. Hiç durmayan büyüyen ve özünde olmayan nitelik ve unsurlara sahip, bir figür ve onun ekseninde
takip edilebilmesi güç felsefi spekülasyonlar ağı oluşmuştur.
Bu yöndeki en önemli katkılardan birisi Hıristiyan gnostisizminden gelir. Bu yorumda, her inananın, günün
birinde İsa gibi olmasına olanak veren olanak veren aydınlanma fikri açıkça gözükür. Elbette bu fikrin kay23
Ayni, Hermes'in deneyiminin, gökyüzünü seyredişi sırasında başladığını aktarır. Osiris'in öğretmenliğinde önce insana en yakın
melek tarafından refakat edilen Ay'ın, doğum ve ölümlere eşlik eden ruh olduğunu öğrenir. Hermes bunun ardından yedi gezegenin
bilgisine ulaşır: "Ay'ın üstünde Zühre (Venüs) aşk aynası sayesinde ruhların birbirlerini tanımasını, Güneş Meleği güzellik sırlarının
aydınlığını, Mars adalet ilkesiyle devinimini sürdürür. Son olarak Jüpiter, külli aklın asasını taşı. Tıpkı Zuhal yani Satürn gibi külli
hikmet küresini bünyesinde taşımaktadır." Ayni s. 64... M. E. KILIÇ da, Hermes'in Osiris tarafından eğitilişi ve bu eğitimin ayrıntıları hakkında bilgi aktarmaktadır. Bk. s. 25. Olasılıkla geç dönemde olgunlaşmış, müridin okula kabulü ve erginlenme süreci hakkındaki ayrıntılar şüphe götürür nitelikler taşımaktadır.
nağını Thoth kültünde bulmak doğrulanabilir değilse bile, bir aşırılık da değildir. Zira Hermetik bir metin
olan Poimandres kitabında, insanın dünyadan başlayan “köklere yolculuğunun” sekizinci katta ruhun tanrısallığı erişmesiyle tamamlanacağı ve dünyevi niteliklerinde arınan ruhun tümüyle Tanrılaşacağı iddiasında
bulunulur.24
Thoth-Hermes'in öyküsü, Muhammed'in Mirac'ı, İdris'in gökyüzüne alınması ya da Musa'nın Sina dağı'nda
Rab ile görüşmesi gibi deneyimlerin ilkidir. Bu bir peygamberlik iddiasıdır; çürüyen, yozlaşan bir dünyanın
karşısına koyulan "ahlaki" prensiplerin ve öte-dünya bilgisinin, "sırlarla" bezenmiş zahmetli açılımıdır. Bu
anlamda tüm peygamberlere ilham veren kaynaktır; yozlaşan her topluma kendi içindeki kutsallığa bakmayı
yönlendiren tarihsel çevrimini ‘heyecan’ verici yönüdür. Elbette karşıtında, yeni dini heyecanının bitmesini
bekleyen topluluk hassasiyet ve düzen ihtiyacının yola getirici yönünü bulacak, çok geçmeden yitip gidecektir. Bu İslam’ın son peygamber miti ile zirve noktasına ulaşmış yenilginin ilk tarihsel hatırasıdır.
Ve Onun aracılığıyla kainatın merkezine yönelmiş yolcunun hikayesi, binlerce yıl boyunca sürecek olan öğretmen-öğrenci ilişkisinin başlangıcını teşkil eder. Gizli olanı, yani Tanrı'nın bilgisini vaat eden de; onu elde
etmek isteyen yolcuyu, evrenin birliği öğretisinin kesin bir sonucu olarak kat'i bir sessizliğe, ilk kez mahkum
eden de odur.
Hermes külliyatı ve köken tartışması
Hermes Külliyatı, bizzat Thoth ya da bu karakterin Yunan dinine evimerizasyonu sonunda aldığı ismiyle
Hermes tarafından yazıldığı veya onun esiniyle kaleme alındığı düşünülen belgeler bütünüdür.
Tahmin edileceği gibi söz konusu belgelerin içeriği ve tarihsel konumlanışı açıklıktan uzaktır. Modern Mısırbilim çalışmaları sonrasında Corpus Hermeticum'un yazıya geçiriliş tarihi İ.Ö.VI ve İ.S. II. Yüzyıllar gibi
geniş bir zaman dilimine iliştirilmiştir. Söz konusu zaman dilimi, Mısır tarihinin en çalkantılı dönemini temsil eder. Yabancı kültürlerin etkisiyle kozmopolitleşen ve otantik değerlerini kaybetmeye yüz tutan Mısır için,
bilimsel ya da dini çalışmalar adına gerekli olan asgari güvenliğin sağlanamadığı yüzyıllar, Corpus Hermeticum gibi, çok sayıda belgenin ortadan kaybolmasına vesile olmuştur muhtemelen.
İskenderiye Kütüphanesinin, İ.S. 390 yılındaki yakılışı gibi bir sembolden hareketle, tarihsel belgelere yönelik çok sayıda yıkım eyleminin gerçekleşmiş olduğunu biliyoruz. Bu karanlık dönem, Ortaçağ Batı dünyasına hakim Kilise baskısıyla daha da büyümüş olmalıdır, zira Kilise'nin pagan kültürü ve değerlerine duyduğu
nefret, benzersiz talan girişimlerine esin teşkil etmiştir.
Pers işgali ya da Hıristiyan baskısı… Fail kim olursa olsun, kesin olan Corpus Hermeticum olarak bilinen
metinlerin çok azının bugüne ulaşabildiğidir.25
Hermes Külliyatının dili ağırlıklı olarak Yunanca ve Latince, yöntemi ise Yunan filozof ve drama yazarlarının yoğun olarak kullandığı diyalogtur. Günümüze dek gelmeyi başaran Corpus Hermeticum parçaları, Hermes'in diyalogları şeklinde tasarlanmıştır; onun karşısında çoğunlukla Thoth ya da Asklepios-İmhotep bulunmaktadır. Uzmanlar metinleri, Platon diyalogları ve Nag Hammadi külliyatıyla karşılaştırılabilir olarak
nitelemektedir.
Söz konusu veriler, metinlerin iddia edildiği kadar eski olmadığı ve içeriğinin Mısır dininden çok Yunan kültürel yaşamından esinlendiği iddialarının ağırlık kazanmasına neden olmuştu. Ancak ayrıntılı bir inceleme,
göreli olarak geç dönemlere ait bu etkileri abartan yorumların metinlerin “kaynak” niteliğini gözardı ettiğini
24
Babasına seslenen Thoth: “Artık dünyayı sadece zihnimle görüyorum, hem gökte hem yerdeyim. Hem havada hem de sudayım.
Hem hayvanım hem de bitkiyim(…) Rahme yeni düşmüş bir bebeğim sanki…” diye seslenir. Tanrı ise yeniden doğan insanın artık
bilinen anlamda üç boyutlu bir bedene sahip olmadığını belirtir ve oğluna “Yeniden doğuşun ne demek olduğunu işte şimdi anlamış
oldun…” der. Libellus XIII. Aktaran S. Martin, s. 99. Ayrıca bk. KILIÇ, a.g.e. s. 77. Bu kişi adeta “Tanrı’nın oğludur. “
25
Bugün toplamda 18 yazılık bir derleme(Poimandres), Asclepius ismiyle düzenlenen, Latince dinsel risaleler ve erken dönem kilise
yazarlarının koleksiyonlarına ait bazı parçalar bulunmaktadır. Bu orjinal metinlere ilave olarak geç dönemlere özgü bazı ikincil kaynaklar yer almaktadır. Bunlar, Thoth ile Hermes özdeşleşiminin gerçekleşmiş olduğu ve Hermes'in üç kere büyük sıfatını elde ettiği
dönemlere özgüdür. Hornung, Ezoterik Mısır, s. 66... Bunlardan başka, Hıristiyan ve İslam kaynaklarından başka, hiçbir yerde karşılaşılmayan kimi parçalar ile Nag Hammadi metinleri içinde bulunan ve Kıpti dilinde yazılmış metinler yer almaktadır. KILIÇ, s. 57.
Poimandres’e göre, insan maddi dünyayı deneyimleyerek, tanrısal köklerine dönüş yolculuğu yapacaktır. Risalelerde yoğun biçimde
beden/zihin düalizmi işlenir. Bk. Martin, s. 98. Sean Martin, Gnostisizm isimli kitabında, Hermetizmi “Gnostik” okullardan birisi
olarak değerlendirirken sistematik bir hata yapmış gözükmektedir. Zira Hermetizm, bir okul olarak “Gnostisizmin” ana kaynağı olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir.
göstermiştir. Her şeyden önce, metinlerin Yunanca kullanılarak yazıya geçirildiği tarihler, metinlerin içeriğinin eskiliği hakkında fikir vermez; yalnızca, Yunan kültürünün Mısır üzerinde etkin olmaya başladığını gösterir. Yunancanın tercih edilmiş olması, Mısır dili ve yazısının işlevsel olmaktan ve gündelik hayattaki ihtiyaçları karşılamaktan ziyade tapınak ve anıt mimarileriyle bütünleşmiş olmasından kaynaklanmış olabilir.
Mısır yazı dilinin uzmanların ve artık unutulmuş görkemli Mısır medeniyetini öte dünya alemlerine yönelmiş
ağırlığı karşısında, pratik felsefenin etkisiyle gelişkin bir yazın eğilimini temsil eden Yunanca, hızlı bir kayıt
yöntemi olarak gözükmüştür. Açıkçası, Yunan kültürünün, binlerce yıldır var olan metinlerin kayda geçirilmesinden ve bu kaydediş sürecini gerçekleştiren yazıcıların zihinlerindeki etkisinden başka, pek bir gücü
olmadığını düşünmek mantıklıdır. Zira çok sayıda risale açık bir şekilde Yunan'da bulunmayan felsefi ve dini
öğeler içermektedir. Mısır uzmanı Hornung'un da belirttiği gibi, özellikle epistemoloji probleminin çözümünde Yunan'ın “akıl” merkezli yaklaşımları Corpus Hermeticum'da gözükmemekte; bu metinlerde
bilgi, esin ve vahiy gibi dinsel içerikli akıl-dışı yollara meyletmektedir. “Kore Kosmou” risalesinde, içerikte İsis'in yüceltilişi ve Osiris ile bilikte Thoth'un kitaplarının bulunarak, buradan hareketle insanlığa kültürel veriler ve dinin temellerinin aktarılışı konu edilmektedir.26
Tartışmaları körükleyen neden, böylesine eski bir teolojinin metinlerinin göreli olarak geç zaman diliminde
yazıya geçirilmiş olması ya da yalnızca bunların günümüze dek ulaşmasıdır. Bu hususta yapılacak en doyurucu açıklama geç döneme ait bu verilerin aksine çok daha eski olası metinlerin bugüne ulaşmayı başaramamış olmasıdır. Zira okul binlerce yıllık bir kayıt geleneği oluşturmuştur ve bunlar da günümüze ulaşmada
sorun oluşturan belgelerdir.
Diğer taraftan son dönemlerin yazıya geçirme fikrini kışkırttığını dile getirebiliriz. Yıkım zamanları, çok sayıda dini "kutsal geleneğe" katkı yapmaya itmiştir; kutsiyetin incinmesiyle ortaya çıkan travma, hem eski
dünyaya duyduğu özlemle "iyimserliği", hem de "dünyanın alabildiğine kötü bir hal almasından" hareketle
eskatolojik ruh halini kutsal yazılara adapte eden çelişkili bir ruh halini yansıtır.
Böylece:
-Evrenin Tanrı'dan bir pay taşıdığı;
-İnsanın huşu yoluyla Tanrı'ya ulaşabileceği (ya da insanın davranışlarıyla yaratılışa yardımcı olmayı başarabileceği) savunan iyimser dünya görüşüne karşıt olarak,
-Kötücül Tanrı’(Tanrı’nın kötü yüzüne)ya dönüşecek Demiurgos’un27 yaratısı olan maddi dünya bütünlüğüne
ulaşmış oluruz.
Bu iki felsefeden ilkinde “maddi dünyaya yönelerek” de olsa Tanrı’ya ulaşmak mümkün olabilir. Buna karşın
ikincisi felsefede maddi olandan kurtulmak, Tanrı’ya ulaşmanın temel şartıdır.
HERMESÇİ FELSEFE
Metinlerde Hermes kendisini "insanların ilki" olarak tanımlıyordu. Tanrısal sırların peşinde koşan, göklerin
görünmez yüzüne şahitlik eden ve hakikatın bilgisine tefekkür yoluyla ulaşan Hermes, "kendisiyle aynı amacı taşıyan gelecek nesiller için" sahip olduğu ve elde ettiği bilgiyi saklamıştır. Açıkça davetkar olan bu satırlar, sonraki yüzyıllar boyunca gizemcilerin ve görünenin ötesinde bir anlam arayanların gözlerini yönelttiği
merkezin Hermes olmasının nedenini açıklar. Aşağıda Hermes külliyatının içeriğini belli başlıklar altında
özetleyeceğim:
-
Tanrısal sırların taşıyıcısı ve peygamber
26
Kore Kosmou'ya göre Tanrılar Mısırlı rahiplere üç sanat bağışlamışlardır: Bunlardan felsefe ruh için, şifa sanatı ise beden içindir.
Üçüncü sanat ise büyüdür ki, bu her iki alan için de geçerlidir. Hornung, Ezoterik Mısır, s. 70... Uzmanlar Mısır dilinden Yunancaya
aktarım sırasında “büyük” bir ifade ve anlam kaybı yaşandığı hususunda fikir bildirir. Bu yorumlar, Yunancanın, özellikle dini ve
metafizik konularıyla binlerce yıldır meşgul olan soyut felsefi zihnin ürünü olarak Mısır dilinin yetkinliğini karşılayamadığı yönündedir. Bu doğrultuda bir yorum için bk. KILIÇ, s. 79.
27
Demiurgos’un Gnostisizm’de ayrı ve kötücül bir tanrı olarak şekillenişinin kökenleri, Hermetik Külliyata özgü metinlerde yatmaktadır. Bu metinlerde Demiurgos, Logos ile birlikte Tanrı’nın evreni yaratırken kullandığı, iki temel mimardan birisidir. Logos daha
çok, unsurların ayrışması gibi “görüngü dışı” bir misyon taşırken, Demiurgos, maddi alemin yaratılışı ve düzenlenişi gibi meselelerden sorumludur. Maddi dünyanın kötülüğü fikrini savunan Gnostisizm’de bu dünyanın yaratıcısının “kötülük” taşıyıcısı olarak kabulü neredeyse kaçınılmazdır. Hermetik Metinlere göre yaratıcının, “kötülüğün” yaratılmış olmasından bir sorumluluğu yoktur. Bu tıpkı
metallerin üzerindeki “pas” gibi yaratılış sürecinin işlemesinden doğan bir sonuçtur. Bk. Bu açılım, Demiurgos’un “kötülükten” sorumlu Tanrı olarak şekillenişinin kökenini verir. Yunan felsefesi ise, bu iki okulun aksine, doğanın iyiliği ve herkes için geçerli bir
ruhsal kurtuluş savunmaktadır.
