Sosyalizmin problemi
Prof.Dr.Sait Yılmaz
05 Aralık 2022
“Sosyalizmin problemi,
eninde sonunda diğer insanların parasını tüketmesidir.”
Margaret Thatcher
Giriş
Marx, Komünizme giden yolda Almanya‟da bir Sosyal Devrim olacağını öngörmüştü.
Bunu daha fazla beklemek istemeyen Lenin ise Çarlık Rusyasında bir Siyasal Devrim ile bu
öngörünün uygulamaya geçmesini çabuklaştırmıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz
başbakanı Benjamin Disraeli ve Alman Otto Von Bismarck, Komünizm tehlikesi karşısında
kendilerine şu soruyu sormuşlardı; sanayileşen toplumları, içinde yaşayan tüm insanların
yararına olacak şekilde, en iyi nasıl yönetebiliriz? Soğuk Savaş bittiğinde devlet adamlarının
yeni dünya düzeni için sordukları asıl soru ise şu idi; insan toplumunun en iyi şekilde nasıl
düzenleneceği? İçinde bulunduğumuz teknoloji çağında da böyle bir soru ile karşı karşıyayız.
Bugün hala zengin fakirin aleyhine daha zengin oluyorsa, toplumsal eşitsizlik
artıyorsa, Marx‟ın temel öngörüleri geçerli demektir. Fakiri korumalı ve sosyal eşitliği
sağlamalıyız. Ancak, ne Sovyet Komünizmi, ne de bugüne kadar ki Sosyalist ya da Sosyal
Demokrat uygulamalar uzun vadeli bir başarı sağlayamadılar. Marx tarafından kaçınılmaz
olarak çökeceği öngörülen Kapitalizm, her seferinde Sosyalizme üstün geldi. Amacımız,
Kapitalizmi övmek değil çünkü o da uzun zamandır krizde ve artık yetersiz. Kapitalizmin
eksiklerini, yeni bir ideoloji arayışı ile ilgili başka bir çalışmaya bırakacağız. Bu makalede,
Komünizmin ve Sosyalist ya da Sol partilerin başarısızlıkları üzerine odaklanacağız.
Karl Marx’ın öngörüleri
Marx, dönemin en ileri üç ülkesince temsil edilen, 19. yüzyılın üç temel ideolojik
akımını sürdüren ve tamamlayan bir deha idi; klasik Alman felsefesi, klasik İngiliz ekonomi
politiği ve genel olarak Fransız devrimci öğretileriyle birleşmiş olan Fransız sosyalizmi.
Marksizm, ideolojik alanda esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın
zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük
dünyası Komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır. Marx, Kapitalizm
serveti (artı değer) eşit olarak dağıtmadığından kendi cellâdını kendisinin yaratacağını
düşünüyordu. Eninde sonunda yeni üretim yollarının ortak mülkiyetinin olduğu, zenginlik ve
yoksulluk aşırılıklarının olmadığı, daha adil bir toplum düzenine yani Komünizm‟e
gidilecekti. Ancak, Sosyalizm ile servetin eşit bölüşümünü değil üretim araçlarının toplumun
elinde olmasını ve herkese eşit değil ihtiyacı kadar üretimden pay verilmesini savunur.
Karl Marx, arkadaşı Friedrich Engels ile birlikte yazdığı ve 1867-1894 yılları arasında
yayınlanan dört ciltlik “Das Capital” kitabı, bir Sosyalizm teorisi ortaya koydu. Ortaya
koyduğu küreselci (Globalist) ve entegre bakışın uluslararası ilişkilere katkısı sınırlı oldu.
Marx‟ın Komünist Manifestosu‟nda yer alan bilimsel sosyalizmi tarihsel gelişmelerin
arkasında sınıf çatışmasının olduğunu öngörüyordu. Sosyalizm, şiddet içeren devrim ile
gelecek, kapitalist sistem işçiler tarafından dönüştürülünce yerini Komünizm alacaktı. Bazı
komünistler bu geçiş dönemine bile karşı çıkıp, doğrudan devrim ile Komünizmi kurmak
istiyorlardı. Marx‟ın vizyonunun üç temel unsuru; bireyselcilik yerine „kolektivizm‟, sömürü
yerine „özgürlük‟ ve bütün çıkarlarda „eşitlik‟ idi. Komünizm, üretim vasıtalarının ortak
sahipliğine dayalı sınıfsız ve devletsiz bir toplum yapısı öngörmektedir.
1
Marx, geçmişten geleceğe toplumların nasıl şekillendiği ile ilgili öngörülerde
bulunmuştu. Ona göre; aile, kilise, fabrika, ordu, din ve psikiyatri kliniğinin mükemmeli bir
piramit şeklinde organize olduğu burjuvanın ölüm sirenleri çalmaktaydı. Fransız Devrimi
tarihte ilk defa insan ve toprak ilişkisinin, toprak sahipleri ile toprağı olmayanların
sorgulanmasına yol açmıştı. Devrimler aynı zamanda kilise ve devlet ayırımını
belirginleştirmişti. Marx, insanlık tarihini sınıf savaşımı açısından analiz etmiş, bu fikirlerini
1848 yılında kaleme aldığı Komünist Manifesto‟da dile getirmiştir; "Şimdiye kadarki tüm
toplum tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir1”.
Realizm ve liberalizme göre daha az etkili ve yaygın olan Marksist teorinin temelinde
uluslararası ilişkilerin kapitalist ekonomik düzene sahip bir dünya içerisinde oluştuğu
düşüncesi yatmaktadır. Bu ekonomik dünyanın en önemli aktörleri ise devletler değil
sınıflardır ve bütün diğer aktörlerin davranışları ancak sınıf mücadelesi içerisinde
açıklanabilir. Marx, bu sosyo-ekonomik çelişkilerin kendisini aşağıdaki toplumsal yapılar
şeklinde gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceğini öngörür;
(1) İlkel Komünizm; Kabile topluluklarının birlikte yaşayışı.
(2) Köleci Toplum; Kabileler gelişerek şehir devletlerini oluşturur, aristokrasi doğar.
(3) Feodalizm; Aristokrasi iktidardadır, tüccarlar Kapitalistlere evrilir.
(4) Kapitalizm; İktidarda kapitalistler vardır, üretim; emeğini kiralamak durumundaki
proleterya tarafından gerçekleştirilir
(5) Sosyalizm; Sınıf bilinci kazanan işçiler devrimle iktidarı alır ve üretim araçlarını
kamulaştırır
(6) Komünizm; Sınıfsız ve devletsiz toplum, tüm dünyada Sosyalist iktidarların başa
gelmesi sonucu oluşur.
Marksizm, insanlık tarihinin başından beri savaşların ve çatışmaların sebebinin sınıf
kavgası olduğu tezini savunur. Dünya sisteminin en büyük problemi "eşitsizlik" olgusudur.
Tarih sürecinde değişime uğrayan manda ve himaye, sömürge, emperyalizm, hegemonya gibi
kavramlar hep başat güçlerin ya da grupların, alt sınıfları sömürdüğü bir dünya düzeni
anlayışının sonucudur.
Marxistlere göre; sınıf çatışmasının temelinde devlet ile mülkiyeti paylaşmak varken,
Liberallere göre; mülkiyet çatışmasının temelinde bireylerin kazanma hırsı ve bunları ailesi ve
yakınlara bırakma güdüsü vardı. Hâkim sınıfın otokratik gücünün artmasına karşılık bulunan
çözüm ise temsilci demokrasi oldu. Böylece, Kapitalizm ve devlet daha sağlam bir temel
edindi2.
19. yüzyılın sonunda Marksizm, yoksullara umut, zenginlere korku veriyordu ve
hükümetleri arada bir yerde bırakıyordu. Batının İngiltere ve Almanya gibi büyük devletleri
ne burjuvazi ne de proletarya adına yönetmeyi seçtiler; Kapitalizmi koruyacaklardı ama
olumsuz yanlarına çare bulacaklardı. Böylece 1914 yılında savaşa girerken „sosyal refah
devleti‟ anlayışı yerine oturmuştu. Marx‟a göre devrim, Almanya gibi gelişmiş bir sanayi
toplumunda ortaya çıkacaktı. Bunun gerçekleşmesini beklemeye niyeti olmayan Vladimir İliç
Lenin, 1917 yılında Rusya‟da Bolşevikler ile iktidarı ele geçirerek, Sosyalizmi uygulayarak
tarihi hızlandırmaya çalıştı. Marx, Kapitalizmin nasıl devrileceği konusunda bir yol
göstermiyordu ama Lenin bunu 1917‟de Rusya‟da uygulamalı olarak göstermişti. Lenin,
kuramı uygulamaya geçirmekteki kararlılığı nedeniyle Marx ve Engels‟den ayrılıyordu.
