Academia.eduAcademia.edu

Sosyalizmin problemi

The problem of Socialism..

Sosyalizmin problemi Prof.Dr.Sait Yılmaz 05 Aralık 2022 “Sosyalizmin problemi, eninde sonunda diğer insanların parasını tüketmesidir.” Margaret Thatcher Giriş Marx, Komünizme giden yolda Almanya‟da bir Sosyal Devrim olacağını öngörmüştü. Bunu daha fazla beklemek istemeyen Lenin ise Çarlık Rusyasında bir Siyasal Devrim ile bu öngörünün uygulamaya geçmesini çabuklaştırmıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz başbakanı Benjamin Disraeli ve Alman Otto Von Bismarck, Komünizm tehlikesi karşısında kendilerine şu soruyu sormuşlardı; sanayileşen toplumları, içinde yaşayan tüm insanların yararına olacak şekilde, en iyi nasıl yönetebiliriz? Soğuk Savaş bittiğinde devlet adamlarının yeni dünya düzeni için sordukları asıl soru ise şu idi; insan toplumunun en iyi şekilde nasıl düzenleneceği? İçinde bulunduğumuz teknoloji çağında da böyle bir soru ile karşı karşıyayız. Bugün hala zengin fakirin aleyhine daha zengin oluyorsa, toplumsal eşitsizlik artıyorsa, Marx‟ın temel öngörüleri geçerli demektir. Fakiri korumalı ve sosyal eşitliği sağlamalıyız. Ancak, ne Sovyet Komünizmi, ne de bugüne kadar ki Sosyalist ya da Sosyal Demokrat uygulamalar uzun vadeli bir başarı sağlayamadılar. Marx tarafından kaçınılmaz olarak çökeceği öngörülen Kapitalizm, her seferinde Sosyalizme üstün geldi. Amacımız, Kapitalizmi övmek değil çünkü o da uzun zamandır krizde ve artık yetersiz. Kapitalizmin eksiklerini, yeni bir ideoloji arayışı ile ilgili başka bir çalışmaya bırakacağız. Bu makalede, Komünizmin ve Sosyalist ya da Sol partilerin başarısızlıkları üzerine odaklanacağız. Karl Marx’ın öngörüleri Marx, dönemin en ileri üç ülkesince temsil edilen, 19. yüzyılın üç temel ideolojik akımını sürdüren ve tamamlayan bir deha idi; klasik Alman felsefesi, klasik İngiliz ekonomi politiği ve genel olarak Fransız devrimci öğretileriyle birleşmiş olan Fransız sosyalizmi. Marksizm, ideolojik alanda esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası Komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır. Marx, Kapitalizm serveti (artı değer) eşit olarak dağıtmadığından kendi cellâdını kendisinin yaratacağını düşünüyordu. Eninde sonunda yeni üretim yollarının ortak mülkiyetinin olduğu, zenginlik ve yoksulluk aşırılıklarının olmadığı, daha adil bir toplum düzenine yani Komünizm‟e gidilecekti. Ancak, Sosyalizm ile servetin eşit bölüşümünü değil üretim araçlarının toplumun elinde olmasını ve herkese eşit değil ihtiyacı kadar üretimden pay verilmesini savunur. Karl Marx, arkadaşı Friedrich Engels ile birlikte yazdığı ve 1867-1894 yılları arasında yayınlanan dört ciltlik “Das Capital” kitabı, bir Sosyalizm teorisi ortaya koydu. Ortaya koyduğu küreselci (Globalist) ve entegre bakışın uluslararası ilişkilere katkısı sınırlı oldu. Marx‟ın Komünist Manifestosu‟nda yer alan bilimsel sosyalizmi tarihsel gelişmelerin arkasında sınıf çatışmasının olduğunu öngörüyordu. Sosyalizm, şiddet içeren devrim ile gelecek, kapitalist sistem işçiler tarafından dönüştürülünce yerini Komünizm alacaktı. Bazı komünistler bu geçiş dönemine bile karşı çıkıp, doğrudan devrim ile Komünizmi kurmak istiyorlardı. Marx‟ın vizyonunun üç temel unsuru; bireyselcilik yerine „kolektivizm‟, sömürü yerine „özgürlük‟ ve bütün çıkarlarda „eşitlik‟ idi. Komünizm, üretim vasıtalarının ortak sahipliğine dayalı sınıfsız ve devletsiz bir toplum yapısı öngörmektedir. 1 Marx, geçmişten geleceğe toplumların nasıl şekillendiği ile ilgili öngörülerde bulunmuştu. Ona göre; aile, kilise, fabrika, ordu, din ve psikiyatri kliniğinin mükemmeli bir piramit şeklinde organize olduğu burjuvanın ölüm sirenleri çalmaktaydı. Fransız Devrimi tarihte ilk defa insan ve toprak ilişkisinin, toprak sahipleri ile toprağı olmayanların sorgulanmasına yol açmıştı. Devrimler aynı zamanda kilise ve devlet ayırımını belirginleştirmişti. Marx, insanlık tarihini sınıf savaşımı açısından analiz etmiş, bu fikirlerini 1848 yılında kaleme aldığı Komünist Manifesto‟da dile getirmiştir; "Şimdiye kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir1”. Realizm ve liberalizme göre daha az etkili ve yaygın olan Marksist teorinin temelinde uluslararası ilişkilerin kapitalist ekonomik düzene sahip bir dünya içerisinde oluştuğu düşüncesi yatmaktadır. Bu ekonomik dünyanın en önemli aktörleri ise devletler değil sınıflardır ve bütün diğer aktörlerin davranışları ancak sınıf mücadelesi içerisinde açıklanabilir. Marx, bu sosyo-ekonomik çelişkilerin kendisini aşağıdaki toplumsal yapılar şeklinde gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceğini öngörür; (1) İlkel Komünizm; Kabile topluluklarının birlikte yaşayışı. (2) Köleci Toplum; Kabileler gelişerek şehir devletlerini oluşturur, aristokrasi doğar. (3) Feodalizm; Aristokrasi iktidardadır, tüccarlar Kapitalistlere evrilir. (4) Kapitalizm; İktidarda kapitalistler vardır, üretim; emeğini kiralamak durumundaki proleterya tarafından gerçekleştirilir (5) Sosyalizm; Sınıf bilinci kazanan işçiler devrimle iktidarı alır ve üretim araçlarını kamulaştırır (6) Komünizm; Sınıfsız ve devletsiz toplum, tüm dünyada Sosyalist iktidarların başa gelmesi sonucu oluşur. Marksizm, insanlık tarihinin başından beri savaşların ve çatışmaların sebebinin sınıf kavgası olduğu tezini savunur. Dünya sisteminin en büyük problemi "eşitsizlik" olgusudur. Tarih sürecinde değişime uğrayan manda ve himaye, sömürge, emperyalizm, hegemonya gibi kavramlar hep başat güçlerin ya da grupların, alt sınıfları sömürdüğü bir dünya düzeni anlayışının sonucudur. Marxistlere göre; sınıf çatışmasının temelinde devlet ile mülkiyeti paylaşmak varken, Liberallere göre; mülkiyet çatışmasının temelinde bireylerin kazanma hırsı ve bunları ailesi ve yakınlara bırakma güdüsü vardı. Hâkim sınıfın otokratik gücünün artmasına karşılık bulunan çözüm ise temsilci demokrasi oldu. Böylece, Kapitalizm ve devlet daha sağlam bir temel edindi2. 