"Hermes, satırlarını "erdiği" bilginin gücüyle yazmaktadır. Tanrısal bir vahyin muhatabıdır; farklı bir ifadeyle, tam da modern dinlerin kabul ettiği gibi bir peygamberdir. Bu, sonraki kuşaklar için en seçkin gizli bilgi
üstadının, temel referansıdır.
Hermes, tefekkür halindeyken, gökten gelen ani bir sesle irkilir ve Tek Tanrı Atum'un düşüncesini temsil
eden Yüce Zihin'in, "şuurlu sorulduğu taktirde" tüm sorularının yanıtını alacağı bildirisiyle karşılaşır. Bu
Hermes için bir şanstır, zira tarihin ilerleyen adımlarında, Zerdüşt gibi peygamberlerin soruları, acı ve isyan
duygusunun eşliğinde, yanıtsız kalmıştır.
- Tektanrıcı vurgu
Hermetik felsefenin, Eski Ahid'in "kaos yerine uyumu hakim kılışı", Yunan'ın dört element öğretisi ve Yuhanna İncil'inin “söz ile yaratma” ya da kelam'ın yaratım sürecindeki rolü üzerinde esinleyici bir rol oynadığını bilginler sıklıkla dile getirdi. Bu kurgu, insanın yaratılışıyla, tek tanrılı modern dinlerin yazın geleneğine
güçlü bir miras bırakır. Herşeye rağmen bu mirasın en güçlü yönü “tek tanrıcılığın” kökenlerine tuttuğu ışıkta gizlidir zira Hermetik külliyat, pagan inanç sistemlerinin çok tanrılı görünümüne aykırı olarak ısrarlı bir
tek tanrı vurgusu içermektedir. Sosyal organizasyonun ve totemist dünya ideolojisinin aksine ‘bireysel dini
boyut’ belki de ‘kişisel olanın evrenesel olduğu’ sloganını doğrularcasına, belki de kendiliğinden biçimde tek
Tanrıcı fikre ulaşır. Ve bu temas, ilk heyecanın, bireye yaşam gücü veren akıl dışı potansiyelinin zaman ve
mekanla ölçülemeyecek evriminin ürünü olarak, ‘tek Tanrı düşüncesini armağan eder.
- Göksel varlıkların yaratıcısı
Herşeyin yaratıcısı ve evrenin işleyişinin düzenleyicisi olarak Atum, öncesizlik sıfatını taşır28 ve farklı kültürlerde Tanrı'nın yardımcıları ya da meleklere dönüşecek iktidar paylaşımının temel türevlerini de yaratmıştır29 . Gökyüzünün en görkemli, en tanrısal küresi “Güneş” de dahil olmak üzere, Atum'un evrenindeki tüm
gök cisimleri, bir misyona sahiptir. Zodyak ve takım yıldızları; insan kaderini yöneten unsurlardır. Astroloji
disiplininin de temelleri bu kaynakta aranmalıdır.30 Bu yapı insan yaşamının tanrısal bir belirlenim ve kontrol
mekanizmasına dahil oluşu ile, kişisel özgürlük arasındaki kadim çelişkinin hiçe sayılması anlamına gelmez.
Hermes öğretisi, başta Tanrı'nın nitelikleri ve evrenin işleyişine dair bilgiler olmak üzere, insan için “dinsel
özgürlüğün” olanaklarını, belli şartlar dahilinde sunmaktadır. Bunun için gerekli olan Tanrısal niteliklere yönelmiş radikal dini düşünüş süreci, tefekkürdür. İnsan, unutulmaya yazgılı kaderini, Tanrının niteliklerine
yönelmiş bu çabayla kırabilir ve özgürlüğe kavuşabilir.
Bu, Tanrı'dan doğrudan emirler alan Hermes'in gösterdiği yoldur. Peygamber, bu emri “kutsal hiyerogliflere”
28
Hermetik metinlerdeki Tanrısal nitelikler ile modern tek tanrılı dinlerin "yaratıcı" nitelikleri arasında karşılaştırmayı mümkün kılan
benzerlikler bulunmaktadır. Hermes, şiirlerinde bu niteliklerden bazılarını şu şekilde açıklamaktadır. "Bütündür ve süreklidir/O, hareketsizdir kendi içinde/yine de kendini hareket ettirendir/O kusursuzdur/bozulmaz ve süreklidir/o yücelerin yücesi mutlak gerçekliktir/O fikirlerle doludur/duyguların algılayamadığı/ve her şeyi kucaklayan Bilgi'yle/" Freeke&Gandy, s. 47... Hermes, şiirinin ilerleyen bölümlerinde birden fazla Tanrı'nın olmadığını ve Tanrı'nın bir olduğunu açıkça dile getirmektedir: "Bir çok Tanrı olduğunu mu
sanıyorsun?/Bu saçmadır; Tanrı birdir/Yalnız Atum Yaratıcısıdır/Ölümlü olan her şeyin/ve değişken olan herşeyin" a.g.e. s. 49...
Hermetik şiirler, tek Tanrılı inanç sistemlerinin, Akhenaton'dan çok daha öncesine uzanan bir kökene sahip olduğunu göstermektedir.
29
"Bizler doğduğumuz zaman/tam o sırada vazife gören/gezegen tanrıları/doğumlarda yetkili olarak/sorumluluk alırlar/bu özel güçler değişir/gezegenlerin dönüşlerine göre/bedeni dolaşır onlar/ve kişiliğimize şekil verirler/nüfuz ederler sinirlerimize ve iliklerimize/
kan damarlarımıza/hatta en içteki organlarımıza. Freeke&Gandy, s. 109... Kaderin insanı kötü işler yapmaya sevk etmesi ve bunun
sonucunda da “cezalandırılmasının” mantıksızlığı hususunda Hermetik Metinler farklı bir perspektiften çözüm sunmaktadır. Buna
göre, kader, akıllı kişileri “kötü işler yapmaya” sevk edemez. “Akıllı insan eylemleri fiilleri itibarıyla kadere tabi değildir. Kader
onları bir suç işlemeye zorlayamaz…” demektedir. Alıntı için bk KILIÇ, s. 75.
30
"Canlı olmayan yoktur/ve hiç olmamıştır/ve hiç olmayacaktır/ölü olan bir şey Kozmos içinde..." Alıntı için bk. Freeke&Gandy, s.
63... Kadim Mısır'ın en görkemli mitolojik figürlerinden olan Güneş tanrı Ra da, doğal olguların gözlemlerinden hareketle Atum'a
ulaşabilme basamaklarından biridir. Tanrı’nın canlılara nasıl nüfuz ettiği bilinemez ise de Güneş, gayr-ı cismani cevherin nüfuz aracıdır. “Yukarıya doğru gönderdiği ışığı ile semavi cirimlerin nihayetsiz hayatlarının devamını sağlar, aşağıya doğru gönderdiği ışığı
ile de dünyevi organizmaların daimi teselsülünü(zincir-zincirleme) temin eder…” C. H. XVI. Aktaran KILIÇ, s. 79. O tüm göklerin
hareketini kontrol etmektedir. Atum'a bağlı olarak faaliyet gösteren ve ondan izler taşıyan güneş Tanrı Ra, Atum'un uzay ve zamanda
var olan halidir. Özellikle göksel kürelerin ve onların yönetiminde yetkili odak GÜNEŞTİR. Külliyatta bu durum şu şekilde anlatılmaktadır: "Güneş bir suretidir/göklerden yüce olan Yaratıcı'nın/Tıpkı her şeye kadir Yaratıcı'nın/hayat verdiği gibi tüm evrene/Ra da
hayat verir/hayvanlara ve bitkilere/onun madde bedeni/kaynağıdır görünen ışığın/ve öyle bir nesne varsa/duyularla algılanamayan/
güneşin ışığında bulunması gerekir o nesnenin/yine de onun ne olduğunu veya nasıl aktığını/Atum bilir sadece/ Freeke&Gandy.
a.g.e., s. 75... O halde Hermetik Külliyat, kozmos ve onun içinde yer alan tüm cisimlerin hareketini “onlarda içrek olarak bulunan”
bir güce, “sakin”e bağlamaktadır. O sakin ki, “değişmeyendir”, “İhtiyaçlardan ve endişelerden uzaktır!”. Alıntı için bk. Kılıç, s. 66.
Corpus Hermeticum’un Güneş’e verdiği bu ayrıcalıklı yer, Copernicus ve Kepler gibi Batılı Bilim adamlarını önsel olarak etkilemiş
gözükmektedir.
kaydetmek yoluyla insanlara aktarmaya yükümlü bir peygamber olarak betimlenir31. Sonraki yüzyıllarda,
farklı kültür ve inanç sistemlerine yerleşecek temel ibadet biçimi, içe yönelme ve inziva eğilimlerinin teolojik dayanaklarının anlaşılması açısından da, ayrıca değer taşımaktadır. Zira bu tip bir eğilimin en temel kabulü olarak, Tanrı'dan izler taşıyan ve-veya Tanrı'nın ışığından pay almış varlıklar bütünü olarak kozmos, Hermetik külliyat içinde hatırı sayılır bir öneme sahiptir. Kuram, maddi âlem de dâhil olmak üzere canlılar dünyasının, hiç bitmeyecek bir enerji kaynağı olarak resmedilen Atum'dan pay alışını içerir.32
- İnsanın önemi
Bu, temel gerçekliği içe dönme ya da doğayı gözlemleme yoluyla arayan insanoğlu için, güçlü bir referanstır.
Doğayı gözlemleme ve kozmos'un maddi yasalarını anlamaya yönelmiş ilgi, bir diğer deyişle modern anlamda "bilimsel tutum", Hermetik külliyat için "dini" bir yaşama uygundur; teolojinin aracı olarak bilimsel faaliyet, mümkündür. Daha da önemlisi, dindar kişinin bilimsel tutuma zorunlulukla yönelmesidir; Hermes'e
göre, saf felsefeyi, yani Tanrısal bilgiyi araştıran kişi, günümüzün pozitif bilimlerine yönelik araştırma tutkusu hisseder çünkü bu Tanrı kendisini bu yasalarda ifade eder. Bu çaba, Yüce Sanatçı'nın emsalsiz dehasına
tanıklık eden evrensel ahenk ile araştırıcıyı karşı karşıya getirir. Evrenin görüngülerine kutsallık yükleyen bu
eğilim, ilerleyen yüzyıllarda Panteizm fikrinin olgunlaşması yolunda esin teşkil edecektir33
- İlahi dinlerin esinleyicisi
Hermetik külliyatın insana verdiği bu yüksek değer, başta modern dünyanın yaşayan tek tanrılı dinleri olmak
üzere, farklı inanç sistemlerine esin teşkil etmiştir.34 Meleklerin, Adem'e secdesini isteyen Rab'bın bir benzeri olarak Atum'un, insan için “ölümsüzler” olarak tanımlanan ve Atum'un kozmos sisteminde Tanrısal görevler üstlenen diğer unsurların üzerinde nitelikler algıladığı açıktır.35 Buna göre diğer Tanrıların, Atum'un kesin
kurallarını aşarak, yeryüzüne inme ve orada edimde bulunması yasaklanmıştır; buna karşılık insan gökyüzüne yükselme ayrıcalığına sahiptir.
Ancak, insan için bu olanaklar, sınırsız ve kuralsız değildir. Tanrısal esinin gözlemcisi olarak Hermes'in
emirleriyle ve kurallarıyla düzenlenen inanç sistemi, Atumcu teolojininin, yükselme ve ayrıcalıklı bilgi için,
31
"Kendini ruhsal rehber kıl/bilgi nimetine değer bulduklarına/böylece, senin vasıtanla/Atum'un insanlığı kurtarabilmesi için..."
Freeke&Gandy, s.42…
32
“Yarattıkları görülebildiğinden dolayı/görebiliriz Yaratıcıyı/Onun yaratmasının maksadı da budur./O daima yarattığından dolayı/
Görülebilir daima/Freeke&Gandy, s. 56... Bir başka metinde kişiyi Tanrı’yı aramaya teşvik ederken: “Onu ara, seninle her yerde ve
her zaman buluşacaktır. Tanrı meçhul değildir. Görülmez değildir. Çünkü o her şeydedir. Sen O’nu her yerde faal olarak görürsün…”
ifadesini kullanmaktadır. Alıntı için Bk. KILIÇ, s. 74. Kuşkusuz burada kastedilen, bilimsel bir tutumun “Tanrı’yı” anlama ve ona
ulaşmada doğanın Yunan dini yaşamına özgü yeterliliği değildir. Hermetik felsefe, bilimsel faaliyeti “dindar bir yaşama” eklemlenebilmesi durumunda onaylamaktadır. Kurtuluş için esas olan, içe kapanma ve dini tefekkürdür. Bilimsel disiplinlerin, özellikle simya,
astroloji ya da büyü gibi uğraşların felsefe içindeki yeri, dini yaşam içindeki konumlanışıyla anlamlıdır. Kılıç bilimlerin misyonunu
“alemin muhtelif katlarının” gizli bağlantısının keşfi ile örneklemektedir. “Bu karşılıkları bulabilmek için astroloji, simya ve maji
gibi pratik ilimler devreye girer…” a.g.e. s. 131.
33 Atum'un
insanı yaratış nedeni, kozmos'un mükemmelliği duygusunu paylaşmak ve ona, kendisi gibi değer verecek varlıklara ihtiyaç duymasıdır. Kozmos'un mükemmelliğe ulaşması yolunda ihtiyaç duyulan varlık olarak insan, Mezopotamya mitolojilerindeki
“insanın bayağı bir görevle” anlamlanışının ötesinde ve ondan farklı olarak, ortak bir kader birliğinin ifadesi olarak gözükmektedir.
Benzer bir anlayış Kitab-ı Mukaddes sayfalarında da tüm açıklığıyla takip edilmektedir.