1
2
Karl Marx, Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu, Çev.: E.Özalp, NK Yayınları, (İstanbul, 2003), 11.
G. William Domhoff, The Power Elite And State, Aldine De Gruyter, (1990, New York), 24.
2
Marxist düşünce akımları
Marks‟ın kendisi kendini Marxist değil, bilim adamı olarak görüyordu ve katkısının
akademik dünyaya olduğunu düşünüyordu. Marks‟ın öğretisini geliştirmek isteyenler bazı
eleştirel okullar kurdular. Ancak, bunu yaparken Marksizm‟in dünya görüşünü şüpheci bir
yaklaşım içinde günlük tecrübelere göre yeni metinlere indirgediler. Sinik ve sığ bir ideoloji
olarak Marxizm, çeşitli kolları ile daha az proleterya ve daha çok devrim konusuna
odaklanmıştı. Marxizm, üstün değerlere sahip olduğuna inanan gençlerin ideolojisi idi. Genç
Karl Marx‟ın tutkusu, 1848 ayaklanmaları arasında yazdıkları, Lenin‟i ve sonra Stalin‟i
doğrudan yönlendirmişti.
1930‟lardan itibaren sosyalizm düşüncesi Latin Amerika‟da Bağımlılık Okulu
çerçevesinde merkez-çevre ilişkileri ve Dünya Sistemi Teorisi ile ilgili çalışmalar üretti. Bunu
Immanuel Wallerstein, John Galtung, Organ Modelski gibi Küreselci (Globalist) düşünürler
takip etti. Küreselciler; emperyalizm, bağımlılık, merkez-çevre teorilerini geliştirdiler. Çağdaş
Marksist Harry Magdoff ise yeni emperyalizm tanımlaması ile çevre ülkelerinin de sermaye
ihracına katıldıklarını ifade ediyordu3. Galtung, merkez ile çevre arasında yarı-çevre
tanımlaması yaptı. Immanuel Wallerstein ise dünya sistemi teorisinde tarihsel olarak iki tip
dünya sistemi olduğunu açıklıyordu; dünya imparatorlukları ve dünya ekonomileri. Dünya
ekonomisinde yaşanan trendler ve çekişmeler, krize yol açtığında yerini yeni bir sisteme
bırakıyordu. Şimdi liberalizmin de sonu geliyordu.
Çağdaş Marksizm, uluslararası ilişkilerin teorik boyutlarına Gramsianizm, Dünya
Sistemi Teorisi, Eleştirel teori, Yeni Marksizm gibi katkılarda bulundu. İtalyan Antonio
Gramsci, Machiavelli‟nin korku ve rızaya dayalı güç anlayışından hegemonya konseptini
üretmişti4. Antonio Gramsci‟ye göre 20. yüzyılın başında klasik Marksist anlayışın Batı ve
Merkezi Avrupa‟da yayılamamasının önündeki temel kusur hegemonya düzeninde idi.
Frankfurt Okulu adı da verilen Eleştirel Okul düşünürleri (Theodor Adorno, Herbert
Marcuse, and Jürgen Habermas) ise kapitalizm ve sosyalizmi eleştirerek, insan kapasite ve
kabiliyetlerinin geliştirilerek sosyal eşitlik için alternatif bir yol önerdiler5. Yeni Marksistler,
Marks‟ın orijinal teorik yaklaşımlarının yanlış yorumlandığını düşünüyorlardı. Bu grubun
başında İngiliz Bill Warren ve Justin Rosenberg gelmektedir. Warren, Marks‟ın Kapitalizm ve
kolonicilik ile ilgili analizini; bağımlılık ve dünya sistemi teorisyenlerini eleştirmek için
kullandı6. Rosenberg ise üretim ilişkilerinin dünya politiğinde yarattığı değişimleri izleyerek
alternatif bir yaklaşım getirmeye çalıştı7.
Marxist teori hâlihazır akademik araştırma ortamındaki prestijini büyük ölçüde
kaybederken, Marx ve ilk sosyalistlerin dini, etnik veya siyasi gerekçeleri insan özgürlüğünü
sağlamaya yönelik çekişmeler içinde kullanılamadı. Çok daha açık söylemek gerekirse
ideoloji ve akademi birbirinden ayrılamadı. Marx ve Engels‟in materyalist, eleştirel dünya
görüşü bir blok oluşturacak düşünce, duygu ve konseptler bütünü haline gelemedi. Teori ve
gerçek bağlantısı kurulamayınca hem anlaşılması zor hem de bireyler için ikna edici bir
söylem yaratılamadı. Örneğin Marxizm için özgürlük, bir adalet dünyası veya nihai varılacak
bir yer değil, kolektif işbirliği veya paylaşma ortamı idi.
Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı-ABD Dış Politikasının Ekonomik Temelleri, Çev.D.Şafak, Odak Yayınları,
(İstanbul, 1974), 65.
4
Perry, Anderson, Gramsci: Hegemonya, Doğu Batı Sorunu ve Strateji, Çev.T.Günersel, Salyangoz, (İstanbul,
2007).
5
Raymond Geuss, The Idea of a Critical Theory. Habermas and the Frankfurt School, Cambridge University
Press, (Cambridge, 1981).
6
Bill Warren, Imperialism: Pinoeer of Capitalism, New Left Books, (London, 1980), 27.
7
Justin Rosenberg, The Empire of Civil Society: A Critique of the Realist Theory of International Relations,
Verso, (London, 1994), 51.
3
3
Soğuk Savaş döneminde Marxizm iyi üniversitelerde, (Sovyet) oryantal despotizminin
egzotik bir şekli değil, dünyanın nasıl çalıştığına ilişkin inandırıcı bir öğreti ve moral bir
okuldu. Bugün üniversitelerde Marksizm unutuldu, siyasi tarih Aydınlanma döneminden
başlanarak anlatılmaya çalışılıyor. Marksistlerin çoğu Yeni Sol olarak adlandırılmıştı. Yeni
Sol‟un Sovyet istihbaratı tarafından desteklenen küçük bir kısmı Avrupa‟da siyasi amaçlı
şiddet eylemlerine girişmişti8. Yeni Sol, bugün Sovyetlerin Komünizme ihanet ettiğini
düşünüyor.
Marxizm’in Sovyetler Birliği’ndeki seyri
Çar döneminde Rusya‟da doğan Lenin, tahta kulübelerde yaşayan köylüler ve
resimlere dua eden Ortodoks kilisesinin temsil ettiği bir ülkede büyümüş ama Rusya‟yı
küresel proletaryanın birleşeceği bir ütopyanın merkezine koymuştu. Bolşevik Devrimi,
sınıflar arası düşmanlıklara son verme yolu olarak merkezde toplanmış yetkiye ihtiyaç
duymuş, böylece dünyada proleter devrimin yayılmasını sağlayacak temeli oluşturduğunu
düşünmüştü.
Lenin, “Liberalizmin korkunç yüzü Kapitalizm olduğu sürece Emperyalizm
meşrulaştırılmaya devam edilecektir” demekteydi. Lenin‟e göre emperyalizm, tekelci
kapitalizmin son safhası idi, kapitalizmin içini kaçınılmaz olarak çürütüyordu. Marksizm‟den,
dünya işçi devleti yerine işçilerin de devleti olduğu düşüncesine sahip olanlar (Maocular) ve
devrim yerine daha ılımlı reformlarla geçiş yapılabileceğini savunanlar (Bernstein ve
diğerleri), ya da Troçki gibi rejiminin katı politikalarını savunmayanlar Revizyonist olarak
adlandırıldı.
