Academia.eduAcademia.edu

Sosyalist Feminizm

2017, Sosyalist Feminizm Ödev

Sosyalist feminizm, ataerkil sistemi cinsel politikanın adı olarak tanımlayan feminizm koludur. Ataerkillik kadının konumunun anlaşılması için kapitalist sistemle birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Sosyalist feministlere göre aile, üretimin ve dağıtımın yapıldığı yer, yani mücadelenin merkezidir.

T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI SOSYOLOJİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI KADIN ÇALIŞMALARI DERSİ ÖDEVİ “SOSYALİST FEMİNİZM” Hazırlayan Aybüke KAPLAN 168231106 Ankara 2018 Sosyalist Feminizm Sosyalist feminizm, ataerkil sistemi cinsel politikanın adı olarak tanımlayan feminizm koludur. Ataerkillik kadının konumunun anlaşılması için kapitalist sistemle birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Sosyalist feministlere göre aile, üretimin ve dağıtımın yapıldığı yer, yani mücadelenin merkezidir.  Marksist teoriyle aynı kaynaktan beslenen bu gelenek, Radikal Feminizmin toplumsal cinsiyet eşitsizliği vurgusunu paylaşır. İdeoloji noktasında Marksist Feminizmden farklı olarak kitle kültüründeki ideolojik dışavurumların görece özerkliğini varsayar. Sınıfsal baskının önemini yineleyen bu gelenek ataerkilliğin de en az sınıfsal baskı kadar önemli olduğunu vurgular. Marksist yaklaşımın kadını hem evde hem de işyerinde baskı altına alan ataerkilliği ve ücret karşılığı olmayan kadın emeğini açıklamada yetersiz olduğunu savunur. Ayrıca Aydınlanmacı Liberal geleneği kendini gerçekleştirme kisvesi altındaki bireyselcilikten dolayı eleştirir ve kolektif yararlara yönelir. Sosyalist Feminizm kadınların özgürleşme destekçi siyasal gruplara ihtiyacı olduğunu, bu anlamda ayrılıkçı olmamak gerektiğini savunur. Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliklerin çözümü için de psikanalitik teorinin yeniden formüle edilmesi gerekliliği Sosyalist geleneğin önemli argümanlarındandır (Özsöz, 2008). Kuramın Temel Varsayımları Marksist Feminizmin sınıfsal bölünmenin altını çizmesi önemliydi. Ancak bu yaklaşım da kadınların üretim tarzı dışında açıklanabileceğini reddettiği için hayatın her alanındaki erkek egemenliğini açıklamak konusunda yetersiz kalıyordu. Marksist feminist kuram ile cinsiyeti merkeze alan radikal feminist kuramı birleştiren sosyalist feminizm ise Marksizmin temel kavramlarını kadınların durumunun analizine uygulamaya ve bu kavramlara yeni bir içerik kazandırmaya çalışmıştır. Kadınların ezilmesinde sınıfın yanı sıra toplumsal cinsiyete ve cinselliğe de yer veren Sosyalist Feminizm, çağdaş toplumlarda kapitalizm ve ataerkilliğin karşılıklı olarak birbirlerini destekleyerek kadınların ezilmesini sürdüren bir etkileşim içinde olduklarını savunan daha kapsamlı bir kuram önermiştir. Sosyalist feministlere göre Marksizm tek başına bir ekonomik üretim tarzı kuramı olarak kadınların yalnızca ekonomik sömürüsünü açıklayabilmektedir. Radikal feminizmin ataerkillik kavramı ise kadınlar üzerindeki geniş kapsamlı bir açıklama sağlayabilen bir kuram olarak görüldü. Dolayısıyla bu iki kuramın birleştirilmesiyle kapitalist ataerkillik kavramına ulaşmak ataerkil pratiklerin, toplumsal ilişkilerin ve ideolojilerin, zihniyet yapılarının aile içindeki ve dışındaki ekonomik sömürüyü nasıl yoğunlaştırdığını açıklamak açısından mümkün görünmektedir (Erdoğan, 2014). Kuramın Temel Kavramları Sosyalist Feminist Kuramın temeli uzlaştırıcı yaklaşıma sahip olmasıdır. Kadın Emeği/ Ev içi Emek Sosyalist feminizmde, Marksizm’in