"Eisler'i okumak, kadınların besleyici ve hayat verici güçlerinden gelen insani
olanakların yeni dehlizlerine bir bakış atmaktır:'
New Wornen
"Ömrümüz boyunca yayımlanan en önemli eser.. . geleceği mümkün kılabilir."
Los Angeles Weekly
"Eisler'in oldukça rahat okunan bu sentezi... toplumsal tarihe yapılan önemli
bir katkıdır:'
Publisher's Weekly
"Hayal gücü yüksek ve inandırıcı bir eser:'
Library Journal
"Pek çok tarihi esrarı açığa çıkarırken... daha insanca bir dünyayı inşa etme
temellerini de atıyor."
The Hurnanist
"Büyüleyici...
sürükleyici...
Zamanımızın
esas
sorularından
bazılarım
cevaplamak için geçmişi, bugünü ve hatta geleceği mercek altına alıyor:'
San Diego Weekly
"Her şeyin değişebileceğine, hepimizin düşlediğimiz bir dünyayı yaratacağına
ve yaşatacağına dair ümidimi canlandırıyor."
Wornan ofPower
"Herkes bunu okuma fırsatını yakalamalı"
Chicago Tribune
"Daha önce hiçbir kitabı bu kadar övmerniştirn... Herkes. .. bu kitabı okuma
fırsatını yakalamalı:'
Ashley Montagu
"Eisler, bize tarihin derinlemesine bir incelemesini sunuyor ve ümit vaat
ediyor. İnsan olmanın ölümü değil, hayatı olumlamak olabileceğini gösteren
bu kitap, yılın en iddialılarından."
Minneapolis Star Tribune
"İnsanın anlayışının gelişimine ve varlığını sürdürmesine bilimin çarpıcı
uygulaması:'
Marija Girnbutas, Eski Avrupa'nın
Tanrıları ve Tanrıları kitabının yazarı
"Her açıdan harikulade... İnsan evriminin önemli bir resmi."
Nicolas Platon, Girit kitabının yazarı ve eski Acropolis Müzesi müdürü
"İnsan varoluşunun bir kutbundan diğerine cesur bir yolculuk:'
Charles Tilly, Tarih Profesörü, Yeni Sosyal Araştırmalar Okulu
"Bugün karşılaştığımız temel problemlere tutulan yeni bir ışık ... bütün kadın
erkek sorunsalına getirilen yeni bir açıklık... Temel bir katkı:'
]ean Baker Miller, Yeni Bir Kadınlar Psikolojisine Doğru kitabının yazarı
"Siyasal ve ekonomik sistemimizin yeni bir dengede durabileceğini gösteriyor:'
Hazel Henderson, AlternatifGelecekler Yaratmak kitabının yazarı
"Temel bir dönüm noktası:'
Barbara Walker, Kadınların Efsaneleri ve Esrarı Ansiklopedisi'nin yazarı
"Yeni bir ufka pencere açıyor, insamn durumunu görmek ve anlamak için yeni
bir bakış açısı... Öyle güç verici ki, araştırmayla şimdi ortaya çıkanlar daha
önceden mümkün dahi görünmüyordu:'
Sejourner
"Çok önemli bir kitap:'
Merlin Stone, Tanrı Kadınken ve Kadınlığın Antik Aynaları
kitaplarının yazarı
"Gelecek yıllarda da tartışılacağı kesin olan ufuk açıcı bir eser... Dünyadaki
kaderimizle ilgilenen herksin okuması gerekir:·
Ervin Lazso, Evrim: Büyük Sentez'in yazarı
"Truva'nın gün yüzüne çıkartılması ve çivi yazısının deşifre edilmesi kadar,
belki daha fazla önemli:'
Bruce Wilshire, Rutgers'da, NewJersey Devlet Üniversitesinde Felsefe
Profesörü
"Ölçülemeyecek kadar değerli ... kapsamı ve vizyonuyla gerçekten olağanüstü."
Gloria Orenstein, Güney California Üniversitesi, Toplumda Kadın ve Erkek
Çalışmaları Programında Profesör
"Çok önemli bir kitap... bireyin değeri, amacı ve kozmik tatmini sorununda
ufukları açıyor."
Robert Muller, Birleşmiş Milletler Barış Üniversitesi Rektörü
Maya Kitap: 92, İnceleme: 21
1. Baskı, İstanbul Ocak 2015
ISBN: 978-605-9902-04-5
Orijinal Adı: The Chalice and The Blade: Our History, Our Future
Copyright © by Riane Eisler
Kayi Telif Ajansı aracılığı ile Türkçe yayın hakları Maya Kitap'a aittir.
Yayın Yönetmeni: Tahir Malkoç
Editör: Banu Karakaş
Mizanpaj: Mehmet Büyükturna
Kapak: Gülay Tunç
Maya Kitap * Senifika: 14079
Merkez Mah. Kocarnansur Sok. No: 6/4 Şişli / İstanbul Tel: 0212 296 97 12
e-posta:
[email protected]
Kayhan Matbaacılık
*
www
.mayayayinlari.com
Sertifika: 12156
Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 244
Topkapı/İstanbul Tel: 0212 576 Ol 36
KILIÇ
Geçmişimiz, Geleceğimiz
KADEH VE
Riane Eisler
Danışman:
Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Beyazıt
Çevirmen:
Dr. Orhun Burak Sözen
Editör:
Dr. Evren Bayramlı
,
;
mayaitap
§'
Hem hayat hem de iş arkadaşım David Loyea...
Yazarın Biyografisi
Riane Eisler, barış ve feminizm konularında dünya çapında tanınmış bir araştırmacı,
fütürist, öğretim görevüsi, avukat ve Ortaklık Çalışmaları Merkezi eş başkanıdır.
Viyana'da doğduktan sonra, kendini Küba yolunda, geri çevrilen St. Louis'ten
önceki son seferde Nazilerden kaçan altı yaşında bir sığınmacı olarak bulmuştur.
Havana varoşlarında büyümüş ve on dört yaşında Birleşik Devletler'e göç etmiştir. Los
Angeles'taki Caüfornia Üniversitesi'nde sosyoloji ve antropoloji öğrenimi görmüş,
özel Phi Beta Kapa derecesiyle UCLA Hukuk Fakültesi'nde de hukuk doktorası
unvanı kazanmıştır.
Riane Eisler, Caüfornia Üniversitesi ve Los Angeles'taki Irnmaculate Heart
College'de ders vermiştir. Uluslararası seviyede tanınmış bir barış araştırmacısı ve
eğitimcidir. İlk çalışması Dünya Barış Ansiklopedisi'nde yer almıştır. Eski Birleşmiş
Milletler Araştırma Direktörü başkanlığındaki Genel Evrim Araştırmaları Grubu'nun
üyesidir. Evlilik, boşanma ve kadınların geleceği üzerine yazdığı Dissolution (Çözülme)
(McGraw-Hill 1977) önemli bir kitaptır. The Equal Rights Handbook (Eşit Haklar
Elkitabı) (Avon 1978), Birleşik Devletler Anayasası için önerilen Eşit Haklar
Değişiküği üzerine yol gösterici bir eserdir. Kadınlara ve çocuklara yardım edecek
kanunlara öncülük etmiş ve önemli örgütler kurmuştur. Bu örgütler arasında, Los
Angeles Kadınlar Hukuk Programı Merkezi (Bileşik Devletlerde türünde ilk olan) ve
Ortaklık Çalışmaları Merkezi yer almaktadır.
9
İçindekiler
Giriş: Kadeh ve Kılıç
15
lnsanla ngili thtimaller: lki Seçenek. Evrim Kavşaklan.
Kaos veya Dönüşüm.
ı.
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk: Medeniyetin Başlangıcı
2.
Geçmişten Mesajlar: Tanrıça'nın Dünyası
25
Paleolitik (Yontma Taş Devri). Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri).
Eski Avrupa
38
Neolitik Sanat. Tannçaya Tapınma. Eğer Ataerkillik Değilse
Anaerkillik Olmalı.
3.
Yaşamsal Fark: Girit
50
Arkeoloji Bombası. Yaşam ve Doğa Sevgisi.
Benzersiz Bir Uygarlık. Kesin Olanın Görünmezliği.
4.
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
62
Çevreden Gelen lstilacılar. Metalürji ve Erkek Üstünlüğü.
Kültürel Evrimde Değişiklik. Savaş, Kölelik ve Fedakarlık.
Medeniyetin Kesintiye Uğraması. Girit'in Yıkılması.
Parçalanan Bir Dünya.
5.
Kayıp Çağın Anıları: Tanrıça'nın Mirası
77
Evrim ve Dönüşüm. Altın Irk ve Atlantis Efsanesi.
Cennet Bahçesi ve Sümer Tabletleri. Medeniyetin Nimetleri.
Geçmişin Yeni Bir Görünümü.
6.
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: 1. Kısım
93
Anne Öldürme Suç Değil. Tahakküm ve Ortaklık Temelli
Zihinler. Efsanenin Metamorfozu.
11
7.
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım.
104
Tarihin Diğer Yansı: 1. Kısım
117
Tarihin Diğer Yarısı: il. Kısım
131
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
144
Uygarlığın Rotasını Yeniden Belirlemek. Tanrıçanın Yokluğu.
Seks ve Ekonomi. Tahakküm Ahlakı. Bilgi Kötüdür, Doğum
Kirlidir, Ölüm Kutsaldır.
8.
Gizli Mirasımız. Tabiatın Çevrimsel Birliği ve Dünyanın
İki Yarısının Uyumu. Antik Yunanistan. Androkratik
Doğru ve Yanlış.
9.
Hz. İsa ve Gilani. Baskı Altında Tutulan Metinler.
Gilanik Sapkınlıklar. Sarkaç Geriye Doğru Sallanıyor.
10.
Tarihte Bir Güç Olarak "Kadınsı Olan". Tarih Kendisini
Tekrarlıyor. Tarihte Bir Güç Olarak Kadınlar. Kadın Ruhu.
Satırın Sonu.
11.
Özgürlüğe Kavuşmak: Tamamlanmamış Dönüşüm
163
Aklın Başarısızlığı. Androkratik Öncüllere Meydan Okuma.
Seküler İdeolojiler. İnsan füşkilerinin Tahakküm Modeli.
İleri mi Geri mi?
12.
Evrimin Çöküşü: Tahakkümcü Bir Gelecek
177
Çözümsüz Sorunlar. İnsani Konular ve Kadın Konuları.
Totaliter Çözüm. Yeni Gerçeklikler ve Eski Efsaneler.
13.
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe
Doğru
189
Gerçekliğin Yeni Bir Görüşü. Yeni Bir Bilim ve Ruhsallık.
Yeni Politika ve Ekonomi. Dönüşüm.
Sonsöz
206
Notlar
216
Haritalar ve Tablolar
277
Dizin
289
12
Haritalar ve Tablolar
1.
Batı Avrupa'da Yontma Taş Devri Mağara Sanatına Ait Büyük Alanlar
277
2.
Andre Leroi-Gourhan'ın Yontma Taş Devri Sanatı Kronolojisi
278
3
James Mellaart'ın Hacılar ve Çatalhöyük Kronolojisi
279
4.
Yakın Doğu'daki Mezolitik ve Cilalı Taş Devri Kazı Alanları
281
5.
Eski Avrupa'nın Yaklaşık İlk Medenileşme Alanı
282
6.
Birinci Kurgan Dalgası (İ.Ö. yaklaşık 4300 - İ.Ö. 4200)
283
7.
Üçüncü Kurgan Dalgası (İ.Ö. yaklaşık 3000 - İ.Ö. 2800)
283
8.
Marija Gimbutas'ın Eski Avrupa Kültürünün Filizlenmesi ve
9.
Yıkımı Kronolojisi (yaklaşık İ.Ö. 7000 - İ.Ö. 2500)
284
Eski Avrupa ve Kurgan Kültürleri'nin Karşılaştırılması
285
10. Girit ve Diğer Antik Medeniyetlerin Kronolojik Karşılaştırılması
286
11. Minos Giriti'nin Ana Bölgeleri
288
12. Minos ve Miken Ticaret Yolları
288
13
Giriş:
Kadeh ve Kılıç
Bu kitap bir kapıyı aralamaktadır. Kapının kilidini açmak için çok sayıda insan ve ki
taptan yararlanılmıştır ve altında yatan pek çok yeni bakış açılarım tamamen keşfet
mek için çok daha fazlası gerekmektedir. Bu kapıyı açarken bile gıcırtılar, geçmişimiz
hakkında -ve olası geleceğimizle ilgili- büyüleyici yeni bilgiler ortaya koymaktadır.
Benim için bu kapıyı arayış, yaşam boyıı sürmüştür. Ömrümde çok önceleri
insanların değişik kültürlerde verili olanın-nasılsa her şeyin-her yerde aynı olmadı
ğım düşündüklerini gördüm. Benzer şekilde, çok önceleri insanlık durumu hakkın
da tutkulu bir ilgi geliştirdim. Çok küçükken, bildiğim görünüşte güvenli dünya,
Avusturya'yı Nazilerin ele geçirmesiyle çalkalandı. Babamın yaka paça götürülüşünü
izledim ve annemin mucizevi şekilde Gestapo'nun babamı serbest bırakmasını sağla
masından sonra ben, anne ve babam yaşamımızı korumak için kaçtık. Önce Küba'da
ve sonunda Birleşik Devletlerde, her birinin kendi gerçeklikleri olan üç farklı kültürde
yaşadım. Çok sayıda soru sormaya başladım. Bu sorular, benim için hiçbir zaman so
yııt olmadı.
Niye birbirimizin kötülüğünü istiyor ve birbirimize acı çektiriyoruz? Neden dün
yamız "insanoğlunun" erkeğe -ve kadına- kepaze, insanlık dışı muamelesi ile dolu? İn
sanlık kendi türüne karşı niçin bu kadar acımasız? Bizi kibarlık yerine eziyete, barış
yerine savaşa, hayatta kalma yerine yıkıma kronik olarak yönlendiren ne?
Bu gezegendeki bütün yaşam biçimlerinden sadece biz, arazilere ekim yapabi15
liyor ve yetişenleri hasat edebiliyoruz; şiir yazabiliyor ve müzik besteleyebiliyoruz,
gerçeği ve adaleti arayabiliyoruz, çocuğa okuma yazma öğretebiliyoruz -veya gülebi
liyor ve ağlayabiliyoruz. Yeni gerçeklikleri düşlemek ve bunları çok yeni teknolojilerle
gerçekleştirmek konusundaki benzersiz yeteneğimizden dolayı, kendi evrimimize ke
limenin tam anlamıyla ortağız. Ve, öte yandan aynı harika tür olarak biz, yalnızca ken
di evrimimizi değil, fakat aynı zamanda dünyamızdaki yaşamın çoğunu çevre felaketi
veya nükleer yok oluşla tehdit ederek sonlandıracak görünüyoruz.
Zaman akıp geçerken profesyonel çalışmaları sürdürdüm, çocuk sahibi oldum ve
artan ölçüde araştırmama odaklandım, gelecek hakkında yazarken ilgilerim genişledi ve
derinleşti. Çoğu insan gibi, hızla bir evrim kavşağına yaklaştığımıza ikna oldum. Şiın
diye kadar, seçtiğimiz yön bu kadar kritik olmamıştı. Fakat hangi yöne yönelmeliyiz?
Toplumcular ve komünistler problemlerimizin kökeninde kapitalizmin yattığını
söylerler; kapitalistler ise toplumculuk ve komünizmin bizi mahvoluşa sürüklediğinde
ısrar ederler. Bazıları sorunlarımızın "sanayi paradigması"ndan doğduğunu ve suçlan
ması gerekenin " bilimsel bakış açısı" olduğunu savunurlar. Hatta diğerleri hümanizmi,
feminizmi, hatta "eski güzel günlere", çapı daha dar, daha basit ve daha dindar bir çağa
dönüşe odaklanarak, laikliği suçlarlar.
Fakat eğer kendimize bakarsak-televizyona veya sabah kahvaltısında gazeteye
bakmanın karamsar, günlük ritüeliyle-kapitalist, toplumcu ve komünist milletlerin
nasıl benzer şekilde birbirlerini, hem insanı hem de çevreyi tehdit eden silah yarışı
na ve diğer tüm mantıksızlıklara doğru sürüklediğini görürüz. Ve eğer geçmişimize
bakarsak -Hunların, Romalıların, V ikinglerin ve Asurluların rutin katliamlarına veya
Haçlıların ve Engizisyonunun acımasız cinayetlerine bakarsak- bizden önce gelen
daha küçük, bilim öncesi, sanayi öncesi toplumlarda daha da çok şiddet ve adaletsizlik
olduğunu görürüz.
Geriye dönmek bir seçenek olmadığı için, nasıl ileriye gideriz? Büyük ve beklen
medik bir kültürel dönüşüm olan Yeni Çağ hakkında çok şey yazılıyor.' Fakat pratik
olarak, bu ne anlama geliyor? Neden neye dönüşüm? Hem günlük yaşamımız hem
kültürel evrimimiz bakımından gelecekte tam olarak ne farklı veya ne mümkün ola
cak? Kronik savaşlara, toplumsal adaletsizliğe ve ekolojik dengesizliğe yol açan sistem
den, barışa, sosyal adalete ve ekolojik dengeye geçmek gerçekçi bir ihtimal midir? En
önemlisi, sosyal yapıda hangi değişiklikler böyle bir dönüşümü mümkün kılar?
Bu sorulara cevap arayış, beni geçmişimizi, bugünümüzü ve bu kitabın dayan
dığı geleceğimizi yeniden sınamaya yöneltti. Kadeh
önceki çalışmalardan hem (tarihöncesi dahil)
ve Kılıç, insan toplumu hakkında
bütün insanlık tarihini hem de bütün
insanlığı ( hem kadınları hem erkekleri) hesaba katmasıyla ayrılan bu yeni çalışmayı
ortaya koymaktadır.
Eldeki verilere uyan yeni mekanizmalar için sanat, arkeoloji, din, sosyal bilim, ta
rih ve daha pek çok araştırma alanından kanıtları bir araya getiren Kadeh ve Kılıç, kül-
16
türel kökenlerimizin yeni hikayesini anlatmaktadır. Savaşın ve "cinsiyetlerin savaşı"nın
ne Tanrısal olarak ne de biyolojik olarak emredilmediğini göstermektedir. Daha iyi
bir geleceğin mümkün olduğunu doğrulamaktadır - ve bu gelecek, aslında geçmişte
gerçekten ne olduğunu gösteren büyüleyici tiyatro oyununa sıkı sıkıya bağlıdır.
İnsanla İlgili İhtitiıaller: İki Seçenek
Daha önce yaşanan, daha uyumlu barışçı çağın efsanelerine aşinayız. Kutsal Kitap·,
kadının ve erkeğin birbirleriyle ve doğayla uyum içinde yaşadığı bir bahçeden söz
etmektedir. Bu, bir erkek tanrının bundan sonra kadının erkeğe tabi kılınmasını bu
yurmasından öncedir. Çinlilerin Tao Te Ching'i kadınlık ilkesi ying'in erkeklik ilkesi
yang tarafından yönetilmediği bir zamanı, annenin erdeminin hala onurlandırıldığı ve
buna herkesçe saygı duyulduğu bir zamanı anlatmaktadır. Antik Grek şairi Hesiod,
"daha geri bir ırk" savaş tanrılarını getirmeden önce toprağı " barışçılığın kolaylığıyla"
süren "altın ırk" ı yazmaktadır. Araştırmacılar her ne kadar pek çok açıdan bu yapıtların
tarihöncesi olaylara dayandığında görüş birliğinde olsalar da kadınlar ve erkeklerin
ortak olarak yaşadıkları zamana göndermeler, geleneksel olarak düşlemden öte görül
memiştir.
Arkeolojinin hala emekleme devrinde olduğu zamanda, Heinrich ve Sophia
Schlieman'ın kazıları, Homeros'un Truva gerçekliğinin gün ışığına çıkarılmasına yar
dım etmiştir. Daha bilimsel metotları kullanan daha eski kazıların yorumlarıyla bir
leşerek günümüzdeki arkeoloji çalışmaları, daha önceki gerçekliklerden gelen Cen
net Bahçesinden kovulma gibi hikayeleri açığa çıkarmaktadır. Bunlar, bu dünyada ilk
bahçeleri kuran ilk tarım (veya Neolitik) toplumlarının halk belleğinden gelmektedir.
Benzer şekilde (Yunanlı arkeolog Spyridon Marinatos'un elli yıl önce önerdiği gibi)
görkemli Atlantis uygarlığının denize gömülme efsanesi, pekala Minos medeniyetinin
çarpıtılmış bir izi olabilir. Şimdi inanılan, Girit ve çevre adaların büyük ölçüde dep
remler ve devasa gelgit dalgalarıyla zarar gördüğü zaman bu medeniyetin bittiğidir.2
Tam olarak Kolomb'un zamanında dünyanın düz olmadığının keşfedilmesi, her
zaman varolan harika yeni dünyanın bulunmasını sağlamıştır. İngiliz arkeolog James
Mellart'ın gerçek bir arkeolojik devrim dediği bu arkeolojik keşifler, saklı geçmişimi
zin3büyüleyici dünyasını ortaya çıkarmaktadır. Sosyal, teknolojik ve kültürel evrimi
mizin yukarı doğru ilerlediği uzun bir barış ve refah dönemini ortaya koymaktadırlar:
medeniyetimizin dayandığı temel teknolojilerin erkek egemen, şiddet eğilimli ve hiye
rarşik olmayan toplumlarda geliştiği binlerce yıl.
Ç. N.: Kutsal Kitap'tan kastedilen İncil, Tevrat ve Zebur'dur. Bu bakış açısına göre Kuran, Kutsal Kitap'a
dahil değildir.
*
17
Antik toplumların bizinkilerden çok farklı örgütlendiğini doğrulayan, Tanrı'nın
antik sanat, mit ve hatta tarihsel yazılarda kadından başka türlü yorumlanamayacağı
imajlardır. Gerçekten de her şeyi veren Anne olarak evren düşüncesi (değişik biçimde
de olsa) zamanımıza kadar gelmiştir. Çin'de, kadın tanrılar Ma Tsu ve Kuan Yin'a, iyi
liksever ve şefkatli tanrılar olarak ha.la geniş ölçüde tapılmaktadır. Aslında Antropolog
P. S. Sangren'in vurguladığı gibi, "Kuan Yin açıkça Çin tanrılarının en popülerlerin
dendir:'4 Benzer şekilde, Tanrı'nın Annesi Meryem'e saygı yaygındır. Katolik teolo
jisinde kutsal olmayan bir statüye indirilmesine rağmen, kutsallığı, açıkça Tanrı'nın
Annesi unvanı ile ve her gün onun şefkatli koruma ve tesellisi için gerçekleştirilen
milyonlarca dua ile tanınmaktadır. Üstelik, Hz. İsa'nın doğum, ölüm ve diriüş öyküsü,
daha önceki, kutsal Anne ve oğlu veya kızı çerçevesindeki "gizem kültleri"ne şaşırtıcı
bir benzerlik taşır. Bu, Demeter ve Kore'ye tapınmada da görülür. İnsan biçimindeki
tanrısal gücün en eski betimlemelerinin erkek değil kadın olması, doğal olarak anlam
lıdır. Atalarımız sonsuzluğa ilişkin sorular sormaya başladıkları zaman (Doğumdan
önce nereden geliyoruz? Öldükten sonra nereye gidiyoruz?), hayatın kadının bede
ninden doğduğunu fark etmiş olmaları gerekir. Onlar için evreni, bitki örtüsünün
çevrimleri gibi ölümden sonra yeniden doğmayı sağlayan, bütün yaşamın rahminden
doğduğu, her şeyi bahşeden Arıne olarak düşlemek tabiidir. Evreni yöneten güçlerin
bu imajına sahip toplumların, yıldırım ve/veya kılıcı kullanan kutsal Babaya tapınan
toplumlardan çok farklı bir sosyal yapıya sahip olması da anlamlıdır. Daha da mantıklı
görülen, evreni yöneten güçleri kadın biçiminde kavramsallaştıran toplumlarda kadı
nın boyun eğici olmamasıdır. Bu toplumlarda ilgi gösterme, şefkat ve şiddetten uzak
duruş gibi "kadınca" nitelikler yüksek bir değere sahiptir. Anlamsız olan, erkeklerin
kadınlara tahakküm etmediği bu toplumlarda kadınların erkeklere tahakküm ettiği
sonucuna varmaktır.
Üstelik, böyle toplumlar on dokuzuncu yüzyılda gün yüzüne çıktığı zaman, "ana
erkil" oldukları sonucuna varıldı. Daha sonra, kanıtlar bu bulguyu desteklemediğinde,
gene insan toplumunun daima erkek tahakkümüne tabi olduğunu -gelecekte de ola
cağını- savunmakgeleneksel oldu. Fakat, eğer kendimizi en geçerli gerçeklik kalıpla
rından sıyırırsak, açıktır ki başka bir mantıksal seçenek vardır: Farklılığın kaçınılmaz
olarak alçaklık ve üstünlükle özdeşleştirilmediği toplumlar varolabilir.
İnsan toplumunu bütünsel toplumsal cinsiyet perspektifinden yeniden ele alma
nın bir sonucu, yeni bir kültürel evrim teorisi olabilir. Bu teori, ki Kültürel Dönüşüm
teorisi olarak adlandırıyorum, insan kültürünün büyük yüzey çeşitliliği altında yatan
iki toplum modeli bulunduğunu ortaya koymaktadır.
İlki, ki tahakküm modeli olarak adlandırıyorum, halk arasında ya ataerkillik ya da
anaerkillik adıyla bilinen, insanlığın yarısının diğeri üzerinden sınıflanmasıdır. İkincisi,
toplumsal ilişkilerin sınıflanma yerine birbirine bağlanmasına dayanan, ortaklık mode
lidir. Bu modelde -ki, bizim türümüzün en temel farkıyla, erkek ve kadın arasındaki
farkla- çeşitlilik aşağılık veya üstünlükle özdeşleştirilmez.5
18
Kültürel Dönüşüm teorisi, ayrıca kültürel evrimimizdeki egemen akımın orijinal
yönünün ortaklığa doğru olduğunu, ama bir kaos ve neredeyse genel kültürel çalkantı
döneminden sonra temel bir toplumsal değişikliğin meydana geldiğini savunur. Batılı
toplumlar hakkında daha çok veri bulunması (bunun nedeni Batılı sosyal bilimin et
nik merkezli bakış açısıdır), bu değişikliği daha ayrıntılı olarak Batının kültürel evri
minin çözümlenmesiyle belgelemeyi olanaklı kılar. Ancak, bu değişimin yönünün or
taklıktan tahakküm modeline doğru olmasının, kabaca dünyanın diğer bölgelerindeki
değişimlere koşut olduğunun göstergeleri de vardır.6
Kadeh ve Kılıç başlığı, Batı uygarlığının tarihöncesi sırasında kültürel evrimimizin
yönünün kelimenin tam anlamıyla ters döndüğü bu dehşet verici dönüm noktasından
çıkmıştır. Bu çok önemli dallanmada, evrenin hayat veren ve bakıp büyüten güçleri
ne tapman toplumların kültürel evrim -zamanımızda bu hala antik kadeh veya kutsal
kase ile sembolize edilmektedir- kesintiye uğramıştı. Tarihöncesi ufukta, dünyamızın
çevrel alanlarından gelen istilacıların çok farklı bir sosyal örgütlenme başlattığı dönem
belirdi. California Üniversitesi'nden Arkeolog Marija Giınbutas'ın yazdığı üzere bun
lar "kılıcın öldürücü gücü"ne7 tapan insanlardı. Bu güç, yaşam vermek yerine tahakkü
mü kuran ve uygulayan nihai güçtür."
Evrim Kavşakları
Bugün aynı şekilde dönüm noktası olma potansiyeli taşıyan bir noktada bulunuyoruz.
Kılıç'ın milyonlarca megatonluk nükleer savaş başlığı ile gücü artırılan ölümcül yüzü
nün, bütün insan kültürünü yok etmekle tehdit ettiği bir zamanda,
Kadeh ve Kılıç'ta
aktarılan hem antik hem modern tarihle ilgili bulgular, yalnızca tarihimizde yeni bir
sayfa açmıyor. Asıl önemli olan, bu yeni bilginin hem günümüze hem de muhtemel
geleceğimize ışık tutmasıdır.
Binlerce yıldır erkekler savaşmış ve Kılıç erkeklik simgesi olmuştur. Ancak bu,
erkeklerin kaçınılmaz olarak şiddet eğilimli ve savaşçı olduğu anlamına gelmiyor.8
Kayda geçirilmiş bütün tarih boyunca, barışçı ve şiddet eğilimi olmayan erkekler de
olmuştur. Kadeh'in simgelediği
bahşetme ve bakıp büyütmenin el üstünde olduğu top
lumlarda erkekler ve kadınlar yan yanaydı. Altta yatan sorun, bir cinsiyet olarak erkek
değil. Sorunun kökeninde Kılıç'ın gücünün idealize edildiği sosyal sistem yer alıyor.
Bu sistemde, erkekler ve kadınların gerçek erkekliği şiddet ve tahakkümle özdeşleştir
mesi ve bu ideale uymayan erkekleri "yumuşak" veya "efemine" görmesi söz konusu.
Pek çok insan için, insan toplumunu başka bir şekilde yapılandırmanın müm
kün olduğuna inanmak zordur. Geleceğimizin kadınlara veya kadınlıkla bağlantılı bir
temele dayanabileceğine inanmak daha da zordur. Bu inanışların bir nedeni, erkek
19
egemen toplumlarda kadınlar veya kadınlıkla ilgili her şeyin kendiliğinden ikincil ya
da kadınların konusu olarak görülmesidir. Bu alanlar bir şekilde ele alınsa bile "daha
önemli" konulardan sonraya bırakılır. Bir diğer neden, gerekli bilgiye sahip olmama
mızdır. Her ne kadar insanlık kesinlikle bir elmanın iki yarısından (kadın ve erkek)
ibaretse de insan toplumuyla ilgili çoğu çalışmada ana kahraman, gerçekten sıklıkla
tek eyleyici, erkek olmuştur.
Kelimenin tam anlamıyla "insanoğlunun" incelenmesinin sonucu olarak çoğu
sosyal bilimci, bu eksik ve bozuk veri tabanıyla çalışmak zorunda kalarak, kaçınılmaz
biçimde, derinliğine hataya gark olmuştur. Şimdi bile kadınlar hakkındaki bilgi, temel
olarak kadın çalışmalarının entelektüel gettosuna özgüdür. Dahası, anlaşılır bir şekil
de, kadınların hayatı için doğrudan ancak uzun süre göz ardı edilmiş bir önem taşı
dığından, feministlerin birçok araştırması, kadınlar tarafından kadınlar için yapılmış
çalışmaların olası sonuçları üzerine yoğunlaşmıştır.
Bu kitabı farklı kılan, insanlığın iki yarısı arasındaki ilişkileri düzenleme şeklimi
zin sonuçlarına sosyal sistemin
bütünü temelinde bakmasıdır. Açıkçası, bu ilişkileri
yapılandırma biçimimizin, erkeklerin ve kadınların kişisel hayatları üzerindeki günlük
rollerimiz ve hayat seçeneklerimiz açısından ciddi sonuçları vardır. Ancak aynı dere
cede önemli olan, hala genellikle ihmal edilse de bir şekilde birbirine eklemlenmiş
bir şeye kesin gözüyle bakılmasıdır. Bunlar olmadan türümüzün devam edemeyeceği
düşünülmektedir. İnsan ilişkilerinin temelini yapılandırmamız, tüm kurumlarımız,
değerlerimiz, ve izleyen sayfaların göstereceği gibi, kültürel evrimimizin doğrultusu,
özellikle evrimin barışçı veya savaşçı olması üzerinde derin etkiye sahiptir.
Eğer durur ve üzerinde düşünürsek, insanlığın kadın ve erkek yarısı arasındaki
ilişkileri yapılandırmamızın yalnızca iki temel yolu vardır. Bütün toplumlar, ya bir ta
hakküm modeline ya da ortaklık. modeline ve aradaki varyasyonlara dayanır. Tahak
küm modelinde insan hiyerarşileri sonuç olarak kuvvetle veya kuvvet tehdidiyle des
teklenir. Üstelik, eğer insan toplumunu hem kadınları hem de erkekleri dikkate alan
bir bakış açısıyla yeniden ele alırsak, tahakküm edenin, veya alternatif olarak, ortaklık
şeklindeki toplumsal örgütlenmeyi karakterize edenin, modeller veya sistem konfıgü
rasyonları olduğunu görebiliriz.
Örneğin, geleneksel bir bakış açısıyla, Hitler Alrnanyası, Humeyni İram, samu
rayların Japonyası ve Orta Amerika'nın Aztekleri, kökten farklı ırkların, etnik köken
lerin, teknolojik gelişmelerin ve coğrafi konumların oluşturduğu toplumlardır. Ancak,
özellikle katı erkek egemen modelin karakteristik sosyal konfıgürasyonunu belirleye
ne, kültürel dönüşüm teorisinin yeni bakış açısıyla bakarsak şaşırtıcı ortak noktalar
görürüz. Tüm bu büyük ölçüde farklı olduğu düşünülen toplumlar, yalnızca erkek
egemen değildir, aym zamanda genellikle hiyerarşik ve otoriter sosyal yapıya sahiptir
ve bunlar yüksek düzeyde sosyal şiddet, özellikle savaş eğilimi9 sergilemektedir.
ç. N.: Ortaklık modelinin lngilizce orijinal karşılığı olan "partnership model"da geçen partnership, aynı za
manda evliliğe alternatif bir modeldir.
•
20
Tersinden bakacak olursak, cinsiyet yönünden daha eşitlikçi olduğu için aşırı
farklı olmayan toplumlarla örtüşen benzerlikler görebiliriz. Tipik olarak, böyle "or
taklık modelli" toplumlar daha çok barışçı fakat daha az hiyerarşik ve daha az otoriter
olma eğilimindedir. Bu durumu, antropolojik veriler (yani MaMbuti ve !Kung top
lumları), cinsellik bakımından daha eşitlikçi, modern toplumlardaki (yani İsveç gibi
İskandinav ülkeleri) trendlerle ilgili çağdaş çalışmalar ve ilerideki sayfalarda ayrıntıları
sunulacak olan tarihöncesi ve tarihsel veriler10 doğrulamaktadır.
Hem günümüzün hem de muhtemel geleceğimizin çözümlenmesi için, tahak
küm ve ortaklık modellerinin kullanımı, sağ ve sol, kapitalizm ve komünizm, din ve
laiklik, hatta erkek hareketi ve kadın hareketi arasındaki geleneksel karşıtlıkları de iz
leyip farkları görmeye başlayabiliriz. Ortaya çıkan tabloya baktığımızda, ister dinsel
ister laik olsun toplumsal adalet için bütün modern, Aydınlanma sorırası hareketler,
aynı zamanda daha güncel feminizm, barış ve ekoloji hareketi, tahakküm sisteminden
ortaklık sistemine dönüşümün alttan alta destekçisidir. Bunun ötesinde, güçlü tekno
lojilere yetişilemediği zamanımızda bu hareketler, insan türünün hayatta kalmak için
evrimsel mücadelesinin bir parçası olarak görülebilir.
Eğer bütün kültürel evrimimizin süremine kültürel dönüşüm teorisinin perspek
tifinden bakacak olursak, şimdiki küresel krizlerimizin köklerinin tarihöncesindeki
temel değişikliğe kadar gittiğini görürüz. Bu temel değişiklik, yalnızca sosyal yapıda
büyük farklıklar getirmedi, fakat aynı zamanda teknolojide de büyük farklar doğur
du. Bu, hayatı sürdürülebilir kılan ve güçlendiren teknolojilerden, Kılıç'ın simgelediği
teknolojilere doğru vurgu değişikliği idi: Bunlar, yok etmek ve tahakküm etmek için
tasarlanan teknolojilerdir. Kayda geçirilen tarihin çoğu boyunca bu, teknoloji vurgusu
olmuştur. Ve tek başına teknoloji değil de bu teknoloji vurgusu, günümüzde küresel
dünyamızdaki bütün yaşamı tehdit etmektedir.11
Kuşkusuz, ortaklık modelli toplumdan tahakküm modelli topluma geçiş tarihön
cesinde olduğu için, bu değişikliğe uyum sağlandığım savunanlar olacaktır. Ancak,
evrimde bir şey olduğu için uyum sağlandığı tezi geçerli değildir, bu konuda dinozor
ların neslinin tükenmesi gibi çok sayıda kanıt vardır. Her halükarda, evrimsel olarak
bakıldığında insanın kültürel evriminin süresi böyle bir yargıya ulaşılamayacak kadar
kısadır. Esas nokta, günümüzün yüksek teknolojik gelişim düzeyi dikkate alındığında
sosyal örgütlenmede tahakküm modelinin uyumsuz göründüğüdür.
Şimdi bu tahakküm modeli, mantıksal sınırlarına ulaşıyormuş gibi göründüğü
için, günümüzde pek çok erkek ve kadın sosyal örgütlenmenin uzun süredir varolan
ilkelerini reddediyor. Bunların içinde basmakalıp cinsel roller de var. Pek çok diğer
insan için bu değişiklikler yalnızca sistemdeki çöküştür, bütün bedelinin ödenmesi
gereken kaotik kırılmadır. Fakat, tam olarak bildiğimiz, dünya çok hızlı değiştiği için
bir zamanlar çok daha geniş olan dünyada giderek daha çok kişinin diğer seçenekleri
görebilmekte olduğudur.
21
Kadeh ve Kılıç bu seçenekleri keşfetmektedir. Bir yandan sonraki sayfalarda daha
iyi bir geleceğin mümkün olduğu gösterilirken, diğer yandan bunlar, bazılarının ina
nacağının tersine, nükleer veya ekolojik bir holokost tehdidinin ötesinden kaçınılmaz
olarak daha yeni ve daha iyi bir çağa geçeceğimiz anlamına gelmemektedir. Son tahlil
de, seçim bize bağlıdır.
Kaos veya Dönüşüm
Kadeh ve Kılıç'ın dayandığı çalışma, sosyal bilimcilerin ifadesiyle bir alan çalışması
dır.12 Yalnızca geçmişte veya şimdi ne olduğunun, hatta ne olabileceğinin değil, fakat
aynı zamanda kendi kültürel evrimimize nasıl daha etkili şekilde müdahale edebilece
ğimizin keşfedilmesidir. Bu girişin geriye kalanı, öncelikle bu çalışma hakkında daha
çok şey öğrenmekle ilgilenen okur içindir. Diğer okurlar doğrudan birinci bölüme
başlayabilir, belki bu kısma sonradan dönebilirler.
Şimdiye kadar, kültürel evrimle ilgili çoğu çalışma, öncelikle teknolojik ve toplum
sal gelişmenin13 daha basit düzeylerden daha karmaşık düzeylere ilerlemeye dayandı
ğını göstermiştir. Temel teknolojik değişmelere, örneğin tarımın bulunuşuna, sanayi
devrimine ve daha güncel olarak sanayi sonrası veya nükleer/ elektronik çağa geçişe14
özel önem verilmiştir. Bu tip bir hareketin kesinlikle çok hayati sosyal ve ekonomik so
nuçları vardır. Ancak, bunlar insanın hikayesinin yalnızca bir kısmını ortaya koyar.
Hikayenin diğer kısmı başka tip bir hareketle ilgilidir: sosyal örgütlenmenin or
taklık veya tahakküm modeline doğru sosyal değişiklikler. Daha önce vurgulandığı
gibi, Kültürel Dönüşüm teorisinin ana tezi, tahakküm ve ortaklık modelli toplumlar
için kültürel evrimin yönünün çok farklı olduğudur.
Bu teorinin bir kısmı genelde yapılmayan önemli bir ayrımdan türer. Bu da evrim
teriminin iki anlamı olmasıdır. Bilim jargonunda evrim, yaşayan türlerin biyolojik ve
buna bağlı olarak kültürel tarihini betimler. Fakat aynı zamanda evrim normatif bir te
rimdir. Gerçekten, sıklıkla ilerlemenin eşanlamlısı olarak kullanılır: Düşük düzeyden
yüksek düzeye harekettir.
Aslında, teknolojik evrimimiz bile düşük seviyeden yükseğe doğrusal bir hareket
değildir, fakat tersine kitlesel geriye gidişlerle, örneğin Grek Karanlık Çağı ve Orta
çağ15 ile duraklayan bir süreçtir. Buna karşın, daha büyük teknolojik ve sosyal karma
şıklığa doğru alttan alta bir dürtü vardır. Benzer şekilde, daha yüksek hedeflere doğru,
gerçeğe, güzelliğe, adalete doğru, insanda bir dürtü görünür. Fakat acımasızlık, baskı
ve savaş eğilimi nedeniyle, kayıtlı tarihin çok canlı şekilde gösterdiği gibi, bu hedeflere
doğru hareket neredeyse hiç doğrusal olmamıştır. Gerçekten de, belgelerini inceleye
ceğimiz veriler, burada da kitlesel geri gidişi ortaya koymaktadır.
22
İncelediğim toplumsal dinamikleri sergilemek ve test etmek için verileri toplar
ken, hem toplum hem doğa bilimlerindeki pek çok alandan bulguları ve teorileri bir
araya getirdim. Özellikle iki kaynak yararlı olmuştur: yeni feminist akademisyenlerin
çalışmaları ve değişimin dinamikleri hakkında yeni bilimsel bulgular.
Sistemlerin nasıl oluşturulduğuna, kendilerini nasıl idame ettiklerine ve deği
şimlerine ilişkin görüşler, bilimin pek çok alanında, örneğin kimya ve genel sistemler
konusunda Nobel Ödülü sahibi Uya Prigogine ve Isabel Stenger, fizikte Robert Shaw
ve Marshall Feigenbaum ve biyolojide Humberto Maturana ve Francisco Varela'nın16
yapıtlarıyla hızla yayılmaktadır. Teori ve verilerin bu toplam, zaman zaman "yeni fizik"
adıyla tanınan kitaplar dolayısıyla, örneğin Fritjof Capra'nın Tao Physics and The Tur
ning Point (Tao Fiziği ve Dönüm Noktası)17 yapıtı dolayısıyla tanınmaktadır. Bazen
bu, "kaos" teorisi olarak da adlandırılır, çünkü bilim tarihi ilk kez ani ve büyük deği
şime odaklanır. Söz konusu olan, dünyamızın artan ölçüde yaşadığı bir değişimdir.
Özel ilgi alanları için, Vilmos Csanyi, Niles Eldredge ve StephenJay Gould gibi
biyolog ve paleontologların, aynı zamanda ErchJantsch, Ervin Laszlo ve David Loye
gibi akademisyenlerin evrimsel gelişimi sorgulayan yeni çalışmaları önemlidir. Bu
eserler, kültürel evrim ve sosyal bilimler için "kaos" teorisinin sonuçlarına18 odaklan
mışlardır. Bunlar, hiçbir şekilde insanın kültürel evriminin biyolojik evrimle aynı şey
olduğunu söylememektedir. Ancak, her ne kadar doğa ve toplum bilimleri arasında
önemli farklar varsa da, sosyal dizgelerin incelenmesi, mekanik indirgemecilikten ka
çınmalıdır, çünkü hem sistemlerin değişimi hem de sitemlerin kendi kendini örgütle
mesi arasında önemli benzerlikler vardır.
Bütün sistemler, kritik sistem parçalarının karşılıklı olarak birbirini pekiştiren et
kileşimiyle ayakta durur. Benzer şekilde, bu kitapta sunulan Kültürel Dönüşüm teori
sinin bazı çarpıcı yönleriyle doğa ve sistem bilimcilerinin geliştirmekte olduğu "kaos"
teorisi, benzerdir. Bize bütün sistem hızlı bir dönüşüm yaşadığında, dallara ve kollara
ayrılan yaşamsal sistemlerde ne olduğunu ve şimdi gene ne olabileceğini söylerler. 19
Örneğin, Eldredge ve Gould, evrimin daima tedricen yukarı aşamalara ilerlemek
yerine, büyük bir değişim olmadan, çevrede yeni türler doğduğu veya türün anne ba
basının hayat alanının kenarında belirdiği zaman, evrimsel dallara ve kollara ayrılma
noktalarıyla fasılaya uğrayan uzun denge dönemlerinden ibaret olduğunu savunur.20
Her ne kadar yeni türlerin dallanmasında ve bir toplumdan diğerine değişimlerde bü
yük farklar varsa da, göreceğimiz gibi, Gould ve Eldredge'in "çevredeki yalıtılmışlar"
modeli ve diğer evrim ve kaos teorisyenlerinin görüşleri benzerdir. Bizim kültürel ev
rimimizde ne olduğu ve gene ne olabileceği hakkındaki kavramları arasında ürkütücü
benzerlikler vardır.
Bütün insanlık tarihinin seyri ve insanlığın iki yarısına karşılık gelen kültürel ev
rimin bütünsel bir incelemesine, feminist akademisyenlerin katkısı belirgindir: Bu ça
lışmalar geleneksel kaynaklara dahil edilmemiş verileri bize sağlar. Aslında, bu kitapta
23
sunulan geçmişimizin, bugünümüzün ve geleceğimizin yeniden değerlendirilmesi,
Simone de Beauvoir, Jessie Bernard, Ester Boserup, Gita Sen, Mary Daly, Dale Spen
der, Florence Howe, Nancy Chodorov, Adrienne Rich, Kate Millet, Barbara Gelpi,
Alice Schlegel, Anriette Kuhn, Charlotte Bunch, Carol Christ, Judith Plaskow, Cat
harine Stimpson, Rosemary Radford Ruether, Hazel Henderson, Catharine MacKin
non, Wilma Scott Heide,Jean Baker Miller ve Carol Gilligan gibi çok azının adı anılan
akademisyenlerin çalışmaları21 olmadan mümkün olamazdı. On yedinci yüzyılda, hat
ta öncesinde Aphra Behn'in devriyle22 başlayan, ancak kendini son yirmi yılda ortaya
koyan çalışmalar, feminist akademisyenlerin sayesinde elde edilen veriler ve kazanılan
içgörü, "kaos" teorisi gibi, bilim için yeni ufuklar açmaktadır.
Feminist teori ve "kaos" teorisi, başlangıçta iki kutba ayrılan, biri geleneksel erkek
deneyimi ve dünya görüşünden, diğeri radikal olarak farklı kadın deneyimi ve dünya
görüşünden doğmuştur. Bu iki teori, aslında pek çok ortaklık taşır. Bilimdeki egemen
akımda ikisi de hala sıklıkla gizemli etkinlikler olarak görülerek kutsal girişimlermiş
gibi değerlendirilir. Dönüşüme odaklanarak bu iki düşünce silsilesi, şimdiki sistemin
çökmekte olduğu ve farklı bir geleceğe yönelmek için yeni yollar bulmamız gerektiği
konusunda artan bir farkındalığı ön plana çıkarır.
İzleyen bölümlerde bu geleceğin kökleri ve izleyeceği yollar keşfedilmektedir.
Kayıtlı (veya yazılı) tarihimizden binlerce yıl önce başlayan bir hikaye anlatılmakta
dır: Bu, Batı kültürünün başlangıçtaki ortaklık yolundan nasıl dümen kırarak kanlı
beş bin yıllık dolambaçlı tahakküm rotasına yöneldiğinin hikayesidir. Bize devasa kü
resel problemlerin büyük ölçüde teknolojik gelişme seviyede, sosyal örgütlenmedeki
tahakküm modelinin sonuçları olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı, söz konusu
problemler kendi içinde çözülemez. Bize gösterdikleri, aynı zamanda, kendi evrimi
mizin ortak yaratıcıları olarak hala seçebileceğimiz diğer bir yol olduğudur. Bu çöküş
değil, atılım yapma alternatifidir, yani siyaseti, ekonomiyi, bilimi ve maneviyatı nasıl
yeni yollarla dönüştürerek yeni ortaklık çağına ilerleyebileceğimizdir.
24
Birinci Bölüm
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk:
Medeniyetin Başlangıcı
Mağaradaki sunakta yirmi bin yıldan uzun süredir korunmuş bir kadın figürü, erken
dönem Batılı atalanmızın ne düşündüğü hakkında bize ipuçları veriyor. Bu, küçük bir
taştan oyulmuş, tarihöncesi Avrupa'da bulunan birçok Venüs heykelciğinden biridir.
Bu heykelcikler, Doğu Avrupa'daki Balkanlardan Sibirya'daki Baykal Gölü'ne ka
dar, Viyana yakınlardaki Willendorf 'un ve Fransa'daki Grotter du Pappe'ın batısına
kadar bütün yol boyunca geniş bir coğrafi alandaki kazılarda gün yüzüne çıkartılmış
tır. Bazı araştırmacılar tarafından erkek erotizminin ifadesi olarak tanımlanmıştır: Bu
günkü Playboy dergisinin antik analoğudurlar. Başka bilimcilere göre, yalnızca ilkel,
muhtemelen müstehcen, bereket ayinlerinin parçasıydılar.
Bu tarih öncesi heykellerin gerçek önemi nedir? Gerçekten "dizginlenmemiş er
kek imgeleminin ürünleri" olarak gözden çıkanlabilirler rni?1 Venüs terimi bu geniş
kalçalı, bazen hamile, oldukça öne çıkarılmış hatlara sahip ve sıklıkla yüzü olmayan fi
gürleri betimlemek için uygun mudur? Yoksa bu tarihöncesi heykeller, bize kendimiz
hakkında, hem kadınların hem erkeklerin bir zamanlar evrenin "yaşam" verme gücü
olarak kutsal sayıldığı hakkında önemli şeyler mi söylemektedirler?