En başından beri Sovyetler Birliği, bir işçi devleti değil, Moskova‟dan kontrol edilen,
vasal devletleri olan bir imparatorluktu. Bir Sovyet adamı yaratılmıştı ama Rus Rustu, Kazak
Kazaktı, Ermeni Ermeniydi. Stalin denese de bu gerçeği değiştiremedi. Öldüğünde Sovyet
devleti daha zayıf daha yozlaşmış ve milli farklar daha önemli idi. Sovyetler her zaman bir
imparatorluk gibi hareket etti. Lenin iktidara gelince Almanya ile barış karşılığı toprak
anlaşması yapmıştı. Muhtemelen devrime Almanya‟nın verdiği desteğin arkasında bu beklenti
vardı. Savaş bittikten sonra sınıf çatışması sadece bir ön söz olarak kaldı, Marx‟ın bahsettiği
oryantal despotizm jeopolitik gerçeklerin gereği olarak Sovyetler Birliği‟nde vücut buldu.
Stalin, 1930‟ları orduyu güçlendirerek, köylüleri aç bırakarak, çelik fabrikaları kurmak
ve silah yapmak için yani Almanya ile savaşa hazırlanmak için geçirdi. Önce anavatanı
korumak için acımasız bir savaş yaptı sonra Sovyet ordularını Avrupa‟nın içine sürdü. Stalin,
savaş sona erdiğinde Kapitalist dünyanın ekonomik krize gireceğinden emindi zaten Nazi
Almanyası böyle bir krizden doğmuştu. Bu yüzden, Kapitalistlerin Sovyetler Birliği‟ne
ihtiyacı vardı ve bir yandan ABD‟den yeniden yapılanma için birkaç milyar dolar vermesini
bekliyordu. Aksi takdirde Amerikalılar yaklaşmakta olan küresel çöküş esnasında ürünlerini
satacak pazar bulamazdı. Hatta bu kriz nedeniyle İngiltere başta olmak üzere, ABD‟nin
Avrupalı müttefikleri ile bozuşacağını ve kendisinin kıtaya hâkim olacağını hesaplıyordu9.
SSCB, II. Dünya Savaşı‟nın sonunda dünya üzerindeki en otoriter toplumdu. Artık
dünyanın sözde iki anti-emperyal gücü karşı karşıya idi; ABD ve Sovyetler Birliği. Stalin‟in
yerini alan Nikita Kruşçev, Kapitalizme karşı Komünizmin zaferinden bahsediyor;
“Beğenseniz de, beğenmesiniz de tarih bizim yanımızda10” diyordu. Kruşçev‟e göre, 20 yıl
içinde Sovyetler Birliği Kapitalist ülkelere fark atacaktı. Sovyet Birliği liderlerinin öngörüleri
8
George Friedman, What the Fall of the Wall Did Not Change, Geopolitical Weekly, (November 11, 2014).
John Lewis Gaddis, Soğuk Savaş Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, Çev.: D.Cenkçiler, Yapı Kredi
Yayınları, (İstanbul, 2018), 190.
10
William Taubman, Khrushchev: The Man and His Era, Norton, (New York, 2003), 427.
9
4
gerçekçi analizlere dayanmıyordu ama Batıda ürkütücü bulunuyordu. Ancak, Soğuk Savaş‟ın
sonu geldiğinde ortada korkulacak bir şey olmadığı anlaşıldı.
Aslında Marxizm Sovyetler Birliği‟nde Stalin ile ölmüştü. Mao ve Stalin, son büyük
Komünistlerdi çünkü sadece inanmamış, uygulamışlardı. Komünizmin temelinde sınıf
çatışması vardı ama Komünistler iktidarda iken bile bu çatışma bitmemişti. Parti ve insanlar
öngörülemeyen bir sürece giderken Stalin, yeni bir toplum yaratmak için acımasız yöntemleri
tercih etmişti. Nikita Kruşçev ise Stalinizm olamadan Komünist devleti inşa etmeye çalıştı.
Kruşçev‟den sonra gelen Leonid Brejnev, Komünizmi öldürdü ve mutlak güçle iktidarda
kalmaya çalıştı. Yolsuzluk devleti sarmaya başlarken, sahipsiz kalan Marxizm içerideki güç
politikalarının maskesi olmuştu.
Sosyalizmin hızla düştüğü 1960‟dan sonra belli oldu, artık rekabet edemiyordu. Rus
liderliği ise Stalin gibi düşünmek istiyor ama Brejnev gibi hareket ediyordu. Marx‟ın artı
değeri işçi ya da köylünün refahına değil, Batı ile olan ideolojik çatışmaya ya da milletler
hapishanesinin yamalarına harcandı. Sovyetler 1960‟larda yılda 5.000 tank üretme konusunda
ısrarlı olunca bu zamanla çelik, motor, kömür endüstrilerini zorladı, bu sayı 1989‟da 3.500‟e
düştü11. 1980‟lere gelene kadar Batının durumu iyi değildi; Kore, Küba ve Vietnam‟da
kaybeden Amerikalılar, İran‟dan 1980‟de kovulurken, Sovyetler Afganistan‟a girmişti. Sovyet
devleti ekonomik olarak zayıf, liderleri sayfiye yerlerinde keyif yaparken ve vasal
devletlerinde durum karışık iken bile jeopolitik oyun onlar tarafından oynanıyor, her yerde
ortaya çıkıyorlardı.
1985 yılında Komünist Parti Genel Sekreteri olan Mikhail Gorbaçov, iflas etmek ve
dağılmak üzere olan bir imparatorluk devralmıştı. 70 yıldır uygulanan Marksizm sonunda,
Sovyet çiftlikleri halkı besleyemez hale gelmişti, fabrikalar kendilerine verilen kotaları
karşılayamaz durumdaydı. Moskova ve diğer şehirlerde halk, ekmek ve diğer ihtiyaçları için
uzun sıralar içinde bekliyordu. Afganistan‟daki savaş pek çok gencin ölümüne neden olurken,
savaşın sonu ile ilgili bir ışık gözükmüyordu.
Demir Perde‟nin arkasındaki diğer Komünist ülkelerde de durum farklı değildi. Sovyet
Birliği‟nin kolonileri olarak işlevlerini yitirmişlerdi. Bürokratik etkisizlik ve aşınma içinde
ekonomilerini modernize etmeleri mümkün değildi. Orta ve Doğu Avrupa “erken sanayi çağı
müzesi”ne dönüşmüştü. 1987 yılında bir Asya şehir devleti olan Singapur, tek başına bütün
Doğu Avrupa‟dan Batıya %20 daha fazla makine aksamı ihraç ediyordu12. Demir Perde‟nin
entelektüel ve politikacıları Batıya kaçıyordu çünkü mülkiyet hakkı yoktu. Komünistlere göre
devlet (bürokrasi) kişilerden ziyade halk için en iyi kararı veriyordu. John Maynard Keynes‟in
sözüne inanmışlardı; “Devlet akıllıdır, Pazar aptaldır.”
Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov, ülkesinin dış politikasını tümüyle yeniden
kurgulamaya çalışıyordu. Amacı, Avrupa Birliği‟nin kabul edilen bir üyesi olarak Rusya‟nın
geleneksel rolünü başlatmak için Sovyetler Birliği dâhilinde gerekli koşulları yaratmaktı. Dış
politika hedefleri iç endişelerinden kaynaklanıyordu. Sovyetler Birliği‟nin ekonomik altyapı
ve siyasi sisteminin ahlaki sorunlar ve yolsuzluklar nedeni ile çökmekte olduğunu biliyordu.
İçeride savunma harcamalarında esaslı bir indirim, ekonomik altyapı ve tüketim eşyalarına
artan yatırım, halk desteğinin yenilenmesine liderlik etmek ve coşku istiyordu 13. Bu
gerçekleşmese de 1980‟lerin ortasından beri mantıklı bir yaklaşım olarak görülüyordu.
George ve Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.)
Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), s.53.
12
Lee Edwars, Three Nations That Tried Socialism and Rejected It, Heritage Foundation, (Oct 16th, 2019).
13
Raymond Smith, From Da to Nyet: How U.S. Diplomacy Helped Transform Russia from Potential Ally into
Strategic Adversary, National Interest, (December 9, 2014).