19. yüzyılın sonunda Marksizm, yoksullara umut, zenginlere korku veriyordu ve hükümetleri arada bir yerde bırakıyordu. Batının İngiltere ve Almanya gibi büyük devletleri ne burjuvazi ne de proletarya adına yönetmeyi seçtiler; Kapitalizmi koruyacaklardı ama olumsuz yanlarına çare bulacaklardı. Böylece 1914 yılında savaşa girerken „sosyal refah devleti‟ anlayışı yerine oturmuştu. Marx‟a göre devrim, Almanya gibi gelişmiş bir sanayi toplumunda ortaya çıkacaktı. Bunun gerçekleşmesini beklemeye niyeti olmayan Vladimir İliç Lenin, 1917 yılında Rusya‟da Bolşevikler ile iktidarı ele geçirerek, Sosyalizmi uygulayarak tarihi hızlandırmaya çalıştı. Marx, Kapitalizmin nasıl devrileceği konusunda bir yol göstermiyordu ama Lenin bunu 1917‟de Rusya‟da uygulamalı olarak göstermişti. Lenin, kuramı uygulamaya geçirmekteki kararlılığı nedeniyle Marx ve Engels‟den ayrılıyordu. 1 2 Karl Marx, Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu, Çev.: E.Özalp, NK Yayınları, (İstanbul, 2003), 11. G. William Domhoff, The Power Elite And State, Aldine De Gruyter, (1990, New York), 24. 2 Marxist düşünce akımları Marks‟ın kendisi kendini Marxist değil, bilim adamı olarak görüyordu ve katkısının akademik dünyaya olduğunu düşünüyordu. Marks‟ın öğretisini geliştirmek isteyenler bazı eleştirel okullar kurdular. Ancak, bunu yaparken Marksizm‟in dünya görüşünü şüpheci bir yaklaşım içinde günlük tecrübelere göre yeni metinlere indirgediler. Sinik ve sığ bir ideoloji olarak Marxizm, çeşitli kolları ile daha az proleterya ve daha çok devrim konusuna odaklanmıştı. Marxizm, üstün değerlere sahip olduğuna inanan gençlerin ideolojisi idi. Genç Karl Marx‟ın tutkusu, 1848 ayaklanmaları arasında yazdıkları, Lenin‟i ve sonra Stalin‟i doğrudan yönlendirmişti. 1930‟lardan itibaren sosyalizm düşüncesi Latin Amerika‟da Bağımlılık Okulu çerçevesinde merkez-çevre ilişkileri ve Dünya Sistemi Teorisi ile ilgili çalışmalar üretti. Bunu Immanuel Wallerstein, John Galtung, Organ Modelski gibi Küreselci (Globalist) düşünürler takip etti. Küreselciler; emperyalizm, bağımlılık, merkez-çevre teorilerini geliştirdiler. Çağdaş Marksist Harry Magdoff ise yeni emperyalizm tanımlaması ile çevre ülkelerinin de sermaye ihracına katıldıklarını ifade ediyordu3. Galtung, merkez ile çevre arasında yarı-çevre tanımlaması yaptı. Immanuel Wallerstein ise dünya sistemi teorisinde tarihsel olarak iki tip dünya sistemi olduğunu açıklıyordu; dünya imparatorlukları ve dünya ekonomileri. Dünya ekonomisinde yaşanan trendler ve çekişmeler, krize yol açtığında yerini yeni bir sisteme bırakıyordu. Şimdi liberalizmin de sonu geliyordu. Çağdaş Marksizm, uluslararası ilişkilerin teorik boyutlarına Gramsianizm, Dünya Sistemi Teorisi, Eleştirel teori, Yeni Marksizm gibi katkılarda bulundu. İtalyan Antonio Gramsci, Machiavelli‟nin korku ve rızaya dayalı güç anlayışından hegemonya konseptini üretmişti4. Antonio Gramsci‟ye göre 20. yüzyılın başında klasik Marksist anlayışın Batı ve Merkezi Avrupa‟da yayılamamasının önündeki temel kusur hegemonya düzeninde idi. Frankfurt Okulu adı da verilen Eleştirel Okul düşünürleri (Theodor Adorno, Herbert Marcuse, and Jürgen Habermas) ise kapitalizm ve sosyalizmi eleştirerek, insan kapasite ve kabiliyetlerinin geliştirilerek sosyal eşitlik için alternatif bir yol önerdiler5. Yeni Marksistler, Marks‟ın orijinal teorik yaklaşımlarının yanlış yorumlandığını düşünüyorlardı. Bu grubun başında İngiliz Bill Warren ve Justin Rosenberg gelmektedir. Warren, Marks‟ın Kapitalizm ve kolonicilik ile ilgili analizini; bağımlılık ve dünya sistemi teorisyenlerini eleştirmek için kullandı6. Rosenberg ise üretim ilişkilerinin dünya politiğinde yarattığı değişimleri izleyerek alternatif bir yaklaşım getirmeye çalıştı7. Marxist teori hâlihazır akademik araştırma ortamındaki prestijini büyük ölçüde kaybederken, Marx ve ilk sosyalistlerin dini, etnik veya siyasi gerekçeleri insan özgürlüğünü sağlamaya yönelik çekişmeler içinde kullanılamadı. Çok daha açık söylemek gerekirse ideoloji ve akademi birbirinden ayrılamadı. Marx ve Engels‟in materyalist, eleştirel dünya görüşü bir blok oluşturacak düşünce, duygu ve konseptler bütünü haline gelemedi. Teori ve gerçek bağlantısı kurulamayınca hem anlaşılması zor hem de bireyler için ikna edici bir söylem yaratılamadı. Örneğin Marxizm için özgürlük, bir adalet dünyası veya nihai varılacak bir yer değil, kolektif işbirliği veya paylaşma ortamı idi. Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı-ABD Dış Politikasının Ekonomik Temelleri, Çev.D.Şafak, Odak Yayınları, (İstanbul, 1974), 65. 4 Perry, Anderson, Gramsci: Hegemonya, Doğu Batı Sorunu ve Strateji, Çev.T.Günersel, Salyangoz, (İstanbul, 2007). 5 Raymond Geuss, The Idea of a Critical Theory. Habermas and the Frankfurt School, Cambridge University Press, (Cambridge, 1981). 6 Bill Warren, Imperialism: Pinoeer of Capitalism, New Left Books, (London, 1980), 27. 7 Justin Rosenberg, The Empire of Civil Society: A Critique of the Realist Theory of International Relations, Verso, (London, 1994), 51. 3 3 Soğuk Savaş döneminde Marxizm iyi üniversitelerde, (Sovyet) oryantal despotizminin egzotik bir şekli değil, dünyanın nasıl çalıştığına ilişkin inandırıcı bir öğreti ve moral bir okuldu. Bugün üniversitelerde Marksizm unutuldu, siyasi tarih Aydınlanma döneminden başlanarak anlatılmaya çalışılıyor. Marksistlerin çoğu Yeni Sol olarak adlandırılmıştı. Yeni Sol‟un Sovyet istihbaratı tarafından desteklenen küçük bir kısmı Avrupa‟da siyasi amaçlı şiddet eylemlerine girişmişti8. Yeni Sol, bugün Sovyetlerin Komünizme ihanet ettiğini düşünüyor. Marxizm’in Sovyetler Birliği’ndeki seyri Çar döneminde Rusya‟da doğan Lenin, tahta kulübelerde yaşayan köylüler ve resimlere dua eden Ortodoks kilisesinin temsil ettiği bir ülkede büyümüş ama Rusya‟yı küresel proletaryanın birleşeceği bir ütopyanın merkezine koymuştu. Bolşevik Devrimi, sınıflar arası düşmanlıklara son verme yolu olarak merkezde toplanmış yetkiye ihtiyaç duymuş, böylece dünyada proleter devrimin yayılmasını sağlayacak temeli oluşturduğunu düşünmüştü. Lenin, “Liberalizmin korkunç yüzü Kapitalizm olduğu sürece Emperyalizm meşrulaştırılmaya devam edilecektir” demekteydi. Lenin‟e göre emperyalizm, tekelci kapitalizmin son safhası idi, kapitalizmin içini kaçınılmaz olarak çürütüyordu. Marksizm‟den, dünya işçi devleti yerine işçilerin de devleti olduğu düşüncesine sahip olanlar (Maocular) ve devrim yerine