25
Rfane Eisler
Paleolitik {Yontma Taş Devri)
Duvar resimleri, mağara sunakları ve gömme alanlarıyla birükte, Paleoütik insa
nının kadın heykelcikleri, önemü psişik kayıtlardır. Atalarımızın, hem yaşamın gizemi
hem ölümün gizemi karşısında huşu duyduklarına tanıklık ederler. Bunların gösterdi
ği, ha.la büyük ölçüde geçerü inanç olan ölünün dünyaya yeniden doğuş yoluyla dö
neceği ile ilgili bir dizi ritüel ve efsanedir: Erken dönem insanlık tarihinde insanın
yaşama isteğinin, ifade bulduğu ve güvence altına alındığıdır.
Din tarihçisi E. O. James, şöyle yazmaktadır: "Les Trois Freres, Niaux, Font de
Gaume veya Lascaux gibi büyük mağara sunaklarındaki seremoniler, topluluk adına
doğa güçleri ve süreçlerini doğaüstü tarafından kontrol etmek için örgütlenmiş bir gi
rişim olmalıdır... Bunun amacı ortak esenüktir. İster yiyecek bulmak, ister doğumun ve
çoğalmanın veya ölümün gizemi için olsun bu kutsal gelenek, görüleceği gibi, şimdiki
ve şimdiden sonraki yaşam isteğine karşılık olarak doğmuş ve böyle işlev görmüştür.
Bu kutsal gelenek, Paleoütiğin anılmaya değer sanatında ifadesini buldu. Bu kut
sal geleneğin yaşamsal bir parçası, yaşamı ve ölümü yöneten güçlerin kadınla iüşkilen
dirilmesiydi.
Yaşam verme gücüyle kadınlığın bu ilişkisini, Paleoütik dönemde insanların
gömülmelerinde görebiliriz. Örneğin, Fransa'da, Les Eyzies'de Cro-Magnon olarak
bilinen kaya sığınağında ( 1868'de burada Üst Paleolitik'teki atalarımızın ilk iskelet
kalıntıları bulunmuştur) ölülerin çevresi ve üstü dikkatlice deniz kabuklarıyla bezen
miştir. Bu kabuklar, James'in ihtiyat kaydıyla söylediği "çocuğun bu dünyaya girdiği
kapı" olarak şekillendirilmiştir. Bu da bir kadın tanrıya erken dönemde tapınmayla
ilgiü görünmektedir.James, deniz kabuğunun yaşam veren bir eyleyici olduğunu yaz
maktadır. Aynı şekilde kırmızı toprak boyası, hala daha sonraki geleneklerde süren,
yaşam verme eyleminin veya kadının regl kanının yerini almıştır.3
Ana vurgunun, kadının hayat vermek ve hayatı sürdürmek ile ilişkilendirilmesi
olduğu görülmektedir. Fakat aynı zamanda, ölümün-veya özelükle öldükten sonra di
rilmenin-merkezi bir dini tema olduğu görülmektedir. Hem vajina şekilli deniz kabuk
larının ölünün çevresine ve üstüne ritüel olarak yerleştirilmesi, hem de bu kabukları
ve/veya ölüyü (kanın yaşam veren gücünü sembolize eden) kırmızı toprak boyasıyla
kaplama uygulaması, öleni yeniden doğuşla geri getirmek için gerçekleştirilen cenaze
törenlerinin bir parçası gibi görünmektedir. Hatta daha spesifik olarakJames, onların
"hayat verme ritüeünin tabiatındaki ölüm ayinlerinin kadın heykelciklerine ve Tan
rıça kültünün diğer sembollerine yakından bağlı olduğuna işaret ettiğini"4 vurgular.
Paleolitiğin cenaze törenlerindeki bu arkeolojik kanıtlara ek olarak, bu ayinlerin
bizden önceki kuşaklara yaşam desteği veren vahşi hayvan ve bitkilerin doğurganlığını
desteklemek için tasarlanmış görünmesi de bir kanıttır. Örneğin, Ariege'de ulaşılabi
len Tuc d'.Audoubert mağarasının galerisinde, duvarın altındaki yerde yumuşak kil
26
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk: Medeniyetin Başlangıcı
üzerindeki (bir erkeğin izlediği bir dişi) iki bizon resminde, insan ayakları izlenimini
buluruz. Bilimciler bunun ritüel danslarındaki ayak figürlerini gösterdiğine inanırlar.
Benzer şekilde, Katalonya'daki Cogul kaya sığınağında kadınların, muhtemelen rahi
belerin, daha küçük bir çıplak erkek şekli karşısında dans ettiği bir sahne bulunmakta
dır. Bu, dini bir törene benzemektedir.
Bu kaya sunakları, heykelcikler, gömme adetleri ve ayinler, insan hayatının kayna
ğı ile bitki ve hayvan hayatının kaynağının özdeş olduğu inancına dayanır. Bu kaynak,
Ana Tanrıça veya Batı medeniyetinin daha sonraki aşamalarında ve hala geçerli olan
Her Şeyi Veren Tanrı'dır. Aynı zamanda, eski kuşakların bizim ve tabii çevremizin,
hayatın ve ölümün büyük esrarının bütünleşmiş parçaları olduğunu ve bütün tabiata
bu sebeple saygılı davranılması gerektiğini düşündüklerini gösterir. Daha sonraları ya
hayvan, su ve ağaç gibi tabiat simgelerinde ya da kendileri kısmen hayvan olan Tanrıça
heykelciklerinde görüldüğü gibi bu bilinç, kesinlikle bizim kayıp psişik mirasımızda
merkezi rol oynuyordu. Bu kayıp mirasta aynı zamanda önemli olan, insani durumu
muzdaki büyük mucizeye karşı açıkça duyulan huşu ve meraktı: Bu da kadının bede
ninde vücuda gelen doğum mucizesiydi. Söz konusu erken dönem psişik kayıtlardan
hareketle diyebiliriz ki bu, tarihöncesi Batı inanç sistemlerinde hayati bir temaydı.
Bu noktaya kadar olan gelişmeler, hala pek çok bilimcinin görüşü değildir. Ay
rıca, medeniyetin kökenine ilişkin araştırma derslerinde öğretilen görüş de değildir.
Buraya kadar, konuyla ilgili en popüler yazılarda görüldüğü gibi, Paleolitik sanatını
"ilkel insan"ın geleneksel prototipinde gören eski bilimcilerin önyargıları hala geçerli
dir: İlkel insan, kana susamıştır, savaşçıdır, avcıdır, aslında modern dönemde keşfedi
len, en ilkel toplayıcı-avcı toplumların bir kısmına hiç benzemez.5 Paleolitik döneme
ait çok parçalı malzemelere dayanan bu yoruma bağlı olarak, proto-historik ve tarih
öncesi sosyal örgütlenmenin erkek merkezli teorileri oluşturulmuştur. Yeni keşifler
yapıldığı zaman bile, bunlar genellikle bilimcilerce eski teorik şablonlara uydurularak
yorumlanmıştır.
Bu bilimcilerin varsayımlarından biri, hala genellikle geçerli olan, Paleolitik sa
natının yaratıcısının yalnızca tarihöncesi "erkek" olduğuydu. Bu da gerçek kanıtlara
dayanmıyordu. Üstelik, akademik önyargıların sonucuydu. Bunlar yeni bulgular kar
şısında silinmektedir. Örneğin, Sri Lanka'daki (Seylan) çağdaş Veda alanında kaya res
samlığı yapanlar aslında erkekler değil kadınlardır.
Bu önyargılarda temel olan, John Pfeiffer'ın The Ernergence of Man de (İnsanın
'
Doğuşu) ortaya koyduğu gibi,' "avcılığın tarihöncesi insanın dikkatini ve imgelemini
esir aldığı" düşüncesi ve "tarihöncesi insanın modern insana benzeyen bir yanı varsa,
o da çeşitli zamanlarda ritüeli, gücünü tazelemeye ve artırmaya yardımı olması için
kullandığı"7 düşüncesiydi. Bu önyargıya uygun olarak, Paleolitik duvar resimleri kaç. N.: İngilizce "man" hem insan hem erkek anlamına gelmektedir ve kitabın başlığında kullanılması rastlantı
değildir.
•
27
Riane Eisler
dınları dans ederken gösterdiği zaman bile avlanmayla ilgili olarak görülmüştü. Ben
zer şekilde, önceden vurgulandığı gibi, kadın merkezli insan şeklini esas alan (örneğin
geniş kalçalı ve hamile kadın temsilleri, böyledir) tapınmanın kanıtları bile ya gözden
uzak tutuldu ya da yalnızca erkek cinsel objeleri olarak sınıflandırıldı: müstehcen ero
tik "Venüsler" veya "güzelliğin barbar imgeleri:'8
Her ne kadar istisnalar da olsa, insanın avcı-savaşçı olarak beliren evrimsel mo
deli, Paleolitik sanatının çoğu yorumunu farklı bir noktaya getirmiştir. Yalnızca doğu
ve batıAvrupa'da ve Sibirya'da yirminci yüzyılın daha sonrasında gerçekleştirilen ka
zılar, hem yeni hem de eski keşifleri tedricen değiştirmeye başlayan yorumlara konu
olmuştur. Yeni araştırmacıların bazıları kadındı. Bu araştırmacılar, hem kadın jenital
imgelemini fark ettiler hem de Paleolitik sanatının "avcılığın büyüsü"nü içeren açık
lamaları yerine daha karmaşık dini açıklamalara yöneldiler.9 Ve artıkAbbe Breuil gibi
keşişler yerine gelenlerin çoğu akademisyen laik bilimci olduğu için, mağara resimleri
ni, heykelciklerini ve diğer Paleolitik keşiflerini yeniden değerlendiren bazı uzmanlar,
bir zamanlar akademisyenlerin sahip olduğu eğilimleri de sorgulamaya başladı. Abbe
Breuil'ün dini uygulamalar ile ilgili "manevi" yorumları, on dokuzuncu yüzyıl ve yir
minci yüzyıl başındaki Paleolitik araştırmalarını farklı noktalara sürüklemiştir.
Bu sorgulamanın ilginç bir örneği, Paleolitik mağaralarının duvarları üzerine çi
zilmiş ve kemik veya taş nesnelere kazınmış değnek ve çizgi biçimleriyle ile ilgilidir.
Birçok akademisyen için, silahları betimledikleri kesin görünüyordu: oklar, ok uçları,
mızraklar, zıpkınlar. Fakat, Alexander Marshack'ın The Roots of Civilization'da (Uy
garlığın Kökleri) yazdığı gibi, bu saptama standart yoruma baştan meydan okuyan
ilk çalışmalardan biridir. Bu çizgi resimleri ve oymaları, pekala bitkiler, ağaçlar, dallar,
kamışlar ve yapraklar olabilir. 10 Üstelik, bu yeni yorum, çağdaş toplayıcı-avcı halklar
gibi, büyük ölçüde yiyecek için bitki örtüsüne dayanan bir halkın yoksa bitki örtüsü
nün resmini neden çizmemiş görüneceğini açıklar.
Paleolithic Cave Art' ta (Paleolitik Mağara Sanatı) Peter Ucko ve Andree Rosen
feld de Paleolitik sanatında tuhaf şekilde bitki örtüsünün bulunmamasını merak et
tiklerini dile getirmişlerdi. Aynca, başka bir merak uyandıran tutarsızlığa değindiler.
Bütün diğer kanıtlar göstermektedir ki, iki ağızlı denen özel bir tür zıpkın Paleolitik
veya Magdelenien dönemin sonlarına kadar ortaya çıkmamıştır. Üstelik, bilimciler
binlerce yıl önceki zıpkınları tarihöncesi mağaraların duvar resimlerindeki "sopalar"
içinde "aramayı" sürdürdüler. Ayrıca, neden Paleolitik sanatçıları bu kadar çok avlan
mayla ilgili " başarısızlığı" betimlemek isteyeceklerdi ki? Sopalar ve çizgiler aslında si
lahtı, resimlerde süreğen şekilde hedefler " kayıptı."11
Bu esrarı incelemeye başlarken Marshack, ki bir arkeolog değildi, daha önceki ar
keoloji geleneklerine bağlı değildi. Dolayısıyla, kemik nesne üzerinde, zıpkın resimle
rinde betimlenmiş olan oymaları tam olarak araştırmaya koyuldu. Mikroskop altında
bu zıpkının, eğer zıpkınsa, yalnızca uçlan yanlış yöne dönmüş değildi, fakat uzun din28
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk: Medeniyetin Başlangıcı
gilindeki noktalar da yanlış uçtaydı. Fakat bu oymaların temsil ettiği, eğer " yanlış dön
müş" silahlar değilse neydi? Ters çevrildiğinde çizgiler, uzun kökün tepesinden çıkan
dallarla sabit açıyla kolaylıkla örtüşüyordu. Başka bir ifadeyle, geleneksel olarak "ok
ucu işaretleri" veya "erkeksi nesneler" olarak betimlenen bu ve diğer oymalar, muh
temelen ağaçların, dalların ve bitkilerin stilize temsillerinden başka bir şey değildi.12
Böylelikle, zaman zaman daha titiz çalışmayla, temel olarak ilkel avcılığın büyüsü
şeklindeki Paleolitik sanatının geleneksel görüşü, görülen şeyin mantıksal yorumun
dan çok stereo-tiplerin yansıması olarak değerlendirilebilir. Ve aynı şekilde Paleolitik
dönem kadın heykelciliklerinin açıklaması ya müstehcen erkek seks objeleri ya da il
kel doğurganlık kültünün ifadeleri olabilir.
Kalıntıların azlığı ve onlarla bizim aramızdaki uzun zaman aralığı bulunmasından
dolayı, muhtemelen hiçbir zaman Paleolitik dönemdeki atalarımızın bu resimlerinin,
heykelciklerinin ve simgelerinin özgül anlamından tamamen emin olamayacağız.
Fakat, görkemli renk katmanları olan Paleolitik mağara resimleri ilk kez yayımlandı
ğında, bu sanatın büyük gücü, efsane olmuştur. Bazı hayvanların temsilleri modern
sanatçıların en iyi çalışmaları kadar iyidir ve çok az sayıda modernin ulaşabileceği yeni
bir vizyon getirmektedirler. Bu nedenle, emin olabileceğimiz tek şey vardır: Paleolitik
sanatı, az gelişmiş ilkellerin kaba saba taslaklarının çok ötesindedir. Üstelik, eğer yal
nızca insanların geçmişte ve şimdi ne olduğunu değil fakat aynı zamanda ne olabilece
ğini anlamak istiyorsak kavramamız gereken psişik gelenekleri göstermektedir.
Sorbonne'un Tarihöncesi ve Proto-Histrorik Araştırmalar Merkezi Direktörü
Andre Leroi-Gourhan'ın Paleolitik sanatıyla ilgili en önemli güncel çalışmalarının
birinde yazdığı gibi, döneminin inanç sistemi olan "ilkel doğurganlık kültü"nü göz
den kaçırmak, "tatmin edicilikten uzak ve gülünç"tür. Onun gözlemine göre "bütün
materyalleri zorlamadan, tüm Paleolitik sanatının mecazı, yaşayan dünyanın tabiat ve
tabiatüstü örgütlenmesiyle ilgili kavramların bir ifadesi olarak alınmalıdır:· Leroi-Go
urhan, Paleolitik halkının, "şüphesiz hayvan ve insan dünyasının iki örtüşen yarıküre
olduğunu ve bu iki kürenin birleşiminin canlıların ekonomisini yönettiğini düşündü
ğünü" 13 eklemektedir.
Leroi-Gourhan'ın vardığı sonuca göre, Paleolitik sanatı erken dönem atalarımı
zın iki cinsiyet olduğuna dair gözlemlerine verdikleri önemi yansıtır. Bu sonuç, altmış
civarında Paleolitik mağarasında yapılan kazılarda bulunan, binlerce resim ve nesne
nin çözümlenmesine dayanır. Her ne kadar daha önceki arkeoloji geleneklerini devam
ettiren sado-mazoşist erkek-kadın stereo-tiplerinden ve diğer bazı yönlerden söz etse
de, Paleolitik sanatının bir çeşit erken dönem dini ifade ettiğini doğrular. Bu dinde
kadın temsilleri ve sembolleri merkezi rol oynamıştır. Buradan hareketle, iki çarpıcı
gözlemde bulunur. Karakteristik olarak, kadın figürleri ve kadınca olarak yorumlanan
semboller, kazı yapılan odalarda merkezi konuma yerleştirilmiştir. Tersine, erkeksi
simgeler tipik olarak ya çevrede yer alır ya da kadın figürleri ve sembollerinin etrafına
yerleştirilmiştir.14
29
Riane Eisler
Leroi-Gourhan'ın bulguları, daha önce ortaya koyduğum görüşe koşuttur: Daha
önceki yazarların "hilkat garibesi" olarak gözden kaçırdığı vajina şekilli kabuklar, göm
me adetlerindeki kırmızı toprak boyası, Venüs olduğu düşünülen heykelcikler ve ka
dın-hayvan melezi heykelciklerin tümü, kadınların hayat verme gücünün önemli rol
oynadığı, erken dönem tapınma biçimidir. Bunların tümü, atalarımızın dünyayı anla
ma girişimlerinin, doğduğumuz zaman nereden geldiğimiz ve öldüğümüz zaman ne
reye gittiğimiz gibi evrensel insani soruları cevaplama girişimlerinin ifadeleridir. Aynı
zamanda bunlar, mantıksal olarak varsayacaklarımızı da doğrularlar: Diğer insanlar,
hayvanlar ve doğanın geri kalanıyla ilgili olarak benliğin ilk farkındalığı sırasında ürkü
tücü bir sır karşımıza çıkar. Pratik önemi olan hayatın, kadının vücudundan doğduğu
gerçeğinin farkındalığı yaratılmıştır.
İnsanlığın iki yarısı arasında görünen ikibiçimlilik veya biçim farklılığının, Pale
olitik inanç sisteminde köklü bir etkisi olduğu, mantıklı görünecektir. Ve eşit şekilde
mantıklı görünecek olan, hem insan hem hayvan hayatının kadın bedeninden yaratıl
masıdır. Aynı zamanda, mevsimlerle ay gibi kadının bedeninin çevrimlerden geçmesi,
atalarımızın hayat vermenin ve dünyada gücü elde tutmanın biçim olarak erkek değil,
kadın olduğunu düşünmelerine yol açmıştır.
Özet olarak, rastgele ve bağlantısız malzemelerin yerine, Paleolitiğin kadın hey
kelcikleri kalıntıları, kırmızı toprak boyalı gömme adetleri ve vajina şekilli deniz ka
bukları, daha sonra bütün hayat biçimlerinin kaynağı ve doğurucusu Ana Tanrıça'ya
tapınmayı merkezine oturtur. Bunlar, karmaşık bir dinin erken dönem görüntüleridir.
James ve diğer akademisyenlerin belirttiğine göre, bu Tanrıça tapınması tarihi dönem
lerde "Yakındoğu'da ve Grek-Roma dünyasındaki bileşik Magna Mater (Kibele) fıgü
ründe"15 yaşamayı sürdürmüştür. Bu dini devamlılığı, Mısır'daki İsis, Nut ve Maat; Be
reketli Hilal'deki İştar, Astar ve Lilit; Yunanistan'da Demeter, Kore ve Hera; Roma'da
Atargatis, Serez ve Kibele gibi ünlü tanrısalarda açıkça görüyoruz. Daha sonra, Ya
hudi-Hıristiyan mirasında, bahçeleri Kutsal Kitap'ta yakılan Cennetin Kraliçe'sinde,
İbrani kabala geleneğinde Şekhina'da ve Katolik inancında Tanrı'nın Kutsal Annesi
Bakire Meryem'de hala bunu görebiliyoruz.
Hala soru cevapsız: Eğer bu, bağlantılar çok açıksa neden geleneksel arkeoloji
literatüründe uzun zaman hafife alındı veya önemsenmedi? Daha önce vurgulandığı
gibi, bunun bir sebebi, söz konusu olanların, sosyal örgütlenmenin proto-historik ve
tarihöncesi erkek merkezli ve erkek egemen modeline uymamasıdır. Fakat hala bir
diğer sebep, bazı önemli yeni kanıtların, Paleolitiği izleyen ve binlerce yılı aşan bü
yüleyici döneme uzanan bu dini geleneği ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında gün
yüzüne çıkarmasıydı. Bu, kültürel evrimimizde Paleolitik sırasında insan kültürünün
hayati gelişmeleri kaydettiği devre ile daha sonraki Tunç Çağı uygarlıkları arasındaki
uzun geçmiştir: Karşılık geldiği çağ, atalarımızın Neolitiğin ilk tarım toplulukları şek
linde yerleştiği zamandır.
30
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk: Medeniyetin Başlangıcı
Neolitik Çağ {Cilalı Taş Devri)
Leroi-Gourhan'ın bulgularını yazmasıyla aşağı yukarı aynı zamanda, tarihöncesi
ne ilişkin bilgimiz iki yeni Neolitik yerleşme alanının heyecan verici keşfi ve kazısıyla
büyük ölçüde ilerledi: Çatalhöyük ve Hacılar kasabaları. Eskiden Anadolu yaylaları
olarak anılan, şimdi modern Türkiye olan yerde bulundular. Özellikle ilginç olan, bu
kazıları yöneten, Ankara'daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü'nden James Mellart'a göre,
bu iki yerleşim alanında gün yüzüne çıkarılan bilginin, binlerce yıldan fazla zamandır
çok daha ileri Tanrıça'ya tapınma kültürlerinin istikrarının ve gelişiminin sürdüğünü
göstermesiydi.
Mellart'ın yazdıkları çerçevesinde, "A . Leroi-Gourhan'ın Üst Paleolitik dinini
başarılı şekilde yeniden değerlendirmesi," pek çok yanlış anlamayı ortadan kaldırdı ...
Sonuç olarak Üst Paleolitik sanatının karmaşık ve kadın sembolizmini (semboller
ve hayvanlar biçiminde) içeren teması çerçevesindeki yorumu, Çatalhöyük'teki dini
imajlara büyük bir benzerlik göstermektedir:' Üstelik, ayrıca "çeşitli kültlerde kırmızı
toprak boyalı gömme uygulamaları, kırmızı lekeli yer (kaplamaları), sarkıt koleksi
yonları, fosiller, kabuklar gibi az sayıda da olsa örneklerin yer aldığı" 16 kesinlikle Üst
Paleolitik'e ait etkiler bulunmaktadır.
Mellaart, ayrıca şunu gözlemiştir: Yüksek gelişmişlik düzeyi olan ve stilize Üst
Paleolitik sanatının "Avustralya aborijinleri gibi geri toplumlardan gelen avcılık bü
yüsünün ifadesi"nden öte hiçbir şey olmadığı düşünüldüğü sürece ''.Ana Tanrıça ve
oğlu figürü çevresinde odaklanan Yakındoğu'daki daha sonraki bereket kültleri ile bağ
kurma" ümidi çok azalmaktaydı. Üstelik, her ne kadar öyle olmasa da Üst Paleolitik'te
böyle bir tanrıçanın varlığını inkar etmek zordu. "Fakat şimdi, Mellaart'ın ifadesine
göre, bu bakış " varolan verilerin ışığında radikal olarak değişmiştir:'17
Başka bir deyişle, Çatalhöyük ve Hacılar 'ın Neolitik kültürü, geçmişimizin yap
bozunda uzun süredir kayıp olan parça hakkında kapsamlı bilgi sağlamıştır. Bu, Pale
olitik Çağ ile daha sonraki, teknolojisi daha ileri Bakırtaş (Kalkolitik), Bakır ve Tunç
Çağları arasındaki eksik bağdır. Mellaart'ın yazdığına göre, "Çatalhöyük ve Hacılar,
bu iki büyük sanat okulu arasında bir bağ kurmuştur. Dindeki süreklilik, Çatalhöyük
ve Hacılar 'dan arkaik ve klasik devirlerin büyük '.Ana Tanrıçalarına' kadar ortaya ko
nabilir:'18
Paleolitik sanatındaki gibi, kadın heykelcikleri ve sembolleri, Tanrıça tapınak
ları ve Tanrıça heykelciklerinin her yerde bulunduğu Çatalhöyük sanatında merkezi
konumdadır. Üstelik, Tanrıça heykelcikleri Yakın ve Ortadoğu'nun diğer yerlerinde
Neolitik sanatının karakteristik örnekleridir. Örneğin, İ.Ö. 7000'in öncelerine kadar
insanların zaten sıvalı kerpiç evlerde yaşadığı-bazılarının bacaları ve hatta kapıda
havalandırma delikleri olan kil fırınlarının bulunduğu-Ortadoğu Neolitik yerleşim
yeri Jericho'da (şimdi İsrail'dedir) kilden Tanrıça heykelcikleri bulunmuştur.19 Er-
31
Riane Eisler
ken dönem sulu tarımı ve Samara olarak bilinen çarpıcı geometrik çömlekleriyle ta
nınan Dicle nehrinin kıyılarında bir yerleşim yeri olan Talesavan'da, aralarında gizli
bir yerde çok sofistike boyanmış kadın heykellerinin bulunduğu bir sürü heykelcik
gün yüzüne çıkartılmıştır. Çekiçle dövülmüş doğal bakırın en erken kullanımına ve kil
tuğlasının ilk kullanımına rastladığımız Suriye'nin kuzeyindeki Neolitik yerleşim yeri
Çayönü'nde, benzer kadın heykelcikleri kazılarda bulunmuştur. Bazılarının tarihi, yer
leşim yerinin en eski tabakalarına uzanmaktadır. Bu küçük Tanrıça heykelcikleri, daha
sonraki dönemde çömlekçilik ortaya çıkmadan önce bile imalatın olduğu Jarmo'yla
ve hatta Aceramic Sesklo'nun batısına kadar olan bölgeyle koşutluklar taşımaktaydı. 20
Her ne kadar bu genellikle gündeme gelmese de Tanrıça heykelciklerinin ve sem
bollerinin ortaya çıktığı çeşitli Neolitik kazıları, Yakın ve Ortadoğunun çok ötesinde
geniş bir coğrafi alana yayılır. Hindistan'da Harappa ve Mohenjo-Daro'nun doğusuna
kadar olan yerlerde, daha önceden pişmiş topraktan kadın heykelcikleri bulurırnuştu.
Bunlar da, Sir John Marshall'ın yazdığına göre, muhtemelen "büyük Ana Tanrıçaya,
Cennetin Hanımefendisine benzer özellikler taşıyan"21 bir Tanrıçayı temsil ediyordu.
Tanrıça heykelcikleri, megalitik kültürlerin inşa ettiği ve dikkatli bir mühendislikle
yaşama geçirdiği Stonehenge ve Avebury'deki taş heykellerin batısına kadar olan Av
rupa'daki yerleşim yerlerinde de bulurırnuştur. Ve, bu megalitik kültürlerin bazıları,
yedi bin gömme alanının kemiklerinin toplandığı devasa yerin görünüşte de kehanet
ve üyeliğe kabul törenleri için sunak olduğu Akdeniz'deki Malta Adası'nın güneyine
kadar gitmiştir.James'in yazdığına göre, ''Ana Tanrıça muhtemelen burada önemli rol
oynamıştır:'22
Tedricen hem medeniyetin hem dinin kökeni ve gelişiminin yeni bir resmi orta
ya çıkıyordu. Neolitik tarım ekonomisi binlerce yıl öncesinden zamanımıza uzanan
medeniyet gelişiminin temeliydi. Ve neredeyse evrensel olan, maddi ve sosyal tek
nolojide ilk büyük atılımların gerçekleştirildiği bu yerlerin bir ortak özelliği vardı:
Tanrıça'ya tapınma.
Bu bulguların bugünümüz ve geleceğimiz için sonuçları nedir? Ve niçin eski,
kutsal, erkek egemen bilgilerin başucumuzda yer alan, can sıkıntısıyla okuduğumuz,
güzel resimli arkeoloji kitapları yerine bu yeni kültürel gelişim görüşüne inanmalıyız?
Bir sebep, Neolitik devirlerde kadın merkezli (veya Tanrıça temelli) dini kanıt
layan kadın heykelcikleri ve diğer arkeolojik kayıtların kataloglanrnasının, birkaç cilt
tutacak kadar çok sayıda olmasıdır. Fakat ana sebep şudur ki, bu yeni tarihöncesi gö
rüşü, arkeolojik araştırmalardaki hem metot hem vurgu alanındaki derin değişimin
sonucudur.
Antikitenin gömülü hazinesini kazmak, Mısır firavunlarının kabirlerini yağmala
yan mezar soyguncuları kadar eskidir. Ancak bir bilim olarak arkeolojinin başlangıcı,
sadece 1800'lerin sonlarına uzanır. O zaman bile, her ne kadar geçmişimiz hakkında
entelektüel tecessüsle harekete geçirilse de en eski arkeolojik kazılar, birincil olarak
32
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk: Medeniyetin Başlangıcı
mezar soygunculuğuna benzer bir amaca hizmet etti: çarpıcı antik yapıtların İngiltere,
Fransa ve diğer sömürgeci milletlerin müzelerince ele geçirilmesi. Bir yerleşim yerin
den maksimum bilgi elde etme yolu olarak - arkeolojik hazine içersin içermesin-ar
keolojik kazı düşüncesi çok sonra doğdu. Aslında, İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan
önce, yaşaonn sistematik araştırması olarak arkeolojide, atalarımızın teknolojisinin ve
sosyal örgütlenmesinin gerçekten kendi içinde başladığı düşünülmemişti.
Yeni kazılar, artan ölçüde eski günlerdeki yalnız araştırmacı veya kaşifler ta
rafından değil de bir bilim insanı ekibince -zoologlar, botanikçiler, klimatologlar,
antropologlar, paleontologlar, aynı zamanda arkeologlar- yürütülüyor. Mellaart'ın
Çatalhöyük'te gerçekleştirdiği gibi daha güncel kazıları şekillendiren bu disiplinlera
rası yaklaşım, tarihöncemizi daha tam anlamamızı sağlıyor.
Fakat belki de en önemlisi, Nobel Ödülü sahibi Willard Libby'ın radyo-karbon,
veya C- 141 yoluyla tarihlemesi ve ağaçların gövdesinden dendro-kronolojik tarihleme
metotları gibi bir dizi dikkate değer teknolojik ilerlemenin, arkeolojinin geçmişi orta
ya çıkarmasını büyük ölçüde kolaylaştırmasıdır. Eski tarihlemeler, büyük ölçüde tah
mine -tahmin edilen nesnelerin diğerlerinden daha az gelişmiş, eşit ölçüde ve "daha
ileri" düzeyde gelişmiş olması ile ilgili karşılaştırmaya- dayanıyordu. Fakat tarihleme,
tekrarlayabilen ve doğrulanabilir tekniklerin bir. fonksiyonu olduğu için, kişi sanat ese
rinin sanatsal veya teknolojik olarak daha gelişmiş olup olmadığını söyleyip geçemi
yordu. Sanat eseri daha sonraki ve dolayısıyla daha medeni bir döneme ait olmalıydı.
Sonuç olarak, tarihlerin büyük ölçüde yeniden değerlendirilmesi gerekmiştir, bu
da tarihöncesi hakkındaki eski görüşleri kökten değiştirmiştir. Şimdi biliyoruz ki, ta
rım-vahşi bitkilerin ıslah edilmesi, aynı zamanda hayvanların evcilleştirilmesi-daha
önce inanıldığından çok daha önceye gider.Aslında, arkeologların Neolitik veya tarım
devrimi dediği dönemin ilk işaretleri, İ.Ö. 9000 ila 8000 öncesinde görülmeye başlar.
Tarım devrimi, türümüzün maddi teknolojisinde en önemli tek atılımdır. Buna
göre, Batı uygarlığı dediğimiz şeyin başlangıcı, daha önce düşünüldüğünden çok daha
öncedir.
Düzenli ve bazen artı değer bile olabilen yiyecek arzı, nüfusta artış ve ilk büyük
kasabaların kurulmasını getirdi. Burada, yüzlerce, bazen binlerce insan yaşadı ve çalış
tı, toprağı sürdü ve pek çok yerde toprağı suladı. Teknolojik uzmanlaşma, aynı zaman
da ticaret, Neolitik'te hızlandı. Ve, tarım insan enerjisi ve imgelemini serbest bıraktığı
için çömlekçilik, sepet yapımı, kumaş dokuma, deriyi işleme, mücevher yapımı ve
tahta oymacığı gibi zanaatlar ve resim, kil işleme ve taş oymacılığı gibi sanatlar gelişti.
Aynı zamanda, insan maneviyat ve bilincinin evrimi sürdü. Tanrıçaya tapınmaya
dayanan ilk insan biçimli din, şimdi Neolitik dönemin zengin sanatında ifadesini bu
lan semboller, ritüeller, ilahi emir ve yasaklardan oluşan karmaşık bir sisteme evrildi.
Kadın merkezli sanat geleneğinin en canlı kanıtlarının bazıları, Mellaart'ın Ça
talhöyük kazısından gelmektedir. Burada, Yakındoğu'daki en büyük Neolitik yerleşim
33
Riane Eisler
yerinde, otuz iki dönümlük arkeolojik kalıntılar bulunmaktadır. Toprağın yalnızca
yirmide biri kazılmıştır, fakat bu kazı tek başına yaklaşık sekiz yüzyıla yayılan, İ.Ö.
6500'ten yaklaşık 5700'e kadar, olan dönemi gün yüzüne çıkarmıştır. Ve burada keş
fettiğimiz, dikkat çekici ölçüde ileri, hepsi bir kadın tanrıya tapınmayı gösteren duvar
resimleri, plaster rölyefler, taş heykelcikler ve büyük miktarda Tanrıça heykelcikleri
nin bulunduğu bir sanat merkezidir.
Çatalhöyük hakkında ilk üç sezonluk çalışmasını ( 1 96 l 'den 1963'e kadar) özet
leyen-yazısında Mellaart şöyle demektedir: "Çeşitli sayıda sunak, sembolizm ve mito
lojisi gelişmiş ileri bir dine işaret etmektedir; binaları mimarlığın doğuşunu ve bilinçli
planlamayı gösteren, ekonomisi tarım ve hayvancılıkla kalkınmış ve hammadde itha
latıyla büyümüş bir ticareti olan bir merkezdir:'23
Fakat Çatalhöyük'te ve yakınındaki Hacılar'da (i.ö. yaklaşık 5700'den SOOO'e
kadar ikamet edilen bu bölgede) kazılar yürütülürken, bu erken dönem medeniyet
hakkında en zengin veriler ortaya çıkmıştır. Buna göre, güney Anadolu düzlüğünün,
Tanrıça'ya tapan yerleşik tarım toplumlarından biri olduğu arkeolojik olarak belge
lenmiştir. Aslında, İ.Ö. yaklaşık 6000'de, yalnızca tarım devrimi gerçek olmamış, fa
kat-Mellaart'dan aktarırsak,"tamamen tarıma dayanan toplumlar bir yandan örneğin
Mezopotamya, Transkafkasya, Transhazar'ın alüvyal düzlüklerine, öbür yandan gü
neydoğu Avrupa gibi o zamana kadar marjinal olan yerlere doğru genişlemeye baş
ladı:' Üstelik, "Girit ve Kıbrıs'taki gibi, bu temasın bir kısmı kesinlikle deniz yoluyla
sağlandı" ve her durumda "yeni gelenler tamamen gelişmiş Neolitik ekonomisini ge
tirdiler:'24
Kısacası, her ne kadar sadece yirmi beş yıl önce arkeologlar hala Sümer'den "me
deniyetin beşiği" (ve hala bu kamuoyunda önde gelen izlenim olmasın rağmen) diye
söz ediyor idiyse de şimdi biliyoruz ki, medeniyetin tek bir beşiği yoktu fakat -hepsi
önceden bilindiğinden binlerce yıl önceye giden- birkaç Neolitik medeniyeti vardı.
Mellaart'ın 1 975'te The Neolithic ofNear East (Yakındoğu'nun Neolitik Çağı) yapıtın
da yazdığı gibi, uzun süre Mezopotamya'ya özgü olduğu düşünülen " kent medeniye
tinin, uzun süre geri bölgeler olarak bilinen Filistin veAnadolu'da, Jericho veya Çatal
höyük gibi yerleşim yerlerinde öncelleri vardır:'25 Üstelik, şimdi kültürel evrimimizin
özgün gelişimi için büyük önemi olan başka bir şey biliyoruz. Bu şudur ki, maddi ve
sosyal teknolojimizde ilk atılımların yapıldığı bütün bu yerlerde -Merlin Taşının kitap
başlığı olarak ölümsüzleştirdiği ifadeyi kullanırsak- Tanrı kadındı.
Medeniyetin daha önce inanıldığından çok daha eski ve daha yaygın olduğu
hakkındaki yeni bilgiden anlaşılacağı gibi, daha önceki arkeoloji teorilerinin büyük
ölçüde yeniden değerlendirmesini içeren çok sayıda yeni akademik yazı üretiliyor. Fa
kat çok çarpıcı gerçek olan bu yazılarda ilk medeniyet ideolojisinin kadın merkezli
olduğu, feminist bilimciler dışında fazla ilgi uyandırmamıştır. Eğer feminist olmayan
bilimciler tarafından vurgulandıysa tesadüfidir. Mellaart gibileri bundan söz etseler
34
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk: Medeniyetin Başlangıcı
bile, sosyal ve kültürel sonuçlarına değinmeden, genellikle sadece sanatsal ve dini öne
minden dolayı böyle yaparlar.
Gerçekten, önde gelen görüş, ha.J.a özel mülkiyet ve kölelikle birlikte erkek ta
hakkümünün hepsinin tarım devriminin yan ürünü olduğudur. Ve bu görüş, cinsler
arasındaki -ve herkes arasındaki- eşitliğin genel kural olduğu Neolitik Çağın tersine,
kanıtlara rağmen geçerliğini korumaktadır.
İzleyen bölümlerde bu büyüleyici kanıtın peşinden gideceğiz. Ancak önce, eski
arkeoloji düşüncelerinin günümüzde yeni bulgularla çürütüldüğü diğer önemli bir
alana yöneliyoruz.
Eski Avrupa
Hayatın insan kültürünün önceden bilinmeyen binlerce yılı boyunca nasıl oldu
ğu hakkında en açık kanıtların bir kısmı, bize tamamen beklenmeyen bir yerden gel
di. Akdeniz'in Bereketli Hilal'inin medeniyetin beşiği olduğuna dair uzun süre kabul
edilen teoriye koşut olarak, antikAvrupa uzun süre kültürel olarak geri bir bölge kabul
edildi. Daha sonra kısaca Minos ve Grek uygarlıklarına dönüşmüştü ve bu yalnızca
Doğu'nun etkilerinin sonucuydu. Fakat şimdi doğan manzara çok farklı.
California Üniversitesi'nden Arkeolog Marija Gimbutas, The Goddesses ve Gods
of Old Europe'ta (EskiAvrupa'nın Tanrıça ve Tanrıları), "Yeni bir rota, Eski Avrupa Uy
garlığı, güneydoğu Avrupa'daki farklı Neolitik-Kalkolitik kültürel gruplarının kolektif
kimliği ve başarısı tanınarak ortaya konmuştur" diye yazmaktadır. Bu çığır açan çalış
ma, kabaca kuzeyde Ege veAdriyatik'e (adalar dahil), yukarı bütün Çekoslovakya'ya,
güney Polonya'ya ve batı Ukrayna'ya uzanan bir alanda yüzlerce arkeolojik bulguyu
kataloglamakta ve çözümlemektedir.26
Yedi bin yıl önce güneydoğu Avrupa'nın sakinleri ilkel köylüler değildi.
Gimbutas'ın raporuna göre, "iki bin yıllık tarımsal istikrar sırasında maddi refahları,
artan ölçüde verimli nehir vadilerinin etkili kullanımıyla, kararlılıkla artmıştı:· "Buğ
day, arpa, bakla, bezelye ve diğer baklagiller yetiştiriliyor, ve bugün Balkanlar'da olan
tüm evcil hayvanlar, at dışında, besleniyordu. Çömlek teknolojisi ve kemik ve taş işle
me teknikleri ilerlemiş ve bakır metalürjisi İ.Ö. SSOO'de doğu ortaAvrupa'da keşfedil
mişti. Bin yıldır büyüyen ticaret ve gelişen iletişim, kültürel ilerlemeye dışarıdan gelen
muazzam bir ivme kazandırmıştı ... Yelkenlilerin kullanımı, altı bin yıldır seramiklerde
ki mükemmel betimlemelerle açıklanıyordu."27
İ.Ö. 7000 ve 3500 civarında bu erken dönemAvrupalılar, zanaatta uzmanlaşmayı
içeren karmaşık bir sosyal örgütlenmeyi geliştirmişti. Karmaşık dini ve idari kurumlar
yarattılar. Bakır ve altın gibi metalleri süs ve araç olarak kullandılar. Hatta görünüşte
35
Riane Eisler
basit bir alfabe şeklinde yazıyı geüştirdiler. Gimbutas'ın sözleriyle, "eğer medeniyeti
insanların çevrelerine uyma ve yeterli sanat, teknoloji, alfabe ve sosyal ilişkileri geüş
tirme yeteneği olarak tanımlarsak, açıktır ki Eski Avrupa göze çarpan bir haşan düze
yini yakaladı:'28
Bugün çoğumuzda bulunan Eski Avrupa imajı, güneye doğru ilerleyen ve sonuç
ta Romalıları keserek Roma'dan süren korkunç ölçüde barbar kabilelerdir. Bu nedenle
arkeoloji aracılığıyla ortaya çıkarılan Eski Avrupa toplumunun en çarpıcı ve düşündü
rücü özellikleri, kesinlikle "barışçı" karakterleriydi. Gimbutas'ın raporuna göre, "Eski
Avrupalılar, daha sonraki Hint-Avrupalıların yaptığı gibi, ulaşılmaz yerlere, tepelere
kaleler ve sık sık tepelik yerlere kocaman taş duvarlar inşa etmediler. Yüksek, dik te
peler gibi uygunsuz yerlerde yaşamaya asla çalışmadılar:· "Eski Avrupalıların yerleşim
yerleri, güzel çevre, iyi su ve toprak ve hayvan otlatma alanlarının bulunması dolayı
sıyla seçilmişti. V inca, Butmir, Petresti ve Cucuteni gibi yerleşim alanları, savunma
değeri ile değil harika çevre manzarası ile çarpıcıdır. Ağır tahkimatın ve saldırı silahla
rının karakteristik olarak bulunmaması, bu çoğu aşkı seven halkların barışçı doğasını
yansıtmaktadır:'29
Üsteük burada, Çatalhöyük ve Hacılar'daki gibi-beş yüz yıldan fazlaya yayılan
zamanda savaş yoluyla hiçbir zarar görme işareti bulunmayan30- arkeolojik kanıtlar,
erkek tahakkümünün kural olmadığını göstermektedir. Gimbutas'ın yazdığına göre,
"cinsler arasında işbölümü vardır ama üstünlük özelliği yoktur." "Vinca'nın 53 mezar
lık kabristanında, erkek ve kadın mezarları arasında zenginlik göstergesi olarak ayrım
sanabilecek bir fark bulunmamaktadır ... Kadının toplumdaki rolüne ilişkin V inca'nın
ortaya koyduğu, eşitlikçi ve açıkça ataerkil olmayan bir toplumdur. Aynı şey Varna
toplumu için de söylenebilir: ataerkil eril-dişil değer ölçeğinde sıralama göremiyo
rum:'31
Özet olarak, burada, Çatalhöyük'teki gibi, kanıtların ortaya koyduğu genel olarak
tabakalaşmamış ve esas itibarı ile eşitükçi, cinsiyete veya sınıfa dayalı beürgin farklılaş
manın olmadığı bir toplumdur. Fakat fark şudur ki, Gimbutas'ın eserinde bu yalnızca
geçici şekünde kaydedilmemiştir. Zaman zaman diğer pek çoğunun önemsememeyi
tercih ettiği noktayı vurgulama cesareti olan bu önde gelen arkeoloji öncüsü tarafın
dan, şu nokta gündemimize getirilmektedir: Bu toplumlarda bize yalnızca "insan tabi
atı" olarak öğretilen cinsiyet eşitsizükçiliğin hiçbir işaretini görmüyoruz."
Gimbutas'ın yazdığına göre, "Eşitükçi bir erkek-kadın toplumu pratik olarak Eski
Avrupa'nın bütün bilinen kabristanlarındaki mezar malzemelerinde görülmektedir:'
Aynı zamanda bunun anne soyundan gelen -ani, nesebin ve mirasın anne üzerinden
izlendiği-32 bir toplum olduğunun çeşitli göstergeleri olduğunu kaydetmektedir. Üs
telik, arkeolojik kanıtların Eski Avrupa yaşamının tüm yönlerinde kadınların kilit rol
oynadığının şüpheye yer bırakmadığını vurgulamaktadır.
Gimbutas'ın yazdığına göre, "Evdeki dua yerlerinin ve tapınakların modellerinde
36
Kayıp Bir Dünyaya Yolculuk: Medeniyetin Başlangıcı
ve gerçek tapınak kalıntılarında kadınlar, Tanrıça'nın çeşitli yön ve işlevlerine adanan
hazırlık ve performans ritüellerini yönetiyor görünmektedir. Kült malzemelerinin
üretimi ve adak sunma için çok büyük bir enerji harcanıyordu. Tapınak modelleri ta
hıl öğütmeyi ve kutsal ekmek yapımını gösteriyor... Genellikle binanın yarısını oluş
turan veya esas tapınağın altındaki zemini teşkil eden tapmak işliklerinde, kadınlar
farklı ayinlere uygun çeşitli kaplar yapar ve dekore ederdi. Tapınağın sunağının yanın
da muhtemelen kutsal kıyafetler ve aksesuarların örüldüğü dikey bir dokuma tezgahı
duruyordu. Eski Avrupa'nın en sofistike yaratılan -günümüze ulaşan en özel vazolar,
heykeller, vs.- kadın işiydi:'33
Tanrıça' ya tapınmanın hayatın her yönünün merkezi olduğu bu antik topluluklar
tarafından bize bırakılan sanatsal miras, hala arkeoloji aracılığıyla gün yüzüne çıkarılı
yor. 197 4'te Gimbutas ilk kez kendi kazılarından ve diğer üç binin üzerinde yerleşim
yerinin bulgularından derlediği özetini yayımladığı zaman, çok büyük miktarda ritüel
kaplarına, sunaklara, tapınaklara ve hem vazolar hem de ibadet yeri duvarları üzerin
deki resimlere ek olarak otuz binden az kilden, mermerden, kemikten, bakırdan ve
altından minyatür heykel ortaya çıkarılmıştı.34
Bu buluntulardan, söz konusuAvrupa Neolitik kültürünün en mükemmel kalın
tıları, heykellerdir. Hayatın arkeoloğun başka türlü ulaşamayacağı yönleri hakkında
bilgi sunarlar: giysi modaları ve hatta saç biçimleri. Dönemin dini ayinlerinin efsanevi
imajları hakkında ilk elden bilgi sunarlar. Ve bu heykellerin gösterdiği, aynı zamanda
Paleolitik mağaralarında ve daha sonraAnadolu'nun uçsuz bucaksız düzlüklerinde ve
diğer Yakındoğu ve Ortadoğu Neolitik yerleşim birimlerinde olan, kadın figür ve sem
bollerinin merkezi yeri teşkil etmesidir.
Bunun da ötesinde, bu daha önceki kayıp medeniyetin estetik ve sosyal evrimin
de bir sonraki adıma işaret eden inandırıcı kanıtları sunarlar. Hem üslup hem tema
olarak bu kadın heykelcik ve sembollerinin çoğu, çarpıcı ölçüde bugün hala pratikte
gerçekten neye baktığım bilmeyen yüz binlerce turist tarafından ziyaret edilen bir yere
benzer: masalsı Girit adasında daha sonra gelişen Tunç Devri uygarlığı.
Tanrıça'ya tapınmanın tarihi dönemlere kadar sürdüğü bilinen tek "yüksek" me
deniyet olan Girit'e bakmadan önce, ilk olarak Batının kültürel evriminin eski yönü
hakkında-ve bugünümüz ve geleceğimizle ilgili-Neolitik Çağın arkeolojik kalıntıla
rından ne çıkarsayabileceğimize yakından bakalım.
37
İkinci Bölüm
Geçmişten Mesaj lar:
Tanrıça'nın Dünyası
Tanrıça'ya tapınan tarihöncesi atalarımız ne tür insanlardı? Kayıtlı veya yazılı tarihten
önce kültürel evrimimizin bin yıllarında yaşam nasıldı? Ve bu zamanlardan kendimiz
le ilgili neler öğrenebiliriz?
Bize yazılı kayıt bırakmadıkları için, Sherlock Holmes bilimci olmuş gibi, Paleo
litik ve daha sonraki, daha ileri Neolitik insanlarının nasıl düşündüğünü, hissettiğini
ve davrandığını yalnızca çıkarsayabiliriz. Ancak, antikite hakkında bize öğretilen her
şey tahmine dayalıdır. Sümer, Babil ve Girit gibi erken dönem tarihsel kültürlerden
gelen kayıtlar bile, en iyi olasılıkla az ve bölük pörçüktür. Büyük ölçüde malların ve
diğer ticari konuların envanterleriyle ilgilidir. Ve daha sonraki hem tarihöncesi hem
de klasik Grek, Roma, İbrani ve Hıristiyan devirlerinden kalan daha ayrıntılı yazılı
kayıtlar, büyük ölçüde çıkarsamalara -modern arkeolojik metotların yardımı bile ol
madan- dayalıdır.