11
5
II. Dünya Savaşı sonrası Sosyalizm denemeleri neden başarısız oldu?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail, Hindistan ve İngiltere, ekonomik model olarak
Sosyalizmi seçti. Sosyalizmin ölümcül kibri şu; halk için yapabileceğinden daha iyi kararlar
vereceğini sanan bir sistem olması. Sosyalizm, denendiği bütün ülkelerde başarısız oldu. Ama
Sosyalistlere sorarsanız, sosyalizm hiç başarısız olmadı çünkü hiç denenmedi. Gerçek olan
Sovyetler Birliği‟nde Komünist sistemin çökmüş olması; İsrail, Hindistan ve İngiltere‟de ise
Sosyalizmin bir kenara itilmesi. Sovyetlerde totaliter bir rejim vardı; İsrail, Hindistan ve
İngiltere‟de ise demokrasi. Üç demokratik ülkenin uyguladığı sosyalist prensipler şunlardı 14;
ana sanayileri millileştirmek ve ekonomik kararları devletin inisiyatifine bırakmak.
İsrail, Hindistan ve İngiltere‟nin İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalizm tecrübesine
dönelim. İsrail‟in Doğu Avrupa‟dan gelen Yahudi kurucuları sol düşünceleri de getirmiş,
sosyalist bir toplum kurmak istemişlerdi. Hindistan Anayasası‟nın önsözüne şu yazılmıştı; “..
Egemen Sosyalist Laik Demokratik Cumhuriyet..” İngiltere‟de ise İşçi Partisi, hemen her ana
sanayiyi millileştirdi ve sendikaların her sosyalist talebini yerine getirdi. İlk safhada her
ülkenin sosyalizm tecrübesi farklı şekilde gelişti. İlk 20 yılda İsrail ekonomisi her yıl
%10‟dan fazla büyüyerek bir ekonomik mucize geliştirdi. Hindistan‟da 1947-1970‟ler
arasında GDP ortalama %3.5 büyüdü ve gelişmiş ülkeler arasına girdi. İngiltere‟de ise 19501965 yılları arasında GDP, ortalama %3 artarken, işçi ücretleri de %40 arttı. İngiltere,
dünyanın en zengin ülkelerinden biri haline geldi. Ama hükümetler artan nüfus ve denizaşırı
rekabet ile baş edemedi. Sonraki on yıllarda ekonomik büyüme azaldı, işsizlik arttı. Sonunda
sosyalizm terk edildi, kapitalizm ve serbest pazara dönüldü. Serbest pazarcılar haklı çıkmıştı;
Sosyalizm kaçınılmaz olarak eşya dağıtımında başarısız olacaktı. İngiliz başbakanı Margaret
Thatcher ise “Sosyalizmin problemi, eninde sonunda diğer insanların parasını tüketmesidir”
diyordu.
İsrail.
İsrail, Sosyalizmin bir süreliğine de olsa başarılı olduğu tek ülkedir. İsrail‟e ilk göç
edenler, pazar kuvvetlerini bütün toplumun yararına kontrol edecek bir ekonomi yaratmak
istemişlerdi. Bu tarihsel yoksulluk ve önyargıların kurbanı olmayan, eşit ve işçi odaklı bir
sosyalist toplum olacaktı. Başlangıçta bir milyonluk homojen nüfus ile merkezi planlar
yaparak, çölde yeşil alanlar yaratıldı, etkili devlet şirketleri kuruldu. İlk göçmenler ya kolektif
tarımda (kibbutzim) ya da devlet garantili işlerde çalıştılar. Kibbutzim, küçük çiftlik
toplumlarıydı, para veya yiyecek ile değişim yapabiliyorlardı. Özel mülkiyet yoktu, insanlar
birlikte yemek yiyor, 18 yaş altı çocuklar birlikte kalıyor, aileleri ile değillerdi. Çiftlik dışında
kazanılan paralar Kibbutz‟a veriliyordu15.
İsrail sosyalizminin ana oyuncusu İşçi Genel Federasyonu (Histadrut) idi; devlet adına
tüm üretim vasıtalarını kontrol ediyor, sosyalist dogmanın öngördüğü gibi işçinin
sömürülmesini ve soygunculuğu önlüyordu. Histadrut, hemen her ekonomik ve sosyal sektörü
kontrol altına almıştı; kibbutizm, konut inşası, ulaştırma, bankalar, sosyal refah, sağlık ve
eğitim. Siyasi yapının temeli olan İşçi Partisi, 1948 yılından 1973‟teki Yom Kippur Savaşı‟na
kadar ülkeyi yönetti. İsrail‟in ekonomik performansı Keynes‟in düşüncelerini haklı çıkarmıştı.
Gerçek GDP, 1955-1975 yılları arasında %12.6 arttı ve İsrail dünyanın en hızlı büyüyen
ekonomileri arasına girerken, en düşük gelir eşitsizliği olan ülkelerden biriydi. Ancak, hızlı
büyüme özel tüketimi artırdı ve zamanla gelir eşitsizliği arttı. Hükümetin merkezi kararları
yerine daha serbest bir ekonomi için reform baskısı başladı. Ekonomik liberalizasyonu
savunanlar 1961‟de Liberal Parti‟yi kurdu.
14
15
Lee Edwars, Three Nations That Tried Socialism and Rejected It, Heritage Foundation, (Oct 16th, 2019).
Edwars, ibid, (Oct 16th, 2019).
6
İsrail‟in ekonomik mucizesi 1965 yılında buharlaştı ve ilk büyük gerileme yaşandı.
Ekonomik büyüme durdu ve 1965-1967 arasında işsizlik üçe katladı. Hükümet tedbir
alamadan Altı Gün Savaşı başladı ve İsrail‟in ekonomik ve siyasi haritası değişti. Savaş, artan
askeri harcamalar ve dışarıdan işçi göçüne karşın kısa dönemli bir refah getirdi. Hükümet
destekli ekonomik gelişme enflasyonu artırdı ve 1971-1973 arası yıllık %17‟e ulaştı. Böyle
geleneksel sosyalizm taraftarları ile serbest teşebbüs ekonomicileri arasında ilk tartışmalar
başladı. Serbest Pazar savunucu, Nobel ödüllü Milton Friedman, halkı özgürleştirmeleri ve
ekonomiyi liberalleştirmeleri için İsrailli politikacılara baskı yaptı. 1973‟deki savaş ve
ekonomik etkileri İsrail halkının İşçi Partisi‟ne olan inancını sarstı ve 1977 seçimleri serbest
pazarı savunan Likud Partisi‟nin zaferi ile sonuçlandı. Likud ve Liberal Parti, koalisyon
kurdular.
Ancak, sosyalizmin İsrail‟de derin kökleri vardı ve istenen reformlar çok yavaş
ilerledi. Friedman, Sosyalizmden serbest Pazar‟a doğru bir program çizmişti. İstenen ana
reformlar; daha az hükümet programı ve harcaması, mali, ticaret ve çalışma politikalarına
daha az hükümet müdahalesi; gelir vergisi kesintileri; ve özelleştirme. Reformcular ve özel
çıkarlarını korumak isteyen statükocular arasında büyük tartışmalar başladı. Hükümet, borç
almaya ve harcamaya, enflasyonu idare etmeye devam etti. Enflasyon, 1978-1979‟da ortalama
%77‟e, 1984-1985‟de %450‟ye ulaştı. Hükümetin ekonomideki payı %76 oldu. Mali açık ve
ulusal borç zirve yaptı. Hükümet sürekli para bastı ve enflasyonu körükledi. Sonunda 1983
yılında balon patladı, binlerce vatandaş ve iş adamı gibi devletin kendi teşebbüsleri de iflasın
eşiğine geldi. İsrail, çökmeye çok yakındı. İsrail‟i kurtarmaya gelen ABD başkanı Ronald
Reagan ve onun dışişleri Bakanı George Shultz oldu. İsrail‟e sosyalist oyun kitabı yerine,
Amerikalı profesyonellerin yardımı ile ABD tipi kapitalizmi uygulamaları için 1.5 milyar
dolarlık yardım yaptılar16.
Histadrut, ABD önerilerine güçlü bir şekilde karşı çıktı, on yıllardır devam eden
gücünü bırakmak istemedi. Ancak, ekonomik sıkıntılar içindeki halk onların arkasında
durmadı. Ama gene de İsrail hükümeti istenen reformlar konusunda tereddüt içindeydi.