daha ılımlı reformlarla geçiş yapılabileceğini savunanlar (Bernstein ve diğerleri), ya da Troçki gibi rejiminin katı politikalarını savunmayanlar Revizyonist olarak adlandırıldı. En başından beri Sovyetler Birliği, bir işçi devleti değil, Moskova‟dan kontrol edilen, vasal devletleri olan bir imparatorluktu. Bir Sovyet adamı yaratılmıştı ama Rus Rustu, Kazak Kazaktı, Ermeni Ermeniydi. Stalin denese de bu gerçeği değiştiremedi. Öldüğünde Sovyet devleti daha zayıf daha yozlaşmış ve milli farklar daha önemli idi. Sovyetler her zaman bir imparatorluk gibi hareket etti. Lenin iktidara gelince Almanya ile barış karşılığı toprak anlaşması yapmıştı. Muhtemelen devrime Almanya‟nın verdiği desteğin arkasında bu beklenti vardı. Savaş bittikten sonra sınıf çatışması sadece bir ön söz olarak kaldı, Marx‟ın bahsettiği oryantal despotizm jeopolitik gerçeklerin gereği olarak Sovyetler Birliği‟nde vücut buldu. Stalin, 1930‟ları orduyu güçlendirerek, köylüleri aç bırakarak, çelik fabrikaları kurmak ve silah yapmak için yani Almanya ile savaşa hazırlanmak için geçirdi. Önce anavatanı korumak için acımasız bir savaş yaptı sonra Sovyet ordularını Avrupa‟nın içine sürdü. Stalin, savaş sona erdiğinde Kapitalist dünyanın ekonomik krize gireceğinden emindi zaten Nazi Almanyası böyle bir krizden doğmuştu. Bu yüzden, Kapitalistlerin Sovyetler Birliği‟ne ihtiyacı vardı ve bir yandan ABD‟den yeniden yapılanma için birkaç milyar dolar vermesini bekliyordu. Aksi takdirde Amerikalılar yaklaşmakta olan küresel çöküş esnasında ürünlerini satacak pazar bulamazdı. Hatta bu kriz nedeniyle İngiltere başta olmak üzere, ABD‟nin Avrupalı müttefikleri ile bozuşacağını ve kendisinin kıtaya hâkim olacağını hesaplıyordu9. SSCB, II. Dünya Savaşı‟nın sonunda dünya üzerindeki en otoriter toplumdu. Artık dünyanın sözde iki anti-emperyal gücü karşı karşıya idi; ABD ve Sovyetler Birliği. Stalin‟in yerini alan Nikita Kruşçev, Kapitalizme karşı Komünizmin zaferinden bahsediyor; “Beğenseniz de, beğenmesiniz de tarih bizim yanımızda10” diyordu. Kruşçev‟e göre, 20 yıl içinde Sovyetler Birliği Kapitalist ülkelere fark atacaktı. Sovyet Birliği liderlerinin öngörüleri 8 George Friedman, What the Fall of the Wall Did Not Change, Geopolitical Weekly, (November 11, 2014). John Lewis Gaddis, Soğuk Savaş Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, Çev.: D.Cenkçiler, Yapı Kredi Yayınları, (İstanbul, 2018), 190. 10 William Taubman, Khrushchev: The Man and His Era, Norton, (New York, 2003), 427. 9 4 gerçekçi analizlere dayanmıyordu ama Batıda ürkütücü bulunuyordu. Ancak, Soğuk Savaş‟ın sonu geldiğinde ortada korkulacak bir şey olmadığı anlaşıldı. Aslında Marxizm Sovyetler Birliği‟nde Stalin ile ölmüştü. Mao ve Stalin, son büyük Komünistlerdi çünkü sadece inanmamış, uygulamışlardı. Komünizmin temelinde sınıf çatışması vardı ama Komünistler iktidarda iken bile bu çatışma bitmemişti. Parti ve insanlar öngörülemeyen bir sürece giderken Stalin, yeni bir toplum yaratmak için acımasız yöntemleri tercih etmişti. Nikita Kruşçev ise Stalinizm olamadan Komünist devleti inşa etmeye çalıştı. Kruşçev‟den sonra gelen Leonid Brejnev, Komünizmi öldürdü ve mutlak güçle iktidarda kalmaya çalıştı. Yolsuzluk devleti sarmaya başlarken, sahipsiz kalan Marxizm içerideki güç politikalarının maskesi olmuştu. Sosyalizmin hızla düştüğü 1960‟dan sonra belli oldu, artık rekabet edemiyordu. Rus liderliği ise Stalin gibi düşünmek istiyor ama Brejnev gibi hareket ediyordu. Marx‟ın artı değeri işçi ya da köylünün refahına değil, Batı ile olan ideolojik çatışmaya ya da milletler hapishanesinin yamalarına harcandı. Sovyetler 1960‟larda yılda 5.000 tank üretme konusunda ısrarlı olunca bu zamanla çelik, motor, kömür endüstrilerini zorladı, bu sayı 1989‟da 3.500‟e düştü11. 1980‟lere gelene kadar Batının durumu iyi değildi; Kore, Küba ve Vietnam‟da kaybeden Amerikalılar, İran‟dan 1980‟de kovulurken, Sovyetler Afganistan‟a girmişti. Sovyet devleti ekonomik olarak zayıf, liderleri sayfiye yerlerinde keyif yaparken ve vasal devletlerinde durum karışık iken bile jeopolitik oyun onlar tarafından oynanıyor, her yerde ortaya çıkıyorlardı. 1985 yılında Komünist Parti Genel Sekreteri olan Mikhail Gorbaçov, iflas etmek ve dağılmak üzere olan bir imparatorluk devralmıştı. 70 yıldır uygulanan Marksizm sonunda, Sovyet çiftlikleri halkı besleyemez hale gelmişti, fabrikalar kendilerine verilen kotaları karşılayamaz durumdaydı. Moskova ve diğer şehirlerde halk, ekmek ve diğer ihtiyaçları için uzun sıralar içinde bekliyordu. Afganistan‟daki savaş pek çok gencin ölümüne neden olurken, savaşın sonu ile ilgili bir ışık gözükmüyordu. Demir Perde‟nin arkasındaki diğer Komünist ülkelerde de durum farklı değildi. Sovyet Birliği‟nin kolonileri olarak işlevlerini yitirmişlerdi. Bürokratik etkisizlik ve aşınma içinde ekonomilerini modernize etmeleri mümkün değildi. Orta ve Doğu Avrupa “erken sanayi çağı müzesi”ne dönüşmüştü. 1987 yılında bir Asya şehir devleti olan Singapur, tek başına bütün Doğu Avrupa‟dan Batıya %20 daha fazla makine aksamı ihraç ediyordu12. Demir Perde‟nin entelektüel ve politikacıları Batıya kaçıyordu çünkü mülkiyet hakkı yoktu. Komünistlere göre devlet (bürokrasi) kişilerden ziyade halk için en iyi kararı veriyordu. John Maynard Keynes‟in sözüne inanmışlardı; “Devlet akıllıdır, Pazar aptaldır.” Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov, ülkesinin dış politikasını tümüyle yeniden kurgulamaya çalışıyordu. Amacı, Avrupa Birliği‟nin kabul edilen bir üyesi olarak Rusya‟nın geleneksel rolünü başlatmak için Sovyetler Birliği dâhilinde gerekli koşulları yaratmaktı. Dış politika hedefleri iç endişelerinden kaynaklanıyordu. Sovyetler Birliği‟nin ekonomik altyapı ve siyasi sisteminin ahlaki sorunlar ve yolsuzluklar nedeni ile çökmekte olduğunu biliyordu. İçeride savunma harcamalarında esaslı bir indirim, ekonomik altyapı ve tüketim eşyalarına artan yatırım, halk desteğinin yenilenmesine liderlik etmek ve coşku istiyordu 13. Bu gerçekleşmese de 1980‟lerin ortasından beri mantıklı bir yaklaşım olarak görülüyordu. George ve Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.) Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), s.53. 