cinsiyet ilişkilerini önemsemediği, dikkate almadığı en temel eleştiridir. Marksizm erkeksi koşullar altında ve erkeklere özgü olarak geliştirilmiştir. Marks ve Engels’in teorisi, toplumsal cinsiyet ilişkilerini marjinalleştirir ve kendi sorunsalları dahilinde, kadınların spesifik olarak ele alınmasını olanaksız kılmasa da zorlaştırır. Cinsler arasındaki ilişkileri olağan kabul eder. Marks kadını doğa ile özdeşleştirdiği, doğayı da veri olarak kabul ettiği için, Engels ise, kadın ile aileyi bir saydığı ve kadının bu kurum içindeki işini ve cinsel rolünü eleştirmeye yanaşmadığı için kadınlar daha baştan Marksist sorunsalın dışında tutulmuşlardır. Marksistler için sınıf vardır ama cinsiyet yoktur: Bireyler, üretimlerinin maddi koşullarının ürünüdür. Burada örtük olsa da kastedilen, erkek bireydir. Kadınların ve erkeklerin doğa ile üretim araçları ile farklı ilişkileri vardır. Marksizm, sınıfı, kadının statüsünü açıklamada yeterli ve etkili bulmaktadır. Kapitalizm altında, burjuva kadınları proleter kadınların ezildiği gibi ezilmemektedir. Kadınların ezilmesi, bireylerin bilinçli eylemleri yüzünden gerçekleşmez. Bu ezilme, kapitalizm ile bağlantılı politik, toplumsal, ekonomik yapıların ürünüdür. Sınıf ve Sınıf Bilinci Kavramları Sosyalist feministler; kadının ezilmesinin erkekten farklı niteliğini anlamak için onun çalışmadaki statüsüne bakılmasını, aile kurumu ile kapitalizm arasındaki ilişkilerin analiz edilmesini, ev işi ve yabancılaşmanın kadınlarla ilişkisinin kurulmasını öne çıkarırlar. Kapitalizmle birlikte kamusal/ özel alanının iyice ayrıştı ev, üretim alanı olmaktan çıkmıştır. Ev işi emeği, üretici olmayan emek olarak görüldüğü gibi, herhangi bir değere de sahip değildir. Kapitalizmde emeğin yeniden üretimi masrafı düşürdüğü için kadınların ev işini ücretsiz yapması istenmiştir. Kadınların çalışması istendiğinde ise, bu talebin arkasında, ücretleri düşürmek için, kadınların yedek işgücü olarak kullanılması niyeti saklıdır. Aileyi erkek geçindirmelidir, kadınlara dışardan ziyade evde ihtiyaç vardır anlayışıyla, kadınlar bu alandan içeriye çekilmeye çalışılmıştır. Sendikalar bile, uzunca bir süre, erkeğe bütün aileyi geçindirecek kadar ücret ödenmesini istemişlerdir. Bu sistemde bekâr kadın işçilere düşük ücretle ve kadın işi sayılan işlerde çalışmak koşuluyla yer vardır. Kadını ikincil konumda tutan ailede ve iş yerinde üstlendiği roldür. Bu rol onun benliğini ve dolayısıyla bilincini de belirler. Kadın emeği gerçek emek olarak görülmez ve kadınlara layık görülen işler de hizmete yönelik, düşük ücretli, kalifiye olmayan tek düze işlerdir. Bu bağlamda Michele Barrett, emeğin cinsiyetçi iş bölümünün ideolojisinin kapitalizm tarafından üretilmediği, kapitalizmin onu öncelediğini Günümüzde Kadına Uygulanan Baskı kitabında dile getirmiştir. Toplumsal cinsiyet ideolojisi durağan ya da birleşik bir kategori değildir, tarihsel olarak farklılık göstermektedir. İdeolojinin somut ve tarihsel olarak maddi bir temeli vardır. Bu nedenle içinde oluştuğu farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlar içinde incelenmesi gerekmektedir. Kapitalizm tek suçlu olmamalıdır. Ancak kapitalizm ücretli emek düzeni altında gelişen büyük ölçekli üretimle, ev ile iş yerini ayrıştırdı, emeğin uzmanlaşmasına, hiyerarşinin artmasına yol açmıştır. Ev işleri, kadınların ezilmesini daha da artırdığı gibi kurtuluştan da uzaklaştırdı. Feminizm özerk bir kadın kurtuluş hareketi olmakla birlikte, erkeklerle birlikte politik katılımı da