DİL ARAŞTIRMALARI
Journal of Language Studies
Yıl: 15, Dönem: 2021/Bahar, Sayı: 28
ISSN 1307-7821 | e-ISSN 2757-8003
ÇEVİRİ MAKALE
Translation
Türkler ve Kurtlar
Turks and Wolves
Çeviren
Sir Gerard Clauson
Mustafa Levent Yener
Orijinal Künye
Clauson, Sir Gerard (1964). Turks and
Wolves. Studia Orientalia, XXVIII 2: 322.
Atıf
Dr. Öğr. Üyesi, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, Fen Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Çanakkale / Türkiye
[email protected]
0000-0001-6978-8981
ÖZ
Revised
31.03.2021
Türklerin en eski tarihleri hakkındaki kitaplarda, alışıldığı üzere, Türkler
ve kurtlar arasında tarih öncesi bir akrabalık olduğuna, Türklerin atalarını
dişi bir kurda götürdüklerine, en eski savaş sancak direklerinin üzerinde
altın kurt başlarının bulunduğuna dair ifadeler vardır. Bunların hepsi ilkel
Türklerin totemik inançlarının olduğunu ve kurdun onların totemi
olduğunu gösterir. Eski Türk edebiyatında (terimi olabilecek en geniş
anlamında kullanarak) bunu destekleyecek hiçbir şeyin bulunmaması bu
ifadedeki en garip şeydir; bu iddia tamamen yabancı tanığa ve aşağıda
tartışacağım, nispeten daha geç döneme ait bir metne dayanmaktadır.
Türk dillerinde ‘kurt’a karşılık gelen iki sözcük bulunur, bunlardan
bilinen en eski biçimler böri: ve kurttur. Clauson, makalesinde dil
verileri, efsaneler ve metinlerden yola çıkarak Türklerde kurt toteminin
yerini tartışıyor.
Anahtar Kelimeler: Türkler, kurt, böri, totem, Asena, Açina
Kabul
ABSTRACT
Accepted
06.04.2021
Books about the earliest history of the Turks customarily contain the
statement that there was a kind of primaeval affinity between Turks and
wolves, that the Turks traced their ancestry back to a she-wolf, and that
their earliest battle standards were golden wolves heads on poles. All this
is interpreted as indicating that the primitive Turks had totemic beliefs
and that the wolf was their totem. The oddest thing about this statement is
that there is nothing to support it in early Turkish literature (using that
term in the widest possible sense); it rests entirely on foreign evidence
and on one comparatively late text which I shall discuss below. There are
two words for wolf, in the Turkish languages, the earliest known formss
of which are böri: and kurt. In this paper Clauson discusses the wolf
totem in Turkish culture under the light of linguistic evidences, legends
and written texts.
Keywords: Turks, wolf, böri, totem, Asena, Achina
Citation
Clauson, Sir Gerard
(2021).
Türkler ve
Kurtlar (Çev. Musta-fa
Levent
Yener).
Dil
Araştırmaları, 28: 187198.
Başvuru
Submitted
21.03.2021
Revizyon
Çevrimiçi Yayın
Published Online
31.05.2021
1 8 6 | Sir Gerard Clauson (Çev. Mustafa Levent Yener) | Dil Araştırmaları 2021/28: 185-198
Prof. Martti Räsänen adı, Türkologların sorunları tartışmak için bir araya geldiği
her yerde saygıyla anılır. Onun için çıkarılan Armağan sayısına katkıda bulunmak için
davet edilmek bir ayrıcalıktı ve hak ettiği dikkati henüz görmeyen bu sorunların daha
gizemli olanlarından biri üzerine yaptığım bu çalışmayı, ustaya ithaf etmiş olmak
büyük bir zevk.
Türklerin en eski tarihleri hakkındaki kitaplarda, alışıldığı üzere, Türkler ve kurtlar
arasında tarih öncesi bir akrabalık olduğuna, Türklerin atalarını dişi bir kurda
götürdüklerine, en eski savaş sancak direklerinin üzerinde altın kurt başlarının
bulunduğuna dair ifadeler vardır. Bunların hepsi ilkel Türklerin totemik inançlarının
olduğunu ve kurdun onların totemi olduğunu gösterir (Grousset 1939: 125; Liu 1968:
460).
Eski Türk edebiyatında (terimi olabilecek en geniş anlamında kullanarak) bunu
destekleyecek hiçbir şeyin bulunmaması bu ifadedeki en garip şeydir; bu iddia
tamamen yabancı tanığa ve aşağıda tartışacağım, nispeten daha geç döneme ait bir
metne dayanmaktadır. Yabancı tanığı tartışmadan önce, eski Türk edebiyatında kurda
karşılık gelen sözcükleri özetlememe izin verin. Türk dillerinde “kurt”a karşılık gelen
iki sözcük bulunur, bunlardan bilinen en eski biçimler böri ve kurttur. (Bu sözcükler,
13. yüzyıla ait Moğolların Gizli Tarihinde geçen ve Moğolcada “kurt”a karşılık gelen
en eski sözcük činō’dan tamamen farklıdır. Bir iki evcil hayvan da dahil olmak üzere
başka hayvanlarda olduğu gibi, Türklerin ve Moğolların birbirlerine âşinâ olmadan
önce kurtlarla âşinâ oldukları açıktır.)
Böri: MS 8. yüzyıla kadar geriye götürülebilecek eski Türkçe anlatı metinlerinde
izlenebilir. Tek heceli bir kök ve ekin birleşimi olarak çözümlenemeyecek temel bir
sözcüktür. Güney-Batı grubu Türk dilleri (Azerbaycan Türkçesi, Osmanlı Türkçesi/
Türkiye Türkçesi ve Türkmence) hariç bütün modern Türk dillerinde, bazı fonetik
varyantlarla “kurt” için kullanılan yerli bir sözcüktür. Kurt, sözcüğü en eski 11. yüzyıla
kadar götürülebilir. Kaşgarlı Mahmut1, I, 342 “kurt” sözcüğünün tüm Türk dillerinde
“tırtıl, böcek” anlamına geldiğini fakat (Güney-Batı grubu dillerinin atası olan)
Oğuzcada “kurt” anlamına da geldiğini söyler. Bu durum halen sürmektedir; bütün
modern Türk dillerinde kurt, “tırtıl, böcek” anlamındadır. Azerbaycan Türkçesi,
Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde hem “kurt” hem de “tırtıl, böcek”
anlamındadır. Bu lehçelerde böri: sözcüğü bilinmemektedir. Türkmen Türkçesi biraz
sıra dışıdır; “kurt” sözcüğü için hem ğurd hem de böri: sözcükleri ve “tırtıl, böcek”
anlamı için, ğurd sözcüğünün küçültme biçimi olan ğurçuk sözcüğü bulunur. Hem
“kurt” hem de “tırtıl, böcek” anlamlarında aynı sözcüğün kullanılması kurtlara karşı
çok da saygılı bir tutum değildir; eğer soy ağacınızın tepesinde bir dişi kurdun
bulunduğuna inadıysanız onu “tırtıl, böcek” ile karıştırmaktan hoşlanmazsınız.
Eğer kurt totem kuramı kabul edilecekse, bu doğrultuda muhtemel bir açıklama
vardır fakat bu kabulümü, bana mantıksız geldiğini belirtmek koşuluyla ifade
ediyorum. Aşağıda göstereceğim üzere yabancı kanıt Türkçe konuşan sadece bir boya,
1 Kaşgarlı Mahmut’un Divanu Lugâti’t-Türk adlı yapıtı 11. yüzyılın üçüncü çeyreğinde yazılmıştır,
Eski Türkçenin bugüne kadarki en önemli otoritesidir. Bu çalışmada ona yapılan atıflar Besim
Atalay’ın Türk Dil Kurumu tarafından, 1939-41 yılları arasında üç cilt olarak yayımlanan çevirisine
yapılacaktır.