12 Lee Edwars, Three Nations That Tried Socialism and Rejected It, Heritage Foundation, (Oct 16th, 2019). 13 Raymond Smith, From Da to Nyet: How U.S. Diplomacy Helped Transform Russia from Potential Ally into Strategic Adversary, National Interest, (December 9, 2014). 11 5 II. Dünya Savaşı sonrası Sosyalizm denemeleri neden başarısız oldu? İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail, Hindistan ve İngiltere, ekonomik model olarak Sosyalizmi seçti. Sosyalizmin ölümcül kibri şu; halk için yapabileceğinden daha iyi kararlar vereceğini sanan bir sistem olması. Sosyalizm, denendiği bütün ülkelerde başarısız oldu. Ama Sosyalistlere sorarsanız, sosyalizm hiç başarısız olmadı çünkü hiç denenmedi. Gerçek olan Sovyetler Birliği‟nde Komünist sistemin çökmüş olması; İsrail, Hindistan ve İngiltere‟de ise Sosyalizmin bir kenara itilmesi. Sovyetlerde totaliter bir rejim vardı; İsrail, Hindistan ve İngiltere‟de ise demokrasi. Üç demokratik ülkenin uyguladığı sosyalist prensipler şunlardı 14; ana sanayileri millileştirmek ve ekonomik kararları devletin inisiyatifine bırakmak. İsrail, Hindistan ve İngiltere‟nin İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalizm tecrübesine dönelim. İsrail‟in Doğu Avrupa‟dan gelen Yahudi kurucuları sol düşünceleri de getirmiş, sosyalist bir toplum kurmak istemişlerdi. Hindistan Anayasası‟nın önsözüne şu yazılmıştı; “.. Egemen Sosyalist Laik Demokratik Cumhuriyet..” İngiltere‟de ise İşçi Partisi, hemen her ana sanayiyi millileştirdi ve sendikaların her sosyalist talebini yerine getirdi. İlk safhada her ülkenin sosyalizm tecrübesi farklı şekilde gelişti. İlk 20 yılda İsrail ekonomisi her yıl %10‟dan fazla büyüyerek bir ekonomik mucize geliştirdi. Hindistan‟da 1947-1970‟ler arasında GDP ortalama %3.5 büyüdü ve gelişmiş ülkeler arasına girdi. İngiltere‟de ise 19501965 yılları arasında GDP, ortalama %3 artarken, işçi ücretleri de %40 arttı. İngiltere, dünyanın en zengin ülkelerinden biri haline geldi. Ama hükümetler artan nüfus ve denizaşırı rekabet ile baş edemedi. Sonraki on yıllarda ekonomik büyüme azaldı, işsizlik arttı. Sonunda sosyalizm terk edildi, kapitalizm ve serbest pazara dönüldü. Serbest pazarcılar haklı çıkmıştı; Sosyalizm kaçınılmaz olarak eşya dağıtımında başarısız olacaktı. İngiliz başbakanı Margaret Thatcher ise “Sosyalizmin problemi, eninde sonunda diğer insanların parasını tüketmesidir” diyordu. İsrail. İsrail, Sosyalizmin bir süreliğine de olsa başarılı olduğu tek ülkedir. İsrail‟e ilk göç edenler, pazar kuvvetlerini bütün toplumun yararına kontrol edecek bir ekonomi yaratmak istemişlerdi. Bu tarihsel yoksulluk ve önyargıların kurbanı olmayan, eşit ve işçi odaklı bir sosyalist toplum olacaktı. Başlangıçta bir milyonluk homojen nüfus ile merkezi planlar yaparak, çölde yeşil alanlar yaratıldı, etkili devlet şirketleri kuruldu. İlk göçmenler ya kolektif tarımda (kibbutzim) ya da devlet garantili işlerde çalıştılar. Kibbutzim, küçük çiftlik toplumlarıydı, para veya yiyecek ile değişim yapabiliyorlardı. Özel mülkiyet yoktu, insanlar birlikte yemek yiyor, 18 yaş altı çocuklar birlikte kalıyor, aileleri ile değillerdi. Çiftlik dışında kazanılan paralar Kibbutz‟a veriliyordu15. İsrail sosyalizminin ana oyuncusu İşçi Genel Federasyonu (Histadrut) idi; devlet adına tüm üretim vasıtalarını kontrol ediyor, sosyalist dogmanın öngördüğü gibi işçinin sömürülmesini ve soygunculuğu önlüyordu. Histadrut, hemen her ekonomik ve sosyal sektörü kontrol altına almıştı; kibbutizm, konut inşası, ulaştırma, bankalar, sosyal refah, sağlık ve eğitim. Siyasi yapının temeli olan İşçi Partisi, 1948 yılından 1973‟teki Yom Kippur Savaşı‟na kadar ülkeyi yönetti. İsrail‟in ekonomik performansı Keynes‟in düşüncelerini haklı çıkarmıştı. Gerçek GDP, 1955-1975 yılları arasında %12.6 arttı ve İsrail dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasına girerken, en düşük gelir eşitsizliği olan ülkelerden biriydi. Ancak, hızlı büyüme özel tüketimi artırdı ve zamanla gelir eşitsizliği arttı. Hükümetin merkezi kararları yerine daha serbest bir ekonomi için reform baskısı başladı. Ekonomik liberalizasyonu savunanlar 1961‟de Liberal Parti‟yi kurdu. 14 15 Lee Edwars, Three Nations That Tried Socialism and Rejected It, Heritage Foundation, (Oct 16th, 2019). Edwars, ibid, (Oct 16th, 2019). 6 İsrail‟in ekonomik mucizesi 1965 yılında buharlaştı ve ilk büyük gerileme yaşandı. Ekonomik büyüme durdu ve 1965-1967 arasında işsizlik üçe katladı. Hükümet tedbir alamadan Altı Gün Savaşı başladı ve İsrail‟in ekonomik ve siyasi haritası değişti. Savaş, artan askeri harcamalar ve dışarıdan işçi göçüne karşın kısa dönemli bir refah getirdi. Hükümet destekli ekonomik gelişme enflasyonu artırdı ve 1971-1973 arası yıllık %17‟e ulaştı. Böyle geleneksel sosyalizm taraftarları ile serbest teşebbüs ekonomicileri arasında ilk tartışmalar başladı. Serbest Pazar savunucu, Nobel ödüllü Milton Friedman, halkı özgürleştirmeleri ve ekonomiyi liberalleştirmeleri için İsrailli politikacılara baskı yaptı. 1973‟deki savaş ve ekonomik etkileri İsrail halkının İşçi Partisi‟ne olan inancını sarstı ve 1977 seçimleri serbest pazarı savunan Likud Partisi‟nin zaferi ile sonuçlandı. Likud ve Liberal Parti, koalisyon kurdular. Ancak, sosyalizmin İsrail‟de derin kökleri vardı ve istenen reformlar çok yavaş ilerledi. Friedman, Sosyalizmden serbest Pazar‟a doğru bir program çizmişti. İstenen ana reformlar; daha az hükümet programı ve harcaması, mali, ticaret ve çalışma politikalarına daha az hükümet müdahalesi; gelir vergisi kesintileri; ve özelleştirme. Reformcular ve özel çıkarlarını korumak isteyen statükocular arasında büyük tartışmalar başladı. Hükümet, borç almaya ve harcamaya, enflasyonu idare etmeye devam etti. Enflasyon, 1978-1979‟da ortalama %77‟e, 1984-1985‟de %450‟ye ulaştı. Hükümetin ekonomideki payı %76 oldu. Mali açık ve ulusal borç zirve yaptı. Hükümet sürekli para bastı ve enflasyonu körükledi. Sonunda 1983 yılında balon patladı, binlerce vatandaş ve iş adamı gibi devletin kendi teşebbüsleri de iflasın eşiğine geldi. İsrail, çökmeye çok yakındı. İsrail‟i kurtarmaya gelen ABD başkanı Ronald Reagan ve onun dışişleri Bakanı George