Kürt Sorunu Ekseninden
Bir Ziya Gökalp Biyografisi
F UAT D ÜNDAR
Bu çalışmada, Osmanlı ve Türkiye tarihinin en önemli entelektüellerinden
biri olan Mehmed Ziya’nın (bundan
böyle Gökalp diye anacağım) Kürtlere ve Kürt sorununa bakışı incelenecektir. Kendisi, Türk milliyetçiliğinin
başat teorisyeni olması nedeniyle olacak belki, “etnik” kimliği en çok tartışılan kişilerden biridir. “Türklük,
hem mefkûrem, hem de kanımdır,”
demesine rağmen bugün bile Kürtlüğü çok farklı çevreler tarafından dile
getirilmektedir.1 Bu nedenle söz konusu çalışmada, Gökalp’in kimliğini sorgulamaktan daha çok Kürt sorunundaki rolüne ve çalışmalarına
Ziya Gökalp.
odaklanılacaktır.
Gökalp, Kürt toplumunu bilimsel metotlarla araştıran ilk Kürdologlardan
biri ve Türk milliyetçiliğini inşa eden ideolog olması hasebiyle bu iki halkın
kaderi üzerinde en önemli rolü oynayan kişilerdendir. Gökalp’in düşünsel
gelişimi ve öne sürdüğü görüşler coğrafya/mekân değişiklikleri ile şekillen1
Sağ, Sol, İslâmcı, Türk ve Kürt kesimler tarafından Gökalp’in Kürt olduğunu dile getirenler vardır; Malmisanij, Rohat, Hamit Bozarslan, Necati Doğru, Uriel Heyd, Ali Kemal, Celal Nuri, İsmail Beşikçi, Tekin Alp ve hatta Alparslan Türkeş.
143
di. Senkronik biçimde, her mekân değiştirdiğinde düşünsel odağı –hatta bazılarına göre görüşleri!– değişen biriydi. 1909’da, devrimin beşiği ve imparatorluktan kopması an meselesi olan Selanik’e gitmesi; Balkan kaybı ve 1913
Bâbıâli darbesi sürecinde İstanbul’a göçmesi; Birinci Dünya Savaşı yenilgisi
sonrası Malta’ya sürülmesi (1919) ve nihayetinde Kürtlerin başat sorun haline geldiği bir dönemde Diyarbekir’e geri dönüşü. Tüm bu mekân değişikliklerinde Gökalp, Osmanlıcı-Turancı-Anadolucu ve bazen İslâmi bazen “laik” bir siyaset gütmüş ve/fakat belki bu sayede döneminin tüm çalkantılarına
rağmen, mikro ya da makro siyaseti şekillendirmeyi becermiştir.2
Diyarbekirli Mehmed Ziya (1876-1896)
Diyarbekir şehir merkezinde (Suriçi)3 dünyaya gelen Mehmed Ziya’nın (23
Mart 1876) anne ve babası yörenin ileri gelen ailelerindendi. Babası Mehmed
Tevfik Efendi (1851-1890), birkaç kuşaktır bölgenin ulema ve bürokratlarını çıkaran bir aileden geliyordu. Babası vilayetin sosyal, siyasal sorunlarıyla ilgili yazılar yazan, bölgenin sayılı devletlû aydınlarındandı.4 Annesi Zeliha Hanım (1856-1923) ise yörenin en önemli iki Kürt ailesinden biri olan
Pirinççizadelerdendi. Annesinin üç kuşaktan dedeleri “Liceli Ağa” ve “Hazrolu Müfti Ali Efendi” idi. Babasının aksine anne tarafı temel olarak toprak
ağalığından geliyordu ve bölgenin diğer ileri gelen Cemilpaşazade ailesiyle
çekişme halindeydi.
Gökalp’in, her patriyarkal toplumda olduğu gibi düşünsel ve aidiyet anlamında en çok etkilendiği kişi babasıydı.5 Kürt annesini değil, Türk babasını
örnek almıştı. Anne tarafından akrabalarıyla yaşayıp, mahalle ve okul ortamını onlarla paylaşmasına rağmen (babası âdeta Pirinççizade ailesine “iç güveysi” girmiş gibiydi) o kimlik ve düşüncelerini babasına dayandırmıştı. Bu
nedenle annesi ve onun Kürtlüğünden hiçbir yazıda bahsetmezken, babası
ile babasının Türklüğünden bahsedecektir.
Gökalp’in içine doğduğu aile ve kimliğinin yanı sıra dünyaya geldiği şe2
3
4
5
144
Gökalp’in düşünsel gelişimini, okuduğu kitaplar ve Osmanlı entelektüel ortamı üzerinden
değerlendiren çalışmalardan en önemlisi için bkz. (Bozarslan, 1992). Bu çalışma, Gökalp’in
1911’de Durkheim’ı keşfedişinin etkisine dikkat çekerek bir anlamda Durkheim öncesi ve Durkheim sonrası bir dönemselleştirme yapar.
Aksi belirtilmedikçe, Diyarbakır ile surlarla çevrili şehir merkezi (Tanzimat öncesi Amid denilen), Diyarbekir ile de dönemin eyaleti kastedilmektedir.
Diyarbekir eyaletinin Hazine-i Evrak ve Matbaalar Müdürlüğü, ardından da vilayetin resmî gazetesi ve salnamesini yayımlamış ve ölümünden önce vilayetin nüfus müdürlüğünü yapmıştı
(Heyd, 2002: 27).
Babasının üzerindeki etkiyi işlediği yazısı olan “Babamın Vasiyeti” makalesinde, babasının kendisinden “Namık Kemal gibi” olmasını “telkin” ettiğini belirtir (Küçük Mecmua, 17, 25 Eylül