T ü r k l e r v e K u r t l a r | 187
Türkü boyuna, ilişkindir. Türküler ve Oğuzlar çoğu kez birbirlerine karşı çekilmiş
kılıçların ucundadırlar; İlteriş Kağan’ın Batı Türkü İmparatorluğunu dirilttikten sonra,
ilk seferi 7. yüzyılın son çeyreğinde Oğuzlar üzerine olmuştur. Bu durum Oğuzları
öyle çileden çıkarmıştır ki düşmanlarının kurt totemini “tırtıl, böcek” olarak anmaya
başlamışlardır, iddiası ortaya atılabilir fakat ben, böyle olduğuna inanmıyorum.
Böri: sözcüğünün ilk görüldüğü yer, Bilge Kağan’ın, babası İlteriş Kağan’ın
gücünün yükselişini Çin’e on yedi yoldaşıyla başkaldırdığı haberi yayıldığında
diğerlerinin ona katıldığı ve yetmiş kişilik bir kuvvet topladığını anlatırken “Teŋri küç
birtük üçün, kaŋım Kağan süsi böri teğ ermiş, yağısı koñ teğ ermiş.” dediği Orhon
Yazıtları’dır2 (I Doğu 12; II Doğu II) (Orkun 1936-41). Metafor; başka birçok edebî
yazıdan alınmış olabilecek bir paralel olup Türkler ve kurtlar arasında herhangi bir
gerçek akrabalık iddiasında bulunmaz.
Böri: sözcüğünün kronolojik olarak bir sonraki görülüşü, elimizdeki yazması
Maniheist bir içerik taşısa da 8. veya 9. yüzyıllarda açıkça pagan bir Türk muhitinde
yazıldığı belli olan Irk Bitig3 adlı yapıttadır. Sözcük, bir tümcenin eksik bırakılmış
olduğu (yazmada benzer birçok hata bulunmaktadır) kanısını uyandıran 27. paragrafta
görülür. Der ki: “Zengin bir adamın koyunları korktu ve kaçtı. Bir kurtla karşılaştılar
kurdun ağzı sulanmaya başladı. (EKSİK?) O (Onlar) güvende ve sağlamlar. Bil ki bu
iyi bir kehanettir.” (Clauson 1966). Irk Bitig’te, buna benzer birçok hayvan hikâyesi
bulunur ve kehanetin iyi olduğu gerçeğine bağlı olarak koyunların kurtulduğu iddia
edilebilir. Her halükârda kurt, parçanın hainidir ki bu varsayılan ata için onursuz bir
roldür.
Böri: sözcüğü, Tuva (Yenisey) Yazıtlarında4 da görülür. Kızlasov tarafından 10.
yüzyıla ait olduğu belirlenen Malov No 11’in son satırında merhum “Yedi böri
öldürdüm. Bir leopar ya da sığın öldürmedim(?).” der. Sözcük, 9. yüzyılın ortalarına
ait yazıtın bir parçası olan Malov No. 12’nin ilk satırında geçer: ----- Çocuk (?) Böri:
Saŋun (Malov 1952) ifadesinin bir kişi adı olduğu açıktır. Türkçe kişi adlarında hayvan
adlarının bulunmasının olağandışı ya da anlamlı yanı yoktur. Bu alışılmış bir
fenomendir; örneğin 13. yüzyıl ortası Kıpçak diyalektine ait olduğu düşünülen
Houtsma yazmasında (1894) kuş, boğa, deve, aygır, şahin, tay, aslan ve böri kişi
adlarının birer unsuru olarak görünür, bunlar genellikle kara, boz, beyaz gibi bir renk
sıfatıyla veya demir ya da taş gibi bir mineral adıyla nitelenmiştir.
2 Bunların, Runik alfabeli diğer yazıtların ve belgelerin en kullanışlı neşirleri Hüseyin Namık
Orkun’un Türk Dil Kurumu tarafından, 1936-41 yıllarında dört cilt olarak yayımlanan Eski Türk
Yazıtları adlı çalışmasıdır. Kül Tėgin ve Bilge Kağan’ın mezar yazıtları ilk ciltte yer alır ve burada I
ve II, sırasıyla cephesi ve satır numarası olarak alıntılanmıştır. Bunlardan birkaç yıl önce dikilen
Toñukuk, Toñ. ve sonra satır numarası ile alıntılanmıştır. Prof. Aalto’nun JSFO 60’daki Toñukuk
Yazıtı neşri Orkun’unkinden daha üstündür.
3 Birçok kez yayımlanan bir fal kitabı, bk. Benim “Notes on ‘Irk Bitig’”, Ural-Altaischer Jahrbücher
XXXIII, 3-4 çalışmam. Bu metnin dili Türkü’dür, tıpkı Orhon Yazıtları’nınki gibi.
4 Orkun a.g.e. C. III’tekinden daha kullanışlı bir neşir, S. Ye. Malov, Yeniseyskaya Pis’mennost’
Tyurkov, Moskow-Leningrad, 1952 adlı çalışmadır. Bu yazıtların birçoğunun tarihlendirilmesi, L. R.
Kyzlasov, Novaya Datirovka Pamyatnikov Yeniseykoy Pis’mennosti, Sovetskaya Arkheologiya,
1960, part 3 adlı çalışmada verilen arkeolojik kanıtlarla henüz belirlenmiştir. Bu yazıtların dilinin eski
Kırgız Türkçesi olduğuna inanılmaktadır.
1 8 8 | Sir Gerard Clauson (Çev. Mustafa Levent Yener) | Dil Araştırmaları 2021/28: 185-198
Maniheist yazmaların (MY)5 Türkçe tercümelerinde böri: sözcüğüne iki referans
bulunur; her ikisinde de böri:, parçanın kötü adamıdır. 8. sayfadaki yeniden doğuşla
meydana gelen değişim örneklerinin birinde –“kuzu ya da buzağı gibi, aslan ya da kurt
yavrusu olarak yeniden doğduğunda, kendi sığır ya da koyun sürüsünü bozar.” denir.
Aynı örnek, daha kısa bir şekilde, MY, 18. sayfada ortaya çıkar. Maniheist yazmaların
ilkel pagan Türk inanışlarının kanıtları olmadığı, çok haklı olarak ileri sürülebilir fakat
bu kanıtlar bir derecede olumsuz kanıtlardır çünkü insanları kendi dinsel inançlarınıza
çekmeyi planlıyorsanız onların atalarını kasten aşağılayamazsınız. Arslan yavrusu, kurt
yavrusunu göstermeye gerek bırakmayacak bir örnek olarak hizmet ederdi
Türkçe bir Budist metninde böri: sözcüğünün bir kere geçtiğini belirledim; tabii ki
daha fazlası olabilir. Sekiz Yükmek Sūtra’da6 “Günahkâr canlılar” (yavlak tınlığlar)
“leoparlar, Sibirya kaplanları ve kurtlar”dan oluşur. Burada, Budist metinlerin Türk
inançlarının kanıtları olmayacağı yine iddia edilebilir. Buna karşı, eğer bunun gerekli
ya da uygun olduğu düşünüldüyse, kurtların kastî aşağılanmasından basitçe sözcüğü
atlayarak kaçınılacağı iddia edilebilir.
Uygur tıp metinlerinde7, reçeteler keçi, köpek, fare, domuz, tavşan gibi hayvanların
yanında kurtların ve hatta insanların çeşitli parçaları ve salgılarını (safra, kemik, dil
vs.) içermektedir. Reçeteler tabii ki yabancıdır fakat Türklerde kurtların öldürülmesi
hakkında tabu olmadığı açıktır; bir hayvan totemken totem hayvanın öldürülmesi
hakkında tabu olması normaldir.