34
Hermesçi felsefede insan ruhu, tanrısal nitelikler taşımaktadır. Buna göre ruhların tamamı kozmos'un ruhunun bir parçasıdır ve
cinsiyetsizdir. Ruhun, maddi şekle bürünmesi ve maddede can bulması işlemi ise, hiyerarşik düzenlemeler içerir. Atum'un düzeniyle
bedenlenmemiş ruhlardan sorumlu olan "Ruhların Koruyucusu" ve bedene girecek ruhları yönlendirme işleminden sorumlu olan
"Ruhların Yönlendiricisi"; ayrıca ruhların gireceği formları biçimleyen "Doğa" ve onun yardımcıları Hafiza ve Maharet gibi inanç
figürleri bulunmaktadır. İnsanda bedenlenen ruhlardan ilki, akıldışı yöne etki eden, doğum anı ruhu; akılcı yöne etki eden ise, ergenlikte gelen ruhtur. Hermetik Felsefe insanın Demiurgos katından düşüşünü “kadın” olgusuna bağlamak hususunda da, Tevrat geleneğiyle paralellik sergilemektedir. Bu inanışa göre, bir delikten, yeryüzünde yaşayan Tanrı vergisi güzelliğin yansımasını gören insan,
oraya inmeyi arzular. Maddi bir kılıfa girer ve “ikisi bir olur!” Bu “Anthropos” için(İnsanın maddi olmayan cevheri) düşüş manasına
gelir ve bundan böyle insan için Demiurgos mertebesine ulaşmak, zorluklar içeren bir aşama olarak gözükmektedir. Bu evlilikten
doğan yedi çocuk çift cinsiyetlidir ve ölümlü yönlerini anneden, ölümsüz yönlerini ise babadan almıştır. Aktaran KILIÇ, s. 60…
35
Hermetik felsefeye göre, ölümsüzlük herkes için değil, yalnızca yaşarken ruhunu uyandırarak, Tanrısal çabaya adayan insanlar
içindir. Yalnızca Tanrı'yı bilmek amacıyla hareket eden kişiler, Atum'dan heryerde destek alacaklardır. "Eğer ruhunu hapsedersen
bedeninin içine/ve kendini alçaltarak şöyle konuşursan/ "Bilemem. Korkuyorum/Gökyüzüne çıkamam ben'/O zaman Atum'la işin ne?/
Uyandır uyuyan ruhunu/Niçin teslim oluyorsun ölüme/ölümsüz olabilecekken/"Freeke&Gandy, s. 131...
beden içindeki ruhun olgunlaşmasını şart koştuğunu gösterir.36 Hermetik şiirler, dünyevi yaşamın baskısına
direnmeyen ve bedenin, gerçek olanı ölüm sonrasında yaşanacak bir hayat için gerekli sınama aracı anlamını
taşıdığını göremeyenleri, ruhun olgunlaşması yolunda teşvik etmeye gayret göstermektedir. Gerek öte dünyaya ilişkin ödül-ceza sistematiğiyle anlamlanan cennet-cehennem kurgusu ve gerekse dünyevi nimetlere
yönelmiş aşırı ilginin eleştirisi bağlamında, semavi dinlere özgü temalar içeren Hermetik yapı, bilgisizlik ve
içsel vizyona sahip olamamak gibi eksikliklerine karşın insanı, bedende uyumakta olan ruhu uyandırmaya
davet eder.37
- Kutsal Bilginin korunması
Mısır'ın kadim tarihi içinde kitlelerin, saygısız biçimde “inanç alanına özgü” değerleri yağmaladığını ve kutsal bilgiye saldırdığını deneyimleyen rahiplerin, “göksel olan bilgiye” yönelmiş her çabayı kutsamasını beklemek yanlış olacaktır. Bu deneyimlerden hareketle Hermetik külliyatın kötümser dokusu, eskatalojik yorumlar ortaya çıkarır. Dünyanın gidişatındaki bozulma, açıkça "bilgiye yönelmiş", saf kutsal-ruhsal çabanın
değersizleşeceği ve kıskanç, hasis kişilerin insanın içindeki Tanrıya ulaşma arzusunu engelleyeceği kehanetini doğurur. Hermes, bozulacak ve Mısırlı değerleri yerle bir edecek bir zaman dilimini kehanet yoluyla aydınlatmakta, bu aydınlanış, Mısır için çöküşü, felsefenin çöküşüyle özdeşleştirmektedir. Bir diğer deyişle
dini çaba olarak değerlendirilebilecek felsefenin diğer "içinden çıkılmaz bilimler karşısındaki" değer yitimi,
Mısır'ın çöküşünün habercisidir; ülke, felsefi çabaya uygun ve onunla eş adımlarla yok oluşa doğru ilerlemektedir onların gözünde.
Belki de bu deneyimlerden hareketle Atum, "bilginin" mülkiyeti üzerinde ısrarla durmakta ve insana mesafeli davranmaktadır. İnsani olanın kötülük eğilimini saptayan kutsal yaratıcının, her fırsatta dile getirdiği evrensel bir gerçek; kutsiyetin güvenini boşa çıkaran düşkün varlık, insan böylelikle ortaya çıkmaktadır. Atum,
insanın nitelikleri üzerine danışmanlarından aldığı bilgiler uyarınca, onun sınırlandırılması ve kurallara tabi
tutulması sonucuna varmıştır; zira insan, bitki köklerini kazarak çıkarmaya, taşların özelliklerini araştırmaya
ve madenleri kazarak dünyanın derinliklerini görmeye, hayvanları ve kendilerini “şifa” sanatı adına kesip
biçmeye eğilim göstermektedir. Ancak hiçbir şey insanın içindeki “yukarıdaki dünyayı keşfetmeye” yönelik
ilgisinden daha kötü değildir.38 Öyleyse, göksel olan ile yersel olan arasındaki karşıtlığın Atumcu Teolojide
de kendisine yer bulduğunu ve bunun özellikle İki Ahit Arası Metinlere-Enoch Kitabi gibi- etkide bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İnsanın bilgi açlığı ve içinde kutsal varlıktan gelen pay, hak etmediği
bilgiye ulaşmaya çalışan bir varlık haline dönüştürdüğü andan itibaren, Atum'un ve Eski Ahid'deki Rabbin
karşısına olduğu gibi, göksel varlıkları, aracıları ya da melekleri açıkça çıkarmaktadır. Hermes, "göksel"
yurtlarından kopartılan ruhların çığlıklarını yansıtmaktadır.
Çekilen acının, anlama, görme ve duyma gibi ana işlevlerin ölümlü bir bedenle sınırlanmış yeteneklerine
karşı sitem eden Hermes, Tanrılara mesaj göndermektedir:
"Asla dinmeyecek üzüntümüz/ Açık açık göremeyeceğiz bile/çünkü mahkûm edilmiş olacağız karanlığa/ve
kardeşlerimizin seslerini işittiğimizde/rüzgarla birlikte savrulan/acı duyacağız/artık soluk almamaktan/onlarla birlikte..."
- Seçkinlerin dini ve gnostik köken
Atumcu teoloji seçkincidir; Tanrı'ya ulaşma fikri, genelden ziyade seçkin sınıf için mümkündür; ya da en
azından, onların gözünde yalnızca bu makbuldür. Yalnızca onlar cismani dünyanın ötesine geçebilir ve Tanrıya benzer hale gelebilir. Hermetik külliyatın en önemli bölümlerinden birisi olarak gözüken Askleopios,
yalnızca seçkinlerin anlayabileceği sembolik dilin, avam'ın anlayacağı şekilde tercümesinin güçlüğü üzerinde durmaktadır. Tanrı'nın tarif edilemezliği ve yalnızca bazı seçkin kullarına kendi "yüce kemalinden" bazı
tecellilere mazhar olmak için, doğal olayların üzerine çıkma yeteneğini bahşedişi gibi ifadeler, sıradan insanlara ölüm sonrası sırlarını vaat eden yaratıcının, seçkin kulları için, yaşarken Tanrısallaşmayı vaat ettiğini
36
Hermetik felsefeye göre, ölümsüzlük herkes için değil, yalnızca yaşarken ruhunu uyandırarak, Tanrısal çabaya adayan insanlar
içindir. Yalnızca Tanrı'yı bilmek amacıyla hareket eden kişiler, Atum'dan heryerde destek alacaklardır. "Eğer ruhunu hapsedersen
bedeninin içine/ve kendini alçaltarak şöyle konuşursan/ "Bilemem. Korkuyorum/Gökyüzüne çıkamam ben'/O zaman Atum'la işin ne?/
Uyandır uyuyan ruhunu/Niçin teslim oluyorsun ölüme/ölümsüz olabilecekken/"Freeke&Gandy, s. 131...
37
Tanrılara göre belki buraya kadar olan cür'et bir şey değildir ancak insan daha da ileriye gidecektir: "Yukarıdaki dünyayı keşfetmek için sabırsızlanacaklar/Gözlemler yaparak keşfetmeye çalışacaklar yasaları/göklerin hareketlerini yöneten..."Freeke&Gandy, s
102.
38
"Söz tek başına aktaramaz Hakikat'i/oysa olağanüstüdür Zihin'in gücü/ve söz yol gösterdiği zaman ona/düşünmesi için her şeyi
enine boyuna/bulabilir gerçek inançların huzurunu/böylece, düşünce yoluyla kavranırsa ancak/anlaşılacaktır öğretilerim/
Freeke&Gandy, s. 147...
göstermektedir. Bu aynı zamanda toplumsal bir bölünmenin, gnostizimde olgunlaşacak "ikili dünya" görüşünün temelini oluşturur; Tanrı'nın sırlarına vakıf toplumsal azınlığın, gerek dilin erdiği sırları ifade etme noktasındaki yetersizliği39 ve gerekse zaten varolan "sessizlik" eğilimi, toplumun geneliyle arasına aşılmaz bentler çekmektedir. Bu bent, modern tek tanrılı dinlere dek varolan, batıni-zahiri inanç ve uygulama sistemlerinin tarihsel temelidir.
- Ahiret yaşamı
Hermetik şiirlerdeki ana temalardan biri de, bu dünyanın sona erişinin ardından yaşanacaklardır; felsefe, ilgi
çekici biçimde yaşananları açıklamaktadır. Buna göre, ölüm sonrasında ruh bedenden ayrılır ve gökyüzüne
tırmanır; bu tırmanış, "yersel" olan kılıfın aşama aşama ruhu terkedişine sahne olur.40 Ruhun aşamaları kişi
için ve yeniden doğuş ya da reenkarnasyon olarak bilinen olgunun gerçekleşmesi yolunda kritiktir.
- Yaşarken Tanrı sırlarına ermek
Diğer taraftan, yaşayan için de Tanrısallaşmak mümkündür; Hermes bu mertebenin olanaklarını belirlemiştir.
Buna göre kişi başta bilgisizlik ve keder olmak üzere, nefs baskısı, adaletsizlik, tamahkârlık, kıskançlık,
öfke, sabırsızlık ve kötü niyet gibi "dünyevi-şeytani" niteliklerden kurtulma yolunda eğilim göstermelidir.
Atum ile bütünleşmeyi sağlayacak bu olgunlaşma, kişinin dünyevi olgulara yönelik algısının sona erdiği
aşamadır; belki de yalnızca bir Tanrı'nın bedenleşmesi mümkün olmadığı için "Tanrısal" hale gelir. Yenidendoğum'un bu farklı yorumu, “Tanrı’nın Oğlu” ya da “akıl âlemine geçen” kişi gibi sıfatların sahibi için,
"tohum" aşamasına geçiş manasına gelir. Bu aşama "sessizliği" zorunlu kılmaktadır ki Tanrısallaşma yolunda
geriye dönülmezliği simgeler. Nihai sonuç, kişinin yaşarken Tanrısallaştığı "bilgelik" aşamasını içerir. Tanrının sahip olduğu mükemmelliğe, ancak zihin sayesinde ve derin anlayış olarak tarif edilen aşamada Atum'un
varlığının bilgisine ulaşılabilir. Bu kişinin de mükemmelleşmesi anlamına gelmektedir.
Kutsala ulaşma isteği ve ulaşmanın yöntemi olarak inziva-i perhizler, sonraki dönemlerde Hermes'i açık bir
esinleyici haline getirecektir.
Atum, tıpkı Hermes gibi, insanın Tanrı dinine inanması ve savaşların sona ermesi yolunda çaba harcayan,
Osiris ve İsis gibi temsilciler göndermiştir. Bu iki figür, Hermetik felsefede, inancın ve tapınımın temellerini
atan, savaşlara ve kan dökmeye son veren, mumyalama ve Atum'un gizli yasalarını, rahiplerin eğitimini, ruhun ve bedenin şifa bilimini insanlara öğreten kişiler olarak gözükmektedir.
İlk Dönem Etkileri
Bugün elimizde bulunan Hermesçi metinlerin yazılış dönemi, Mısır medeniyetinin çöküşüyle neredeyse eş
39
Hermetik felsefeye göre, ruh gökyüzüne tırmanırken, sekiz aşamadan geçer. Birinci bölgede büyüme ve çürümeyi, ikinci aşamada
kötülük ve kurnazlığı, üçüncüde şehvet ve aldatıcı arzuyu bırakır. Diğer aşamalarda ise sırasıyla, küstahlık, dengesiz cüretkarlık ve
ataklık, servet hırsı, hilekarlık ve yalancılık bırakılır. Sekizinci aşama ise, "tüm bu sınavlardan" başarıyla geçen ruhun "arınmışlık"
aşamasıdır ki, burada Tanrılar ve kutsal ruhlar bulunmaktadır. Freeke&Gandy, s. 123... Bütün bu kötü sıfatlardan ayrılan ruh, Tanrı’nın, mutlak İyi’nin katına ulaşır. Bu mekan sonsuzdur ve onun üzerinde bir şey yoktur. Hermes Külliyatı ölüm sonrasında yaşananlara ilişkin ifadeleriyle Platoncu felsefeyi öncelemektedir. Ölümün bir son olmadığını vurgulamaktadır. Ölüm esasen bir çözülmedir ve
bu “devinim” ilkesiyle ilişkilendirildiği ölçüde, bir son değil, hayatın yenilenmesidir. Bununla birlikte “ölüm”, kişinin bizim dünyevi
idrak alanımızdan çıkmasıdır. Buna göre, aslında iyi olan insan, bedene girdiğinde “kaçınılmazcasına” kötülüğe karışır. Ölüm sonrasında ruh bedenden ayrılır; ama aynı zamanda “akıl” da ruhtan ayrılır. Akıl, semavi kaynağına dönerken ruhun yeri, nasıl bir hayat
sürdüğüne göre değişiklik gösterebilir. Şayet bir günahkâr ise, “kendisine başka bir beden” aramaya koyulur. Ancak iyi bir ruh, “astral Tanrıya tahvil olur!” Ayrıntı için bk. KILIÇ, s. 70 ve 71. Günahkâr ruhun yeniden beden arayışı meselesi, TİBET Ölüler Kitabı’nda da ceza olarak görülmektedir.