önemsemelidir. Barrett, Marksist feminizmin esas amacının üretim ve yeniden üretim süreçleriyle ilişkili ya da ilişkisiz olarak işleyen toplumsal cins ilişkilerinin işleyişini tamamlamak olduğunu söylemiştir. İnsanların zaman ve mekân içinde akış içinde bulundukları anlayışından yola çıkarak Marksist feminist düşüncenin dinamik niteliğini ortaya koymuştur. Barrett’e göre, kadınlar basit kullanım değerlerini, evle aileyle ilgili üreten bir sınıftır. Bu kullanım değerleri satılamıyor diye, onların işi daha az zor değildir. Eğer ev işi ve çocuk bakımı türünden işlerden kurtulmuyorsa, kadınların üretime katılması, onları kurtuluştan uzaklaştırmaktadır. Ezilmesini daha da artırır. Çünkü bugün ev içinde yaptığını, yarın evin dışında yapacak durumdadır. Bunun önemi kadını işten kurtarması değil, herkesin kadının yaptığı işin değerini kavraması, toplumsal olarak ne denli gerekli olduğunun anlaşılmasıdır. Sosyalist feminizm kaynağında cins körü olan Marksist kategori ve kavramlarına feminist bir içerik kazandırmayı esas olarak almıştır. Sosyalist feministlere göre, ev işlerinin toplumsal olarak ne derece gerekli olduğunu açığa çıkarmak önemlidir. Bunu politik sorun olarak gündeme getirmenin önündeki en önemli engel, bu işlerin bir sevgi ilişkisi içinde karşılıksız, görülüyor olmasıdır. “Özel, ele gelmeyen, görülmeyen biçimiyle kadınların karşılıksız emeği, sevgi karşılığı çalışmadır. İşlerin mesai saati yoktur, günlük yaşamla iç içe girmiş, onun parçası haline gelmiş bir emek süreci içinde cereyan eder.” “Kadınların ev içi emeğinin bir başka özelliği, duygusallık boyutu itibariyle nicelik olarak ifade edilecek bir emek olmayışıdır. Bu yüzden de ev içinde yapılan bakım işlerinin tüm manevi, duygusal boyutlarıyla emek harcamak olarak kabul edilmesinin yolu, bu emeğin ev içi (karşılıksız) biçimiyle ücretli bakım işlerinde harcanan emek arasındaki sürekliliğin kurulmasından geçer.” Buna karşı, Mariarosa Dalla Casta ve Selma James, kadının ev içi emeğinin sadece yararlı değil, Marksist anlamda artı değer yaratan bir şey olduğunu söylemişlerdir. Kadının işi bütün diğer emek biçimleri için gerekli emek, değer, artı değer yaratan biçimler için kapitalist makineyi sürdüren kadınlardır. Ev içi emek üretici emek olduğu için, bir ücretin talep edilmesi ve bu ücretin bireysel olarak erkeklerin değil, devletin ödemesi gerektiği, çünkü, kadının sömürülmesinden yararlananın sermayenin kendisi olduğu, şeklinde çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Bu ücretin aylık olmak zorunda olmadığı, sosyal yardım şeklinde de yapılabileceği konusunda fikirler yürütülmüştür. Bu düşüncelere karşı ev içi emeğin ücretlendirilmesinin kadınları eve hapsedip, kapitalizmin her şeyi metalaştırma eğilimine hizmet edeceği, cins rollerinin değişiminin önüne geçeceği yolunda eleştiriler yapılmıştır. Marksist feministler sonuçta, kadın ya da erkek her emekçiyi ikili yükten kurtaracak bir ücret verilmesine taraftardırlar. Kadınların Yabancılaşması Yabancılaşma, kişinin kendini değersiz hissetmesi ya da yaşamı anlamsız olarak görmesi, anlam ve öz değeri ancak kendi durumuna ilişkin illüzyonlar yardımıyla edinebilmesidir. Yabancılaşma son derece derin bir parçalanmışlık/bölünmüşlük duygusu verir; aslında birbiriyle ilişkili olan şeyler veya kişiler birbirinden ayrı kopuk olarak algılanır. Yabancılaşma genel bir anlamsızlık, bölünmüşlük duygusu içinde olma halidir. Yabancılaşma konusu Marksizm’de önemli bir yer tutmaktadır. Marks’a göre emek, insanı insan yapan en önemli değerdir. Kapitalizm