1922. Latin karakterli versiyonu için bkz. Filiz, 2009: 91-93).
hir ve yıllar da belirleyiciydi. Etnik kimliğinden belki de daha önemli olan
Diyarbekirli kimliğiydi. Her şeyden önce o, Diyarbekirli Gökalp’tir. Diyarbekir coğrafi konumu (Arabistan, Kafkasya ve Anadolu kavşağında bulunması) ve kozmopolit nüfus yapısı itibarıyla Osmanlı ve Ortadoğu’nun en
önemli şehirlerindendi. Bunun yanı sıra askerî, ekonomik, entelektüel açıdan da önemli ve Osmanlı doğusunun belki de en gelişkin şehriydi. Başta
Kürtler olmak üzere Ermeni, Türk, Arap ve Süryanilerin yaşadığı vilayet,
âdeta doğunun Selanik’iydi. Şehirdeki telgrafhane –Osmanlı doğusunun tek
telgrafhanesi!– İstanbul’un otoritesini artırırken, diğer yandan şehri dünyaya açık hale de getiriyordu. Gayrimüslimlerin şehrin kültürel gelişkinliğine katkısının yanı sıra, resmî gazete ve devlet okulları şehrin kültürel düzeyini artırıyordu. Ayrıca, Abdülhamid sürgünlerinin gönderildiği merkezlerden biri olması hasebiyle bu durum şehir ahalisinin küresel gelişmeleri ve
düşünce hareketlerini yakinen takip etmesine fırsat sağlıyordu. Bu da şehrin, dönemin en yeni düşünce hareketlerini takip etmesine vesile olmaktaydı.6 Bunlarla bağıntılı olarak ve hepsinden önemlisi Diyarbekir, Malmisanij’ın da belirttiği gibi, Kürt milliyetçiliğinin İstanbul ile birlikte en gelişkin olduğu vilayetti.7
Gökalp’i şekillendiren diğer önemli etken, dönemin yapısıydı. İmparatorluk ve bölge ölçeğinde büyük dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdi. Dünyaya geldiği yıl (1876) Osmanlı’nın ilk Anayasa’sı ilan edilerek, ilk Meclis’i
toplanmış (I. Meşrutiyet) ama birkaç oturum sonra 93 Harbi (1877 Osmanlı-Rus Savaşı) gerekçe gösterilerek Anayasa askıya alınmış ve Meclis feshedilmişti. Kısa ömürlü bu meşrutiyet tecrübesi, Osmanlı siyasetini derinden
etkileyecek ve dönüşüm sürecinin temel motoru olacaktır. Ayrıca 93 Harbi,
Osmanlı ve özellikle Osmanlı doğusu için büyük yıkıma yol açarak kanibalizme (yamyamlık, insan eti yeme) bile varacak düzeyde kıtlığın yaşanmasına neden olmuş, bölgede büyük bir şiddet vakumu yaratarak sadece farklı etnik-dinsel gruplar arasında değil, aşiretler arasında da çatışmalar doğurmuştu. Üstelik savaşı sonlandıran antlaşmalar (1878 San Stefano-Ayastefanos ve
Berlin) yeni çatışma tohumları ekmişti. Antlaşmalar, dayattığı Ermeni yanlısı reformlar yüzünden, Osmanlı’nın yıkım metni olarak görülmüştü. Diyarbekir ve yöresi –16. yüzyıldan beri ilk defa– Osmanlı’dan kopma noktasına
gelmiş, neredeyse bin yılı aşkın bir İslâm yönetiminin Hıristiyan yönetimine
geçme ihtimali ortaya çıkmıştı.
Dönemin siyasi çalkantılarından en çok etkilenen bölgelerin başında Diyarbekir ve bölgenin eşrafıyla, uleması olması hasebiyle de Gökalp’in ailesi
geliyordu. Gökalp, üniversiteye kadar olan eğitimini Diyarbekir’de tamam6
7
Bulgar devrimcilerin Diyarbekir izlenimleri için bkz. (Mevsim, 2016).
Geniş detay için bkz. (Malmisanij, 2010). Ayrıca bkz. (Jongerden, 2016).
145
lar. Babası sayesinde Batılı ve Doğulu literatüre hâkim âlimlerden özel dersler alır. Sırasıyla 1890 ve 1894 yıllarında Diyarbekir Askeri Rüştiye’sini (bugünkü ortaokul) ve Askeri İdadi’yi bitirir. İdadi’de iken, ajan raporlarına göre Abdülhamid rejimine karşı örgütlenen “talebelerin elebaşısı” olur (Somel, 2014).
Gökalp’in gençliğinde, öncelikli tehdit Ermenistan meselesiydi. Hınçak
(1887), Taşnak (1890) ve bunlara karşı kurulan Hamidiye Alayları (1891)
ile sorun katmerleşmiş ve 1894 Sason İsyanı ile Diyarbekir’in kendi idari sınırları içinde bir “Ermeni sorunu”na dönüşmüştü. Aynı yıl, 19 yaşındaki Ziya, “İhtilal Şarkısı”nı kaleme almış ve Tanyu’ya göre, bu şiirinde Ermeni sorununun tehlikesinden veryansın etmiştir: “Kardeşlerim vatan gidiyor, azmi-i tam edin/şimşir-i zulm ile nice insanlar ağlıyor.”
1895 yılında Gökalp’in dayısı Arif Pirinççizade Efendi, Ermeni ıslahat görüşmelerine karşı oluşturulan beş kişilik komitede yer almıştı. Komite, “İslâm ahalisi”nin onda birine tekabül eden Ermenilere “imtiyaz” verilmesi durumunda “kan” döküleceğini ilan etmişti.8 Ermenilere yönelik saldırıları Hamidiye Alayları bastırırken, olayların sorumlularından Arif Efendi önce Musul’a, ardından da İstanbul’a sürüldü. Bir yıl sonra da affedildi.9 1895
Ermeni katliamı sırasında Gökalp’in nasıl bir rol aldığını bilmiyoruz, ancak
bu işten en çok faydalananların şehir merkezi Müslümanlarıyla birlikte özellikle de dönemin belediye başkanı olmak üzere Gökalp’in aile çevresinin olduğu rahatlıkla belirtilebilir.
Gökalp, dördüncü sınıfta Mülki İdadisi’ni (1894) İstanbul’da eğitimine
devam etmek için tasdikname ile terk eder. Ekonomik zorluklardan dolayı
İstanbul’a gidememesi, amcası Hacı Sahib Efendi’nin kızı ile evlendirilme ısrarı ve en önemlisi de girdiği düşünsel bunalımdan dolayı (bazılarına göre
etnik kimlik krizinden) intihar girişiminde bulunur. Bir salgın hastalık için
Diyarbekir’de bulunan “Kürt Abdullah Cevdet” sadece kendisini tedavi etmez, aynı zamanda düşüncelerinin gelişiminde de etkide bulunur. Osmanlı Müslüman aydınları içinde en fanatik pozitivistlerinden olan Cevdet10 sayesinde İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’nin (1889, daha sonra İttihat ve Terakki adını alacaktır) kurucuları olan İbrahim Temo ve Diyarbekirli Kürt İshak
Sükûti ile tanışır.11
8
9
10
11
146
Komite’nin 4 Kasım 1895 tarihli Mabeyn’e çektiği telgraf için bkz. (Beysanoğlu,1987: 704-705).
A.g.e.
Geniş bilgi için bkz. (Hanioğlu, 1981).
Şehsuvaroğlu, Ziya’nın şair olmaya hevesli olduğunu, Abdullah Cevdet’in aracılığıyla İshak
Sükûti ve İbrahim Temo ile tanışmasının hayatını değiştirdiğini iddia eder (Şehsuvaroğlu,
2003).