Akabinde ABD tehdidi geldi. ABD dışişleri Bakanı George Shultz, ekonomiyi serbest
bırakmazlarsa bütün para transferlerini durduracaklarını söyledi ve bu tehdit etkili oldu. İsrail
hükümeti önerilen serbest-Pazar tavsiyelerinin çoğunu yerine getirdi. Sonuçları hızla görüldü;
enflasyon %450‟den %20‟ye, bütçe açığı %15‟den %0‟a düştü. Histadrut‟un ekonomi ve iş
dünyasındaki imparatorluğu sona erdi. İsrail ekonomisi ithalata açıldı. En çok önem, ileri
teknoloji devrimine verildi ve bu alanda yatırımlar %600 artırıldı. Tabii sıkıntılı yanları vardı;
sosyal adalet alanında sosyal açıklar, yoksulluk ve sosyal adalet konusunda endişeler. Ama
sosyalist retorik ve ideoloji tamamen emekli oldu. Sosyalist İşçi Partisi‟nin koruduğu;
korumacılık, sıkı çalışma saatleri, sahte defter tutma, adam kayırma ve yetersiz yöneticilerle
yozlaşmış şirketleri özelleştirildi.
1990‟ların mütevazı büyümesinden sonra İsrail‟in ekonomik büyümesi 2000‟lerin
gelişen dünyasında zirvelere çıktı. Enflasyon düştü, hükümetin ölçeği küçültüldü. Büyük bir
ordu ihtiyacı nedeni ile işsizlik hala çok yüksek ve vergiler GDP‟nin %40‟ını oluşturuyor.
Ancak, partiler eskiye dönmemek konusunda anlaştı ve dünyada sosyalizmin en başarılı
uygulamasının yerini kapitalizm aldı.
Hindistan.
Bağımsızlığını kazanmadan önce Hindistan‟da kuvvetli bir sosyalist akım vardı.
Bunun sebebi İngiliz sömürgeciliği ve torak sahibi sınıfa (zamindar) tepki kadar, 1921 yılında
kurulmuş Hindistan Komünist Partisi‟nin faaliyetleriydi. 1947 yılında bağımsızlığını
16
Edwars, ibid, (Oct 16th, 2019).
7
kazanmasından ardından ilk başbakan Cevahirlal Nehru, sosyalizmi ilk yönetim ideolojisi
olarak hayata geçirdi. Yaklaşık 30 yıl boyunca Hindistan yönetimi sosyalist sisteme bağlı
kaldı; ithalata sınırlama getirdi, doğrudan dış yatırımı yasakladı, büyük şirketlere karşı küçük
şirketleri korudu ve başta çelik, çimento, gübre, petrol ve eczacılık olmak üzere pek çok
sanayi dalında fiyatları kontrol etti. Kendisine verilen kapasiteyi aşan herhangi bir üretici için
hapis cezası vardı. Hintli ekonomist Swaminathan S. Anklesaria Aiyar‟a göre, Hindistan
üretimin suç sayıldığı dünyadaki tek ülke idi. Hint sosyalist anlayışında pazara güvenmek söz
konusu değildi. Ekonomik eşitsizliği önlemek için vergilere başvuruldu ve gelir vergisi
%97.75‟e ulaştı. 1969‟da millileştirilen 14 kamu bankasının 6‟sı 1980 yılında devlet
kontrolüne alındı.
“Kendi kendine yeterlilik prensibi” gereği, içeride üretilebilen bir şey, masrafı
karşılanmadan ithal edilemezdi. Bu Hint sosyalizminin zirvesi idi ama sürekli artan nüfusun
temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı için başarısız oldu. 1977-1978 yılına gelindiğinde
Hindistan halkının yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Ancak, Hindistan çok önemli
badirelerde yaşamıştı; 1962‟de Çin, 1965 ve 1971‟te Pakistan ile savaş, 1971-1972 ve 19721973‟de yaşanan zincirleme kuraklık ve Ekim 1973‟deki petrol krizi Hindistan‟ın dış
ticaretini %40 geriye götürdü17.
1965-1981 yıllarında yaşanan çok kötü ekonomik performanstan sonra 1980 yılında
başbakan olan İndira Gandi, soldan mümkün olduğu kadar uzaklaştı ve daha pragmatik ve
ideolojik olmayan bir yol seçti. Ancak, Hindistan‟daki her şey gibi ekonomik reform da yavaş
ilerledi. Sosyalizmden geri çekilme 1975‟de başlamış, şirketlere üretim kapasitesini artırma
izni verilmişti. Telekomünikasyonda özel sektör katılımı kabul edildi. 1984‟de suikasta
uğrayan İndira Gandi‟nin yerini alan oğlu Rajiv Gandi, ekonomide liberalizasyonu ileriye
taşıdı ve GDP‟nin büyümesi %5.5‟a ulaştı. Artık sosyalist bagajdan kurtulunmuştu. P. V.
Narasimha Rao, yabancı yatırımların önünü açmak için şirketlere kapasite kısıtlamasını
kaldırdı. Gümrük vergileri %335‟den %65‟e indirildi. Hint ekonomisi her yıl ortama %6
büyüdü ve 2005-2008 arasında zirve yaparak %9‟un üstüne çıktı. 2017-2018‟de ise %7‟nin
altında idi.
Hindistan‟daki ekonomik reformların en büyük etkisi orta sınıfın büyümesi oldu.
Hindistan‟da orta-orta ve orta-üst sınıfta 78 milyon insan var. Düşük-orta kategori de ilave
edilirse, Hint yeni orta sınıfı 2004-2005‟de 304.2 milyon iken 2011-2012‟de 606.3 milyona
ulaştı. Bu toplam Hint nüfusunun yarısına tekabül ediyor18. Hindistan, açık-pazar ekonomisi
yolunda ilerliyor. 2017 yılında Almanya‟nın yerini alarak dünyanın en büyük dördüncü oto
pazarı unvanı aldı. Yeni rakibi Japonya oldu. Akıllı telefon satışında ABD‟nin yerini alarak
dünya ikincisi oldu. Genellikle tarım ülkesi olarak kabul edilmesine rağmen, Hindistan‟ın
%31‟i şehirlerde yaşıyor. 8.7 trilyon dolarlık GDP‟si ile ABD, Çin, Japonya ve İngiltere‟nin
arkasından dünyanın beşinci büyük ekonomisine sahip. Bu kadar hızlı büyümesinin nedeni,
40 yıl süren sosyalizmden sonra Hintli yöneticilerin sözel teşebbüse dayalı daha iyi bir
ekonomik sistemi adapte etmiş olmaları.
İngiltere.
Sosyalizmle yönetildiği 30 yıl sonunda İngiltere “Avrupa‟nın hasta adamı” ilan
edilmişti. Devlet, oto ve çelik sanayi gibi en büyük üretim alanlarındaki şirketlerin sahibiydi.
Kişilerin gelirlerinde %83‟e kadar vergi vardı ve sermaye gelirlerinden %98‟e kadar kesinti
yapılabiliyordu. Konutların çoğu devlete aitti. Onlarca yıl İngiltere, daha yavaş gelişen
Avrupa ekonomisi oldu. Ekonomik reformların önündeki en büyük engel işçi sendikaları idi.
17
18
Arvind Panagariya, Indian economy to grow 7-8% in next couple of decades, India Times, (July 20, 2022).
The Economist, India has a hole where its middle class should be, (Jan 13, 2018).
8
Sendikalar 1913 yılından beri sendika fonlarını siyasi amaçlara tahsis etme iznine sahipti ve
bunu İşçi Partisi‟ni kontrol etmekte kullanıyorlardı. Sendikalar üretimi önlediler, yatırımları
teşvik etmediler. 1950-1970 arasında İngiliz yatırım ve üretimi bir ana sanayi ülkesi için en
kötü durumdaydı. Sendikalar kamu sektörünün ölçeğini büyüttüler ve kamu harcamaları
GDP‟nin %59‟una ulaştı. Ücret ve işsizlik yardımı talepleri, sürekli grevler ile ulaştırma ve
üretim sektörünü vurdu. 1979‟a gelindiğinde grevler neticesi şehir sokakları çöp ve fareden
geçilmiyordu.