koşullarında emek, işçiyi insanlıktan uzaklaştıran bir edime dönüşmüştür. Doğadan kopmuş, üretim araçlarından yoksun ve kendi emeklerinin ürünlerine yabancı olan işçiler ne üretim kararlarına katılırlar ne de ürünlerinin meyvesine sahip olurlar. İşçi olarak varlıklarının bir parçasını oluşturması ve ifade etmesi gereken şey onlar için yabancı, düşman bir şeye dönüşür. Kendi kendileriyle ilişkilerde de aynı kopuşu yaşarlar, kendilerine yabancılaştıkları gibi diğer insanlara da yabancılaşırlar. Yani işçiler sadece sömürülmekle kalmaz, üretim süreci onları kendilerine, emeklerine, birbirlerine yabancılaştırır. Kapitalist ekonominin yapısı işçileri, birbirlerini rakip görmeye zorlar. İşçinin başkalarıyla birlikteliğinin ve iş birliğinde bulunmanın potansiyel kaynağı, onun yalnızlığına neden olunca, aslında en azından kendi kimliğinin bir parçasını oluşturan ötekilerle özdeşleşme yeteneğini yitirmiş olur. İşçiler kendilerine de yabancılaşırlar. Çünkü yaptıkları işin niteliği ve çalışma koşulları onları doğayı, yaşamlarını sürdürme konusunda bir engel olarak görmeye iter. Bu ise, ilişkiselliğin bulunması gereken bir yerde karşıtlık demektir. Doğanın tüm öğeleri arasında ilişkisellik yerine karşıtlık ortaya çıkmaktadır. Yabancılaşmanın ortadan kaldırılması, insani bir çalışma tarzına dönülmesi, kapitalizmin alt edilmesi için önemli bir gerekçedir. Ücretli emek ilişkileri içinde olmayanlar yabancılaşmayı yaşamazlar. Bu bakışta, ücret karşılığı çalışmayan kadınların yabancılaşma yaşamadığı ya da kadın işçilerin tıpkı erkek işçiler gibi yabancılaşmayı yaşadığı sonucu çıkmaktadır. Ücretli emek ilişkileri içinde yer almadıkları için kadınlar Marksist teoride, yabancılaşma teorisinin dışında bırakılmıştır. Marksizm’in gözden kaçırdığı nokta bu yapı içinde kadınların yabancılaşmayı erkeklerden çok daha ağır yaşadıklarıdır. Sosyalist feministler Marksist yabancılaşma teorisinin ruhuna bağlı kalarak, kadınların nasıl yabancılaştığını ortaya koymaya çalışmışlardır. Kapitalist toplumda insan ilişkilerinin yabancılaşmış niteliği, kadınlar açısından, erkekler için olduğundan daha belirgindir. Yabancılaşma, kadınların yaşamı, bilinci diye daha baskıcı bir etki yaratmaktadır. Erkekler, yabancılaşmadan kurtuluşu, kadınlarla olan ilişkilerinde ararlar. Kadınlar için böyle bir rahatlama yoktur. Çünkü bu özel, yakın ilişkiler, onların ezilmesinin temel yapılarını oluşturur. Ev içi alanın kadınlar için başlı başına yabancılaştırıcı unsur olduğunu söyleyen Ann Foreman’a göre kadınların yaşadığı yabancılaşma çok keskindir; çünkü onlar kendilerini başkalarının ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan araçlar olarak algılarlar. Dalla Costa ise, kadınların sadece çalışarak kurtulacakları mitinin sorgulanmasını istemiştir. Verili haliyle üretime katılmakla kadınların yabancılaşması sona erdirilemeyecektir. Marksist teori, kadınların üreme, cinsellik sorunlarıyla (gebeliğin önlenmesi, kısırlaştırma, kürtaj, pornografi, fahişelik, cinsel taciz, tecavüz, şiddet vb) doğrudan ilgilenmemektedir. Sosyalist feministler de doğal olarak bu konulara ilgi duymamışlardır. Ancak aile kurumu ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışmalarıyla, kadın emeğinin niçin hakiki emek olarak görülmediği, kadınlara en sıkıcı ve düşük ücretli işler verildiği türünden kadın emeğiyle ilgili çeşitli konuları teorize etmeleriyle ilgili önemli açıklamalar getirmişlerdir. Kuram Temsilcileri Sosyalist feminizm kapitalist sistemde kadının ücretli iş olgusuyla ilişkisini