İstanbul’da kimlik arayışı (1896-1901)
Başarısız intihar girişiminin ardından İstanbul’a gitmesine izin verilen Gökalp, ücretsiz eğitim veren tek yüksekokul olan Veterinerlik Fakültesi’ne
yazılır (1896). Bir ihtimal maddi nedenlerle ve/veya hemşeri bağları nedeniyle Kürt(çü) çevrelere takılır. Bazı çevreler, Kürtçü olduğu için buraya takıldığını iddia eder. Hatta Hanili Salih Bey ve Halil Hayali gibi “yakın
arkadaşları”yla Kürtçe üzerine ortak çalışmalar yaptığı dahi ileri sürülmüştür (Kadri Cemil Paşa, 1991: 29; Malmisanij, 2010: 28-37). Kürtçü olmasa
bile “Doğulu” hemşerileri sayesinde hem maddi ve hem manevi kolaylıklar
edinmiştir. En önemlisi de, Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti sayesinde bu
gizli cemiyete girmiştir.12
Bu ilişkileri (ister Kürtlük ister hemşericilik kaygısıyla) ve Diyarbekir/
Kürt aksanından dolayı Gökalp, İstanbul’da Kürt olarak tanınır. Aksanından
dolayı hor görüldüğü, belki de bu yüzden konuşkan biri olmadığı da söylenir. Gerçekten de İstanbul, Gökalp’in kimlik arayışında önemli bir yer tutacaktır. Yıllar sonra İstanbul’u “Türklüğünü bilimsel olarak ispat etme” çabasına başladığı yer olarak betimler:
İlk defa İstanbul’a gittiğim zaman, orada eskiden kalmış bir alışkanlığa bağlı olarak bütün Karadeniz halkına Laz, bütün Suriye ve Irak halkına Arap, bütün Rumeli halkına Arnavut dedikleri gibi; bizim doğu vilayetleri halkından
bulunanlara da Kürt milliyetini yakıştırdıklarını gördüm (Gökalp, 1992: 124).
Yeniden Diyarbekir (1901-1909):
Jön-Türk Mehmed Ziya aşiretçiliğe karşı
Gökalp, politik aktivitelerinden dolayı Abdülhamid jurnalcileri tarafından
tutuklanır. Bir yıl hapis yattıktan sonra kendi şehrine, Diyarbekir’e sürülür.
Şehre döndüğünde ne Diyarbekir eski Diyarbekir, ne de Gökalp eski Gökalp’tir. Kendi Türklüğünü “bilimsel” olarak ispatlamış ama şehirde bir o
kadar da Kürtleşmiştir!
İstanbul’dan Diyarbekir’e dönen Gökalp’in temel uğraşı Milli Aşireti bağlamında aşiretçilik (Kürtlüğün yaşandığı doku bağlamında), Ziyaeddin Fındıkoğlu’nun cümleleriyle “Türk nüfusuna vergi dayatan Kürt göçebelerine
karşı hareketi” örgütlemek olur (Fahri, 1935: 14).
Kürtlerin Berxo Ağası İbrahim Paşa (?-18 Temmuz 1909), Viranşehir merkezli bölgenin köklü ve büyük aşiretlerinden biri olan Milan/Milli Aşireti’nin
12 Erişirgil’e (1951: 45) göre Diyarbekirli Dr. İshak Sükûti ve Dr. İbrahim Temo sayesinde “ihtilal
komitesine girer.”
147
reisiydi. 6 bin süvarisiyle Hamidiye Alayları’nın en güçlü birliğine sahip İbrahim Paşa, güneyden gerçekleşen bedevi saldırılarını engelleyerek Diyarbekir vilayetinin güvenliğini sağlamış ve ardından da vilayetin orta kesimindeki aşiretlere karşı otoritesini kurmuştur. İbrahim Paşa’nın, 1904 yılında daha kuzeyde bulunan, Diyarbekir şehir merkezi Suriçi’ne bağlı köylere ve aşiretlere karşı otoritesini dayatması genelde şehirli ahalinin, özelde ise Gökalp
ailesinin zararına idi. Yörede aşiretler arası çatışmalar olağan şeylerdi ancak
ilk defa aşiret ile eşraf (ve şehir ahalisi) bu boyutta karşı karşıya geliyordu.13
Dayısı Arif Efendi, Diyarbekir belediye reisi ve merkeze bağlı birçok köyü olduğu için İbrahim Paşa’nın artan hegemonyasından en çok zarar gören
eşraflardan biriydi. Şehir merkezindeki kontrolünü ve nüfuzunu kaybetmek
istemeyen Arif Bey,14 yeğeni Gökalp ile birlikte Temmuz 1905 ve 14 Ekim
1907 tarihlerinde şehir postanesini iki kez işgal eder. Saray’a ve Hamidiye
Alayları komutanına çekilen telgraflarda, devlete ve millete en sadık unsurun kendilerinin olduğu ve “cahil”, “vahşi”, “alçak” İbrahim Paşa ve evlatlarının öldürülmesinin istendiği belirtilir.15 Telgrafhane işgalinin on birinci günü Saray, İbrahim Paşa’yı Hamidiye-Hicaz Demiryolu’nun muhafazası
ile görevlendirecektir.
1908 Devrimi ile yöredeki egemenlik el değiştirir. Gökalp ve dayısının örgütlediği “milisler” İbrahim Paşa’yı öldürür. Böylece, Gökalp şark vilayetleri
müfettişi (Diyarbekir, Van, Bitlis) olarak atanırken, dayısı Arif Bey mebusluğa terfi eder (Peyman, 32, 29 Kasım 1909). Şaki İbrahim Destanı’nda,16 medenileşme kurgusu ekseninde dağlı ve ilkel İbrahim Paşa’nın güçlerini “Kürd
kılıcı”, karşısındakileriyse şehirli ve medeni “genç-Türk” güçlerinin devamı
olarak tanımlayan Gökalp, yaşananları bir “kardeş kavgası” olarak betimler.
İbrahim Paşa’nın tasfiyesinden sonraki en önemli faaliyeti, Ahmed Cemil (Asena) ile birlikte yayımladığı Peyman dergisi olur. Dergi, İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) çizgisini, yani Türklük yararına Osmanlıcılık politikası izler.17 Dergideki Türklük ve Kürt toplumu ile ilgili yazılarının hiçbirinde gerçek ismini kullanmaz ve böylece yazıları ya imzasız ya da kod isimledir.18 “Türklük ve Osmanlılık” (Mehmed Mehdi kod ismiyle) ile “Yeni Osmanlılar” (imzasız) başlıklı makalelerinde, Osmanlılığın Türklük olmadığıA.g.e.
Rohat (1992: 80), İbrahim Paşa’nın “Kürdistan kralı” diye adlandırıldığını iddia eder.
Söz konusu telgraflar için bkz. (Gökalp, 1953: 22-24).
1908’de Diyarbekir Matbaası’nda yayımlanan bu destanın Latin harfli versiyonu için bkz. (Gökalp, 1953).
17 28 Haziran 1909’dan itibaren 47 sayı yayımlanan dergi, Diyarbekir’ın ilk özel haftalık gazetesidir. Peyman’dan daha önce yayımlanmaya başlanan Âmid-i Sevda ve Âmid gazetelerinin basım
yerinin İstanbul olduğunu ileri sürenler vardır (Duman, 2000).
18 Tevfik Sedad, Mehmed Mehdi, Mehmed Nail ve Hüseyin Vedad gibi.
13
14
15
16
148
nı ve Turan gibi geniş bir coğrafyaya yayılsa dahi Osmanlı Türklerinin Osmanlılığı benimsediğini ileri sürer.