1980 yılında seçilen ilk kadın İngiliz başbakanı Margaret Thatcher, sendikalara
karşıydı. Grevlerin ve fabrikalara uygulanan ablukaların önüne geçecek tedbirler alındı.
İşçilerin zorla sendikalara üye yapılmasının önüne geçildi. 1970‟lerin sonunda 12 milyon olan
sendikalı işçi sayısı on yıl sonra yarıya düştü. Kişisel vergi oranı yarı yarıya düşürüldü, döviz
değişim kontrolleri kaldırıldı. Thatcher reformunun özünde „özelleştirme‟ vardı; devlet
müdahalesi azaltıldı, devletin sahip olduğu hava yolları, havaalanları, kamu hizmetleri
(elektrik, gaz, su vb.), telefon, çelik ve petrol şirketleri satıldı. 1980‟lerde İngiliz ekonomisi,
İspanya hariç Avrupa‟daki tüm ekonomilerden hızlı büyüdü. Yatırımları, Japonya hariç, en
hızlı artan ülke oldu. Üretim, herhangi bir sanayi ülkesinden daha fazla arttı. 1983-1990
arasında 3.3 milyon yeni iş yaratıldı. Enflasyon 1975‟teki %27‟den 1986‟da %2.5‟a düştü.
1981-1989 arasında gerçek GDP ortalama %3.2 arttı. Thatcher görevi bıraktığında devlet
sahipliğindeki sanayi %60 azalmıştı. Devletten özel sektöre 600 binden fazla iş imkânı
aktarılmıştı. İngiltere, Keynezyan ekonomiden keskin bir dönüş yaparak, güçlü ve sağlıklı bir
ekonomi yaratmıştı. Thatcher‟dan sonra kimse (İşçi ya da Muhafazakâr Parti) onun
özelleştirdiklerini tekrar millileştirmeye yanaşmadı19.
Kapitalizm ile ideolojik çekişme
Liberalist bir kavram olan ve merkezine özel mülkiyet hakkını alan Kapitalizm, 17.
yüzyılda doğdu. Adam Smith'e göre Kapitalizm, perişan durumdaki hayatları iyileştiriyor,
hükümet müdahaleleriyle toplum ve ekonomi üzerindeki kötü etkiler dengeleniyordu.
Kapitalist ekonomik sistemin dayandığı psikolojik temel olan insan bencilliği, daha çok
kazanıp, daha çok tüketmek isteği ve hırsı, bunun gerektirdiği acımasız rekabet ortamı,
insanları birbirinden koparmakta ve yalnızlaştırmaktadır. Daha çok para kazanmak, ama
haline gelmekte, diğer insanlar, hatta kişinin yaşamı bile araç haline dönüşmektedir.
Kapitalizm ve Sosyalizme alternatif olabilecek, ciddi anlamda kabul görmüş bir ekonomik
sistem henüz geliştirilmemiştir.
Marx ve Engels'in ifadesiyle Kapitalizme cevap olarak doğan Sosyalizm, Kapitalizmin
sebep olduğu eşitsizliklere odaklandı. Komünizm ise Marx'ın fikirlerinin son noktasıdır.
Sosyalizm ve Komünizm yakın kavramlar olarak bilinse de aralarında farklar vardır.
Sosyalizm bir ekonomik sistemdir. Komünizm hem ekonomik hem de politik sistemdir.
Sosyalizm eşit bir yaşam tasarlarken, Komünizm hem eşit bir yaşam hem de eşit bir yönetim
tasarlar. Sosyalizmde insanlar ekonomik yönetimde söz sahibiyken, çoğunluğun kararı
uygulanır. Komünizmde tek parti söz konusudur, parti otoritesi geçerlidir. Sosyalizm,
Kapitalizmle beraber yaşayabilir ve bunu bir geçiş imkânı olarak değerlendirirken,
Komünizmde, tamamen sınıfsız bir toplum amaçlanır.
Sosyalizm, Kapitalizme tepki olarak doğmuş bir düşünce sistemidir. Dünyayı farklı bir
şekilde yönetmeye dönük tek denemenin (Komünizm), Kapitalizmden her anlamda çok daha
kötü olduğu kanıtlandı. Kapitalizmi emeğin sömürüldüğü bir sistem olarak gören Marx,
Kapitalizmin kendi doğal gelişim süreci içerisinde, kendi kendini yok edeceğini ileri
sürmüştür. Gittikçe sayıları artan ve bilinçlenen işçi sınıfı, gerçekleştirecekleri işçi devrimiyle
19
Edwars, ibid, (Oct 16th, 2019).
9
özel mülkiyeti ortadan kaldıracaklardır. İşçi diktatörlüğü yönetilen sosyalist sistem
uygulamaya konulacaktır. Marx, teknik gelişmelerin, fabrikasyon üretim tarzının pek çok
sanatkâr, küçük ve orta sanayiciyi, ekonomik hayattan silerek, işsiz bırakacağını, mülkiyetin
giderek sınırlı sayıda insanın elinde birikeceğini ifade etmiştir.
Marx, yoğun bir şekilde kapitalist sistemi analiz ederek eleştirmiş ancak aynı
yoğunluğu Sosyalist ekonomik sistemin nasıl uygulanacağı konusunda göstermemiştir. Sol ve
sosyalist düşünce eşitliği temel alarak, insanı toplum karşısında ikinci plana itmiş, toplumu
insanın önüne koymuştur. Sovyetler Birliği‟nin kurulması ile “ortak mal” dönemi yeniden
yaratılsa da Stalin‟in kurduğu diktatörlük düzeni dejenere etti20. Çoğu kapitalist ülke ise
sistemi tamir etmek için refah devleti anlayışına geçti. İkinci Dünya Savaşı sonrası 1970‟lerin
sonuna kadar olan dönemde Afrika, Asya ve Orta Doğu‟da sömürgeciliğin sona ermesi, Çin
(1949) ve Küba‟da (1959) yaşanan devrimler stratejik alt yapının millileştirilmesi yolu ile
ortak mal ya da kamulaştırmaya yol açtı. Nasır rejiminin Süveyş Kanalı‟nı 1956‟da
millileştirmesi de buna bir örnek teşkil eder.
Tablo 1: Kapitalist ve Sosyalist Sistem
Farklılık
Fayda
Kapitalist Sistem
Birey
Sosyalist/Komünist Sistem
Toplum
Özgürlük
Eşitlik
Zenginleşen Orta Sınıfı Siyasi
İktidara Ortak Olması
Halk Demokrasisine Dayanan Tek
Parti Diktatörlüğü
Mülkiyet
Özel
Kamu (Devlet)
Planlama
Serbest Pazar
Merkezi
Yönetim
Ekonomik ve Siyasi Güce Sahip
Kişi ve Gruplar
Elit Bir Kesim ve Parti
Diktatörlüğü
İlke
Demokrasi
Miras
Spekülatif Kazanç
Basın
Var
Yok
Var (Borsa, Hisse Senedi, Döviz,
Gayrimenkul)
Ekonomiye Katkısı Olmayan
Kazanç Yok
Çoğunlukla Özel
Devlet Kontrolünde
Reklam
Önemli Hizmet Sektörü
Yok
Yaşam
Kazanmak İçin Yaşamak,
Rekabet, Güvensizlik, Yalnızlık
Yaşamını Yönlendirememe,
Sunulanı Almak, Rekabet Yok
Mümkün Olduğu Kadar Az
Bütün Yönleriyle
Toplumu Düzenleme
Kaynak: Sait Sahir Mertkul, Dünya Devleti ve Bir Düşünce Sistemi Olarak Demokrasi, Ankara: Mertkul
Yayınları, 2007.
Sosyalizm ve Kapitalizm çekişmesi Güney Asya‟dan Afrika ve Latin Amerika‟ya
dünyanın hemen her yerinde ideolojik bir çatışma ortamı yarattı. Bu savaş çoğu kez,
devrimciler ve kontr-gerillalar şeklinde sağ-sol çatışmalarına ve iç savaşlara dönüştü. Ancak,
savaşları kazansa da Sosyalizm uygulamaları başarılı olamadı. Örneğin, İkinci Dünya
Savaşı‟ndan önceki dönemlerde, Fas, Senegal gibi ülkelerde örgütlenme, uyanma ve
bağımsızlığa kavuşma çaba ve dileklerine rast gelinmekteydi. 1960'larda kıtanın büyük
bölümü yeniden Afrikalıların yönetimine girdi. Afrika‟ya giren Sosyalizm‟in Sovyet
versiyonu birçok ülkede büyük fabrikalar kurarak, sanayileşme stratejisine dayanıyordu.