Kaşgarlı tarafından kaydedilen Hakaniye konuşan Türkler ağırlıklı olarak
Müslümandırlar ancak onun alıntıladığı bazı şiirler, atasözleri, deyişler pagan döneme
kadar geri götürülebilir; bu nedenle Dīvān’ındaki kurtlara yönelik, yaklaşık bir düzine,
referans incelenmeye değerdir. Bunlardan üçü sadece kurdun uluma özelliğine
ilişkindir; geri kalanlarının birçoğu kurdun yırtıcılığı ve avcılığına ilişkindir; biri, III
219, kurt avlamaya giden bir adam hakkındaki bir şiir parçasıdır. Kurdun nispeten
olumlu olarak yansıdığı sadece bir pasaj bulunur. I 429’da Türk kadınlarının, çocuk
doğurduktan sonra ebelerine çocuğun kız mı erkek mi olduğunu öğrenmek için,
kızların tilki gibi cilveli ve kurnaz; erkeklerin kurt gibi cesur olacağını ima ederek
“Tilki mi yoksa kurt mu?” diye sordukları söylenir.
Bu metinler birkaç monografta neşredilmiştir. Burada alıntılanan, MY, A von Le Coq’un Türkische
Manichaica aus Chotscho, I, A. K. P. A. W., Berlin 1912 adlı çalışmasıdır. Anılan gerçek metinler
Uygur-A dilindedir. Bu, standart Uygurcadan sadece bazı alışılmadık seslendirmelerle ayrılır.
Metinler 8. yüzyılın ortalarından daha önceye ait olamaz, bundan bir ya da yarım yüzyıl sonra
yazılmış olmalıdırlar.
6 Türkische Turfantexte VI, S.P.A.W., Berlin 1934, satır 116; bu metin standart Uygurcadır ancak
Uygurca-A’dan bazı izler bulunur ve muhtemelen 8. veya 9. yüzyıla aittir.
7 Bu metinlerin ana koleksiyonu G. R. Rachmati, Zur Heilkunde der Uiguren I ve II, S.P.A.W., Berlin
1930 ve 1932’dedir. Diğerleri Türkische Turfan Texte VII ve VIII’de bulunur. Bu metinlerin hepsi
standart Uygurcadır ve “Toharca” ya da Sanskritçenin başka bir formu gibi başka dillerden
çevrildikleri kuşkusuzdur. Türkçe çeviri 8.-10. yüzyıllar arasına ait olmalıdır.
5
T ü r k l e r v e K u r t l a r | 189
Benim Kutaḏğu: Bilig8’te not ettiğim kurt referansları kurt ve kuzunun dostça
yaşadığı altın çağları tasvir eden pasajlara (449. ve 1040. beyitler) ilişkindir. Kutaḏğu:
Bilig’teki birçok fikir gibi bu da İslamî bir kaynaktan gelmektedir.
Erken dönem Türk edebiyatında hayvan başlı sancaklara ilişkin herhangi bir
referansa rastlayamadım. “Sancak” için eski Türkçede, 8. yüzyıla geri giden iki sözcük
vardır; bilinen en eski biçimler baḏrak (birçok modern dilde bayrak) ve tu:ğdur. Köken
olarak çok ince anlam farkları olmalıdır. Baḏrak her zaman “bir gönderin ucundaki
sancak ya da flama” anlamına gelmiş olmalıdır. Tu:ğ, “bir gönderdeki sancak”tan daha
fazlasını ifade etmiş olmalıdır. Sanskritçe bir dhāraṇī9 çevirisinde, parşömen tomarına
yazılmış “bu dhāraṇī’yi al ve tu:ğ uçınta (bir gönderin ucuna) tak” şeklinde bir talimat
bulunur. Fakat genellikle tu:ğ sözcüğünün daha geniş bir anlamı vardır; belki de
anlamı “hükümdarlığın görünür bir işareti”dir. Kāşgarlı’ ya göre, III 127, tu:ğ hem
“kağanın huzurunda çalınan bir davul” hem de “bir göndere bağlanmış sırmalı ya da
turuncu ipek kumaştan yapılmış bayraktan oluşan bir flama” anlamlarından gelir. Onun
zamanında bu flama, bağımsız bir bölgenin veya devletin bir biriminin sembolüydü;
buna bağlı olarak birden fazla bölgeye hükmeden bir kağanın birden fazla flaması
bulunmaktaydı fakat ne kadar çok bölgeye hükmederse hükmetsin bir kağanın
dokuzdan fazla flaması olamazdı. Kāşgarlı, Oğuz boylarının uygulamaları hakkında
hiçbir şey söylemese de H. A. R. Gibb ve H. Bowen’in Islamic Society and the West,
Vol. 1, Part I, Oxford Universty Press, 1950 adlı çalışmalarının 39. sayfasında elverişli
bir şekilde özetlenen Osmanlı İmparatorluğundaki uygulama hakkında fazlasıyla
bilgiye ulaşabiliyoruz. Osmanlı Türkçesinde “flama” için üç sözcük bulunur: Bayrak
(Redhouse’a göre genellikle yabancı ülkelerin flamaları için kullanılır), sancak açıkça
Osmanlı’ya özgüdür ve tu:ğ. Sancak sözcüğü, sıradan bir “bayrak” anlamını ifade
edermiş gibi görünür ve aynı zamanda bir bayrakla yetkilendirilen bölge valisi
tarafından yönetilen “bölge” anlamına gelir. Fakat beylerin ve emirlerin flaması, tu:ğ
adı verilen, bir göndere tutturulmuş ve üzerine altın bir top yerleştirilmiş at
kuyruğuydu. Bir sancakbeyinin sadece bir tu:ğa sahip olma hakkı vardır; beylerbeyinin
ise iki tu:ğ sahibi olma hakkı vardır, bir vezirin üç (bu nedenle paşalığın göstergesi üç
kuyruktur) ve baş vezirin beş tu:ğa sahip olma hakkı vardır. Sultanın kendisi, sefer
yürüyüşüne en fazla dokuz tu:ğ ile gidecektir (bk. İslam Ansiklopedisi tuğ maddesi).
Tu:ğ, Moğolca’da yeni dönem bir alıntı sözcüktür. 13. yüzyıla ait Moğolların Gizli
Tarihi’nde tu:ğ sözcüğü “yak öküzü kuyruğundan yapılan bir flama” anlamında geçer.
Moğollar, şüphesiz flama kullanma fikriyle birlikte sözcüğün kendisini de Türklerden
ödünçlemişlerdir. Bu, 12. yüzyılda, Dış Moğolistan’ın doğusunda Moğollarla ilişki
kuran Türklerin (muhtemelen Tatarlar) flama olarak hayvan kuyruğu kullandıklarını
gösterir. Eğer öyleyse, Karahanlılardaki sırmalı ya da ipek flamaların kullanılması
uygulaması şüphesiz, daha erken bir dönemden beri bu gibi flamalar kullanan
Çinlilerden ödünçlenmiş demektir.
Balasagunlu Yusuf Ḫaṣṣ Ḥācib tarafından Hakaniye lehçesinde yazılan ve MS 1070’te tamamlanan
didaktik şiir; edisyon kritiği R. R. Arat tarafından yapılmış ve 1947’de Türk Dil Kurumu tarafından
basılmıştır.
9 F. W. K. Muller, Uigurica II, A.K.P.A.W., Berlin 1910’da neşredilmiştir. Metin 27. Sayfada başlar
ve alıntılanan pasaj 38. sayfada 77. satırdadır.