40
Alıntı için bk, BERNAL, M. Kara Atena s. 204-205. Kaynak. Bu çöküş farklı bir Hermetik metinde, farklı bir şekilde dile getirilmektedir: "Ruhsallık, bütün nimetlerin en büyüğü/sonuna gelmenin işaretlerini verecek/ve itibar görmeyen bir yük gibi
algılanacak(...) Mısır yoksul kalacak/Her kutsal ses susturulacak/Karanlık aydınlığa tercih edilecek/gözler göyüzüne
çevrilmeyecek/.../Ölümsüz ruhun bilgisine gülünüp yadsınacak... "Freeke&Gandy s. 34... Gerçek bilgeliğin aşağılanışı, bilge ile gerçek dünya arasındaki uzlaşmaz çelişkiyle ilgili olarak Asklepios’ta: “… Dinine bağlı kişi deli sayılırken, dinsizler en büyük bilge
kabul edileceklerdir şüphesiz. Korkaklar en güçlü kişiler olarak saygı ve itibar görürler. Yine en iyiler suçlu ve hain ilan edilerek
hüküm giyerler…” alıntı için bk. Martin, s. 96-97. Ayrıca bk. “Ama Tanrılar yeryüzünden gidecekler/ve gökyüzüne dönecekler/ruhsallığın eski vatanını geride bırakarak/Mısır terk edilmiş ve ıssız kalacak/Tanrıların mevcudiyetinden yoksun/Yabancıların eline düşecek/bizim kutsal adetlerimizi yadsıyacak olan/Bu kutsanmış tapınaklar ve türbeler ülkesi/Cesetlerle, cenazelerle dolacak/Kutsal Nil
kanla köpürecek ve suları yükselecek/dökülen kanlarla pislik içinde..." Freeke&Gandy, s. 33. Hermetik felsefe içindeki “iyimser”
doku büyük bir olasılıkla Yunan felsefesinin eseridir. Mısır’ın sönmeye yüz tutmuş medeniyetine ağıtlar yakan din adamları sınıfının
dünyaya bakışı, Yunan bilgeleri ve filozoflarının elinde “aydınlık” bir gelecek vizyonuna dönüşmüştür. Yunan felsefesi, Hermetik
felsefenin temel bulgularından hareketle, doğanın “iyiliği” ve ondan hareketle Tanrı’ya ulaşılabileceği, ölüm sonrası kurtuluşun “herkes içinliği” gibi fikirlerin yaratıcısı konumundadır. Buna karşın Mısır’ın rahipleri, “doğada içkin” dünyevi kötülüğün ve yalnızca
dindarca bir yaşam süren için mümkün olan bir kurtuluş umudunu, herkes için geçerli kılmayan “kötümser” fikrin mimarı olarak
gözükmektedir.
zamanlı olarak gözüküyor. Tüm insanlığın bilinen ilk kültürel öncülerinden olan Mısır yıkım döneminde,
keskin bir yozlaşma içinde, istilalar, sınıf savaşımları, kutsal sayılan mabetlerin yağmalanması ve farlı kültürel sızmalara karşı çaresizliğe yuvarlanmıştı.
Mısır kültürünün tarih sahnesinde çekilmesini hızlandıran son etki Hristiyanlıktan geldi. Açık biçimde yoksulluk vaaz eden ve dünyayı, alt sınıflar perspektifinden yorumlayan İsa'nın öğretisi, yüzyıllardır köleci baskı
altında inleyen yığınlara kesin bir coşku yükledi.
İnsanlık tarihinin en kritik dönemeçlerinde gördüğümüz bir olgudur bu, çöküş içindeki toplumun ‘mistik
okullarla’ ilişkisi anidir. Bu tepkiler toplumun kurumsal-ortodoks dini hassasiyetlerinin ‘çöküşü’ engelleyemeyecek kalıplaşmasına karşıt olarak başlangıç dönemlerine açık bir atıftır. İsa’nın öğretisi, de tüm benzerleri gibi insanın bilinç dışı güçleri ile açıkça ilişiklik taşıyordu. Tüm dinlerin kuruluş dönemlerinin benzer bir
coşkunlukla karşılanmasının nedeni, tüm otantik dinleri kapsayan bir etki dağarcığı oluşturmasındandır. Bu
nedenle her kuruluş öyküsü, mutlak surette bir diğerinin tekrarıdır.
Daha önceki çok sayıda saldırıya direnebilen Mısır'ın, bu ideolojik kalkışmayı karşılayacak gücü kalmamıştır; İ.S. 390'da İskenderiye'nin Büyük Kütüphanesi'nin, Tanrı aşkıyla yanıp tutuşan Hıristiyanlarca yakılışına
ve büyük filozof ve matematikçi Hypatia'nın Hıristiyan keşişlerce katledilmesine pek az zaman kalmıştır.
Mısır toprakları, soyut bilgiyi ve bilgeliği kendisine sadık birkaç münzevinin yüreğine emanet etti.
Bu döneme tanıklık eden yazıcılar sınıfı, emaneti "eskatolojik" yorumlarla işledi; geçmişin bilgelik yüklü
sözlerinden hareketle "bugünü" yorumlayan rahipler, "tarihteki" avam kalkışmaların nabzını tutan metinlerden hareketle, evrensel yargılara ulaştı. Mısır'ın dininden geriye boş bir masaldan başka hiçbir şey kalmayacaktır, diyen Hermes'in sözleri sonunda doğrulanmıştı. Dünya onarılması imkansız biçimde değişime gebedir.
"Öyle bir zaman gelecek ki, Mısırlıların Tanrılara, dindar bir dimağ ve gayretli bir hizmetle gösterdikleri
saygının beyhude olduğu görülecektir. Yaptıkları bütün kutsal ibadetler hiçbir işe yaramayacaktır. Yeryüzünü
terk eden Tanrılar Gökyüzüne dönecek, Mısır'ı terkedecek, bir zamanlar dinin yurdu olan bu ülke, Tanrılarından dul kalacak ve yoksul düşecektir. Bu ülkeyi yabancılar dolduracak ve sadece dinin gereklerine boş
verilmekle kalmayacak, çok daha azap vericisi, sözde yasalarla cezaya tabi tutulacak ki, herkes Tanrılara
dindarca yaklaşmaktan ya da tapmaktan uzak dursun... İskitliler, Hintliler ya da bu türden bir barbar komşu
Mısır'a yerleşecek."41
Mısır çökse de onun bilgelik mirasını, kadim dinini ve inanç unsurlarını değerli sayan rahiplerin elinde güçlü
bir külliyat oluşmuştu çoktan. Bu kutsiyet dünya coğrafyasına sınırlı düzeyde de olsa yayılma eğilimi gösteriyordu. İ.S. 46-120 yıllarında yaşayan Plutarkhos'tan İskenderiyeli Clement'te kadar Helenistik dönem yazarları da Hermes Kitapları'ndan sıklıkla bahsediyordu.
Bundan sonrası Hermetik Külliyatın resmi inanç sistemlerine sızma ve kendine yer açma yetkinliğiyle ilgili
bir tarihtir. Hermetik külliyat, karşılaştığı her topluluğa açıkça etkide bulundu. Bu etki temel olarak, felsefi
bütünden koparılmış disiplinel uğraşlar ekseninde gerçekleşmiştir. Hermetizmin bilimsel uğraşları olarak
kabul gören simya, büyü, astroloji, ölülerle iletişim ya da kehanet gibi disiplinler, başta Yunan olmak üzere
geçiş aşamasında “aracı aleme” yönelik bilgiyi kovalayan ve arzulayan bir ereksellik dolayısıyla sapma kazanır. Kuşkusuz bu bilimlerin, “ana bağlamdan” ya da Hermetik felsefenin içrek dokusundan kopartılarak
“görünür nesneler alemine” adapte oluşu ve ağır felsefi soyutlamalardan kurtulması Yunan dininde, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ya da İslamiyette yaşayabilmesinin temel nedenidir.
Bu dinlerin özüne sızma girişimi orijinal felsefenin kimi yönlerinin tahrifi ya da dönüşümü sayesinde mümkün oldu. Hermetik felsefenin kimi mesajları açık bir şekilde modern tek Tanrılı dinlerin kabulleriyle uzlaşmaz nitelikler taşıyordu; Pagan ya da putperest unsurlar barındırıyordu. Tek tanrıcılık ekseninde “yüzeysel
olarak saptanabilecek” benzerliklerin öte yanında, insanın Tanrılaşması, inziva ve içe dönüş yöntemleriyle
Tanrı’yla iletişime geçebilme potansiyeli, aynı dinin farklı cemaatlerine dahi yaşama şansı barındırmayan
egemenleri “uyum sağlamaya yönelik” acil bir eylemler silsilesinin içine itmiştir. Bu sağlanamayacaksa, yıkım araçları ve zor yöntemleri kullanılmıştır. Hermetik felsefenin içrek mesajları bir kenara bırakıldığında
ise, disiplinler, diğer dinlerin kabul gören sınırları içerisinde yaşama şansı bulabilmiştir. Hermetizm için
41
Bu doğrultuda bir yorum için bk. Kılıç, s. 21. Kılıç, Mısırlı din adamlarının "mabetlere" çekilerek "ibadet ve değerlerini sürdürmeye" gizlice devam edişlerinin miladı olarak Hiksos istilasını göstermektedir. Buna göre, Maspero'nun belirttiği gibi uzun zamandır
"tek tanrıcı" olarak gözüken Mısır, bu istilanın ardından çok tanrıcı nitelikler kazanmış olmalıdır. Bu, Hiksos istilasına son veren
sülalenin radikal bir "tek-tanrıcı" kalkışmaya girişmesi süreci düşünüldüğünde, tarihsel verilerle tutarlılık arz etmektedir.
“araç” olan davranış ve eğitim sistemi, geçiş sürecinde temel misyonundan kopmuştur.
Hermetizmin Batı kültürüne etkisi, statik ve homojen değildir. Onu ele alan toplulukların, otantik-kültürel
verileriyle uzlaşabilir görünümler sergilemiş, bir diğer deyişle sentezlenmiştir. Söz konusu figürün Hıristiyan
dünyasına girişi, tanrısal niteliklerden çok tarihsel bir karakter, peygamber ya da radikal bir insanlaştırma
işlemiyle mümkün olurken, İslam dünyasına "büyü, simya ya da fal" gibi, okült bilimlerin yaratıcısı ve-veya
bir peygamber olarak sızabilmiştir. Hermes, İslam'ın erken dönemlerinden itibaren Nuh'tan önce dünyaya
gelen Peygamber İdris ile özdeşleştirilmiştir. Kimi radikal topluluklar veya büyük olmayan cemaatlerin de
Hermes'i bir peygamber, onun yazdıklarını da "Kutsal Kitap" olarak gördüğü biliniyor. İ.S. 830'lu yıllarda
Harran kentinde yaşamakta olan Sabbahiye(Sabi) Mezhebi'nin, Hermes metinlerini kutsal kitap olarak benimsediğini anlatan bazı tarihsel kayıtlar mevcut42
Thoth’tan Hermes’e, Hermes’ten Hanok’a
Thoth farklı kültürel formatlar içerisinde farklı isimlerle temsil edildi. Yunan kültürünün "tanrıların habercisi" olarak konumlandırılan ve kanatlı ayakkabılar giyen Hermes'inden, ölmeden Tanrı katına alınan ve Rab
ile yürüdüğü belirtilen İbrani Hanok'a ve İslam kültürünün İdris'ine uzanan geniş bir yelpaze Thoth figürünün "evrensel" düzeyde etkin olduğunu gösterir.
Onun izlerini Sümer metinlerinde dahi sürebiliyoruz: İnanna’nın yeraltı Kraliçesi Ereşkigal’in yanına inişini
anlatan Mezopotamya mitosunda Ninşubur idi; çifte yılanlı asası “kadusis” ile resmedilir.43İnanna’nın yer
altı ülkesinde bir ceset şeklinde –asılmış bir halde durmakta iken, Ninşubur, onun geriye dönmesi için, deyim
yerindeyse gerekli diplomatik işlemleri yürütmüştü. Önce Enlil’e, sonra Ay Tanrısı Nanna’ya yöneldi. Onlardan gerekli yanıtı alamayınca Enki’den yardım istedi. Ölü Tanrıça’nın hayata döndürülüşü kozmik dengenin
sağlanması anlamına gelir; bu haliyle Ninşubur, bozulan düzenin onarılmasını gerçekleştirir.
Mısır Tanrısı Thoth ile Tekvin kitabında "Allah ile birlikte yürüdü!" ifadesiyle karşılanan Hanok(Unnuh ya
da Enoh) arasındaki özdeşleşim, asal olarak alternatif kaynaklara dayanmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin bölümü, Hanok ile ilgili olarak, Rab’be itaat içinde geçen 365 senelik bir ömür sürdüğünü kaydetmektedir. Bununla birlikte bu süre “büyük ve mitik atalar” çağının diğer örnekleriyle kıyaslandığında oldukça kısadır. Tekvin kitabı Hanok’un bu süre zarfında ölmediğini, henüz hayattayken Rab’bin katına yükselme mertebesine nail olduğunu yazmaktadır.
Elbette Tevrat’ın Hanok’u ile Mısır’ın Thoth’u arasındaki özdeşlik için, bu kadarı yeterli değil. Diğer paralellikler görevler, misyonlar ve karakter özellikleri üzerinden sağlandı. Tanrı katına yükselme, kutsal yazıcılık ve göksel bilgiye vakıf olma gibi yüzeysel benzerliklerin ötesinde bütünleşme, zamana yayılmış, özellikle
ezoterik uğraş ve disiplinlerin yönelimiyle sağlanmış gözükmektedir. Talmudcu Agaddah Metinleri, ölüm
acısını duymadan cennete alınan dokuz mümin insandan birisi olarak betimlerken, Hanok’un Melek Metatron ile ilişkisi bağlamında yaygın ama tartışmalı sürece işaret etmektedir. 44
Yahudi kültüründe yaşayan yaygın olmayan bir inanışa göre Hanok öldükten sonra gökyüzünde, 36 çift kanat
42
Bu tarihte Harran kentinde yaşanan bir olay, farklı kaynaklardan, Sabbahiye mezhebinin Kutsal Kitabı'nın Hermetik metinlerden
oluştuğunu göstermektedir. Buna göre, dönemin halifesi Me'mun, şehirden dolaşırken garip kıyafetli insanlara yönelik bir meraka
düşer. Onları huzuruna çağırtır ve inançlarına ilişkin sorular sorduğunda aldığı yanıtlardan dolayı şaşkınlığa düşer ve "inanç kitaplarını görmek" ister. Bunur üzerine söz konusu kişiler Me'mun'un huzuruna geriye döndüğünde, ellerinde Hermes'in metinleri bulunmaktadır. Freeke&Gandy, s. 13... Hermes'in Tek Tanrılı Dinlerdeki uzanımı hakkında ayrıntılı bilgi için ayrıca bk. "HALİS, Göktuğ
"Popüler Gizemciliğin Tarihsel ve Dinsel Temelleri" . "Tek Tanrılı Dinlerde Hermes" bölümü. /
43
Kadusis’in anlamı ve H. Frankfort’un İngiltere Doğa Tarihi Müzesine” gönderdiği soru mektubuna yanıt veren Zooloji bölümü
asistanı H.W. Parker’in yanıtı hk . Campbell, s. 411. Parker, birbirine dolanan yılanın verimlilik ve çiftleşme simgesi olduğu kanaatindedir. “Kural olarak erkek, dişiyi ensesinden yakalar ve iki gövde neredeyse birbirine dolanır…”
44
" Sonunda, yaşamının beşyüzüncü yılının yedinci ayının onördüncü gününde ENOCH ölümlü insanoğlunun elde edebileceği en
son görüntü olan, TAHTINDA OTURMAKTA OLAN GÜNLERİN EN ESKİSİ ile yüz yüze gelerek METATRON adlı meleğe dönüşür..." Epstein, s. 60...
ve sayısız sayıda gözle donatılmıştır. 45 Yine Makkabi mistiklerine göre melekleşme sonrasında Hanok insanların amel kayıtlarını tutmaya başlamıştır. Ancak Hanok ile Metatron arasındaki özdeşleşim, bütünüyle kabul
görmez. Ölmeden gökyüzüne alınan Hanok ile “insani olan ile Tanrısal olan arasındaki bağ” olarak Metatron
arasındaki ortaklıklar “cezbedici” olsa da Talmud yorumcuları, Metatron’u Hanok ile bir tutmaktan kaçınmaktadır. Zira Metatron kimi metinlerde “tüm meleklerin” kralı olarak tanımlanır46 ve bu haliyle insanın meleklere üstünlüğü gibi, din dışı bir iddia gerçekleşmiş olur. Bir insanın öldükten sonra “Rabbin oğullarından”
daha üstün bir basamağa yükselişi, Eski Ahid kültürünün yabancı olduğu bir tema değildir elbette. Benzer bir
olgu Adem için de geçerlidir47 ve Rab’bin bir insanı Meleklerden daha üstün görmek gibi bir eğilime sahip
olduğu bilinmektedir. Ancak bu yine de sofuların ve dinin Ortodoks yorumcularının gözünde kabul edilmesi
zor bir sapma olmalı. Yaygın kanı Hanok’un hikmet sahibi ve dini bütün bir kişi olarak, peygamber düzeyinde ele alınması yolunda fikir bildirir; ancak karşımızdaki yüksek düzeyde bir kişiliktir. Farklı zaman ve toplumlarda kabul görmüş “mitik simgeler” ortaklığından hareketle oluşturulmuş “evrensel bir karakter” durmaktadır. Tek kaynaklı bir yaratıcı dininden bahseden tevhid savunucularının gözünde, Hanok, Thoth’tan,
İlya ve oradan da İslam’ın Hızır’ına uzanan kesintisiz bir yolun parçasıdır.