Shultz oldu. İsrail‟e sosyalist oyun kitabı yerine, Amerikalı profesyonellerin yardımı ile ABD tipi kapitalizmi uygulamaları için 1.5 milyar dolarlık yardım yaptılar16. Histadrut, ABD önerilerine güçlü bir şekilde karşı çıktı, on yıllardır devam eden gücünü bırakmak istemedi. Ancak, ekonomik sıkıntılar içindeki halk onların arkasında durmadı. Ama gene de İsrail hükümeti istenen reformlar konusunda tereddüt içindeydi. Akabinde ABD tehdidi geldi. ABD dışişleri Bakanı George Shultz, ekonomiyi serbest bırakmazlarsa bütün para transferlerini durduracaklarını söyledi ve bu tehdit etkili oldu. İsrail hükümeti önerilen serbest-Pazar tavsiyelerinin çoğunu yerine getirdi. Sonuçları hızla görüldü; enflasyon %450‟den %20‟ye, bütçe açığı %15‟den %0‟a düştü. Histadrut‟un ekonomi ve iş dünyasındaki imparatorluğu sona erdi. İsrail ekonomisi ithalata açıldı. En çok önem, ileri teknoloji devrimine verildi ve bu alanda yatırımlar %600 artırıldı. Tabii sıkıntılı yanları vardı; sosyal adalet alanında sosyal açıklar, yoksulluk ve sosyal adalet konusunda endişeler. Ama sosyalist retorik ve ideoloji tamamen emekli oldu. Sosyalist İşçi Partisi‟nin koruduğu; korumacılık, sıkı çalışma saatleri, sahte defter tutma, adam kayırma ve yetersiz yöneticilerle yozlaşmış şirketleri özelleştirildi. 1990‟ların mütevazı büyümesinden sonra İsrail‟in ekonomik büyümesi 2000‟lerin gelişen dünyasında zirvelere çıktı. Enflasyon düştü, hükümetin ölçeği küçültüldü. Büyük bir ordu ihtiyacı nedeni ile işsizlik hala çok yüksek ve vergiler GDP‟nin %40‟ını oluşturuyor. Ancak, partiler eskiye dönmemek konusunda anlaştı ve dünyada sosyalizmin en başarılı uygulamasının yerini kapitalizm aldı. Hindistan. Bağımsızlığını kazanmadan önce Hindistan‟da kuvvetli bir sosyalist akım vardı. Bunun sebebi İngiliz sömürgeciliği ve torak sahibi sınıfa (zamindar) tepki kadar, 1921 yılında kurulmuş Hindistan Komünist Partisi‟nin faaliyetleriydi. 1947 yılında bağımsızlığını 16 Edwars, ibid, (Oct 16th, 2019). 7 kazanmasından ardından ilk başbakan Cevahirlal Nehru, sosyalizmi ilk yönetim ideolojisi olarak hayata geçirdi. Yaklaşık 30 yıl boyunca Hindistan yönetimi sosyalist sisteme bağlı kaldı; ithalata sınırlama getirdi, doğrudan dış yatırımı yasakladı, büyük şirketlere karşı küçük şirketleri korudu ve başta çelik, çimento, gübre, petrol ve eczacılık olmak üzere pek çok sanayi dalında fiyatları kontrol etti. Kendisine verilen kapasiteyi aşan herhangi bir üretici için hapis cezası vardı. Hintli ekonomist Swaminathan S. Anklesaria Aiyar‟a göre, Hindistan üretimin suç sayıldığı dünyadaki tek ülke idi. Hint sosyalist anlayışında pazara güvenmek söz konusu değildi. Ekonomik eşitsizliği önlemek için vergilere başvuruldu ve gelir vergisi %97.75‟e ulaştı. 1969‟da millileştirilen 14 kamu bankasının 6‟sı 1980 yılında devlet kontrolüne alındı. “Kendi kendine yeterlilik prensibi” gereği, içeride üretilebilen bir şey, masrafı karşılanmadan ithal edilemezdi. Bu Hint sosyalizminin zirvesi idi ama sürekli artan nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı için başarısız oldu. 1977-1978 yılına gelindiğinde Hindistan halkının yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Ancak, Hindistan çok önemli badirelerde yaşamıştı; 1962‟de Çin, 1965 ve 1971‟te Pakistan ile savaş, 1971-1972 ve 19721973‟de yaşanan zincirleme kuraklık ve Ekim 1973‟deki petrol krizi Hindistan‟ın dış ticaretini %40 geriye götürdü17. 1965-1981 yıllarında yaşanan çok kötü ekonomik performanstan sonra 1980 yılında başbakan olan İndira Gandi, soldan mümkün olduğu kadar uzaklaştı ve daha pragmatik ve ideolojik olmayan bir yol seçti. Ancak, Hindistan‟daki her şey gibi ekonomik reform da yavaş ilerledi. Sosyalizmden geri çekilme 1975‟de başlamış, şirketlere üretim kapasitesini artırma izni verilmişti. Telekomünikasyonda özel sektör katılımı kabul edildi. 1984‟de suikasta uğrayan İndira Gandi‟nin yerini alan oğlu Rajiv Gandi, ekonomide liberalizasyonu ileriye taşıdı ve GDP‟nin büyümesi %5.5‟a ulaştı. Artık sosyalist bagajdan kurtulunmuştu. P. V. Narasimha Rao, yabancı yatırımların önünü açmak için şirketlere kapasite kısıtlamasını kaldırdı. Gümrük vergileri %335‟den %65‟e indirildi. Hint ekonomisi her yıl ortama %6 büyüdü ve 2005-2008 arasında zirve yaparak %9‟un üstüne çıktı. 2017-2018‟de ise %7‟nin altında idi. Hindistan‟daki ekonomik reformların en büyük etkisi orta sınıfın büyümesi oldu. Hindistan‟da orta-orta ve orta-üst sınıfta 78 milyon insan var. Düşük-orta kategori de ilave edilirse, Hint yeni orta sınıfı 2004-2005‟de 304.2 milyon iken 2011-2012‟de 606.3 milyona ulaştı. Bu toplam Hint nüfusunun yarısına tekabül ediyor18. Hindistan, açık-pazar ekonomisi yolunda ilerliyor. 2017 yılında Almanya‟nın yerini alarak dünyanın en büyük dördüncü oto pazarı unvanı aldı. Yeni rakibi Japonya oldu. Akıllı telefon satışında ABD‟nin yerini alarak dünya ikincisi oldu. Genellikle tarım ülkesi olarak kabul edilmesine rağmen, Hindistan‟ın %31‟i şehirlerde yaşıyor. 8.7 trilyon dolarlık GDP‟si ile ABD, Çin, Japonya ve İngiltere‟nin arkasından dünyanın beşinci büyük ekonomisine sahip. Bu kadar hızlı büyümesinin nedeni, 40 yıl süren sosyalizmden sonra Hintli yöneticilerin sözel teşebbüse dayalı daha iyi bir ekonomik sistemi adapte etmiş olmaları. İngiltere. Sosyalizmle yönetildiği 30 yıl sonunda İngiltere “Avrupa‟nın hasta adamı” ilan edilmişti. Devlet, oto ve çelik sanayi gibi en büyük üretim alanlarındaki şirketlerin sahibiydi. Kişilerin gelirlerinde %83‟e kadar vergi vardı ve sermaye gelirlerinden %98‟e kadar kesinti yapılabiliyordu. Konutların çoğu devlete aitti. Onlarca yıl İngiltere, daha yavaş gelişen Avrupa ekonomisi oldu. Ekonomik reformların önündeki en büyük engel işçi sendikaları idi. 17 18 Arvind Panagariya, Indian economy to grow 7-8% in next couple of decades, India Times, (July 20, 2022). The Economist, India has a hole where its middle class should be, (Jan 13, 2018). 8 Sendikalar 1913 yılından beri sendika fonlarını siyasi amaçlara tahsis etme iznine sahipti ve bunu İşçi Partisi‟ni kontrol etmekte kullanıyorlardı. Sendikalar üretimi önlediler, yatırımları teşvik etmediler. 