8
1 9 0 | Sir Gerard Clauson (Çev. Mustafa Levent Yener) | Dil Araştırmaları 2021/28: 185-198
Benim çok yanlış bilgilendirildiğim flamalar konusu daha çok bir uzmanlık
alanıdır. Savaşlar örgütlü olaylar haline gelir gelmez, liderin yerini belirlemek için
flamalara ihtiyaç duyulduğu açıktır ve farklı yerlerde, farklı zamanlarda bağımsız
olarak flamalar icat edilmiş olmalıdır. Bazı arkeolog ya da sanat tarihçilerinin konunun
kapsamlı bir incelemesini yapacağını umuyorum fakat ilk bakışta göndere, flama işlevi
görecek bir heykelcik koymak Doğulu bir uygulama olmaktan çok Batılı bir
uygulamadır. Eski Mısırlılar MÖ 3. bin yıldan beri bu gibi hayvan heykelciklerini
“eyalet flaması” olarak kullanıyorlardı ve her okul çocuğu bilir ki Roma lejyoner
flaması gönder üzerindeki bir kartaldır. Eğer bazı Türkler, 6. veya 7. yüzyıllarda
gönderlerin ucunda altın kurtlar kullanmışlarsa bu fikri, diğer birçoğu gibi (alfabetik
yazı da dahil) Batıdan almış olmalıdırlar ve doğal olarak Çinliler bunun garip olduğunu
düşünmüşlerdir.
Tamğalar ve sancaklar arasında elbette bir ilişki olmalıdır. Temel olarak,
tamğaların açıkça en kullanışlı şekli, geometrik figürlerden oluşturulan ve hayvanlara
vurulan damgalar/ nişanlardır fakat bu figürler mezar taşlarında da kullanılmışlardır.
Tuva mezar taşları üzerindeki tamğalar hep geometrik karakterdedir10. Toñyukuk
yazıtı üzerindeki tamğalar da, eğer gerçekten tamğaysa, daha çok Roma tabula
ansatalarındaki ansalara benzerler fakat bir tabula ansata üzerine yazıt yerleştirme
uygulamasının Roma İmparatorluğu’ndan çıkıp Dış Moğolistan’a nasıl geldiğini
anlamak oldukça zordur ancak bu da batıdan ödünçlenmiş bir başka fikirdir. İstisna
olarak Kül Tigin’in mezar yazıtı ve Ongin yazıtının başında, profilden bir dağ keçisinin
silueti bulunur. İlki, en azından Batı Türklerinin hükümdarlık sarayının bir üyesi için
dikilmiş bir anıttır, bunun bir moda olduğunu düşünerek eğer hükümdarlık sarayı flama
olarak bir kurt başı kullanıyorduysa bunu bir tamğa olarak kullanmaması ve eğer
tamğa olarak dağ keçisi kullanıyorduysa bunu bir sancak olarak kullanmaması oldukça
sıra dışıdır.
Şimdi, bildiğim kadarıyla sadece Çinli olan yabancı kanıtlara döneyim. Hemen
dikkat çekmeli ki bu, zaten L. N. Gumilyov’un Strany i Narody Vostoka, MoskowLeningrad 1961’de Tri Ischeznuvshikh Naroda adlı makalesinde yapılmıştır. Bu kanıt,
Türkçe konuşan halkların hepsine değil, hakkında bilgi sahibi olduklarımız arasında en
eskisi olmayan fakat kuşkusuz tüm gruba adını veren ve Türkçe konuşan bir boya,
Türkü boyuna, ilişkindir. Bu kanıt kaydedildiğinde 7. yüzyıldaki Çinliler, birkaç
Türkçe konuşan boyu ve bu boyların bazılarıyla aynı veya neredeyse aynı dili konuşan
başka boyları tanıyorlardı. Çinliler, bu boyları etnik bir birim olarak asla kabul
etmediler; onları -örneğin Saksonlar ve İsveçliler gibi- ayrı, ilişkisiz ve farklı gördüler.
Sonuçta bu kabilelerin, kendilerine bakış açısı buydu. İlk Uygur kağanlığının kurucusu
anısına dikilen Şine-Usu yazıtında (Orkun 1936-41: 163 vd.), Türkülerden sadece
düşman olarak bahsedilmiştir; örneğin, Kuzey 10, “o zamandan sonra Türkü boyu yok
oldu.” Bu arada, bu halktan, üç tuğlığ Türkü boḏun “üç tuğlu (ya da eyaletli) Türkü
boyu” olarak bahsedilmiştir.
Türkülere ve onların kurtlarla akrabalığına ilişkin en erken Çin kaynakları, Çin
hanedan tarihilerinin üçünde bulunur, Chou Shu yaklaşık MS 629’da biter, Sui Shu
bundan yaklaşık 20 yıl sonra biter ve Pei Shih yaklaşık MS 629’da biter. Bilim
10
Bk. Kyzlasov’daki illüstrasyonlar, 4. notta a.g.e.
T ü r k l e r v e K u r t l a r | 191
adamları tarafından şimdiye kadar kullanılan ilgili metinlerin çevirileri Stanislas Julien,
Documents historiques sur les Tou-kioue (Turcs), Journal Asiatique, 1854 ve O.
Yakinf, İstoriya o Narodakh obitavshikh ve Sredney Azii v drevniya vremena, St.
Petersburg, 1859 (Sovyet Bilimler Akademisi tarafından N. Ya. Bichurin, Sobranie
sveden,y o Narodakh vs. olarak 1950’de Moskova’da yeniden basıldı) adlı
çalışmalarda bulunmaktaydı fakat bunların yerini Liu Mau-tsai, Die Chinesischen
Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken (T’küe), Wiesbaden, 1958’deki çeviriler
almıştır. Bu üç tarih kitabında bizi ilgilendiren sayfalar, büyük ölçüde özdeştir.
Aslında, Chou Shu’da bulunan Türküler hakkındaki sayfalar erken bir tarihte
kaybolduğunu, Pei Shih’teki (Liu 1968: 473 vd.) paralel sayfaların bir kopyasının bu
kaybolan sayfaların yerine konduğunu varsayabiliriz. Tüm bu bölümler kaybolan eski
metinlerden derlenmiştir; Chou Shu'nun (veya özgün bölüm buysa Pei Shih'in) yazarı
tarafından bir araya getirilip getirilmedikleri veya şu anda ulaşamadığımız daha önceki
bir metinden blok halinde alınıp alınmadığı belirsizdir.
Ne olursa olsun, malzemenin MS 629’dan bir süre önce veya 659’dan çok kısa bir
süre önce toplandığını kabul etsek de bu malzeme Türkülerin halen en güçlü oldukları
dönemde toplanmıştır ve Çinli yazarlar, onlarla herhangi bir oranda doğrudan ilişki
içindedirler. Bilgi verenlerden en azından biri, Türkü dilini, böri: sözcüğünün “kurt”
anlamına geldiğini bilecek kadar biliyorlardır. Chou Shu’nun Türkülerin sancaklarının
üzerinde altın kurt başları taşıdıkları ifadesinden hemen sonra Kağan’ın korumalarının
(?, S. Julien “krallarının peyklerinin”, Bichurin “muhafızlar”, Liu “güvenlik
görevlileri”) fu-li olarak adlandırıldığı, “Eski Çince” b‘i̯u-ljiḙ (Karlgren 1940: 23 vdv.),
“Orta Çince” (Pulleyblank 1940) bi̯u-li̯ḙ ve fu-li’nin anlamının “kurt” olduğu ifadesi
gelir. Böri: sözcüğü için “koruma, muhafız” anlamlarının bulunduğu hakkında hiçbir
Türkçe otoritesinde bir bilgi yoktur; bunlar her ne iseler (“muhafız” Türkçe bir kavram
olmaktan çok Çincedir, Julien’in çevirisi Türkçe bağlamda daha makul görünmektedir)
gerçekte böri: değil, boyla: olarak adlandırılırlar. Dile yeterince hâkim olmayan, l sesi
ve alışkın olmadığı r sesini ayırt etmesi güç olan bir Çinli için iki sözcük çok benzer
duyulabilir ve boyla: bağlama çok iyi uyacaktır. Türkü dilinin kendisinde iki özel adda
bir tamlayıcı olarak görünür, Toñukuk Boyla: Bağa: Tarkan, Toñukuk’un tam adı ve
unvanı kendi yazıtı, 6. satırda ve Güney II 14’te ve Suci yazıtında (Orkun 1936-41:
156) anılan Boyla: Kutluğ Yarğan, Kutluğ Bağa: Tarkan Óge:’nin buyruğu. Bununla
birlikte, Proto-Bulgarcada boyla’nın, iyi işler başaran yüksek bir memur unvanı olduğu
bilinir (Pritsak 1955: 40 vdv.). Sözcük; Eski Kilise Slavcasında ve Orta Grekçede
ödünç sözcük haline gelir, Orta Grekçe de ise başka bir ödünç sözcükle, Latince comes
“muhafız”, az çok eş anlamlıydı.