Melek Metatron kimi kaynaklarda “büyük kâtip” olarak nitelendirilir; Âdem’in Tanrı tarafından bin yıllığına
ödünç istenmesiyle ilgili “Elohim ve Adem” öyküsünde, Cebrail ve Mikail’in şahitlik yaptığı bu anlaşmanın
metninin “Metatron’un” arşivlerinde korunduğuna dikkat çekilmektedir.48 Bazı Talmud metinlerinde Kitab-ı
Mukaddes’in “Mezmurlar” ve “İşaya” gibi kitaplarının yazarı olarak gösterilir. Bu örnekler, Thoth’un “semavi yazıcılık” misyonuyla uyum göstermekteyse de, alternatif kaynaklar Metatron’un misyonuyla ilintili
olarak spekülatif çıkarımlara yönelmiş gözükmektedir: Bunlara göre Yakup ile güreşen ya da Çıkış sırasında
kavime yol gösteren melek de oydu. Diğer taraftan Musa’nın değneği gibi simgelerle de özdeşleşmişti.
Thoth’tan Hanok’a geçişin delilleri, disipline edilebilir değildir. Toplumsal alımlamalar karmaşık süreçlere
gebedir ve İsrail oğullarının, başta Mısır, Mezopotamya ve Kenani kültürlerle yakın ilişkisi, Thoth’tan Hanok’a geçiş meselesini tamamiyle çözüme kavuşturmaya olanak vermez. Yahudi kültürünün en temel yazılı
ürünü “Eski Ahid” kitapları bu konuda yeterli ve tutarlı bir bilgi sunmamaktadır. Yine de daha fazla ipucu
için Talmud ve Ölü Deniz Yazmaları gibi, sözlü ve köktenci geleneğin ürünlerine bakmak fayda sağlayacaktır.
Pek eski dünyanın bu tanrısal karakterinin modern tek tanrıcı dinlerin literatürüne girerken kimi problemlere
sebebiyet verdiği açık. İnsanın göksel güçlere dönüşebilme ve onlar gibi olabilme eğilimine işaret ediyordu
çünkü. İlksel Şamanlara atfedilen bu nitelikler, semavi varlıklar olan meleklere dönüşüm ve onlarla özdeşleşimi kolayca gerçekleşemedi
Bu rahatsız edici rahiyaya karşın onunla ilgili tüm kabuller “yasal dinler’ içinde pek istisnai bir durumla karşı karşıya olduğumuzu göstermeye yeter.
Siyasi bir eğretileme olarak Enoch’un kitabı
Bugün elimizde, Enoch’a atfedilen ancak kilise tarafından “imana uygun”(kanonik) görülmeyen, üç versiyon
bulunmaktadır. Bunlar içinde en önemlisi 1770 li yıllarda, Etiyopya’nın Gondar bölgesinde seyyah James
45
Metatron kelimesinin anlamı üzerine bir yorum yapan Westcot ‘Ulu Öğretmen’ fikri üzerinde durmaktadır. Sözcük Grekçe’deki
Tanrı’nın tahtı yanında veya altında anlamına gelen ‘metathronon kelimesiyle güçlü bir benzerlik taşımaktadır. Bk. s. 61. Westcott,
Kabalacılara göre Metatron’un dünyevi bir tanrı-bir tür Demiurgos olduğu fikirini dile getirir. İkinci alem olon Beriyah aleminde çok
sayıda baş meleğe öncülük yapar o. Michael, Ratziel, Safael, Sandalfon ya da Gabriel onun altındadır. Enoch’un bir meleğe dönüşümü hususunun en temel dayanaklarından biri Enoch Kitabı gibi gözüküyor. Zira Enoch, artık insanlardan sayılmadığı bir mertebeyi
anlatmaktadır. ENOCH KİTABINDAN ALINTI: " Ve o günden sonra onlardan (insanlar) biri olarak sayılmadım ve bir melek beni,
meleklerin benim için seçilmiş ve doğruların yerini ölçüm için şeritleri aldığı kuzey ve batı arasına iki rüzgar arasına koydu..." Bu
kısmı Epstein’den alıntıladım Bk. s. 60. Yine de bu kadarı Enoch/Metatron özdeşleşimi için yeterli değildir.Erol KILIÇ, Hanok’un
Metatron’a dönüşümüyle ilgili bir inanışı aktarır. Bu inanışa göre, Tanrı’nın bir meleğinin çağrısı ve eğitimiyle, inzivadan çıkan ve
tüm insanlığa barış ve esenlik getiren Hanok, Tanrı katında ödüllendirilir ve insanların seçilmişi olarak “Meleklerin Kralı” olarak
atanır. Meleklerin karşı çıkışına rağmen Tanrı, onu göz kamaştıran elbise ve taçla süsler; “ona hikmetinin bütün kapılarını açar, Metatron, bütün semavat sakinlerinin prensi ve başı” olur. KILIÇ, s. 34.
46
Metatron, yaygın olmamakla birlikte kimi yorumcular tarafından Cebrail ya da Mikail gibi baş meleklerden daha güçlü olarak
tasvir edilmiştir. Bk. Davidson, 234, 235, 236.
47
İslam kültürü, Ademin meleklere üstünlüğü hususuna, bilgi meselesi bağlamında yeni bir boyut getirmektedir. Buna göre Meleklerin insana kıyasla “derin bir bilgiye sahip” olduklarını iddia ederek böbürlenmeleri sonucunda Allah, Adem’i bizzat kendisi eğitmiştir. Ademe, önce bütün eşya adlarını, ardından da melek isimlerini öğretmiştir. Söylence ve ayrıntı için bk. ESİR, s. 24-25…
48 Alphabet
de Ben Sira’da geçmektedir öykü. Ben Davidson’dan yararlandım. Bk, s. 234.
Bruce tarafından bulunan versiyondur.49 Kitap, Bruce ile birlikte Avrupa’ya gelmiş; ancak 1800’lü yılların ilk
çeyreğinde yayınlanabilmiştir. İ.Ö. III ve II. Yüzyıllarda kaleme alınan, orijinal dili büyük bir olasılıkla Aramice olan kitap, farklı dönemlerde eklemelerle genişletilmiş olmalı50
Enoch Kitabı’nın, toplumsal çalkantıların nabzını tutmak gibi açık bir misyonu vardır. Kitap, hiç de dolaylı
olmayan bir yolla, güncel olana açık eleştiriler getirir. Bir zamanlar “gökyüzüne” ait olan bir topluluğun,
günaha batışı ve mitik sembol olarak Enoch’un “Tanrısal bir mahkemede” onları savunması gibi edebi çerçeve sunmaktadır. Bu çerçeve, Hezekiel kitabı gibi bölümlerde de takip edegeldiğimiz gibi, “ilahi bir davada” halkı adına “avukatlık” yapan peygamberler geleneğiyle tutarlı gözükmektedir. Bu doğruysa, kitap Essenilerin gözüyle, batağa düşmüş İsrail topluluğunun affı için Tanrı’ya yakaran “kutsal kişilerin” öyküsünü
anlatmaktadır.
Kumran topluluğunun tarihe bıraktığı yazın geleneği içinde, İsrail toplumunun kendisi dışındaki yaygın kesimini ötekileştiren bir dil kullandığını zaten biliyoruz. Enoch’un Kitabı’nda ise topluluğun kendisini adil ve
seçilmiş olanların yurdu olarak tanımladığı, geri kalan geniş kesimleri ise “günahkarlıkla” ilişkilendirildiği
görülür. Enoch’un vizyonlarında tanıklık ettiğimiz “Işığın Oğulları” ya da “Karanlığın Çocukları” simgeselliğinin karşılığında açık bir şekilde güncel dünyanın politik türevleri durmaktadır. Öyle ki 52. Bölümde, Kıyamet Günü için hazırlanan silahların “kim için hazırlandığını soran Enoch”, Şeytan ve dünyanın güçlüleri
ve krallarının aynı kefeye konulduğunu öğrenir. Politik karşıtlıkların, Şeytan ile özdeşleştirildiği antik bir
örnekle karşı karşıyayız burada. 61/14’te çok daha açık ve doğrudan bir betimleme görürüz:
“Ceza melekleri intikam için onları alacak çünkü onlar O’nun çocuklarına ve seçilmişlerine eziyet etti…”51
Çok geçmeden, Esseni topluluğunun yalıtık yaşam biçiminin, nasıl dini bir emire biat manası taşıdığı belirtilir. 104/5. Bölümde, “güçlenen günahkarlardan uzak durulması, yalnızca göğün topluluklarıyla dost olunmasını isteyen bir emir bulunmaktadır.
Metinde zor zamanlardan geçen ve büyük bir dönüşümü arzulayan ekol ve görüşlere ait kişilerin kaleminden
süzülen, neredeyse evrensel bir retorikle karşılaşırız. Kutsal kişilerin dahi kaçınamayacakları, evrensel bir
yargı gününden bahsetmektedir kitap:
“Yüksek dağlar sallanacak, yüksek tepeler ateşin önündeki balmumu gibi eriyecek. Dünya parçalanacak ve
üzerindeki her şey mahvolacak. Adil olanlar dahil herkes yargılamadan geçirilecek…”52
Messadie anlatıyı, huzursuz, etrafına endişe vermek isteyen bir fanatiğin ürünü olarak tanımlasa da, hakim
duygunun düş kırıklığı olduğunu görmemek mümkün değildir.53 Açıkça şeytani gözüken politik düşmanların,
“ötekinin”, dış dünyanın Zerdüştvari bir iç isyanla yargılanmasını kurgulayan, evrensel-ebedi bir bütünün
parçasıdır. Tarihsel düzlemde sıklıkla karşılaşırız; pozitif gücün yetersizliği halinde, Tanrı’nın yeryüzüne ine49
Diğer versiyonlardan ilki, 1886 yılında Belgrad’da bulunan ve büyük bir olasılıkla Grekçeden çevrilmiştir. Mısır’ın Thoth külliyatıyla büyük bir benzerlik taşıyan Slav Versiyonunda figür, bizzat Tanrı’dan eğitim almaktadır. Üçüncüsü ise İbranice Enoch kitabıdır.
50 Türkçe’ye
çevrilen Enoch Kitabı’nın önsözünde Altunay, eski ve yeni metinler arasındaki zamansal ilişkiyi İ.Ö: 250-İ.S. 68 Olarak
sunmaktadır. “Peygamber Enok’un Kitabı”, s.10. Anonim. Çeviri. Günyüz KESKİN. Hermes Yayınları. İkini Baskı, Temmuz 2012.
İstanbul.
51
Bk. 97. Bölümde, “ilahi yasayı saptıran”, fesatçılar açık bir şekilde politik düşmanları; ülkenin egemenlerini ve yöneticilerini hedef alan ifadelerdir. Onlara duyulan nefret, “putatapanlar” ve şeytanlara bel bağlayanlarla aynı kefede tutuluştan anlaşıldığı ölçüde
üst düzeydedir. Bu kişilerin, yargılanmadan kaçmasına imkan yoktur zira: “güneş, ay ve yıldızlar” aleyhte tanıklıkta bulunacaktır.
99/8-9. S. 170.
52
Alıntı için bk. Enoch’un Kitabı, s. 30.Tanrının yargı kurulunda yer alan “On bin aziz” vurgusu için ayrıca bk. 2. Bölüm. S. 31.
Kitabın 22. Bölümünde, öte dünyadaki konaklamalar için tasarlanan üç mağarada bahsedildiğini okuruz. Bk. S. 55. Bu mağaralardan,
ışıklı ve içinde su bulunanı adiller için tasarlanmıştır. Yine 24. Bölümde, yargılanmadan başarıyla geçen adillere verilen ödül olarak,
“meyvesi diğerlerine benzemeyen” bir ağaçtan bahsedilir. Meyvesi seçilmişlere hayat besini olacak bu ağaç sayesinde” Adiller ve
seçilmişler neşeyle dolacak ve mutlu olacak ve yüce mekana girecekler…” s. 57.
53
“Hikayenin vermek istediği ders!” demektedir Messadie, “kötülüğün cinsel iştahtan doğduğudur…” Messadie, a.g.e. s. 402. Messadie’ye göre öykü tutarsızlıklarla doludur. Her şeyden önce Azazel, Kutsal Kitap’ta saygın bir yere sahiptir. Diğer taraftan Meleklerin insanlara öğrettiği şeyler “şeytani” olmamakla birlikte “kovuşturmaya uğramalarının” nedeni olarak gözükmektedir. “Bu vahiy
gelmiş bir peygamberin kitabı olmaktan çok aklı fikri ürkünç, hatta çılgınca masal ve anlatılarda olan(…) insanlara endişe vermek
isteyen bir fanatiğin kitabıdır.” Demektedir Messadie… Kuşkusuz Messadie’nin temel amacı, Eski Ahid teolojisinde kendisine pek
az yer bulabilmiş “Şeytan” olgusunun şekillenmeye başladığı “İki Ahid Arası Metinler” külliyatına örnek oluşturmaktır.
rek, günahkarları yargılayacağı inanışı; o olmadığı takdirde dağılmaya yüz tutacak bir topluluğun bir arada
kalma nedenidir. Bu dayanak sayesinde toplum; kendisini bir arada tutan inancı gerçek kılacaktır.