Peyman dergisi Kürtlere, Kürtlerin sorunlarına değinen dört-beş dergiden
biriydi (Şark ve Kürdistan Gazetesi, 1908; Kürdistan Gazetesi, 1908; Amidi Sevda, 1909). Dergi bir ilki gerçekleştirerek, Yüzbaşı Mazhar Efendi’nin
seçim nutkunun Kürtçesini 12. sayısında yayımlar.19 Peyman kadrosuyla Kürtçü çevreler arasında yakın ilişkiler vardı. İTC’nin Diyarbekir Şubesi’nin ilk yönetim kurulu üyesi ve Peyman kadrosu içinde yer alan “Diyarbekirli Ahmed Cemil”20 aynı zamanda Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin
(bundan böyle KTTC) gazetesinde (Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, bundan böyle KTTG) başyazardı. Bu gazete, İTC programını kabul ediyor ve Gökalp’in “Eski Osmanlılık ve Yeni Osmanlılık” adlı şiirine 3. sayısında yer veriyordu.
Özelde KKTG ve Peyman yayınları ve genelde Kürt/çü ve Türk/çü aydınlar
arasındaki bu yakınlık birkaç nedenden ötürü pek şaşırtıcı sayılmamalıdır:
1. Aydınlar, ama özelde Osmanlı aydınlarının karakterinden kaynaklanan
neden. Bozarslan’ın belirttiği gibi, Osmanlı düşünce dünyasına yön veren aydınların çoğu “Türk olmayan”lardan oluşuyordu.21
2. 1908 Devrimi. II. Abdülhamid’in istibdat rejiminin yıkılmasının yarattığı iyimser hava (Avusturya-Macaristan “milliyetler baharı”na benzer!) farklı etnik ve dinsel grupların, birbirlerine hoşgörüyle bakmasına yol açmıştı. Hatta “rakip” sayılabilecek milli cemiyetler arasında,
bugünden bakıldığında anlaşılması zor görünen, barışçıl ilişkiler vardı.
3. Mutlakıyet karşısında meşrutiyeti savunmaları. Anayasal düzenin ve
meclisin sorunları çözeceğine inanmaları.
4. Kürt kimliği ve Türkçülüğün Osmanlılıktan ayrı tahayyül edilmemesi.
5. Modernleşme kaygısı. Doğulu aydınların çoğu, bölgenin kronikleşen
sorunlarının modernleşme ile çözüleceğini düşünüyorlardı. Bunun için
öncelikle çözüm olarak, Kürtlerin cehaleti ve Kürt aşiret sisteminin çözülmesini görüyorlardı. Bu yüzden Gökalp gibi birçok Kürt aydın da bu
konularda fikir ileri sürüyordu. Mesela, Ahmed Cemil bölgenin en baş19 Sahibinin, sermuharririnin (başyazar) ve imtiyaz sahibinin Kürt olması ve basım yerinin Kürtlerin yaşadığı coğrafya olması itibarıyla Peyman’ı Kürt basını içerisinde değerlendirenler vardır.
Hatta Issı (2012), baskılardan dolayı derginin Kürtçü karakterini yitirdiğini iddia eder: “Yanı
başlarında sürekli takiplere, tutuklamalara maruz kalan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti (KTTC)” olduğu için dergide bir fikri değişim olmuştur.
20 Gökalp’in arkadaşı ve yakın akrabası Ahmed Cemil (Asena), Mülkiye kaymakamlarından Miri
Kâtibizâdelerden Hacı İsmail Neşet Efendi’nin oğludur (1872-1941, Diyarbekir).
21 Liberal aydınlar içinde Prens Sabahaddin, Lütfi Fikri ve Şerif Paşa; İslâmcı aydınlar içinde Said
Halim, Mehmet Akif ve Said-i Nursî; Türk milliyetçisi aydınlar arasında Tekin Alp, Z. Gökalp,
H. C. Yalçın, Yusuf Akçura ve A. Ağaoğlu’nu ele alan doktora tezi için bkz. (Bozarslan, 1992).
149
ta gelen sorunu olarak gördüğü aşiretlerle ilgili yazılar kaleme alıyordu.22 “Kürdlerin yalnız bir derdi vardır, o da cehalettir,” sözlerine Said-i Kurdi (Nursi) gibi kişilerle birlikte,23 Kürdistan gazetesinde ve Peyman dergisinde rastlamak mümkündü.24
6. Seçimler. Osmanlı tarihindeki ilk seçim için (1908, bazı bölgelerde
1909’un ilk aylarına kadar sürecektir) her cemiyet uzlaşmacı bir siyaset
güdüyordu. Oy ihtiyacı yüzünden İTC, Kürt seçmenleri –çoğunluğu
yörenin elitleri– etkilemeye çalışıyordu. Nitekim seçimler sonrası ama
özellikle 1909 “irtica hareketi”nden sonra etnik-dinsel gruplar arasındaki farklar derinleşecek ve hatta aralarında KKTC’nin de olduğu tüm
etnik ve dinsel cemiyetler yasaklanacaktır.
Dönemin bu prematüre yapısından dolayı birçok tarihçi/aydın 19081909 dönemini “farklı” okumakta ve bu yüzden Gökalp’i farklı değerlendirmektedir. Peyman dergisini Kürt, hatta Kürtçü kabul edenler olduğu gibi Gökalp’in Kürt hatta Kürtçü olduğu iddialarını ortaya atanlar da vardır.
Bu durum Gökalp’in Kürtçe alfabe, sözlük ve atasözleri hazırladığı ama daha sonra Türkçülüğü seçerek bundan vazgeçtiği iddialarına kadar götürülür. Bunun önemli tarihsel kaynaklarından biri25 KTTG’deki bir okuyucu
mektubudur. Buna göre Pirinççizade Feyzi Beyefendi mektubunda, yeğeni
“Ziya Efendi’nin, on yıllık araştırmalarının ürünü olmak üzere müsveddesini hazırladığı Kürdçe atasözleri ile dilbilgisini ve bir Kürdçe sözlüğü yakında yayımlayacağı”26 haberini veriyordu. Bu haber doğru ama sorunlu bilgiler içeriyordu. Haberin doğru tarafından başlarsak, gerçekten de Gökalp’in
kendisi de İstanbul’da Kürtlük-Türklük meselesini çalışmaya başladığını
kabul eder. Bu yönde çalışmalar yaptığını, yukarıda Halil Hayali’den bahsederken belirtmiştik. Bu anlamda Hayali’nin bilgisinden yararlandığı ve üstelik çalışmalarını alıp Diyarbekir’e döndüğü söylenir. Haberin sorunlu tarafı ise Gökalp’in Kürt diliyle ilgili çalışmaları yayımlayacağı yönündeki vurgudur. Bu bana sorunlu geliyor. Zira Gökalp’in böyle bir yayın fikrinin ol22 Ahmed Cemil Miri Kâtibizâde, “Aşiretlerin derece-i imkânı veya istihal-i tevtini Hükümetin bu
babdaki tevhim-i idaresi”, Diyarbekir’de Dicle, 90/3, 26 Mayıs 1913. Ayrıca Beysanoğlu, Cemil’in
Diyarbekir Tarihi Notları, Kürd Bedirhaniler, Arkadaşım Ziya Gökalp ve Aşiretler adlı kitaplarını
yazdığını da iddia eder.