Türkülerle bağlantılı olarak kurtlara diğer bütün göndermeler, onların kökenleri ile
ilgili bölümlerde görülür. 7. yüzyıldaki Çin çevrelerinde bu konu hakkında büyük bir
belirsizlik olduğu açıktır. Türkü adı, ilk kez 6. yüzyılın ortalarında, birden bire ortaya
çıkan ve ilk olarak Juan-juanları, sonra Heftalitleri yıkan ve birkaç yıl içinde şimdiki
doğu Dış Moğolistan’dan şimdiki Sovyetler Birliği’ne kadar yayılan bir “imparatorluk”
kuran bir boyun adı olarak tanınmaya başlanmıştır. Açıkçası Çinliler bu dinamik halkın
kökeni hakkında çok meraklıydılar; aynı şekilde, soruna basit bir yanıt bulmuşlardı ve
Chou Shu ve Sui Shu'nun her ikisi de, biri her ikisinde de ortak olan ve diğeri birbiriyle
tamamen çelişen, iki öykü anlatır. Akla yatkın tek öykü, Sui Shu’nun (Liu 1968: 40)
1 9 2 | Sir Gerard Clauson (Çev. Mustafa Levent Yener) | Dil Araştırmaları 2021/28: 185-198
84. bölümünün başındakidir. “Türkülerin ataları (Kansu’daki) P’ing-lianglı barbarlarla
(Hu) karıştılar. Onlar (örneğin reisleri) A-shih-na adını aldılar. Kuzey Wei imparatoru
T’ai-wu-ti, Tsü-kü’yü (MS 397’den 439’a kadar Kansu’daki Kuzey Liang eyaletini
kuran ve yöneten bir Hsiung-nu boyu) yok ettiğinde A-shih-na 500 aile ile JuanJuanlara kaçmış ve Altay dağlarının güney yamaçlarında demircilik yaparak nesiller
boyu yaşamışlardır.” Metin bundan sonra fanteziye kaçarak devam eder: “Altay dağı
miğfere benzer; bu halk miğfere t’u-küe der ve kendilerini de böyle adlandırırlar.”
Türkçede “miğfer” anlamında, türkü sözcüğüne zayıf da olsa benzerlik gösteren bir
sözcük yoktur; o zamanlarda, o alanda “miğfer” için buna benzer bir sözcüğün
kullanıldığı -belki bir Hint Avrupa ya da Ural dili- bir dilin bulunması olasıdır; eğer
buna ışık tutacak birileri varsa onlar da Fin meslektaşlarımızdır. “Miğfer” için
kullanılan en eski Türkçe sözcük yışık’tır; bazı modern diller, ilk başta paralelmiş gibi
görünen tulğa gibi sözcükler kullanırlar, bunlar gerçek Türkçe sözcükler değildir,
bunlar aslında Moğolca “miğfer” anlamına gelen, en erken 14. yüzyılda kaydedilmiş ve
hemen sonra Türkçede ödünç bir sözcük olmuş duğulğa sözcüğünün bozulmuş halidir,
ilk biçimleri dawulğa/dawluğa/tawulğa/tawluğa olarak 15. yüzyılda Çağatay Türkçesi
(Senglah Lugati, 165v. 28 ve 224v. 27.) ve 15. yüzyıl Osmanlı Türkçesinde (TTS I,
700, TTS II, 685) görülür.
Aşağıdaki gibi özetlenebilecek bu bölüm, Sui Shu’daki ikinci öyküyle başlayan
(Liu 1968: 5) Chou Shu’da bulunmaz. Türküler, Hsiung-nuların A-shih-na soy adıyla
anılan ayrı bir boyudur ve komşu bir boy tarafından, ayakları kesilerek sağ bırakılan 10
yaşında bir çocuk haricinde yok edilmişlerdir. Bu çocuk, kendisine on çocuk doğuran
bir dişi kurt tarafından dost edinilir. Aile, bir geçitten etrafı tamamen Turfan’ın
güneyindeki dağlarla çevrelenmiş bir yaylaya geçerler. Her çocuk yabancı bir kadınla
evlenir ve bir boy adı alır, bu boylardan birinin adı A-shih-na’dır. Birkaç kuşak sonra,
bütün boylar tekrar ortaya çıkarlar ve Juan-Juanların hizmetine girerler. Chou Shu’da
demir işçiliği ve miğfer hakkındaki hikayeler burada devam ediyor; bunların daha önce
anlatıldığı Sui Shu’daki aynı bölümde ise öykü kurt kökenlerini unutmamaları için
hükümdarın çadırının önüne bir kurdun başıyla süslenmiş bir bayrağın dikildiği
öyküsüyle değiştirilir.
Chou Shu’daki ikinci öykü aşağıdaki gibi özetlenebilir: Türkülerin ataları, Hsiunnuların kuzeyindeki So ülkesinden (çok belirsiz bir terim) geldiler. Ulu hakanları 17
(başka bir versiyonda 70) erkek kardeşi olan A-pang-pu’dur. Annesi dişi bir kurt olan
bir kardeşinin adı I-chih-ni-shih-tu’dur. I-chih-ni-shih-tu adlı kardeşi hariç, tüm ailesi
katledilmiştir. Sihirli güçleri vardı; rüzgâr ve yağmuru kontrol edebilirdi. İki kadınla
evlenmiş ve dört oğlu olmuştu. Adı Türkü olan bir oğlunun on karısı vardı ve
bunlardan olan çocukları annelerinden sonra boy adlarını almışlardır. A-shih-na
adındaki en gençleri, sadece bir cariyenin oğluydu fakat Türkü öldükten sonra, diğer
erkek kardeşlerinden daha yüksek bir ağaca sıçrayabildiği için ulu hakan ilân edildi.
Bundan sonra metin, MS 545’lerden kitabın yazıldığı zamana kadarki Çin ve Türkü
ilişkileri hakkında ciddi bir tarihe dönüşür. Sui Shu’dakinden biraz farklı olan kurt başlı
flamalar hakkındaki öykü; MS 553 yılındaki olayların anlatımını izleyen Türkü
gelenekleri hakkındaki paragraflardan biraz sonra gelir.
Chou Shu’nun yazarının gösterdiği gibi, iki öykünün ortak özellikleri dişi kurttur
fakat büyük öneme sahip iki ortak özelliği daha bulunur. İlki, on Türkü boyu ya da A-
T ü r k l e r v e K u r t l a r | 193
shih-na’nın asil boyu olduğunun söylenmesidir. Diğer Çin otoritelerinden ve Türkü
kayıtlarından açık bir şekilde anlaşıldığı üzere, Türkü halkı değil ama Batı Türküler on
boydan oluşmaktaydı. Orhon Yazıtları’nda On Oklar’a (ok sözcüğünün yanında “boy”
anlamına gelen ok ya da uk sözcüğünün olduğunu varsaymak için hiçbir neden yoktur;
bu, başka bir ok sözcüğünün tek mecâzî anlamı değildir) yarım düzine referans11
bulunmaktadır ve Doğu Türkü İmparatorluğu’nun tekrar kurulduğu 8. yüzyılın
başlarındaki Batı Türkü’nün boyun eğdirilmesi gereken düşman akraba halk olarak
görülmediği de açıktır.
Böylece, bu etnogenetik efsanelerin kapsamlarını daraltabiliriz ve bunların sadece
Batı Türkülerle ilişkili olduklarını düşünebiliriz. Bu, ilk öyküde ırkın beşiğinin “Kuzey
Turfan” olarak belirlenmiş olması gerçeğiyle doğrulanır ki bu bölge, Batı Türkü
bölgesidir.