İnanç tarihi uzmanlarının yaygın şekilde belirttiği gibi, Enoch Kitabı, Tekvin bölümünde değinilen ama sonu
bağlanmayan bir öykünün, Tanrı oğulları ve insan kızları arasındaki evlilikten doğan “Nefilimler” meselesinin, edebi manadaki boşluklarını kapatır görünüş olarak. Ancak anlatıda karşılaştığımız tanımlamalar, çok
kolaylıkla gerçek dünyadaki muhataplarına giydirilebilir giysilerdir. İnsanların arasından eşler seçen ve bu
sayede çoğalmaya karar vermiş “Göklerin Çocukları”, yani melekler, kendisini neredeyse yüzyıllar kadar
uzun bir süre zarfında “Tanrı’nın seçilmiş kavmi” olarak gören İsrail oğullarının karşılığıdır. Bununla birlikte
düşüş, Tekvin kitabının trajik bir meselesidir ve sıklıkla işlenişi, açık bir itibar kaybını ve bu kaybın, toplumun bazı kesimlerine, çeşitli vesilelerle rahatsızlık verdiğini gösterir. Bugün Kitab-ı Mukaddes’in bir çok
yerinde, toplumsal yozlaşmanın, çürümenin ve dinden uzaklaşmanın işlendiği bölümlere, farklı uluslardan
kadınlarla evlenme temasının eklendiğini biliyoruz. Kadın simgeselliğinin, kimi dini metinlere özgü “şeytani” yahut “amaçsız kötülük” ile ilişkisi ve elbette modern anlamda toplumsal kimliğinden çok öte,
“katışımı”, kaynaşımı ve sentetik bir toplumu simgelediğini düşünmek için yeterli neden vardır. Uriel’in, suç
işleyen kadınları “leş yiyicilikle” cezalandırılışını anlattığı 19. Bölüm, dönemin kadına bakış açısını yansıtmak gibi özel bir değer taşır. Toplumun çürümüşlüğünün nedenini, kadının biyolojik niteliklerinde bulan idealist bir bakış açısını izlemek mümkündür burada. İkinci Mabet döneminde, “yoksulu” üç beş çarığa satan,
“dulun ve yetimin hakkını” yiyen kişilere öfkelenen peygamberlerin, toplumda düzen sağlamak adına, başka
uluslardan alınan kadınlardan boşanma zorunluluğu getirdiğini hatırlamak yeterlidir. Ortaya çıkan neslin dejenere niteliği, toplumun çürümüşlüğüne yaptıkları katkı, pek az metinde böylesine başarılı biçimde anlatılmıştır:
“Sonra Kadınlar hamile kaldı ve boyları 135 metre olan devler doğdu” demektedir Kitap. Gün gelir, insan
toplumu onları besleyemeyecek kadar yoksullaşır. Yazarın gözünde toplumun çöküşü, onun tüm değerlerini
tüketen, kaynağı bu dünyadan olamayacak denli kudretli bir kaynağı eseridir. Felaketin boyutları öylesine
büyüktür ki, bu ancak Tanrı’nın çözebileceği bir sorundur.54
Kitap, kadınlara aşık olan iki yüz meleğin yalnızca liderlerinin ismini sunmaktadır. Eski Ahid’de Tanrı’nın
kurbandan pay istediği melek Azazel’in yanında, Asaradel, Tamiel, Akibeel ve Barkayal gibi görkemli isimlere sahip meleklerle tanışırız.55 Bu melekler, göklere ait sırları yeryüzüne açmak ve dünyanın kötü bir yer
hale gelmesine neden olmak gibi suçlar işlemiştir. Özellikle Azazel, medeniyet unsurları olarak tanımlanabilecek, savaş aletlerinin, güzel sanatların, büyünün, ve süs eşyalarının öğreticisi olarak, Tanrı’nın büyük tepkisini çeker. Tanrı, bizzat Başmelek Rafael’i, Azazel’in yakalanması görevine atar.56 Benzer bir sona diğer
melekler de uğrar, çeşitli bölümlerde ateşin içinde yuvarlanan yıldızların trajedisine(18.bölüm) ve Mikail ve
Rafael gibi Baş meleklerin, kardeşlerin çektiği acılardan duyduğu rahatsızlıklara(67. Bölüm) değinilir. 18.
Bölüm, üzerinde su bulunmayan, korkunç harap bir çukurdan; Gökyüzünün Çocuklarının hapishanesinden
bahsetmektedir Uriel ve suçlarından: “Onlar yüzünden insanlar Şeytanlara, Tanrılar gibi tapmaya başlamıştır…”
Suçların niteliği konusunda, olasılıkla değişik versiyonlar ve eklemeler neticesinde doğal olmayan bir genişleme fark ederiz. Suçlu meleklerin isim listesinin ve işledikleri suçların bir kez daha verildiği 68. Bölümde,
bilgiye düşman Tanrı figürü bir kez ortaya çıkar. Cezalandırılan meleklerden bir tanesinin adı Pememuel’dir
ki, Tekvin teolojisinden haberdar olmamış olsaydık mürekkep ve kağıtla yazmayı öğretmenin, ya da meleklerin bilgeliklerini başkalarına aktarmanın günah olduğu hususunu anlamakta epeyce zorluk çekerdik. Kitap
insanların, inançlarını kalem ve mürekkeple göstermek için yaratılmadığına değinmektedir. Metnin ilerleyen
kısımlarından çıkarılacak en mantıklı sonuç, bir zamanlar “melekler gibi ölümsüz” olan insan ırkının, kalem
ve mürekkeple simgelenen “bilme” eyleminin ardından, doğru ve saf kalmaktan uzaklaştıklarıdır. Burada
54
Kitabın geç bölümlerinde dünyanın yozlaşması, hayvan simgeselliği ile aktarılır. Kaos, savaş, katliam, saygı noksanlığı, cinsellikteki serbestleşme gibi eleştiriler, Enoch gökyüzünden yaşananları seyretmekte olduğu halde, gökyüzünden düşen ışıklar ve hayvanlar
aracılığıyla gerçekleşir. Bk. 85. Bölüm. S. 136-137. Söz konusu bölümler, kitabın tamamıyla kıyaslandığında çok daha yoğun mecazi
anlatımlar içerir. Bk. 88. Bölüm; Burada Nuh önce beyaz bir inektir. Ama gökyüzünden inen cezalandırıcı dört melekten birisinin
kulağına bir şeyler fısıldamasıyla insana dönüşür ve büyük bir gemi inşa eder. Tufan ise insan olamamış meleklerin suyun altında
kalışını anlatır. Yazar, koyun ve inek simgeselliği ile İsrailoğullarının atalar soyunu farklı bir dille yeniden inşa eder.
55
56
Meleklerin isimleri için bk. Enoch’un Kitabı, s. 34-35.
Azazel, büyük bir olasılıkla Babil’den ödünç alınan bir figürdür. Konuyla ilgili olarak başta Tevrat bölümleri olmak üzere çeşitli
vesilelerle değindiğimiz için burada tekrarlamayı gereksiz görüyoruz. Bununla birlikte, “çöl” ıssızlığında dolaşan, kötülük dolu bir
karakter olarak betimlenebilir. “Issız hazinelerin gardiyanı” lakabı taşıyan Azazel, Yahudi toplumunda “kurban” ritüelleriyle ilişkili
olarak nüfuz sahibidir.
Tekvin teolojisinin tekrarını görürüz: bilgi nedeniyle saflıktan uzaklaşan, yok olmaya yüz tutan insan ırkı.
Diğer taraftan Kasdeya’nın insanoğluna açık ettiği “rahimdeki embriyonun öldürülmesi” bilgisinin özellikle
“kürtajı” yasaklayan topluluğun, dışarıda uygulana gelen bu günahkar edime duyduğu nefreti göstermede
işlevseldir.
Melekler kendilerine biçilen cezanın şiddetinden dolayı korku ve utanç içinde; Lübnan ile Seneser arasındaki
bir yerde, yüzleri örtülü biçimde ağlamakta iken, Enoch, avukatlık görevini gerçekleştirir. Yazdığı talepname
ile kopmuş olan bağı sağlamlaştırma gayretinin en önemli aktörüdür.57 Enoch’un melekleri savunma işini
başaramadığını anlarız; zira sonraki bölümler “yıldızların yargılandığını ve suçlu bulunduğunu açıklar”. Onlar ceza yerine götürülüp, kızgın alevler ve ateşten sütunlarla dolu çukura atılmışlardır.58
Elbette “meleklere biçilen” cezaların ayrıntısı, reel bağlam hedeflenmedikçe pek az açıklayıcıdır. 14. Bölümde geçen, “cennete bir daha asla yükselememe”, “yeryüzünde zincirli kalma”, “çocukların yok oluşunu
seyretme” ya da 53/5’deki cehennem çukuruna ölçülemez ağırlıkta zincirlerle bağlanmak(ve tabi çenelerini
sert taşların kaplaması) gibi cezalar, Tanrı’nın emrine itaat etmekten uzaklaşmış İsrail toplumunun yazın geleneği içinde sıklıkla dile getirilen, toplumsal yıkımları Tanrı’nın iradesine bağlayan genel çerçevenin tipik
bir örneğini sunmaktadır. Çok daha ilginç olanı, Nefilim sembolizminin arka planında yatan entelektüel kibrin yargılanması meselesinde görülür. Esseni cemaati, “bilgiyi”, Tanrı’yı ve ulusun temel çıkarlarını hiçe sayarcasına kutsayan, aydın olmakla övünen ama yıkım sürecini önlemeye hiç de niyetli olmayan, büyük bir
olasılıkla kahin cemaatini hedef almaktadır. “Evet bir zamanlar göklerdeydiniz!” demektedir onlara; “Ama
tüm sırlar size açıklanmamıştı. Sizin öğrendikleriniz sadece kıymetsiz şeylerdi!”
Cemaat, bu satırları okuyacak kişilere “doğruluğun adresi olarak, çölde yaşayan bir komün topluluğunu;
kendisini göstermeyi de ihmal etmez59 Bu tarihsel otorite iddiasını teolojiyle delillendiren bir topluluğun
metnidir. Nebukadnezar’ın yükselişi ve İsrail toplumunun sürgününün ardından, inancından dönmüş bir neslin sonunda; “Tanrı’nın tüm yaratımıyla ilgili yedi katlı bir öğreti aktarmak için görevlendirilmiş “seçilmiş
adillerdir” onlar. Açıktır; Esseni topluluğu kendisini Enoch’un gizemli bilgeliğinin uygulayıcısı ve takipçisi
olarak görmekte; yahut “söyleyeceklerinin” meşruiyetini tarih öncesine ait bu bilge ilk ataya dayandırmaktadır…
Kitabın temel derdi, Kur’an-ı Kerim retoriğinde de sıklıkla geçen, geçmişin büyük yıkımlarını bugün ile ilişkilendirerek “ahlaki dayatmalar” ortaya koymaktır kuşkusuz. O dönem içinde çok iyi bilinen “Tufan” mitine
yapılan göndermeler, açıkça güncel politik düşmanlara gözdağı vermek kaygısı içermektedir. “Çünkü dünya
yıkılacak. Tufanın suları tüm dünyaya gelmek üzere ve dünyanın üzerindeki her şeyi yok edecek!” demektedir, Uriel, Nuh’un kulağına. Nefilimlerden çöle dönmüş, yıkıma uğramış dünyayı kurtarmak için Tanrı’nın
yolu budur. Yazar açıkça söylemez ama okur huzursuzca sormaktadır: “Tanrı geçmişteki yozlaşmış toplumlara gösterdiği öfkeyi, neden bizim için de kuşanmasın?”
Belki kuşanmaz; ama yazarın istediği de, tam da okurun kendisine bu soruyu sormasıdır.
Enoch Kitabı, Hanok’un “tüm âlemlerin bilgisine” sahip oluşunu etiolojik bağlamda açıklamaktadır. Uriel’in
Enoch’u doğa unsurları, yasalar ve göksel kürelerin düzeni hakkında eğittiği 72. Bölüm dikkat çekicidir. Uriel, 74/4’teki ifadenin doğruladığı üzere, bizzat Tanrı tarafından “tüm ışıkların yönetiminden” sorumludur.
Bununla birlikte Hanok’un kılavuzlarının katkısını çok da abartmamak doğru olur sanırım. Kitapta Hanok,
çıkmak zorunda kaldığı semavi yolculuğun zorunlu bir sonucu olarak göksel bilgiye vakıf olmuştur. Bu belki
bir okul eğretilemesidir.
Bununla birlikte, Meleklerin “katip” lakabı ya da “gökyüzü çocuklarıyla” Tanrı arasındaki kopmuş bağı
kurmak şeklindeki prestijli misyonu, karakterin “antik çağlardan beri taşıdığı anlamlarla” uyumlu gözükmektedir.
57
Enok’un Kitabı, 13:41-42…
58
Enok’un Kitabı: 89: 33…
59
Kitabın çeşitli bölümleri, Esseni topluluğuna prestij verme bağlamı taşımaktadır. En dikkat çekici bölümlerden birisi olan 42-2’de,
insanoğulları arasında yaşamaya gelen ama burada kendisine bir yer bulamayan, “bilgelik”ten bahseder. İnsanların yanından ayrılan
ve yeniden göklerde “meleklerin” arasına yerleşen “bilgelik”, burada aramadığı şeyler bulmuş ve orada daim kalmaya karar vermiştir. “Çöldeki yağmur ve susuz bir arazideki çiğ gibi…” bk. A.g.e. s. 73. Söylenenler, Esseni cemaatinin temsilcilerine ya da felsefi
çağrılarına olumsuz yanıt veren yığınların yargılanışı babında okunabilir. Yine 48/6’da, Adiller Topluluğu’nun adaletsizlik dünyasından nefret ederek, bu dünyanın işlerinden uzaklaşmaları ve Tanrı’nın onları koruduğu, kolladığı ve bilgeliğinden pay verdiği ifadeleri
yer almaktadır. S. 78.
Esseni topluluğu açık bir şekilde Enoch’un kadim dünyaya uzanan nüfuzu ve gücünü biliyordu; Şamancıl bir
figür onlar tarafından güncel dünyaya en uygun şekilde kullandı. Göksel bir eğitici tarafından, öte dünyanın
mekan ve düzen bilgisine ulaşan bir insan olarak “Tanrısal” niteliklere donatılmıştır Enoch. 59. Bölümde
ismi telaffuz edilmeyen bir başka melek Enoch’a, rüzgarların bölünüşü, tartılışı, rüzgar pencerelerinin nasıl
anlaşılacağını ve göksel kürelerin sırlarını öğretir. Tüm bunlar Thoth’un eğitim süreciyle şaşırtıcı benzerlikler içerir. Elbette çok daha doğrudan bir şekilde Enoch’un Mısır’a ait simgelerle de haşır neşir olduğunu saptayabiliyoruz. Hiç durmadan Tanrıyı öven dört büyük melek, Mikael, Rafael, Gabriel ve Fanuel’in seslerini
duyduğu 40. Bölümün hemen ardından, “insan eylemlerinin” terazide tartılması işlemine tanıklık eder. “Terazi” simgeselliğinin Kur’an-ı Kerim’de de kullanıldığını biliyoruz.