Gerçekten de kültürel evrimimiz hakkında öğrendiklerimizin çoğu, aslında yo
rumdur. Üstelik, önceki bölümde gördüğümüz gibi, bu yorum çoğu kez hala geçerli
tahakküm görüşünün projeksiyonudur. Bu görüş, kültürel evrimimizi "ilkel insan"dan
"medeni insan" denen biçime doğrusal ilerleme şeklinde ele alan geleneksel modele
uymak üzere yorumlanmıştır. Söz konusu yorum da bölük pörçük verilerden elde edi38
Geçmişten Mesajlar: Tanrıça'nın Dünyası
len sonuçlardan ibarettir. İlkel insanın ve medeni insanın, pek çok farkı olmamasına
karşılık fethetme, öldürme ve tahakküm etme özellikleri ortaktır.
Antik yerleşim yerlerinin bilimsel kazıları yoluyla arkeologlar, son yıllarda atala
rımızın ilk olarak çiftçilik ve sürü beslemekle geçinen topluluklar biçiminde toprağa
yerleştiği tarihöncesi, özellikle Neolitik hakkında, büyük ölçüde birincil bilgi edin
mişlerdir. Yeni bir bakış açısıyla çözümlenirse bu kazılar, geçmişimizin yeniden değer
lendirilmesi ve yeniden yapılandırılması için veri tabanını sunarlar.
Bir önemli veri kaynağı, binaların ve içindekilerin -giysiler, mücevherler, yiye
cekler, mobilya, kaplar, aletler ve günlük yaşam için diğer nesneler dahil- kazısıdır.
Bir diğeri, insanların yalnız ölüme ilişkin değil, fakat aynı zamanda hayatlarına ilişkin
yaklaşımlarını gösteren gömme alanlarının kazısıdır. Ve bu iki veri kaynağıyla örtüşen,
tarihöncesi hakkında en zengin bilgi kaynağıdır: sanat.
Yazılı hatta sözlü yazınsal gelenek olduğu zaman bile, sanat bir çeşit sembolik ile
tişimdir. İster günlük hayat veya önemli efsaneler hakkında isterse dini imajların hey
kelleri, ritüelleri betimleyen frizler veya yalnızca vazo dekorasyonları, mühürler üze
rindeki resimler veya mücevherler üzerindeki gravürler olsun, Neolitiğin etkili sanatı,
bu insanların nasıl yaşadığı ve öldüğü hakkında pek çok şey söyler. Aynı zamanda,
gerçek anlamda Neolitik sanatı insanların o zamandaki deneyimlerini ve dolayısıyla
gerçeklik dediğimiz şeyi nasıl şekillendirdiğini sembolik olarak ifade eden bir çeşit
dil veya stenodur. Dolayısıyla, bu insanların nasıl düşündüğü hakkında, pek çok bilgi
verir. 1 Ve bu dilin kendisi için konuşmasına izin verirsek, büyüleyici -ve stereo-tiplerle
karşılaştırırsak çok daha umutlu- kültürel köklerimizin hikayesini anlatır.
Neolitik Sanat
Neolitik sanatı hakkında en çarpıcı şeylerden biri, neyi betimlemediğidir. İnsan
ların sanatlarında neyi betimlemediği, ne yaptıklarına ilişkin çok şey söyler.
Daha sonraki sanattan çok farklı olarak, Neolitik sanatında yokluğu dikkat çeken
önemli bir tema, silahlı, kuvvetli, acımasız ve şiddet temelli gücü idealize eden imaj
lardır. Burada "kutsal savaşçıların veya savaş sahnelerinin imajları yoktur. Zırhlarında
esirleri sürükleyen "kahraman fatihlerin" veya diğer kölelik göstergelerinin işaretleri
de yoktur.
Aynı zamanda erkek egemen akıncıların en eski ve en ilkel kalıntılarından çok
farklı olarak, Tanrıça' ya tapınan Neolitik toplumlarında çarpıcı olan, bol masraflı "reis"
cenazelerinin olmamasıdır. Ve daha sonraki Mısır gibi erkek egemen medeniyetlerin
belirgin ölçüde tersine, halkı ölümle gelen fedakarlıklarından dolayı öbür dünyada
daha güçsüz insanlara çeviren güçlü hükümdarların işareti yoktur.
39
Riane Eisler
Gene daha sonraki tahakküm toplumlarından çok farklı olarak, burada gizli si
lahların veya silahlara yönelik maddi teknolojinin ve tabii kaynakların yoğun uygu
lamasını bulamıyoruz. Bunun çok daha, ve gerçekten, tipik olarak barışçı bir dönem
olduğu çıkarsaması, başka bir şeyin yokluğuyla daha da güçlendirilmiştir: askeri tah
kimat. Yalnızca tedricen bunlar ortaya çıkmaya başlamıştır, görünüşte dünyanın çevre
alanlarından gelen savaşçı göçebe gruplardan gelen baskıya karşılık olarak. Bu grupları
daha sonra inceleyeceğiz.
Neolitik sanatında, ne Tanrıça ne de rekabetçi oğlu güçle ilişkilendirmeyi öğ
rendiğimiz -baltalar, kılıçlar veya yıldırımlar- amblemleri taşımaz. Bunlar, öldürme ve
sakatlamayla kendisine bağlılığı sağlayan, dünyadaki egemen ve/veya tanrının sem
bolleridir. Bunun ötesinde, dönemin sanatı, çarpıcı biçimde yönetici-yöneten imajla
rından yoksundur. Efendi-köle teması tahakküm toplumlarının karakteristik özellik
lerindendir.
Her yerde bulduğumuz -küçük tapınaklarda ve evlerde, duvar resimlerinde, vazo
lardaki dekoratif motiflerde, çevredeki heykellerde, kil heykelciklerde ve bas rölyefler
de- tabiattan alınmış zengin semboller bütünüdür. Tanrıça'ya tapınmayla ilgili olarak
bunlar, hayatın güzelliğine ve gizemine karşı duyulan huşu ve merakı açıklarlar.
Güneş ve suyun yaşamı sağlayan öğeleri vardır, örneğin Macaristan'da yaklaşık
İ.Ö. SOOO'den Eski Avrupa baltası üzerine işlenmiş, büklüm denilen dalgalı biçimde
geometrik desenler (akan suyu sembolize ederler) bulunmaktadır. Çatalhöyük tapı
naklarının duvarlarına çizilmiş kocaman eğik boynuzları ve taştan devasa kafaları olan
boğalar, Romanya'nın güneyinden pişmiş topraktan kirpiler, Bulgaristan'dan dişi ge
yik biçiminde ritüel vazoları, üzerinde balık yüzü motifi bulunan yumurta şeklinde taş
heykeller ve kuş biçiminde kült vazoları. 2
Tarihi dönemlerde bile Tanrıça'nın dönüştürücü gücü ile özdeşleştirilen, meta
morfozun sembolleri olan yılan ve kelebekler vardır. Güney Girit'teki Zakro'da bu
lunan bir mühürde Tanrıça, gözü olan kelebeğin kanatlarıyla betimlenmiştir. Daha
sonraki Girit'te de çift başlı balta, tarım alanlarını temizlemek için kullanılan çapayı
anımsatan kelebeğin stilize halidir.3 Eski derisinden sıyrılan ve "yeniden doğan" yılan
gibi, Tanrıça'nın tezahürünün bir parçası, üstelik onun yeniden doğuş güçlerinin diğer
bir sembolüdür.4
Ve her yerde, duvar resimlerinde, heykellerde ve adak heykelciklerinde
Tanrıça'nın imajlarını buluruz. Bakirenin, Kadın Atanın veya Kadın Yaratıcının çeşitli
vücut buluşlannda o, suların, kuşların ve yer altı dünyasının Hanımefendisi veya yal
nızca kollarında tanrısal çocuğu emekleyen tanrısal Annedir.5
Bazı imajlar o kadar gerçekçidir ki neredeyse gerçek hayattan alınmıştır, batı
Slovakya'da İ.Ö. beşinci bin yılın başlarından kalan bir mezarlıkta çukur tabakta yı
lankavi yürüyen yılan gibi. Diğerleri o kadar stilize edilmiştir ki, en "modern" sanatı
mızdan bile daha soyutturlar. Bunlar arasında, güneydoğu Macaristan'daki Tisza kül40
Geçmişten Mesajlar: Tanrıça'nın Dünyası
türünden üzerine oyulmuş ideogramları olan, tahta çıkmış Tanrıça şeklinde büyük,
stilize edilmiş, kutsal vazo veya kadeh; Romanya'dan, İ.Ö. 5000 tarihli, kafası sütun
biçiminde, kolları birbirine kavuşmuş Tanrıça; orta Bulgaristan'daki Teli Azmak'tan,
İ.Ö. 6000'den kalan şematize kolları ve abartılı üçgen kasığı olan mermer Tanrıça hey
kelciği bulunmaktadır. Üstelik, 8000 yaşındaki, bir şekilde Kanatlı Zafer adlı klasik
Grek heykelini anımsatan kadın memeleri olan, boynuzlu terra-cotta ayakları ve zarif
şekilleri ve zengin geometrik yılankavi tasarımları olan, boyalı Cucuteni vazoları gibi
diğer imajlar da tuhaf şekilde güzeldir. Tanrıça'nın göbeğine veya memelerinin yakı
nına oyulmuş haçlar gibi ötekiler, kendimizin en önemli sembollerinden bazılarının
daha önceki anlamları hakkında ilginç sorular uyandırırlar.6
Bu imajların çoğuna ilişkin, düş gibi tuhaf nitelikli, esrarlı ritüelleri ve uzun sü
redir unutulmuş efsaneleri davet eden bir fantezi duygusu vardır. Örneğin, Vinca
heykeli üzerinde kuş kafalı bir kadın ve elinde tuttuğu kuş kafalı bebek, muhtemelen
bir kuş Tanrıça ve onun tanrısal çocuğu hakkında mitolojik bir hikayeyi temsil eden
antik ayinlerin maskeli baş kahramanını düşündürmektedir. Benzer şekilde, İ.Ö. 4000
Makedonyası'ndan, insan gözlü, terra-cotta boğa kafası, başka bir Neolitik ritüeli ve
efsanesinin maskeli baş kahramanım çağrıştırmaktadır. Bu maskeli figürlerin bazıla
rı, iyi kalpli veya tehditkar kozmik güçleri temsil eder görünmektedir. Ötekilerin İ.Ö.
beşinci bin yıldan pamuklu külotu ve cüsseli göbeği olan maskeli adam gibi mizahi
bir etkisi vardır. Fafkos, Gimbutas tarafından muhtemelen komik bir aktör olarak be
timlenmiştir. Aynı zamanda, Gimbutas'ın kozmik yumurtalar dediği nesneler vardır.
Bunlar da vücudu, doğanın esrarengiz, çevrimsel yeniden doğuşu yoluyla, doğum
mucizesine ve ölümü hayata dönüştürme gücüne sahip, tanrısal Kadeh'le sembolize
edilen, Tanrıça'nın sembolleridir.7
Gerçekten de Tanrıça ile kişileştirilen tabiattaki her şeyin bir olduğu teması, Neo
litik sanatına nüfuz etmiş görünmektedir. Burada evreni yöneten temel güç, insanlara
hayat veren, onları maddi ve manevi yönde doyuran ve ölümde bile çocuklarının on
ları kozmik rahmine almasına bel bağlanan tanrısalAnnedir.
Örneğin, Çatalhöyük'teki tapınaklarda Tanrıça'nın hem hamile hem doğum ya
pan temsillerini buluruz. Sıklıkla, ona leopar ve özellikle boğa gibi güçlü hayvanlar
eşlik eder.8
Doğadaki bütün hayatın birliğinin sembolü olarak, bazı temsillerinde kendisi kıs
men insan kısmen hayvandır.9 Daha karanlık yönlerinde bile, araştırmacıların uhrevi,
veya dünyevi dediği, hala doğal düzenin parçası olarak betimlenir. Bütün hayat ondan
doğduğu için, hayat ölümde de yeniden doğmak için ona döner.
Denilebilir ki araştırmacıların Tanrıça'nın uhrevi yönü dediği, gerçeküstücü veya
bazen grotesk biçimde betimlediği yön, atalarınnzın gölgelenmiş bilinmeyene bir ad
ve şekil verme yoluyla gerçekliğin karanlık yönüyle uğraşma girişimini temsil ediyor
du. Bu uhrevi imajlar-masklar, duvar resimleri ve ölümü fantastik ve bazen mizahi
41
Riane Eisler
biçimlerde sembolize eden nesneler-dini olanı açığa vurmak için tasarlanacak, böy
lelikle dünyayı yöneten hem tehlikeli hem de aynı zamanda iyi kalpli kuvvetlerin bir
çeşit mistik birliğini başlatacaktı.
Böylelikle, hayatın dini imajlarda ve ritüellerde aynen kutlandığı gibi, tabiatın yı
kıcı süreçleri tanınıyor ve bunlara saygı duyuluyordu. Aynı zamanda, dini ayinler ve
seremoniler, bireye ve topluluğa bir katılım duygusu vermek ve tabiatın hayat veren
ve koruyan süreçlerini kontrol etmek üzere tasarlanmıştı. Diğer ayin ve seremoniler,
daha korkutucu süreçleri güvenli kılmak için gerçekleştirilmişti.
Fakat Tanrıça'nın çok sayıdaki imajları, hayatın ve ölümün ikili yönüyle, temel
amacı sanat olan ve yaşamın fethetmek, talan etmek ve yağmalamak olmayan fakat
dünyayı ekip biçmek ve hayattan tatmin sağlamak için maddi ve manevi gereklerini
sağlayan bir dünya görüşünü ifade eder görünmektedir. Ve bütün olarak, Neolitik sa
natı ve çok daha gelişmiş olan Minos sanatı, evreni yöneten gizemli güçlerin birincil
işlevinin itaat, ceza ve yok etme olmadığı fakat bahşetme olduğu bir görüşü açıklar.
Biliyoruz ki sanat, özelükle dini ve mistik sanat yalnızca insanların yaklaşımlarını
yansıtmaz, fakat aynı zamanda özel bir kültür ve sosyal örgütlenme biçimini yansı
tır. İncelediğimiz Tanrıça merkezli sanat, erkek tahakkümü veya savaş gibi imajlarının
çarpıcı şekilde yokluğuyla, kadınların, önce kabilelerin reisi ve rahibeler, sonra mer
kezi yeri olan daha önemli rolleri üstlendiği sosyal düzeni yansıtmaktadır. Ve bu dü
zende hem erkekler hem kadınlar birlikte ortak iyilikleri için eşit ortaklıkla çalışmıştır.
Eğer burada erkek tanrıların gazabına veya yıldırımlar ve silahlar taşıyan hükümdar
lara veya perişan köleleri zincirlerle sürükleyen büyük fatihlere şükretmek yoksa, bu
imajların gerçek hayatta dengi olmadığını çıkarsamak mantıksız değildir. 10 Ve eğer
merkezi dini imaj doğum yapan bir kadınsa ve, zamanımızdaki gibi, çarmıhta ölen bir
adam değilse, hayatın ve hayat aşkının -ölüm ve ölüm korkusu yerine- toplumda ve
aynı zamanda sanatta baskın olduğunu çıkarsamak mantıksız olmayacaktır.
Tanrıça'ya Tapınma
Tarihöncesi Tanrıça'ya tapınmanın en ilginç yönlerinden biri, mitolog ve din ta
rihçisi Joseph Campbell'ın "bağdaştırmacılık" dediği kavramdır. Esas olarak, bunun
anlamı Tanrıça'ya tapınmanın hem çoktanrıcı hem tektanrıcı olmasıydı. Çoktanrıcıy
dı, çünkü ona farklı adlarla ve değişik biçimlerde tapınılıyordu. Fakat aynı zamanda
tektanrıcıydı - Tanrıça' ya imandan, tam olarak aşkın bir varlık olan Tanrı' ya imandan
söz ettiğimiz gibi söz edebiliriz. Başka bir deyişle, Tanrıça'ya tapınmanın onun çeşitli
yerlerle ilişkilendirilen sembol ve imajları arasında, çeşitli anne, (kadın) ata veya kadın
yaratıcı ve bakire yönleriyle çarpıcı benzerlikler vardır.
42
Geçmişten Mesajlar: Tanrıça'nın Dünyası
Bu kayda değer dini birliğin bir muhtemel açıklaması, Tanrıça'ya bütün antik
tarım toplumlarında özgün olarak tapınılmış olması olabilir. Kadının tanrılaştırılma
sının -kendi biyolojik karakterinde dünya gibi doğum yapması ve doğana bakıp onu
büyütmesi- tarımın başlangıç yeri olan üç ana merkezde kanıtlarım buluyoruz: Küçük
Asya ve güneydoğu Avrupa, Güneydoğu Asya'da Tayland ve daha sonra Orta Ameri
ka.12
Dünyanın değişik yerlerinden bilinen en eski yaradılış hikayelerinin çoğunda,
Tanrıça-Anne'yi bütün her şeyin kaynağı olarak görüyoruz. Amerikalarda, Yılan Ete
ğin Hanımefendisidir - ilgimizi çekiyor, çünkü Avrupa, Ortadoğu ve Asya'da yılan,
onun birincil dışavurumudur. Antik Mezopotamya'da, evrenin bu ayın kavramı, evre
nin Tanrıça -Annesi'nin vücudu olarak dünya dağı düşüncesinde bulunur. Bu düşün
ce, tarihi dönemlere kadar sürdü. Cennet ve dünya için doğum yapan Sümer Tanrıça'sı
Namnu olarak adı -yaklaşık İ.Ö. 2000'den kalan, şimdi Louvre'da bulunan- çiviyazısı
bir metinde denizi gösteren bir ideograrnla açıklanmıştır.13
Kadınlık prensibinin birincil önemdeki suyla ilişkilendirilmesi, aynı zamanda
yaygın bir temadır. Örneğin, EskiAvrupa'da dekore edilmiş çömleklerde, suyun sem
bolizmi genellikle birincil önemi olan yumurtayla ilişkili olarak -sık sık görülen bir
motiftir. Burada -bazen kuş veya yılan şeklindeki Tanrıça- Büyük Tanrıça suyun ya
şam verme gücünü yönetir. HemAvrupa'da hem Anadolu'da, yağmur yağdıran ve süt
veren motifler iç içe geçmiştir ve ritüel kapları ve vazoları onun tapınaklarında temel
donanımdır. İmajı, bazen onun insan şeklinde olan görüntüsündeki su kaplarıyla iliş
kilendirilmiştir. Mısır Tanrıçası Nut olarak, semavi, ezeli suların birliğini yönetiyor.
Daha sonraları, Girit Tanrıçası Ariadne (Çok Kutsal Biricik) ve Grek TanrıçasıAfrodit
olarak denizden yükselmektedir.14Aslında bu imaj, ha.la HıristiyanAvrupa'da o kadar
güçlüdür ki, Botticelli'nin denizden yükselen ünlü Venüs'üne esin kaynağı olmuştur.
Bunun kültürel evrimimizle ilgili bize öğretilenin içinde ender olarak yer alma
sına rağmen, Neolitik tarihindeki binlerce yılda evrilenler, ha.la bugün bizimledir.
Mellaart'ın yazdığına göre, bunlar "daha sonraki kültürler ve medeniyetlerin dayandı
ğı temeli oluşturdu:'15 Veya Girnbutas'ın ifade ettiği gibi, temsil ettikleri dünya yıkıl
dıktan sonra bile, Tanrıça' ya tapınan Neolitik ataların mistik imajları,Avrupa ruhunu
büyük ölçüde zenginleştirerek ''.Avrupa'daki kültürel gelişmeleri daha da besleyen alt
katmandan ayrılamamışlardır:' 16
Gerçekten de, eğer Neolitik sanatına yakından bakarsak, Tanrıça imajlarının ne
kadarının hayatta kaldığı hakikaten şaşırtıcıdır - ve aynı zamanda dinler tarihinin en
standart çalışmaları bu büyüleyici gerçeği ortaya çıkarmayı başaramaz. Tam olarak
Neolitik Çağ'ın hamile Tanrıça'sı, doğrudan Paleolitik Çağ'ın dolgun belli "Venüsleri
nin" soyundan gelmektedir. Bu aynı imaj, Ortaçağ Hıristiyan ikonografisinde hamile
Meryem olarak varlığını sürdürmektedir. Neolitiğin genç Tanrıça veya Bakire imajına,
hala Kutsal Bakire Meryem yönüyle saygı duyulmaktadır. Neolitiğin tanrısal çocuğu-
43
Riane Eisler
nu tutan Ana Tanrıça figürü, bili her yerde, çarpıcı şekilde, Hıristiyan Meryem Ana
ve Çocuk'un kanıtı olarak görünmektedir.
Geleneksel olarak Tanrıça'yla ilişkilendirilen imajlar, boğa ve büyük boynuzu
veya boğamn boynuzları gibi, doğanın gücünün sembolü olarak, klasik ve daha son
raki Hıristiyan zamanlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Boğa, daha sonraki "pagan"
ataerkil mitolojisinde merkezi bir simge olarak yerini almıştır. Sonraları, boynuzlu
boğa tanrı, Hıristiyan ikonografisinde erkeklik gücünden, Şeytan veya kötü ruhların
sembolüne dönüşmüştür. Fakat, Neolitik zamanlarda, şimdi kötü ruhlarla alışılagel
diği gibi ilişkilendirdiğimiz boğa boynuzlarının farklı anlamları vardı. Boğa boynuzu
imajları, Tanrıça'nın temsilleri olarak "adama boynuzları"nm zaman zaman sıra sıra
evler ve sunaklarda yer aldığı Çatalhöyük'te, hem evlerde hem tapınak kazılarında gün
yüzüne çıkartılmıştır.17 Ve boğanın kendisi, burada aynı zamanda ha.la Tanrıça'nın ni
hai gücünün göstergesidir. Erkeklik prensibinin bir sembolüdür, fakat öyle ki bu, diğer
tümü gibi, bütün tanrısal bahşedici rahmin konusudur - söz konusu olan, Çatalhö
yük'teki bir tapınakta Tanrıça'nın genç bir boğanın doğumunu yaptığı sırada grafik
olarak betimlenmiştir.
İki eşzamanlı biçimde Tanrıça'nın Neolitik imajları bile - Çatalhöyük'te gün yü
züne çıkartılan ikiz Tanrıçalar gibi - tarihsel zamanlara kadar varlıklarını sürdürmüş
lerdir. Demeter ve Kore'nin klasik Grek imgeleri Tanrıça'nın iki yönüdür: doğadaki
çevrimsel yeniden doğuşun simgeleriAnne ve Bakire.18 Gerçekten de, Tanrıça'nın ço
cukları, bir bütün olarak doğum, ölüm ve dirilme temalarıyla bağlantılıdır. Kızı, klasik
Grek zamanlarına kadar Persephone veya Kore olarak varlığını sürdürdü. Oğlu-sev
gilisi/kocası, benzer şekilde tarihi zamanlara kadar Adonis, Tammutz, Attis -ve son
olarak Hz. İsa- gibi değişik adlar altında varlığını sürdürdü.19
Dini sembolizmin bu görünüşteki çarpıcı devamlılığı, eğer hem EskiAvrupa'nın
Neolitik-Kalkolitik Çağı hem de daha sonraki Minos-Miken Tunç Çağı medeniyetini
düşünürsek ve eğer Büyük Tanrıça dininin hayatın tek en önde gelen ve önemli özel
liği olduğu görünürse, daha anlaşılır olur. Anadolu'daki Çatalhöyük yerleşim yerinde,
Tanrıça tapınması yaşamın tüm yönlerine nüfuz etmiş görünüyor. Örneğin, 1961 ve
1963 arasında kazılan 139 odanın 40'ından çoğu, tapmak olarak hizmet etmiş görü
nüyor.20
Aynı model Neolitik ve Kalkolitik Avrupa'da geçerlidir. Tanrıça'nın çeşitli yön
lerine adanan bütün tapınaklara ek olarak, evlerin firınlı, sunaklı ve adak yerli kut
sal köşeleri vardı. Ve aynısı, daha sonraki Girit uygarlığı için de geçerlidir. Gimbutas
şöyle yazmaktadır: "Her türden tapınak o kadar çoktur ki, sadece her yer değil, aynı
zamanda her özel ev bu kullanıma ayrılmıştır... Tapınakların, takdis boynuzlarının ve
çift başlı balta sembolünün sıklığından hareketle, Knossos'taki her yerin bir sunağa
benzemesi gerekmektedir. Nereye dönseniz, sütunlar ve semboller, Büyük Tanrıça'nın
varlığını anımsatır:·21
44
Geçmişten Mesajlar: Tanrıça'nın Dünyası
Tanrıça'ya tapınan insanların çok dindar olduğunu söylemek, buradaki noktayı
hafife almak ve büyük ölçüde gözden kaçırmak olur. Burada, laik ile kutsal arasında ay
rım yoktur. Din tarihçilerinin işaret ettiği gibi, tarihöncesinde ve büyük ölçüde tarihi
zamanlara kadar, din yaşamdı ve yaşam dindi.
Bu noktanın belirsiz olmasının bir sebebi, araştırmacıların geçmişte Tanrıça'ya
tapınmayı din olarak değil, " bereket kültü" olarak ve Tanrıça'yı da "dünyanın annesi"
olarak görmesiydi. Fakat kadınların ve dünyanın doğurganlığına karşın ve hala insan
türünün varlığını sürdürmesi için bu gereklidir ve yukarıdaki niteleme çok çok basi
te indirgemecidir. Bu, örneğin, Hıristiyanlığı, temel imgesi Çarmıha Gerilme olduğu
için tam bir ölüm kültü olarak nitelemeye benzer.
Neolitik dini -bugünkü dini ve laik ideolojiler gibi- zamaıunın dünya görüşünü
ifade ediyordu. Bu dünya görüşünün bizimkinden ne kadar farklı olduğu, eğer Neolitik
dini panteonunu Hıristiyanlığınkiyle karşılaştırırsak çarpıcı şekilde ortaya çıkar. Ne
olitik Çağda kutsal ailenin başı kadındı: Büyük Anne, Cennetin Hanımefendisi veya
değişik yönlerden ve değişik biçimlerde Tanrıça. Bu panteonun erkek üyeleri de - eşi,
erkek kardeşi ve / veya oğlu-tanrısaldı. Bunun tersine, Hıristiyan kutsal ailesinin başı,
gücü her şeye yeten Babaydı. Panteondaki ikinci erkek-Hz. İsa-Tanrı'ıun diğer bir yö
nüydü. Fakat baba ve oğlun ölümsüz ve tanrısal olmasına karşın, Meryem, ataerkil aile
düzeninde bu dini suret, yalnızca ölümlü olandır - açıkçası, dünyadaki eşdeğerleri gibi,
alt düzeydedir.
Erkeğin en güçlü veya tek tanrı olduğu dinler, nesebin baba yanlı (baba üzerin
den izlendiği) ve evlenince kadının kocasının aile veya klanının yanına gittiği bir sos
yal düzeni yansıtır. Tersine, en güçlü veya tek tanrı olanın kadın olduğu dinler, nese
bin anne yanlı (anne üzerinden izlendiği) olduğu ve benzer şekilde evlenince kocanın
karısının ailesi veya klanının yanma gittiği bir sosyal düzeni yansıtma eğilimindedir.22
Üstelik, erkek egemen ve genellikle hiyerarşik sosyal yapı, tarihi olarak erkek egemen
dini panteon ve kadınların (erkeklere) tabi kılınmasının tanrısal olarak buyrulduğu
dinsel doktrinler aracılığıyla ortaya konmuştur.
Eğer Ataerkillik Değilse Anaerkillik Olmalı
Eğer bu prensipleri binlerce yıllık insanlık tarihinde esas tanrının kadın olduğu
hakkındaki güçlü kanıtlara uygularsak, on dokuzuncu yüzyıldaki ve yirminci yüzyıl
başındaki bir dizi araştırmacının, görünüşte ortalığı sarsan bir sonuca vardığını görü
rüz. Eğer tarihöncesi ataerkil değilse, anaerkil olmalıdır. Başka bir ifadeyle, eğer erkek
ler kadınlara tahakküm etmiyorsa, kadınlar erkeğe tahakküm etmiş olmalıdır.
Daha sonra, kanıtlar bu kadın tahakkümü sonucunu destekler görünmediği za45
Riane Eisler
man, pek çok araştırmacı daha geleneksel olarak kabul edilen görüşe döndü. Eğer ana
erki yoksa, akıl yürütmelerine göre, erkek tahakkümü, sonuç olarak, daima insanlık
kuralı olmuştur.
Ancak kanıtlar, bu sonuçların hiçbirini desteklememektedir. İlk olarak, şimdi
sahip olduğumuz arkeolojik veriler, ataerkillik öncesi toplumun genel yapısının, her
çağdaş standartta, çarpıcı şekilde, eşitlikçi olduğunu gösteriyor. İkinci olarak, bu top
lumlarda nesep anne üzerinden izleniyor ve rahibe ve klanların reisi olarak kadınlar
hayatın her yönünde önde gelen rol oynuyor gözükmüştür.Ancak, bu sosyal sistemde
erkeklerinin konumunun hiçbir anlamda, onun yerine gelen erkek egemen sistemin
tipik özelliği olduğu üzere, kadınlar gibi boyun eğme ve baskı altında olması söz ko
nusu değildir.
Şehirde ikamet edenlerin yaşamının sistematik olarak yeniden kurulmasının
arkeolojik amaç olduğu Çatalhöyük kazısından Mellaart'ın vardığı sonuca göre, bir
ölçüde toplumsal eşitsizliğin binaların, donanımların ve gömme armağanlarının bü
yüklüğü ile düşünülmesine rağmen bu "asla çarpıcı değildi:'23 Örneğin, Çatalhöyük'te
çoğu yirmi beş metrekare yüzölçümüne sahip, standart dörtgen planlı evler arasında
temel farklılıklar yoktur. Hatta tapınaklar ne yapısal olarak evlerden farklı ne de yü
zölçümü bakımından büyüktür. Üstelik, çok sayıdaki evle iç içe geçmişlerdir. Bu da,
bir kez daha, merkezi olarak yönetilen sosyal ve dini yapıyı değil de topluluk olarak
yaşamı göstermektedir.24
Aynı genel manzara, Çatalhöyük'te gömme adetlerinin çözümlenmesiyle ortaya
çıkmaktadır. Daha sonraki, tepede korkulan ve korkutucu güçlü adamlarca yönetilen
piramidal sosyal yapıyı açıkça yansıtan Hint-Avrupalı kabilelerden farklı olarak, Çatal
höyük'tekilerde çarpıcı sosyal eşitsizlik gözlenmez.25
Erkekler ile kadınlar arasındaki ilişkiyle ilgili olarak, gerçektir ki, Mellaart'ın
vurguladığı üzere, Çatalhöyük'ün tanrısal ailesi "önem sırasına göre anne, kız çocuk,
erkek çocuk ve babadan" oluşur.26 Bu, muhtemelen şehirde ikamet edenlerin açıkça
nesebi anne tarafından izlenen ve kocanın karısının ailesinin yanına taşındığı aile
lere yansır. Aynı zamanda doğrudur ki, Çatalhöyük ve diğer Neolitik toplumlarda
Tanrıça'nın insan biçimli temsilleri -genç Bakire, olgun Anne ve büyük Anneanne
veya Kadın Ata, özgün Kadın Yaratıcıya kadar uzanan bütün temsiller- Grek filo
zofu Pytogoras'ın daha sonra kaydettiği gibi, kadın hayatının çeşitli aşamalarının
projeksiyonlarıdır.27 Ayrıca, nesebin anne tarafından izlendiği ve kocanın karısının
ailesinin yanına taşındığı sosyal örgütlenme göstermektedir ki, Çatalhöyük'te kadı
nın kişisel eşyası ve yatağı veya sedirinin yerleştirildiği uyuma platformu daima aynı
yerde bulunur, yaşama mekanının doğu tarafında. Erkeğinki değişir ve bir miktar
daha küçüktür. 28
Fakat kadınların hem dinde hem hayatta daha önde geldiğinin böyle kanıtlarına
rağmen, kadınlar ve erkekler arasında çarpıcı eşitsizliğin göstergeleri bulunmamakta46
Geçmişten Mesajlar: Tanrıça'nın Dünyası
dır. Ayrıca, kadınların erkeklere boyun eğdiğinin veya erkekler tarafından baskı altına
alındığının işaretleri bulunmamaktadır.
Yakın zamana kadar hemen her durumda yalnızca erkeklerin dini hiyerarşinin
üyesi olabildiği zamanımızın erkek egemen dinlerinin tam tersine, burada hem ra
hibelerin hem rahiplerin bulunduğunun kanıtları vardır. Örneğin, Mellaart vurgula
maktadır ki, Çatalhöyük'te Tanrıça'ya tapınma ayinlerini yönetenler arasında birinci
derece muhtemelen rahibeler olmasına rağmen, rahiplerin katılımını gösteren kanıtlar
da vardır. Tapınaklardaki gömme adetlerinde görülen iki grup, nesnenin obsidyen ay
nalar ve kaliteli kemik bel kayışları olduğunu vurgulamaktadır. Bu, Mellaart'ın söz ko
nusu nesnelerin "hem ender bulunduğu hem de tapınaklarda keşfedildiği ve bunların
bazı rahip ve rahibelerin sembolü olduğu"29 sonucuna varmasını sağladı.
Bazen duruşları Rodin'in ünlü Düşünen Adam heykelini hatırlatan yaşlı adam
heykelleri, yaşlı adamların, aynı zamanda yaşlı kadınların önemli ve saygı duyulan rol
leri olduğunu ortaya koymaktadır.30 Neolitik Anadolu, Küçük Asya ve Eski Avrupa
tapınaklarında, daha sonra M.lnos ve Miken imajlarında merkezi rolü olan boğalar,
boğa kafatası ve boynuzları veya adak boynuzları, fallus ve erkek hayvanların imajları
olarak erkeklik prensibinin sembolleridir. Bunlar, daha sonraki Neolitik Çağ'da, özel
likle Avrupa'da görülmüştür. Üstelik, daha önceki Tanrıça heykelciklerinin bazıları
yalnızca insan ve hayvan özelliklerini taşıyan melezler değildir, aynı zamanda sık sık
abartılı uzun boyunlar gibi androjen olarak yorumlanabilecek özellikler taşırlar.31 Ve
tabii ki genç tanrı, Tanrıça'nın eşi-oğlu, ataerkillik öncesi dinin ve yeniden uyanış ve
yeniden doğuşun esrarının mucizesinde yineleyen rol oynar.
Açıkçası o zaman, kadınlık ilkesi Neolitik sanatı ve ideolojisine nüfuz eden mu
cizenin ana sembolüyken, erkeklik prensibi de önemli rol oynamıştır. Bu iki prensibin
karışımı, Kutsal Evliliğin efsaneleri ve ritüelleriyle aslında hala antik dünyadan ataer
kil zamanlara kadar kutlanmıştır. Örneğin, Hitit Anadolu'sunda Büyük Yazılıkaya tapı
nağı, bu amaca adanmıştır. Ve daha sonraları bile, Eski Yuna ve Roma'da bu seremoni
hieros gamos şeklinde varlığını korumuştur.32
Bu bağlantıda ilginç olan, üremede kadınların ve erkeklerin ortak rolü olduğu an
layışını gösteren Neolitik imajlarının bulunmasıdır. Örneğin, Çatalhöyük'te küçük bir
taş plak şefkatli şekilde kucak kucağa bir kadınla erkeği gösterir; onların tam yanında
birliklerinin meyvesi bir çocuğu tutan anne ve çocuğun rölyefi vardır.33
Bütün bu imajlar, kadınlarla erkekler arasında Neolitik'te önde gelen, çarpıcı öl
çüde farklı yaklaşımları yansıtmaktadır-sınıflama yerine bağlamanın hakim göründü
ğü yaklaşımlar. Gimbutas'ın yazdığına göre, burada "efsane dünyası, Hint-Avrupalılar
ve pek çok diğer göçebe ve çoban bozkır insanlarındaki gibi kadın ve erkek diye iki
kutba ayrılmamıştı. Hem kadınlık hem erkeklik prensipleri yan yana geçerliydi. Genç
erkek adam veya erkek hayvan şeklindeki erkek tanrısallığı, yaratıcı ve etken kadın
kuvvetlerini doğruluyor ve güçlendiriyor görünüyordu. İki cins de bir diğerine tabi
değildi: Birbirlerini tamamlayarak kuvvetleri iki katına çıkıyordu:'34
47
Riane Eisler
Tekrar tekrar hala periyodik olarak akademik ve popüler çalışmaları kaplayan hiç
anaerki var mıydı, tartışmasıyla karşılaşmamız, arkeolojik kanıtların değil de bizim
önde gelen paradigmamızın bir fonksiyonu gibi görünüyor. 35 Yani, grup içi düşünme
karşısında grup dışı düşünme, sınıflama ve hiyerarşi düşüncelerine dayanan kültürü
müzde, katı farklılıklar ve kutuplar vurgulanıyor. Bizimkisi, karakteristik olarak eğer
bu değilse o olmak zorunda türü, ikileşmiş ya o ya bu düşüncesi ki, en eski zamanlar
dan beri filozofları gerçekliğin kabaca yanlış okunmasına karşı temkinli olmaya itti. Ve,
gerçekten, bugün psikologlar keşfetmiştir ki bu, psikolojik açıdan bilişsel ve duyuşsal
olarak daha düşük düzeyde veya daha az evrilmiş gelişmenin işaretidir.36
Mellaart aşağıdaki pasajı yazdığı zaman, görünüşte bu, ya bu ya o, bu değilse o
olmak zorunda kördüğümünün üstesinden gelmeye çalıştı: "Eğer Tanrıça, Çatalhö
yük'teki Neolitik nüfusunun hayat ve ölümle ilgili çeşitli etkinliklerine başkanlık edi
yor idiyse, oğlu da bir şekilde bunu yapıyordu. Eğer bu rolü Tanrıça'nınkine kesinkes
tabi ise, hayatta erkeklerin rolü tamamen yerine getirilmiş görünmektedir:'37 Fakat "ta
mamen yerine getirilmiş" ve "kesinkes tabi" rolü arasındaki çelişkide, kendimizi gene
tahakküm paradigmasının tabiatında yer alan kültürel ve dilsel varsayımlara bağlan
mış buluyoruz: İnsan ilişkileri bir çeşit üst-alt egemenlik hiyerarşisine uymalıdır.
Ancak, tamamen analitik ve mantıksal bakış açısıyla bakıldığında, Tanrıça'nın
önceliği -ve kadın bedeninden vücut bulan bakıp büyütücü ve yeniden doğuşu sağ
layıcı güçlerle sembolize edilen değerlerin merkezi rolü- burada kadınların erkeklere
tahakküm ettiği çıkarsamasını doğrulamıyor. Bu, eğer bir insan ilişkisini erkek ege
men toplumların bile genellikle üstünlük-aşağılık terimleriyle kavramsallaştırılmadığı
şeklinde karşılaştırmaya başlarsak daha belirgin oluyor. Bu, anne ve çocuk arasındaki
ilişkidir - ve onu algılama biçimimiz dünyanın ataerkillik öncesi düşünülüşünün ger
çekten bir kalıntısı olabilir. Daha büyük, daha güçlü yetişkin anne, açıkçası, hiyerarşik
bakımdan daha küçük, daha zayıf çocuktan üstündür. Fakat bu, çocuğu normal olarak
aşağı veya daha az değerli gördüğümüz anlamına gelmez.
Bunu farklı bir kavramsal çerçeveden karşılaştırırsak, görebiliriz ki, tarihönce
si din ve hayatta kadınların daha merkezi ve güçlü rol oynadığı gerçeği, erkeklerin
itaatkar olarak algılandığı ve onlara böyle davranıldığı anlaıruna gelmek zorunda de
ğildir. Çünkü burada hem erkekler hem kadınlar Tanrıça'nın çocuklarıdır, çünkü onlar
ailelerine ve klanlarına başkanlık eden kadınların çocuklarıdır. Ve bu kadınlara büyük
güç verirken, günümüzdeki anne-çocuk ilişkisiyle karşılaştırırsak, bu baskı, ayrıcalık
ve korkudan çok sorumluluk ve sevgi ile özdeşleşen bir güç gibi görünmektedir.
Özet olarak, Kıhç'ın gücüyle sembolize edilen güç, hala geçerli güçtür, görüşü
nün tersine -silip süpürme veya tahakküm etme gücü- farklı bir güç anlayışı, bu Neo
litik, Tanrıça'ya tapman toplumlarda kural olmuş görünmektedir. Bakıp büyütme ve
bahşetme şeklindeki "kadın" gücüne dayanan bu güç anlayışı, kuşkusuz her zaman
kadın-erkek şeklinde birleşik değildi, zira bu toplumlar hayal ürünü değildi, etten ke-
48
Geçmişten Mesajlar: Tanrıça'nın Dünyası
mikten yapılıruş insanlardan oluşuyordu. Fakat hila kural olarak ideal olan, modelin
hem kadın hem erkek tarafından işletilmesiydi.
Kadeh ile sembolize edilen güç anlayışı -bunun için "tahakküm gücü" yerine
"gerçekleştirme gücü" terimini öneriyorum- kesinlikle alıştığımızdan farklı bir sos
yal örgütlenme tipini yansıtır.38 Şu ana kadar incelediğimiz geçmişten elde ettiğimiz
kanıtlardan dönemin anaerkil olarak adlandırılamayacağı sonucuna varabiliriz. Ata
erkil olarak da adlandırılamayacağı için, sosyal örgütlenmenin geleneksel tahakküm
paradigmasına uymaz. Ancak, geliştirmekte olduğumuz Kültürel Dönüşüm teorisinin
perspektifini kullanarak diğer alternatif insan örgütlenmesine uyduğunu söyleyebi
liriz: insanlığın yarısının diğer yarısı üzerinden sınıflanmadığı ve çeşitliliğin aşağılık
veya üstünlükle özdeşleştirilmediği ortaklık toplumu.
İzleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, bu iki alternatif, kültürel evrimimizi de
rinden etkilemiştir. Teknolojik ve toplumsal evrim, hangi model olursa olsun daha
karmaşık olma eğilimindedir. Fakat kültürel evrimimizin yönü -bir sosyal sistemin sa
vaşçı veya barışçı olması dahil- ortaklık veya tahakküm eksenli bir toplumsal yapanız
- olmasına dayanır.
42
Üçüncü Bölüm
Yaşamsal Fark:
Girit
Tarihöncesi, parçalarının yarıdan çoğu tahrip edilmiş veya kaybolmuş dev bir yapboz
gibidir. Onu tamamen yeniden kurmak imkansızdır. Fakat tarihöncesinin tam olarak
yeniden kurulmasının önündeki en büyük engel, çok sayıda parçanın kayıp olması de
ğildir; engel, önde gelen paradigmanın, sahip olduğumuz parçaları tam olarak yorum
lamamızı ve onlara uyan gerçek şablonu yansıtmamızı çok zorlaştırmasıdır.
Örneğin, Sir Flinders Petrie Mısır'da Meryet-Nit türbesiyle ilgili kazıları ilk ra
por ettiği zaman, otomatikman Meryet-Nit'in bir kral olduğunu düşündü. Ancak
daha sonraki araştırmalar Meryet-Nit'in bir kadın olduğunu ve türbesinin zenginli
ğinden hareketle bir kraliçe olduğunu gösterdi. Aynı yanlış, Profesör de Morgan ta
rafından Nagadeh'te keşfedilen devasa türbe hakkında yapıldı. Onun da bir kralın,
İlk Hanedan'dan Hor-Aha'nın gömülme yeri olduğu sanıldı. Fakat Ejiptolog Walter
Emery'nin yazdığına göre, daha sonraki araştırmalar, bunun Hor-Aha'nın annesi Nit
Hotep'in mezarı olduğunu gösterdi.1
Kültürel önyargının yanlışlara yol açmasının bu örnekleri yalnız istisnadır, sanat
tarihçisi Merlin Stone'un kaydettiği gibi, çünkü sonradan düzeltilmişlerdir. Stone bü
tün dünyayı dolaştı, kazıdan kazıya koştu, arşivleri birbirinin peşi sıra araştırdı, pek çok
nesneyi inceledi, birincil kaynakları yeniden sınadı ve sonra bunların nasıl yorumlan50
Yaşamsal Fark: Girit
dığını kontrol etti. Ve keşfettiği, çoğunlukla kadınlarla erkeklerin eşit yaşadığı daha ön
ceki devirlere ait kanıtlar bulunduğu zaman, bunların tamamen göz ardı edildiğiydi.2
İzleyen sayfalarda, yirminci yüzyıl başlarında Akdeniz adası Girit'te keşfedilen
çarpıcı antik medeniyeti incelerken, bu önyargının nasıl eksikliklere ve aslında yalnız
ca kültürel evrimimizi değil, fakat aynı zamanda daha yüksek bir medeniyetin gelişi
mini büyük ölçüde çarpıtan görüşe yol açtığını göreceğiz.
Arkeoloji Bombası
Teknolojik olarak ileri ve toplumsal olarak karmaşık antik Minos Girit kültürü
nün keşfi- arkeologlar tarafından efsanevi Kral Minos'un arkasından bu şekilde adlan
dırılan- bomba etkisi yarattı. l 980'de adayı elli yıldır kazmakta olan Arkeolog Nicolas
Platon, şu ifadeyi kullandı: ''.Arkeologlar küçük dillerini yutmuştu. Bu kadar yüksek
seviyede gelişmiş bir medeniyetin varlığının o zamana kadar nasıl şüphelenilmeden
gizli kaldığını anlayamadılar:'3
Uzun yıllar Girit'teki antikitenin yöneticisi olan Platon, "Başlangıçtan beri şaşır
tıcı keşifler yapıldı" diye yazmaktadır. Çalışmalar ilerledikçe "büyük çok katlı saraylar,
villalar, çiftlikler, kalabalık ve iyi düzenlenmiş şehirlerin semtleri, liman tesisleri, adayı
bir uçtan bir uca saran yol şebekeleri, planlı tapınma yerleri ve gömme alanları gün yü
züne çıkarıldı:'4 Arkeologlar kazılarına devam ettikçe, Girit medeniyetini, arkeolojik
tanımıyla, tarihi veya okuryazar döneme çıkaran dört alfabe (Hiyeroglif, Proto-Line
er, Lineer A ve Lineer B) keşfedilmiştir. Hem önceki Minos hem sonraki Miken evre
lerindeki sosyal yapı ve değerler hakkında çok şey öğrenilmiştir. Ve belki en çarpıcısı,
kazılar ilerledikçe daha çok fresk, heykel, vazo, oyma eşya ve diğer sanat yapıtlarının
gün yüzüne çıkarılması, bunların medeniyetin yıllıklarında benzersiz olan sanatsal ge
leneğin kalıntıları olduğunun bulgulanmasıdır.
Girit medeniyetinin hikayesi, yaklaşık İ.Ö. 6000'de, muhtemelen Anadolu'dan
küçük bir göçmen kolonisi ilk olarak adanın kıyılarına ulaştığı zaman başlar. Yanların
da Tanrıça'yı, aynı zamanda Neolitik Çağın bu ilk yerleşimcilerini sınıflandıran tarım
teknolojisini getirenler onlardı. Gelecek dört bin yılda çömlek yapımında, dokuma
cılıkta, metalürjide, gravürde, mimaride ve diğer zanaatlarda, aynı zamanda artan ti
carette ve Girit'te çok tipik olan canlı ve eğlenceli sanatsal üslubun tedrici evriminde
yavaş ve istikrarlı ilerleme vardı. Sonra, yaklaşık İ.Ö. 2000'de Girit, arkeologların Orta
Minos veya Eski Saray dediği döneme girdi.5
Bu, o zamana kadar medeni olan dünyanın geri kalanında Tanrıça'nın yerine sa
vaşç ı erkek tanrıların ikame edildiği bir dönem olan Tunç Çağı'na geçişti. Tanrıça'ya
hala büyük saygı duyuluyordu - Mısır'da Hathor ve İsis, Babil'de Astar ve İştar veya
Riane Eisler
Anadolu'da güneş Tanrıçası Arinna olarak. Fakat şimdi Tanrıça daha güçlü erkek tan
rıların eşi veya annesi olarak yalnızca ikincil bir tanrıydı. Bu, kadınların gücünün çar
pıcı ölçüde düşüşte olduğu, erkek tahakkümü ve fethin ve karşı fethin her yerde kural
olduğu bir dünyaydı.
Tanrıça'nın hili üstün olduğu Girit adasında, savaş işaretleri yoktu. Burada eko
nomi zenginleşmiş ve sanatlar gelişmişti. Ve İ.Ö. on beşinci yüzyılda da ada sonuçta
eski Yunan egemenliği altına girdiği zaman -arkeologların artık Minos'tan söz etmedi
ği, fakat bunun yerine Minos-Miken kültüründen söz ettiği zaman- Tanrıça ve onun
sembolize ettiği şekilde yaşam hili ayakta duruyordu.
Eski Minos etkisi altında -aynı zamanda benzer şekilde Miken dönemine giren
Grek anakarasında görülen- adanın yeni Hint-Avrupalı derebeyleri Minos kültürü ve
dinini benimsemiş görünüyordu. Örneğin, İ.Ö. on beşinci yüzyıldan ünlü Hagia Tria
da lahdindeki resimlerde, daha yoğun ve stilize fakat hili kesinlikle Giritli olarak, Tan
rıça ölü adamı yeni hayatına taşunak için mitolojik ejderhanın çektiği savaş arabasını
sürüyor. Alçıyla sıvanmış kalker freskler üzerinde betimlenen ritüellerde merkezi rolü
oynayan, uzun kadın giysileri içinde rahipler değil, hili Tanrıça'nın rahibeleri. Geçit
törenini yöneten ve ellerini sunağa dokunmak için kaldıran onlar.