Hâlbuki bu ülkeler tarım yoğun idi ve köylerden erkekler şehre iş için göç ettiklerinde geride
eşlerini tarlada çalışmak için bıraktılar. Şehre olan yoğun göç, altyapısı olmadığından şehirleri
çökertirken, çocukları ile yalnız kadınlar da tarımın üstesinden gelemediler.
20
Leon Trotsky, Revolution Betrayed (1936), Dover Publications, (2014).
10
Kısaca, hem şehirler hem köyler aynı anda çöktü, bu Sosyalizmin de iflası oldu.
Sosyalizmden sonra 1980‟lerde sahneyi Batılı liberaller ve onların aktörleri olan IMF ve
Dünya Bankası aldı. Dayatılan neo-liberal politikalar ile ulus-devletin ekonomi başta olmak
üzere sağlık, eğitim ve diğer ana yönetim alanlarındaki rolü azaltılmaya çalışıldı.
1930‟ların ortalarında neoliberal idealler ve politikalar Franklin Delano Roosevelt
tarafından büyük ölçüde sosyal demokrat Keynesçi politikalar ile değiştirilmişti ve 1970‟lerin
sonuna kadar Keynesçi anlayış uygulandı. Roosevelt‟in Keynesçi ekonomik politikaları,
istihdam ve artan tüketici taleplerini karşılayarak ülkeyi yeniden inşa etmesini öngörüyordu.
İşçi sınıfına ve fakirlere önem veren bu politikalara karşı çıkan güçlü elit ya da küresel
sermaye direniş göstererek, önceki devlet düzenlemelerinin olmadığı pazar yapısına dönmek
istiyordu21.
Neo-liberalizm, ABD‟de Ronald Reagan ve İngiltere‟de Margaret Thatcher‟in iktidara
gelmesi ile 1970‟lerin sonu ve 1980‟lerin başında devlet seviyesinde kurumsallaşmaya
başladı. Thatcher ve Reagan birlikte ekonomi üzerinde devlet kontrolünü kaldırarak, ticareti
liberalize ederek, kamu sektörünü (eğitim, sağlık, sosyal refah) yok ederek, üretim ve ticaret
yerine ekonomide finans sektörünü hâkim kılarak özel şirketlerin yüksek karlar elde
edebileceği bir düzen kurdular22. Bununla da kalmayıp küresel olarak neoliberal politikaları
Dünya Bankası ve IMF vasıtası ile gelişmekte olan ülkelere dayatma yolunu seçtiler. Böylece
serbest pazar ve özelleştirme maskesi altında çokuluslu şirketler yerel kaynakları ve üretim
imkânlarını ele geçirdiler23.
Ronald Reagan ile birlikte gelen Neoliberalizm, tefeciler ve hissedarların yararına idi.
Devletin ekonomiye müdahalesi azaltılıyor, finansal kurumlar liderliği alıyor, şirket
birleşmeleri ve satın almaları için yeni standartlar geliyor, merkez bankaları güçlendiriliyor ve
çevreden merkeze kaynakların akışı hedefleniyordu. Bu mekanizma, ABD‟nin arkasında
olduğu doların gezegenin tamamına hâkim olmasına dayanıyordu24.
Mao Çin’i ve sonrası
Asya‟nın diğer ucunda 1945 yılında Mao Zedong‟nun zaferi, hem Stalin‟i hem de
Truman‟ı şaşırtmıştı. Mao ve Tito, kendi zaferlerini Sovyetler Birliği‟nin yardımı olmadan
kazanmışlardı. Mao, Tito‟nun aksine kendi yolunda gitmek istemiyordu; Komünist hareketin
lideri olarak Stalin‟e uymaya hazır, tutkulu bir Marksist-Leninist idi. Mao‟nun nedenleri
sadece ideolojik değildi; Stalin‟in diktatörlüğü yararlı bir örnek oluşturuyordu yani Çin‟i öyle
yönetmek istiyordu. Mao‟nun kuramsal yeniliği, aslında köylülerin proleter olduğunu iddia
etmekti yani dönüştürülmelerine gerek yoktu. İçlerinde, yalnızca uyandırılmayı bekleyen bir
devrim bilinci yatıyordu25.
Ancak, Stalin‟in ölümünden sonra Moskova‟daki haleflerini pek beğenmedi ve
kendini artık Komünist hareketin en deneyimli ve saygın lideri olarak görmeye başladı.
Stalin‟in eski sanayileşme ve kolektifleştirme stratejisine, muhaliflerini tasfiye etmeyi
ekledi26. Ardından köylüleri proletere çevirmek yani sanayileşme ve kolektifleştirme
mücadelesini birleştirmek için; Çin‟deki bütün çiftçilere ekinlerini terk etmelerini, arka
bahçelerine fırınlar kurarak mobilyalarını yakıt olarak fırına atmalarını, tarım aletlerini
21
Chris Hedges, The Death of the Liberal Class, Nation Books, (New York, 2010), 35.
Carlos Vilas, Neoliberal Social Policy: Managing Poverty (Somehow), NACLA Report on the Americas, 29
(2), 1996, 16.
23
Vandana Shiva, Stolen Harvest: The Hijacking of the Global Food Supply, South End Press, (Boston, 2000),
112.
24
Sait Yılmaz, Kapitalizm Ölürken Öldürüyor, academia.edu.tr, (10 Ekim 2014).
25
Henry Kissinger, White House Years, Little Brown, (Boston, 1979), 252.
26
Li Zhisui, The Private Life of Chairman Mao, Random House, (New York, 1994), 115.
22
11
eritmelerini ve çelik üretmelerini emretti. Mao‟nun “Büyük Atılım”ı, 20. yüzyılın en büyük
faciası oldu. Stalin‟in tarımı kolektifleştirmesi 1930‟larda 5-7 milyon insanın açlıktan
ölmesine neden olmuştu. Mao ise bu rekoru altıya katlayarak, 1958-1961 yılları arasında 30
milyondan fazla insanın ölümüne yol açan bir kıtlık yarattı 27. Marx‟ın eserindeki Asya
toplumlarına ait bölümler Stalin döneminde proleter diktatörlüğü ile uyumsuzluk gösterdikleri
nedeniyle sansür edilmiş, fakat Çin‟in Moskova çizgisinden sapması üzerine hemen hatırlanıp
piyasaya sürülmüştü.
Çin‟in dünyanın en büyük dördüncü ekonomi olmasını sağlayan ekonomik başarısı
nasıl açıklanabilir? 1980‟lerden 2020‟lere kadar yıllık GDP %8-10 büyüdü. 1949-1976
arasında Mao Zedong‟un kişisel ve kötü yönetiminde bir ekonomik sepet hali idi. Sovyet tarzı
sosyalizmin hırslı takipçisi olarak, Mao‟nun 1958-1960 yılları arasındaki Büyük Sıçraması en
az 30 milyon Çinlinin ölümüne neden oldu. 1966-1976 arasındaki Kültürel Devrim ile 3-5
milyon kişi daha öldü. Mao, Çin‟i geriye gitmiş ve derinden bölünmüş bıraktı. Mao‟dan sonra
gelen Deng Xiaoping ise Çin‟in yönünü değiştirdi. Karma ekonomi modeli ile Kapitalizm ve
Sosyalizmin bir arada olabileceğini gösterdi. Komünist Parti, durumu izleyecek ve sürekli
doğru karışım için ayarlama yapacaktı. Son 40 yılda Çin aşağıdaki nedenlerle dünyanın
ekonomik harikası oldu;
- Mao‟nun ideolojik takıntıları nedeni ile ekonomik yükselişe hemen hemen sıfırdan
başladı. On yıllardır başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelerden entelektüel bilgi hırsızlığına
angaje oldular. Küreselleşme ve Dünya Ticaret Örgütü üyeliğinden azami fayda sağladılar.