23 Şark ve Kürdistan (1908) gazetesinin ilk sayısında Said-i Kurdî (Nursî) Abdülhamid’e şöyle sesleniyordu: “Yeni açılan bu mekteplerdeki öğretmenlerin mahalli dili (Kürtçe) bilmemeleri dolayısıyla bu çocukları eğitim ve öğretimden mahrum bırakmaktadır.”
24 Mazhar Efendi’nin nutku için bkz. (“Suret-i Nutuk”, Peyman, 12, 1909).
25 Celal Nuri, 1919’da Ati gazetesinde Gökalp’in Kürtçülükten Selanik’e gittikten sonra vazgeçtiğini iddia eder (Vakkasoğlu, 2013; özellikle “Ziya’nın Kürtçülüğü sadece rivayet mi?” bölümü).
26 Mektubun hikâyesi için bkz. (Malmîsanij, 2010: 31-37). Mektubun orijinali için bkz. (Bozarslan, 1998: 326).
150
duğunu düşünmüyorum. Nitekim herhangi bir siyasi yasaklama olmamasına rağmen (Öyle ki Abdülhamid’in istibdat rejimini yıkan ve üyesi olduğu cemiyet iktidardadır), Gökalp böyle bir yayın faaliyetine asla girişmez.
O halde Gökalp’in Kürt dili ile ilgili çalışmalarını yayımlayacağı haberi neden verilir? Bu iki nedenden kaynaklanır: İlki, Kürt diliyle ilgili malzemelerin ve çalışmaların kendisine ulaşmasının sağlanacağını düşünmüş olmasıdır. Böylece Gökalp, en verimli ve doğuş dönemini yaşayan Kürt dili ve kültürü araştırmalarını “kontrol” altına alacak ve hem de ömrünün sonuna kadar yapacağı Kürt araştırmalarında kullanacaktır. Gerçekten de Gökalp ömrü boyunca, Kürtlerle ilgili bilgi belge toplamaya devam eder. Ama yayımlamak için değil, tamamen anlamak ve kendi görüşlerini daha da pekiştirmek için. Diğer neden ise, seçimlerdir. Gökalp’in Kürt diliyle ilgili yayın yapacağı haberini Kürtçü gazeteye iletmesinin en büyük nedeni 1908 seçimleri olabilir. Bu mektubun yayımlandığı tarihlerde, Gökalp’in mebus adayı
olduğu Ergani seçimi yapılmaktaydı (iki ay sürer, Aralık 1908-Ocak 1909).
Rakibi de Hürriyet ve İtilaf Fırkası adayı dindar Kürt Hacı Niyazi (kardeşi
Mem-u Zin’i Türkçeye çevirendi) idi. Yani bu haberle Gökalp ve dayısı, Kürt
seçmenin gönlünü hoş tutmak ve Ergani seçmenlerini etkilemek istemişlerdir, diye düşünülebilir. Ancak buna rağmen, Gökalp seçimi kaybeder. Nitekim İTC Selanik kongresine giderken İstanbul’da Hayali ile karşılaşır. Hayali kendisinden Kürtçeyle ilgili çalışmalarını ister. Ancak karşılığında Gökalp’in bunları yok ettiğini söyleyecektir!
Gökalp’in, Kürtçe ile ilgili eser yayımlama iddiasından daha ciddi bir iddia daha vardır: Kürtçü olduğu ama Selanik’e gittikten sonra değiştiği iddiası. Kanaatimce buna da kuşkulu yaklaşmak gerekir. Zira Gökalp’in Selanik öncesi bu yönde ne bir yazısı, ne de bir girişimi vardır. Öyle ki bu iddiayla çelişen daha ciddi bulgular söz konusudur. Peyman dergisinde Osmanlılık ve Turan ekseninde Türklük kaygısıyla yazılar yazar. Siyasi-toplumsal
yazılarının hemen hepsinde gerçek ismini (Mehmed Ziya) kullanmaz. Hep
kod isimle yazmıştır. Neden acaba? Oysa Abdülhamid’in baskıcı rejimi sona
ermiş, mensubu olduğu cemiyet –mutlak olmasa da– iktidarı kontrol eden
temel aktörlerden biri olmuştu. Buna rağmen Gökalp’in Kürtlerle ilgili yazılarında kod isim kullanması bana göre başka bir kaygıya işarettir: Kendini saklama ihtiyacı. Peyman dergisindeki siyasi yazılarında kod isim, edebî
yazılarda ise gerçek ismini kullanmıştır. Nitekim bu yüzden olacak ki, genç
Gökalp edebiyatçı olarak tanınır. Hatta KTTG bile, Gökalp’ten siyaset adamı
değil, edebiyatçı diye bahseder: “edib-i şehir”, “edib-i muhterem” ve “ahrari
üdeba” gibi. Gökalp’in toplumsal ve siyasi konulardaki maharetinin değil de
edebî yanının öne çıkarılması üzerinde dikkatle durulması gereken bir noktadır. KTTG çevresi, ya Peyman’daki siyasi yazıların çoğunu (Kürtlerle ilgi151
li olan hepsini) Gökalp’in yazdığını bilmiyordu, ya da Gökalp’in siyasi düşüncelerini ciddiye almıyorlardı. Birincisi daha büyük bir ihtimaldir çünkü
KTTG, Gökalp’in İTC müfettişi olarak atanmasını “genel merkezin uygun
görmesi üzerine” gibi hafif küçümseyici ve şaşkın ifadelerle duyuruyordu.
Selanik’e taşındıktan sonra Mehmed Ziya ismindeki Mehmed’i atar Gökalp’i
ekler ve siyasi yazılarını Ziya Gökalp ismiyle kaleme alır.