hem ücretli hem de ücretsiz emek olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Kadını, ücretli iş olgusu dışında, genelde tüketici olarak ve ev işlerinde işinin ücreti ödenmeyen işçi olarak tanımlar. Kapitalist sistemde tıpkı işçinin kendi emeğinin ürünlerinden kopması gibi, kadın da kendi bedeninden kopmaktadır. Kadınların kendi bedenleri üzerinde denetim sahibi değillerdir. Diyet, güzelleşme, estetik gibi, başkası (erkek) için yapılan faaliyetleri, kendisi için yaptığını söylese de bedenini, başkaları için bir nesne olarak görmektedir. Annelik de cinsellik gibi, kadınlar için yabancılaştırıcı bir deneyim olabilir. Kendisinin karar veremediği çocuk sayısı ve doğum zamanı gibi durumlar onu kendi doğurganlığının ürününe yabancılaştırabiliyor (Çakır, 2008: 194). Sosyalist feminizme büyük katkısı olan Engels’e göre kadınlar ancak erkeklerle gerçek bir toplumsal eşitlik kurdukları ve eşit haklara sahip oldukları zaman özgürleşebileceklerdir. Bunun içinde bütün kadınların toplumsal üretime katılması, karı koca aile yapısının ortadan kaldırılması ve ev işlerinin kamusal sanayiye dönüştürülerek kadını çok önemsiz bir ölçüde uğraştırması gerekmektedir. ‘Kadın ve Sosyalizm’ adlı kitabında Bebel, Engels ile aynı düşünceleri paylaşarak, kadınların ezilmişliği ve sömürülmesini sınıf temelli açıklamaktadır. Sosyalist bir devlet yapısıyla ve çocuk bakımının toplumsallaşmasıyla kadınların bağımsızlaşacağını savunmaktadır. Kadınların katılımı olmadan sosyalist devrimin ve cinsiyetler arasında tam bir eşitliğin olamayacağını belirtmiştir. Engels’den farklı olarak, ücretli çalışan kadınların hem kadın olarak hem de çalışan olarak baskı altında olduklarını vurgulamıştır. Yazara göre; rekabetçi kapitalist sistem tarafından erkelerden daha az ücretle çalışan kadınlar, ev içinde de sürekli didinip durmaktadır. Evlilik adeta kadınları köleleştirmiştir. Cinsel ahlak da kadınlar üzerinde baskı oluşturmaktadır. Bu sorunları çözmek ve topluma katkı sağlamak için bütün kadınlar sınıf farkı olmadan oy kullanmalı, eğitilmeli ve toplumun her alanında tıpkı erkekler gibi yer almalıdırlar. Sosyalist feministler de tıpkı Bebel gibi çalışan kadının emeği tıpkı ev içinde olduğu gibi sömürüldüğünden bahsetmektedir. Kapitalizmin yükselişi ile birlikte eski ataerkil kurumlar yerini yeni ataerkil kurumlara bırakarak emeğin sömürüldüğü serbest pazar ekonomisi yaratmıştır. Bu ekonomi içinde gelişen iş bölümünde erkeklere yüksek ücret ödenirken kadınlara az ücret ödenerek cinsiyetçi ayrımın temelleri atılmıştır. Düşük ücretle çalışan kadınların geçinmek için evlenmek zorunda kalmaları onları erkeklere muhtaç duruma düşürmüştür. Kapitalizm öncesi anne rolünde olan kadınlar, kapitalizm sonrası hem anne hem de ev hanımı rolünü üstlenmiştir. Böylece ev içi kadın emeği üretken olmayan ve değersiz olarak kabul edilmiştir. Erkek egemenliğini pekiştiren bu durum kapitalizm ve ataerkil yapının etkileşimi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu tarihsel süreçte sosyalist feminizm, kadınların ikincil konumunu, kapitalizm ve erkek egemenliği üzerinden yola çıkarak ele almaktadırlar. Toplumsal cinsiyet kapitalizmin dinamikleri tarafından üretilmiştir. Kadını tahakküm altına alarak ucuz iş gücüne çevirmeksizin kapitalizm ne asıl hedefi olan kâr etme olanaklarını gerçekleştirebilirdi ne de sistem bütünlüğünü koruyabilirdi. Akıl ve mantık sahibi birey/erkek hem bir dünya imparatorluğu olarak kapitalizmin hem de erkek üstünlüğü olarak ataerkilliğin gelişimini sağlayan olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü erkeği, vatandaş-erkek yapan ulusal orduların ortaya çıkışının ataerkil gücün kurumsallaşmasında stratejik önemi bulunmaktadır (Özdemir, 2017). Kısacası, toplumsal cinsiyet evrensel bir gerçeklilik değil, toplumsal bir inşadır. Sorun, erillik ve dişiliğin belli inşalarının tarihsel bağlamlarda nasıl ve niçin ortaya çıktığının, belli inşaların diğerleri üzerinde nasıl ve niçin tahakküm kurduğunun ve egemen inşaların kadın ve erkeklerin yaşanan gerçekliklerine nasıl ilişkilendirildiğinin çözümlenmesidir. Böylece endüstriyel kapitalizmin fabrika sistemi, ekonomik, kurumsal, ideolojik ve giderek politik bir ayrım olarak piyasa ve hanenin birbirinden mekân olarak da ayrışmasına ve bu mekânların içinde birbirinden farklı cinsiyet düzenleri oluşmasına yol açmıştır. Kendi aralarında hiyerarşik öncelikler-üstünlükler de içeren bu tür cinsiyetlendirilmiş mekanların oluşumu modern toplumsallaşmanın özelliği haline gelmiştir. Modern burjuva dünyası, erkek ve kadın dünyalarının ayrılığı -çalışma alanları, psikolojik yönlenmeler, estetik ve ahlaki ayrımlar, vs.-üzerinde adım adım kurulmuştur (Özdemir, 2017). Almanya’da yaşanan deneyimde Sosyalist kadın önderlerden Clara Zetkin’in görüşleri de önemlidir. Eşit haklar için mücadele eden kadınların burjuva kadın hareketi olarak nitelenmesi bu dönemden miras kalmıştır. I. Enternasyonal’den sonra diğer ülkelerden farklı olarak sosyalist çizgide gelişen kadın hareketinin yaşandığı II. Enternasyonal’de, parti üstünlüğü ile, parti ile işçilerin ve kadınların özerk hareketleri arasında sürtüşme ortaya çıktı. Zetkin’in görüşü, sadece proleter kadınlarla sosyalizmin zafere ulaşacağı yönündeydi. İşçi kadınlara devrimci mücadele de önemli bir rol veren Zetkin, Kadın Enternasyonali’nin resmi yayını olan Alman İşçi Kadınları dergisini de çıkarttı. 1910’da, II. Kadın Enternasyonali’nin Kopenhang’taki toplantısında, 1857’de New York’lu kadın işçilerin greve gittikleri gün olan 8 Mart’ın, uluslararası kadın günü olarak kabul edilmesinde de önemli rol oynayacaktı. Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Kadınlar Günü olarak ilanı ise, 1975’te gerçekleşecekti. Bugüne emekçi kelimesinin eklenmesi sadece Türkiye’ye has bir durumdur ve Türkiye Komünist Partisi’nin 1921 yılında yaptığı ilk kutlamadan miras olarak kalmıştır. Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un Spartakist hareketine katılan Zetkin, hareketin Alman Sosyal Demokrat Partisi tarafından bastırılması üzerine Moskova’ya gitmiş, 1921’de Lenin tarafından kurulan Komintern’in denetimi altında çalışan kadın enternasyonalini örgütlemiştir. Kadınlar için önemli bir başka deneyim 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği’nde meydana gelen uygulamalardır. Devrimde ön saflarda mücadele eden kadınlar için devrim sonrasında hem yasa hem de uygulama düzeyinde somut adımlar atıldı. Engels’ten Bebel’e, Lenin’den Kollontai’ye kadar tüm sosyalist düşünürler kadınların özgürleşmesi için ev işlerinin toplumsallaşması gerektiğini yazmışlardır. Ev işlerinin toplumsallaşması için ilk pratik girişimler devrimden sonra başlatıldı. Kolektif mutfaklar, yuva ve kreşler açılmıştır. Sovyet kadınlarının statüsünü düzenleyen bir dizi yasanın çıkmasında etkin bir kadın olan Aleksandra Kollontai, kadın erkek ilişkilerinde köklü bir değişim için, yeni bir ahlak anlayışını öngördü. İşçilerin iş yaşamının ötesinde sosyal ve politik yaşamın tüm alanlarında yeni bir kültür yaratmaları fikrini geliştirmiştir. Kollontai, kadın ve erkek arasındaki cinsiyetçi iş bölümünü yeterince sorgulamasa da kadının özerk kimlik edinmesini önemsedi; evlilik kurumunu sorgulamıştır. Kadınların özgürlüğü için komünal yaşam birimleri, ortaklaşa çocuk bakımı türünden yeni yapılar önerdi. Ancak bu tartışma ortamı ve kadınlar lehine uygulamalar Stalin döneminde ortadan kalkmış ve kutsal aileye geri dönülmüştür. 