1950-1970 arasında İngiliz yatırım ve üretimi bir ana sanayi ülkesi için en kötü durumdaydı. Sendikalar kamu sektörünün ölçeğini büyüttüler ve kamu harcamaları GDP‟nin %59‟una ulaştı. Ücret ve işsizlik yardımı talepleri, sürekli grevler ile ulaştırma ve üretim sektörünü vurdu. 1979‟a gelindiğinde grevler neticesi şehir sokakları çöp ve fareden geçilmiyordu. 1980 yılında seçilen ilk kadın İngiliz başbakanı Margaret Thatcher, sendikalara karşıydı. Grevlerin ve fabrikalara uygulanan ablukaların önüne geçecek tedbirler alındı. İşçilerin zorla sendikalara üye yapılmasının önüne geçildi. 1970‟lerin sonunda 12 milyon olan sendikalı işçi sayısı on yıl sonra yarıya düştü. Kişisel vergi oranı yarı yarıya düşürüldü, döviz değişim kontrolleri kaldırıldı. Thatcher reformunun özünde „özelleştirme‟ vardı; devlet müdahalesi azaltıldı, devletin sahip olduğu hava yolları, havaalanları, kamu hizmetleri (elektrik, gaz, su vb.), telefon, çelik ve petrol şirketleri satıldı. 1980‟lerde İngiliz ekonomisi, İspanya hariç Avrupa‟daki tüm ekonomilerden hızlı büyüdü. Yatırımları, Japonya hariç, en hızlı artan ülke oldu. Üretim, herhangi bir sanayi ülkesinden daha fazla arttı. 1983-1990 arasında 3.3 milyon yeni iş yaratıldı. Enflasyon 1975‟teki %27‟den 1986‟da %2.5‟a düştü. 1981-1989 arasında gerçek GDP ortalama %3.2 arttı. Thatcher görevi bıraktığında devlet sahipliğindeki sanayi %60 azalmıştı. Devletten özel sektöre 600 binden fazla iş imkânı aktarılmıştı. İngiltere, Keynezyan ekonomiden keskin bir dönüş yaparak, güçlü ve sağlıklı bir ekonomi yaratmıştı. Thatcher‟dan sonra kimse (İşçi ya da Muhafazakâr Parti) onun özelleştirdiklerini tekrar millileştirmeye yanaşmadı19. Kapitalizm ile ideolojik çekişme Liberalist bir kavram olan ve merkezine özel mülkiyet hakkını alan Kapitalizm, 17. yüzyılda doğdu. Adam Smith'e göre Kapitalizm, perişan durumdaki hayatları iyileştiriyor, hükümet müdahaleleriyle toplum ve ekonomi üzerindeki kötü etkiler dengeleniyordu. Kapitalist ekonomik sistemin dayandığı psikolojik temel olan insan bencilliği, daha çok kazanıp, daha çok tüketmek isteği ve hırsı, bunun gerektirdiği acımasız rekabet ortamı, insanları birbirinden koparmakta ve yalnızlaştırmaktadır. Daha çok para kazanmak, ama haline gelmekte, diğer insanlar, hatta kişinin yaşamı bile araç haline dönüşmektedir. Kapitalizm ve Sosyalizme alternatif olabilecek, ciddi anlamda kabul görmüş bir ekonomik sistem henüz geliştirilmemiştir. Marx ve Engels'in ifadesiyle Kapitalizme cevap olarak doğan Sosyalizm, Kapitalizmin sebep olduğu eşitsizliklere odaklandı. Komünizm ise Marx'ın fikirlerinin son noktasıdır. Sosyalizm ve Komünizm yakın kavramlar olarak bilinse de aralarında farklar vardır. Sosyalizm bir ekonomik sistemdir. Komünizm hem ekonomik hem de politik sistemdir. Sosyalizm eşit bir yaşam tasarlarken, Komünizm hem eşit bir yaşam hem de eşit bir yönetim tasarlar. Sosyalizmde insanlar ekonomik yönetimde söz sahibiyken, çoğunluğun kararı uygulanır. Komünizmde tek parti söz konusudur, parti otoritesi geçerlidir. Sosyalizm, Kapitalizmle beraber yaşayabilir ve bunu bir geçiş imkânı olarak değerlendirirken, Komünizmde, tamamen sınıfsız bir toplum amaçlanır. Sosyalizm, Kapitalizme tepki olarak doğmuş bir düşünce sistemidir. Dünyayı farklı bir şekilde yönetmeye dönük tek denemenin (Komünizm), Kapitalizmden her anlamda çok daha kötü olduğu kanıtlandı. Kapitalizmi emeğin sömürüldüğü bir sistem olarak gören Marx, Kapitalizmin kendi doğal gelişim süreci içerisinde, kendi kendini yok edeceğini ileri sürmüştür. Gittikçe sayıları artan ve bilinçlenen işçi sınıfı, gerçekleştirecekleri işçi devrimiyle 19 Edwars, ibid, (Oct 16th, 2019). 9 özel mülkiyeti ortadan kaldıracaklardır. İşçi diktatörlüğü yönetilen sosyalist sistem uygulamaya konulacaktır. Marx, teknik gelişmelerin, fabrikasyon üretim tarzının pek çok sanatkâr, küçük ve orta sanayiciyi, ekonomik hayattan silerek, işsiz bırakacağını, mülkiyetin giderek sınırlı sayıda insanın elinde birikeceğini ifade etmiştir. Marx, yoğun bir şekilde kapitalist sistemi analiz ederek eleştirmiş ancak aynı yoğunluğu Sosyalist ekonomik sistemin nasıl uygulanacağı konusunda göstermemiştir. Sol ve sosyalist düşünce eşitliği temel alarak, insanı toplum karşısında ikinci plana itmiş, toplumu insanın önüne koymuştur. Sovyetler Birliği‟nin kurulması ile “ortak mal” dönemi yeniden yaratılsa da Stalin‟in kurduğu diktatörlük düzeni dejenere etti20. Çoğu kapitalist ülke ise sistemi tamir etmek için refah devleti anlayışına geçti. İkinci Dünya Savaşı sonrası 1970‟lerin sonuna kadar olan dönemde Afrika, Asya ve Orta Doğu‟da sömürgeciliğin sona ermesi, Çin (1949) ve Küba‟da (1959) yaşanan devrimler stratejik alt yapının millileştirilmesi yolu ile ortak mal ya da kamulaştırmaya yol açtı. Nasır rejiminin Süveyş Kanalı‟nı 1956‟da millileştirmesi de buna bir örnek teşkil eder. Tablo 1: Kapitalist ve Sosyalist Sistem Farklılık Fayda Kapitalist Sistem Birey Sosyalist/Komünist Sistem Toplum Özgürlük Eşitlik Zenginleşen Orta Sınıfı Siyasi İktidara Ortak Olması Halk Demokrasisine Dayanan Tek Parti Diktatörlüğü Mülkiyet Özel Kamu (Devlet) Planlama Serbest Pazar Merkezi Yönetim Ekonomik ve Siyasi Güce Sahip Kişi ve Gruplar Elit Bir Kesim ve Parti Diktatörlüğü İlke Demokrasi Miras Spekülatif Kazanç Basın Var Yok Var (Borsa, Hisse Senedi, Döviz, Gayrimenkul) Ekonomiye Katkısı Olmayan Kazanç Yok Çoğunlukla Özel Devlet Kontrolünde Reklam Önemli Hizmet Sektörü Yok Yaşam Kazanmak İçin Yaşamak, Rekabet, Güvensizlik, Yalnızlık Yaşamını Yönlendirememe, Sunulanı Almak, Rekabet Yok Mümkün Olduğu Kadar Az Bütün Yönleriyle Toplumu Düzenleme Kaynak: Sait Sahir Mertkul, Dünya Devleti ve Bir Düşünce Sistemi Olarak Demokrasi, Ankara: Mertkul Yayınları, 2007. Sosyalizm ve Kapitalizm çekişmesi Güney Asya‟dan Afrika ve Latin Amerika‟ya dünyanın hemen her yerinde ideolojik bir çatışma ortamı yarattı. Bu savaş çoğu kez, devrimciler ve kontr-gerillalar şeklinde sağ-sol çatışmalarına ve iç savaşlara dönüştü. Ancak, savaşları kazansa da Sosyalizm uygulamaları başarılı olamadı. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı‟ndan önceki dönemlerde, Fas, Senegal gibi ülkelerde örgütlenme, uyanma ve bağımsızlığa kavuşma çaba ve dileklerine rast gelinmekteydi. 