Kültür Tarihçisi Jacquetta Hawkes, araştırmacılar için çok tipik olan ilginç bir
dille şunları vurguluyor: "Eğer on dördüncü yüzyılda bu hili gerçekse, eski günler
deki geçerliliği neredeyse kesin olmalı:'6 Böylelikle, Büyük Knossos sarayında bir ka
dın-Tanrıça, yüksek düzeyli rahibeler ve belki, Hawkes'un inandığı üzere, Girit krali
çesi-yaklaşan erkek geçidi ona övgülerini sunarken merkezde duruyor.7 Ve her yerde
çoğu kutsama pozisyonunda kollarını kaldırmış, bazıları Tanrıça'nın sembolleri olarak
yılanlar ve çift başlı baltalar tutan kadın resimleri var.
Yaşam ve Doğa Sevgisi
Saygıyla kutsama pozları, pek çok açıdan Minos kültürünün esasını yansıtıyor
gibi. Platon'un ifadesiyle, "Bütün hayat tüm yaradılış ve uyumun kaynağı tanrıça
Tabiat'a ateşli bir imanla belirleniyor:' Girit'te, kayıtlı tarihte son kez, kadınlarla erkek
ler arasında neşeli ve eşit katılımcılar olarak uyum ruhu egemen. İşte Girit'in sanatsal
geleneği üzerinde parladığı görünen bu ruh. Bu gelenek, gene Platon'un sözleriyle,
"güzellik, zarafet ve hareket neşesi" ve "hayattan zevk alma ve tabiata yakınlık" duygu
suyla benzersiz.8
Bazı araştırmacılar, Minos'taki yaşamı "homo ludens düşüncesinin mükemmel
ifadesi" -daha yüksek insani dürtüleri neşeli ve aynı zamanda efsanevi olarak anlamlı
ritüel ve sanatsal oyunlarla anlatan kişi- olarak betimlemişlerdir. Diğerleri Girit kültü52
Yaşamsal Fark: Girit
rünü "duyarlılık," "hayat zarafeti" ve "güzellik ve tabiat aşkı" gibi kelimeler ve ibarelerle
özetlemeye çalışmıştır. Ve her ne kadar çok az araştırmacı (örneğin Cyrus Gordon)
Girit olayını küçültmek ve bir şekilde yeniden tanımlayarak onu genellikle kabul edi
len antikitenin daha savaşçı ve (İbraniler dışında) bizden manen daha az gelişmiş gibi
önyargılara uydurmak istemiştir. Ayrıca, araştırmacıların büyük çoğunluğu, ve tabii
olarak adada yoğun alan çalışması yapanlar, bulgularını betimlerken hayranlık, hatta
şaşkınlıklarım gizleyememişlerdir.9
Burada, arkeologlar Hans-Günther Buchholtz ve Vassos Karageorghis'in yazdığı
üzere, "bütün sanatsal medyanın-aslında bütün olarak hayatın, aynı zamanda ölümün
tamamen her yeri kuşatan, here yere yayılmış dinle kaplı olduğu" büyük ölçüde tekno
lojik olarak gelişmiş ve kültürel olarak ilerlemiş bir medeniyetle karşı karşıyayız. Fakat
zamanın öteki yüksek medeniyetlerinden çarpıcı şekilde farklı olmak üzere, bu din -ki
merkezine Tanrıça'ya tapınmayı almıştır- Nicolas Platon'dan alıntılarsak, "ölüm kor
kusunun yaygın bir yaşama sevinciyle neredeyse ortadan kalktığı" bir sosyal düzeni
hem yansıtmış hem de güçlendirmiştir. 1 0
Sir Leonard Woolley gibi ağırbaşlı araştırmacılar, Minos sanatını "antik dünyada
ki en yaratıcı sanat" olarak nitelemişlerdir. Bütün dünyadan arkeologlar ve sanat tarih
çileri, "peri dünyasının tılsımı" ve "hayat zarafetinin dünyanın bugüne kadar bildiği en
mükemmel kabulü" gibi ibareler kullanmışlardır. 12 Ve yalnızca Girit sanatı değil -çok
renkli kekliklerin bulunduğu muhteşem freskler, tılsımlı mitolojik ejderhalar ve zarif
kadınlar, enfes altın minyatürler, güzel mücevherler ve zarafetle işlenmiş heykelcikler
fakat aynı zamanda Girit toplumu da araştırmacıları benzersizliğiyle çok etkilemiştir.
Örneğin, Girit toplumunun bir çarpıcı özelliği, diğer antik yüksek medeniyetler
den büyük ölçüde ayrılan, şudur ki, zenginliğin oldukça adil paylaşımı vardır. Platon,
"yaşama standardı -köylülerde bile- yüksek görünmektedir," diye rapor etmektedir: "Ev
lerin hiçbiri şimdiye kadar çok düşük yaşama standartlarına sahip görünmemektedir:' 1 3
Bu, Girit' in Mısır veya Babil'den daha zengin veya hatta onlar kadar zengin oldu
ğu anlamına gelmemektedir. Fakat, diğer "yüksek" medeniyetleri karakterize eden üst
ve en alt arasındaki ekonomik ve sosyal fark dikkate alındığında, Girit'in zenginliği,
başlangıçtan beri belirgin olarak farklı şekilde kullandığını ve dağıttığını kaydetmek
önemlidir.
İlk yerleşimlerden itibaren, adanın ekonomisi temel olarak tanına dayalıydı. Za
man geçtikçe, sürü besleme, sanayi ve özellikle ticaret -bütün Akdeniz'de seyreden ve
açıkçası bütün Akdeniz'i kontrol eden ticari filo aracılığıyla- ülkenin ekonomik refa
hına katkıda bulunarak artan önem kazandı. Ve her ne kadar sosyal örgütlenmenin te
meli başlangıçta nesebin anne üzerinden izlendiği genos veya klan idiyse de, İ.Ö. 2000
civarında Girit toplumu daha merkezi bir hal aldı. Hem Sir Arthur Evans'ın Orta ve
Yeni Minos hem de Platon'ın Eski ve Yeni Saray dediği dönemlerde, birkaç Girit sara
yında merkezi yönetimin kanıtları bulunmaktadır.
Ancak burada merkezileşme otokrat bir yönetim getirmedi. Ne de ileri tekno-
53
Riane Eisler
lojinin kullanımı zamanın diğer medeniyetlerinde çok çarpıcı olduğu üzere yalnızca
güçlü azınlığın yararına veya kitlelerin sömürülmesine ve zulme uğramasına yol açma
dı. Her ne kadar burada Girit'te varlıklı bir yönetici sınıf var idiyse de bunun kitlesel
silahlı bir güçle desteklendiğinin hiçbir göstergesi (daha sonraki Theseus, Kral Minos
ve Minotaur gibi Grek efsanelerinden başka) yoktur.
Adanın artan zenginliğinden gelen hükümet gelirlerinin nasıl adil biçimde ya
şama şartlarını ilerletmek için kullanıldığı, bunun Batılı standartlarla bile olağanüstü
"modern" olduğu üzerine yorum yapan Platon'un yazdığına göre, "lineer A ile yazılmış
az sayıdaki tablette görüldüğü gibi, yazının gelişimi ilk bürokrasinin kurulmasına yol
açtı:' "Bütün şehir merkezlerinin mükemmel atıksu sistemleri, kanalizasyon tesisle
ri ve ev içi tesisatı vardır:' Şunları eklemektedir: "Minos Giriti'nde kuşkusuz gelişmiş
kamu hizmetleri -kraliyet hazinesinden ödenerek- hayata geçirilmektedir. Yalnızca şu
ana kadar çok az kalıntının ortaya çıkarılmasın rağmen, bunlar bile çok şey söylemek
tedir: viyadükler, kaldırımlı yollar, gözcü kuleleri, yol kenarı barınakları, su boruları,
çeşmeler, baraj gölleri, vs. Suyu taşıyan ve dağıtan kanalları olan büyük ölçekli sulama
çalışmalarının kanıtları vardır." 14
Eski sarayları tamamen yok eden ve iki kere yeni saray merkezlerinin gelişimini
kesintiye uğratan yineleyici depremlere rağmen, Girit saray mimarisi de medeniyet
yönünden benzersizdir. Bu saraylar, Sümer, Mısır, Roma ve diğer antik savaşçı ve er
kek egemen toplumların otorite ve güç sembolü anıtları olmaktan çok hayatı güzelleş
tiren ve göz zevkine hitap eden özelliklerin incelikli bir karışımıdır.
Girit saraylarında, Girit'te ve daha sonra Grek efsanesinde anahtar kelime olan
"labirentler" şeklinde tasarlanmış geniş avlular, mükemmel bina yüzleri ve yüzlerce
oda vardı. Bu labirentli binalarda birkaç kat üzerine tasarlanmış, değişik yükseklikte,
bir avlu çevresinde asimetrik olarak düzenlenmiş çok sayıda daire vardı. Dini tapınma
için özel odalar vardı. Saray mensuplarının sarayda kendi yerleri vardı veya çevrede
çekici evlerde yaşıyorlardı. Sarayın maiyeti için de yerler vardı. Birbirine bağlı koridor
lar içinde büyük kiler zinciri, yiyecek stokunu ve hazineleri düzenli, güvenli saklamak
için kullanılıyordu. Ve zarif sütunlu holler konuklar, resepsiyonlar, davetler ve konsey
toplantıları için kullanılıyordu.15
Bahçeler Minos mimarisinin hayati bir özelliğiydi. Bunun gibi, binaların mah
remiyet için tasarımı, kaliteli tabii ışık ve saray içi uyum ve belki hepsinin ötesinde
ayrıntıya ve güzelliğe dikkat vardı. Platon, "Hem yerel hem ithal malzemeler kullanıl
mıştır," diye yazmaktadır. "Hepsi titizce kullanılmıştı: alçıtaşı ve tüf alçı ve kiremitleri,
birbirine mükemmel bağlanmış kompoze dış cepheler, duvarlar, ışık bacaları ve avlu
lar. Bölmeler alçıyla, pek çok durumda duvar resimleriyle ve mermer dış yüzeylerle
yapılmıştı... Yalnızca duvarlar değil fakat sıklıkla tavanlar ve yerler, villalar ve kır evleri
ve basit kasaba evleri bile resimlerle dekore edilmişti ... Konular esas olarak deniz ve
yer bitkileri, dini seremoniler ve neşeli divan yaşamı ve insanlardan seçilmişti. Tabiata
tapınma her şeye hakimdi:'16
54
Yaşamsal Fark: Girit
Benzersiz Bir Uygarlık
Uzun taş merdivenleri, kolonlu verandaları ve görkemli resepsiyon süitiyle ünlü
olan büyük Knossos Sarayı, taht odası ve kraliyet dairelerindeki anıtsal vurgu yerine
estetiğiyle aynı zamanda tipik Minos kültürünü yansıtır. Belki Kültür Tarihçisi Jacqu
etta Hawkes'un ifadesiyle Girit mimarisinin "kadın ruhunu" ortaya koyar. 1 7
Yüz bin kişinin ikamet ettiği Knossos, güney sahilindeki limanlara Avrupa'da tü
rünün ilk örneği olan kaliteli kaldırımlı, düzenli yolla bağlıydı. Mallia ve Phaistos gibi
diğer saray merkezlerindeki bazen sıcak yaz gecelerinde kullanmak için çatı katlı, düz
tavanlı sevimli iki üç katlı evlerin bulunduğu caddeleri kaldırımlı ve atıksu tesisatlıy
dı. 1 s
Hawkes, sarayları çevreleyen iç kasabaları "medeni yaşamak için iyi tasarlanmış"
olarak betimler ve Platon dönemin "özel hayatını" "yüksek düzeyde rafine ve konfora
ulaşmış" olarak belirler. Ve Platon şöyle özetler: "Evler hayatın tüm pratik gereklerine
uyarlanmış ve onların etrafında çekici bir çevre yaratılmıştır. Minoslular doğaya çok
yakındı ve mimarileri olabildiğince serbest olarak eğlenmelerini sağlayacak şekilde ta
sarlanmıştı:' 1 9
Giritlilerin giyimi, hem estetik etki hem de kolaylık verecek, hareket özgürlüğü
getirecek biçimde özellikle tasarlanmıştı. Hem erkeklerin hem kadınların katıldığı fi
ziksel egzersiz ve spor eğlence için yapılıyordu. Yiyecek olarak, sağlıklı ve çeşitli bir
diyet için sürü besleme, balıkçılık, arıcılık ve şarap preslemenin yanında çok çeşitli
ürünler yetiştiriliyordu.20
Eğlence ve din, Girit boş zaman etkinliklerini zevkli ve anlamlı kılacak şekilde
sıklıkla iç içe geçmişti. Platon, "Müzik, şarkı söyleme ve dans yaşamın zevklerine katkı
yapıyordu;' diye yazmaktadır. "Sık sık aralarında ünlü Girit taurokatharpsia'sının veya
boğa güreşlerinin bulunduğu, bu amaç için inşa edilmiş tiyatrolarda veya ahşap are
nalarda gerçekleştirilen geçitlerin, davetlerin ve akrobasi gösterilerinin yer aldığı çoğu
dini kamu törenleri yapılıyordu.2 1
Başka bir araştırmacı, Reynold Higgins, Girit hayatının bu yönünü şöyle özetler:
"Giritliler için din mutlu bir olaydı ve saray tapınaklarında veya dağların tepesindeki
veya kutsal mağaralardaki diğer açık hava sunaklarında kutlanıyordu... Dinleri eğlen
ceye yakından bağlıydı. Önemi en çok olan, muhtemelen sarayların merkez avluların
da gerçekleştirilen boğa sporlarıydı. Takımlar halinde genç erkekler ve kadınlar sırayla
oyuncu boğanın boynuzunu yakalayacak ve sırtından takla atacaktı:'22
Minos toplumunu belirlediği görünen kadınlarla erkekler arasındaki eşit ortak
lık, belki hiçbir yerde genç kadın ve erkeklerin birlikte oynadığı ve birbirlerine hayat
larun emanet ettiği kutsal boğa oyunlarındaki kadar canlı ortaya konmamıştır. He
yecanı, beceriyi ve dini coşkuyu bir araya getiren bu ritüeller, Minos ruhunun diğer
önemli bir yönden karakteristik özelliği olarak da görünmüştür. Yalnızca bireysel zevk
55
Riane Eisler
veya kurtuluş için değil, fakat tanrısal gücün tüm topluma iyilik getirmesi için tasar
lanmışlardı.23
Bir kez daha, Girit'in ideal bir toplum veya ütopya olmadığını, fakat sorunları ve
kusurlarıyla gerçek bir insan toplumu olduğunu vurgulamak önemlidir. Hila bildiği
miz anlamda bilim gibi bir şeyin olmadığı, tabiat süreçlerinin genellikle animist inanç
ve tabiat olaylarının etkilerini yatıştırıcı dini törenlerle açıklandığı -ve doğayla böyle
başa çıkıldığı- binlerce yıl öncesinde gelişmiş bir toplumdu.24 Üstelik, artan ölçüde
erkek egemen ve savaşçı bir dünyanın ortasında yer alıyordu.
Biliyoruz ki, örneğin, Giritlilerin silahları vardı - büyük teknik mükemmellikte,
güzelliklerine tapılan hançerler gibi. Muhtemelen Akdeniz'de savaş ve korsanlık art
tığı için, hem kendi büyük deniz ticaretlerini hem de kıyılarını korumak için deniz
savaşlarında da çarpıştılar. Fakat zamanın diğer yüksek medeniyetlerinin tersine, Girit
sanatı savaşı idealize etmez. Daha önce belirtildiği gibi, Tanrıça'nın ünlü çift başlı bal
tası bile dünyanın cömert nimetlerini sembolize ediyordu. Ürünleri yetiştirmek için
tarım alanlarını temizlemek üzere kullanılan çapa şeklinde biçimlendirilmiş bu balta,
aynı zamanda Tanrıça'nın dönüşüm ve yeniden doğuş sembollerinden biri olan kele
beğin stilize haliydi.
Gjrit'in maddi kaynaklarının -bugün modern dünyamızda olduğu gibi ve her gün
daha çok olacağı üzere- yoğun olarak yok etme teknolojilerine yatırıldığının gösterge
leri de yoktur. Tersine, kanıt şudur ki, Girit' in zenginliği birincil olarak uyum içinde ve
estetik yaşamaya yatırılmıştır.
Platon şu şekilde yazmaktadır: "Bütün hayatı, bütün yaradılış ve uyumun kaynağı
Tabiat tanrıçasına ateşli bir iman kaplamaktadır. Bu, barış sevgisini, tiranlık korkusu
nu ve hukuka saygıyı getirdi. Yönetici sınıflar arasında bile, kişisel hırs bilinmiyordu;
hiçbir yerde bir sanat yapıtına iliştirilmiş sanatçısının adını veya bir hükümdarın başa
rılarının kayıtlarını bulamıyoruz:'25
Zamanımızda, "barış sevgisi, tiranlık korkusu ve hukuka saygı" varlığınuzı sür
dürmememiz için gerekebildiği zaman, Girit ruhu ile komşularınınkiler arasındaki
farklar, yalnızca akademik alanı ilgilendirmez. Askeri tahkimatı olmayan Girit kasa
balarında, deniz kenarındaki "korunmasız" villalarda ve ada içindeki çeşitli şehir dev
letlerinin birbiriyle muharebe ettiğinin veya saldırgan savaşlara giriştiğinin (duvarlar
la çevrili şehirlerin ve diğer her yerde zaten kural olan süreğen savaşın tam tersine)
hiçbir işareti yoktur. Girit'te geçmişimizde insanların barış içinde bir arada yaşama
umutlarının, bize sık sık söylendiği gibi, "ütopik düşler" olmadığının doğrulamasını
buluyoruz. Ve Girit'in efsanevi imajlarında-evrenin Annesi olarak Tanrıça ve burada
dünyada onun görüntüleri olan insanlar, hayvanlar, bitkiler, su ve gökyüzü - tabiatla
bir olmanın tanınmasını buluyoruz. Bu tema, günümüzde ekolojik hayat için önkoşul
olarak yeniden ortaya çıkıyor.
Fakat belki toplum ve ideoloji arasındaki ilişkinin en kayda değer olan özelliği
56
Yaşamsal Fark: Girit
şudur ki, özellikle erken Minos döneminde Girit sanatı, gücün tahakküm, yok etme
ve baskı ile özdeşleştirilmediği bir toplumu yansıtmaktadır. Girit üzerine yazan az sa
yıdaki kadından biri olan Jacquetta Hawkes'un sözleriyle, "düşmanının aşağılanması
ve boğazlanmasıyla zafer kazanan savaşçı monark düşüncesi" burada yoktur. "Kutsal
hükümdarların zenginliğe ve güce kumanda ettiği ve muhteşem saraylarda yaşadığı
Girit'te, erkek gururunun ve düşüncesiz zulmün tezahürlerinin izi yoktu."26
Girit kültürünün çarpıcı bir özelliği şudur ki, burada Knossos veya herhangi bir
sarayın tahtında oturanların heykelleri veya rölyefleri yoktur. Hediye verme geçidinin
merkezinde Tanrıça'nın fresk.inden başka -veya kraliçe/rahibenin- son aşamaya kadar
hiçbir kraliyet portresi gözükmez. O zaman bile, muhtemelen tek istisna, bazen genç
prensle özdeşleşen resimli rölyefin, uzun saçlı, genç, silahsız, beline kadar çıplak, taç
olarak tavus kuşu tüyleri takan, çiçekler ve kelebekler arasında yürüyen görüntüsüdür.
Aynı ölçüde çarpıcı ve açıklayıcı olan, Minos Giriti'nde büyük muharebe veya av
sahnelerinirı olmamasıdır. Hawkes bunu şöyle yorumluyor: "Bu zamanda çok yaygın
ve bu kültürel gelişim aşamasında neredeyse evrensel olan, gücü her şeye yeten erkek
hükümdar tezahürlerinin yokluğu, Minos tahtını işgal edenlerin kraliçeler olabileceği
ni varsaymak için sebeplerden biridir."27
Bu, Kültürel Antropolog Ruby Rohrlich-Leavitt'in de ulaştığı sonuçtur. Feminist
bakış açısıyla Girit üzerirıe yazarken, modem arkeologların genç adamı tam da "genç
prens" veya "rahip-kral" gibi adlarla betimlediklerini, aslında o zaman bir kralın veya
baskın erkek tanrının hiçbir temsilinin bulunmadığını vurgular. Aynı zamanda Girit
sanatında erkek vahşeti ve yok edici gücünün bulunmamasının, burasının "barışın
hem yurt içinde hem yurt dışında birı beşyüz yıl hızını kesmeyen savaş çağında devam
ettiği" bir toplum olduğu gerçeğiyle koşut olduğunu gözler önüne serer.28
Minosluları "son derece barışsever insanlar" olarak niteleyen Platon da Minos
tahtını işgal edenlerin krallar olduğunu yazar. Ancak, nasıl, onun ifadesiyle, "her kra
lın kendi alanını diğerleriyle büyük uyum ve 'barışçı birliktelik' içinde yönettiğine"
çok şaşırır. Platon, antik siyasal yaşamın özelliği olan hükümet ile din arasındaki ya.kın
bağları yorumlar. Fakat burada, bir kez daha diğer çağdaş şehir devletlerinin tam tersi
ne, "kralın otoritesinin diğer sosyal sınıfların temsil edildiği yüksek düzey bürokratlar
konseyince sınırlandığını" vurgular.29
Antik Girit'in ataerkillik öncesi medeniyeti hakkında bu büyük ölçüde önemsen
meyen verileri, bize Batı medeniyeti olarak değer verdiğimiz şeylerin çoğunun kökeni
üzerine daha sonra devam edeceğimiz büyüleyici ipuçları sunar. Özellikle büyüleyici
olan, hükümetin halkın çıkarlarının temsilcisi olması şeklindeki modern inancın, na
sıl Minos Giriti'nde demokrasinin klasik Grek devirlerinde bilinen doğuşundan çok
önce hayata geçmesinin müjdesinin verildiğidir. Üstelik, tahakküm yerine sorumluluk
olarak doğan modern güç kavramı, benzer şekilde önceki görüşlerin yeniden ortaya
çıkışı olarak görünmektedir.
57
Riane Eisler
Kanıtların gösterdiği şudur ki, Girit'te güç birincil olarak, kuvvet veya kuvvet
korkusu yoluyla .erkek egemen seçkinlerin zorla bağlılık yaratması yerine annelik so
rumluluğu ile özdeşleştirilmişti. Bu, kadınların ve kadınlarla ilgili özelliklerin siste
matik olarak aşağı görülmediği ortaklık modelli toplumun güç unsurunun tanımıdır.
Ve bu, Girit'in kültürel evriminin derinden etkileyen sosyal ve teknolojik evrimi daha
karmaşık hale gelirken hala geçerli olan gücünün tanımıdır.
Özellikle ilgi çekici olan, Girit Tunç Çağı'na girmeden çok sonra, aynı zamanda
doğadaki tüm yaşamı bahşeden ve sağlayan Tanrıça'ya hala dünyamn gizemlerinin te
mel vücut bulması olarak büyük saygı duyulurken, kadınların Girit toplumunda önde
gelen konumlarını korumaya devam etmesidir. Burada, Rohrlich-Leavit'in yazdığı
gibi, kadınlar "en sık sanatta ve zanaatta betimlenen ana öznelerdir. Ve temel olarak
kamu alanında gösterilirler:'30
Şehir devletinin, veya bazı modern araştırmacıların deyişiyle "devletçiliğin" ya
pısal olarak savaşa, hiyerarşiye ve kadınların erkeklere tabi kılınmasına gereksindiği
tezinin, böylelikle doğruluğu kanıtlanmaz. Zenginlikleri, fevkalade sanat ve zanaatları
ve zenginleşen ticaretleriyle efsane olan Girit' in şehir devletlerinde, kayda değerdir ki,
yeni teknolojiler ve onlarla daha büyük ve daha karmaşık ölçeğe ulaşan, uzmanlaşmayı
içeren sosyal örgütlenme, kadınların statüsünde herhangi bir gerileme getirmemiştir.
Tersine, Minos Giriti'nde teknolojik değişime eşlik eden yeniden rol dağılımla
rı, kadınların statüsünü zayıflatmaktan çok kuvvetlendirmiş görünmektedir. Burada
belirgin sosyal ve ideolojik değişim olmadığı için, teknolojik ilerlemelerin gerektir
diği yeni roller başka yerlerde gördüğümüz gibi tarihsel devamlılıkta kesintiye yol
açmamıştır. Güney Mezopotamya'daki toplumlarda, yaklaşık İ.Ö. 3500'de kadınların
statüsünde zayıflamayla birlikte katı sosyal tabakalaşma ve sürekli savaş görüyoruz.
Minos Giriti'nde, kentleşme ve sosyal tabaklaşmanın varlığına rağmen, savaş yoktu ve
kadınların statüsü zayıflamadı.31
Kesin Olanın Görünmezliği
Sınıflamanın temel örgütlenme ilkesi olduğu geçerli olan paradigmada, eğer ka
dınların yüksek bir statüsü varsa çıkarsama şudur ki, erkeklerin statüsü daha düşük
olmalıdır. Daha önce, nesep kadın yanlı izlendiği zaman miras ve soyun devamının
kanıtının, kadın birincil tanrı ve rahibeler ve kraliçeler dünyevi güç olarak, nasıl "ana
erkil" toplumu gösterecek şekilde yorumlandığını gördük. Fakat bu sonuç, arkeolojik
olarak tamamıyla asılsızdır. Ne de Girit kadınlarının yüksek statüsü olduğu için Girit
erkeklerinin erkek egemen sosyal sistemlerdeki kadınlara benzer bir statüsü olduğu
sonucu çıkar.
58
Yaşamsal Fark: Girit
Minos Giriti'nde cinsler arasındaki bütün iüşki-yalruzca toplumsal cinsiyet
rollerinin tanımları ve değerleri değil, fakat duyarlılık ve sekse karşı yaklaşımlar da
bizinkinden kesinlikle çok farklıydı. Örneğin, kadınların memelerini açık bırakan giy
si stili, erkeklerin cinsel organlarını ortaya koyan çok dar giysiler, cinsel farkların ve bu
farkların mümkün kıldığı zevkleri açıkça takdir eder. Modern insan psikolojisinden
bildiğimize göre, bu "zevk bağı" birey olarak kadınlar ve erkekler arasındaki karşılıklı
lık duygusunu güçlendirecektir.32
Giritlilerin sekse karşı doğal yaklaşımlarının, dini dogmaların seksin şiddetten
çok günah içerdiğini söylediği geçerli paradigma içinde algılanması eşit ölçüde zor
başka sonuçları da olacaktır. Hawkes'un yazdığı gibi, "Giritliler saldırganlıklarını öz
gür ve dengeli cinsel yaşamla azaltmış ve bu yöne yöneltmiş görünmektedirler:'33 Spor,
dans konusundaki coşkuları ve hayat aşkıyla ilgili yaratıcılıkları yanında, sekse karşı
bu özgür yaklaşımları, Girit'te yaşamın barışçı ve uyumlu ruhuna genellikle katkıda
bulunmuş görünmektedir.
Gördüğümüz gibi, Giritlileri zamanının diğer yüksek medeniyetlerinden ayıran
bu ruh konusudur. Arnold Hauser'ın ifade ettiği gibi, "Minos kültürünü istisnai yapan,
taşıdığı ruhta çağdaşlarından hayati farklılıklarıdır:'34
Fakat şimdi iç blokaj, araştırmacıların karşılaştığı, ilgili bilginin geçerli dünya gö
rüşü altında otomatikman dışlandığı nokta karşımıza gelmektedir. Bu hayati farkı, Mi
nos Giriti'nin erkek tahakkümünün kural ulmadığı son ve en teknolojik ileri toplum
olduğu gerçeğine bağlamaya sıra geldiğinde, araştırmacıların büyük çoğunluğunun
birdenbire beyni durmakta veya hemen başka yöne yönelmektedirler. En iyi ihtimal
le, güçlüğü bir çevre stratejisiyle aşmaya çalışmaktadırlar. Diyebilirler ki, diğer antik
ve çağdaş uygarlıkların tam tersine, Girit'te barışseverlik ve diğerlerinin gereksinimle
rine duyarlılık gibi "kadınca" değerlere sosyal öncelik veriliyordu. Ve gene diyebilirler
ki, diğer toplumların tam tersine, Girit kadınlarının yüksek sosyal, ekonomik, siyasal
ve dini konumları vardı. Fakat bunu vurgulamadan yalnızca geçici olarak böyle yapı
yorlardı, bu şekilde otoritelerinin ikincil veya yan konu olmasını duyarlı yorumcuya
mesaj olarak veriyorlardı.
Girit üzerine yazının çoğunu gözden geçirirken, kişinin aklına Charles Darwin'in
The Descent of Man (İnsanın Soyu) adlı yapıtına yazdığı dipnot geliyor. Bu bilimsel
klasik için ırksal farklar üzerine bir bölüm yazarken, Darwin çağrışım yaparak Fira
vun Amunoph IIl'ün heykelinin özellikleri üzerine düşünmüş ve onun çarpıcı şekilde
zenci olduğunu görmüştü. Fakat bunu söyledikten sonra, kısa bir dipnotla da olsa,
gözleriyle görmüş olduğunu -ve kesinlik kazananı- derhal Mısır'da siyahi firavunlar
olduğu şeklinde yorumladı. Kendi gözlemlerinin o zaman onunla birlikte olan iki
kişi tarafından daha doğrulanmasına karşın, iki tanınmış otoriteye konuyu aktarmaya
kendini zorunlu hissetti. Bu kişiler J. C. Nott ve George R. Gliddon, kitapları Types
of Mankind'da (Kişoğlunun Türleri) firavunların özelliklerini "muhteşem Avrupalı"
59
Riane Eisler
olarak betimlemişler ve sorgulanan heykelin kesinlikle "zenci kırması" olmadığını
saptamışlardı.35
Bu bölümün başında kadın firavunların kanıtlarıyla ilgili, örneğin Meryet-Nit ve
Nit-Hotep'le ilgili bu çeşit olayları vurgulamıştık. Fakat nerede olursa olsun Ejiptoloji
deki bu çeşit otoritelerin körlüğü, Girit hakkındaki bilimsel literatürde her yere nüfuz
etmiş, her köşede saptırıcı olmuş ve Girit sanatının istisnai şekilde açık mesajını gö
rünmez kılmış veya en iyi ihtimalle önemsizleştirmiştir. Darwin'den çok sonra, siyahi
hükümdarların tarihi varlığı hakkında daha çok heykel ve çok daha fazla görsel kanıt
keşfedildiği zaman, uzmanlar (tabii olarak ezici çoğunluğu beyaz erkek olan) hala fira
vunların kesinlikle "zenci kırması" olamayacağını savunmuştur.36 Aynı şekilde, Girit'i
diğer toplumlardan ayıran hayati farkla ilgili çarpıcı kanıtlar hala ya inkar edilmekte ya
da örtbas edilmektedir.
Girit toplumunda kadınların oynadığı merkezi rol o kadar çarpıcıdır ki, Minos
kültürünün ilk keşfinden beri araştırmacılar onu tamamen göz ardı edemediler. Dar
win gibi, öte yandan, kendi gözleriyle gördüklerini geçerli ideolojiye uydurmaya zo
runlu hissetmişledir. Örneğin, Sir Arthur Evans, 1900'lerde adada kazı yapmaya baş
ladığı zaman, Giritlilerin bir kadın tanrıya tapındığını saptadı. Aynı zamanda, Girit
sanatının, kendi ifadesiyle, "kadınlık güveninin sahnelerini" betimlediğini gördü. Fa
kat bu sahneleri yorumlarken Evans kendini hemen bunları, "sosyete skandallarının"
kadınca "dedikoduları" dediğinden fazla bir şeyle örtüştürmemek zorunda hissetti.37
Hans-Günther Buchholltz'un ve Vassos Karageorghis'in duruşu bir yandan ka
dınlara karşı stereo-tipik Alman yaklaşımının bir karikatürü olma eğilimindedir. Öte
yandan, kadınların "yaşamın her alanında önde duruşunun Panteona yansıdığını" vur
guluyor ve hatta sonra "kadına yüksek saygının daha erkeksi Miken uygarlığıyla da
fark edildiğini" de yorumluyorlar.38 Yalnızca bir kadın, Jacquetta Hawkes, doğrudan
Minos uygarlığını "kadına özgü" olarak niteler - fakat bu önemli içgörünün bütün so
nuçlarını getirmeden durur.
Platon özellikle "kadınların oynadığı önemli rol her alanda görülebilir" diye vur
gular. Ayrıca, "hiç kuşku yok ki kadınlar -veya en azından kadın duyarlılığı- Minos sa
natına kayda değer bir katkı yaptı," diye yazar, "Kadınların toplumda oynadığı baskın
rol, Yeni Saray yaşamının tüm yönlerine etkin olarak katıldıkları gerçeğiyle görülür,"
diye ekler. Fakat o zaman, kadınların yüksek statüsünün ve yaşamın tüm yönlerine
etkin katılımlarının Girit kültürünün hayati bir özelliği olarak tanındıktan sonra, Pla
ton bile kendini, "bu, erkeklerin uzun deniz yolcuklarında bulunmamasından dola
yı olabilir;' diye eklemek zorunda hisseder. Yoksa bu çalışması, içinde özellikle "onu
[ Girit'i] anaerkil olarak betimlenin yanlış olmasına rağmen, pek çok kanıt -hatta daha
sonraki Helenistik zamanlardan- soyun anne tarafından devam ettiğini göstermekte
dir," dediği istisnai şekilde iyi bir araştırma çalışmasıdır.39
Dolayısıyla tekrar tekrar gerçek geçmişimizi-ve orijinal kültürel evrimimize sal60
Yaşamsal Fark: Girit
dırıyı -geçerü paradigmaya göre görüşümüz, buzlu camın arkasından olduğu gibidir.
Fakat bir kere bu habercisi olduğu geçmişin tüm getirdikleri ile- teknolojik ve sosyal
gelişimimizde ne -olabildiğimiz ve hila olabileceğimizle ilgili şaşırtıcı bir soruyla kar
şılaşıyoruz. Kültürel yönde bu radikal değişiküğe, Kadehle semboüze edilen sosyal
düzende yaşarken bizim Kılıcın tahakküm ettiği sosyal düzene sürüklenmemize ne
yol açtı? Bu ne zaman ve nasıl oldu? Ve geçmişimiz -ve geleceğimiz- hakkında bu deh
şet verici söz konusu geüşme neden söz ediyor?
61
Dördüncü Bölüm
Kaostan Karanlığa:
Kadehten Kılıca
Bize öğretilegelen zaman, yüzyıllar içindeki insanlık tarihidir. Çok farklı tipte bir ta
rihin daha önceki bölümleri için sürem, milenyumlarla veya bin yıllarla ölçülür. Pa
leolitik Çağ yaklaşık 30,000 yıl öncesine gider. Neolitik Çağ Tarım Devrimi
yıl önce bitmişti. Çatalhöyük 8500 yıl önce kurulmuştu. Ve Girit uygarlığı
10,000
3200 yıl
öncesinde yer alır.
Bu binlerce yılın süreminde - tarih kadar uzun pek çok zamanı takvimlerimiz
de İsa'nın doğumuyla ölçüyoruz. Çoğu Avrupa ve Yakındoğu toplumunda vurgu, ya
şamın kalitesini destekleyen ve artıran teknolojiler üzerineydi. Neolitikteki binlerce
yılın büyük ilerlemeleri, çiftçilik, aynı zamanda avcılık, balıkçılık ve hayvanların ev
cilleştirilmesi ile gerçekleştirildi. İskan, inşaatta, halılarda, mobilyada ve ev içi nesne
lerde ve hatta ( Çatalhöyük'teki gibi) kent planlamasında yeniliklerle ilerletildi.1 Giyim
eşyasında deri ve kürklerin zamanı, dokumacılık ve örmeciliğin icadıyla geride kaldı.
Ve, hem maddi hem manevi olarak yüksek bir medeniyetin temelleri atıldı, sanatlar
da gelişti.
Genel bir kural olarak, nesep muhtemelen anne üzerinden izleniyordu. Yaşlı ka
dınlar veya klanların başkanları, grubun üyelerinin tümüne ait olduğu düşünülen top62
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
raktaki meyvelerin üretim ve dağıtımını yönetiyordu. Temel üretim araçların ortak
mülkiyetiyle ve sosyal gücün sorumluluğu veya herkesin çıkarının emanetçiliği ile bir
likte, esas işbirlikçi sosyal örgütlenme olarak görünen (düzen) başladı. Hem kadınlar
hem erkekler -hatta bazen Çatalhöyük'teki gibi farklı ırklardan gelen insanlar- ortak
iyilikleri için işbirliği içinde çalıştı. 2
Daha büyük erkek fiziksel gücü, toplumsal baskının, planlı savaşın temeli olmadı.
Ve kuvvetli erkeklerin ellerinde özel mülkiyetin toplanması için temel oluşturmadı.
Ne de erkeklerin kadınlar üzerinde veya "erkekçenin" "kadınca" değerler üzerinde üs
tünlüğü için zemin sağlamadı. Tersine, önde gelen ideoloji tanrının kadın biçiminde
temsil edildiği kadın eksenli veya kadın merkezli idi.
Kadınca kadeh olarak sembolize edilen (güç) veya hayat kaynağı, tabiatın üre
ten, besleyip büyüten ve yaratan güçlerine -yok etme gücü değil- görmüş olduğumuz
gibi en yüksek değeri vermiştir. Aynı zamanda, rahibeler ve rahiplerin işlevi, acımasız
erkek seçkinlere hizmet etmek veya dinsel yaptırım uygulamak olmamış, fakat top
lumdaki tüm kişilerin yararına olmak üzere hizmet olmuştur. Aynı şekilde, klanların
başkanları ortak olarak sahip olunan ve işlenen toprakları yönetmiştir.3
Ancak o zaman büyük değişim gerçekleşmiştir - çok büyük, gerçekten, insanın
kültürel evriminde bildiğimiz hiçbir şeyle büyüklüğü karşılaştırılamayacak değişim.
Çevreden Gelen İstilacılar
İlk olarak İncil'deki atasözünden geçen "bir adamın elinden büyük olmayan" bu
lut gibiydi - görünüşte önemsiz sürülerine otlak arayan göçebe grupların dünyanın
daha az istenen çevre alanlarına akması. İlk büyük tarım medeniyetleri göller ve nehir
ler boyunca verimli arazilerde yayılırken, onlar binlerce yıl boyunca dünyanın kenar
bölgelerinde görünüşte kaba, istenmeyen, soğuk, ıssız topraklardaydılar. İnsanlığın
evriminin, barışın ve refahın erken dönem zirvesini yaşayan bu tarım insanlarına bun
lar, insanlığın kutsanmış sonsuz durumu olarak gözükmüştür. Göçebeler çevredeki bir
yenilikten öte bir şey ifade etmemiştir.
Bu göçebe grupların sayılarının ve gaddarlığının zaman içinde nasıl arttığı konu
sunda spekülasyon yapmaktan başka çıkar yol yok.4 Fakat İ.Ö. beşinci bin yılda veya
yaklaşık yedi bin yıl önce, Mellaart'ın dediği şekliyle, Yakındoğu'daki eski Neolitik
kültürlerinin bozulma eğilimine girdiğinin kanıtlarını bulmaya başlıyoruz. 5 Arkeolo
jik kalıntılar, pek çok bölgede bu zamanda açık huzursuzluk işaretleri olduğunu gös
teriyor. Büyük ölçekli yıkıma ve yer değiştirmeye yol açan istilaların, tabii faciaların,
bazen ikisinin birden kanıtları var. Pek çok alanda, eski boyalı çömlekçilik ortadan
kalkıyor. Parça parça yok oluşun başladığı kültürel gerileme ve durgunluk sahnede.
Sonuç olarak, bu artan kaos dönemi boyunca medeniyetin gelişimi duraklama döne63
Riane Eisler
mine girer. Mellaart'ın yazdığına göre, Sümer ve Mısır medeniyetlerinin doğuşundan
önce iki bin yıl daha geçecektir.6
Eski Avrupa'da Tanrıça'ya tapınan Neolitik toplumlarının fiziksel ve kültürel
olarak kesintiye uğraması da, İ.Ö. beşinci bin yılda başlamış görünmektedir. Bunu
Gimbutas, Kurgan Dalgası Numara Bir diye adlandırmaktadır. "Artan sayıdaki radyo
karbon tarihlemesi sayesinde, şimdi tarihöncesi Avrupa'yı silip süpüren bozkır çoban
larının veya 'Kurgan' insanlarının birkaç göç dalgasını izlemek olanaklıdır," diye Gim
butas rapor etmektedir. Bu ısrarlı istilalar, süren kültür şokları ve nüfus değişiklikleri,
üç temel akında yoğunlaşmaktadır: Dalga No. 1, yaklaşık İ.Ö. 4300-4120; Dalga No.
2, yaklaşık İ.Ö. 3400-3200 ve Dalga No. 3, yaklaşık İ.Ö. 3000-2800 (tarihler dendro
kronolojiye göre ayarlanmıştır).7
Kurganlar, araştırmacıların Hint-Avrupa veya Ari dili konuşan bir gruptan dedi
ği insanlardır. Bunlar, modern zamanlarda Nietzsche ve daha sonra Hitler tarafından
tek arı Avrupa ırkı diye idealize edilen bir gruptur. Aslında, kıtaya Asya tarafından ve
Avrupa'nın kuzeydoğusundan aktıkları için orijinal Avrupalı değillerdi. Orijinal Hintli
de değillerdi, çünkü başka bir halk, Dravidler Ari istilacıları onları fethetmeden önce
Hindistan'da yaşıyorlardı.8
Fakat Hint-Avrupalı terimi tutuyordu. Bu terim, göçebe halkların Asya ve
Avrupa'nın kuzeyinden istilalarının uzun bir zincirini gösterir. Güçlü savaşçı ve rahip
lerce yönetilen bu insanlar kendileriyle birlikte erkek tanrılarını ve dağlarını getirdiler.
Ve Hindistan'da Ariler, Bereketli Hilalde Hititler ve Mitanni devleti, Anadolu'da Luvi
ler, doğu Avrupa'da Kurganlar, Yunanistan'da Akhalar ve sonra Dorlar, tedricen kendi
ideolojilerini ve yaşama biçimlerini fethettikleri yerlere ve halklara empoze ettiler.9
Başka göçebe istilacılar da vardı. Bunların en ünlüsü, güneyin çöllerinden gelen
ve Kenan ülkesini istila eden İbraniler dediğimiz Sami halkıydı. Burası, daha sonra bu
bölgede yaşayan halklardan biri olan Filistinlilerden dolayı Filistin olarak adlandırıl
mıştır. Hem Yahudilikle hem Hıristiyanlıkla ilişkilendirilen ahlaki doktrinler ve çoğu
modern kilise ve sinagogdaki barış vurgusu, başlangıçta bu erken Samilerin savaşçı
rahiplerin (Musa'nın, Aron'un ve Yeşu'nun Levi kabilesi) kastı tarafından yönetilen
savaşçı bir halk olduğu şeklirıdeki tarihi gerçekle belirsizleşiyor. Hint-Avrupalılar gibi,
onlar da kendileriyle birlikte vahşi ve kızgın savaş tanrıları ve dağlarını (Yehova veya
Yahve) getirdiler. Ve tedricen, Kutsal Kitap'ta okuduğumuz gibi, ideolojilerinin ve ya
şama biçimlerinin çoğunu fethettikleri toprakların halklarına empoze ettiler.
Hint-Avrupalılarla antik İbraniler arasındaki bu çarpıcı benzerlikler, ortak köken
leri olabileceği veya en azından kültürel olarak karışmış olabilecekleri konusunda bir
bağlantının kurulmasına yol açtı. 10 Fakat aralarında bulunamayacak olan ortak nesep
veya kültürel temaslar, bu ilgiyi uyandırmıyordu. Çok farklı yerlerin ve zamanların bu
insanlarını kesinlikle birleştiren, sosyal ve ideolojik sistemlerinin yapısıydı.
Ortak olarak sahip oldukları tek şey, tahakküm modelli sosyal örgütlenmeydi:
64
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
erkek tahakkümünün, erkek şiddetinin ve genellikle hiyerarşik ve otoriter toplumsal
yapının kural olduğu sosyal sistem. Diğer bir ortaklık şuydu ki, Batı medeniyetinin te
melini atan toplumların tersine, maddi zenginliği tipik olarak kazanma biçimleri, üre
tim teknolojileri geliştirerek değil, fakat çok daha etkili yıkım teknolojileri geliştirerek
gerçekleşmiştir.
Metalürji ve Erkek Üstünlüğü
Klasik Marksist yapıt The Origin of Family, Private Properly and the State'te (Aile
nin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni) Friedrich Engels, özel mülkiyete dayalı hiye
rarşiler ve sosyal tabakalaşma ile erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümü arasında
bağ kuran ilk kişidir. Engels daha ileri giderek anasoyluluktan babasoyluluğa geçiş ile
bakır ve tunç metalürjisinin gelişimi arasında bağ kurdu. 1 1 Ancak, bu öncü bir içgörü
olmasına rağmen sadece kabaca isabetliydi. Yalnızca şimdiki araştırmaların ışığında
bakır ve tunç metalürjisinin, Avrupa ve Küçük Asya'daki kültürel evrimin yönünü öz
gül -ve sosyolojik olarak büyüleyici- biçimlerde yeniden yönlendirme yollarını göre
biliyoruz.
Bu radikal değişikliklere yol açan, bu metallerin keşfiyle ilgiü gözükmüyor. Daha
çok teknoloji ile yaptığımız saptamayla ilgili: bu metallerin kullanılma yerleri.
Önde gelen paradigmada varsayım şudur ki, bütün önemli erken teknolojik ke
şifler, "avcı adam" veya "savaşçı adamın" daha etkili öldürmesi için yapılmış olmalıdır.
Üniversitedeki derslerde ve Arthur C. Clark'ın
2001
filmindeki gibi modern destan
larda bize, bunun ilk olarak işlenmemiş tahta ve taş aletlerle başladığı, bu mantıkla
diğerlerini öldürme için sopalar ve bıçaklar olduğu öğretilmiştir. 12 Böyleükle, bu me
tallerin ilk olarak ve en çok silah olarak kullanıldığı varsayılmıştır. Ancak, arkeolojik
bulgular göstermektedir ki, bakır ve altın gibi metaller Neolitik insanlarınca uzun sü
redir bilinmekteydi. Fakat onlar metalleri süs için ve dini amaçlarla ve aletlerin imali
için kullandılar. 1 3
Engels'in zamanında bulunmayan yeni tarihleme teknikleri, Avrupa'da metalür
jinin ilk olarak İ.Ö. altıncı bin yılda, Karpat Dağları'nın güneyinde ve Dinar ve Tran
silvanya Alpleri bölgelerinde yaşayan insanlar arasında göründüğünü gösterir. Bu ilk
metal buluntular mücevher, heykelcik ve ritüel nesneleri biçimindedir. Beşinci bin
yılda ve dördüncü bin yıl başlarında bakır; düz baltalar, balta sapları, kama şeklinde
aletler, balık oltaları, tığlar, iğneler ve iki spiralli süs iğneleri imali için genel kullanı
ma girmiş görünmektedir. Fakat Gimbutas'ın vurguladığı gibi, Eski Avrupa'nın bakır
baltaları "ahşap işleme aletleriydi. Savaş baltaları, veya proto-historik ve tarihi Hint
Avrupa kültürlerinin bildiği üzere tanrısal gücün sembolü değillerdi." 14
65
Riane Eisler
Arkeolojik kanıtlar, bu şekilde tek başına metallerin değil, fakat onların çok daha
etkiü yok etme teknolojilerini geüştirmede kullanınunın, Engels'in ifadesiyle "kadın
cinsinin dünya tarihinde yenilmesi"nde böyle hayati rol oynadığı sonucunu destekle
mektedir.15 Ne de, Engels'in ima ettiği gibi, toplayıcı-avcı halklar ilk olarak hayvanları
evcilleştirmeye ve beslemeye başladıkları zaman (başka bir ifadeyle, sürü gütme temel
üretim teknolojisi olduğu zaman) erkek tahakkümü Batı tarihöncesinde kural oldu.
Üsteük bu, çok sonra, çoban akıncıların çiftçiüğin temel üretim teknolojisi olduğu ve
rimli topraklara binlerce yıl süren istilalarıyla ortaya çıkmıştır.
Gördüğümüz gibi, yok etme teknolojileri, Avrupa Neoütik Çağı çiftçileri için
önemli sosyal öncelik değildi. Fakat kuzeyin verimsiz topraklarından, aynı zamanda
güneyin çöllerinden kopup gelen savaşçı topluluklar oradaydı. Ve bu hayati bağlantıda
metaller insanlık tarihine biçim veren öldürücü rolü oynadı: Genel teknolojik ilerle
me için değil, fakat silah olarak öldürmek; yağmalamak ve köleleştirmek için.