Gökalp, Peyman dergisinde imzasız ve dört farklı kod isimle yayımladığı
Kürt toplumu ile ilgili sosyo-politik yazılarıyla,27 İttihatçı (hatta Kemalist)
politikanın temellerini atar. Kürtlüğü bir “sosyal problem” olarak tanımlarken, “Zeami” teşkilatını, yani aşiretçiliği Kürt kimliğinin yaşandığı sosyal
doku olarak tanımlar. Hastalık olarak tanımladığı bu teşkilat yüzünden iktidarın Kürt bireyine ulaşamadığını ve bunun “tedavi”si için önce doğru bir
“teşhis”in gerekli olduğunu belirtir:28
Köylülerimiz çoğunlukla Kürd kavmine mensup cahil ve aşiret ahlâkına sahiptirler, vatani ve millet hislerinden tamamen mahrumdur. (...) Bu hastalık,
uygun bir toplumsal tedavi tatbik olunmak şartıyla iyileştirilebilir.29
Gökalp, Kürt bölgeleri için sosyolojinin temel prensiplerine göre bir “Aşiret nizamnamesi”30 hazırlanmasını önerir. Buradaki temel amaç, “cerrahi
bir operasyon ile milli bünyeden kesip atmak mümkün” olmayan aşiretlerin “temsil ve isticnasları”dır (asimilasyon ve benzetme).31 Aşiretlerin bölgedeki hâkimiyetini kırmak için bir dizi “toplumsal çözüm” önerir: Mahkeme üyelerinin bölge insanından seçilmemesi, arazi sahiplerinin memuriyete alınmaması ve mahkemelere davalıların –Kürt köylüleri Türkçe konuşmaya mecbur kalsın diye– bizzat gelmelerinin zorunlu kılınması ve köy mekteplerinin kurulması.32 Göçebe ve yarı göçebe aşiretlerin yerleşik hayata geçirilmesi için “alan stratejisi” önerir. Yani, aşiretlerin “göç yolları tespit edilip” zamanla yaşam alanları “daraltılma”lıdır. Bu sayede “iskân”a “mecbur”
olacaklarını belirtir. Hatta bu sayede, Kürtlerde “özel mülkiyetin” gelişeceğini de ileri sürecektir.33
27 Peyman’daki yazıları için makalenin kaynakçasına bakınız.
28 Ziya Gökalp’in “Ziraat ve Zeamet” (Peyman, 4, 19 Temmuz 1909) adlı makalesinin Latin karakterli versiyonu için bkz. (Gökalp, 1992: 108-110).
29 A.g.e.
30 Gökalp’in “Aşiretlerin özel yasalarla denetlenmesi” (Peyman, 2, 5 Temmuz 1909) adlı makalesinin Latin karakterli versiyonu için bkz. (Gökalp, 1975: 157-166; Toker, 1999: 95-98).
31 A.g.m., s. 164.
32 A.g.m., s. 108-110.
33 A.g.m., s. 164.
152
Selanik ve Türkçü Gökalp (1909-1912)
1909 İttihat Terakki Kongresi’ne Diyarbekir delegesi olarak katılan Gökalp,
bir yıl sonra, örgütün merkez yönetim kuruluna seçilince Selanik’e yerleşir. Kısa sürede İttihatçı camia üzerinde büyük etki yaratır. Cemiyet içindeki
dersleri ve makaleleriyle Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın da belirttiği gibi “İttihat ve Terakki’nin tek ideoloğu” olur.
Gökalp’i Yusuf Akçura gibi diğer Türkçülerden ayıran nokta burada ortaya çıkar. Üç Tarz-ı Siyaset (1904) çalışmasıyla Türkçü aydınların Osmanlıcılık saplantısını sarsan ilk Türkçü olan Akçura, toplumu değil, tarihi, Anadolu’yu değil, Orta Asya Türklerini, devleti değil, “Türki halkları” merkeze almıştı. Bu açıdan Akçura, Kırım göçmeni olması hasebiyle ideal olanı geçmişte arayan, devleti değil, Rus zulmündeki Türkleri korumayı merkezine alan
bir düşünürdür. Oysa Diyarbekirli Gökalp, Türklüğü “verili” değil, “elde
edilebilir, erişilebilir” görüyordu. Üstelik sadece Kürtlerin asimilasyonunu
önermiyor, “olabilirliğini” de bilimsel olarak gösteriyordu. Akçura, Türk olmayanların asimile edilemediklerine vurgu yaparken, Gökalp olabilirliğine
vurgu yapıyordu, hatta yol ve yöntem gösteriyordu. Gerçekten de Gökalp’in
Kürtleri (asimilasyonlarıyla) içeren Türkçülük programı, İttihatçıları ve Balkan merkezli düşünenleri sarsacaktır.
Gökalp’in Diyarbekir’deki düşünsel yalnızlığını Selanik’te gidermesi,
Türkçü aydınların ve kendisini dinleyen bir çevreyi bulmasının da etkisiyle Selanik’te milliyetçi yazılar kaleme almasına neden olur. Selanik bağlamı farklıdır: Balkanlar’ın çoğunluğu Hıristiyan’dır, milli-siyasi gelişmişlikleri ileri düzeydedir ve imparatorluktan kopması an meselesi olan topraklardır. 1911 yılında Ömer Seyfettin ve Ali Canip gibi dilde sadeleşmeyi savunan bazı yazarların çıkarttığı Genç Kalemler dergisinde ilk Turancı şiirlerini
yayımlar (“Turan”, “Altın Destan” gibi). Bu şiirlerini, “ana yurdum” dediği
Türkistan’a yaptığı gezinin ve Arnavutların ayrılık taleplerinin etkisiyle kaleme aldığı söylenir.
İmparatorluk başkentinden
milli devlet tasarlamak (1912-1919)
Gökalp, imparatorluğun en zengin toprakları olan Balkanlar’ın kaybı sonrasında diğer İttihatçılar gibi İstanbul’a yerleşir. 1913 darbesi ile mebusu ve ideoloğu olduğu İTC mutlak iktidardır artık. Diyarbekir’de aile adına, Selanik’te
ise parti adına seslenen Gökalp, artık sahip olduğu devlet adına seslenecektir.
Cemiyetin Türkleştirme politikasına paralel olarak Gökalp, Türkçülüğün
siyasi programını yazmaya koyulur. Türk Yurdu ve İslâm dergilerinde ya153
yımladığı “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” makale serisinde, bu
üç akımın birbirleriyle çelişmediğini, aksine birbirlerini tamamladığını savunur. Aslında bu üçleme ile “kimlik, coğrafya ve siyasi” aidiyetlerini birleştirdiği söylenebilir: İslâmi coğrafyada Türk kimliğiyle Batılı siyaset ideali.
Gökalp, Türkçülük programının bir parçası olarak Kürtlerin asimilasyonunu hedefleyen politikalar üretir. Bir yandan da İTC’nin 1913 Kongresi’nde
“aşiret bölgeleri”nin idaresi, aşiretlerin iskânı konularında kararlar alınmasına öncülük eder (Tunaya, 1998: 144). Artık Kürtler, Diyarbekir ölçeğinde şahsi çabayla araştırılacak boyutu aşmıştır! Gökalp, devletin bu hususla tam teşekkül ilgilenmesini hedefler ve bu amaçla aydınları da mobilize etmeye çalışır.