1960'larda kıtanın büyük bölümü yeniden Afrikalıların yönetimine girdi. Afrika‟ya giren Sosyalizm‟in Sovyet versiyonu birçok ülkede büyük fabrikalar kurarak, sanayileşme stratejisine dayanıyordu. Hâlbuki bu ülkeler tarım yoğun idi ve köylerden erkekler şehre iş için göç ettiklerinde geride eşlerini tarlada çalışmak için bıraktılar. Şehre olan yoğun göç, altyapısı olmadığından şehirleri çökertirken, çocukları ile yalnız kadınlar da tarımın üstesinden gelemediler. 20 Leon Trotsky, Revolution Betrayed (1936), Dover Publications, (2014). 10 Kısaca, hem şehirler hem köyler aynı anda çöktü, bu Sosyalizmin de iflası oldu. Sosyalizmden sonra 1980‟lerde sahneyi Batılı liberaller ve onların aktörleri olan IMF ve Dünya Bankası aldı. Dayatılan neo-liberal politikalar ile ulus-devletin ekonomi başta olmak üzere sağlık, eğitim ve diğer ana yönetim alanlarındaki rolü azaltılmaya çalışıldı. 1930‟ların ortalarında neoliberal idealler ve politikalar Franklin Delano Roosevelt tarafından büyük ölçüde sosyal demokrat Keynesçi politikalar ile değiştirilmişti ve 1970‟lerin sonuna kadar Keynesçi anlayış uygulandı. Roosevelt‟in Keynesçi ekonomik politikaları, istihdam ve artan tüketici taleplerini karşılayarak ülkeyi yeniden inşa etmesini öngörüyordu. İşçi sınıfına ve fakirlere önem veren bu politikalara karşı çıkan güçlü elit ya da küresel sermaye direniş göstererek, önceki devlet düzenlemelerinin olmadığı pazar yapısına dönmek istiyordu21. Neo-liberalizm, ABD‟de Ronald Reagan ve İngiltere‟de Margaret Thatcher‟in iktidara gelmesi ile 1970‟lerin sonu ve 1980‟lerin başında devlet seviyesinde kurumsallaşmaya başladı. Thatcher ve Reagan birlikte ekonomi üzerinde devlet kontrolünü kaldırarak, ticareti liberalize ederek, kamu sektörünü (eğitim, sağlık, sosyal refah) yok ederek, üretim ve ticaret yerine ekonomide finans sektörünü hâkim kılarak özel şirketlerin yüksek karlar elde edebileceği bir düzen kurdular22. Bununla da kalmayıp küresel olarak neoliberal politikaları Dünya Bankası ve IMF vasıtası ile gelişmekte olan ülkelere dayatma yolunu seçtiler. Böylece serbest pazar ve özelleştirme maskesi altında çokuluslu şirketler yerel kaynakları ve üretim imkânlarını ele geçirdiler23. Ronald Reagan ile birlikte gelen Neoliberalizm, tefeciler ve hissedarların yararına idi. Devletin ekonomiye müdahalesi azaltılıyor, finansal kurumlar liderliği alıyor, şirket birleşmeleri ve satın almaları için yeni standartlar geliyor, merkez bankaları güçlendiriliyor ve çevreden merkeze kaynakların akışı hedefleniyordu. Bu mekanizma, ABD‟nin arkasında olduğu doların gezegenin tamamına hâkim olmasına dayanıyordu24. Mao Çin’i ve sonrası Asya‟nın diğer ucunda 1945 yılında Mao Zedong‟nun zaferi, hem Stalin‟i hem de Truman‟ı şaşırtmıştı. Mao ve Tito, kendi zaferlerini Sovyetler Birliği‟nin yardımı olmadan kazanmışlardı. Mao, Tito‟nun aksine kendi yolunda gitmek istemiyordu; Komünist hareketin lideri olarak Stalin‟e uymaya hazır, tutkulu bir Marksist-Leninist idi. Mao‟nun nedenleri sadece ideolojik değildi; Stalin‟in diktatörlüğü yararlı bir örnek oluşturuyordu yani Çin‟i öyle yönetmek istiyordu. Mao‟nun kuramsal yeniliği, aslında köylülerin proleter olduğunu iddia etmekti yani dönüştürülmelerine gerek yoktu. İçlerinde, yalnızca uyandırılmayı bekleyen bir devrim bilinci yatıyordu25. Ancak, Stalin‟in ölümünden sonra Moskova‟daki haleflerini pek beğenmedi ve kendini artık Komünist hareketin en deneyimli ve saygın lideri olarak görmeye başladı. Stalin‟in eski sanayileşme ve kolektifleştirme stratejisine, muhaliflerini tasfiye etmeyi ekledi26. Ardından köylüleri proletere çevirmek yani sanayileşme ve kolektifleştirme mücadelesini birleştirmek için; Çin‟deki bütün çiftçilere ekinlerini terk etmelerini, arka bahçelerine fırınlar kurarak mobilyalarını yakıt olarak fırına atmalarını, tarım aletlerini 21 Chris Hedges, The Death of the Liberal Class, Nation Books, (New York, 2010), 35. Carlos Vilas, Neoliberal Social Policy: Managing Poverty (Somehow), NACLA Report on the Americas, 29 (2), 1996, 16. 23 Vandana Shiva, Stolen Harvest: The Hijacking of the Global Food Supply, South End Press, (Boston, 2000), 112. 24 Sait Yılmaz, Kapitalizm Ölürken Öldürüyor, academia.edu.tr, (10 Ekim 2014). 25 Henry Kissinger, White House Years, Little Brown, (Boston, 1979), 252. 26 Li Zhisui, The Private Life of Chairman Mao, Random House, (New York, 1994), 115. 22 11 eritmelerini ve çelik üretmelerini emretti. Mao‟nun “Büyük Atılım”ı, 20. yüzyılın en büyük faciası oldu. Stalin‟in tarımı kolektifleştirmesi 1930‟larda 5-7 milyon insanın açlıktan ölmesine neden olmuştu. Mao ise bu rekoru altıya katlayarak, 1958-1961 yılları arasında 30 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan bir kıtlık yarattı 27. Marx‟ın eserindeki Asya toplumlarına ait bölümler Stalin döneminde proleter diktatörlüğü ile uyumsuzluk gösterdikleri nedeniyle sansür edilmiş, fakat Çin‟in Moskova çizgisinden sapması üzerine hemen hatırlanıp piyasaya sürülmüştü. Çin‟in dünyanın en büyük dördüncü ekonomi olmasını sağlayan ekonomik başarısı nasıl açıklanabilir? 1980‟lerden 2020‟lere kadar yıllık GDP %8-10 büyüdü. 1949-1976 arasında Mao Zedong‟un kişisel ve kötü yönetiminde bir ekonomik sepet hali idi. Sovyet tarzı sosyalizmin hırslı takipçisi olarak, Mao‟nun 1958-1960 yılları arasındaki Büyük Sıçraması en az 30 milyon Çinlinin ölümüne neden oldu. 1966-1976 arasındaki Kültürel Devrim ile 3-5 milyon kişi daha öldü. Mao, Çin‟i geriye gitmiş ve derinden bölünmüş bıraktı. Mao‟dan sonra gelen Deng Xiaoping ise Çin‟in yönünü değiştirdi. Karma ekonomi modeli ile Kapitalizm ve Sosyalizmin bir arada olabileceğini gösterdi. Komünist Parti, durumu izleyecek ve sürekli doğru karışım için ayarlama yapacaktı. Son 40 yılda Çin aşağıdaki nedenlerle dünyanın ekonomik harikası oldu; - Mao‟nun ideolojik takıntıları nedeni ile ekonomik yükselişe hemen hemen sıfırdan başladı. On yıllardır başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelerden entelektüel bilgi hırsızlığına angaje oldular. Küreselleşme ve Dünya Ticaret Örgütü üyeliğinden azami fayda sağladılar. Gümrük tarifeleri ve diğer korumacı tedbirleri kullanarak diğer rakip ülkelere karşı ticari avantaj