Gimbutas, Eski Avrupa'nın bu sürecini titizükle yeniden oluşturdu. Çobanların
geldiği bölgelerde, Karadeniz'in kuzeyindeki verimsiz bozkırlarda bakır olmadığı ger
çeğiyle başlar. Şöyle yazar: "Bu stepin ata binen Kurgan halkının Kafkas Dağları'nın
güneyinde İ.Ö. beşinci ve dördüncü bin yılda varolan metal teknolojisinin farkında
olduğu varsayımını ortaya koymuştur. Muhtemelen İ.Ö. 3500'den önce metalürji tek
niklerini Transkafkasyalılardan öğrenmişlerdi ve kısa süre sonra Kafkasların maden
cevherlerini kullanıyorlardı."16 Veya daha açık bir ifadeyle, kısa süre sonra metalden
öldürme gücü daha yüksek silahlar üretiyorlardı.17
Gimbutas'ın verileri, İkinci Dünya Savaşı sonrası geniş ölçekli kazılara, aynı za
manda yeni tarihleme tekniklerinin ortaya çıkmasına dayanıyor. Radikal olarak ele
alındığında, Bakır Çağı'ndan Tunç Çağı'na (bakır arsenik veya bakır kalay alaşımla
rının ilk defa görüldüğü zaman) geçişin İ.Ö. 3500 ve 2500 arasındaki bir dönemde
olduğunu gösteriyor. Bu, daha önceki araştırmacılarca geleneksel olarak verilen İ.Ö.
yaklaşık 2000'den hatırı sayılır ölçüde öncedir. Üsteük, Avrupa kıtasında tunç meta
lürjisinin hızlı yayılması, kuzey bozkırlarından gelen aşırı hareketü, savaşçı, hiyerarşik
ve erkek egemen, Gimbutas'ın Kurganlar dediği çoban halkların şimdi artan büyük
istilalarının kanıtı. Gimbutas şöyle yazıyor: "Tunçtan yapılmış silahların-hançerler ve
baltalı mızraklar - tunçtan yapılmış ince ve keskin baltalar ve yarı değerü taşlardan
topuz başları ve savaş baltaları ve çakmaktaşından ok uçlarıyla beraber gözükmesi,
Kurgan halkının dağılma rotasına rast geüyor:'18
Kültürel Evrimde Değişiklik
Bu, Batı toplumunun kültürel evrimindeki radikal değişikliğin yalnızca fetih sa
vaşlarının bir işlevi olduğunu söylemekten başka bir şey değil. Göreceğimiz gibi, sü66
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
reç çok daha karmaşıktı. Ancak, en başından beri savaşın, ortaklık modelinin yerine
tahakküm modelini ikame etmek için hayati bir araç olduğu konusunda kuşku yok. Ve
savaş ve diğer toplumsal şiddet biçimleri, kültürel evrimimizi ortaklıktan tahakküm
yönüne çevirmekte merkezi rol oynamayı sürdürdü.
Göreceğimiz gibi, ortaklıktan tahakküm modelli sosyal örgütlenmeye geçiş, ted
rici ve bir süre sonra tahmin edilebilir bir süreçti.Ancak, bu değişimi tetikleyen olaylar
görece ani ve aynı zamanda tahmin edilemezdi. Arkeolojik kayıtların bize söylediği,
tahmin edilemez değişim hakkında yeni bilimsel düşünce ile tüyler ürpertici şekilde
tutarlıdır. Uzun süreli sitemin denge ve yakın denge durumları görece hızlı biçimde
dengeden uzak veya kaotik duruma değişebilir. Daha da çarpıcı olan, bu radikal deği
şimin kültürel evrimimizin bazı belli yönlerinde kritik "kollara ayrılma noktaları"nda
"çevredeki izolelerin" görülmesiyle Eldredge ve Gould tarafından önerilen doğrusal
olmayan evrim modelinde "noktalanmış dengelere" nasıl uyduğudur.19
Şimdi kelimenin tam anlamıyla dünyamızın kenarlarından (kuzeyin ıssız bozkır
ları ve güneyin verimsiz çölleri) doğan "çevredeki izoleler" başka bir canlı türü değildi.
Fakat, ortaklık modelli toplumun uzun süreli istikrarlı gelişimini kesintiye uğratarak,
kendileriyle birlikte tamamen farklı bir sosyal örgütlenme sistemi getirdiler.
İstilacıların sisteminin merkezinde, hayat vermek yerine can alan güce verilen
yüksek değer vardı. Bu, erken dönem Kurgan mağara gravürlerinin gösterdiği üzere
bu Hint-Avrupalı istilacıların kelimenin tam anlamıyla tapındığı "erkekçe" Kılıç ile
sembolize edilen güçtü.20 Tanrılar -ve erkekler- tarafından yönetilen kendi tahakküm
toplumlarında bu, mutlak güçtü.
Bu istilacıların tarihöncesi sahnede görünmeleri Tanrıça'yı ve kadınları erkek
lerin eşi veya metresi konumuna indirgedi. Bu, bazen söylendiği gibi, erkeklerin de
üremede bir rol oynadığını kendilerinin yavaş yavaş keşfetmeleriyle ortaya çıkmadı.
Tedricen erkek tahakkümü, savaş ve kadınların ve daha yumuşak,
daha "efemine" er.
keklerin köleleştirilmesi kural oldu.
Bu iki toplumsal sistemin nasıl birbirinden çok farklı olduğu, bu "çevredeki izole
lerin" zorladığı kural değişikliklerinin nasıl dehşet verici olduğu, Gimbutas'ın yapıtın
dan aşağıdaki pasajla özetlenmektedir:
"Eski Avrupa ve Kurgan kültürleri birbirinin antitezidir. EskiAvrupalılar büyük,
planlı kasabalarda yaşamaya alışkın yerleşik bahçe uzmanlarıydı. Tahkimatın ve si
lahların yokluğu, muhtemelen nesebin anne üzerinden izlendiği ve kocanın karısının
ailesinin yanına taşındığı bu eşitlikçi medeniyetin barış içinde bir arada yaşamasını
gösterir. Kurgan sistemi, babayanlı, toplumsal olarak tabakalaşmış, hayvanlarını ge
niş alanlarda otlatırken küçük köylerde veya mevsimlik yerleşim yerlerinde yaşayan
sürü birimlerinden oluşur. Biri tarım dayalı, diğeri sürü beslemeye ve otlatmaya dayalı
iki ekonomi, iki zıt ideoloji yarattı. Eski Avrupa inanç sistemi, doğum, ölüm ve ye
niden doğuşun tarımsal çevrimine odaklanıyordu. Kadınlık ilkesi, bir Anne Yaratıcı
ile bütünleşiyordu. Karşılaştırmalı Hint-Avrupa mitolojisinden bilindiği gibi, Kurgan
67
Riane Eisler
ideolojisi, parlayan, gök gürültülü gökyüzünün erkeksi, kahraman tanrılarını güçlen
diriyordu. Eski Avrupa imajlarında silah yoktu, oysa ki hançer ve savaş baltası tarihin
bildiği, bütün Hin-Avrupalılar gibi keskin kılıcın öldürücü gücünü öven Kurganlann
baskın sembolleriydi."2 1
Savaş, Kölelik ve Fedakarlık
Belki en önemlisi şudur ki, Kurgan istilalarından sonra da görülmeye başlayan
taşa, stellere veya kayalara oyulan silah temsillerinde şimdi bulduğumuz, Gimbutas'ın
betimlediği gibi, "Hint-Avrupalı savaşçı tanrılarının bilinen en eski görsel imajları
dır:'22 Gimbutas İtalyan ve İsviçre Alplerindeki bir dizi kaya oymasının kazılarında
şunu rapor etmektedir: Bazı şekiller "yarı insan biçimlidir; " bazıların başları ve kolları
vardır. Fakat çoğu, "tanrının yalnızca silahıyla veya kemer, kolye, çift spiralli kolye ucu
ve tanrısal hayvanla -at veya geyik- kombinasyon içinde temsil edildiği soyut imajlar
dır. Birkaç kompozisyonda tanrının başı olması gereken yerde güneş veya geyik boy
nuzu bulunmaktadır. Diğerlerinde, tanrının kolları baltalı mızrak veya uzun saplı balta
ile temsil edilmektedir. Kemerin üstünde veya altında çok sık bir, üç, yedi veya dokuz
hançer, kompozisyonun merkezine yerleştirilmiştir."23
Gimbutas şöyle yazmaktadır: "Silahlar kesinlikle tanrının işlevlerini ve güçlerini
temsil ediyordu ve bunlara tanrının kendisinin temsilleri olarak tapınılıyordu. Silahın
kutsallığına dair bütün Hint-Avrupa dinlerinde pek çok kanıt vardır. Herodot'tan İs
kitlerin kutsal hançerlerine, Akenakes'e, kurbanlar verdiğini biliyoruz. Daha önceden
Neolitik Alpin bölgesinde silah taşıyan tanrıların gravür veya imajları bilinmemekte
dir."24
İnsanların planlı olarak boğazlandığı, bunun yanında mallarının yakıp yıkıldığı ve
yağmalandığı ve onlarla ilgili kişilere boyun eğdirildiği ve bunların sömürüldüğü ya
şama biçiminin eşlik ettiği keskin kılıcın öldürücü gücünün övülmesi, normal görül
müştür. Arkeolojik kanıtlardan hareketle, köleliğin başlangıcı (bir insanın sahibinin
diğeri olması) bu silahlı istilalarla yakından bağlantılı gözükmektedir.
Örneğin, bu buluntular bazı Kurgan kamplarında kadın popülasyonunun çoğun
luğunun Kurgan olmadığını fakat bunun yerine Neolitik Eski Avrupa popülasyonu
olduğunu göstermektedir.25 Bunun ortaya koyduğu şudur ki, Kurganlar yerel erkekleri
ve çocukları katlettiği fakat kendilerine metres, eş veya köle olarak aldıkları kadınların
bir kısmını ayırdılar. Bunun standart bir uygulama olduğunun kanıtı, göçebe İbrani
kabilelerinin Kenan ülkesini istila ettiği birkaç bin yıl sonra Eski Ahit'te bulunmak
tadır. Örneğin haplar 3 1 :32-35'te okuduğumuza göre, Midyan· soyundan gelenlere
• ç. N.: Tevrat ve İncil ile ilgili yer, kişi adlan ve kavramlarda "Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes
68
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
karşı muharebede istilacılar tarafından savaş ganimetleri olarak alınanlar arasında bu
sıraya göre, koyunlar, davarlar, eşekler ve bir erkekle ilişkisi olmamış otuz iki bin kız
bulunmaktadır.
Şiddetle kadınların, böylelikle aynı zamanda hem kız hem erkek çocukların yal
nızca erkeğe ait mallardaki statüsünün azaltılması, Kurgan gömme uygulamalarında
belgelenmiştir. Gimbutas'ın kaydettiği gibi, "Kurganlaştırmanın" bilinen ilk kanıtları
arasında, tarihi İ.Ö. dördüncü bin yıldan önceki bir zamana dayanan bir dizi mezar
bulunmaktadır. Bu tarihten kısa süre sonra Kurgan istilacılarının ilk dalgası Avrupa'ya .
akın etti.26
Sosyal örgütlenmede radikal bir değişim gösteren, güçlü erkeklerin en üstte
olduğu Hint-Avrupa tahakküm sınıflamalarının karakteristik özelliği olan "reis me
zarları" vardır. Bu mezarlarda -Gimbutas'ın sözleriyle açıkça "yabancı kültürel olay"
olan- gömme ayinleri ve uygulamalarında çarpıcı bir değişiklik vardır. Sosyal eşitsizli
ğin neredeyse hiç görülmediği Eski Avrupa gömme adetlerinin tersine, burada mezar
boyutlarında, aynı zamanda arkeologların "cenaze töreni hediyeleri" dediği eşyada
çarpıcı farklar vardır: Ölenden başka mezarda bulunanlarda.27
Mezarlarda, Avrupa mezarlarında ilk kez, çok uzun veya iri kemikli erkek iskeleti
ile birlikte kurban edilen kadınların-eşler, metresler veya ölen adamın köleleri- iskelet
lerini buluyoruz. Gimbutas'ın sati olarak betimlediği (bu terim orada yirminci yüzyıla
kadar devam eden bir adet olarak dulların kurban edildiği bir Hintçe isimden gelmek
tedir) bu uygulama, açıkçası Avrupa'ya Hint-Avrupalı Kurganlar tarafından getirildi.
İlk kez Karadeniz'in batısında, Tuna deltasındaki Suvorovo'da görülür.28
Gömme uygulamalarındaki bu radikal yenilikler, üstelik, bütün üç Kurgan isti
lasının karakteristik özelliğidir. Örneğin, ilk dalga Kurganların gelmesinden bin yıl
sonra kuzey Avrupa'ya egemen olan Globular Amphora olarak bilinen kültürde, aynı
tip sosyal ve kültürel örgütlenmeyi yansıtan gömme uygulamaları vardır. Gimbutas'ın
yazdığına göre, "Tesadüfi ölüm olasılığı bu çoklu gömülmelerin sıklığıyla geçersiz
kılınmaktadır. Genellikle, erkek iskeleti mezar sandukasının bir ucunda hediyelerle
gömülürken, iki veya daha çok birey diğer uçta gruplanır... Erkek tahakkümü Globu
lar Amphora türbeleriyle teyit edilir. Çokkarılılık, Volynia'daki Vojsekhivka'da erkek
iskeletine hanedan sırasıyla iki kadın ve dört çocuğun eşlik ettiği, bir genç adam ve bir
genç kadının ayakucunda yattığı mezar sandukasıyla belgelenrniştir:'29
Bu yüksek statülü mezarlar, aynı zamanda söz konusu yönetici sınıftan erkekler
için yalnızca yaşamda değil fakat ölümde de önemli sayılan diğer eşyanın deposudur.
Gimbutas şöyle rapor etmektedir: "Önceden Eski Avrupa'da bilinmeyen savaşçı bilin
ci, Kurgan mezarlarında bulunan teçhizatla malumdur: yaylar ve oklar, mızraklar, kes
me ve saldırı 'bıçakları' (hançerlerin atası), geyik baltaları ve at kemikleri."30 Bu mezar
larda aynı zamanda bulunanlar, domuz veya yaban domuzu çene kemikleri ve dişleri,
Şirketi, 2001 " esas alınmıştır.
69
Riane Eisler
köpek iskeletleri ve Avrupa bizonu veya davar skapulaları gibi sembolik nesnelerdir.
Bunlar, yalnızca radikal sosyal değişiklik değil, fakat radikal ideolojik değişikliğin de
olduğuna dair arkeolojik kanıtlar sunarlar.
Bu gömme adetleri, şimdi yok etme ve tahakküm teknolojilerine verilen top
lumsal değeri gösteriyor. Aynı zamanda çok daha fazlasını göreceğimiz üzere ideolo
jinin bozulduğunun ve kontrolünün ele geçirildiğinin kanıtlarını içeriyor: erkeklerce
önemli dini sembollerin, tabi olan cemaatin bir zamanlar kadınlarla Tanrıça tapınma
sının ilişkilendirdiği şekilden uzaklaştırılması.
Gimbutas şunları kaydediyor: "Yalnızca erkek mezarlarına yaban domuzu ve do
muz çene kemikleri, köpek iskeleti, Avrupa bizonu veya davar spatulaları yerleştiril
mesi geleneği, Pontic bozkırındaki Kurgan 1-11 ( Srednij Stog) mezarlarına kadar uza
nır. Yiyecek kaynağı olarak domuzlara ve yaban domuzlarına verilen ekonomik önem,
bu hayvanların kemiklerinin yalnızca topluluktaki yüksek sınıftan erkeklerle ilgili dini
sonuçlarıyla gölgelenir. Şimdi erkekler ile yaban domuzu, domuz ve köpek arasında
bulunan sembolik bağlar, domuzun Yeniden Doğuş Tanrıçası'nın kutsal refakatçisi ol
duğu Eski Avrupa'da bu hayvanlara verilen dini önemin tersidir:'31
Medeniyetin Kesintiye Uğraması
Batıya veya güneye dağılarak Eski Avrupa'nın arkeolojik manzarası şimdi kor
kunç şekilde değişiyor. Gimbutas şöyle yazıyor: "Binlerce yıllık gelenekler bozuldu,
kasabalar ve köyler dağıldı, muhteşem boyalı çömlekler, tapınaklar, freskler, heykeller,
semboller ve alfabe yok oldu:'32 Aynı zamanda şimdi sahnede yeni, yaşayan bir savaş
makinesi, at üstünde silahlı adamlar var. Zamanında bir tankın veya uçağın bizdeki
ilkeller üzerindeki etkisine sahip. Ve Kurgan tahribatının şafağında, onları kadın ve
çocuk kurbanları ve ölü reisleri çevreleyen gizli silahlarla birlikte tipik savaşçı-reis me
zarlarında buluyoruz.33
1960'lar ve 70'lerdeki kazılarından önce yazan ve Gimbutas'ın en son karbon
ve dendro-kronoloji tarihleme tekniklerini kullanarak eski ve yeni verileri sistematik
olarak düzenleyen Avrupalı tarihöncesi uzmanı V. Gordon Childe, aynı genel modeli
betimler. Childe erken dönem Avrupalıların kültürünü "reislerin topluluğun zengin
liği üzerine yönelme" düşüncesinin olmadığı, "barışçı" ve "demokratik" kültür olarak
niteler.34 Fakat o zaman bütün bunların savaş ve özellikle metal silahların kullanımını
ortaya çıkarken nasıl tedricen değiştiğini vurgular.
Gimbutas gibi Childe, silahların kazılarda artan ölçüde gün yüzüne çıkarıldığını,
bununla birlikte reisin türbesi ve evlerinin açıkça sosyal tabakalaşmayı belgelediğini,
güçlü adamın yönetiminin kural olduğunu gözlemektedir. Childe şöyle yazmaktadır:
70
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
"Yerleşim birimleri genellikle tepelere kurulur. Bu birimler hem tepelerde hem vadi
lerde, şimdi sıklıkla tahkim ediür. Aynı zamanda şu vurguyu da yapar: "Toprak için
rekabet mücadeleci bir karakter kazandı ve savaş baltası gibi silahlar savaş için özel ola
rak geliştirildi." Avrupa toplumunun sadece sosyal değil, fakat aynı zamanda ideolojik
örgütlenmesi temel bir değişim geçirdi.35
Daha özel olarak Childe; savaşın nasıl kural olduğunu kaydeder. "Sonuçta top
lulukların erkek üyelerinin ağır basması genel olarak kadın heykelciklerinin ortadan
kalkmasıyla açıklanır." Önceki dönemlerde çok yaygın olan bu kadın heykelciklerinin
nasıl şimdi bir şey ifade etmediğini vurgular. Şu sonuca varır: "Eski ideoloji değişmiş
tir. Bu, anayanlılıktan babayanlı sosyal örgütlenmeye değişimi yansıtabiür:'36
Gimbutas daha da özgül yaklaşır. Hem kendi çalışmasından hem de diğer arke
ologlarınkinden hareketle, Eski Avrupa kronolojilerinin sistematik incelemesiyle, her
yeni dalga istilanın şafağında yalnızca fiziksel tahribat olmadığını, fakat tarihçilerin
deyimiyle kültürel yoksullaşma olduğunu titizlikle betimler. Henüz Bir Numaralı Dal
ganın şafağında yıkım o kadar kitleseldir ki, Eski Avrupa yerleşiminden yalnızca pa
raları bulunmuştur. Örneğin, Tuna'nın Oltenia Vadisi'ndeki kompleks, batı ve güney
Muntenia ve Banat ile Transilvanya'nın güneyi. Fakat buralarda bile önemli değişiklik
işaretleri, özellikle siperler ve istihkamlar gibi savunma mekanizmaları vardır.37
Aşağı Tuna çanağının Karanovo çiftçileri gibi Eski Avrupa yerleşim birimlerinin
çoğu için Kurgan istilaları, Gimbutas'ın sözleriyle, dehşet vericidir. Barbar istilacıla
ra bir anlam veya değer ifade etmeyen evler, tapınaklar, kaliteli zanaat ürünleri, sanat
eserleri yerle bir edilmiştir. İnsan kitleleri katledilmiş, köleleştirilmiş veya dövüşe so
kulmuştur. Sonuç olarak, nüfus değişikliğinin zincir reaksiyonları yaşanmıştır.38
Gimbutas'ın ifadesiyle "melez kültürler" görünmeye başlar. Bu kültürler, "kalan
Eski Avrupalı gruplara boyun eğdirmeye ve onları hızla Kurgan pastoral ekonomisine
asimile etmeye, babaya bağlı [babayanlı], tabakalaşmış toplumlar yaratmaya" bağlı
dır. 39 Fakat bu yeni melez kültürler, yerini aldıkları kültürlerden teknolojik ve kültürel
olarak çok daha az ileridir. Ekonomi şimdi birincil olarak sürü beslemeye dayalıdır.
Ve bazı Eski Avrupa tekniklerine hala tanık olunmasına karşın, çömlekçilik şimdi
çarpıcı şekilde tek biçimli ve kötüdür. Örneğin, Kurgan Dalga Numara İkiden sonra
Romanya'da görülen Cernovoda III yerleşim birimlerinde, çömlek boyama veya Eski
Avrupa sembolik tasarımlarının izi görülmez. Doğu Macaristan ve batı Transilvanya'da
durum benzerdir. Gimbutas şöyle yazmaktadır: "Toplulukların azalan büyüklüğü-30
40'dan çok olmayan - küçük çobanlık birimleri şeklinde yeniden yapılandırılan top
lumsal sistemi göstermektedir:'40 Ve tedricen acropol veya tepelere inşa edilmiş kale
eski duvarsız yerleşim birimlerinin yerini alırken, tahkimat şimdi her yerde görün
mektedir.
Ve böylelikle, tarihöncesi kazıların ortaya koyduğu gibi, Eski Avrupa'nın arke
olojik manzarası dönüşmüştür. Her istila dalgasının şafağında yalnızca artan fiziksel
71
Riane Eisler
yıkım ve kültürel gerilemenin işaretlerini bulmuyoruz; kültürel tarihin yönü de derin
liğine değişmiştir.
Yavaş yavaş Eski Avrupalılar, çoğunlukla başarısız olarak, kendilerini barbar is
tilacılardan korumaya çalışırken hem toplumda hem ideolojide neyin normal oldu
ğunun yeni tanımları doğmaya başladı. Şimdi her yerde, zaman içinde bir ok atışıy
la çağımızın kalbinden isabet alması gibi, sosyal önceliklerdeki değişimi görüyoruz:
daha etkili yok etme teknolojilerine doğru değişim. Buna temel bir ideolojik değişim
eşlik etmektedir. Keskin kılıçla tahakküm ve yok etme gücü, tedricen hayatı destekle
me ve çekip çevirme kapasitesi olarak güç görüşünün yerini almaktadır. Yalnızca daha
önceki ortaklık medeniyetlerinin evrimi silahlı fetihlerle kesintiye uğramadı; yalnızca
silinip gitmeyen bu toplumlar şimdi aynı zamanda radikal olarak değişti.
Her yerde sosyal yapı daha hiyerarşik ve otoriter olurken, şimdi her yerde erkek
ler en büyük yok etme gücüyle -fiziksel olarak en kuvvetli, en duyarsız, en acımasız- en
tepeye yükseliyor. Erkeklerden fızikman daha küçük ve daha zayıf ve yaşam veren ve
bakıp büyüten kadeh ile sembolize edilen, eski güç görüşüyle özdeşleştirilen kadınlar,
grup olarak şimdi tedricen bundan sonra sahip olacakları statüye indirgeniyor: erkek
kontrollü üretim ve üreme teknolojileri.
Aynı zamanda Tanrıça'nın kendisi, yıkıcı silahların veya yıldırımın şimdi üstün
olduğu yeni güç sembolleriyle tedricen yalnızca erkek tanrıların karısı veya arkadaşı
oluyor. Özet olarak, hem sosyal hem ideolojik dönüşümün tedrici süreciyle, izleyen
bölümlerde daha ayrıntılı şekilde incelenecek medeniyetin hikayesini, daha ileri sos
yal ve maddesel teknolojilerin gelişiminden, Sümer'den bizimkine benzer kanlı süre
mine dönüşmesini inceleyeceğiz: bu, şiddetin ve tahakkümün hikayesidir.
Girit'in Yıkılması
Girit'in şiddetli sonu özellikle unutulmazdır - ve derslerle doludur. Avrupa ana
karasının güneyinde bir ada olduğu için, Girit anne denizden gelen savaşçı gruplara
karşı bir zamana kadar duvarla çevrilmişti. Fakat en azından burada da hikayenin sonu
geldi ve sosyal örgütlenmesi tahakküm modeli yerine ortaklık modeline dayanan son
medeniyet düştü.
Girit başından sonuna kadar anakara örneğini izledi. Hint-Avrupalı Akhalar ta
rafından kontrol edilen Miken döneminde, Girit sanatı daha az spontan ve daha az
özgür oldu. Ve şimdi Girit'in arkeolojik kaydında açıkça görülebilir olan, ölüme daha
büyük ilgi ve vurgudur. Hawkes şunları kaydetmektedir: "Alma etkisine girmeden
önce Giritliler tipik olarak ölüm ve cenaze ayinleri düzenlememişlerdir. Akha seçkin
lerinin yaklaşımı oldukça başkaydı:'41 Şimdi kraliyetten kişilerin ve soyluların ölümleri
72
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
için harcananların büyük zenginlik ve emek ifade etmesinin kanıtlarını buluyoruz. Ve
en çok şey anlatan, kısmen Akha etkisi ile ve kısmen Avrupa kıtasından diğer bir istila
dalgasuun artan tehdidi ile, gelişen savaş ruhunun açık işaretleri olmasıdır.
Miken döneminin Girit'te ne zaman ve nasıl başladığı ve bittiği, ha.la büyük bir
görüş ayrılığı içermektedir. Bir teoriye göre, Akhaların hem Girit'in kendisini hem de
Grek anakarasında olduğu görülen Minos yerleşim birimlerini ele geçirmesi, bir dizi
deprem ve gelgit dalgalaruun öncesinde gerçekleşti. Bunlar Minos medeniyetini o ka
dar zayıflattı ki, artık kuzeyden bastıran barbarlara karşı koyamadılar. Zorluk şudur ki,
bu felaketlerin meydana geldiği zaman İ.Ö. yaklaşık 1450'dir ve bu zamanda Girit'e si
lahlı istilanın kanıtı yoktur.42 Buna karşın, ister depremleri izleyen gerçek bir fetih olsun
isterse olmasın, askeri baskılar aracılığıyla bir askeri müdahale geldi. Veya Girit, kraliçe
leriyle evlenen Akhalı reisler aracılığıyla biliyoruz ki, medeniyetinin son yüzyılları sıra
sında Grekçe konuşan Akhalı kralların yönetimi altına girdi. Ve bu erkeklerin çoğunun
daha medeni Minos yaşama biçimini benimsemesine rağmen, aynı zamanda kendile
riyle birlikte hayat yerine ölüme yönelik toplumsal ve ideolojik örgütlenmeyi getirdiler.
Miken dönemine ait bilgimizin bir kısan, bize hem Girit'te hem de Grek ana
karasında bulunan ve şimdi deşifre edilen Linner-B olarak bilinen tabletlerden ulaş
maktadır. Hem Knossos'ta hem de Pylos'ta (Yunanistan'ın güney ucunda bir Miken
yerleşim birimi) bulunan tabletlerde tanrıların adları listelenmiştir. Girit'le klasik Yu
nanistan arasında devamlılık olduğunu uzun süredir savunanları derinden mutlu ede
cek şekilde, bu tabletler daha sonraki Olimpia panteonundaki tanrılara (Zeus, Hera,
Athena, Artemis, Hermes vs.) farklı biçim ve bağlamlarda olmasına rağmen, zaten ta
pınıldığuu ortaya koyar.43 Bu durum, Hesiod ve Homeros'dan bunları dinlememizden
yüzyıllarca öncedir. Arkeolojik kanıtlarla bağlantılı olarak, bunlar, Hawkes'un dediği
gibi, "Girit ve Akha tanrıları arasında dengeli bir evliliği gösterir:'44
Fakat bu Minos ve Akha kültürünün Miken ile evliliği kısa ömürlüydü. Pylos tab
letlerinin çoğu, Hawkes'un ifadesiyle, "faciayı tersine çevirmek için boş çabanın bir
kısmı olarak barışın son günlerinde hazırlanmıştı." Bunlardan Miken hükümdarı veya
kralının Pylos'un saldırıya uğrayacağına dair çabuk bir uyarı almış olduğunu öğreni
yoruz. Hawkes şöyle yazmaktadır: ''.Acil durum paniksiz karşılandı. Memurlar sabırlı
şekilde sıralarında kalarak yapılan her şeyi kaydettiler." Kürekçilerin düzenlemesi, bir
savunma filosu sağlayacak biçimde gerçekleştirildi. Duvarcılar büyük olasılıkla uzun
sahil hattında tahkim edilmemiş yerlere tahkimat inşa etmeye başlamak üzere gönde
rildi. Askerleri teçhiz etmek için, bir ton tunç ve yaklaşık iki yüz tunç ustası toplandı.
Tanrıça'nın sunaklarına ait tunca bile el konuldu, buna Hawkes "barıştan savaşa dö
nen krizin canlı tanığı" demektedir.45
Fakat hiçbirinin faydası yoktu. Hawkes şöyle yazmaktadır: "Pylos'ta çok gerek
sinim duyulan duvarların dikildiğinin hiç işareti yoktur. Krallığı kurtarmak için har
canan çabayı kaydeden tabletlerden insan, çabanın boş olduğuna tanık olur. Barbar
73
Riane Eisler
savaşçılar içeri girdiler. Boyalı odalar ve içlerindeki hazineleri görünce çok şaşırmış
olmalılar... Yağmalamayı bitirdikleri zaman, savaşçı olmayan yabancı süsü olan binada
hiçbir şeye özen göstermediler. Binayı yaktılar ve saray korkunç şekilde yandı... Isı o
kadar yüksekti ki, kilerlerdeki çömlek kaplar cam topakların içine eridi, bu arada taş
kirece dönüştü ... Girişteki depolar ve vergi ofisinde terk edilen tabletler zor yanarak
onları sonsuza dek koruyacakmış gibi yanmaya direndi:'46
Ve böylelikle, hem Grek anakarasında ve adalarda hem de Girit'te, kültürel evrim
için erken dönemde yüksek bir noktaya ulaşan bu medeniyetin başarılan yok edildi.
Hawkes şöyle yazmaktadır: "Muhtemelen hikaye her yerde büyük ölçüde aynı, Miken,
Tyrins ve Atina dışındaki kraliyetin diğer tüm kaleleri barbar dalgasıyla yerle bir edil
di:' "Zamanla Dorlar Arcadia dışında bütün Peloponez'i ele geçirdi ve Girit, Rodos ve
tüm yakın adaları egemenlikleri altına almaya devam ettiler. Kraliyet malikanelerinin
en tehlikeye açık olanları, Knossos, en son düşenler olabilirdi:'47
İ.Ö. on birinci yüzyıl geldiğinde her şey bitmişti. Bir süre Dor yerleşim birimlerine
karşı gerilla savaşı yürüttükleri dağlara çekildikten sonra, Girit direnişinin son bölge
leri düştü.48 Göçmen kitleleri arasından, bir kere Girit'i Girit yapan ruh, Homeros'un
sözleriyle, "zengin ve sevimli ülke," şimdi uzun süre evi olan adadan uçtu.49 Zamanla
Minos Giriti'nin kendine güvenen kadınlarının -ve erkeklerinin- varlığı bile unutulu
yordu, tıpkı barış, yaratıcılık ve Tanrıça'nın yaşam veren güçleri gibi.
Parçalanan Bir Dünya
Yaklaşık üç bin yıl önce Girit'in düşüşünün bir çağın sonunu gösterdiği söylene
bilir. Görmüş olduğumuz gibi bu, binlerce yıl önce başlamış bir sondu. Avrupa'da İ.Ö.
4300 veya 4200 arasında bir zamanda başlayarak, antik dünya dalga dalga gelen barbar
istilalarıyla tahrip olmuştu. Başlangıçtaki yıkım ve kaos döneminden sonra, tedricen
liselerimizde ve üniversite ders kitaplarımızda Batı uygarlığının başlangıcına işaret et
mesiyle amlan toplumlar doğdu.
Fakat söylendiğine göre büyük ve muzaffer olan başlangıçta gizlenen, zamanımı
zın en tehlikeli, en büyük farklılıklarını getiren (tarihi) akıştı. Binlerce yıl sonra tek
nolojik, sosyal ve kültürel evrimimizde yukarı doğru hareketten, gücü her şeye yeten
bir bölünme, şimdi gündemdeydi. Bu zamanda dünyanın şiddetli hareketleriı,ıden
geriye kalan derin çatlaklar gibi, bir yandan teknolojik ve sosyal evrimimiz, diğer yan
dan kültürel evrimimiz arasındaki yarık değişmez bir biçimde genişleyecekti. Yapının
ve fonksiyonun daha büyük karmaşıklığına doğru teknolojik ve sosyal hareket bitti.
Fakat kültürel gelişim imkanları, şimdi engelleniyordu - tahakküm toplumunda sıkı
şekilde hapsolmuştu. 50
74
Kaostan Karanlığa: Kadehten Kılıca
Şimdi her yerde toplum daha erkek egemen, hiyerarşik ve savaşçı hale geliyordu.
Çatalhöyük halkının binlerce yıl barış içinde yaşadığı Anadolu'da, Kutsal Kitap'ta bir
Hint-Avrupa halkı olduğu belirtilen Hititler kontrolü ele geçirmişti. Yazılıkaya'daki
büyük tapınak gibi arkeolojik kalıntıların Tanrıça'ya ha.la tapınıldığım göstermesine
rağmen, Tanrıça artan ölçüde yeni erkek savaş ve yıldırım tanrılarının karısı veya an
nesi statüsüne indirilmişti. Model Avrupa'da; Mezopotamya'da ve Kenan ülkesinde
benzerdi. Yalnızca Tanrıça üstünlüğünü kaybetmiş değildi, savaşın koruyucu azizesi
ne dönüştürülüyordu.
Gerçekten, bu dehşet verici zamanlarda yaşayan insanlara, bir zamanlar cömert
Tanrıça'nm evi olduğu düşünülen cennet gibi görünmüş olmalıydı. Tanrıça, dünya
daki acımasız temsilcileriyle müttefik insanlık dışı doğaüstü güçlere tutsak edilmişti.
Yalnızca "tanrısal olarak kurulmuş" güçlü adam yönetimi ve süreğen savaş her yerde
kural olmuyordu; aynı zamanda İ.Ö. yaklaşık l SOO'den 1 lOO'e uzanan dönemde alışıl
madık şekilde yoğun fiziksel ve kültürel kaos olduğunun hatırı sayılır kanıtları vardı.
Bu zaman boyunca bir dizi volkanik patlama, deprem ve gelgit dalgası, Akdeniz
dünyasını salladı. Gerçekten, fiziksel çevre o kadar derinden sallandı ve yeniden oluş
tu ki, olanlar Atlantis'in hikayesi sayılabilir, algılanamayacak kadar büyük ve tahrip
edici tabii felaket sırasında battığı düşünülen bütün bir kıta.
Bu tabii teröre eşlik eden ha.la daha güçlü insanın yarattığı terör geldi. Kuzeyden
Dorlar Avrupa'da gittikçe daha derinlere ulaşıyordu. Sonunda Yunanistan ve Girit on
ların demir silahlarının saldırısı altında düştü. Anadolu'da savaşçı Hitit imparatorluğu
yeni istilacıların baskısı altında çöktü. Bu hareket karşısında Hititler güneye, Suriye'ye
doğru sürüldü. Doğu Akdeniz'in toprakları da bu dönemde, hem karadan hem deniz
den, Kutsal Kitap'ın haplarından okuduğumuz Filistinliler dahil, yerlerinden edilmiş
insanlarla istila edildi.
Daha güneye doğru, Asur; Frigya, Suriye, Fenike ve Anadolu'ya ve doğuda Zag
ros Dağlarına kadar olan bölge, şimdi aniden bir dünya gücü oluyordu. Barbarlıkla
rının derecesi, bugün ha.la daha sonraki Asur kralı, Tiglath-Pileser'in, "kahramanca
davranışlarını" kutlayan bas rölyeflerde bulunabilir. Burada görünen, tüm şehirlerin
nüfusunun canlı halde kasığına bağlı olarak omuzlarından çıktığıdır.
Güneyde Mısır'a kadar da olumsuz sonuçları vardır. Hiyerogliflerde Denizden
Gelen İnsanlar (birçok araştırmacıya göre Akdenizli mülteciler) olarak bilinen istila
cılar, Nil Deltası'nı İ.Ö. on birinci yüzyılın başında ele geçirmeye çalıştı. 111. Ramses
tarafından yenildiler. Fakat, bugün ha.la onları Thebes'teki cenaze tapınağının fresk
lerinde geçen gemilere, savaş arabalarına ve yayan aileler ve kağnılara akın ederken
görebiliriz.
Kutsal Kitap araştırmacılarının üç göçmen dalgası. olduğuna inandığı Kenan ül
kesinde, şimdi Levili savaşçı-rahiplerin yönetimi altında birleşen İbrani kabileleri, bir
dizi fetih savaşına başladı.51 Hala Kutsal Kitap'ta okuyabildiğimiz gibi, savaş tanrıları
75
Riane Eisler
Yehova'nın zafer vaat etmesine karşın, Kenan ülkesindeki direnişin üstesinden gelmek
yüzlerce yıllarını aldı. Bu, Kutsal Kitap'ta çeşitli şekillerde Tanrı'nın buyruğunun, is
tilacıların sayıları yeterince artıncaya kadar insanlarının onlarla savaşmaları, onları sı
namaları ve cezalandırmaları veya ekili alanları terk edilmesini önlemeleri olduğu bi
çiminde açıklanmıştır.52 Kutsal Kitap' ta hala okuyabildiğimiz üzere, örneğin Tevrat'ın
beşinci kitabında 3:3-6, bu "tanrısal esinli" istilacıların uygulaması, " her şehrin erkek
leri, kadınları ve çocuklarım tamamıyla yok etmekti:'
Bütün antik dünyada nüfus şimdi diğer nüfusa karşı ayrılmış, erkekler kadınlara
karşı ve diğer erkeklere karşı ayrı tutulmuştu. Bu parçalanan dünyanın soluk alıp verişi
çevresinde dolanan göçmen kitleleri topraklarından ayrılarak her yerdeydi, ümitsizce
sığınak, gidecek güvenli bir yer arıyordu.
Fakat yeni dünyalarında kalmış böyle bir yer yoktu. Şimdi şiddetle Tanrıça ve
insanlığın kadın yarısı bütün gücünden yoksun kılınmıştı. Bu, savaş tanrılarının ve er
keklerin yönettiği bir dünyaydı. Kadehin semboüze ettiği gücün değil, Kılıcın bundan
böyle üstün olacağı bir dünyaydı. Barış ve uyumun yalnızca uzun kayıp bir geçmişin
mitlerinde ve efsanelerinde bulunacağı bir dünya.
76
Beşinci Bölüm
Kayıp Çağın Anıları:
Tanrıça'nın Mirası
Roma İmparatorluğu'nun çöküşü, Karanlık Çağlar, Veba, 1 ve
il
Dünya Savaşı bildi
ğimiz diğer tüm kaos zamanlarıdır. Bunlar, şu ana kadar hakkında çok az şey bildi
ğimiz bir zamanda ne olduğuyla karşılaştırıldığında, gölgede kalıyor: tarihöncerniz
de insanın büyük ölçüde dönüştüğü evrimsel kavşaklar. Şimdiki zamanda tahakküm
toplumundan ortaklık toplumunun daha ileri biçimine yaklaşmamız, ikinci sosyal
dönüşüme işaret etmektedir. Şimdi, binlerce yıl sonra, kayıp geçmişimizle ilgili bu
şaşırtıcı parça hakkında öğrenebildiğimiz her şeyi anlamamız gerekiyor. Söz konusu
olan ikinci evrimsel kavşakta, bir zamanlar yalnızca Tanrı'ya atfedilen toptan yıkım
teknolojilerine sahip olduğumuz zaman, elde edeceğimiz türümüzün varlığını sürdür
memizden az olabilir.
Bu yeni arkeolojiyle, yeni araştırmaların otoritesiyle ve sosyal bilimden destekle
karşılaştığımız zaman bile, insanlık tarihinin binlerce yıllık bu gerçekten çok büyük
yeni bilgileri bize öğretilmiş olanla çok çelişir. O kadar ki, zihinlerimize yerleştirilenler
kuma yazılmış bir mesaj gibi olur. Bu yeni bilgi orada bir gün veya hatta bir hafta ka
labilir. Fakat inatla yüzyıllarca öğretilenlerin gücü, geriye kalan yalnızca büyük heye
can ve umut zamanının uçup giden imajı oluncaya kadar bunu engelleyebilir. Sadece
bildik bilmedik diğer kaynaklarımızın devreye girmesiyle bu bilgiyi kendimize mal
oluncaya kadar uzun süre muhafaza etmeyi ümit edebiliriz.
77
Evrim ve Dönüşüm
Daha önce gördüğümüz gibi, böyle bir kaynak, sistemlerin hem istikrarı ve hem
de değişmesi hakkında yeni bilimsel bulgulardan gelmektedir. Popüler olarak "yeni fi
zik" ve bazen "kendi kendini düzenleyen" teori ve/veya "kaos" teorisi şeklinde bilinen
bu yeni doğan bilgi birikimi, ilk kez tarihöncemiz sırasında ne olduğunu anlamaya
başlayacağımız bir çerçeve sunar. Ve söz konusu çerçeve, farklı bir yönde, şimdi bize
tekrar ne olabileceği hakkındadır.
Bu yeni kavramsal çerçevenin bakış açısı içinde, Kültürel Dönüşüm teorisine
eklemlendiği üzere, sınadığımız sosyal dinamiklerin iki yönüdür. İlki sosyal istikrarla
ilgilidir. Binlerce yıl bütün insan sistemlerinin örgütlendiğini öğrenmiş olduğumuz
biçimden farklı insan toplumlarının nasıl örgütlenmiş olduğudur. İkincisi insan sis
temlerinin nasıl, diğer sistemler gibi, hayati değişikliğe uğrayabileceği ve uğradığıdır.
Geçen bölümde kültürel evrimimizde ilk büyük sosyal değişimin dinamiklerini
gördük: nasıl sistem dengesizliği, veya kaos, döneminden sonra kritik kollara ayrılma
noktası vardı ki, bundan bütün farklı sosyal sistem doğdu. Bu ilk sistem dönüşümü
hakkında keşfedebileceğimiz her şey, bize temel veya "kaotik" değişim dönemleri
sırasında ne olduğuna dair içgörü sağlayarak, yalnızca geçmişimize değil, fakat aynı
zamanda bugünümüze ve geleceğimize ışık tutar.
Hala eğer ortaklık toplumundan tahakküm toplumuna değişim, türümüzün ta
rihi içinde daha sonraki bir dönemi açtıysa, bunun anlamının tahakküm sisteminin
bütün hepsinin ardından evrimsel bir ileri adım olduğu düşünülebilir mi? Burada
Giriş'te belirtilen iki noktaya dönüyoruz. İlki, evrim teriminin hem betimleyici hem
kural koyucu olarak, hem de geçmişte ne olduğunu betimleyen bir kelime olmasıdır.
"Daha düşük" seviyeden "daha yüksek" seviyeye hareketi ima eden terim olarak kafa
karıştırıcı kullanımı vardır. Daha sonra geldiğimiz noktanın üstü kapalı daha iyi olması
gerektiği yargısı vardır. İkinci nokta şudur ki, teknolojik evrimimiz bile doğrusal, ileri
doğru bir hareket değildir, fakat büyük geriye gidişlerle kesintiye uğramış bir süreçtir.
Aynı zamanda diğer bir, eşit derecede önemli noktaya dönüyoruz: kültürel ve
biyolojik evrimimiz arasındaki hayati fark. Biyolojik evrim, bilim insanlarının türle
re ayrılma dediği aşamayı getirir: geniş çeşitlilikte daha karmaşık hayat biçimlerinin
ilerlemesinin doğuşu. Bunun tersine, insanın kültürel evrimi, birçok karmaşık türün
bizimkinin - gelişiminin iki biçimi olduğu ile ilgilidir: kadın ve erkek.
Bu çiftbiçimlilik, veya biçim değişikliği, görmüş olduğumuz gibi, sosyal örgütlen
memizin imkanları üzerinde insanlığın iki yarısıru ya sınıflama ya bağlama şeklinde bina
edecek temel bir kısıtlama fonksiyonu görür. Tekrar vurgulanması gereken kritik fark
şudur ki, sonuçtaki iki modelin her birinde karakteristik tipte teknolojik ve sosyal evrim
vardır. Sonuç olarak, kültürel evrimimizin yönü -özellikle barışçı mı yoksa savaşçı mı
olacağı- bu iki muhtemel modelin hangisinin evrim için kılavuz olacağına dayanır.
78
Kayıp Çağın Anıları: Tanrıça'nın Mirası
Sosyal ve teknolojik evrimimiz önce ortaklık toplumunun, daha sonra tahakküm
toplumunun daha basitten daha karmaşık düzeylerine hareket edebilir. Ve, gördü
ğümüz gibi böyle hareket etti. Ancak, daha büyük teknolojik ve sosyal karmaşıklıkla
kullanımları yönlendiren kültürel evrimimiz, her model için radikal olarak farklıdır.
Ve kültürel evrimin söz konusu yönü, buna karşılık sosyal ve teknolojik evrimimizin
yönünü derinden etkiler.
En kesin örnek teknolojidir. Ortaklık paradigmasının kültürel kılavuzluğu altında
vurgu, barışçı amaçlı teknolojilerdeydi. Fakat tahakküm paradigmasının yükselişiyle,
kendi tehlike altındaki zamanımıza doğru, yüzyıllardır istikrarlı şekilde yükselen yı
kım teknolojilerine ve tahakküme doğru büyük bir değişim vardı.
Geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren tahakküm veya ortaklık
toplum modeli bakımından tarihe bakmaya alışkın olmadığımız için, bu iki modelin
kültürel evrimimiz üzerindeki derin etkisini görmemiz zordur. Beş bin yıl önceki kül
türel yönümüzdeki değişiklik için tamamlayıcı diğer bir kaynak bundan dolayı çok
önemlidir. "Kaos" teorisinin tersine, bu ikinci kaynak hiç de yeni değildir. Aslında, bu
zaten bildiğimiz bir şeydir, uzun zamandır zihinlerimize yerleştirilen bir şeydir: Batı
medeniyetinin yalnızca daha önceki ve daha iyi geçmişinin gerçekliğini ortaya çıkar
mak üzere görülebilecek kutsal, laik ve bilimsel mitolojisinin deposudur.
Altın Irk ve Atlantis Efsanesi
Dönemin sonu hakkında yazan Batılı tarihçiler, Dor istilalarını izleyen üç veya
dört yüzyıl süren Grek Karanlık Çağı'nı, antik şair Hesiod'un bize söylediği gibi bir za
manlar "altın ırk"ın bulunduğu çağ şeklinde adlandırırlar. Hesiod "Bütün güzel şeyler
onlarınkiydi;' diye yazar. "Yemişlerle dolu dünya, meyvelerini kendiliğinden sınırsız
ölçüde sunuyordu. Barışçılığın kolaylığı içinde toprakları bolluk, sürüleri zenginlik
içinde ve ölümsüzlere değer vererek yaşadılar:'1
Fakat bu ırktan sonra, Hesiod'un "saf ruh" ve "şeytanın savunucusu" dediği, daha
az değerli ve kendilerinin yerine "gümüş gibi olmayan, öldürücü ve güçlü, külün de
rinliklerinden gelen tunç ırkın geçtiği "gümüş ırk" geldi. Hesiod, bu insanların nasıl
kendileriyle birlikte savaşı getirdiklerini açıklamaya devam eder. Şimdi bize göre ke
sin olan, bunların Tunç Çağı Akhaları olduğudur. ''Ares'in tümü acı veren, günahkar
işlerine çok özen gösterdiler:' Daha önceki iki halkın tersine, barışçı tarımla uğraşan
kişiler değillerdi: "tahıl yemiyorlardı, fakat kalpleri çakmaktaşındandı, boyun eğmez
ve fethedilmemiş."2
Hesiod'un üçüncü "insan ırkı" üzerine yorum yapan Tarihçi Mansley Robinson
şöyle yazar: "Bu insanların kim olduğunu biliyoruz. Kuzeyden tunçtan silahlarıyla gel79
Riane Eisler
diler, yaklaşık İ.Ö. 2000'de. Anakarada yerleştiler. Büyük Miken kalelerini inşa ettiler.
Ve, arkalarında şimdi Grek erken biçimi olduğunu bildiğimiz Lineer B ile yazılmış
belgeler bıraktılar. Güçlerinin yayılmasını, güneyde Girit'e ve doğuda Truva kentini
İ.Ö. on ikinci yüzyılın başlarına doğru talan ettikleri Küçük Asya kıyısına kadar izle
yebiliyoruz:'3
Fakat Hesiod'a göre, Akhaların soyundan gelen Mikenliler ve fethettikleri halklar
dördüncü ve ayrı bir "ırktı." Hesiod şöyle yazar: "Bu ırk daha adildi ve sonuncudan
daha soyluydu."4 Homeros gibi, Üzerlerindeki barbarlığın bir kısmından sıyrılan ve
Eski Avrupa'nın medeni göreneklerinden çoğunu benimseyen bu insanları idealize
ediyordu.
Fakat sonra Avrupa'nın tarihi ufkunda "beşinci insan ırkı" belirdi. Bunlar,
Hesiod'un zamanında hala Yunanistan'ı yöneten ve Hesiod'un soyundan geldiği in
sanlardı. Şöyle yazar: "Beşinci insan ırkında benim hissem olmayacak mı? Bu, ben öl
meden önce mi veya doğrnamdan sonra mı olacak?" Şimdilik "biri diğerinin kentini
talan edecek ... Hak güce dayanacak ve dindarlık son bulacak."5 Robinson'ın kaydettiği
gibi, bu "beşinci ırktan" insanlar " demirden silahlarıyla, kendileri için Miken kaleleri
ni ve topraklarını alan Dorlar'dı."6
Hesiod'un tunç ve demir ırkları, Yunanistan'ın Hint-Avrupalı istilacıları, Akhalar
ve Dorlar olarak genellikle araştırmacılar tarafından tanınır. Fakat Hesiod'un barışçı,
tarımla uğraşan, henüz savaş tanrısı Ares'e tapınmayan insanlara ait "altın çağ" betim
lemesi, zamanında hala anımsanan bir düşlem olarak yorumlanmıştır.