Gümrük tarifeleri ve diğer korumacı tedbirleri kullanarak diğer rakip ülkelere karşı ticari
avantaj sağladılar.
- 300 milyon kişilik bir orta sınıf yaratarak, daha iyi bir yaşam yanında mal ve
hizmetler için büyük bir iç pazar oluşturdular. Zorunlu işçi gücü ile ürettiği ucuz malları
Batıdaki alış veriş merkezlerinde satıyor. Ülkede büyük bir karaborsa var çünkü Komünist
Parti üyeleri satışlardan kar elde ediyor.
- Çinli şirketlerin yabancılar tarafından satın alınmasına izin veriyorlar. Bu satışlardan
aslan payını Komünist Parti gibi devlet teşkilleri alıyorlar. Yaklaşık 150 bin kadar devlet
sahipliğindeki şirket onlarca milyon Çinli için iş garantisi demek. Böylece dünyadaki en
müteşebbis insanların enerjisi ve tecrübesini kullanıyorlar.
Kısaca, Çin; Mao ve Sovyet Sosyalizmi altında 30 yıl süren ekonomik
başarısızlığından sonra 1970‟lerin sonunda Sosyalizmi terk ederek ve Çinli karakterde
kapitalizm ile kendi tecrübesini başlatarak, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi oldu. Ancak,
bu başarı artık otomatik değil, ekonomisi yavaşlıyor. Diktatoryal Komünist Parti‟de güç
bölünmeleri var ve insan hakları ve diğer konularda geniş halk talepleri var. Tek parti otoriter
yönetimini krizler bekliyor ve demokratik bir düzen kurulmadıkça iç sorunlar çözülmeyecek.
Sonuç
Neoliberalizm yaygınlaşması ve Sovyetler Birliği‟nin çöküşü ile birlikte Marxizm‟in
ortadan kalktığı düşünüldü. Ancak, 40 yıldır devam eden Neoliberalizm, eşitsizliği artırdı ve
%1‟in %99‟dan zengin olduğu bir dünya yarattı. ABD‟de sadece üç en zenginin geliri
nüfusun yarısından fazladır. Çok zengin ve fakir arasında devam edegelen bu çelişki, 21.
yüzyıl, mezarında da olsa Marx‟a tekrar sahneye çıkma imkânı veriyor. 1500 yılında dünyada
500 milyon insan vardı, bugün 8 milyar olduk. Yıllık üretimin parasal değeri 250 milyar
dolardı, şimdi 60 trilyondur28. Dünya nüfusunun %40‟ı günde iki dolardan daha az para ile
geçiniyor. 2 milyar kişi hala elektrik kullanamıyor. 2050 yılında dünya nüfusu 9 milyar olacak
27
28
Jasper Becker, Hungary Ghosts Mao’s Secret Femine, Free Press, (New York, 1996), 266.
John Merriman, Rönesanstan Bugüne Modern Avrupa Tarihi, Say Yayınları, (İstanbul 2018), 81.
12
yani bugüne göre %50 artacaktır29. Dünya nüfusunun yüzde 50'si dünya kaynaklarının ve
zenginliklerinin % 1'ine, dünya nüfusunun yüzde 1'i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin
yüzde 50'sine sahiptir.
Günümüzde de zengin fakir eşitsizliği kapitalist ülkelerde artarak devam ediyor.
Bunun nedeni, Paris Ekonomi Okulu‟ndan Thomas Piketty‟nin en çok satanlar içinde yer alan
“21. Yüzyılda Kapital” kitabına göre kapital dönüşünün ekonomik gelişmeyi geride bırakması
yani ekonomi ne kadar gelişirse gelişsin kapitalistlerin ekonomiden aslan payını almasıdır30.
Paul Krugman‟a göre ise üstün zekâlıların parayı kazandığı ve hak ettiği bir düzen yani
meritokrasi içinde yaşamaya devam ediyoruz31. Bu yazarların eşitsizliğin azaltılması için çare
olarak daha çok vergi alınmasından başka bir önerileri yoktur. İdeolojik temelleri en başından
beri sorunlu olan Marxizm‟in revizyonu, bugün de Sol‟un en büyük sorunudur. Marx‟ın
söylediklerinin temelinde eşitsizliği yenmek ve bunun içinde Kapitalizmin yerine başka bir
sistem koymak vardı. Bugünün temel gerçeği hala bu olmaya devam ediyor, mesele bunu
nasıl yapacağımız ile ilgili.
Batılılar Sovyetler Birliği‟nin çöküşünü yanlış okudular; ne liberal kapitalist
demokrasi komünizmi yendi ne de sert gücün modası geçti 32. Soğuk Savaş sona erdiğinde
Batılılar büyük jeopolitik sorunun çözüldüğünü artık daha küçük ve bölgesel sorunlarla
uğraşacaklarını düşünüyorlardı. Sovyetler Birliği çökse de bugün hala üç ülke (Çin, Küba ve
Kuzey Kore) Komünist bir yönetimle idare edilmekte, Avrupa ve Latin Amerika başta olmak
üzere pek çok kıtada çoğunlukla sol rejimler iktidara gelmektedir. Günümüz sol rejimleri
Sosyalist veya Komünist bir rejim kurmak değil, Kapitalizmin kötü yanlarını tedavi edecek,
Sosyalist bazı hedefleri uygulamaya çalışan sol hükümetlerdir. Bu tip siyasi oluşumlara
genellikle „sosyal-demokrat‟ adı verilmektedir. Sosyalist hedefleri olan Sol Partilerin II.
Dünya Savaşı sonrası denemeleri başarılı olamadı.
İsrail, Hindistan ve İngiltere tecrübesinden görüyoruz ki en iyi rakamlarla çalışan bir
ekonomik sistem için; merkezi kontrol, ütopyan sözler ve diğerlerinin parasını kullanan
sosyalizm iyi bir seçenek değildir. Bunun yerine, rekabet ve serbest teşebbüsün esas olduğu
serbest-pazar sistemi müteşebbis daha iyi bir çözüm olmuştur. Marx‟ın 19. Yüzyılda
öngördüğü orta sınıfın (burjuva) kaçınılmaz şekilde yok olacağı inancının yanlış olduğu
defalarca kanıtlandı. Dünya Bankası rakamlarına göre, son 24 yılda bir milyardan fazla insan
yoksulluk sınırının üstüne çıktı. Bu bir milyar insanın 731 milyonu Çinli, 168 milyonu Hintli
olsa da bu insanlık tarihi için büyük bir sıçrama idi ve küreselleşmenin önünü açtığı ticaret ile
bu mümkün oldu. Dünyanın her yerinde Kapitalizm, her seferinde Sosyalizme üstün geldi.
Modern dünya tarihinde daha önce görülmemiş bir dönemden geçiyoruz. İnsanlık
tarihinin çok önemli bir evresindeyiz. Ulusal ekonomiler için gelir, iş, üretim, ticaret, altyapı
ve sosyal hizmetler gibi çözümler gittikçe anlamsız hale geliyor. Kaynak olmadığı sürece
ekonomiyi istikrara kavuşturma tedbirleri, nafile bir tur olmaktan öteye gidemiyor.
Kapitalizm en büyük krizini yaşıyor denilse de gelecek daha iyi gözükmüyor. Bir yandan yeni
bir Kapitalizm ve dünya düzeni kurgulanıyor bir yanda da yeni bir ideoloji aranıyor. Dünya
bir tür tekno-diktatörlük ve tekno-materyalizme doğru gidiyor. İnsanlığın elindeki en büyük
yeteneği olan düşünme ve hayal etme yetisinin elinden alınacağı, sadece metaların değil,
insanın da dijitalleştiği bir dünyanın kenarındayız. Bu nasıl gerçekleşecek, sonraki
makalemizde anlatacağız.
29
Colin I. Bradford, Restoring America's Leadership Legitimacy, Guardian Unlimited, (July 9, 2007).
Thomas Piketty, Capital in the 21st Century, Belknap Press, (March 2014), 4.
31
Paul Krugman, The Return of Depression Economics and the Crisis of 2008, W. W. Norton & Company,
(2009), 168.
32
Walter Russel Mead, The Return of Geopolitics, The Revenge of the Revisionist Powers, Foreign Affairs,
May/June 2014.
30
13