sağladılar. - 300 milyon kişilik bir orta sınıf yaratarak, daha iyi bir yaşam yanında mal ve hizmetler için büyük bir iç pazar oluşturdular. Zorunlu işçi gücü ile ürettiği ucuz malları Batıdaki alış veriş merkezlerinde satıyor. Ülkede büyük bir karaborsa var çünkü Komünist Parti üyeleri satışlardan kar elde ediyor. - Çinli şirketlerin yabancılar tarafından satın alınmasına izin veriyorlar. Bu satışlardan aslan payını Komünist Parti gibi devlet teşkilleri alıyorlar. Yaklaşık 150 bin kadar devlet sahipliğindeki şirket onlarca milyon Çinli için iş garantisi demek. Böylece dünyadaki en müteşebbis insanların enerjisi ve tecrübesini kullanıyorlar. Kısaca, Çin; Mao ve Sovyet Sosyalizmi altında 30 yıl süren ekonomik başarısızlığından sonra 1970‟lerin sonunda Sosyalizmi terk ederek ve Çinli karakterde kapitalizm ile kendi tecrübesini başlatarak, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi oldu. Ancak, bu başarı artık otomatik değil, ekonomisi yavaşlıyor. Diktatoryal Komünist Parti‟de güç bölünmeleri var ve insan hakları ve diğer konularda geniş halk talepleri var. Tek parti otoriter yönetimini krizler bekliyor ve demokratik bir düzen kurulmadıkça iç sorunlar çözülmeyecek. Sonuç Neoliberalizm yaygınlaşması ve Sovyetler Birliği‟nin çöküşü ile birlikte Marxizm‟in ortadan kalktığı düşünüldü. Ancak, 40 yıldır devam eden Neoliberalizm, eşitsizliği artırdı ve %1‟in %99‟dan zengin olduğu bir dünya yarattı. ABD‟de sadece üç en zenginin geliri nüfusun yarısından fazladır. Çok zengin ve fakir arasında devam edegelen bu çelişki, 21. yüzyıl, mezarında da olsa Marx‟a tekrar sahneye çıkma imkânı veriyor. 1500 yılında dünyada 500 milyon insan vardı, bugün 8 milyar olduk. Yıllık üretimin parasal değeri 250 milyar dolardı, şimdi 60 trilyondur28. Dünya nüfusunun %40‟ı günde iki dolardan daha az para ile geçiniyor. 2 milyar kişi hala elektrik kullanamıyor. 2050 yılında dünya nüfusu 9 milyar olacak 27 28 Jasper Becker, Hungary Ghosts Mao’s Secret Femine, Free Press, (New York, 1996), 266. John Merriman, Rönesanstan Bugüne Modern Avrupa Tarihi, Say Yayınları, (İstanbul 2018), 81. 12 yani bugüne göre %50 artacaktır29. Dünya nüfusunun yüzde 50'si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 1'ine, dünya nüfusunun yüzde 1'i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin yüzde 50'sine sahiptir. Günümüzde de zengin fakir eşitsizliği kapitalist ülkelerde artarak devam ediyor. Bunun nedeni, Paris Ekonomi Okulu‟ndan Thomas Piketty‟nin en çok satanlar içinde yer alan “21. Yüzyılda Kapital” kitabına göre kapital dönüşünün ekonomik gelişmeyi geride bırakması yani ekonomi ne kadar gelişirse gelişsin kapitalistlerin ekonomiden aslan payını almasıdır30. Paul Krugman‟a göre ise üstün zekâlıların parayı kazandığı ve hak ettiği bir düzen yani meritokrasi içinde yaşamaya devam ediyoruz31. Bu yazarların eşitsizliğin azaltılması için çare olarak daha çok vergi alınmasından başka bir önerileri yoktur. İdeolojik temelleri en başından beri sorunlu olan Marxizm‟in revizyonu, bugün de Sol‟un en büyük sorunudur. Marx‟ın söylediklerinin temelinde eşitsizliği yenmek ve bunun içinde Kapitalizmin yerine başka bir sistem koymak vardı. Bugünün temel gerçeği hala bu olmaya devam ediyor, mesele bunu nasıl yapacağımız ile ilgili. Batılılar Sovyetler Birliği‟nin çöküşünü yanlış okudular; ne liberal kapitalist demokrasi komünizmi yendi ne de sert gücün modası geçti 32. Soğuk Savaş sona erdiğinde Batılılar büyük jeopolitik sorunun çözüldüğünü artık daha küçük ve bölgesel sorunlarla uğraşacaklarını düşünüyorlardı. Sovyetler Birliği çökse de bugün hala üç ülke (Çin, Küba ve Kuzey Kore) Komünist bir yönetimle idare edilmekte, Avrupa ve Latin Amerika başta olmak üzere pek çok kıtada çoğunlukla sol rejimler iktidara gelmektedir. Günümüz sol rejimleri Sosyalist veya Komünist bir rejim kurmak değil, Kapitalizmin kötü yanlarını tedavi edecek, Sosyalist bazı hedefleri uygulamaya çalışan sol hükümetlerdir. Bu tip siyasi oluşumlara genellikle „sosyal-demokrat‟ adı verilmektedir. Sosyalist hedefleri olan Sol Partilerin II. Dünya Savaşı sonrası denemeleri başarılı olamadı. İsrail, Hindistan ve İngiltere tecrübesinden görüyoruz ki en iyi rakamlarla çalışan bir ekonomik sistem için; merkezi kontrol, ütopyan sözler ve diğerlerinin parasını kullanan sosyalizm iyi bir seçenek değildir. Bunun yerine, rekabet ve serbest teşebbüsün esas olduğu serbest-pazar sistemi müteşebbis daha iyi bir çözüm olmuştur. Marx‟ın 19. Yüzyılda öngördüğü orta sınıfın (burjuva) kaçınılmaz şekilde yok olacağı inancının yanlış olduğu defalarca kanıtlandı. Dünya Bankası rakamlarına göre, son 24 yılda bir milyardan fazla insan yoksulluk sınırının üstüne çıktı. Bu bir milyar insanın 731 milyonu Çinli, 168 milyonu Hintli olsa da bu insanlık tarihi için büyük bir sıçrama idi ve küreselleşmenin önünü açtığı ticaret ile bu mümkün oldu. Dünyanın her yerinde Kapitalizm, her seferinde Sosyalizme üstün geldi. Modern dünya tarihinde daha önce görülmemiş bir dönemden geçiyoruz. İnsanlık tarihinin çok önemli bir evresindeyiz. Ulusal ekonomiler için gelir, iş, üretim, ticaret, altyapı ve sosyal hizmetler gibi çözümler gittikçe anlamsız hale geliyor. Kaynak olmadığı sürece ekonomiyi istikrara kavuşturma tedbirleri, nafile bir tur olmaktan öteye gidemiyor. Kapitalizm en büyük krizini yaşıyor denilse de gelecek daha iyi gözükmüyor. Bir yandan yeni bir Kapitalizm ve dünya düzeni kurgulanıyor bir yanda da yeni bir ideoloji aranıyor. Dünya bir tür tekno-diktatörlük ve tekno-materyalizme doğru gidiyor. İnsanlığın elindeki en büyük yeteneği olan düşünme ve hayal etme yetisinin elinden alınacağı, sadece metaların değil, insanın da dijitalleştiği bir dünyanın kenarındayız. Bu nasıl gerçekleşecek, sonraki makalemizde anlatacağız. 29 Colin I. Bradford, Restoring America's Leadership Legitimacy, Guardian Unlimited, (July 9, 2007). Thomas Piketty, Capital in the 21st Century, Belknap Press, (March 2014), 4. 31 Paul Krugman, The Return of Depression Economics and the Crisis of 2008, W. W. Norton & Company, (2009), 168. 32 Walter Russel Mead, The Return of Geopolitics, The Revenge of the Revisionist Powers, Foreign Affairs, May/June 2014. 30 13