Uzun süre bu, muhtemelen daha önceki ve daha iyi zaman hakkında en çok bi
linen Grek efsanesi için de doğruydu: Plato'ya göre denize gömülmüş, bir zamanlar
gelişmiş, büyük ve soylu medeniyet, Atlantis efsanesi.
Plato, bu kayıp medeniyet Atlantis'in, muhtemelen "uzak batıda" bulunduğunu
ve aynı zamanda daha ileri bir tarihte tanzim edildiğini, Solon'un Mısırlı muhbirlerine
dayandırır. Onu Atlantik Okyanusu'nda konumlandırır. Ancak, J. V. Luce'un
The End
ofAtlantis'te (Atlantis'in Sonu) yazdığına göre, Plato'nun Atlantis'inin bazı unsurları,
"i.Ö. on altıncı yüzyılda Minos imparatorluğunun çarpıcı şekilde tam özetidir:'' Veya
Yunan Arkeolog Nicolas Platon şöyle yazmaktadır: "Batık Atlantis hakkında Plato'nun
ortaya koyduğu efsane, Minos Giriti'nin tarihine ve aniden yok oluşuna gönderme
olabilir." Plato'ya göre, Atlantis "şiddetli depremler ve su baskınlarıyla yok olmuştur.
Minos medeniyetinin şimdiki araştırmacılarca ölüm dalgasına girdiğinin savunulması
hem Girit'teki hem de Yunanistan'daki Minos yerleşim yerlerinin Akhalarca ele geçi
rilmesinin mümkün olmasını ortaya çıkarır.8
Bu teori, ilk olarak 1939'da Yunan Arkeoloji Dairesi Başkanı Profesör Spyridon
Marinatos tarafından ileri sürüldü. Günümüzde jeolojik kanıtlardan destek bulmuş
tur. Buna göre, İ.Ö. yaklaşık 1 4SO'de Akdeniz'de bir dizi, o kadar şiddetli volkanik pat
lama oldu ki, Thera adasının bir kısmı (şimdi Santorini denilen küçücük yer parçası)
80
Kayıp Çağın Anılan: Tannça'nın Mirası
sulara gömüldü. Bu patlamalar, muazzam depremleri ve gelgit dalgalarım da harekete
geçirdi. Bu doğal felaketlerin meydana gelişi ve şiddeti, Plato'nun Atlantis dediği ba
tık yer kütlesi ile ilgili halk hikayelerine temel oluşturan, Thera'daki ve aynı zamanda
Girit'teki arkeolojik kazılarla da doğrulanmaktadır. Burada, şiddetli deprem zararının
ve aynı dönemdeki gelgit dalgalarının neden olduğu kütlesel sahil yıkımının kanıtları
vardır.9
Luce'un ortaya koyduğu gibi, şimdi "gelgit dalgaları, denizden Knossos'un yöne
ticilerinin başına bela olmak için gönderilen gerçek 'ejderha"' gibi görünmektedir.10
Ve öyle görünmektedir ki, Atlantis'in hikayesi kayıp Atlantis kıtası olarak değil, fakat
Girit'in Minos medeniyeti olarak gerçekten halkın belleğine yerleşmiştir.1 1
Cennet Bahçesi ve Sümer Tabletleri
Daha önceki bir zamanda insanların uyumlu bir hayat sürdükleri, Mezopotam
ya efsanelerinde de tekrarlayan bir temadır. Burada çokluk ve barış zamanına, büyük
su baskınından önce kadınların ve erkeklerin yaşadığı cennet gibi bahçeye, tekrarlı
göndermeler vardır. Kutsal Kitap araştırmacıları, şimdi bu hikayelerden Eski Ahit'in
Cennet Bahçesi efsanesinin kısmen türediğine inanıyorlar.
İncelemekte olduğumuz arkeolojik kanıtların ışığında bakıldığında, Cennet Bah
çesi hikayesi de açıkça halk hikayelerine dayalıdır. Kadınlar ve erkekler ilk kez toprağı
işlemiş, böylece ilk "bahçeyi" yaratmışlardır. Bahçe, Neolitiğin alegorik betimleme
sidir. Habil ile Kabil'in hikayesi kısmen kır insanlarıyla (Habil'in kestiği koyunlarını
sunmasıyla sembolize edilen) ve yerleşik tarım yapan insanların (Kabil'in, kır tanrısı
Yehova'nın reddettiği, yerin yemişlerini sunmasıyla sembolize edilen) gerçek karşı
laşmalarını yansıtır. Benzer şekilde, Cennet Bahçesi ve Cennetten Kovulma mitleri
kısmen gerçek tarihi olaylardan gelmektedir. İleriki bölümlerde ayrıntıları verileceği
üzere, bu hikayeler incelediğimiz dehşet verici kültürel değişimi yansıtır: erkek tahak
kümünün empoze edilmesi ve buna eşlik eden barış ve ortaklıktan tahakküm ve savaşa
değişim.
Mezopotamya efsanelerinde aynı zamanda Tanrıça'ya üstün tanrı veya "Cenne
tin Kraliçesi" olarak tekrarlayan göndermeler buluruz. Cennetin Kraliçesi daha sonra
Eski Ahit'te bulunan bir unvandır. Fakat, şimdi daha önceki dini inançların dirilmesine
karşı set çeken peygamberler bağlamındadır. Gerçekten de, en eski Mezopotamya çivi
yazıları Tanrıça'ya göndermelerle doludur. Bir Sümer duası, görkemli Kraliçe Nana'yı
(Tanrıça'nın bir adı) "Güçlü Hanımefendi, Kadın Yaratıcı" olarak göklere yükseltir.
Diğer bir tablet, Tanrıça Nammu'ya "Cenneti ve Dünyayı Doğuran Anne" olarak gön
derme yapar.12 Hem Sümer hem de daha sonraki Babil efsanelerinde Tanrıça'nın aynı
81
Riane Eisler
anda veya çift olarak kadınları ve erkekleri nasıl yarattığının hikayelerini buluruz.13 Za
ten erkek egemen toplumdaki bu hikayeler, kadınların erkeklerin altında görülmediği
zamanı anlatacak gibi görünmektedir.
Uzun süre medeniyetin beşiği olarak anılmış bu bölgede, daha önceki bir dönem
de nesebin hala anayanlı olduğu ve kadınların henüz erkeklerin denetiminde olmadı
ğı, diğer tabletlerden de çıkarsanabilir. Örneğin, İ.Ö. 2000'e kadar uzanan dönemde
Elam'dan (Sümer'in biraz doğusunda bir kent devleti) kocasıyla ortak vasiyeti redde
den evli bir kadının bütün malını kızına bıraktığını gösteren bir kanuni belge okuyo
ruz. Burada da ancak daha sonraki dönemlerde Elam Tanrıça'sının "Büyük Eş" olarak
bilindiğini ve kocası Humbam'ın altında ikincil bir konuma indirgenmiş olduğunu
bulguluyoruz. Zaten katı şekilde erkek egemen olan daha sonraki Babil'de bile, bazı
kadınların aynı zamanda yoğun şekilde ticaret yaptığının, özellikle rahibelerin hala
kendi mülklerinin sahibi olduklarının ve bunları yönettiklerinin dokümanter kanıtları
bulunmaktadır. 14
Üstelik, Profesör H. W. F. Saggs "erken Sümer dininde önde gelen konuma son
radan gerçekten ortadan kalkan Tanrıçaların sahip olduğunu ve -İştar istisna olmak
üzere- özel tanrılara eş olarak kendilerini kurtardıklarını" yazmaktadır:' Bu, tekrar
Saggs'ın sözleriyle "kadınların statüsünün kesinlikle eski Sümer kent-devletlerinde
daha önce olduğundan çok daha yüksek olduğu" sonucunu desteklemektedir. 15 Bere
ketli Hilal'in topraklarında, erkek tahakkümü ve korkutucu, silahlı erkek tanrıların ku
ral olmasından daha önce (farklı) bir zaman olduğunu, İlk Ur Hanedanı'ndan Kraliçe
Shun-Ad'ınki gibi mezarlar göstermektedir. Burası için -arkeologların bir erkek iskele
ti içeren onunkinin yanındaki mezarın bir krala ait olduğunu söylemelerine rağmen
yalnızca onun adı yazılmıştır. Ve onun türbesi daha mükemmel ve zengindir. 16 Benzer
şekilde, Sümer tarihlerinin genellikle Lugalanda ve Urukagina'nın "iktidarlarından"
söz etmelerine ve karıları Baranamtarra ve Shagshag'a yalnızca geçici oldukları biçi
minde gönderme yapılmasına rağmen, resmi belgelere bakış, karılarının gerçekten iki
kraliçe olarak tarihe geçtiklerini ortaya koyar. 17 Bu durum, bu kadınların gerçekten
erkeklerin yönetimi ve tahakkümü altında yalnızca "eş" olup olmadıkları sorusunu
uyandırır.
Bu soru, eğer Sümer ülkesinde, İ.Ö. yaklaşık 2300 tarihli Urukagina reformla
rı olarak bilinen metne dikkatlice bakarsak da uyanır. Meyve ağaçlarının ve tapmak
alanlarında yiyeceklerin böylece nasıl alışıldığı üzere yalnızca rahipler için değil, ge
reksinimi olanlar için de kullanılmasının planlandığını burada okuyoruz. Ve nasıl bu
uygulamanın geçmişe uzandığını okuyoruz. Fakat bu reformlar yalnızca kraliçelerin
hala (veya bir kez daha) kuvvete sahip olduğu zaman yapılmadı, Sanat Tarihçisi Mer
lin Stone'un işaret ettiği gibi, bu aynı zamanda daha önceki Sümer toplumlarının daha
az hiyerarşik ve daha çok toplum yönelimli olduğunu gösteriyordu. 1 8
Bunun ötesinde, gereksinim içinde olanlara toplumun yardım etmesi gibi daha
insancıl adet ve yasalardan söz eder. Bunlar daha önceki ortaklık toplumu çağına uza82
Kayıp Çağın Anıları: Tanrıça'nın Mirası
nır - ve bu açıdan Urukagina reformları yalnızca bu daha önceki zamanın moral ve
etik prensiplerini canlandırmaktır. Stone'un vurguladığı gibi, söz konusu sonuç bu re
formları nitelemek için kullanılan kelimeyle doğrulanır. Bunlara Sümerce "özgürlük"
ve "anneye dönüş" şeklinde çifte anlamı olan amargi denir. Bir kez daha bu, kadınların
klanların başkanı veya kraliçeler olarak hala otokrat kontrol yerine sorumluluk olarak
gücü elde tuttuğu, daha önceki ve daha az baskıcı zamanın hatırasına işaret eder.19
Sümer tabletlerinden aynı zamanda Tanrıça Nanshe Lagash'a " O yetimleri bilen,
dulları bilen, yoksullar için adalet ve zayıflar için barınak arayan" diye tapınıldığını
öğreniyoruz.20 Yılbaşı Günü bütün insanlığı yargılayan oydu. Erech yakınındaki tab
letlerde Tanrıça Nidaba, "Kutsal Odaları Bilen, O buyrukları öğreten" diye tanınır.21
Tanrıça'nın antik adları olan Hukuk ve Adaleti ve Merhameti Sağlayan ve ilk Yargıç'ın;
aynı zamanda kanunların daha önce maddeleştirildiğini gösterir. Ayrıca, Tanrıça'ya
hizmet eden rahiplerin belki anlaşmazlıkları karara bağladığını ve adaleti yerine getir
diği muhtemelen karmaşık sayılabilecek adalet sisteminin varlığını gösterecek görün
mektedir.
Mezopotamya tabletlerinde Tanrıça Ninlil'e insanlarına ürünleri yetiştirme
ve hasat etme bilgisini verdiği için nasıl saygı duyulduğunu da okuyoruz.22 Üstelik,
tarunın kökenlerini gösteren dilsel kanıtlar vardır. Sümer metinlerinde geçen çiftçi,
pulluk, saban izi kelimeleri Sümerce değildir. Ne de örücü, derici, sepetçi, zanaatçı,
duvarcı ve çömlekçi kelimelerinin karşılığı Sümerce'dir. Bunun gösterdiği şudur ki,
bütün bu temel medeniyet teknolojileri bu bölgenin daha önceki Tanrıça'ya tapınan
halklarının daha sonraki istilacılarından alınmıştır. Daha önceki halkların dili yoksa
kaybolacaktı.23
Medeniyetin Nimetleri
Yaygın bir varsayımdır ki, Sümerliler ve Asurlulann zamanından beri hayat ne
kadar kanlı olursa olsun, bu teknolojik ve kültürel ilerlemenin şanssız bir önkoşuludur.
"En eski" medeniyetlerden önce varolan "vahşiler" barışçı olsaydı, denilebilir ki, tabii
olarak, doğru dürüst motivasyonları olmadığından, kalıcı değerde neredeyse hiçbir
şey üretmeyeceklerdi. Savaş dürtüsü için, "sokaktaki adamın" ve Pentagon teorisyen
lerinin savunacağı gibi, bütün teknolojik, ve sonuç olarak, kültürel ilerlemeyi bir ara
ya getirmek gerekli olmuştur. Ancak, incelediğimiz veriler, aynı zamanda diğer antik
mitler ve efsaneler, bize arkeolojik kazılardan öğrendiklerimizle aynı şeyi söyler. Bu
şudur ki, en iyi korunmuş tarihi sırlardan biri olan, pratikte medeniyete temel olan
tüm maddi ve toplumsal teknolojiler, tahakküm toplumunun empoze edilmesinden
önce geliştirilmiştir.
83
Riane Eisler
Yiyecek üretiminin prensipleri, aynı zamanda inşaat, kap ve giyim teknolojisi,
Neoütiğin Tanrıça'ya tapınan halklarınca zaten biüniyordu.ı4 Aynı şekilde kereste, üf
ler, deri, ve daha sonra imalatta metaller gibi tabii kaynakların artan ölçüde sofistike
kullanımları biüniyordu. Hukuk, hükümet ve din gibi maddi olmayan teknolojilerimi
zin en önemüleri, benzer şekilde daha önceki, Gimbutas'ın Eski Avrupa teriminden
hareketle Eski Toplum diyebileceğimiz çağa uzanır. Aynı şekilde ilgiü kavramlar dua,
hak.imük ve rahiplik de. Dans, teatral ritüel ve sözlü edebiyat veya halk edebiyatı, aynı
zamanda sanat, mimarlık ve şehir planlama benzer şekilde tahakküm öncesi toplu
ma aittir.ıs Hem karada hem denizde ticaret, daha önceki çağın diğer bir mirasıdır.ı6
Benzer şekilde yönetim, eğitim ve hatta geleceği tahmin de öyledir. İlk kehanet veya
gelecekten haber verme gücünün tanınması, Tanrıça'nın rahibeleriyle başlar.27
Din, yansıttığı sosyal örgütlenmeyi destekler ve sürdürür. Bugüne kadar ulaşan
antik dini metinlerde, insanlara "medeniyetin nimetlerini" bahşetmekle özdeşleştiri
len Tanrıça'dır. O zaman zaten tahakküm eden erkek tanrılar değildir.ıs Bir kadın tanrı
için fiziksel ve manevi buluşlarımıza atfedilen söylenler, böylelikle kadınlar tarafından
gerçekten keşfedilenleri yansıtabilir.ı9
Böyle bir varsayım, önde gelen paradigmaya göre tamamen anlaşılmazdır. Kadını
erkeğe bağımlı ve erkeğe göre ikincil olarak resmeder. Kadın, yalnızca entelektüel ba
kımdan aşağı değildir. Fakat Kutsal Kitap'a göre, manen erkekten daha az geüşmiştir
ki, gözden düşmemizle suçlanmaktadır.
Fakat evrendeki üstün gücü Tanrıça olarak kavramsallaştıran ve Ona bütün mad
di ve manevi nimetlerin akıllı ve adil kaynağı olarak saygı duyan toplumlarda, kadınlar
çok farklı bir benük algısını içselleştirme eğiliminde olacaktır. Kadınlar, böyle güçlü
bir rol modeüyle maddi ve manevi teknolojilerin kullanılmasına ve geliştirilmesine
etkin biçimde katılmayı ve bu yönde önceükü rol almayı hem kendi hakları hem de
görevleri olarak düşünmek eğiliminde olacaklardır. Kendilerini iş bilir, bağımsız ve
tabii olarak yaratıcı ve buluşçu görme eğiliminde olacaklardır. Gerçekten de, tahak
küm düzeninin daha sonra üstüne kurulduğu maddi ve maddi olmayan teknolojilerin
gelişim ve yönetiminde kadınların katılım ve üderüklerinin artan kanıtları vardır.
Atamız olan primatların ilk olarak insana dönüştüğü zamana tamamen geri gi
dersek, araştırmacılar evrimimizin çok daha dengeü bir görüşünü yeniden yapılandır
maya başlıyorlar. Tam olarak erkeklerin değil, kadınların merkezi rol oynadığı model.
''.Avcı erkeğe" dayalı eski evrim modeü, insan toplumunun başlangıcını avlanmak için
gerekli "erkek anlaşması"na bağlar. Aynı zamanda, ilk aletlerin erkekler tarafından avı
-ve de rekabet eden veya daha zayıf erkekleri- öldürmek için geliştirildiğini iddia eder.
Alternatif bir evrim modeli, Nancy Taner, Jane Lancaster, Lila Leibowitz ve Adrienne
Zihlman gibi bilim insanları tarafından şimdilerde önerilmiştir.30
Bu alternatif görüş şudur ki, elleri özgür bırakmak için gereken dik duruş avcılığa
bağlı değildir, fakat onun yerine yiyeceği aramaktan (veya yemekten) toplamaya ve
84
Kayıp Çağın Anıları: Tannça'nın Mirası
taşımaya değişimle ilgilidir. Böylelikle, yiyecek hem paylaşılır hem saklanır. Üstelik,
daha büyük ve daha fonksiyonel beynin gelişimi ve alet yapmak ve daha etkili biçimde
bilgiyi işlemek ve paylaşmak için kullanımı için ivme, erkekler arasında öldürmek için
gereken anlaşma değildi. Bunun yerine, anneler ve çocuklar arasındaki anlaşmaydı ki,
kesinlikle insan soyunun varlığını sürdürmesi için gerekiyordu. Bu teoriye göre, in
san yapımı nesneler silah değildi. Onun yerine, yiyecek (ve bebekleri) taşımak için
kaplar, aynı zamanda anneler tarafından hayatta kalmak için annesinin sütüne ve katı
besinlere gereksinim duyan çocuklar için yiyecek bitkileri yumuşatmakta kullanılan
aletlerdi.31
Bu teori, primatların, aynı zamanda varolan en ilkel kabilelerin birincil olarak av
cılık yerine toplayıcılığa dayandığı gerçeğiyle daha tutarlıdır. Aynı zamanda, et yeme
nin primatların atalarının, hominid'lerin ve erken dönem insanların diyetinin yalnızca
küçük kısmım oluşturduğunun kanıtlarıyla da tutarlıdır. Primatların kuşlardan, diğer
türlerden farklı olduğu, çünkü tipik olarak yalnızca annelerin yavrularıyla yiyeceğini
paylaştığı gerçeğiyle de daha çok desteklenmektedir. Primatlar arasında öldürmek için
değil, fakat yiyecekleri toplamak ve işlemek için ilk aletlerin geliştirildiğini de görüyo
ruz. Ve varolan primatlar, şempanzelerin en iyi gözlenen bazıları arasında, dişilerin bu
aletleri daha sık kullandığını görüyoruz.32
Böylelikle, Tanner incelediğimiz Eski Toplumun temelini oluşturan hala çok eski
zamandan söz ederken, "avcı erkek" yerine "kadın toplayıcının" türümüzün evriminde
çok kritik bir rol oynamış olduğunu vurgular.33 Tanner'ın gözlemlerine göre, ''.Anneler
le yavruların yeterli yiyeceği bulacak, toplayacak, çiğneyecek ve paylaşacak kadar akıllı
olması, seçmeli avantaja sahip olduklarını göstermektedir. "Hayatta kalan çocukların
arasında, annenirı tekniklerini en çok öğrenen ve ilerletenler ve anneleri gibi paylaş
maya istekli olanlar, buna karşılık, üreyecek kadar uzun yaşaması en muhtemel olan
çocuklardı."34
Şöyle devam eder: "Bu zamanda aletlerin hayvanları öldürmek için kullanılma
sı hiç muhtemel gözükmüyor, zira av küçük ve savunmasızdı ve elle yakalanabilir ve
öldürülebilirdi:' Üstelik, "yavrusu olan kadınların yeni toplama teknolojisi geliştir
mesi kuvvetle muhtemeldi." Sadece aletler değil, fakat insanların iki ayağı üzerinde
yürümesi veya eller ve ayakların bağımsız kullanımı, arama karşısında toplama için bir
önkoşuldu. Kadınlar hem yiyecek için hem yavruyu taşmıak için en çok serbest ellere
ihtiyaç duyuyordu.35
Yoksa kadınların medeniyetin evrilemeyeceği bütün maddi teknolojileri icat et
mesi muhtemelden ötedir: bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi.36 Aslında, bu her ne
kadar "antik adamın" tarihini öğrendiğimiz kitaplar ve derslerde geçmezse de, çoğu
araştırmacı bugün bunun muhtemelen böyle olduğu konusunda hemfikir. Çağdaş
toplayıcı-avcı toplumlarda kadınların, erkekler değil, tipik olarak yiyeceği işlemekle
görevli olduğunu kaydetmektedirler. Böylelikle, kamp yerlerinde tohumları yere ilk
85
Riane Eisler
serpenin ve aynı zamanda onların yavrularına yaptıkları gibi besleyip büyüterek genç
hayvanları evcilleştirmeye başlayanın kadınlar olması, daha muhtemeldir. Antropo
loglar, "gelişen" kabile ve milletlerin birincil olarak tarıma dayalı ekonomilerinin, Ba
tılı varsayımların tersine, toprağın ekilmesinin bugüne kadar esas itibarı ile kadınların
elinde olduğu gerçeğine işaret etmektedirler.37
Bu çıkarsama, tarımın icadını açıkça Tanrıça'ya atfeden pek çok antik mitle de
desteklenmektedir. Örneğin, Mısır kayıtlarında Tanrıça İsis, tekrarlı şekilde tarımın
mucidi diye anılır. Mezopotamya tabletlerinde Tanrıça Ninlil'e insanlarına tarımı öğ
rettiği için büyük saygı duyulur.38 Hem arkeolojide hem efsanede Tanrıça ile tarmıı
birbirine bağlayan çok sayıda sözlü olmayan çağrışım vardır. Bunlar Tanrıça'ya tapı
naklarda tahıl sunulduğu bütün Çatalhöyük'ten, Demeter ve Hera gibi kadın tanrılara
ha.la benzer şeyler sunulduğu klasik Grek zamanlarına kadar geniş bir zaman dilimine
yayılır.39
Tarihöncesi efsanelerin yoğun araştırmasına dayalı olarak, Robert Briffaault ve
Erich Neuman gibi araştırmacılar, çömlekçiliğin de kadınlar tarafından bulunduğu
sonucuna varmışlardır. Bir zamanlar Tanrıça'ya tapınmayla ilgili gizli bir süreç sayı
lıyor ve genellikle kadınlarla ilişkilendiriliyordu. Giyeceklerin örülmesi ve eğirilmesi,
benzer şekilde çoğu antik mitolojide kadınlarla ve hala "erkeklerin" kaderini eğirdiği
söylenen Grek Fates gibi kadın tanrılarla ilişkilendirilmişti.40
Mısır'dan ve Avrupa'dan, aynı zamanda Bereketli Hilal'den kanıtlar vardır ki, ka
dınlığın adalet, erdem ve zeki ile ilişkilendirilmesi antik çağlara kadar uzanır. Maat,
Mısır adalet Tanrıçasıdır. Erkek tahakkümü empoze edildikten sonra bile, Mısır Tan
rıçası İsis ve Grek Tanrıçası Demeter ha.la haklı erdem ve adalet kaynağı ve ihtiyat
lı kanun yapıcı ve bilge olarak biliniyordu. Artık savaş İştar'ına tapınılan Ortadoğu
kenti Nimrud'un arkeolojik kayıtları, o zaman bile hala mahkemelerde hakim ve sulh
hakimi olarak kadınların hizmet verdiklerini gösteriyordu. İrlanda'nın Hıristiyanlık
öncesi efsanelerinden de Keltler'in Cerridwen'e zeki ve bilgi Tanrıçası olarak taptık
larım öğreniyoruz.41 Grek Fates, kanunları uygulayanlar ve bütün yaratıcı davranışları
ilham eden Grek İlham Perileri (Müzler), doğal olarak, kadındır. Ve Affedici Meryem
Ana olarak Tanrıça'nın imajının yanında, Ortaçağ Hıristiyanlık zamanında da geçerli
olan Sophia'nın veya Erdemin imajı da kadındır.42
Maneviyatın ve özellikle akıllı kahinlerin belirleyici özelliği olan manevi bakışın,
bir zamanlar kadınla ilişkilendirildiğinin çok kanıtı vardır. Mezopotamya arkeolojik
kayıtlarından, İnnana'nın ardılı Babil'li İştar'ın hala Öngörü Hanımefendisi, Keha
netleri Yöneten Kadın ve Kua Kahini olarak bilindiğini öğreniyoruz. Babil tabletleri,
İştar'ın tapınaklarında bazıları siyasi olayların kayıtlarında önemli olan kehanet kabi
linden tavsiyelerde bulunan rahibelere çok sayıda gönderme içerir.43
Antik Mısır kayıtlarından kobra resminin "Tanrıça" sözcüğünün hiyeroglifişareti
olduğunu ve kobranın mistik içgörü ve erdemin sembolü Göz, uzait, olarak bilindiğini
86
Kayıp Çağın Anıları: Tanrıça'nın Mirası
biliyoruz. Wadjet şeklinde bilinen kobra Tanrıça, Aşağı Mısır'ın (kuzey) hanedan ön
cesi zamanlarda kadın tanrısıydı. Daha sonraları, hem Tanrıça Hathor hem Maat ha.la
Göz olarak biliniyordu. Uraeus, hareket eden yılan, sıklıkla Mısır kraliyetinden olanla
rın alınları üzerinde bulunur. Üstelik, muhtemelen Tanrıça Wadjet'in daha önceki bir
tapınağı olan kehanetle ilgili bir sunak, Greklerin kobra Tanrıça'nın kendisinin Grekçe
adı olan Buto dediği, Mısır şehri Per Uto'da bulunmaktaydı.44
Delphi'deki tanınmış kehanet tapınağı da başlangıçta Tanrıça'ya tapınmayla ta
nınan bir yerde bulunmaktaydı. Ve klasik Grek zamanlarında bile, Apollon'a tapınma
için devralındıktan sonra, kehanet ha.la kadının dudaklarından dökülüyordu. Çevre
sinde piton isimli bir yılanın yürüdüğü üç ayaklı bir taburede oturan Pythia adlı bir
rahibeydi. Üstelik, Eshilos'tan Tanrıça'nın bu en kutsal tapınağında kadim peygamber
olarak büyük saygı gördüğünü okuyoruz. Bu, yine Yunanistan'ın bu klasik çağı gibi
çok sonraları bile ortaklık toplumunun tanrısal aydınlanma ve peygamberlik erdemi
nin kadınlar üzerinden aranmasının henüz unutulmadığını düşündürmektedir.45
İ.Ö. birinci yüzyılda Diodorus Siculus'un yazılarından bu geç tarihte yalnızca
adaletin değil, fakat iyileştirmenin kadınlarla ilişkilendirildiğini öğreniyoruz. Siculus,
Mısır'a seyahat ettiği zaman, hem Wadjet hem Hathor'un ardılı Tanrıça İsis'e hala yal
nızca hukukun ve adaletin kurucusu olarak değil, fakat aynı zamanda büyük iyileştirici
olarak saygı gösterildiğini bulguladı.46 Bu bağlantıda, caduceus olarak bilinen iç içe
geçmiş yılanların hala modern tıp mesleğinin amblemi olması ilginçtir. Efsane, bu ge
leneği Grek tanrısı Asclepius'un rahibelerinin yılanlarla özdeşleştirilmesinden türet
miştir. Fakat yılanlarla özdeşleştirilme ve iyileştirmenin, çok daha eski bir gelenekten
türediği iddia edilebilir: Bu Tanrıça'nın yılanla özdeşleştirilmesidir ki, gördüğümüz
gibi, muhtemelen bu hem iyileştirme hem kehanet ile ilgilidir.47
Uzun süre Sümer'de yaklaşık İ.Ö. 3200'e uzandığı tahmin edilen yazının bulunu
şu bile, çok daha eski görünmektedir, muhtemelen kadınlara ait kökleri vardır. Sümer
tabletlerinde Tanrıça Nidaba Sümer cennetinin yazıcısı, aynı zamanda hem kil tab
letlerin hem yazı sanatının mucidi olarak betimlenmiştir. Hint mitolojisinde Tanrıça
Sarasvati'ye orijinal alfabeyi bulmakla itibar edilmiştir.48 Ve şimdi, Eski Avrupa'nın
arkeolojik kazılarına dayalı olarak, Gimbutas şematize yazının ilk başlangıcının Ne
olitiğe kadar gittiğini bulgulamıştır. Üstelik, bu başlangıç, Sümer'deki gibi, maddi bi
rikimlerin daha iyi bir kaydını tutmak için tasarlanmış "ticari-idari" yazıyla bağlantılı
görünmemektedir. Bunun yerine, insan iletişimin ha en güçlü aracının kullanımı ma
nevi yolda görünmektedir: Tanrıça'ya tapınmayla ilişkilendirilen kutsal bir alfabe.49
Muhtemelen bu yeni teoriyi destekleyen en tanınmış buluntular, Yugoslavya'da
Belgrat'ın on dört mil doğusundaki Vinca'nın Avrupa yakasından gelmektedir. Bir dizi
diğer siteyle birlikte, Vinca kültürünün başlangıçta keşfedildiği zaman sanatsal iler
lemişliğinden dolayı olduğundan çok daha güncel olduğuna inanıldı. 1908 ile 1932
arasında Vinca kültürüyle ilgili kazılar yapan Profesör M. Vasic, ilk olarak İ.Ö. ikinci
87
Riane Eisler
bin yılda bir Ege medeniyeti merkezi olduğu sonucuna vardı. O zaman, daha da son
raki bir döneme ait olduğuna ve gerçekten bir Grek kolonisi olduğuna karar verdi. Bu
sonuçlar, Gimbutas'ın kaydettiğine göre, Balkanların modern tarihinde alıntılanmaya
devam etmektedir.sa
Arkeolojinin radyo -karbon ve dendro- kronoloji metotları gibi bilimsel tarihle
me araçları olmadan önce yayımlanan bu teoriler, o zaman geçerli olan arkeoloji pa
radigmasıyla tutarlıydı ki buna göre erken dönem Balkan tarihinde ileri yerli kültür
yoktu. Fakat şimdi Vinca kültürünün farklı dönemlerinde sekiz siteden elde edilen
ayarlı radyo-karbon tarihlemeleri İ.Ö. 5300 ila 4000 yıllarına uzanmaktadır - yani yedi
bin yıl önceye.s ı Bu veriler, Tanrıça'nın üstün tanrı olduğunun arkeolojik kanıtlarına
ek olarak, Vinca'yı yaklaşık olarak ortaklık toplumu dönemine sokmaktadır.
Tartara tabletleri olarak bilinenlerin ve heykelciklerin ve çömleklerin üzerine
kazman diğer işaretlerin keşfedildiği yer Vinca'dadır. Gimbutas, "genelde manevi
hayatın yoğunlaştığının belirgin kanıtıyla"s2 eşleştirilen bu buluntuların başka bir te
oriye yol açtığını yorumlamaktadır. Bu yeni teori, hala en azından bir dereceye ka
dar Balkanlar'da ileri yerli kültürü olmadığı şeklindeki eski arkeoloji paradigmasıyla
tutarlıdır. Buna göre, Vinca kültürü Anadolu'dan veya hatta Mezopotamya'dan ithal
edilmişti. Fakat Vinca kültürü şimdi Balkanlar'ın yerlileri tarafından kurulmuş olarak
kabul edilmektedir. Böylelikle, eğer Neolitik tabletlerinde, heykelciklerde ve Vinca'da
kazılarda çıkartılan nesnelerde, aynı zamanda eski Avrupa sitelerinde kazılı olan işa
retler göründüğü gibiyse, tahakküm çağının öncesine uzanmaktadır.s3 Bu, doğrusal
yazının ilkel bir şekliyse yazının kökeni daha önce inanıldığından çok daha eskidir
Doğal olarak, bu sonucu destekleyen çok büyük kanıtlar vardır. 1 980'de Profesör
Gimbutas şöyle rapor etmektedir: "Şimdi altmıştan çok sitede yazılar kazınmış nes
neler bulunduğu bilinmektedir... Sitelerin çoğu Vinca ve Tisza kültürel gruplarının ve
merkezi Bulgaristan'daki Karanovo kültürünündür. Yazılı ve boyalı işaretler Dimini,
Cucuteni, Petresti, Lengyel, Butmir; Bukk ve Lineer Çömlek seramiklerindendir:' Bu
bulgular göstermektedir ki, "bir 'Vinca yazısından' veya Tartara plakasından söz et
mek artık uygun değildir," zira "şimdi yazının Eski Avrupa medeniyetinin evrensel bir
özelliği olduğu görülmektedir."s4
Üstelik, bu yazının önemli kavramları iletmek için bir çeşit steno olarak, sana
tı kullanan daha önceki geleneğin canlanması olduğu görülmektedir. Bütün Eski
Avrupa'da kıvrımlar, şeritler, V'ler, X'ler, çevrintiler, çemberler ve çoklu hatlar gibi
sembolik işaretler oyulmuş, belirgin olarak stilize Tanrıça heykelcikleri bulunmak
tadır. Gimbutas, bu imajların topluca onaylanmasının ve anlaşılmasının zamanının,
dünyayı açıklayan temel varsayımlarını iletmek için olduğunu yazmaktadır. Bu biçim
deki sembolik iletişim, daha sonra bir adun ileriye götürülmüş, muhtemelen insan
alfabesinin ilk biçimi evrilmiştir. Bunlar, varolan sembolik işaretleri (Paleolitik'te ve
yaygın olarak Neolitik'te zaten bilinen) çizgiler, eğriler ve noktalar olarak değiştirilen
ideogramlardır.
88
Kayıp Çağın Anıları: Tanrıça'nın Mirası
Eski Avrupa alfabesini deşifre etmeye çalışan Gimbutas, ayru zamanda bu ide
ogramlarm bazılarının tedricen fonetik bir değer kazandığına inanmaktadır. Şöyle
yazmaktadır: "V'� heykelcikler ve diğer kült nesneler üzerinde en sık karşılaşılan işa
retlerden biridir. Bence bu işaret ideogramlarından türeyen fonetik değeriyle alfabede
kullanılmaktadır. M'nin, muhtemelen Mısır'da su için kullanılan ideogram, önceki de
virilerden beri fonetik değeri vardır, en azından İ.Ö. altıncı bin yıldan sonra değildir:'55
İlk olarak birinci derece heykelciklerde, daha sonra artan ölçüde çömlekler, mü
hürler, diskler ve plakalar üzerinde bulunan sembol ve işaretlerin yoğun incelemesiyle
Gimbutas, anlamları çağrışım yoluyla deşifre etmeye çalışmıştır. Örneğin, V glifleri
nin kuş tezahüründe Tanrıça'yı temsil etmenin bir yolu olabileceğini ve nesnelerin
çok işaretli olduğu için başlangıçta onun kültüne adandığını varsayar. Ayrıca Gimbu
tas, daha sonraki işaretler satırlara oyulduğu zaman, Gradeshika tabağının üzerindeki
gibi, V'lerin tekrarlı kümelerinin (aynı zamanda M'lerin, X'lerin ve Y'lerin) adakları,
duaları veya Tanrıça'ya hediye görevlerini temsil etmiş olabileceğini gözler.56
Gimbutas aynı zamanda "Eski Avrupa harfleri ile Lineer A, K.ıbrıs-Minos ve kla
sik Kıbrıs harfleri arasındaki sorgulanamayacak benzerliklere" işaret eder.57 Bu durum,
Minos Giriti'nde bulunan en eski ve henüz deşifre edilmemiş alfabe olan Lineer .A'.nın
bu zaten varolan Neolitik alfabe geleneğinin, daha sonraki bir gelişimi olabilmesi ihti
malini ortaya koyar. Bugüne kadar varsayıldığının tersine, Giritliler bu alfabeyi ticaret
yaptıkları Küçük Asya ve Mısır'daki insanlardan almamıştır.58
Geçmişin Yeni Bir Görünümü
Kayıp geçmişimiz hakkındaki bütün bu bilgiler, kaçınılmaz olarak zihinlerimizde
eski ve yeni arasında bir çatışma yaratır. Eski görüş şudur ki, en eski insan akrabalık (ve
daha sonra ekonomik) ilişkileri, erkeklerin avlanmasından ve öldürmesinden gelişti.
Yeni görüş şudur ki, toplumsal örgütlenmenin temeli paylaşan anne ve çocuklardan
oluştu.59 Tarihöncesinin eski görüşü, "erkek avcı-savaşçının" hikayesidir. Yeni görüş,
hem kadınların hem erkeklerin benzersiz insan yeteneklerini hayatı desteklemek ve
güçlendirmek için kullandığıdır.
Varolan en ilkel toplumların bazıları, örneğin Bambuti ve !Kung toplumları, saç
larından kadınları sürükleyen savaşçı mağara adamları ile karakterize değildir. Şimdi
Paleolitiğin çarpıcı derecede barışçı bir zaman olduğu görülmektedir. Heinrich ve
Sophia Schliemann'ın zamanlarının akademik inancını çürütmeleri ve Truva şehrinin
Homeros'un bir fantezisi değil, fakat tarihöncesi bir gerçek olduğunu kanıtlamaları
gibi, yeni arkeolojik bulgular, bir erkek tanrının kadını sonsuza dek erkeğe tabi kılma
sından önceki bir zaman hakkındaki efsaneleri doğrulamaktadır. Bu dönemde, insan
lık barış ve bolluk içinde yaşamıştır.
89
Riane Eisler
Özet olarak, kültürel evrimin yeni bakışına göre, erkek tahakkümü, erkek şiddeti
ve otoriterlik kaçınılmaz, sonsuza kadar verilmiş değildir. Ve "ütopik bir hayal" gibi
olmak yerine, daha barışçı ve eşitlikçi bir dünya, geleceğimizin gerçek bir ihtimalidir.
Fakat bu Tanrıça'ya tapınan toplumların mirası, yalnızca "hayat ağacının" ve "bil
gi ağacının" hala Doğa Annenin hem kadınlara hem erkeklere nimetleri olarak görül
düğü bir zamanın büyüleyici hatırası değildir. Ne de yalnızca acıklı anlamda insanlığın
bu nimetleri almakta özgür olduğu bir yaşa gelmesine izin verildiği bir devirdir. Gör
düğümüz gibi, daha sonraki medeniyetin üzerine bina edildiği temel teknolojiler, bu
erken dönem ortaklık toplumlarının mirasıdır.
Bunun hiçbiri bu toplumların ideal olduğu anlamına gelmez. İnsan kültürüne
büyük katkılar yapmalarına ve daha sonra daha masum ve daha iyi bir zaman olarak
hatırlanmalarına rağmen, ütopik toplumlar değillerdi. Barışçı bir toplumun şiddetin
yokluğunu göstermediğini; bu toplumların kusurları ve başarısızlıklarıyla insanların
etinden kemiğinden yapıldığını vurgulamak önemlidir.
Üstelik, bütün maharetleri ve gelecek vaatlerine rağmen, Neolitiğin maddi tek
nolojileri bugün sahip olduklarımızla karşılaştırıldığında hala oldukça ilkeldi. Bir alfa
benin kanıtlarına karşılık, hiç yazılı kültürleri olmadığı görülmektedir. Ve her ne kadar
tarımdan astronomiye değişen konularda çok şey biliniyor idilerse de muhtemelen
bugün bildiğimiz anlamda bilim yoktu.
Aslında, bildiğimiz anlamda bilimsel bilgiden yoksun Neolitiğin dini sanatında,
nasıl olduğunu göreceğimiz gibi, atalarımız evreni zamanımızda ilkel ve batıl inanç
kabilinden kabul edilen yollarla açıklamaya ve etkilemeye çalıştı. Ve daha sonraki
tahakküm toplumlarında insanın kurban edilişinin güçlü kanıtları olmasına rağmen,
ritüel kurbanı uygulamalarının daha önceki zamana gidebileceğinin çok az göstergesi
vardır.60
Olumlu ve olumsuzlar üzerine yararlı bir bakış açısı, kanıtlardan, bu daha eski ça
ğın özel zihin niteliğinden çıkarsamamızdan sağlanmıştır. Neolitik sanatı bazen irras
yonel olarak nitelenir, zira peri masalları, korku filmleri ve hatta kurgubilim fantezisi
ile ilişkilendireceğimiz imajlar ile doludur. Fakat eğer rasyoneli insancıl standartlar
la tanımlarsak, anlam zihnimizin kullanımından tabiatın yıkıcılık ve acımasızlığında
ilerlemeyi kastediyorsa ve irrasyoneli yıkıcı düşünce ve davranış olarak tanımlıyorsak,
Neolitik sanatının rasyonellik öncesi dünya görüşü gibi irrasyoneli yansıtmadığını
söylemek uygun olacaktır.61 Laik zamanımızda çok değerli kabul edilen deneysel dü
şünceyle karşılaştırsak, Neolitik sanatı düşlem, sezgi ve mistik bilinç ile karakterize
edilen bir zihnin ürünüdür.
Bu, PsikologJulian Jaynes tarafından savunulan, daha önceki insanların özellikle
sağ beyinli olduğunu ortaya koyma değildir. Jaynes, daha mantıklı fonksiyonları veya
yalnızca sol beyin fonksiyonlarıyla özdeşleştirdiği gerçek insan bilincinin, incelediği
miz kanlı istilaların ve doğal afetlerin sağladığı dehşet verici şoklarla ortaya çıktığını
90
Kayıp Çağın Anıları: Tanrıça'nın Mirası
iddia etmiştir. Aslında, o zamana kadar sağ beyinli olduğumuzdan dolayı çok küçük,
tanrının sahip olduğu otomatlar olduğumuzu ileri sürmüştür.62 Fakat Neolitik dö
nemde sol beyin işlemlerinin niteliği olan mantıklı, sıralı, doğrusal düşünmenin zaten
bulunduğunu görmek için Stonehenge ve Avebury sunaklarına bir bakmak zorunlu
luğumuz vardır. Açıkçası bu devasa taşların güneşin ve ayın hareketleriyle uyuşması,
aynı zamanda şekilleri, taşınmaları ve yerleştirilmeleri, ileri düzeyde matematik, ast
ronomi ve mühendislik bilgisi gerektiriyordu.63 Ve doğal olarak viyadükler, kaldırımlı
yollar inşa eden mimarlık bakımından karmaşık saray tasarımları gerçekleştiren, ev
içi tesisatı, gelişen ticareti ve ileri navigasyon bilgisi olan Girit halkı, sağ beyin kadar
sol beynini de yoğun biçimde kullanmış olmalıdır. Girit'in gerçekten bugünün pek
çok gelişmekte olan toplumunkileri geçen maddi başarıları modern standartlarla bile
şaşırtıcıdır.
Daha da çarpıcı olan, modern dünya ile karşılaştırıldığı zaman, bu tarihöncesi
ortaklık toplumlarında teknolojik ilerlemelerin tahakküm etmek ve yok etmek yeri
ne öncelikle yaşamı daha zevkli kılmak için kullanıldığıdır. Bu, tahakküm ve ortaklık
toplumlarının kültürel evrimi arasındaki temel farka tekrar bakmamızı sağlar. Aynı za
manda, bu önemli açıdan, daha önceki teknolojik ve toplumsal bakımlardan daha az
ileri ortaklık toplumlarının, günümüz dünyasının milyarlarca doları çok daha sofistike
öldürme yollarına akıtılırken, her yıl milyonlarca çocuğun açlıktan ölmeye mahkCım
edildiği yüksek teknoloji toplumlarından daha gelişmiş olduğu sonucuna işaret eder.
Bu açıdan, kayıp antik maneviyat için modern arayış, sorularımıza ışık tutabilir.
Esasında, bugün pek çok insanın daha önceki bir zamanın mistik erdemini arayışı,
tahakküm toplumunun değil ortaklık toplumunun maneviyat karakterini arayıştır.
Hem mitolojik hem arkeolojik kanıtlar göstermektedir ki, belki tahakküm ön
cesi zihnin belki en çarpıcı niteliği, hem Neolitik hem Girit Tanrıça tapınmasının
can damarı olan onun bütün tabiatta tekliğinin tanınmasıdır. Artan ölçüde, modern
çevrebilimcilerin çalışması ortaya koymaktadır ki, zamanımızda sık sık Doğu mane
viyatının bazı tipleriyle ilişkilendirilen zihnin bu eski niteliği, bugünün çevreyi yıkıcı
ideolojisinin çok ötesinde ileriydi. Aslında, atmosfer, okyanuslar ve toprak ile birlikte
dünyada yaşayan bütün varlıkların bir karmaşık ve bağlantılı hayat sistemi oluşturdu
ğu şeklindeki yeni bilimsel teorileri gölgede bırakmaktadır. Buna çok uygun olarak,
Kimyager James Lovelock ve Mikrobiyolog Lynn Margulis bunu Gaia hipotezi olarak
adlanmışlardır. Gaia, Tanrıça'nın antik Grekçe isimlerinden biridir.64
Eski Toplumun bahşeden ve bakıp büyüten anne olarak evreni yöneten güçler
düşüncesi, aynı zamanda hala dünyamızın çoğuna sahip olan cezalandırıcı erkek tan
rılar düşüncesinden, psikolojik olarak güven verici ve sosyal olarak daha az gerilim ve
iç sıkıntısı vericidir. Gerçekten de, Batı tarihinde binlerce yıldır hem kadın hem erkek
lerin sahip olduğu Hıristiyan Bakire Meryem şeklindeki, şefkatli ve affedici anneye
büyük saygıya dayalı kararlılık, insanların böyle güven verici imaja açlığını gösterir.
91
Riane Eisler
Ancak, tarihin çok sayıdaki şaşırtıcı olan yönü gibi bu kararlılık, yalnızca tarihönce
sinde binlerce yıllık uzunlukta Tanrıça'ya tapınma geleneği hakkında ne bildiğimiz
bağlamında anlaşılır olur.
Fakat tam olarak kültürel evrimimizin özgün yönü hakkında bu yeni bilgi geçmi
şimize ve muhtemel geleceğimize böyle farklı bir ışık tuttuğundan dolayı, bizim için
bununla uğraşmak zordur. Ve önde gelen sisteme bir tehdit oluşturduğu için, bunu
bastırmak için büyük çabalar harcanmaktadır.
Burada araştırmanın bize sağladığı, rapor edilen arkeolojik bulgular, tahakküm
toplumunun dinamikleriyle ilgili bilgilerin dayatılmasımn gündemdeki pek çok ör
neğindendir. Çarpıcı bir örnek, sitenin en aşağı ve en erken düzeylerinin araştırılma
masına karşın, James Mellaart'a Hacılar Neolitik sitesindeki kazıları "sitede daha çok
çalışmanın yalnızca büyük bilimsel değeri olmayan, tekrarlayıcı sonuçlar vereceği"
gerekçesiyle durdurulmasının emredilmesidir.65 Bu karardan Mellaart'ın protestoları
karşısında vazgeçildi. Höyüğün çoğu kazıda en zengin arkeolojik verilerin standart
kaynağı olan çevredeki mezarlıklar dahil dış kısımlarının henüz keşfedilmediği bir za
man olmasına rağmen bu karar verilmişti. Fakat daha çok finansal ve kurumsal destek
olmazsa, kazı durmak zorundaydı. Ve o zamandan beri bilimsel olmayan şekilde ha
zine avcılarınca harap edilmesi dolayısıyla, site şimdi arkeolojik olarak kullanılamaz
durumdadır.
Şüphesiz diğer faktörler, kararın vaktinden önce bu önemli arkeolojik kazıların
tatil edilmesine katkıda bulundu. Mellaart, bu kararı "arkeoloji tarihindeki en trajik
sayfalardan biri" diye niteledi.66 Fakat soru işareti, bu kararın ne derece-bilinçdışı ol
masına rağmen-"orada Hacılar'da yatan" bol ve çeşitli sanatsal etkinliğinin yeni doğ
makta olan bilgisiyle yapıldığındadır. Mellart, "bir büyük ve esin veren kuvvet, Eski
Anadolu dinine, Büyük Tanrıça kültüne aitti;'67 demektedir.
İzleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, entelektüellerin gerçekliği tahakküm dün
ya görüşüne uydurma çabaları tarihöncesine gitmektedir. Tabii olarak kültürel evrimi
mizdeki dramatik değişikliğin ana aracı Kılıç'tı. Fakat uzun vadede daha da güçlenen
diğer bir araç vardı. Bu araç yazıcılar ve okumuşlardı: tabletlere kelimeleri yazmak için
kalem veya taş kalem. Özellikle çağımızda, barışçı bir toplum yaratmaya çalıştığımız
zaman kalemin kılıç kadar güçlü olabileceğini bilmek öğreticidir. Sonunda görünüşte
bu cılız araç kelimenin tam anlamıyla başı üzerinde gerçekliği taşıyordu.