Bu iki efsanenin ortak özelliklerinin ikincisi, burada sözü edilen öykülerin
Türkülerin kendilerinden toplanmış olmasıdır; bu öyküler, Jordanes’in Avrupa
Hunları’nın “Got dilinde Haliurunnae olarak adlandırılan cadıların” ve İskit çöllerinde
dolaşan bazı kötü ruhların şeytanî birlikteliklerinden doğan çocukları olduğunu
söylediği öyküsü gibi, düşmanları tarafından yayılan öyküler olmaları da eşit olasılığa
sahiptir (Thompson 1948: 19). Düşmanlarınıza bir hayvan ata atfetmekte olağandışı bir
şey yoktur. Hem İngilizce -hem de Rusça- konuşan dünyada (diğerleri hakkında kişisel
bilgiyle konuşamam) işçi sınıfının öfkeli bir üyesinin kendi muhalifliğini dişi bir
köpeğin yavrusu olarak tanımlaması olasıdır. Tabii ki Türkülerin dişi kurt atalarının
gerçekten düşmanları tarafından yayılmış kaba bir küfür olduğunu kendimden emin bir
şekilde iddia etmiyorum fakat bu olasılık da inkâr edilemez. Her iki efsanenin de Batı
Türkü hakan ailesinin dişi atalarının özel ad olarak “dişi kurt” ifadesini kullandıkları
gerçeğinin çarpıtılmış öykülerini anlattığı olasılığı da inkâr edilemez. Birçok Türk özel
adının bir hayvan adı içerdiğini zaten belirtmiştim. 13. yüzyılda bir Kıpçak Türkü,
babasının adının Ak Bars olduğunu söylediğinde sizin bunu harfi harfine babasının
beyaz pars olduğu şeklinde anlamanıza bu Kıpçak’tan daha fazla kimse şaşıramaz.
Türküler hakkındaki bu efsanelerin Moğol etnogenetik efsaneleriyle paralel
oldukları da iddia edilmiştir. Moğolların Gizli Tarihi’nde açıklandığı üzere Cengiz
Han’ın soy ağacında (Pelliot l949: 21) ilk nesil (kendisi 23. sıradadır) Börte Çinō ve
Qu’ai Maral “Mavi gri kurt” ve “Gri maral”dır fakat bunların da özel adlar ve sözü
edilen gerçeğin edebî ifadeleri olarak algılanmaması için neden yoktur. Her halükârda,
kurtların cinsiyetleri birbirlerinden farklıdır, Türkler ve Moğollar tarih öncesinde
ortaklıkları olmayan farklı milletlerdir, bu nedenle böyle bir karşılaştırmanın hiçbir
geçerliliği yoktur.
Aynı şekilde, bunların özgün Batı Türkü efsaneleri olmaları da olasıdır fakat
hayvan atalar, ilkel Türkler gibi bozkır kökenli halklardan çok ilkel Moğollar gibi
orman kökenli halklarda bulunuyormuş gibi görünmektedir. (Türkülerin Altay
dağlarında yaklaşık yüz yıldan fazla oturmamış yerleşmemiş oldukları düşünülebilir).
Benzer bir şekilde, kağanlığa uygunluk testi için ağaçların tepesine sıçrama testi,
ağaçların nadir bulunduğu bozkırlar için karakteristik değildir.
11
I D 19, II D 16; Toñ. 19, 30, 33, 42, 43. satırlar.
1 9 4 | Sir Gerard Clauson (Çev. Mustafa Levent Yener) | Dil Araştırmaları 2021/28: 185-198
Sonuç olarak kurtlar hakkında herhangi bir antik metinden daha iyi bilgi veren
Oğuz Name adlı, tek Türkçe belgeye geleyim. W. Bang ve G. R. Rahmeti tarafından,
Die Legende von Oghuz Qaghan, S.P. A.W., Berlin 1932 künyesiyle yayıma
hazırlanan, şu an Paris’te Bibliothèque Naitonale’de bulunan eserin hangi tarihte ve
nerede yazıldığı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bu yazma, eserin neredeyse tam tek
yazmasıdır fakat buna benzer bir metin İran’da 18. yüzyıla kadar biliniyor olmalıdır
çünkü MS 1759’da yazılmış Senglah’da kısa bir alıntı bulunmaktadır. (Clauson 1960:
12) Metin, 13. yüzyıldan daha eski olmamalıdır çünkü söz varlığında birçok Moğolca
(Farsça kadar) alıntı sözlük bulunur ve genellikle söylendiği gibi özgün Uygur
yazısıyla değil; bu yazının Cengiz Han tarafından uyarlanan biçimi olan Resmî Moğol
Alfabesiyle yazılmıştır. Aslında o yazının bayağı sıra dışı bir numunesi olsa da
neredeyse buna yakın olan tek Türkçe (belki Moğolca olanlar da bulunur) numunesi,
Codex Cumanicus’un 30r. no’lu yaprağına yazılmış olan bitig sözcüğüdür. Onun
içinde güzel Türkçe sözcüklerin tamamen Moğolca imlâları da bulunur, ta:m sözcüğü
için ta’am, ka:r için ka’ar gibi. Yazıldığı kâğıdın uzmanlar tarafından incelenmesi
tarihlendirme hakkında ipucu verebilir. Buna bağlı olarak, bana göre, kuşkusuz çok
küçük bir ihtimalle 13. veya 14. yüzyılda gezgin bir baxşı: tarafından yazılmış
olmalıdır. Moğol resmî yazısıyla, Hazar ya da Aral denizi kıyısında yaşayan ve bu
bölgede konuşulan diyalektle bir pagan Türkmen boyunun beyi için yazılmış olması
muhtemeldir. Belgenin tüm atmosferi ve içeriği bunun bir Oğuz belgesi olması
gerektiğini kanıtlıyor ve “kurt” için böri: sözcüğünün Türkmence olması gerektiğini
akla getiriyor çünkü Türkmence, böri: sözcüğünün halen kullanımda olduğu tek
modern Oğuz dilidir.
Bu çalışmada kurtlara ilişkin geçerli başvuruları tartışmadan önce, onun kusursuz
doğasını düşünmek gerekir. Her şeyden önce bu belgenin tek pagan Oğuz-nâme
olduğuna inanıyorum, Oğuz boyları hakkındaki diğer resmî Oğuz-nâmeler ve daha az
resmî ifadeler (Kaşgarlı, Reşidü’d-din vs’deki) hep Oğuz’un Türk’ün oğlu, Yafes’in
oğlu, Nuh’un oğlu olduğu ya da benzer bir soy ağacına mensup olduğu ifadeleriyle
başlar ve güçlü bir İslâm havası ihtiva eder. Bu belgenin Oğuz Kağan hakkındaki tek
Oğuz-nâme olduğuna inanıyorum. Kaşgarlı’daki Oğuz sadece bir boy adıdır; Reşidü’ddin’deki ise bir kişinin adıdır ancak Oğuz Kağan olarak tasvir edilmez. Belge baştan ve
sondan eksiktir fakat Oğuz Kağan’ın 4. satırda anlatılan doğuşuna kadar çok fazla bir
kaybımız yoktur. Çok hızlı bir şekilde büyür (5. satırdan 19. satırlar arasında),
Sanskritçe bir sözcüğün erimesiyle oluşmuş “gergedan” adlı bir canavarı öldürmesi ilk
kahramanlığıdır (20.-49. satırlar arasında); canavarın resmi 49. satırda verilmiş resmi
gerçekte gergedandan çok farklı değildir. Olağanüstü güzellikte iki kadına rastlar (50.88. satırlar arasında) ve bunların her birinden üçer çocuk sahibi olur. Sonra bir şölen
verir (89.-102. satırlar arasında) ve daha sonra üzerinde duracağım bir şiir söyler ve
(103. -114. satırlar arasında) her yöne, her bir bölgedeki yöneticileri boyun eğmeye
çağıran mesajlar gönderir. Doğuda (115-123. satırlar arasında) Çin’in kuzeyindeki
Cin “altın” imparatorluğunun yöneticisi olarak tanıtılan Altun Kağan ona boyun
eğmiştir. Sonra batıda, Urum Kağan’a saldırır (124.-171. satırlar arasında). Sözcük
açıkça “Roma”yı temsil etmektedir; yani “Bizans”ı, fakat İdil üzerine seferler ve
savaşların ayrıntıları Bizans’ın güney Rusya’daki topraklarının kastedildiğini gösterir.