Mısırlı Thoth’un lakabını taşıyan “Katip” Enoch, gökyüzü ile ilişkisini vizyonlar aracılığıyla sağlaması bağlamıyla da önceliyle paralellik taşır. Bazen uyku, bazen de çeşitli vesilelerle yaşanan, gündelik algının kırıldığı kendinden geçme, dini esriklik anları…
Enoch’un yükselişi, Tanrı’nın Sarayı’na giden yolda, pek az bir zaman sonra tohumlanacak Kabalacı eğilimin prototipini oluşturur. Epstein, bu mitik karakterin Rabbi ben Hakana gibi gerçek tarihsel karakterler gibi,
meditasyon yöntemlerine yönelik eğilimlerinin yaygınlığına yeterince değinmiştir. Bu haliyle Yahudi mistiğinin Enoch’u kendi yükselişi için belirleyici bir örnek olarak seçmiş olduğunu kolaylıkla saptayabiliriz.
Kabala gibi alternatif bir inanç kanalının öte yanında yükseliş motifi, Muhammed’de de göreceğimiz(kanonik) bir tema oluşturmuştur. Göksel alemlerin, cennetin yahut cehennemin tasviri bir tarafa, burada Enoch
bize, ilginçtir, bizzat Tanrı’dan bahseder: Altından ateşten ırmaklar çıkan tahtına kurulmuş, güneşten daha
parlak, kardan daha beyaz giysisi; yüzüne yansıyan ışığıyla hiçbir meleğin yüzüne bakamadığı; etrafı ateş
çemberleriyle dolanmış; “şanı büyük birisi”…60
Tanrı’nın katında konumlanmış figürler içinde en ilgi çekici olanı, tüm sırları bizzat ruhların Tanrısı’ndan
alan, “Seçilmiş Olan’dır.” Bu Esseni cemaatinin eskatolojik dünya görüşünün vazgeçilmez bir parçasını; Hıristiyanların sıklıkla İsa ile ilişkilendirdiği, Mesih figürünü oluşturur. Mesih figürüne ilişkin genel retoriğin,
Hıristiyanlarca sahiplenilmesinde şaşılacak bir durum yoktur elbette. Esseni topluluğunun dili, İsa’nın saygı
duyduğunu bildiğimiz bu topluluktan alıntılar yapmasıyla, Hıristiyan diline epeyce benzer. “Mesih’in geleceği gün” demektedir Enoch’un Kitabı, “kimse ne altınla ne de gümüşle kendisini kurtaramayacaktır”. İsa’nın zenginlere karşıt felsefesini anımsamamak mümkün değil.(63) “Demirden, bakırdan, gümüş, altın ve nikelden dağları eriten gücüyle Mesih, çürümüş medeniyetin üzerine Tanrı’dan aldığı yetkiyle çökecektir.
Mitik öykünün, güncel olanla hesaplaşmaya paralel olarak yürüyen, iç tutarlılığa sahip ayrı bir anlatı olma
niteliğini de gözden kaçırmamalıyız. Esseni topluluğunun muhayyilesinde, Uriel’in dünyanın yok olacağı
kıyım gününe ilişkin söylediklerinin hemen ardından; Enoch’un kadim niteliklerinin azımsanamayacak bir
yer işgal ettiğini fark ederiz. Uriel’en kılavuzluğunun sona ermesinin ardından Enoch, İslam’ın ve Kitab-ı
Mudakkes’in “ölmeden gökyüzüne alınan”ı için, kadim niteliklere açık göndermeler içeren güçlü bir prestij
unsuru tekrar edilir. Göklerden aldığı bilgiyi çocuklarına aktarmak için Tanrı’dan “bir sene izin alan” Enoch,
ikinci yılda, çocuklarının arasından gökyüzüne çağrılacaktır. Bu gerçekleşmiş midir? Kitabın açıkladığına
göre evet. Zira 105. Bölümde, Enoch’un torunu Lemek, “göğün Tanrılarına benzeyen”, gözleri güneşin ışığı
gibi parıldayan bir çocuğa(Nuh) sahip olduğunda, korkuyla babasına gider ve bebek hakkında Enoch’tan bilgi sormasını rica eder. Burada Lemek’in ifadeleri Enoch’un konumu hakkında bizlere bilgi sunmaktadır:
“Çünkü onun mekanı melekler arasındadır…”
Enoch, yalnızca göksel alemleri ölmeden ziyaret eden bir kutsal kişi, hem de yazdığı kitaplarla çocuklarına
göksel bilgeliği miras bırakan bir öğretmen şeklinde konumlanmaktadır. “Gök tabletlerini okudum. Kutsal
kitapları gördüm. Orada sizler için yazılanı gördüm…” demektedir Enoch 103/1’de.
Onu birçok peygamberin üstünde konumlandıran imtiyazı böylece tanırız.
Etkileyicidir; binlerce yıldır esas nitelikleri sabit kalan bir mitik figür; neredeyse her toplum için işlevseldir.
60
Bk. Enok’un Kitabı, 14. Bölüm 18. Bap ve sonrası. S. 46. Yine 46/1’de Kadim Olan tasviri: “Başı yün gibi beyazdı!” demektedir.
Bk. S. 76… Epstein, Kabala literatüründeki bu tasvirin kendini değişik biçimlerde gösteren Tanrı’nın düşük düzeydeki yüzlerinden
biri olduğu kanaatini aktarır. Epstein, Yahudi Mistiklerinin Yolu-Kabala, s. 60. Enoch’a bahşedilen tüm bu bilgiler, uluhiyet gücü
taşıyan bir öğretmen tarafından eğitilen “görevli” şeklindeki yaygın sistematiğin parçasıdır. Benim açımdan en ilgi çekici örneklerden birisi “Yahuda İncil’i” olarak bilinen Apokrif metindir. Bu metinde İsa’yı ihbar eden kişi olarak bilinen ve binlerce yıl boyunca
lanetlenen Yahuda İskaryot’un “özel” bir misyona sahip olduğu iddiası işlenir. Tıpkı Enoch’un yükselişi gibi, bu İncil’de de Yahuda,
bizzat İsa tarafından “göklerin-kozmos ve yaratılışın” sırları doğrultusunda eğitildiği görülür. Yahuda tüm bu eğitimin sonrasında
öğrenir ki, “toplam üç yüz atmış sema vardır…” Yahuda İncili; 50. Doç. Dr. Mahmut Aydın çevirisi. Mahmut Aydın’a göre İsa bu
İncil’de “Gnostik düşünceye sahip bir öğretmen gibi” davranmaktadır. S. 20.
Bir ara durak: Yunan’ın Hermes’i
Thoth’tan İslam Peygamberi İdris’e uzanan çizgide, Kitab-ı Mukaddes’in Hanok’undan sonraki durak, Yunan Mitolojisinde “Tanrıların Habercisi” ismiyle anılan Hermes’tir. Hermes ve Thoth figürleri arasındaki
ilişki de alabildiğine yüzeysel niteliklere dayanır. Semavi yazıcılık misyonu, Hermes’te “Tanrılar ile yeryüzü
arasındaki iletişim” misyonuna evrilmiştir örneğin. Hermes de Thoth gibi elinde bir asa taşımaktadır. Thoth’a
atfedilen “Poimandres” risalesi, Grekçe’de “İnsanların Çobanı” manası taşımaktadır ve bilindiği gibi Hermes, çoban Tanrı’dır ve “alt ve orta sınıfların”, yolcuların koruyucusu olarak gözükmektedir.
Diğer taraftan Hermes’in Thoth’un aksine, daha dünyevi, doğal ve insani unsurlarla ilişkilendirilebilir bir
değişim yaşadığını söylemek mümkündür. Kanatlı ayakkabılar giyen Hermes, rüzgarlar, bulutlar ve şimşekler üzerinde hakimiyet sahibidir.
Ölen kişinin ruhunun “bir rüzgar şeklinde” bedeni terkedişi, Thoth’un öte dünya ile ilişkili Tanrısal misyonunu hatırlatmaktadır. Bir diğer benzerlik ise Mısır’ın Thoth-İmhotep’i ile Yunan’ın Hermes-Asklepios’u
arasındadır. Zamanla İmhotep ile Asklepios özdeşleşir; zira her ikisi de Tanrısal bir varlıktan esin almıştır.
Asklepios özellikle Hermes’in Tıp kitaplarının esinleyicisi olarak konumlanmıştır. Bununla birlikte Hermes,
Asklepios ve İmhotep isimleri arasında, özdeşlik, baba-oğul ya da dede-torun ilişkisi gibi birbiriyle çelişkili
yapılar kurgulanmıştır.
İslam Kültüründe Hermes: “yüce bir makama yükselen”
İslam toplumunun ise "Hermes" figürüyle tanışması Sabii toplumunun etkisiyle oldu.
Sabii inanışı Mısır, Babil ya da Yunan kültürüne ilişkin çok sayıda kalıntı taşıyordu. Harran'da yaşayan bu
topluluk, bizzat Kur'an-ı Kerim tarafından onaylanan niteliğiyle "ehl-i kitap" sahibiydi. Bu bildirim, İslam
düşünür ve filozoflarının Sabiiler'e dikkat göstermesine vesile oldu. İslam kültürü, "Hermes"i, Sabii dininin
kurucusu olarak kabul etti, onun farklı kültürlerdeki isimlerine rağmen "tek bir kişi" olduğu inancını taşıdı.61
Kuşkusuz bunda Sabit İbn Kurra gibi Sabii bilginlerin, Arapça çevrilerinin büyük bir etkisi olmuştur.62
Hermes-Thoth-İdris çizgisi hususunda İslam alimlerinin, Bağdatlı astrolog Ebu Ma’şer’den yararlandığı hususunda yaygın bir kanı bulunmaktadır; zira o, söz konusu isimlerin “aynı figürü” temsil ettiği hususunda
fikir bildirerek, önemli bir temel oluşturmuştur. Bununla birlikte İdris’e mal edilen, yedi esnaf grubundan
sayılan Terzilerin piri, astroloji, kozmoloji ve matematik üstadı ve Allah yolundaki ilk ibadet eden kişi gibi
sıfatlarının kökeni, Yahudi kültürünün alternatif kaynakları olmalıdır. Bu kaynak, Allah’tan “şeriat” hükmünde emirler alması, melekler ile sohbet edecek denli ulvi bir şahsiyet olması ya da kendisiyle birlikte Rab’be
dua edecek bir cemaat belirlemek gibi hususlarda İslam kabullerini belirlemiş gözükmektedir. İslam dünyasında, özellikle Tıb’bın “vahy-i ilahi” olduğu kabulü yaygınlaştıkça, İdris ile Lokman’ın özdeşliği gibi aşırı
yorumlara gidildiği görülmektedir. Bu aşırılıklar zaman zaman, fiziki özelliklerin tasvirine dek varmaktadır.
Vehb b. Münebbih, İdris’i son derece güzel, uzun boylu, gür saç ve sakallı, sürme gözlü bir kişi olarak betimler. Ona göre İdris, “çok susan ve hep düşünen” bir zat-ı kerimdir.
İslam dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in İdris’e ilişkin sözleri, onun karakteri ya da kişiliğinin herhangi
bir özelliği hakkında doğrudan bir bilgi vermekten uzaktır63 Kitap, bu bölümlerde İdris’in sabredenlerden
birisi olduğunu belirterek, onun “yüce bir mevkiye” yükseldiğini söylemektedir. Yüce mevki tanımı, Hanok’un Tekvin kitabındaki yükselişiyle ilişkili hali İslam düşünürlerinin dikkatini çekmiştir. Bu makamın ne olduğu hususunda değişik fikirler vardır ama yorumların büyük bir bölümü “kurgusal” nitelikler taşımaktadır.
Bunlar içinde en ilgi çekici olanlarından birisi, Muhyiddin İbn Arabi’nin yorumudur ki o da İdris’in ruhani
makamını “Güneş feleğine” bağlamaktadır. Güneş feleği bir kutup vazifesi görmektedir; zira o, altında ve
61
"Biz seni bütüm isimlerine Arapça ey Utarid, Farsça ey Tir, Latince ey Harus, Yunanca ey Hermes, Hinduca ey Budd diye çağırırız." Mecriti'nin "Gayet'ül Hekim" isimli eserinden alıntılayan Kılıç bk. s. 13.
62
63
Sabii Bilgin Kurra'nın çevirisi, Hermes'e ait olduğu düşünülen "Kitab'ul Nevamis"tir. Bk. Kılıç, s. 12.
Meryem Suresi 56 ve 57. Ayetlerde İdris hakkında şunlar söylenmektedir: “Kitab’da İdris’i de an: çünkü o çok doğru bir peygamberdi. Onu yüce bir yere yükseltmiştik…” Yine Enbiya Suresi’nin 85. Ayetinde de İdris ismi geçmekte, o, Eyup, İsmail ve Zu’l-Kifl
ile birlikte “sabredenlerden” birisi olarak tanıtılmaktadır. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali. Prof. Dr. Süleyman Ateş Çevirisi. Kimi
yorumcular, yine Kur’an-ı Kerim’de geçen, Sıddik, Nebi, Mezkur, Refi’ş Şe’n, Sacid, Baki, Mücteba gibi sıfatların İdris’e ilişkin
olduğunu belirtmektedir. Bk. Kılıç, s. 41.
üstünde yedişer tane olmak üzere tertip edilen bir düzenin merkezinde yer almaktadır.64 İdris’in “Güneş Feleğiyle” ilişkisine değinen bir diğer rivayette, “güneşi taşımakla yükümlü meleğin yükünü hafifletmek için”
Rab’be dua edişi, bunun karşılığında meleğin hürmetini kazanışına değinilir. Melek, kardeşi İdris’in ömrünü
uzatması için Azrail ile görüşmeye gider; ama ölüm meleği ona, “bu kişinin ölümünün ancak güneşe yaklaşması durumunda gerçekleşebileceğini” belirtir. Kardeşi güneş meleği tarafından “zaten güneşin yanına bırakılmış” olan İdris burada vefat eder. İdris’in cenaze namazı, yedi kat gök ehli tarafından kılınmış, na’şı dördüncü kata gömülmüştür. “İşte onu yüce bir yere yükselttik ayetinden maksat budur”65
Bu yorumlar, Kuran-ı Kerim’in “yüce bir makam” vurgusunun manasını, hadisler ve diğer kültürlere özgü
kaynaklardan hareketle açıklama kaygısının ürünüdür. Buraya kadar aktarılan rivayetlerde öldükten sonra
“bu mertebeye” yükseltildiği görülmektedir. Diğer taraftan Hanok ve Thoth ekseninde, “ölmeden gökyüzüne
alınan” kutsal kişi kabulüyle uyumlu rivayetler de bulunmaktadır. Buna göre İdris’in ibadetteki aşkı ve içtenliğine hayran kalan ve Allah’ın izniyle onunla tanışmaya inen Azrail’in “istemeden de olsa”, bu Peygamber’in cennet katına yükselişine vesile olduğunu okuruz. Anlatılanlara göre İdris, Azrail’in “gizli kimliğini” öğrendiğinde ondan canını almasını istemiştir. Azrail de bu isteğini yerine getirdikten sonra, canını yerine koymuştur. İdris’in bir sonraki isteği cehennem ve cennete gitmektir. Azrail bunları da gerçekleştirmiştir. Ama
Cennetten çıkma sırası geldiğinde İdris çıkmak istememiş ve Azrail ile arasında bir anlaşmazlık vuku bulmuştur. Rab bu anlaşmazlığa bir “hakem melek” tayin eder. İdris savunmasında Rab’bin Kur’an-ı Kerim’de
bildirdiği ayetlerinden yararlanır; her canın ölümü tadacağını, cehenneme gireceğini ve cennette ebediyen
kalacağını buyurmuştur Allah. Bu öykü, ibadet ve dinin esaslarını hususunda bilgi sahibi kimselerin Allah
katındaki değerini vurgulayan bir değer taşıyor gibi gözükmektedir.