92
Altıncı Bölüm
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu:
1.
Kısım
Oresteia, en ünlü ve sık sahnelenen Grek dramlarından biridir. Bu klasikte, Orestes'in
annesini öldürmekten yargılanması sırasında, tanrı Apollon çocukların anneleriyle
akraba olmadığını açıklar. ''Anne, çocuğu denilenin ebeveyni değildir," der. O "yalnız
ca yeni ekilmiş, büyüyen tohumun bakıcısıdır:'1
Apollon şöyle devam eder: "Size açıkladığım şeyin kanıtım göstereceğim. "Hiç
anne olmadan bir baba olabilir. Yaşayan tanık, rahmin karanlığında asla büyütülme
miş Olimpia'lı Zeus'un kızı orada durmaktadır, böyle bir çocuğu hiçbir tanrıça doğu
ramazdı:'2
Bu noktada antik Grek dininde babası Zeus'un başından tamamen büyümüş ola
rak fırlayıp çıkan tanrıça Athena sahneye girer ve Apollon'un ifadesini doğrular. Yal
nızca babalar çocuklarıyla akrabadır. "Hiçbir yerde beni doğuran anne yoktur," der ve
ekler, "ve fakat daima evlilik için bütün kalbimle erkeğim içinim ve kuvvetle babamın
tarafındayım:'3
Ve böylelikle, koro -eski düzeni temsil eden Erinyeler veya Furies- dehşet içinde
vurgular, "Genç neslin tanrıları, eski zamanın yasalarını ezip geçtiniz, ellerimden on
ları aldınız ve yırtıp attınız."4 Athena son noktayı koyar. Orestes annesini öldürmesiyle
ilgili suçtan beraat eder.
93
Riane Eisler
Anne Öldürme Suç Değil
Kişi sorabilir niçin birisi bütün insan akrabalıklarının en güçlü ve kesin olanını
inkar etmeye çalışır? Neden Eshilos gibi parlak bir oyun yazarı bu tema etrafında dra
matik bir triloji yazma gereği duymuştur? Ve niçin bu triloji, kadınların ve kölelerin
bile bulunduğu bütün Atina halkına önemli tören zamanlarında gösterilecekti? Za
manında kelimenin bugünkü anlamında tiyatro olmayan, fakat özel olarak duygulara
seslenmek ve önde gelen kurallara uymayı sağlamak üzere tasarlannuş ritüel dramıydı.
Oresteia'nın kural koyucu fonksiyonunun ne olduğu sorusunu cevaplamaya
çalışırken, standart akademik yorum, Grek Aeropagus'unun veya cinayet davasının
kökenlerini araştırmak amacıyla olmuştur. Muhtemelen bu davada, zamanı için yeni
olan, adaletin, klanın intikam alması yerine, kişisel olmayan hukuksal araçlarla sağ
lanmasıdır. 5 İngiliz SosyologJoan Rockwell'in işaret ettiği gibi, böyle bir yorum man
tıksızdır. Bir Grek mahkemesinde söz konusu tür ilk yargılama olduğu iddia edilir bu
davanın. Merkezi sorusu olan, niçin annenin oğlu tarafından öldürülmesiyle ilgili ilk
dava olduğuna, temas bile edilmez. Ne de merkezi soru olan, devletin yönettiği adaleti
destekleyen "ahlak dersi" olduğu savunulan, bir oğlun taammüden, soğuk kanlılıkla
annesini intikam için öldürmekten ve sonra açıkça akıl almaz biçimde annesiyle akra
ba olmadığını iddia etmesinden sonra nasıl beraat edebildiğini açıklar.6
Oresteia'nın aslında ne çeşit kuralları ifade ettiği ve doğruladığı sorusunu cevapla
mak için, trilojiye bütün olarak bakmak zorundayız. İlk oyun Agamemnon'da, Kraliçe
Clytemnestra kızının kanının dökülmesinin öcünü almaya çalışır. Truva'ya giderken
kocası onu Achilles'le evleneceği söylenen kızları Iphigenia'ya gönderirken bir oyun
oynar. lphigenia gerçekte eğer iyi bir rüzgar eser ve yol alabilirse kurban edilecektir.
Troya Savaşı'ndan dönüşünde, Agememnon savaşın günahlarından arınmak için ritü
el havasında banyo yaparken, Clytemnestra onu yakalamak için üzerine bir ağ atar ve
onu bıçaklayarak öldürür. Bunun yalnızca kişisel elemden ve nefretten kaynaklanma
dığını, klanın başı olarak sosyal rolünün akraba kanı dökmenin intikamından sorumlu
olduğunu açıklığa kavuşturur. Kısacası, kraliçe olarak görevinin adaletin yerine geldi
ğini görmek olan anayanlı toplumun kuralları içinde hareket etmektedir.
İkinci oyunda,
The Libation-Bearer (Toprağa Dökülen Şaraplar), oğlu Orestes
kılık değiştirerek Argos'a döner. Annesinin sarayına konuk olarak girer, annesinin
yeni kocası Aegisthus'u öldürür ve sonra, biraz tereddüt ettikten sonra, babasının in
tikamını almak için annesini öldürür. Üçüncü oyunda, Erinyeler, Delphi'deki Apollon
tapınağında Orestes'in yargılanmasını görürüz. Erinyeler'den eski düzenin temsilci
leri olarak ve toplumu koruyucu, adaleti yerine getirici rolleriyle Orestes'i davasını
izlediklerini öğreniyoruz. Ve şimdi on iki Atina yurttaşından oluşan jüriye beraat mi
edecek, yoksa ölecek mi olduğuna karar vermek üzere, tanrıça Athena mahkemeye
başkanlık etmiştir. Fakat jürinin oyları eşit olarak bölündüğü için, karar Athena'nın
elindedir: Orestes akraba kanı dökmemiş olması nedeniyle beraat etmiştir.
94
Başı Uzerinde Gerçekliği Taşıyordu : l. Kısım
Oresteia, böylelikle bizi H. D. F. Kinto ve George Thompson gibi klasik araştır
macıların anaerkil ve ataerkil kültürler arasındaki çatışma7 dediği durumun olduğu
bir zamana geri götürür. Bizim açımızdan, ortaklıktan tahakküm kurallarına değişimi
izler-ve doğrular.
Rockwell'in yazdığı gibi, bizi "ilk oyundaki Clytemnestra'nın davasındaki ada
lete tam rıza yerine, kızının unutulduğu gösterilmektedir. Hayaletinin ortadan kay
bolduğu ve davasının bulunmadığı bir noktaya götürür. Çünkü, kadınlar onun iddia
ettiği hak ve niteliklere sahip değildir."8 "Clytemnestra gibi güçlü bir yaratık, çocuğu
Iphigenia'nın öldürülmesinde yer aldığı iddiasıyla, her kadının sahip olduğu intikam
alma hakkına sahip değil midir?"
Böyle adil bir nedenle bile, kadına ne olduğundan alınan dersle, bütün kadınlar
aktif olarak isyankar eylemlere girişme düşüncesinden bile alıkoyulur. Üstelik, bu ku
ral koyucu oyunda Athena'nın rolü, Rockwell'in vurguladığı gibi, "ustaca bir kültür
diplomasisidir. Yenilen tarafın önde gelen kişiliğinde kurumsal bir değişim yeni gücü
kabul etmek olarak görülmektedir. Bu çok önemlidir:'9
Hem Tanrıça'nın doğrudan soyundan gelen hem de Atina şehrinin patron tanrısı
olan, erkeklerin üstünlüğünü ilan eden Athena ile, erkek tahakkümü yönünde deği
şim her Atinalı tarafından kabul edilmelidir. Ve aynı şekilde bir zamanlar temel olarak
topluluğun veya klanın sahibi olduğu, nesebin kadınlar üzerinde izlendiği mülkiyet
sisteminden, malların özel mülkiyet sistemi yönünde
ve kadınların sahibinin erkekler
olması yönünde değişim kabul edilmelidir. Rockwell'in yazdığı gibi, "Eğer yeni Ci
nayet Mahkemesinde ilk duruşmada anneyi öldürmenin anayanlı ilişki olmadığı için
dine aykırı bir suç olmadığı kanıtlansaydı, yalnızca babayanlı nesep için daha iyi bir
temel olur muydu?" 1 0
Oresteia'da her Atinalı antik Furies'in, veya Fates'in bile sonuçta nasıl vazgeçtiğini
görebilirdi. Erkek egemen düzen kurulmuştu, yeni kurallar eskilerinin yerini almıştı
ve öfkelerinin faydası yoktu. Tamamen yenilmiş olarak, Acropolis'in altındaki mağa
ralarına çekiliyorlar, çünkü Athena -birinin annesini öldürmesinin akraba kanı dök
mek olmadığı şeklindeki çarpıcı iddiayı yeniden dile getirip son kararı vererek- onları
Atina'da kalmaya "ikna eder." Açıkça boyun eğerek, şimdi eski güçleri, Tanrıça'nın
güçleri için Tanrı'ya yakarmayı görev edinirler. "Zeus'un mutlak güç olduğu ve Ares'in
yönettiği (Ares'in doğal olarak savaş tanrısı olduğu)" bu şehri korumaya yardım et
mek için, Athena'nın hizmetine girmeyi vaat ederler. 1 1
Olimpia öncesi zamanlardan kadın gücünün kalıntıları olarak, kadınların ve er
keklerin kaderlerini eğirecek, fanilerin doğacağı ve öleceği zamanı saptayacak olan
hala Furies'tir. Rockwell şöyle yazıyor: "Hindu mitolojisindeki Ana-Kali gibi kadın,
doğumu ve ölümü bahşediyor:'12 Fakat kadının eski güçlerinin bu temsilcileri olarak
geriye son kalanlar, yeni tanrıların erkek egemen panteonunda daha az geçerli ve te
mel olarak marjinal figürler olarak yeraltına itilmiştir.
95
Riane Eisler
Tahakküm ve Ortaklık Temelli Zihinler
Oresteia, insanların gerçeklik anlayışını
etkilemek ve değiştirmek için tasarlan
mıştır. Çarpıcı olan şudur ki, İ.Ö. beşinci yüzyılda Akhaların Atina'yı ele geçirmele
rinden sonra geçen yaklaşık bin yılda bu hala gereklidir. Daha da çarpıcı olan Erinye
ler için konuşan koronun gerçekten
Oresteia hakkında olanı özetlemesi gerektiğidir:
"Bana böyle davrandılar! Ben, geçmişin zihni, yerin altına sürülmeliyrnişim; kovul
muşum, pislik gibi !"13
Eshilos'un zamanındaki geçmişin daha önceki bir zamanın silik hatıralarını ta
şıyan bu zihin tamamen yok edilmemiştir. Bu büyük törende kamuoyuna erkeklerin
kadınlara karşı yanlışlarının, hatta kendi babasının kızını öldürmesinin yalnızca unu
tulması gerektiği duyurmak, şimdi mümkün olmuştu. Böylelikle insanların zihinleri
temel olarak zaten dönüştürülmüştür ki, gerçekte bir anne ve çocuğun akraba olma
dığı söylenebilirdi: Anayanlılığın gerçekte hiçbir temeli yoktur, tersine babayanlılığın
vardır.
İki bin yıldan uzun süre sonra, Batı biliminin bazı devleri, örneğin on dokuzuncu
yüzyılda Herbert Spenser, kadınların erkek spermin kuvözünden fazla bir şey olmadı
ğını vurgulayarak hala erkek tahakkümünü "açıklıyordu:'14 Çocuğun her ebeveynden
eşit sayıda gen aldığı şeklindeki bilimsel kanıtların ışığında, bu anneyle çocuk arasın
da akrabalık olmadığı düşüncesi artık okullarda ve üniversitelerde öğretilmemekte
dir. Fakat şimdi bile en güçlü dini önderler, aynı zamanda saygın bilim insanlarımızın
çoğu, hala bize kadınların Tanrı veya tabiat tarafından öncelikle erkeklere çocuk -ter
cihen erkek çocuk- vermek için dünyaya konmuş yaratıklar olduğunu söyler.
Zamanımızda, çocukları yalnızca babalarıyla akrabalıklarını belirten soyadları ile
tanımlamaya devam ediyoruz. Üstelik, milyonlarca Batılı aile hala Kutsal Kitap'ı aracı
lığıyla kürsüden ve evlerinde kural olarak babayanlılıkla sosyalleşmektedir. Ve burada
yalnızca Kutsal Kitap'ın sonsuz "şecerelerinden" söz etmiyoruz. Önemli birinin ba
basının çocuğu olarak tanımlandığı ve hatta İsrail halkının (aynı zamanda insanlığın
ve Kurtarıcı veya Mesih'in kendisinin) Tanrı Babanın çocukları olarak tanımlandığı
Kutsal Kitap pasajlarından söz ediyoruz.15
Bizim için, binlerce yıllık acımasız beyin yıkamadan sonra, bu yalnızca geçeklik
tir, her şeyin olduğu biçimdir. Fakat boşaltılan zihne gerçeklik çok farklı bir şey olarak
gözükecektir. Tanrıça'ya, Yaşamın Üstün Kadın Yaratıcısı ve yalnızca insanlığın değil
fakat tüm hayvanların ve bitkilerin Annesi demek mümkün olmayacaktır.
Nesebin anne üzerinden izlendiği ve kadınların klanların başkanı ve rahibeler
olarak önemli ve onurlu pozisyonları olduğu böyle bir toplumda sosyalleşen zihne,
babayanlılık ve kadınların erkeklerin özel mülkünden tedricen uzaklaştırılması, hiç
de "tabii" gözükmeyecekti. Bir oğlun kendi annesini öldürdüğü için adalet karşısına
çıkarılmaması, böyle bir zihne, Eshilos'da Erinyeler'e olduğu gibi kesinlikle anlaşılır
96
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: 1. Kısım
gelmeyecekti. Benzer şekilde anlaşılmaz ve gerçekten dine aykırı olan; evreni yöneten
üstün güçlerin silahlı ve intikam peşinde, yalnızca bağışlamayan, fakat gerçekten doğ
ruluk ve maneviyat adına, rutin olarak cinayet, yağmalama ve tecavüz eylemleri olan
tanrılar olarak kişileştirilmesi düşüncesi olacaktı.
Özet olarak, bu eski zihin yeni tahakküm sistemine hiç uygun olmayan şekilde
işliyordu. Bir zaman belki kaba güç ve tehditle kontrol altında tutulabilirdi. Fakat uzun
vadede, insanların gerçekliği algılama ve işleme biçiminde tamamen dönüşümden az
hiçbir şey işe yaramayacaktı.
Fakat bu nasıl yapılabilirdi? Zihinler nasıl dönüştürülebilirdi? Bu çok hoştur ki,
şimdi, kültürel evrimimizdeki büyük değişikliğin eşiğinde duran, sistemlerin aşırı
dengesizlik durumlarında nasıl bozulduğu ve farklı sistemlerle yer değiştirdiği sorusu,
bilim insanlarınca incelenmektedir.16 Bir sosyal sistemin diğerinin yerini nasıl alabi
leceği sorusuyla ilgili özellikle ilişkili olan, Şili'de Humberto Maturuna ve Francisco
Varela'nın Macaristan'da Vilmos Csanyi'nin ve Gyorgy Kampis'in, Maturana'nın "au
topoesis" ve Csanyi'nin "autogenesis" terimleriyle ifade ettiği yaşayan sistemlerin ken
di kendini düzenlemesine ilişkin çalışmasıdır.1 i
Csanyi, sistemlerin kendilerini nasıl biçimlendirdiğini ve ayakta tuttuğunu ye
nilenme dediği süreçle betimler. Esasında kendi kendini kopyalayan bir süreç ola
rak yenilenme, sürekli kendilerini yenileyen hücrelerin Csanyi'nin genetik kod veya
DNA'.larında yenileyici bilgi dediği biyolojik düzeyde gözlenebilir. Fakat bu süreç her
düzeyde gerçekleşir: moleküler, biyolojik ve sosyal. Çünkü her sistem, sistemleri oluş
turan, genişleten ve bir arada tutan kendi karakteristik yenileyici bilgisine sahiptir.18
Csanyi'nin işaret ettiği gibi bu düşüncelerin yenilenmesi, sosyal sistemleri önce
oluşturmak ve sonra ayakta tutmak için hayatidir. Ve açıkçası ortaklık toplumu için
(temel düşünce eşitliktir, örneğin) uygun yenileyici bilginin özel tipi, tahakküm top
lumu için tamamen uygunsuzdur. Bu iki sosyal örgütlenme tipi için kurallar-veya ne
yin normal ve doğru sayıldığı-daha önce gördüğümüz gibi, iki ayrı kutuptur.
Böylelikle ortaklık sosyal örgütlenmesinin yerine, kuvvet destekli tahakküme
dayalı olanı koymak için, yenileyici bilgide temel değişiklikler yapılmalıdır. Biyolojik
analojiye dönersek, tamamen farklı yenileyici kod gerekmekteydi. Ve bu yeni kod her
adamın, kadının ve çocuğun zihnine gerçeklik düşüncesi tahakküm tamamen toplu
mun gereklerine uyacak şekilde dönüştürülünceye kadar nakşolmak zorundaydı.
Birkaç sayfada binlerce yıl süren ve zamanımızda hala devam eden bir süreci be
timlemeye başlamak bile imkansızdır: insan zihninin bazen acımasızca ve bazen zarif
bir biçimde, bazen kasıtlı olarak ve bazen farkında olmayarak kültürel evrimimiz için
gereken büyük değişiklikle yeniden yeni tip bir zihin olarak düzenlendiği süreç. Gör
düğümüz gibi bu, tarihsel devirlere kadar devam eden büyük fiziksel yıkımı gerektiren
bir süreçti. Hala Kutsal Kitapta okuyabildiğimiz gibi, İbraniler ve daha sonra Hıristi
yanlar ve Müslümanlar, tapınakları tahrip ettiler, ağaçların kutsal korularını kestiler ve
97
Riane Eisler
pagan putlarını yerle bir ettiler. 19 Aynı zamanda bu, büyük manevi yıkım gerektirdi,
bu süreç tekrar tarihi devirlere kadar hızla devam etti. Yalnızca kitapları yakarak değil,
fakat kafirleri yakarak ve onlara zulmederek, gerçekliği belirlenen şekilde algılarnayan
ları öldürerek veya inançlarından döndürerek.
Doğrudan, kişisel baskıyla, ve dolaylı, ara sıra kamuya açık engizisyonlar ve in
fazlar şeklinde toplumsal güç gösterileriyle, insanlar tahakküm kurallarına uymayan
davranışlardan, yaklaşımlardan ve algılardan sistematik olarak vazgeçirildi. Bu korku
şartlanması günlük yaşamın tüm yönlerinin bir parçası oldu, çocuk büyütmeye, ka
nunlara, okullara nüfuz etti. Bu ve diğer sosyalleştirme araçlarıyla, tahakküm toplu
munu kurmak ve ayakta tutmak için gereken yenileyici bilgi sosyal sistemler aracılı
ğıyla dağıtıldı.
Binlerce yıldır sosyalleşmenin bu araçlarından en önemlilerinden biri, antik
rahiplerce yürütülen "manevi eğitimdi:' Bu rahiplerin hizmet ettiği ve üyesi olduğu
devlet gücünün en hayati parçası olarak, erkek seçkinler her yerde insanları yönetti ve
sömürdü.
Şimdi Tanrısal Dünya olduğunu söyledikleri -onlarla büyülü şekilde iletişim ku
ran Tann'nın Dünyasını- yayan rahipler; ordular, hukuk mahkemeleri ve infaz memur
larınca destekleniyordu. Fakat nihai destekleri geçici değil, fakat maneviydi. Onların
en güçlü silahları, insanların zihinlerini sistematik olarak korkunç, uzak ve "gizemli"
tanrıları aşılayan "kutsal" hikayeler, ritüel ve rahip bildirileriydi. Çünkü insanlara bu
güne kadar hala sık sık "Tanrı'nın iradesi" olarak açıklanan, şimdi hayat ve ölüm güçle
rini gelişigüzel en acımasız, adaletsiz ve kaprisli şekillerde kullanan tanrılara -ve onla
rın dünyadaki temsilcilerine- itaat etmeleri öğretilmek zorundaydı.
Bugün bile insanlar, hala yalnızca kendileri için değil, fakat başkaları için de neyin
iyi veya kötü olduğunu, neyin örnek alınacağı veya neden nefret edileceğini, neyin
Tanrısal olarak buyurulmuş olarak yerine getirileceğini "kutsal" hikayelerden öğreni
yorlar. Törenler ve ritüeller yoluyla, insanlar aynı zamanda bu hikayelere katılıyorlar.
Sonuç olarak, orada ifade edilen değerler, zamanımızda bile kutsal ve kesin gerçekler
şeklinde korunduğu zihnin en derin kısımlarına nüfuz ediyor.
Antikitenin teokratik kent devletlerinin rahiplerince kutsal hikayeler üzerinde
kullanılan merkezi ve homojen kontrolün, insanların çok çeşitli bakış açılarını oku
yabildiği bugün, din, devlet sansürü veya kitle iletişim araçlarının vazgeçirmesi dışın
da, anlaşılması zordur. Antikitede, okumak veya cahil kalabalıklar söz konusu olunca
dinlemek için bulunabilenler çok daha sınırlıydı. Ve esas olarak, resmi yaptırunı olan
görüşleri ifade ediyordu. Üstelik, resmi yaptırunlı ideolojiyle çelişecek düşüncelerin
yenilenmesi neredeyse imkansızdı, çünkü teokratik sansür bir şekilde aşılsa bile, böyle
bir kafirliğin cezası gizli işkence ve ölümdü.
O zaman, bugün hala olduğu gibi eski mitlerin, ritüellerin, şiirlerin ve şarkıların
halk hikayeleri vardı. Fakat tedricen, her geçen kuşakla, bunlar rahipler, şarkı sözü ve
98
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: l. Kısım
kaside yazanlar, şairler ve yazarlar tarafından kendi efendilerinin gözüne gireceklerini
düşündükleri şekilde daha çok bozuldu ve çarpıtıldı.
Şüphesiz, bu adamlar yaptıkları çoğu şeyin tanrılarının iradesi olduğuna ve Tan
rısal olarak esinlendiklerine inandı. Fakat ister tanrılar, piskoposlar veya krallar adına
olsun, isterse imandan, hırstan veya korkudan kaynaklansın, bu sürekli kural koyucu
sözlü ve yazılı edebiyatı şekillendirme ve yeniden şekillendirme işi yalnızca sosyal de
ğişimi izlemedi. Kural değişimi sürecinin hayati bir parçasıydı: erkek egemen, şiddet
içeren ve hiyerarşik toplumun tedricen yalnızca normal değil fakat aynı zamanda doğ
ru görünmeye başladığı süreç.
Efsanenin Metamorfozu
1 984 kitabında George Orwell, "Gerçek Bakanlığı"mn iktidardaki adamların ge
reklerine uydurmak için bütün kitapları yeniden yazacağı ve tüm düşünceleri yeniden
şekillendireceği bir zaman öngördü.2° Fakat dehşet verici olan şudur ki, bu henüz baş
lamamıştı. Bu, uzun süre önce bütün antik dünyada her yerde neredeyse zaten mey
dana gelrnişti.21
Ortadoğu'da, ilk olarak Mezopotamya'da ve Kenan ülkesinde ve daha sonra İbra
ni krallıkları Yahuda'da ve İsrail'de, kanunların maddelerini yeniden yazmakla birlikte
kutsal hikayelerin yeniden oluşturulması büyük ölçüde rahiplerin işiydi. Eski Avru
pa'daki gibi, bu süreç ilk androkratik' istilalarla başladı ve binlerce yıl sürdü. Mısır,
Sümer ve Bereketli Hilalin tüm toprakları, tedricen erkek egemen ve savaşçı toplum
lara dönüştürüldü. Ve Kutsal Kitap araştırmacılarının şimdi yoğun olarak belgelediği
gibi, bu mitleri yeniden oluşturma süreci İbrani rahiplerinin İbrani Kutsal Kitap'ını
(Eski Ahit) en son yeniden yazdığı zaman olan İ.Ö. 400 sonlarına doğru hala devam
ediyordu.22
Batılı zihinlerimizi derinden etkileyen mitler ve kanunların bir Kutsal Kitap'a
nihai olarak indirgenmesi -Kutsal Kitap'ımızın ilk bölümü- Eshilos'un Yunanistan'da
Oresteia'yı yazmasından yüzyıl sonra gerçekleşti. Bu zamanda Filistin'de Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslam'ın hala dayandığı Kutsal Kitap mitolojisi, Kutsal Kitap araş
tırmacılarının R'" veya Rahip ekolü olarak tanımladığı bir grup İbrani rahip tarafın
dan tekrar gözden geçirildi, yayıma hazırlandı ve eklemeler yapıldı. Bu unvan onları,
İsrail'in kuzey krallığından yazan E veya Elohim ekolü ve güney Yahuda Krallığının Y"
veya Yahve ekolü gibi daha önceki mitleri yeniden oluşturanlardan ayırmak içindi. Bu
• Ç.N.: Androkrasi erkek egemenliğinin esas olduğu toplumsal düzendir.
•• Ç N.: Özgün metinde R "P" ve Rahip ekolü "Priestly school" olarak geçmektedir.
••• Ç N.: Özgün metinde Y "J" ve Yahve ekolü "Jahweh school" olarak geçmektedir.
99
Riane Eisler
E ve Y editör grupları daha önceden amaçlarına uydurmak için Babil ve Kenan mitle
rini, aynı zamanda İbrani tarihini yeniden değerlendirmişlerdi. Şimdi R grubu bu he
terojen antik metinlerin üzerine çalışmak ve yeni kutsal bir paket üretmeye çalışmak
için bir araya geldi. Amaçları, ünlü Dartmouth Kutsal Kitap'ını açımlayan Kutsal Kitap
araştırmacılarını alıntılarsak, "teokratik bir devlet projesini gerçekliğe çevirmekti:'23
Aynı dini araştırmacılar bize, bu siyasi olarak motive edilmiş nihai mitleri oluş
turma (sürecinin) komplo düşüncesine dayansın veya dayanmasın, kesinlikle anlaş
malarla ilgili komployu devreye soktuğunu söylemektedir. Dartmouth Kutsal Kitap'ı
açımlayıcıları, R veya Rahip ekolü hakkında şunları yazmaktadır: "Y ve E malzeme
lerini ortaya çıkardılar, P dizisi hakkında bilinen çoğu şeyi ortaya koydular:' Şöyle
devam ediyorlar: "Rahip yazarların bu geç katkısının niceliği ve tabiatı, bu işe aşina
olmayanları şaşırtır. Tevrat'ın neredeyse yarısını kapsadıkları düşünülmektedir, çün
kü çoğu bilim insanı, R grubunun Yaradılış'ta elli bölümünden on birini, Mısırdan
Çıkış'ta kırk bölümünden on dokuzunu, Sayılarda otuz altı bölümden yirmi sekizini
ve Levililer'in tamamını onlara atfeder:'24
Ayrıca, Apokrifler olarak bilinenlerin bazıları gibi, daha önceden kutsal sayılan
ların çoğu çıkarılmıştır. Üstelik, Dartmouth Kutsal Kitap'ına, aynı zamanda söylediği
gibi, burada "zamanın dini uygulamaları uzak geçmişteki kökenlerine döndürülerek
veya Tanrısal kökeni çeşitli buyruklara atfedilerek yaptırım uygulanmıştır:'25 Özet ola
rak, Dartmouth Kutsal Kitap'ının ifadesiyle, yapılanlar bize Eski Ahit olarak indirilen
leri, bu son mitleri yeniden oluşturmayla gerçekleşen "bir ekleme süreciydi:'26
Bu, "bir birlik izlenimi verme" girişimlerine rağmen, Kutsal Kitap'ta niçin çok sa
yıda çelişkiler ve iç turtasızlıklar olduğunu açıklar. Tanınmış bir örnek, birinci Yaradı
lış bölümünde bulunan, Tanrı'nın insanları nasıl yarattığının iki farklı hikayesidir. İlki,
kadınla erkeğin aynı anda Tanrısal yaratılar olduğunu söyler. İkincisi, daha kapsamlı
olan, Havva'nın Adem'de sonra akla gelerek onun kaburga kemiğinden yaratıldığını
söyler.
Bu tutarsızlıkların çoğu, insanların kültüründen ayrılamayan eski gerçeklikle yö
netici rahip sınıfın empoze etmeye çalıştığı yeni gerçeklikler arasında hala süren çatış
manın kesin ipuçlarıdır. Bazen ilk insan çiftinin eşitlikçilik karşısında erkek egemen
hikayesindeki gibi, eski ve yeni kurallar arasındaki çatışma belirgindir. Fakat daha sık
olarak eski ile yeni arasındaki çatışma daha az belirgindir.
Çarpıcı bir nokta yılanın Kutsal Kitap'ta ele alınışıdır. Gerçekten, yılanın insanın
Cennet Bahçesinden dramatik çıkışında oynadığı rol kısmı, yalnızca daha önceki ger
çeklik bağlamında anlam ifade eder. Eski gerçeklikte yılan Tanrıça'nın temel sembol
lerinden biriydi.
Bütün Neolitiği içine alan arkeolojik kazılarda, yılan en sık karşılaşılan motifler
den biridir. Gimbutas şöyle yazıyor: "Yılan ve onun soyut türevi spiral, Eski Avrupa
sanatında baskın motiflerdir."28 Aynı zamanda, yılanla Tanrıça'nın ilişkilendirilmesi-
100
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: 1. Kısım
nin tarihi devirlere kadar varlığını, Girit' teki gibi yalnızca orijinal biçiminde değil, fa
kat Athena, Hera, Demeter, Atargatis ve Dea Syria gibi bir dizi Grek ve Roma mitleriy
le tam olarak sürdürdüğüne işaret eder.29 Ortadoğu'da ve Şarkın çoğu yerinde, durum
aynıdır. Mezopotamya'da, İ.Ö. yirmi dört yüzyıllık bir siteden gün yüzüne çıkarılan
bir Tanrıça'nın boğazına dolanmış bir yılan vardır. İ.Ö. lOO'de Hindistan'dan neredey
se aynı figür de böyledir.30 Antik Mısır mitolojisinde kobra Tanrıça Wadjet, dünyanın
orijinal Kadın Yaratıcısıdır. Kenan ülkesi Tanrıçası Aştoret, veya Astart, yılanla betim
lenir. İ.Ö. 2500'de Yaşam Ağacı Tanrıçası adlı bir Sümer bas rölyefinde, Tanrıça'nın iki
imajının sağ yanında iki yılan buluruz.31
Açıkçası yılan, Tanrıça'nın gücünün inkar edilemeyecek bir sembolü olarak çok
önemli, çok kutsal ve çok yaygındı. Eğer eski zihin yeni sistemin gereklerine uyacak şe
kilde yeniden düzenlenecekse, yılan ya yeni yönetici sınıfın amblemlerine uydurulmak
veya alternatif olarak, yenilmek, bozulmak ve gözden düşürülmek zorunda olacaktı.
Böylelikle, Grek mitolojisinde, Olimpia'lı Zeus'un yanında yılan, yeni gücün
sembolü olur.32 Benzer şekilde, Athena'run kalkanında, şimdi metamorfoza uğramış,
yalnızca erdemin sembolü olarak değil fakat savaşın tanrısı olarak bir yılan vardır. Hat
ta Acropolis'te Athena'nın tapınağının yanındaki bir binadaki Erechtheum'da canlı bir
yılan bulundurulurdu.33
Yunanistan'ın yeni Hint-Avrupalı derebeylerince yılanın böyle değiştirilmesi çok
pratik siyasi amaçlara hitap etti. Yeni yöneticilerin gücünü meşrulaştırmaya yardım
etti. Yabancı ellerde bir zamanlar Tanrıça'ya ait bir güç sembolünün yönü değiştirilmiş
etkileriyle, aynı zamanda fatihlerin şiddet ve savaş tanrılarınca Tanrıça'nın yenilgisinin
sürekli bir hatırlatıcısı olarak hizmet etti.
Eski düzenin yenilgisini daha çok sembolize eden, Grek efsanelerinde okudu
ğumuz çok sayıda yılanın öldürülmesidir. Zeus, Syphon adlı yılanı öldürür; Apollon,
Python yılanını katleder ve Hercules, Tanrıça Hera'nın kutsal meyve bahçesinin koru
yucusu Ladon yılanını öldürür. Bu bahçenin Hera'ya Zeus'la evliliği zamanında Tan
rıça Gaia tarafından verildiği söylenmektedir.
Benzer şekilde, Bereketli Hilalde (şimdi hem fırtına tanrısı hem de Tanrıça'nın
kayınbiraderi olan) Baal mitini buluyoruz. Baal, yılan Lotan veya Lowtan'a boyun
eğdirmiştir. Önemli nokta şudur ki, Lat Kenan ülkesinin dilinde Tanrıça anlamına
gelmekteydi. Ve Anadolu'dan Hint-Avrupalı Hitit tanrısının ejderha Illuyankas'ı nasıl
öldürdüğünün hikayesi vardır.34
İbrani mitinde, hala İş 41 : 1 ve Mezmur 74'te Yehova'nın şimdi çok başlı korkunç
bir deniz canavarı olarak temsil edilen Leviathan'ı öldürdüğünü okuyabiliriz. Fakat
aynı zamanda Dartmouth Kutsal Kitap'ında İbrani dininin en kutsal sembolünün,
ahitnamenin sandığının, muhtemelen özgün olarak On Emri içerınediğirıi okuyoruz.
Bugüne kadar Yahudi ayinlerinde merkezi yer tutan söz konusu sandıkta, tunçtan ya
pılmış bir yılan vardı.35
101
Riane Eisler
Bu, 2 Krallar 18'de sözü edilen pirinç yılandı. Joseph Campbell şöyle yazmak
tadır: "Bu pirinç yılana eşinin, orada Aşerah olarak biünen güçlü tanrıçanın imajıyla
birlikte Kudüs'ün her tapınağında tapınılmaktadır:'36 Ayın zamanda Kutsal Kitap'ta
okuduğumuza göre, İ.Ö. yaklaşık 700'e kadar Kral Hezekya'nın büyük dini zulümleri
sırasında bu pirinç yılan, sonuçta Tapınaktan çıkarılmış ve yok edilmiştir.37 Bu pirinç
yılanın çölde Hz. Musa tarafından Yehova'nın gücünü kanıtlamak için yapıldığı söy
lenmektedir.
Fakat yılanın süren gücünün şaşırtıcı kanıtı, Havva ve Adem'in cennetten kovu
luşu hikayesinden gelir. Kadına danışmanlık yapan yılan, ona Yehova'ya itaat etme
mesini ve kendisinin bilgi ağacından yemesini söyleyendir. Günümüze kadar bu da
nışmanlığın, hala insanlığın sonsuz cezayla lanetlenmesine yol açtığı söylenmektedir.
Teologların cennetten kovuluş hikayesini barbarlığı, acımasızlığı ve duyarsızlığı
açıklamayan şekillerle, "doğuştan günah"ın kaçınılmaz sonucu olarak yorumlama gi
rişimi çok olmuştur. Gerçekten, bu tüm yeni ve insan yanlısı sembolizm içindeki dini
mitler arasında en ünlü olanının yeniden yorumlanması, tahakküm sisteminden or
taklık sistemine sosyal, ekonomik ve teknolojik değişime eşlik etmesi gereken ideolo
jik dönüşümde hayatidir. Fakat aynı zamanda hayati olan, bu önemü hikayenin tarihi
bağlamı bakımından sosyal ve ideolojik anlamını açıkça anlamamızdır.
Aslında, yalnız bu tarihi bakış açısından Havva'ya yılanın danışmanlık yapma
sı hikayesi anlam ifade eder. Tanrıça'nın antik kehanet veya geleceği bilme sembolü
olan yılanın Havva'ya, kadınların prototipine erkek tanrının emirlerine uymaması için
tavsiyede bulunması gerçeği, kesinlikle bir tesadüf değildir. Ne de Havva'nın aslında
yılanın tavsiyesine uyması tesadüftür ki, Yehova'nın emirlerini dikkate almayarak kut
sal bilgi ağacından yer. Yaşam ağacı gibi, bilgi ağacı da daha önceki mitolojide Tanrıça
ile ilişkilendirilen bir semboldü. Üsteük, eski mitolojik ve sosyal gerçeklikte rahibe
olarak kadın, Tanrısal erdem ve esinin aracıydı. Bu durum, Yunanistan'da Pythoness
ve Roma'da Sibyl'a uyuyordu.
Daha önceki gerçeküğin bakış açısından, Havva'nın (ister bilgi ister hayatın Tan
rısal erdemi olsun) kutsal ağaçtan yiyemeyeceği şeklinde, birden güç kazanan Tanrı
Yehova'nın emirleri yalnızca yapay olmayacaktı. Fakat, günah olacaktı. Kutsal ağaç
ların koruları eski dinin hayati bir parçasıydı. Tapınanlarda Tanrısal veya mistik esine
açık bir biünç uyandırmak için tasarlanan ayinler de böyleydi. Bu törenlerde kadınlar,
Tanrıça'nın rahibeleri olarak ayini yönetiyordu.
Bu şekilde eski gerçekük bağlamında, Yehova'nın böyle emirler vermeye hakkı
yoktu. Fakat verdikten sonra, Tanrıça'nın temsilcileri olarak, ne Havva'nın ne de yıla
nın uyması beklenebilirdi.
Fakat bu kovulma hikayesinin bu kısmı yalnızca eski gerçekük bağlamında anlam
ifade ettiği için, gerisi sadece tahakküm toplumunu empoze eden güç politikası açısın
dan anlam kazanır. Daha sonra Tanrıça'ya tapınmayla ilişkilendirilen diğer bir antik
1 02
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: 1. Kısım
sembol olan boynuzlu boğanın, Hıristiyan ikonografisinde boynuzlu ve toynaklı şey
tana dönüşmesi gibi, antik kehanetle ilgili erdemin şeytani uğursuzluğa ve kadınların
insanlığın bütün şanssızlıklarından dolayı suçlanmasına dönüşmesi, siyasi önlemlerdi.
Daha önceden algılandıkları gibi, gerçekliğin planlı geriye dönüşleriydi.
Kutsal Kitap'ın orijinal izleyicilerine yönelik Havva'nın Yehova'nın buyruklarına
uymamasının korkunç sonuçları, insanlığın "günahkarlığı" hakkında tam bir alego
riden fazla değildi. Kenan ülkesi insanları kendileriyle birlikte yeni savaş ve yıldırım
tanrılarını getiren adamların atalarına uyguladığı korkunç cezaları hala hatırlayacaktı.
Havva'nın Yehova'yı yok saydığı ve kendisinin bilginin kaynağına gitmeye cesa
ret ettiği zamanki "günahı,n aslında bu tapınmadan vazgeçmeyi reddetmesiydi. Çünkü
o -ilk ve sembolik kadın- eski inanca yalnızca onun yolunu izleyen Adem'den daha
ısrarla bağlıydı. Havva'nın cezası çok daha öldürücü olacaktı. Bu şekilde, her şeye bo
yun eğmek zorunda kalacaktı. Yalnızca üzüntüsü değil, fakat doğum yapması -taşıması
gereken çocukların sayısı- büyük ölçüde katlanacaktı.39Ve sonsuza dek şimdi bu inti
kamcı Tanrı ve onun yeryüzündeki temsilcisi-erkek-tarafından yönetilecekti.
Bunun ötesinde, yılanın kötülenmesi ve kadının şeytanla ilişkilendirilmesi,
Tanrıçanın itibarsızlaştırılmasının bir yoluydu. Ve gerçekten, Kutsal Kitap'ın erkek
tahakkümünü, hiyerarşiyi ve savaşı oluşturmaya ve ayakta tutmaya hizmet ettiğini en
çok açığa vuran örnek, onun yılanla nasıl uğraştığı değildir. Daha da açığa vurucu olan
-ve izleyen bölümde göreceğimiz gibi, benzersiz olan- Kutsal Kitap'ı yazan adamların'
Tanrıça'nın kendisiyle nasıl uğraştığıydı.40
ç. N.: Yahudiler ve Hıristiyanlar, kendi kutsal kitaplarının başlangıçta Tanrı sözü olduğu, aslının sonradan
bozulduğu şeklindeki lslami bakıştan farklı düşünüyorlar. Örneğin, Hıristiyanlara göre lncil, Tanrısal esinle
havariler tarafından kaleme alınmıştır.
•
103
Yedinci Bölüm
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu:
il.
Kısım
Başlangıçta, istilacılar basitçe öldüren ve yağmalayan serserilerden ibaretti. Örneğin
eski Avrupa'da, kökleşmiş kültürlerin aniden ortadan kayboluşu, Kurgan şef mezar
larının ilk defa görüldüğü döneme denk geür. 1 Kutsal Kitap'ta da şehirlerin düzenü
olarak nasıl bütünüyle yerle bir edildiğini ve sanat eserlerinin - fethedilen yerlerin
halklarının en kutsal imajları ve Kutsal Kitap araştırmacılarının sözünü ettiği "kafir
putları" dahil- nasıl daha kolay taşınması için eritilerek altına çevrildiğini okuyoruz.
Fakat bir süre sonra, yeni derebeyleri, kendilerini değiştirmeye başladı. Onlar
-ve onların oğullarıyla erkek torunları ve buna karşılık onların oğullarıyla erkek to
runları- daha ileri teknolojilerin, değerlerin ve fethedilen yerlerin halklarının yaşama
biçimlerinin bir kısmına uyum sağladılar. Yerleşik bir hayatı seçtiler ve yerü kadınları
eş olarak aldılar. Girit'teki Miken derebeyleri ve Kenan ülkesindeki Kral Süleyman
gibi, hayattaki "daha iyi" şeylerle ilgilendiler. Kendileri için saraylar inşa ettiler ve sanat
yapıtları sipariş verdiler.
Böylece aşamalı olarak, art arda gelen her bir istila dalgasından sonra, daha bü
yük teknolojik ve kültürel geüşmeye ve karmaşıklığa doğru artan bir hız kendisini
gösterdi. Her seferinde, kültürel gerileme döneminden sonra, medeniyetin kesintiye
uğrayan ilerlemesi yeniden başladı. Fakat medeniyet, bambaşka bir yön kazandı. Eğer
1 04
Başı Uzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım
en üstteki adamlar tahakküm konumlarını koruyacaksa, daha önceki medeniyetin yok
edilmemiş bir yönü var demekti. Bu yön, veya daha doğrusu, karmaşık yönler, daha
önceki ortaklığa dayalı toplum modelinin cinsel ve toplumsal olarak eşitlikçi ve barışçı
çekirdeğiydi.
Uygarlığın Rotasını Yeniden Belirlemek
Eski ortaklık sistemine dayatılan tahakküm sistemi şeklinde iki sistemin birlikte
devamı, eski sistem üzerine çok büyük bir risk getirdi. Bütün çekiciliğiyle baskıdan
barış ve özgürlüğe açlık hisseden insanlar tekrar güçlerini kazanabilirdi. İnsanları için,
onların adına toprağın sahibi anasoylu klanların başlarının bulunduğu eski sosyoeko
nomik sistem, böylelikle sürekli tehdit altındaydı.
Yeni yönetici seçkinlerin gücünü sağlamlaştırmak için, bu kadınlar karar verme
gücünden yoksun bırakılmalıydı. Aynı zamanda, rahibeler manevi otoriteden yoksun
kılınmalıydı. Ve babayanlılık, ele geçirilen yerlerin halkları arasında bile anayanlılığın
yerini almak zorundaydı. Gerçekte -şimdi artan ölçüde- kadınların, topluluğun bağım
sız, önde gelen üyeleri olarak değil de erkek denetimindeki üretim ve üreme araçları
olarak görüldüğü Eski Avrupa'da, Anadolu'da, Mezopotamya'da ve Kenan ülkesinde
aslında böyle oldu.
Fakat, yalnızca kadınlar eski sorumluluk ve güçlerinden uzaklaştırılmadı. Tam da
önemli yeni teknolojik ilerlemelerle birlikte, bunlar da sınıflamaya dayalı sosyoekono
mik sistemi güçlendirmek ve ayakta tutmak için kullanıldı.
Tahakküm toplumlarının karakteristik özelliği olarak, yıkım teknolojilerine bu
dönemde en büyük öncelik verildi. Yalnızca en güçlü ve en acımasız erkekler fethet
mek ve yağrnalamaktaki kahramanlıklarıyla onurlandırılmadı ve ödüllendirilmedi;
maddi kaynaklar aynı zamanda şimdi artan ölçüde daha sofistike ve öldürücü silahlara
aktarıldı. Değerli taşlar, inciler, zümrütler ve yakutlar kalkan ve kılıçlara yerleştirildi.
Ve fatihlerin mahkfunları zincirlemekte kullandığı zincirlerin hala işlenmemiş metal
lerden yapılmasına rağmen, daha görgülü savaş beylerinin, kralların ve imparatorların
savaş arabaları bile gümüş ve altından yapılmıştı.
İstila zamanlarının duraklama veya gerilemesini izleyen teknolojik evrim iler
ledikçe, ürünlerin miktarı ve diğer maddi birikimler arttı. Fakat dağılımları değişti.
Girit, kamusal işlere ve herkes için iyi bir yaşam standardına öncelik vermişti. Şimdi,
daha iyi teknolojiler maddi malların üretimini artırdıkça, bu yeni zengirılik birikimi
tepedeki adamlara ait oldu, yalnızca artıklar halka kaldı.
Sosyal evrim de yukarı doğru hareketini sürdürdü ve siyasal, ekonomik ve dini
kurumlar daha karmaşık hale geldi. Fakat yeni teknolojiler yeni uzmanlaşmaları ve
105
Riane Eisler
yönetim işlevlerini gerektirdikçe, bunlar güçlü erkek fatihler ve onların soyundan ge
lenlerce ele geçirildi.
Bu ele geçirmenin tipik modelinde, bu adamlar yeni zenginlik yaratmak yerine
ilk olarak fethedilen toprakların zenginliğini yok ederek ve el koyarak hegemonik
konumlarını oluşturdular. Sonrasında, daha büyük teknolojik ve sosyal karmaşıklık,
zenginliğin üretim ve yönetiminde yeni rollere ihtiyaç gösterdiğinden, bunlara da el
konuldu. En avantajlı ve kazançlı roller iktidardaki erkekler için ayrıldı; geriye kalan
lar onlara en iyi hizmet ve itaat edenlere dağıtıldı. Bunlar, örneğin, yeni, kazançlı baç
toplayıcısı (ve sonra vergi toplayıcısı) konumları gibi, aynı zamanda diğer görevde
kilere yalnızca güç ve prestij değil, fakat aynı zamanda zenginlik sağlayan bürokratik
konumlar vardı.3
Prestijli ve bol kazançlı yeni roller, elbette eski yolları sürdüren anasoylu klanların
başkanlarına veya rahibelere verilmeyecekti. Onun yerine, Elam gibi Sümer şehirleri
nin kayıtlarında gördüğümüz gibi, güç veya statü ifade eden bütün yeni sosyal roller ve
uzmanlıklar -eskileri aratan ölçüde- sistematik olarak kadınlardan erkeklere transfer
edildi.4
Şimdi kuvvet ve kuvvet tehdidi, ekonomik dağıtımın kanallarını kimin kontrol
ettiğini belirliyordu. Hiyerarşi, sosyal örgütlenmenin ilkesi olarak oturmuştu. İnsanlı
ğın fiziksel olarak daha güçlü erkek yarısının kadın yarısının üzerinde görülmesinden
başlanarak, bütün insan ilişkileri bu modele uyacaktı.
Güç kullanımı, halen sürekli itaati sağlamak için kullanılamazdı. Evreni yöneten,
-hayat veren Kadeh ile sembolize edilen- eski güçlerin yerini, ellerinde şimdi üstünlü
ğe sahip olan Kılıcı tutan daha yeni ve daha güçlü tanrılar almalıydı. Ve bu sona hep
sinin de üstünde bir şey tamamlanarak ulaşılmalıydı: Yalnızca dünyadaki temsilcisi
sayılan kadın değil, Tanrıça'nın kendisi de yüksek yerinden indirilmeliydi.
Bazı Ortadoğu mitlerinde bu, Tanrıça'nın nasıl öldürüldüğünün hikayesiyle
sağlanmıştır. Diğerlerinde ise bastırılmış ve tecavüz yoluyla aşağılanmıştır. Örneğin,
Ortadoğu mitolojisinde güçlü Sümer tanrısı Enlil'den ilk kez söz edilmesi, Tanrıça
Ninlil'in tecavüze uğramasıyla ilişkilidir. Böyle hikayeler son derece önemli bir sosyal
amaca hizmet etti. İkisi de erkek tahakkümünün empoze edilmesini sembolize etti ve
doğruladı.
Ortak olarak kullanılan bir yol, Tanrıça'yı daha güçlü bir erkek tanrının eşi şek
linde alt bir statüye indirgemekti. Bir diğeri ise onu savaş tanrısına dönüştürmekti.
Örneğin, Kenan ülkesinde savaş tanrısı olarak hem saygı gösterilen hem korkulan,
kana susamış İştar'ı buluyoruz. Benzer şekilde Anadolu'da da Tanrıça, bir savaş tanrı
sına dönüştü. E. O. James'in kaydettiği gibi onun bu hali, daha önceki metinlerde yer
almaz.5
Aynı zamanda, daha önce kadın Hahlarla ilişkilendirilen fonksiyonların çoğu
(erkek) ilahların oldu. Örneğin, Kültürel Antropolog Ruby Rohrlich-Leavit'in işaret
106
Başı Uzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım
ettiği gibi, "Halkın aidiyeti tanrıçadan tanrıya döndüğü zaman, tapınaklarda ve saray
larda yalnızca erkekler çalıştırıldı ve tarih erkek merkezü bir bakış açısıyla yazılmaya
başladı."6
Fakat Mezopotamya'daki gibi, Kenan ülkesinin de bir süredir tahakküm toplu
muna doğru ilerlemiş olmasına rağmen, şüphesiz on üç İbrani kabilesinin istilaları
yalnızca hızlanmadı, fakat aynı zamanda bu sosyal ve ideolojik dönüşüm süreci radi
kalleşti. Yalnızca, Kutsal Kitap'ta Tanrısal güç olarak Tanrıça tümüyle kayıptı.