Sonra, açıkça Kievli bir Rus olan, Urum Kağan’ın kardeşi Urus Beg’e döner (172.-201.
satırlar arasında) ve hükümdarın oğlu ona boyun eğer. Sonra doğuya döner (202.-263.
T ü r k l e r v e K u r t l a r | 195
satırlar arasında), yüksek karlı dağları aşarak tekrar İdil’i geçer ve Curçet ülkesine
gelir. Curçen (tekil biçim), Çin krallığını kuran ve yöneten Tunguz boyunun adıdır ve
bu kısım görünüşe göre 115. ve 123. satırlar arasında anlatılanların tekrarıdır. Curçet
Kağan (264.-288. satırlar arasında) ona direnir ancak toprakları fethedilir. Sonra
Hindistan, Tangut ve Suriye’yi (Şa’am, Şām) fetheder (289.-295. satırlar arasında).
Yöneticisinin adı Masar olduğu için Mısır olduğu düşünülebilecek Barkan (?) adlı bir
ülkeyi kuşatır ve fetheder (296.-309. satırlar arasında). Sonra, Oğuzları üç Buzuk ve
üç Üç Ok boyuna bölünmesini anlatan bilindik altın yay ve üç gümüş ok öyküsü gelir
(310.’dan son satıra kadar)
Öykünün bölümleri ve Saklab (Slav) sözcüğünün saklap “saklayıp, saklamak”
sözcüğünden geldiğini iddia eden grotesk sözde etimolojilerin otantik Türkçe lezzetleri
varsa da Oğuz’un söz edilen bu ülkeleri fethettiğine gerçekten inanan birinin olduğunu
söylemek saflık olacaktır. Selçuklular bu noktaya herhangi birinden çok yaklaştılar
fakat yabancı hükümdarları kendisine boyun eğmelerini emreden mesajları gönderen
Cengiz Han’dı ve Güney Rusya, Kiev Rusyası, Tangut ve Curçen’i fetheden
Moğollardı. Bana göre, bu tuhaf metni, ateşli bir Tük milliyetçisi bir Moğol
efsanesinden alarak Cengiz Han’ı ve haleflerini Oğuz Kağan ile değiştirip Moğolca
orijinalinin lezzetini ve söz varlığını koruyarak Türkçeye tercüme etti. Kurtlarla ilgili
anlatılanların korunmuş olan Moğolca malzemenin parçaları olduğunu iddia etmek
mantıklı görünmektedir. Bebek Oğuz Kağan tasvir edilirken (12. ve sonraki satırlar)
“öküz bacağı gibi bacaklara, kurt beli gibi bele, samur omzu gibi omuzlara ve ayı
göğsü gibi göğse” sahip olduğu söylenir. Oğuz Kağan’ın şölende okuduğu şiir
şöyledir:
Men senlerge boldum kağan
Alalım ya takı kalkan
Tamğa bolsun bizge buyan
Kök böri bolsunğıl uran
Temür cıdalar bol orman
Av yerde yürüsün kulan
Takı taluy takı müren
Kün tuğ bolgıl kök korı’an
“Sizlere kağan oldum, oklarımızı ve kalkanlarımızı alalım. Erdem bize tamğa,
“mavi-gri kurt” uluması savaş naramız olsun. Demir mızraklarımız orman olsun, yaban
eşekleri avlaklarımızda gezsin. Denizler ve nehirler. Güneş tuğumuz, gök korıganımız
olsun.” Yazının eksikliklerine bağlı olarak transkripsiyon tamamen belirsizdir; eğer
metin gerçekten Türkmence ise “ve” bağlacı şüphesiz dakı olmalıdır; takı değil. Bu
şiire ilişkin en ilginç şey, sekiz uyaklı sözcüktür. Bunlardan sadece biri, Moğolcada
kullanılmayan orman sözcüğü, Türkçedir. Bu sözcük, tesadüfen daha önceki, orman
sözcüğü yerine yış ya da arığ kullanılan Doğu lehçelerinde bilinmeyen, tamamen Batı
Türkçesine özgü bir sözcüktür. Geriye kalan ikisi, uran ve müren, Moğolcadır; diğer
beş tanesi nihaî kökenleri ne olursa olsun (buyan, Sanskritçe punya) Moğolcada alıntı
sözcük olarak kullanılan Türkçe sözcüklerdir. Uran “savaş narası” özellikle kayda
değerdir. Savaş narası anlamına gelen Türkçe bir sözcük ya da eski Türkçe literatürde
savaş narasını karşılayan bir sözcük bilmiyorum. Görünüşe göre tu:ğ sözcüğünün
1 9 6 | Sir Gerard Clauson (Çev. Mustafa Levent Yener) | Dil Araştırmaları 2021/28: 185-198
karşıtı bir durumdur; uran Moğolca bir sözcüktür ve davranış bazı Türkler tarafından
ödünçlenmiştir. Bu şiirin “mavi gri kurt” konusunun kolaylıkla açıklanabileceği Moğol
şiir sanatından bir çeviri olması bana göre iyi bir olasılıktır; “mavi-gri kurt” yukarıda
adı geçen Börte Çinō’dur.
Diğer bütün atıflar, bir gün Oğuz Kağan’ın otağına gizemli bir ışık demeti içinde
gelerek (139. satır ve devamı) onun ordusunu ilk önce Urum’a ve daha sonra doğuya
Curçenlere götüren “mavi-gri kürklü ve yeleli dişi kurt”a yapılmıştır. Gizemli ışık
demeti, Alan-Kuya’nın çadırına gelip biri Cengiz Han’ın atası olan üç oğlunun babası
olan ve Alan-Kuya dul kaldıktan sonra “sarı bir köpek” donunda süzülüp giden
parlayan sarı adam (Pelliot l949: 123) şeklindeki gizemli ışık demetini çok
andırmaktadır. Sözü edilen iki sefer de Moğolların seferleridir, Oğuzların değil; yine
bir Türk değil Moğol efsanesiyle karşı karşıyayız, erkek kurt ya Börte Çinō ya da
köpek donundaki sarı parlak adamdır.
Resmin tamamına bakıldığında, totemik bir geçmişe sahip olan bir grup olarak
Türkçe konuşan halklardan söz etmek imkânsız gibi görünmektedir. Erken dönem Çin
otoritelerince anlatılan öyküler ve Oğuz-nâme aslen farklıdır; ikincisi ilkinden
geliştirilmiş olamaz. Oğuz-nâme’nin Moğol kökenli olması daha olasıdır.