Kürt toplumuna yönelik sosyolojik bir anket hazırlanmasına önemli katkıda bulunur ve büyük ihtimalle de bunu da kendisi hazırlamıştır. Altmış sekiz sorudan oluşan anket Temmuz 1914’ten itibaren tüm Kürt bölgelerine
dağıtılır.34 Amaç “Kürt unsurunun”, “mevcut durumu” ve “toplumsal durumu” ile ilgili bilgi, belge ve materyal toplamaktır. 1915’te belki anketi de düşünerek, metodolojik bir makale kaleme alır. “Bir Kavmin Tedkikinde Takip Olunacak Usûl” adlı makalesinde, “ilkel kavim” saydığı Kürt aşiretlerini araştırma için metodolojiyi belirler. Mayıs 1916’dan itibaren Rusya’nın işgal ettiği bölgelerden kaçan yüz binlerce Kürt, Türk bölgelerine % 5 oranında dağıtılarak “mecburi iskâna” tabi tutulur. 1917’de bunu organize eden aygıtın (Aşâir ve Muhacirîn Müdüriyet-i Umumiyesi - AMMU) bünyesinde kurulan “Encümeni İlmiye Heyeti”nin başına geçer. Resmî amacı, aşiretlerin ilmî ve esaslı yöntemlerle iskân ve medenileşmesi olan bu heyet Kürdler adlı
bir kitap da yayımlar. Kitap resmî ideolojinin Kürtlere ilişkin tezlerinin temeli olur.35 Ancak bu noktada özellikle belirtmek gerekir ki, Gökalp hiçbir
makalesinde bu kitapta olduğu gibi Kürtçenin ve Kürtlerin varlığını reddetmemiştir.
Malta sürgünü (1919-1921)
Gökalp, Ermeni katliamına karıştığı iddiasıyla Malta’ya sürgüne gönderilen
İttihatçılar arasında yer alır. Malta’da iken, Wilson İlkeleri’nin (kendi kaderini tayin etme) –en azından söylem düzeyinde– hâkim olduğu yeni bir dünya düzeni kurulmaktaydı. Barış konferanslarında, kurulacak yeni devletlerin
etnik sınırlara göre belirlenmesi fikri hâkim idi. En önemlisi de, Kürdistan
meselesi, ilk kez uluslararası boyut kazanmıştı.
İlginç olan, bu dönem Gökalp’in yazılarından çok, kimliği tartışılır. Ali
34 Bir kaza dahilindeki içtima-i Teşkilat, İstanbul: Hilal adlı anket için bkz. (Dündar, 2008).
35 Ayrıntılı bilgi için bkz. (Dündar, 2001).
154
Kemal’in Peyam-ı Sabah gazetesinde Gökalp Kürt’tür demesine cevabı “Bana
Türk Değil Diyene [Piç diye bilinir]” adlı şiirdir:36
Hatta ben olsaydım: Kürt, Arap, Çerkes,
İlk gayem olurdu Türk milliyeti!
(...)
Türklük hâdimine Türk değil diyen,
Soyca Türk olsa da piçtir, Türk değil!
Ali Kemal gibi, Celal Nuri de Ati gazetesinde (2 Şubat 1919) bu tür bir iddiada bulunur. Türkçü İttihatçılar yenilmiştir, İslâmi ve anti-İTC çevreleri Gökalp’in kimliğini gündeme getirir. Sanki yaşananların faturası “Türk” olmayanların yönettiği “İttihatçı Türkçülere” çıkarılmak istenir! İlginç olan, Kürtlerin bu yöndeki iddialarına karşı “gülüp geçen” Gökalp’in aynı şeye Batı’dan,
Türk’ten gelince “piç” diyecek kadar tepki duymasıdır. Zira, Türklüğü inşa
eden ve bu yüzden de “bedel” ödeyen birinin Türklüğünün, Türkler arasında
tartışma konusu olması Gökalp için katlanılamayacak bir durumdur.
Son Diyarbekir yılları ve Küçük Mecmua (1921-1924)
Gökalp, Malta’dan salındığında artık “yeni bir dünya düzeni” vardır. Sevr
Anlaşması, sınırları daha sonra belirlenecek bir Kürdistan önermiş ve buna
karşılık Ankara Hükümeti Misak-ı Milli’yi Kürtler ve Türklerin ortak metni olarak önermiştir. Özellikle Musul meselesi ekseninde Diyarbekir’in ve
Kürtlerin kaderinin tartışıldığı, Binbaşı Noel’in bölgede gezindiği bir dönemde Gökalp, Küçük Mecmua’yı37 yayımlamaya başlar. Kürt sorunu ve Türklük
ile ilgili yazıları –Falih Rıfkı’ya göre– İstanbul’daki düşünce dünyasını ve Ankara Hükümeti’ni etkiler. Önce “Telif ve Tercüme Encümeni” başkanlığına,
ardından da Diyarbekir mebusluğuna seçilir (11 Ağustos 1923). Bu yüzden
Küçük Mecmua’nın yayınına son verir ve Yeni Türkiye gazetesini kurar. Turancı olmayan Anadolu Türkçülüğünü çerçevelendiren eserleriyle kuruluş
aşamasındaki devlete yol gösterici olur.38
Küçük Mecmua’daki makaleleri39 dönemin ağır izlerini taşır. Britanya ile
Musul tartışmaları ekseninde Kürdistan sorununun tartışıldığı bir dönemde
yazdığı makalelerinde, İngiliz karşıtlığıyla İslâm/Kürt-Türk kardeşliği vurgusu yapar. “Şehir Medeniyeti, Köy Medeniyeti” makalesinde ise Türkle36 Gökalp’in ölümünden sonra da bu yönde görüşler ileri sürülür. Yusuf Mazhar, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan (22 Ağustos 1925) bir makalesinde, Gökalp’in atalarının Zaza kabilesinden
Kürt olduklarını ileri sürer. Bu iddia Gökalp’in kardeşi tarafından yalanlanır (10 Eylül 1925).
37 5 Haziran 1922 - 5 Mart 1923 tarihleri arasında toplam 33 sayı.
38 Yeni Türkiye gazetesinde yazdığı makaleleri Yeni Türkiye’nin Hedefleri ismiyle kitaplaştırılır.
39 Küçük Mecmua’daki yazılarının listesi için makalenin sonundaki kaynakçaya bakabilirsiniz.
155
rin şehirlerde, Kürtlerin köylerde yaşamayı tercih ettiğini iddia ederek bunu
Türklerin “eskiden beri özgürlük ve eşitliğe âşık bir millet” olmalarına bağlar. Kürtlerin kırsalda yaşamasını ise “sahra medeniyetinde daha güçlü” olmalarıyla açıklayacaktır! Bu makaleyle ilintili olan “İstimlal” adlı makalesinde ise Türk-Kürt karşılıklı asimilasyonuna değinir. “Türklerle Kürtler” makalesinde, Misak-ı Milli sınırlarını Kürtler ile Türklerin yaşadıkları yerler
olarak betimler. Makalesinin sonunda Kürt-Türk birliğini “siyasi ve dinî gereklilik” olarak sayarken şu ünlü deyişiyle söz konusu çalışmasını sonlandırır: “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir
Kürt varsa Kürt değildir.”
“Millet nedir?” makalesi, konumuz açısından en önemli makalesidir.