1926 evlilik yasasıyla boşanma hakkı kısıtlanmış; kürtaj hakkı kaldırılmış; sadece kadınların devrimle elde ettiği siyasal, ekonomik ve eğitim haklarına dokunulmamıştır. Kazanımları ve Sosyolojiye Katkıları Sosyalist feministler, kadının ezilmesini, ataerkil ilişkiler ve kapitalizmin bir özelliği olarak birlikte tartışırlar. Sosyalist feministler ataerki ve kapitalizm sistemlerini bir arada ele alıp; ataerkil kapitalizm nitelemesiyle kadınların ezilmesini sınıf temelli açıklarlar. Sosyalist feministler kadının biyolojisinin rolünü, var olduğu tarihsel koşullar ve toplumsal durumlar içinde değerlendirirler. Refah devletinin olumsuz yanlarını eleştirirken; sağlık, konut, eğitim, iş güvenliği, çocuk bakımı hizmetleri gibi alanların kadın lehine iyileştirilmesini talep ederler. Politik düzlemde Kadın Bakanlığı kurulmasını ve eve ait iş gücünün ekonomik değerinin karşılanmasını önermişlerdir. Sosyalist feministlere göre, kadınlar hem kamusal hem de özel alanda ezildiklerinden, sadece kamusal alanda ezilen erkeklere göre, iki kez daha dezavantajlı konumdadırlar. Bunun nedeni, kapitalizmin toplumu kamusal ve özel olmak üzere iki farklı alana bölmesidir. Üretim ev dışına taşınmış, sonuçta kadın hem kamusal olarak tanımlanan alanda üretime katılmak zorunda bırakılmış, hem de özel olarak tanımlanan alanda üretim faaliyetlerine devam etmiştir (Kara, 2006). Kapitalizmin sömürdüğü kadın emeği, modern dünya sisteminde toplumsal cinsiyetin ortaya çıkmasının sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyalist feministler, kadının ikincil konumunu sınıf temelli açıkladıkları için diğer feminist akımlardan ayrılmaktadırlar. Bu nedenle sosyalist feministler, ataerkil yapının kaynağı olarak erkeğin kadın emeği üzerindeki kontrolünü görmekteler. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte kadın, hem emeği hem de bedeni ile merkeze yerleştirilmiştir. Kadın, emeğini ücretli olarak kapitalist sisteme satar, yeni işçiler doğurarak sisteme emek gücü katar ve kapitalist ideolojinin benimsettiği dişilik rolüyle ev halkının mutluluğu için metalar satın alarak sistemin kendini yeniden üretmesini sağlar. Kadın emeğinin ötekileştirildiği bu uzun süreçte toplumsal cinsiyet ideolojisi doğallaştırılarak benimsetilmeye çalışılmıştır (Özdemir, 2017). Kaynakça ÇAKIR, S. (2008), Kapitalizm ve Patriyarkaya Karşı: Sosyalist Feminizm, Toplum ve Demokrasi, Sayı 2, Cilt 4. ERDOĞAN, D. (2014), Feminist Kuramlar: Marksist Feminizm ve Sosyalist Feminizm “Radikal Feminizm ve Marksist Feminizmin Orta Yolu Olarak Sosyalist Feminizm”, Hacettepe Üniversitesi SBE Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Ankara. KARA, N. (2006), Feminizm(ler)in Toplumsal Hareket Olarak Medyada Yansıma(ma)sı, Küresel İletişim Dergisi, Sayı 1. ÖZDEMİR, Ö. (2017), İki Sistemli Kuram Olarak Sosyalist Feminizm, http://sbe.giresun.edu.tr/fileadmin/user_upload/makaleler/sayi17/395_1-KSBD.pdf, Erişim: 10 Mart 2018. ÖZSÖZ, C. (2008), Kültürel Feminist Teori Ve Feminist Teorilere Giriş, Sosyoloji Notları Dergisi, Sayı 6. YÖRÜK, A. (2009), Feminizm/ler, Sosyoloji Notları, Sayı. 7. 10 10Aybüke Kaplan