Batı Türkü ile kurtlar arasındaki bağ bana çok sarsıntılı temellere, kendilerine özgü
olmayan iki etnogenetik efsaneye dayanıyor gibi görünüyor ve bu temeller, varsayılan
bir gerçeğin ifadesi olan özel bir adla -yanlış bir etimolojiden başka bir şey olmayan
bir Türkü yüksek yönetici unvanı- ve kurt başlı flamayla ilgili öyküyü karıştırmaya
dayanabilir. Sonuncusu çok önemli bir sınav olabilir. Hakanlık sancaklarını aramak
için doğru yer hakanlık mezarlarıdır; bunlar, İngiltere’de Sutton Hoo’daki mezarlarda
da Keldanî Ur’un mezarlarında da bulunur. Ne yazık ki Batı Türkü kağanlarının
mezarları hiçbir zaman belirlenmemiştir ve bildiğim kadarıyla bu bölgede, son
zamanlarda kazılmış zengin mezarların mantıken bu hanedanın kağanlarıyla bağlantısı
yoktur. Tabi ki bu kesin değildir; eğer kurt Batı Türküler tarafından kutsal görülmüşse
de sıradan mezarlarda ya da diğer arkeolojik kalıntılarda bu konunun ipuçları
bulunabilirdi. Sovyet arkeologları, bir zamanlar Batı Türkülerin sahip olduğu alanlarda
kapsamlı keşif ve kazı çalışmaları yürütmüşlerdir. Bu döneme, önceki ve daha sonraki
dönemlere ait birçok nesne bulmuşlardır. Bunlarla ilgili birçok yayını yüzeysel de olsa
inceledim12 ve aslan, kaplan, leopar, ayı, kartal, erkek geyik, keçi, “İskit canavarları”
gibi birçok hayvan olduğu halde kurt repertuvarda yoktu. Önemli bir ayrıntıyı gözden
kaçırmış da olabilirim; eğer öyleyse Sovyet meslektaşlarım beni düzelteceklerdir.
Fakat, bugün Batı Türküler, onların topraklarında yaşayan ataları ya da torunları ile
kurtlar arasındaki bağlantıya dair önemli bir ipucu yokmuş gibi görünmektedir.
12 A. N. Bernshtam, Trudy Semirecheskoy Arkeologicheskoy Ekspeditsii; Cchuyskaya Dolina (M. I.
A. 14) Moscow-Lerringrad, 1950; ay., Istoriko-Arkheologicheskie Ocherki Tsentral'nogo Tyanshanya i Pamiro-Alay (M. I. A. XXVI) Moscow-Leningrad 1951: P. N. Kozhemyako,
Rannesrednovekovye Goroda i Poseleniya Chuyskoy Doliny, Frunze, 1959: P.L. Kyzlasov,
Arkheologicheskie Issledovaniya na Gorodishche Ak-beshimt, 1953-4 (Trudy Kirgizskoy
Arkheologo-etnograficheskoy Ekspeditsii A.N., S.S.S,R. II, Moscow, 1959) ve Sovetskaya
Arkheologiya’da birçok çalışma.
T ü r k l e r v e K u r t l a r | 197
Bu çalışmayı hazırlarken yardım aldığım Londra Doğu ve Afrika Çalışmaları
Okulu’ndan Dr. V. L. Menage’ye teşekkür etmeliyim.
Dipnot
Bu çalışma tamamlandığında, Türklerin metal sancaklar kullandıklarına dair bir başka
kaynak buldum (Artamonov 1962: 215). 8. yüzyılda yaşamış bir Ermeni tarihçi olan
Gevond (Levond), şimdi Sovyet Azerbaycan’ı toprakları içinde olan Mugan Bozkırı’nda
MS 726’da gerçekleşen bir savaştan sonra Sa’id ibn Amr tarafından Hazarlardan elde
edilen ganimetler arasında “bakır bir figürden oluşan bir sancak” olduğunu söylemiş. Şekli
belirtilmemiş ancak bunun mantıken (İngiliz arkeologların “İskit canavarı” adını verdikleri)
bir “ejder” olduğunu iddia eder. Bunu iddia eder çünkü Kafkas Albanya kralına ait bir
misyonun Derbend’in güneyinde, Hazar kıyısındaki “Hun hakanlığı”nın yöneticisi olarak
anılan Alp İlteber’i, MS 682’deki ziyaret hakkındaki raporunda (Artamonov 1962: 187) 13,
“Hun”ların “fantastik hayvan” şeklinde altın ya da gümüşten yapılmış kişisel tılsımlar
taşıdıkları ifade edilmiştir. Bu ifadenin kurtları tanımlıyor olması güçtür.
Kaynakça
ARTAMONOV, Mihail İ. (1962). İstoriya Khazar. Leningrad.
ATALAY, Besim (1939-1941). Mahmud al-Kâşgari, Divanü Lûgat-it Türk (1073) Tercümesi. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
BANG, Willi; ARAT, G. R. Rachmati (1932). Die Legende von Oghuz Qaghan. Berlin: S.P. A.W.
BANG, Willi; GABAIN, Annemarie v.; ARAT, G. R. (1934). Türkische Turfantexte VI, Berlin: S.P.A.W.
BERNSHTAM, Aleksandr N. (1950). Trudy Semirecheskoy Arkeologicheskoy Ekspeditsii; Cchuyskaya
Dolina (M. I. A. 14). Moscow-Leningrad.
BERNSHTAM, Aleksandr N. (1951). Istoriko-Arkheologicheskie Ocherki Tsentral'nogo Tyan-shanya i
Pamiro-Alaya (M. I. A. XXVI). Moscow-Leningrad.
CLAUSON, Sir Gerard (1960). Sanglax. A Persian Guide to the Turkish Language by Muhammad
Mahdi Xan. London: E. J. W. Gibb Memorial, New Series XX.
CLAUSON, Sir Gerard (1966). “Notes on Irk Bitig”. Ural-Altaische Jahrbücher, XXXIII/3-4: 218-225.
DOWSETT, Charles J. (1961). The History of Caucasian Albanians by Movses Dasxuranci. London:
Oxford University Press.
GROUSSET, René (1939). L’Empire des Steppes. Paris.
HOUTSMA, Martijn T. (1894). Ein Türkisch-Arabisches Glossar. Leiden.
KARLGREN, Bernhard (1940). Grammatica Serica. Stockholm.
KOZHEMYAKO, P. N. (1959). Rannesrednovekovye Goroda i Poseleniya Chuyskoy Doliny. Frunze.
KYZLASOV, Leonid R. (1953-4). Arkheologicheskie Issledovaniya na Gorodishche Ak-beshim (Trudy
Kirgizskoy Arkheologo-etnograficheskoy Ekspeditsii A.N., S.S.S.R. II, Moscow, 1959).
KYZLASOV, Leonid R. (1960). “Novaya Datirovka Pamyatnikov Yeniseykoy Pis’mennosti”.
Sovetskaya Arkheologiya, 3: 93-120.
13 Rapor Moses Kalankatuaci’nin “History of the Caucasian Albanians” alınmıştır. Artamonov eserin
K. Patkanian tarafından St. Petersburg 1861’de yayımlanan çevirisini kullanmıştır; çalışması eserin J.
F. Dowsett, The History of Caucasian Albanians by Movses Dasxuranci, Oxford, 1961
yayımlanmadan önce tamamlanmıştır.
1 9 8 | Sir Gerard Clauson (Çev. Mustafa Levent Yener) | Dil Araştırmaları 2021/28: 185-198
LE COQ, Albert von (1912 ). Türkische Manichaica aus Chotscho I, A.K.P.A.W. Berlin.
LIU, M.-T. (1968). Die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost Türken (T'u-küe).
Wiesbaden.
MALOV, Sergey Y. (1952). Yeniseyskaya Pis’mennost’ Tyurkov. Moskow-Leningrad.
MULLER, Friedrich W. (1910). Uigurica II,. Berlin: A.K.P.A.W.
ORKUN, Hüseyin N. (1936-41). Eski Türk yazıtları I-IV. Ankara: TDK.
PELLIOT, Paul (l949). Hístoire Secrète des Mongols. Paris.
PRITSAK, Omeljan (1955). Die Bulgarische Fürtsenliste und die Sprache der Proto-Bulgaren.
Wiesbaden.
PULLEYBLANK, Edwin G. (1940). “The Consonantal System of Old Chinese”. Asia Major, IX: 206265.
Tanıklariyle Tarama Sözlüğü. (1943). İstanbul.
THOMPSON, Edward A. (1948). A History of Attila and the Huns. Oxford.