Çünkü Gökalp, hiçbir eserinde bu derece kendinden, kimliğinden bahsetmemiş ve Türklüğünü ispata çalışmamıştır. Gökalp, fikren ve cinsen Türk
olduğunu belirtip bunu ispatlamaya girişir. Dedelerinin Türk muhitinden
(Çermik) geldiğini, Hanefi olduğu için Türk olduğunu ileri sürer. Gökalp,
intihar teşebbüsünden beri kafasında taşıdığı kurşunun yarattığı beyin iltihabı nedeniyle erken denebilecek bir yaşta (48) hayata gözlerini yumar
(1924). Yaşamının birçok safhası gibi vefatı da, Kürt sorununda önemli siyasi gelişmelerin yaşandığı bir döneme denk gelir. Kürt meselesinin kaderini
belirleyecek olan gelişmeler, Musul’un Lozan görüşmelerinde alınmadan dönülmesi (ki bu Musul’dan de facto vazgeçildiği anlamına geliyordu) ve halifeliğin kaldırılması idi. Gökalp yaşasaydı şayet, bu iki gelişmenin de sloganlaştırdığı “Kürt-Türk tarihsel gönüllü birliği”ne önemli bir darbe vuracağının farkında olacağını tahmin etmek zor değildir. Ancak Ankara’ya ne kadar
muhalif olurdu, bilemeyiz! Ama bildiğimiz bir şey varsa o da, Kürt meselesinin kaderini belirleyen bu iki siyasi gelişmenin Ankara’yı Gökalp’in görüşlerine bile tahammül edemeyeceği bir noktaya götüreceğidir. Bir süre sonra
Gökalp’in Kürt yazıları “yok” sayılacak ve hatta sansürlenecektir. Yani, inşa
ettiği milliyetçilik bir süre sonra, Gökalp’in kendi düşüncelerine bile tahammül edemeyeceği bir noktaya varmıştır!
KAYNAKÇA
Beysanoğlu, Şevket (1987), Diyarbakır Tarihi, 2. cilt. Diyarbakır Belediyesi Yayınları.
Bozarslan, M. Emin (1998), Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, Uppsala: Deng.
Bozarslan, Hamit (1992), “LesCourants De Pensee Dans l’Empire Ottoman 1908-1918”, Yayınlanmamış doktora tezi, EHESS-Paris.
Duman, Hasan (2000), Başlangıcından Harf Devrimine Kadar Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler Bibliyografyası ve Toplu Kataloğu. 1828-1928, E.D.H.V, 1. cilt, Ankara: Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı.
Dündar, Fuat (2001), “İttihat ve Terakki’nin Etnisite Araştırmaları”, Toplumsal Tarih, 16/91, s. 43-50.
156
—, (2008), Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği 1913-1918, İstanbul: İletişim.
Erişirgil, Mehmet Emin (1951), Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Fahri, A. Ziyaeddin (1935), Lessociologuesturcs I: Ziya Gökalp, Paris: Berger-Levrault.
Filiz, Şahin (2009), Küçük Mecmua, 3. Cilt, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları.
Gökalp, Ziya (1992), Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Şevket Beysanoğlu (ed.), İstanbul: Sosyal.
—, (1953), Şaki İbrahim Destanı, İstanbul: İstanbul Matbaası.
—, (1922), “Türklerle Kürtler”, Küçük Mecmua, 1, 5 Haziran 1922.
—, (1922), “Diyarbekir Salnamesi”, Küçük Mecmua, 11, 14 Ağustos 1922.
—, (1922), “Cemiyetlerin Tenasülü”, Küçük Mecmua, 21, 6 Kasım 1922.
—, (1922), “Millet nedir”, Küçük Mecmua, 28, 25 Aralık 1922.
—, (1923), “Şehir Medeniyeti ve Köy Medeniyeti”, Küçük Mecmua, 30, 15 Ocak 1923.
—, (1923), “İstimlal”, Küçük Mecmua, 29, 1Ocak 1923.
—, (1924), “Kürtlerin menfaati”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 1924.
—, [Hüseyin Vedad] (1909), “Diyarbekir nasıl bir vali ister”, Peyman, 1, 22 Haziran 1909.
—, [Mehmed Mehdi] (1909), “İlm-i içtima”, Peyman, 1, 29 Haziran 1909.
—,[Hüseyin Vedad] (1909), “Aşiretlerin nizam-i mahsusla takyidi [özel yasalarla denetlenmesi]”,
Peyman, 2, 5 Temmuz 1909.
—, [Mehmed Mehdi] (1909), “Türklük Osmanlılık”, Peyman, 2, 5 Temmuz 1909.
—, [İmzasız] (1909), “Yeni Osmanlılar”, Peyman, 3, 12 Temmuz 1909.
—, [İmzasız] (1909), “Ziraat ve Zeamet”, Peyman, 4, 19 Temmuz 1909.
—, [İmzasız] (1909), “Arazi Münazaaları”, Peyman, 9, 23 Ağustos 1909.
—, [İmzasız](1909), “Firari Maznunlar-Gıyabi Mahkûmlar”, Peyman, 10, 30 Ağustos 1909.
Heyd, Uriel (2002), Türk Ulusçuluğunun Temelleri, çev. Kadir Günay, Ankara: Kültür Bakanlığı.
Issı, Murat (2012), “Peymân-Diyarbekir’in İlk Hususi Gazetesi”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, VII.
Kadri Cemil Paşa [Zınar Silopi] (1991), Doza Kurdistan, Ankara: Özge.
Jongerden, Joost (2016), Osmanlı Döneminde Diyarbekir’de Toplumsal İlişkiler (1870-1915), İstanbul: Bilgi.
Malmisanij (2010), Yirminci Yüzyılın Başında Diyarbekir’de Kürt Ulusçuluğu. (1900-1920), İstanbul: Vate.
Mevsim, Hüseyin (2016), Diyarbakır Sürgünleri: Bulgarların Kaleminden Kent Manzaraları 18621878, İstanbul: Kitap Yayınevi.
Rohat (1992), Ziya Gökalp’in Büyük Çilesi: Kürtler, İstanbul: Fırat.
Somel, Selçuk Akşin (2014), “Melekler. Vatanperverler ve Ajan Provokatörler: Mutlakiyet Devri Diyarbakır Okul Gençliği. Bürokrasi ve Ziya Gökalp’in İdadi Öğrenciliği’ne İlişkin Soruşturma Kayıtları. (1894-1895)”, Yakın Türkiye Tarihinden Sayfalar: Sina Akşin’e Armağan içinde, Mehmet
Ö. Alkan (ed.), İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, http://research.sabanciuniv.edu/24852/, erişim tarihi: 1 Şubat 2017.
Şehsuvaroğlu, Lütfü (2003), Ziya Gökalp, İstanbul: Alternatif.
Toker, Yalçın (1999), Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, 2. baskı, İstanbul: Toker.
Tunaya, T. Zafer (1998), Türkiye’de Siyasal Partiler: İkinci Meşrutiyet Dönemi, 1. Cilt, İstanbul: İletişim.
Vakkasoğlu, Vehbi (2013), Tarih Aynasında Ziya Gökalp, İstanbul: Nesil.
157