Görüldüğü gibi İdris’in her daim meleklerle ilişkilendirilen hikayeleri, Mısır’ın bizzat Osiris tarafından eğitilen ya da Amun ile söyleşen ve ondan bilgi alan Thoth karakteriyle güçlü bir uyum sergilemektedir. İdris de,
ya bir melek eşliğinde yolculuğa çıkmakta, ya da onlardan birisi ya da birkaçı gözetiminde eğitim görmekte;
tıpkı Thoth gibi bunu yeryüzüne aktarmaktadır. “Ölmeden gökyüzüne” alınma sıfatı, Mısırlı rahiplerin “deruni” bilgiye mazhar olan kişilere atfettiği bir hitap olarak düşünülürse büyük bir tutarlılık taşımaktadır. Zira
bu bilgi yeryüzünün işleyişinden ve kurallarından azade bir bütünlüğü öngörmektedir. Gerek astronomi ve
astroloji gibi gökyüzüne ait cisimlerin bilgisi, diğer taraftan geleceği görme ilmine kaynak teşkil etmektedir.
Yine tıp ve şifa sanatının açıkça dünyevi olmayan öğelerle teması içerdiği ve doğru uygulamada “ömrün
uzamasına” vesile olduğu düşünülebilir. Öykülerde, İdris’in Azrail’i “ömrünün uzaması” hususunda ikna
ettiği ya da kandırdığı görülür ki, bu açıkça tıb ilmindeki ustalığa işaret ediyor olabilir. Bilim, din, büyü ve
sanat gibi unsurların yanında İdris, Thoth ve Hanok figürüyle uyumlu bir şekilde, kentleşmenin ve ekonomik
faaliyetlerin de yeryüzünde yaygınlaşmasını sağlayan kişidir İslam tasavvurunda. “İlk defa hayvan derisinden elbise yaparak giyinen” sıfatı ona aittir; hayvanları evcilleştirmiş, ırmakları kontrol altına alarak tarlaları
sulama yöntemini geliştirmiş, demiri işleyerek ona şekil vermeyi insanlara öğretmiştir. Yaşadığı yer olarak
Mısır gösterilir; öyle ki piramitlerin yapımı ve içindeki yazılar ona mal edilmiş gözükmektedir.
Bağdaşım yolundaki en kesin akıl yürütmelerin kaynağı olarak Peygamber gösterilebilir. Hadisleri aktaran
İslam bilginleri Peygamber’in, Cebrail’in eşliğinde Mirac’a çıkarken, dördüncü gökte İdris’i gördüğünü belirtmiştir. Bir diğer hadiste de Peygamber, Ebu Zer’e seslenir ve Allah’ın gönderdiği dört Süryani peygamberden birisi olan İdris’in, dünyada ilk kez kalem kullanarak yazıyı yazan kişi olduğunu bildirdiği rivayet
edilir.66 Bu hadisten, İdris’e Allah’tan 30 sahifelik bir vahiy indiği ve kalem kullanarak yazı yazan ilk kişinin
64
İbn Arabi, “insanın” yükselişi meselesini iki kısımda açıklamaktadır. Bunlardan ilki “mekan” ikincisi ise “mekanet” kavramlarıyla
ilişkilidir. Bunlardan mekan bedene, çabalama ve ibadete, “mekanet” ise ruha, bilgiye aittir. Arifler onun bilgisinde “yükselir”, abidler ve zahidler ise onun rızası için çalışıp çabalamada… Öyleyse demektedir Arabi: “Mekanet yüceliği “bilene” aittir, mekan yüceliği
ise amel yapana…” İdris, bu iki yükseliş mertebesine de hakimdir ve ayette geçen “yüce” sözcüğü, mekanın sıfatı olarak düşünülmüştür. Aktran KILIÇ, s. 43.
65
66
M.B. Muhammed Efendi’den aktaran Kılıç, s. 47.
Diğerleri Adem, Şit ve Nuh’tur. İbn’ül Esir’den, a.g.e. s. 50-51. İbnü’l Esir, İdris’in hesap, kainat ve yıldız ilmini ilk bilen şahsiyet
olduğunu belirterek, Yunanlıların bu zata “Feylezof Hirmis” dediğini belirtmektedir. O aynı zamanda Allah adına cihat edenlerin
ilkidir ve Kabil’in çocuklarını esir almış ve onları köle olarak kullanmıştır. ESİR, islam kültürü içindeki İdris kabullerini derlemiştir.
Buna göre o, insanlara yol gösterici olarak Allah tarafından atanmış, bizzat Allah tarafından ilimler konusunda bilgilendirilmiş, ilahi
bilgiler içeren 30 sahife almış bir kişidir. Esir ayrıca, Biyürasb isimli bir hükümdarın “İdris’in” kitabıyla büyü yapmaya gayret gösterdiğini aktarmaktadır.
İdris olduğu anlaşılmaktadır.67
İdris’in yazıları İslam kültürü için de “kıymetli” bir bütünlük arz etmektedir. Büyük bir bölümü İ.S. X-XI.
Yüzyıllarda Arapça olarak kaleme alınmış ve Grek ya da Kıpti özellikler taşımayan bir külliyat bulunmaktadır. Bu metinler bütünü büyük bir olasılıkla, Grekçe’den çevrilmiş ve Arap kültürü aracılığıyla diğer medeniyetlere taşınmıştır. Bu derin yazın, yorum ve tercüme bütünlüğü, İslam kültürü içinde, özellikle astroloji,
simya, büyü ve kehanet gibi alanlardan oluşan güçlü bir gelenek doğurmuştur.68
Bu yapı içerisinde en önemli durak Kapadokya-Tyanalı Apollonios’a mal edilen ya da onunla ilişkili bir şekilde anılan kitaplardır. Apolloinos, kendisini vizyonlar, rüyalar ya da vahiy gibi kutsal deneyimler aracılığıyla Hermetik okulun derin felsefe ve anlayışının taşıyıcısı olarak görmektedir. Bu Tanrı’nın övgüsü, yaratılışa “kelam” aracılığıyla yön verişi, hareket, değişim ve dönüşüm yasalarına dolaylı hakimiyeti bağlamında
Corpus Hermeticum içeriğiyle tutarlıdır.69 Kitaplar melek isimleri, koruma güçleri ve göksel alemlerin kimyası, yıldız tasvirleri, büyü ile tedavi sanatı, heykellerin etkileri, simya, ayrıca hayvan ve bitki türleri gibi
hususlar içerir. Apolloinos’un(Arapça Balinus) kitaplarını Hermes’ten aldığı ya da bizzat onun esiniyle oluşturduğu hususunda ne düşündüğünü bilmemize imkan yok. Bununla birlikte onun mirası açık bir şekilde
Hermes Külliyatı’nın bir devamı olarak düşünülmüş, bu algı özellikle İslam kültürüne yerleşmiş olmalıdır.
Zira Prof. Kılıç’ın aktardığı gibi “Mushafu’l-Kamer” kitabının Arapçaya tercümesinin sunumuna, kitabın
bizzat Hermes’ten alındığı ibaresi düşülmüştür.
İdris’e vahyedilen ya da onun tarafından yazıldığı kabul edilen sayfalarda göksel sırlar yer almaktadır ki, bu
bilginin niteliği Cennet öyküsünde Adem ve Havva’nın sürülüşünün nedeni olarak sunulan “iyi ve kötüyü
bilme” ve “sonsuz yaşama” ağacının muhteviyatı ile paralellik göstermektedir… Kötü niyetli kişilerin bu
yazılarda varolan güçten yararlanarak büyü yapmaya gayret ettiği ya da Cebrail’in “bu kitaptaki bilgilerin”
ve sırrın insanlar arasında yayılmasını engellemek için okyanusa attığı gibi rivayetler bulunmaktadır. Zira
onun zamanında dünya alabildiğine kötü bir yerdir. Taberi’nin aktardığına göre, İdris, kardeşini öldürdükten
sonra ateşe tapmaya başlayan ve dinen günah sayılan, içki ve zina gibi edimlerin yaratıcısı Kabil’in(Kitab-ı
Mukkaddes’in Kain’i) yoldan çıkardığı dünyayı düzeltmek için gönderilen kişidir.70 Yine ölümünü haber
aldığında oğlu Metuşlah’a, Kabil’in soyu ile karışmama yolunda kesin emirler vermiştir.
Yaygın olmamakla birlikte, İdris’in İlyas ve Hızır kültüyle ilişkisi de dikkat çekicidir. İlya, “Kitab-ı Mukaddes’te” peygamberlik mirasını öğrencisi ve müridi Elişa’ya bırakmadan evel, “ateşten atların koşulduğu bir
arabayla” gökyüzüne çıkan “mukaddes bir peygamberdir. Hanok’un ardından “ölmeden gökyüzüne alınma
itibarına sahip olan İlya, Kuran-ı Kerim’de hayır ve şerrin gizliliği hususunda Musa’ya öğretmenlik eden
Hızır ile ilişkilendirilmiş gözükmektedir. Burada “ölen ve dirilen” Tanrı kültlerinin etkisini, azalmış düzeyde
de olsa görmekteyiz. İdris, Allah’ın kendisine verdiği ayrıcalıklardan yararlanarak, insanlık tarihinin çeşitli
zamanlarında yeryüzünde bir insanda cisimleşen ilahi bir tözü andıran özellikler göstermektedir. Bununla
birlikte İslam kabülü, insan ve melekler arasında aşılmaz engeller tesis etmiştir. Bu koşulda Hermes, İslam
alimlerince “reenkarne” olmuş yüce bir varlığın ya da Allah’ın yeryüzüne müdahalesinin ilahi bir aracı olarak değil, “tarihin değişik dönemlerinde yaşamış” farklı karakterler olarak, üç kere büyük sıfatını kazanmış67
Hadisler ve güvenilirliği meselesi günümüze dek tartışılagelmiştir. Sözel kültüre özgü bu geleneğin “yazıya” geçirilme sürecindeki
gecikme, zamanla kemikleşecek çarpıtmaların muhatabıdır. Gelinen aşamada ilahiyatçılar ve din tarihi uzmanları için hadislerin sahihliği için temel ölçüt Kur’an-ı Kerim’in bildirimleriyle uyumudur. Eğer bir hadis, Kur’an-ı Kerim ile çelişiyorsa “sahih” değildir.
Bu konuda bir yorum için bk. YASDIMAN, H. Ö. Doç. Dr. “Yılan, Havva, adem Arasında Geçen Olaylara İslam ve Yahudiliğin Bakışı”. DEÜİFD, XXXIV/2011, s. 17. Bu bilgiden hareketle, söz konusu hadisin Kur’an’da geçen “yüce bir makama yükseltilme”
edimiyle paralellik gösterdiği belirtilebilir. Diğer taraftan İdris’in dördüncü katta bulunduğu gibi ayrıntıların Kur’an tarafından doğrulanmasına imkân yoktur.
68
Bu külliyat ve yer aldığı kütüphaneler hakkında doyurucu bilgi için bk. KILIÇ, s 90-125.
69
Hermeticum’un Hıristiyan vahyine uygun dokusu ve bunun dile getirilişi, Apolloinos ile İsa’nın aynı kişiler olduğu ya da Kilise’nin İsa’ya ilişkin geç dönem çarpıtmalarını İsa üzerinden gerçekleştirdiği gibi yorumların yapılmasına vesile olmuştur. Bu konuda
yaygın bir örnek için Bk. ALTINTAL, A. TYANALI APOLLOİNOS. Alfa Yayınları. Bununla birlikte tarihsel gerçekler Apolloinos’u
peygamber olarak kabul görmeye başlayan kitlenin büyümesiyle “sapkın” ilan edildiğini göstermektedir.
70
Bkz. TABERİ, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları Şark İslam Klasikleri 1991 İstanbul. Çeviren:
Zakir KADİRİ UGAN, Ahmet TEMİR. İslam dünyasındaki yorumlar, Tekvin kitabına özgü çelişkili ifadelerin kurbanı olmuş gibi
gözükmektedir. İbn’ül Esir, onun Yerd(Tekvin’in Yared’i) oğullarından birisi, Hanuk olduğunu yazarken, Taberi, onu Şit’ten sonra
gelen ilk peygamber olarak niteler. Tekvin Kitabı “Hanok’un kimliği hususunda” iki farklı yazar tarafından kaleme alındığı belli
olan, birbiriyle çelişik iki liste sunmaktadır. Birinci listeye göre “Hanok”, Adem oğlu Kain’in oğludur. İkinci listede ise Adem’in ilk
oğlu Şit’tir, Kain ise Enoş isimli oğlundan doğar. Bu listede Kain ismi, Kenan olarak geçmektedir, Hanok ise onun torunu Yared’in
oğludur. Karşılaştırma için bk. ileride VI. bölüm . Kimi İslam düşünürü, ikinci listeyi takip ederek, “Unnuh”u “yedinci” olarak nitelemektedir.
tır. Hermeslerden ilki, Hanok ya da İdris ile ilişkilendirilen ve yukarıda aktarılan özelliklerle muhatap olan,
Mısırlı Hermes’tir ve tufandan önce yaşamıştır. Yine bilim ve din kitaplarıyla ünlenen diğer ikisinden ilki
tufandan sonra Babil’de, ikincisi ise yine Mısır’da yaşamıştır. Bununla birlikte Mevlana ve diğer tasavvuf
ehli, İdris’in tekrar bu aleme gelen “melekut aleminin” öğretmeni sıfatıyla, tarihsel olarak üç Hermes fikrini
reddediyor gözükmektedir.
Hz. Ali’nin, Hıristiyanlık peygamberi İsa ile birlikte gökyüzünde olmasına rağmen yaşayan iki kişiden birinin İdris olduğunu söylediği rivayet edilir.71
71
Hz. Ali’nin söz konusu sözünde, “yeryüzünde yaşamaya devam eden” kişiler olarak İlyas ve Hızır’ın ismini verdiği rivayet edilir.
Nişancızade’den aktaran KILIÇ, s. 49.