Tanrıçanın Yokluğu
İbrani mitolojisinin çoğunun, ondan önceki Mezopotamya ve Kenan mitlerin
den alınmış olması ışığında kadına özgü özelliklerin -ve böyleükle kadının- kutsallı
ğın bir parçası olmaktan kesin olarak çıkartılması, çarpıcıdır. İbrani istilalarından çok
sonra Kenan ülkesi halkının, -İbranilerin kendileri dahil- Tanrıça'ya tapınmaya devam
etmeleri, bunu gösteren arkeolojik kanıtların ışığında daha da çarpıcıdır.
Kutsal Kitap araştırmacısı Raphael Patai'ın
The Hebrew Goddess (İbrani Tanrı
çası) kitabında yazdığına göre, arkeolojik buluntular, "İbrani monarşisinin sonlarına
doğru eski Kenan ülkesi ilahlarına tapımının, İbranilerin inancının iç içe geçmiş bir
parçası olduğunda şüphe yoktur." Dahası, "tanrıçaya tapınma bu popüler dinde tanrı
lara tapınmaktan çok daha önemü rol oynadı."7 Örneğin, Teli Beit Mirsim höyüğünde
(modern El-Halil'in Güneybatısında, Kutsal Kitap'ta geçen Devir kasabası), daha son
raki Tunç seviyelerinde
(i.ö. 21.-13. yüzyıllar) bulunanlar arasında en sık rastlanan
kutsal objeler, Astar heykelcikleri veya levhalarıydı. Fakat Patai'ın kaydettiği gibi, İ.Ö.
yaklaşık 1300- 1200 arasındaki İbrani istilası sırasında yıkımının ardından yeniden
inşa edilen kasabadan sonra bile ''.Arkeolojik kanıtlar bu heykelciklerin İbraniler ara
sında çok popüler olduğuna şüphe bırakmamaktadır:·s
Kutsal Kitap'ın kendisinde de elbette buna ilişkin bazı imalar vardır. Peygamber
ler Ezra, Hosea, Nehemiah ve Yeremya sürekli olarak diğer tanrılara tapınmaya karşı
"nefretle" sövüp saymışlardır. Hala "Cennetin Kraüçesi"ne tapınanlara özelükle kötü
davranmışlardır.9 Ve en büyük gazapları, "Kudüs' ün kız çocuklarının sadakatsizliğine"
yöneüktir. Bu kız çocuklar, anlaşılır şekilde bütün dünyevi ve uhrevi otoritenin erkek
lerin tekelinde olmadığı şeklindeki inançlara dönerek "dine sırt çevirmektedirler:· Fa
kat böyle aralarda sıkışan ve daima aşağılayıcı pasajlardan başka, hiç erkek olmayan bir
tanrının olduğunun -veya olabileceğinin- iması dahi yoktur.
İster yıldırım, ister dağ, veya savaş, veya ister daha sonraki peygamberlerin daha
uygar Tanrısı olsun, burada yalnızca bir Tanrı vardır: "Kıskanç" ve gizemli, daha son
raki Hıristiyan mitolojisinde tek kutsal çocuğu olan Hz. İsa'yı ölmesi ve böyleükle in-
107
Riane Eisler
san çocuklarının "günahlarının" kefaretini ödemesi için gönderen Yehova.· Ve İbranice
bir kelime olan Elohim'in hem dişil hem eril kökleri olmasına rağmen tanrının Kral,
Lort, Baba ve Çoban gibi bütün diğer unvanları, özellikle erkektir. 10 Elohim kelimesi,
tesadüfi olarak Yaradılış hikayesinde hem kadın hem erkeğin Elohim'im imajıyla yara
tılabildiğini açıklamaktadır.
Eğer Kutsal Kitap'ı, sosyal değerleri belirleyici bir literatür olarak okursak,
Tanrıça'nın yokluğu; erkeklerin yüzyıllar boyunca ortaya konmasına ve ayakta tutul
masına büyük çaba harcayarak yazdığı ve yeniden yazdığı sosyal düzen hakkında en
önemli dini dökümandır. Tanrıça'nın resmi yaptırımı olan Kutsal Metinlerde yer al
maması, sembolik olarak kadınları koruyacak ve onların üzerine erkeklerce yüklenen
yanlışların acısını çıkartacak kutsal bir gücün eksikliğini gösterir.
Bu, Kutsal Kitap'ın önemli etik öncüller ve mistik gerçekler taşımadığı veya Ya
hudiliğin daha sonra evrilmesiyle, aynı zamanda Batı tarihine olumlu katkılar yapma
dığı anlamına gelmez. Gerçekten de, daha önceki bilgelik öğretilerinden kaynaklan
dığı artan ölçüde aşikar olmasın rağmen, Batı uygarlığında insancıl ve adaletli unsur
ların çoğu, İbrani peygamberlerinin doktrinlerinden türemiştir. Örneğin, Hz. İsa'nın
öğretilerinin çoğunun türediği İşaya'nın öğretilerinin bir kısmı, tahakküm toplumu
yerine ortaklık toplumu için tasarlanmıştır. Her şeye rağmen Yahudi-Hıristiyan Kutsal
Kitap'ında bulduklarımızın çoğu, insancıl ve mutluluk veren yönleri dışında, sosyal ve
ekonomik örgütlenmede tahakküm sistemini empoze etmek, ayakta tutmak ve sür
dürmek için tasarlanan mitlerden ve kanunlardan oluşan bir ağdır.1 1
Birkaç bin yıl önce Eski Avrupa'yı istila eden Kurganlar gibi, güneyin çöllerinden
Kenan ülkesine akan İbrani kabileleri, kendileriyle birlikte kızgın ve kıskanç Yahve
veya Yehova adındaki savaş tanrısını getiren, çevredeki istilacılardı. Kurganlardan tek
nolojik ve kültürel olarak ileriydiler, fakat Hint-Avrupalılar gibi, onlara da aşırı derece
de şiddet uygulayan, savaşçı erkekler tahakküm ediyordu. Eski Ahit'te okuduğumuz
pek çok pasaj, Yehova'nın nasıl yok etmek, yağmalamak ve öldürmek için emirler ver
diğini ve nasıl bu emirlerin sadakatle yürütüldüğllnü anlatır. 12
Kurganlar ve diğer Hint-Avrupalılar gibi İbrani kabile toplum yapısı, aynı zaman
da aşırı derecede hiyerarşikti. Tepeden; Musa Peygamber'in kabilesi, Levililer tarafın
dan yönetiliyordu. Onları da yöneten daha küçük bir seçkinler grubu vardı. Bu yük
sek rahipler, en büyük otorite olan, soyu Harun Peygamber'e dayanan Konath veya
Kahin ailesiydi. Eski Ahit'te okuduğumuza göre, bu klanın erkekleri güçlerini doğru
dan Yehova'dan alıyordu. Üstelik, Kutsal Kitap araştırmacıları bize şunu söyler; kendi
baskın konumlarını güçlendirmek için miti ve tarihi yeniden yazma işinin önemli bir
kısmını yürüten, bu seçkin rahipler grubuydu. 13
Sonuç olarak, Eski Ahit'in açıkça Tanrı'nın arzusunun "kadının erkek tarafından
yönetilmesi" yönündeki beyanı, tahakküm toplumunun şiddet, otoriterlik ve erkek
• Ç. N.: Yazar, Yahudi-Hıristiyan geleneğini esas almaktadır.
108
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım
üstünlüğü bileşimini tamamlar ve destekler. Avrupa ve Küçük Asya'daki böyle bir tah
ribat yapan Kurganlar ve diğer Hint-Avrupalı istilacılar gibi, antik İbrani kabile toplu
mu da katı şekilde erkek egemen bir sisteme sahipti.
Bir kere daha vurgulamak gerekir ki, hayal gücünün hiçbir zorlaması, antik İbra
nilerin bu dininin, Yahudilikten daha az tahakküm ideolojisini empoze ettiği suçlama
sını getirmez. Ortaklık gerçekliğinden tahakküm gerçekliği yönüne değişim, Kenan
Ülkesi'nin İbranilerce istila edilmesinden çok önce başladı ve eşzamanlı olarak antik
dünyanın çoğu kısmında devam ediyordu. Üstelik, Yahudiliğin tanrı, ahlak düşünce
leri ve Şekinah mistik geleneği, Eski Ahit'in çok ötesine gider. Şekinah geleneği, eski
Tanrıça'ya tapınmanın çoğu öğesini gerçekten korur.
Gördüğümüz gibi, Tanrıça'ya tapınma, aslında İbrani halklarının dininde monar
şik zamanlara kadar yaygındı. Ara sıra hala liderlik konumuna yükselen kadın pey
gamberler ve Yargıç Deborah gibi kadınlar da vardı. Fakat, büyük ölçüde, antik İbrani
toplumu yukarıdan aşağı, küçük bir erkek seçkinler grubu tarafından yönetiliyordu.
Çok eleştirel olarak Eski Ahit'i okurken hala bu yönetici erkek kastı tarafından çıkarı
lan kanunlar, kadınları, özgür ve bağımsız insanlar olarak değil, erkeklerin özel mülkü
olarak tanımlıyordu. İlk olarak babalarına aittiler. Daha sonraları, doğurdukları çocuk
ları gibi, sahipleri kocaları veya efendilerine ait oldular.
Kutsal Kitap'tan biliyoruz ki, fethedilen kent devletlerinin kız çocukları ve kadın
ları, KralJames Kutsal Kitap'ımn ifadesiyle "yanında yattıkları adam tarafından tanın
mıyorlardı:' Onlar Yehova'nın emirlerine göre düzenli olarak köleleştiriliyordu. 1 4Aynı
zamanda Eski Ahit'te, KralJames Kutsal Kitap'ının "erkek uşak" ve "kadın hizmetçi"
dediği çırak hizmetkarları ve kanunun, bir adamın kızını nasıl kadın hizmetçi olarak
satmasını sağladığını okuyoruz. Çok etkileyici şekilde, bir erkek uşak serbest bırakıl
dığı zaman, Kutsal Kitap hukukuna göre karısı ve çocukları efendisinin malı olarak
kalıyordu.15
Yalnızca kadın hizmetçiler değil, metresler ve onların çocukları da erkeğin ma
lıydı. Hz. İbrahim'in kendisi ve Sara'nın oğlu İshak'ı Yehova'ya kurban etmeye giriş
mesinin tanınmış hikayesi, dramatik olarak kanuni eşlerin çocuklarının bile, erkeğin
mutlak kontrolü altında olduğunu gösterir. Ve, Hz. Yakup'un karısı Lea'yı babası için
yedi yıl çalışarak satın almasının ünlü hikayesi, esas olarak bütün kadınların da erkek
kontrolünde olduğunu ortaya koyar.
Seks ve Ekonomi
Belki hiçbir yerde, kadınların iffetini korumak amacıyla, bu insanlık dışı bakış,
hepimize öğretilen Kutsal Kitap emir ve yasaklarının çoğunun dikkatlice okunuşun
da göründüğü kadar açık değildir. Örneğin, Tevrat'ın beşinci kitabı 22:28-29'da şunu
1 09
Riane Eisler
okuruz·: "Eğer bir adam nişanlı olmayan ergen bir kızla karşılaşır, tutup onunla yatarsa
ve bu ortaya çıkarsa, kızla yatan adam kızın babasına elli gümüş verecek, kıza tecavüz
ettiği için onu karı alacak ve yaşamı boyunca onu boşayamayacaktır." Temsil edilen bu
çeşit kanun büyük bir ilerleme izlenimi verir; ahlaksız ve günahkar kafirlerden uygar
lık açısından manevi ve insani olarak bir adım öndedir. Fakat bu kanuna objektif ola
rak bakarsak, uygulandığı sosyal ve ekonomik bağlamda, manevi veya insani düşünce
lerden kaynaklanmadığı açıktır. Üstelik, erkeklerin "kendi" karıları ve kızları üzerinde
mülkiyet haklarını korumak için tasarlanmıştır.
Bu kanunun söylediği şudur ki, bakire olmayan evlenmemiş bir kız artık ekono
mik değer ifade etmediği için, babasına zararı ödenmelidir. Kanuni bir gerek olarak,
bu ekonomik probleme neden olan adam, kızla evlenmelidir. Bu toplumda kocalar
karıları üzerinde pratikte sınırsız güç sahibiydi. Böyle zorlama bir evlilik kızın refahı
ile ilgili bir düşünceden kaynaklanmaz. Bu ceza da erkek ekonomisiyle ilgilidir: kız
şimdi fazla piyasa değeri taşımayan değersiz bir mal olduğu için kızın babasına yük
olmaya devam etmesi "adil" olmayacaktır. Bu zarar, onun değerini kaybetmesine yol
açan adam tarafından karşılanmak zorundadır.
Bütün bu "ahlaki" seks davranış ve kanunları sisteminin gerçek amacı, daha be
ter acımasız bir şekilde Tevrat'ın beşinci kitabında 22: 13-21 anlatılır. Bu koşuklar, ge
lininin bakire olmadığını keşfettiği için "ondan nefret ettiğini" ve ondan kurtulmak
istediğini iddia eden bir adamın vakasıyla ilgilidir. Kutsal Kitap'ta bu çeşit durumla
ilgili sunulan kanuni çözümler şöyledir: Eğer karının anne babası "kızın bekaretinin
kanıtlarını" gösterebilirse ve "çarşafı şehrin yaşlılarının önüne serebilirse," koca gelinin
babasına yüz şekel altın ödemek zorundadır. Ve yaşadığı sürece karısını anne babasına
geri gönderemez. Fakat eğer gelinin bekareti tatminkar şekilde kanıtlanmazsa, kocası
gerçekten ondan kurtulabilir. Ve kanun "kızı babasının kapısına kadar getirmelerini ve
şehrin erkeklerinin ona ölünceye kadar taş atmalarını gerektirir:'
Kutsal Kitap'tan biliyoruz ki, evlendiği zaman bakire olmayan bir kadının öldü
rülmesinin iyi bir nedeni vardır. Bu şudur: "babasının evindeki orospuyu oynamak
için İsrail'de çılgınlık yapmıştır." Çağdaş dile aktarılırsa, yalnızca babasının değil fa
kat bütün ailesinin ve İsrail'in on iki kabilesinin şerefine leke sürmenin cezası olarak
öldürülmelidir. Yalnızca bu şerefsizlik neden oluşur? Kızın bekaretini kaybetmesinin
insanlarına ve babasına gerçekten verdiği yara veya zarar nedir?
Cevap şudur: cinsel ve ekonomik yönden özgür bir kimlik olarak davranan kadın,
katı erkek egemen toplumun bütün sosyal ve ekonomik dokusuna tehdittir. Böylece,
"gereken"; en güçlü sosyal ve dini suçlama ve en yüksek cezadır.
Eylemsel düzeyde, kadınların bekaretini düzenleyen bu kanunlar, erkekler ara
sındaki hayati ekonomik alışverişleri korumak için tasarlanmıştır. Eğer kadına yön elti• ç. N.: Türkçe çeviri, Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001, s. 245'ten aynen alıntılan
mıştır.
1 10
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım
len suçlamanın asılsız olduğu kanıtlanırsa, kanun babaya tazminat ödenmesi istemiyle
adamın dürüst tüccar olarak tanınmasına karşı iftira atıldığı için ceza öngörür. Aynı
zamanda babaya daha büyük koruma getirmiştir. Eğer suçlama gerçek değilse, sor
gulanan emtia (kız) şimdi asla iade edilemez. Öte yandan, eğer suçlama gerçek ise,
şehrin erkeklerinin kızını ölünceye kadar taşlamasıyla, kanun aynı zamanda babayı
korumuştur. Şerefine leke sürülmüş gelin yeniden satılamayacağı için, şimdi ekono
mik olarak bu değersiz malın yok edilmesi gerekmiştir. Benzer şekilde, hem zina yapan
erkeğin hem de kadının öldürülmesini gerektiren Kutsal Kitap'taki zina kanunları, hır
sıza (diğer bir adamın malını "çalan" adam) cezayı ve zarara uğramış mala (kocasına
"namus lekesi" getiren kadın) yok edilmeyi getirmiştir.
Fakat bu sosyoekonomik düzeni ayakta tutacak kuralları koyan erkekler, böyle
incelikten yoksun ekonomik terimlerle konuşmuyordu. Onun yerine, emirlerinin yal
nızca manevi, haklı ve şerefli değil, fakat Tanrı'nın sözü olduğunu söylüyorlardı. Ve
bu güne kadar, kutsal Metinlerimizi Kutsal veya en azından manevi, erdemli ürünler
şeklinde düşünerek yetiştirilmiş olduğumuzdan, Kutsal Kitap'a objektif olarak bakma
mız ve içinde egemen ve tek tanrının erkek olduğu bir inanç olmasının önemini tam
olarak görmemiz zordur.
Bize öğretilen, Yahudi-Hıristiyan geleneğinin insan türünün en büyük manevi
ilerlemesi olduğudur. Kutsal Kitap, gerçekten esas olarak neyin doğru ve yanlış oldu
ğuyla ilgilenir. Fakat tahakküm toplumunda neyin doğru ve yanlış olduğu, ortaklık
toplumunda neyin doğru ve yanlış olduğundan farklıdır. Daha önceden belirtildiği
gibi, hem Yahudilik hem Hıristiyanlıkta insan ilişkilerinde ortaklık modeline uygun
pek çok doktrin vardır. Fakat tahakküm toplumunu yansıttiği orana göre Kutsal Kitap
ahlakı, en fazla bunun gelişmesini engellemiştir. En kötüsü, Tanrı iradesini de kapsa
yan sahte ahlak, zulmü ve barbarlığı gizlemek için bir araçtır.
Örneğin Sayılar 3 l 'de Midyan'ın düşüşünden sonra ne olduğunu okuyoruz. Bü
tün yetişkin erkekleri öldürdükten sonra antik İbrani istilacıları "bütün kadın Mid
yan esirlerini ve onların küçüklerini aldılar:' Ve şimdi Hz. Musa tarafından, bunun
Tanrı'nın emri olduğu söylendi: "Küçüklerinin arasından her erkeği öldürün ve erkeği
onunla yatarak tanıyan her kadını öldürün, fakat bir adamı onunla yatarak tanımayan
bütün kadın çocukları kendiniz için canlı tutun:'16
Kutsal Kitap'ta sık sık okuduğumuz gibi, Tanrı'nın emri cezalandırmalar şeklinde
olurdu. Zaferden sonra ortaya çıkan felaketler, Hz. Musa'ya göre, bu esir kadınların
yüzündendi. Fakat bu bile Tanrı'nın "bir erkeği henüz tanımamış kız çocuklarının"
niçin "kendileri (İsrailoğullarının erkekleri [Evren'in notu] ) için canlı" tutulduğunu
açıklamaz. Açıklanması gereken, yönetici kastları yöneten adamların, daha yaşlı ka
dınları ve çocukları öldürecek olmalarına rağmen, ganimetleri olan bakire kız çocuk
larını yok etmekte isteksiz olmalarını kabul etmeleridir. Bunlar metres, köle ve hatta
eş olarak satılabilir.
111
Riane Eisler
Tahakküm Ahlakı
Tahakküm ahlakının etkili bir şekilde dayatılması yüzünden bugün kendini iyi,
ahlaklı insanlar olarak düşünen erkekler ve kadınlar bile, böyle pasajları okurken doğ
rucu ve adaletli bir Tanrının nasıl korkunç ve insani olmayan eylemleri emredebildiği
ni sorgulamayabilirler. Bazı Müslüman erkeklerin günümüzde bile gerçek veya hayali
olarak cinsel kuralları çiğnemesinden dolayı kendi kızlarını, kız kardeşlerini, eşlerini
ve kız torunlarını öldürmekle tehdit ederek hatta öldürerek "kadınların iffetini" koru
mayı görevleri saymaları şeklindeki ahlakı da sorgulamazlar. Eğer cinsel olarak "saf"
değilse insanlığın kadın yarısını değersiz görme şeklindeki kendi bakış açılarının, -ge
nelde erkek bakış açısının- prensiplerini de hala saygıyla "ahlak" saymayı da sorgula
mazlar.
Bu soruları bir kere sormuşsak, zihnimiz artık tahakküm toplumu için gereken
zihin değildir. Bu zihnin manevi gelişimi, ancak şimdiki kadar ilerleyebilir ve daha ileri
gidemez. Ve böylelikle, Vilmos Csanyi gibi bilim insanları tarafından ortaya çıkartılan
"sistem yenilenmesi" süreçleriyle, milyonlarca insan, bugün hala kutsal literatürümü
zün gerçekten ne dediğini algılama kapasitesine ve tahakküm sistemi içinde bizi hapis
tutan sınırların işlevini anlama kapasitesine sahip değildir
Bu sistemler tarafından oluşturulan körlüğün belki de en çarpıcı örneği, tecavü
zün Kutsal Kitap'ta ele alınış şeklidir. Hakimler Kitabı Bölüm 19'da, Kutsal Kitap'ı ya
zan rahipler bize bakire kızına sarhoş bir serseri öneren bir babadan söz eder. Babanın
evinde Levi kabilesinde yüksek bir kasttan olan bir adam olan erkek bir misafiri vardır.
Benyamin'in kabilesinden bir grup serseri, görünüşte onu dövmek niyetiyle dışarıda
görüşmek ister. Baba onlara "Bakın" der, "daha erkek eli değmemiş kızımla adamın
cariyesi içeride. Onları dışarıya çıkarayım, onlarla yatın, onlara dilediğinizi yapın, ama
adama bu kötülüğü yapmayın:··ı7
Bu bize gelişigüzel, çok az önemi olan bir mesele olarak söylenmiştir. Sonra,
hikaye ilerledikçe bize aynı zamanda nasıl "Levili cariyesini zorla çıkarıp onlara teslim
ettiği ve adamların bütün gece, sabaha dek kadınla yattığı, onun ırzına geçtikleri"; na
sıl "kadının gün ağırırken efendisinin kaldığı evin kapısına gittiği"; nasıl "sabahleyin
kalkan adamın yoluna devam etmek üzere kapıyı açtığı," ona ayağı takıldığı ve "Kalk,
gidelim" diye emredince onu ölü bularak vücudunu eşeğine bindirdiği ve evine gittiği
anlatılır.'' 1 8
Kızının ve metresinin güvenine ihanet, çete tecavüzü ve çaresiz bir kadının acı
masızca öldürülmesi hikayesinin hiçbir yerinde bir şefkat düşüncesinden çok, öfke
veya zulüm vardır. Fakat, daha önemli -ve akıllara durgunluk verici- olan şudur ki,
ç. N.: Türkçe çeviri, Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001, s. 325'ten aynen alıntılan
mıştır.
•• ç. N.: A.g.e., s. 325 'ten alıntılanmıştır.
•
1 12
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım
babanın o gün kendi kızının en değerü özelüğini, bekaretini, ve muhtemelen kızırun
hayatını feda etmeyi önermekle hiçbir kanunu çiğnememiştir. Daha da akıllara dur
gunluk verici olan şudur ki, tahmin edileceği gibi çetenin esas olarak Levili'nin karısı
olan bir kadına tecavüz, işkence ve sonuçta onu öldürme eylemleri de benzer şekilde
hiçbir kanunu çiğnememiştir. Ve bu, görünüşte neyin ahlaken ve hukuken doğru ve
yanlış olduğu hakkında sonsuz emir ve yasaklarla dolu bir kitapta geçmektedir.
Kısacası, bu kutsal metnin ahlakı görünüşte Tanrısal hukuku ifade ederken, bura
da insanlığın yarısına kanunen tecavüz edilmesine, dövülmesine, işkence edilmesine
veya öldürülmesine, kendi babaları ve kocaları tarafından ceza korkusu -veya manevi
kınama bile-olmadan izin verilebilmesi dikkat çekicidir.
Bu güne kadar bütün Batı dünyasında okul çocuklarının Pazar günü toplantı ve
derslerinde ahlaki kıssa olarak düzenü olarak okunan bir hikayenin mesajı daha da acı
masızdır: Günahkar ve ahlaksız Sodom ve Gomore yok edildiği zaman Tanrı tarafın
dan tek başına affedilen Lut'un ünlü hikayesi. Burada bir kez daha, Yaradılış 19:8'de,
aynı duygusuz vurdumduymazlıkla, görünüşte yaygın ve toplumca kabul edilen adete
göre, Lut'un iki bakire kızını (muhtemelen hala çocuk olan, çünkü kızlar o zaman
çok erken baş göz edilmişti) evindeki iki erkek misafiri tehdit eden bir serseriye teküf
etmesini okuyoruz. Bir kez daha kanunun çiğnenmesi iması veya bir babanın kendi
kızlarına böyle anormal bir şekilde davranmasına karşı haklı bir öfke ifadesi bulun
maz. Tam tersine, Lut' un iki misafiri Tanrı tarafından gönderilmiş meleklere dönüştü
ğünden, Tanrı "Sodom ve Gomore üzerine sapıklıkları için kükürt ve ateş yağdırdığı"
sırada, Lut sapıklığından dolayı ödüllendiriür! Yalnızca kendisi ve ailesi bağışlanır. 19
Kültürel dönüşüm teorisi açısından, Kutsal Kitap'ın ahlakından ve bunları ayakta
tutmak için tasarlanan sistemin bu örneklerinden ne öğrenebiliriz? Açıkçası kadın
ların erkeklerin cinsel kölesi olmasını yaşama geçiren bu ahlak, katı biçimde erkek
egemen olan ekonomik gereklerini yerine getirmek üzere empoze edildi. Bu sistemde
mülkiyet babadan oğla geçer ve kadınlarla çocukların emeğinin sağladığı faydalar, er
keğe aittir. Tanrıça'nın üstün ilah, kadınların cinsel, ekonomik ve siyasal olarak özgür
eyleyiciler olduğu eski düzenin sosyal gerçeküklerinin siyasal ve ideolojik gereğini
karşılamak için de empoze edilenler, temelden tersine çevrilmiştir. Ancak böyle bir
tersine çevirmeyle, katı sınıflamalara dayalı güç yapısı ayakta tutulabilirdi.
Gördüğümüz gibi, antik dünyada her yerde erkek tahakkümünün empoze edil
mesi rastgele değildir; barışçıl bir şekildeki toplum düzeninden, acımasız ve açgözlü
erkeklerce yönetilen hiyerarşik ve şiddet içeren düzene geçişle ilgilidir. Sistem açısın
dan bakıldığında, Eski Ahit'te kadınların eski rahibe rolünden dışlanması, böylelik
le şimdi toplumu yöneten dini kanunların yalnızca erkeklerce yapılması da tesadüf
değildir. Bir zamanlar Tanrıça'ya tapınmayla ilişkilendirilen bilgi ve hayat ağaçlarının
burada üstün erkek tanrının özel malı olarak sunulması da tesadüf değildir. Bu durum,
yönetici erkek kastlarının toplum üzerinde ve aynı zamanda bütün erkeklerin kadınlar
üzerinde mutlak yaşam-ölüm gücünü semboüze etmekte ve meşrulaştırmaktadır.
1 13
Riane Eisler
Bilgi Kötüdür, Doğum Kirlidir, Ölüm Kutsaldır
Adem ve Havva'run Yehova'run bilgi ağacından uzak durulması emrine uyma
dıkları için sonsuza dek cezalandırılmalarının, Yaradılış'ta geçen hikayesinde görmüş
olduğumuz gibi, yönetici erkek rahiplerin ve Yehova'nın doğrudan emriyle, genelde
erkeklerin otoritesine karşı başkaldırmak kötü bir günah haline getirildi. Aynı hüküm
le, hem otoriterlik hem de erkek tahakkümü iyice, modern otoriterük ve otoriter ola
caklar için de doğrulandı. İster inanan sağ, ister ateist sol olsun, takipçilerinize şimdi
vaaz verin: Düşünmeyin, her ne ise kabul edin, otoritenin doğru olduğunu söylediği
şeyi kabul edin. Hepsinin ötesinde, sorgulamak veya bağımsız bilgi aramak için kendi
zekanızı, kendi zihinsel yetilerinizi kullanmayın. Eğer böyle yaparsanız, cezanız ger
çekten korkunç olacak.
Bununla birükte otoriteye karşı gelmek ve neyin iyi ve kötü olduğunun bağım
sız bilgisini aramaya cesaret etmek, en iğrenç suçlar olarak sunulmuştur. İnsanların
kardeşleri olan diğer insanları öldürmesi ve köleleştirmesi ve onların mallarını yok
etmesi ve bunlara el koyması, Kutsal Kitap'ırruzda,· sıklıkla bağışlanmıştır. Savaşta öl
dürmenin, aslında ganimet için yağmalamak, kadınlara ve çocuklara tecavüz etmek ve
bütün şehirleri tahrip etmek gibi Tanrısal yaptırımı vardır. Cinsel yönde olanlar dahil
tüm şiddet içermeyen suçlar için ölüm cezası, Tanrısal olarak emredilen adaletin aracı
olarak sunulmuştur. Bir erkek kardeşin diğerini kasıtlı olarak öldürmesi, otoriteyi çiğ
neyerek bilgi ağacından yemek kadar ciddi bir suç değildir. Zira Kabil'in kendi erkek
kardeşi Habil'i öldürmesi değil, Havva'nın neyin kötü veya iyi olduğu hakkında izinsiz
veya özgürce "hissedişin insanlığı sonsuza kadar üzüntü içinde yaşamaya mahkum et
miştir.
Aynı zamanda -savaşlarda, acımasız cezalarda ve erkeğin pratikte kadınlar ve ço
cuklar üzerinde mutlak otoritesinin kurulmasında görülen- diğer insanları öldürerek
veya yaralayarak kan dökmek kural olur, ancak hayat verme eylemi şimdi ahlaken kötü
ve kirlidir. Eski Ahit'te, cüzzamla ilgiü temizlenmeler ve temiz olanla temiz olmayan
arasına sıkıştırılmış olarak çocuğun doğumu ile ilgiü bölümler buluyoruz. Burada
Leviüler 12'de, doğum yapan bir kadının "kirüliğin" başkalarına bulaşabileceği kor
kusuyla ayinle arınmasının gerektiğini okuyoruz. Bu yalnızca annenin izolasyonunu
gerektirmez, aynı zamanda ritüelle ilgiü bazı işler için rahiplere belli ödemeler gerekti
rir. Yalnızca " Buluşma Çadırı'nın giriş bölümünde kahine vermesinden ve kahinin de
bunu Rab' bin huzurunda sunmasından sonra ve kadım arıtmasından" .. sonra kadın bir
kez daha "temizn sayılabiür.20
Ve böyleükle, ilk olarak Mezopotamya'yla Kenan Ülkesi'nde ve daha sonra Ya
huda ile İsrail'de, savaş, otoriter yönetim ve kadınların erkeklere tabi kılınması, yeni
•
ç. N.: Yazarın kastettiği Zebur, Tevrat ve İncil'dir.
ç. N.: Türkçe çeviri, Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001, s. 135'ten alıntılanmıştır.
••
1 14
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım
tahakküm ahlakı ve tahakküm toplumunun ayrılmaz parçası olur. Usta bir şekilde mit
leri yeniden oluşturma yoluyla, bilmek suç haline getirilmişti. Doğum bile kirli hale
getirilmişti. Kısacası, kültürel evrimimizin yeni rotası o kadar başarılıydı ki gerçeklik,
bütünüyle kendi başı üstünde taşınıyordu.
Geriye doğru baktığımız zaman, hila güçlü derebeylerinin hizmetinde tarihçiler,
filozoflar ve rahiplerce kaydedildiği şekliyle bile tarihte kendisini yeniden ifade etmek
için mücadele eden eski zihniyeti buluruz. İnsanlığın erken dönem zihniyeti, tama
men farklı bir evrimsel rotadaydı.
Bir zamanlar daha barışçı ve eşitlikçi toplumun ideolojik çekirdeği olduğu Bü
yük Tanrıça tapımı, tamamen ortadan kalkmamıştır. Dünyayı yöneten aşkın bir ilke
olmamasına rağmen o, halen dikkate alınan bir kuvvettir. Bu, Avrupa Ortaçağı'nda
bile Tanrı'nın Annesi olarak büyük saygı gösterilen bir kuvvettir. Yüzyıllarca süren
peygamber yasaklamalarına ve rahip yasaklamalarına rağmen, ona tapınma bütünüyle
ortadan kalkmamıştır. Horus ve Osiris gibi, Helios ve Dionysus gibi, onlardan çok
önce Çatalhöyük'ün genç tanrısı ve antik Eleusis Gizemlerindeki genç tanrıça Per
sephone veya Kore gibi, İsa da hala Tanrısal Anne'nin çocuğudur. O hila Tanrıça'nın
çocuğudur ve daha önceki Tanrısal çocuklarında olduğu gibi, her ilkbahar Paskalya'da
yeniden diriliş yoluyla tabiatın yeniden doğuşunu sembolize eder.
Tanrıça'nın oğlu olması yanında bir keresinde de onun eşi de oldu. Hıristiyan mi
tolojisinde "İsa, da, Anne Klise olan Meryem'in güveyidir - annesi olan ve annesi ka
lan Ana Kilise'dir:'21 Vaftiz su kabı veya kadeh, Hıristiyan ayinlerinde o kadar merkezi
rol oynar ki Jung'cu Mit Tarihçisi Erich Neumann'ın yazdığına göre, vaftiz, "Büyük
Anne'nin gizemli rahmine geri dönüşe ve onun hayat suyuna"22 işaret eder.
Hz. İsa'nın seçilen doğum gününün bile (gerçek tarih bilinmemektedir), şimdi,
bir zamanlar Tanrıça'ya tapınmayla ilişkilendirilen bayramlara denk düştüğü bilin
mektedir. Noel zamanının, veya Hz. İsa'nın kilise ayininin tarihinin, bu şekilde seçil
mesinin nedeni, yılın bu zamanının antik dönem insanlarınca geleneksel olarak kış
gündönümü şeklinde kutlanmasıdır. Bu günde Tanrıça, güneşi doğurur. Genellikle
Aralık ayının 2 l 'ine ve 24'üne karşılık gelir. Aynı zamanda, bu 2 1 Aralıktan 6 Şubata
kadar devam eden (Epifani olarak seçilen), Katolik Kilisesi'nde hila kutlanan bir dizi
popüler doğum ve yenilenme yortusunun tarihidir.23
Fakat bütün bu benzerliklerle birlikte, temek farklılıklar vardır. Resmi Hıristi
yanlıkta kutsal tek kadın, aynı zamanda tek ölümlü figürdür. Ona hila merhametli ve
şefkatli Anne olarak büyük saygı gösterilir. Ve ikonografinin bazılarında, örneğin Vier
ges Ouvrantes'te, hala vücudunda nihai mucizeyi ve hayatın sırlarını taşır.24 Fakat artık
açıkça zayıf bir figürdür. Üstelik, bu erkek egemen inancın merkezindeki mitolojik
imaj, artık genç tanrının doğuşu değildir. Onun çarmıha gerilmesi ve ölümüdür.
Annesi yalnızca İsa'yı doğurur; onu dünyaya gönderen Kutsal Babası'dır: insanın
kötülüğünün ve günahlarının ceremesini çekmek için kurban edilen bir günah keçi115
Riane Eisler
sidir. İnsanları "kurtarmak" için gönderildiğinden, bu "gözyaşı diyarı" dünyada kısa
süreü kalışı meselenin özü değildir. Önernü olan, ölümü ve ölümden sonra daha iyi
bir yaşam vaadidir. Bu da yalnızca Baba'nın emirlerine inanarak itaat edenler içindir.
Gerisi için, ölüm ümidi bile yoktur. Yalnızca sonsuz işkence ve lanet vardır.
Artık Tanrıça'nın hayat veren, hayatı sürdüren ve hayatı yeniden yaratan güçle
rinin dini imajlarının vurgusu yoktur. Giden, çiçekler ve kuşlar, hayvanlar ve ağaçlar
dır. Ha.la Tanrıça'nın, kutsal çocuğu kollarında emeklerken hatırası vardır: Meryem
Ana ve Çocuk. Fakat şimdi, erkeğin zihni -ve kadının zihni- Hıristiyan sanatına nüfuz
eden, ağır basan tema tarafından baskılanmış ve tüketilmiştir. Tuvallerde Hıristiyan
azizlerinin acımasız işkencelerle kendi vücutlarına eziyet ettiğini görürüz. Resim
lerde Hıristiyan şehitlerinin zalim ve gaddarca yollarla boğazlandığına şahit oluruz.
Dürer'in Hıristiyan cehenneminin ürkütücü görüntülerini, Mikelanj'ın
Son Hüküm
Günü'nü, Salome'da Vaftizci Yahya'nın kesilen başının sonsuza dek dans edişini izleriz.
Hz. İsa'nın aynı anda her yerde olan sanatsal merkezi imajı, belki hiçbir yerde
çarmıhta ölüm teması kadar acıklı değildir. Tabiatın ve hayatın kutlanması değil, fa
kat acının, çilenin ve ölümün övülmesidir.25 Bu yeni gerçekükte ifade bulan, bir er
kek Tanrı'nın tek başına yaratmasıdır. Evrendeki üstün güç olarak yaşam bahşeden ve
besleyip büyüten Kadeh, tahakküm ve yok etme gücüyle yer değiştirmiştir: Kılıç'ın
ölümcül gücü. Ve günümüze kadar -hem kadınların hem erkeklerin- bütün insanlığın
başına bela olan, bu gerçeküktir.
1 16
Sekizinci Bölüm
Tarihin Diğer Yarısı:
1.
Kısım
Bir zaman girdabında yolculuk yapan gezginler gibi, arkeolojik keşiflerle, farklı
bir gerçekliğe yolculuk yapmış olduk. Öte yandan "insan doğasından" sonsuza dek
uzaklaştırılmış acımasız stereo-tipleri değil, daha iyi bir hayatın olasılıkları için muh
teşem görüşleri keşfettik. Medeniyetin erken dönem günlerinde kültürel evrimimizin
nasıl hızlandığını ve sonra nasıl tamamen tersine döndüğünü gördük. Sosyal ve tek
nolojik evrimimizin tam tamamlanırken nasıl tersi bir yöne döndüğünü gördük. Fakat
aynı zamanda medeniyetin eski köklerinin asla ortadan kalkmadığını da gördük.
Hayat ve doğaya yönelik eski sevda, kapıp götürme yerine eski paylaşım yolları,
baskı yerine ciddiye alma ve saygı, tahakküm yerine sorumluluğa dayalı güç anlayışı
tükenmedi. Fakat, kadınlar ve kadınlıkla ilişkilendirilen nitelikler gibi, ikincil bir ko
numa düştü.
İnsanın güzellik, gerçek, adalet ve barış özlemi de ortadan kalkmadı. Fakat, yeni
sosyal düzenle arka planda kaldı ve bastırıldı. Eski özlem, hala sık sık kendini ifade
edebilmek için mücadele edecek. Ancak altta yatan problem (insanlığın iki yarısı ara
sındaki ilişkiyle başlayan) insan ilişkilerinin katı, güce dayalı sınıflamalara göre yapı
landırılması olduğu için, bunlar gittikçe daha anlamsız gelecek.
Gerçekliğin dönüşümü o kadar başarılı olmuştur ki, bu görünüşte apaçık gerçek,
1 17
Riane Eisler
zamanında neredeyse tamamen gizü kalmıştır. Toplumun en temel insan ilişkilerini
yapılandırma biçiminin, hayatın ve düşünmenin tüm yönlerini derinden etkilemiştir.
Sonuç olarak, kişinin hayal edebileceği ve edemeyeceği her şey için teknik terimler
içeren karmaşık modern dillerimiz bile, şu ana kadar tahakküm ve ortaklık toplumu
olarak adlandırdıklarımız arasındaki derin farkı betimleyecek toplumsal cinsiyete dair
ifadelere sahip değildir.
En fazla, ataerkilüğin zıddını betimlemek için anaerkillik gibi keümelerirniz var.
Ancak bunlar, yalnızca önde gelen gerçekük görüşünü (ve "insan doğasını") madalyo
nun iki yüzü olarak sunarak güçlendirir. Üstelik, tiran babaların ve akil yaşlı adamların
duygu yüklü ve çatışan imajlarını hatırlatan ataerkilük, şimdiki sistemimizi bile tam
olarak betimlemez.
Ortaklık ve tahakküm, incelediğimiz iki zıt örgütlenme prensibini betimleyen
faydalı terimlerdir. Ancak ciddi temel farkları olmasına rağmen, özelükle bir kritik
noktayı görmezler: İnsanlığın kadın ve erkek yarısı arasındaki ilişkileri yapılandırma
nın sosyal sistemin bütünlüğünü etkileyen, birbirine zıt iki yolu vardır.
Şimdi iletişimin hem daha açık hem de daha ekonomik olması için süregelen
dağarcığımızda bulunanlardan daha net terimlere ihtiyaç duyuyoruz. Bu, söz konusu
iki örgütlenme seçeneğinin nasıl kültürel, sosyal ve teknolojik evrimimizi etkilediğini
araştırmaya devam etmek için gerekli. Aynı zamanda bilimsel düşünmenin ilk eksiksiz
ifadesi olarak vurgulanan Antik Grek medeniyetine daha yakından bakmak durumun
dayız. Önerdiğim iki yeni terim ve bazı bağlamlarda tahakküm ve ortaklık ifadeleri
yerine alternatif ifadeler kullanma isteğim, bu kapsam nedeniyledir.
Erkekler tarafından kuvvet veya kuvvet tehdidiyle yönetilen sosyal sistemi betim
lemek için ataerkillikten daha net bir terim olarak, androkrasi terimini öneriyorum.
Zaten bazı durumlarda kullanımda olan bu terim Grekçe kelime kökleri andros veya
"erkekten" ve kratos'tan (demokratikteki gibi) veya "yönetilenden" türer.
İnsanlığın yarısını diğeri üzerinde sınıflamaya dayanan bir sisteme gerçek alterna
tifi betimlemek için yeni terim olarak gilaniyi 1 öneriyorum. Gy Grekçe kök gyne'den
veya "kadından" türer. An
andros'tan veya "erkekten" türer. İkisi arasındaki l harfinin
bağlamak" anlamına geüyor,
ikili bir anlamı vardır. İngilizce'de, insanlığın iki yarısını
yoksa androkrasideki gibi bunların sınıflaması anlamına gelmiyor. Grekçe'de fiil olan
lyein veya lylo'dan türüyor ki, bunun da iki anlamı var: çözmek veya çözümlemek (ana
lizdeki gibi) ve çözümlemek veya serbest bırakmak (katalizdeki gibi). Bu anlamda,
1 harfi, androkratik sistemlerin tabiatında varolan tahakküm hiyerarşilerinin empoze
ettiği rollerin katılığına işaret ediyor. İnsanlığın iki yarısının çıkmazda kalmasından
ve bunlara başka anlam vermesinden kurtularak problemlerimizin çözümüne işaret
etmiş oluyor.
Bu da, iki zıt hiyerarşik yapı arasındaki geleneksel kullanımda bulunmayan
önemü bir farka yol açar. Burada kullanıldığı şekliyle, hiyerarşi terimi kuvvet veya kuv•
ç. N.: Yazar burada İngilizce "bağlamak" anlamına gelen linking kelimesini kullanıyor.
l l8
Tarihin Diğer Yarısı: 1. Kısım
vet tehdidine dayalı insan sınıflamaları sistemlerine gönderme yapar. Bu tahakküm hi
yerarşileri; gerçekleştirme hiyerarşileri tabirini önerdiğim ikinci tip hiyerarşiden çok
farklıdır. Bunlar, sistemler içinde sistemlerden oluşan aşina olduğumuz hiyerarşileri
dir, örneğin, moleküller, hücreler ve vücudun organları: daha yüksek, daha evrilmiş ve
daha karmaşık fonksiyon düzeyine doğru ilerleme. Tersine, bütün çevremizde göre
bileceğimiz gibi, tahakküm hiyerarşileri tabiatları gereği daha yüksek seviyeü fonksi
yonların gerçekleşmesine ket vururlar, yalnızca sosyal sistemin bütününde değil, aynı
zamanda tek tek her bireyde bunu yaparlar. Bu, gilanik sosyal örgütlenme modeünin,
androkratik modele göre geleceğimiz için çok daha büyük evrimsel imkanlara sahip
olmasının önemli nedenlerinden biridir.
Gizli Mirasımız
Bu iki zıt sosyal modeün kültürel evrimimizi nasıl etkilediğinin ifadesi için
Grekçe'den türemiş terimleri kullanmak gayet uygun görünmektedir. Eğer antik
Yunanistan'a kültürel dönüşüm teorisinin yeni bakış açısından bakarsak dünyadaki iki
farklı yaşam biçimi olarak gilani ve androkrasi arasındaki çatışma (dolayısıyla gilanik
etkilerle evrimimizin ilerlemesi için vaziyetimiz de) dramatik bir biçimde çarpıcı gö
rünecektir.
Batı medeniyeti hakkındaki derslerin çoğu, Homeros'la, Pisagor, Sokrates, Pla
ton ve Aristoteles gibi Grek filozoflarından seçmelerle ve Yunanistan'da Perikles Altın
Çağı'nın zaferlerini öven modern klasik tarihçilerin eserlerini okumalarla başlar. Bize
Avrupa tarihinin, Hint-Avrupa veya Ari kültürünün (Homeros ve Hesiod) bilinen en
eski kayıtlarıyla başladığı öğretilmiştir. Ayrıca bize, adalet ve demokrasi hakkındaki
modern düşünceleri klasik Yunanistan'ın etkileyici medeniyetine borçlu olduğumuz
da öğretilir.
Ara sıra, ek okumaları tarayarak, Pisagor'a etiğin bir Delphi rahibesi olan Themis
toclea tarafından öğretildiğini veya bir Mantinea rahibesi olan Diotema'nın Sokrates'in
öğretmeni olduğunu keşfedebiüriz.2 Ayrıca, bütün Yunan dünyasından üderlerinin ve
onlara zamanlarının en önemli sosyal ve siyasi sorunları hakkında tavsiyelerde bulun
mak için Pytoness isimli bir rahibenin Delphi'ye gittiği şekündeki ilgi çekici bilgiyi tu
hafkarşılayabiliriz. Fakat en önemlisi, okuduklarımızda ne kadınlardan ne de Girit'ten
neredeyse hiç söz edilmemesidir.
Aslında, Hint-Avrupalı fatihler ulaşıncaya kadar Avrupa'da yalnızca hiçbir önemli
kültürel birikime sahip olmayan vahşi halkların bulunduğu gerçeği, bizi Avrupa mede
niyetinin olmadığı izlenimiyle baş başa bırakır. Aynı zamanda, Avrupa medeniyetinin
ilk serpilmesinin genel anlamda kadınların hiçbir medeni veya siyasi hakkının olmadı1 19
Riane Eisler
ğı ve doğal olarak da hiçbir güçlü konumunun bulunmadığı Yunanistan'da gerçekleş
tiği düşüncesine yöneliriz.
Fakat Homeros'un Odessea'sınde en güçlü karakterlerden bazıları kadındır. Oyun
başladığında, Odisseas, Ogygia adasısıru yöneten Su Perisi Kalypso tarafından alıkon
maktadır. Tanrıça Athena'mn müdahalesinden sonra, Odisseas sonunda Ogygia'yı
terk ederken fırtına çıkar ve boğulmaktan, Tanrıça Ino'nun kendisine verdiği bir örtü
parçasıyla kurtulur. Bu durum onun, Phaecia sahiline kadar yıkanarak yüzmesini sağ
lar. Orada Prenses Nausicaa tarafından bulunur.
Birçok araştırmacı tarafından Miken kraliyet evlerinin eksiksiz bir portresi sa
yılan muhteşem Phaecia mahkemesinde, Nausicaa'nın annesi, Kraliçe Arete, kral ta
rafından "hiçbir kadının karşılanmadığı şekilde", onurlandırılır. "Kasabada dolaştığı
zaman bütün halk onu tanrıça ... olarak görerek ona tapırur:'3 Odisseas Phaecia'dan ay
rıldıktan sonra, tekrar kadın karakterlerin hayranlık uyandıran bir grubuyla karşılaşır:
korkunç, şirret kadınlar Scylla ve Charybdis, baştan çıkarıcı Sirenler ve güçlü kraliçe
büyücü kadın Kirke.
Eve dönüşünde bile, karısı, Peneolope'u kuvvetli ve kararlı bir kadın olarak bulu
ruz. Ithaca üzerinde güç sağlamak için onunla evlenmek isteyen bir sürü sözde aşık er
keklere direnir. Bu durum bize, Yunanistan'ı Akhalar istila ettikten sonra bile anayanlı
soydan gelmenin hala kural koyucu olmak ve aynı zamanda hükümdarlık iddiası için
önkoşul olduğunu gösterir.4
Hesiod'un "barışçı bir rahatlıkla yaşayan" ve "üzerlerine yemişlerle dolu dünya
nın nimetlerinin aktığı" "altın ırka" göndermelerini zaten görmüştük. Bunlar, Neolitik
Çağ'ın bu zamanda bile yalnızca efsanede hatırlanan daha barışçı ve eşitlikçi, tarımla
uğraşan halklarının anılarıdır. Hesiod'un mitolojisinde dünyamn yaratılmasıyla gö
revlendirilen Kaos adlı bir erkek karakter olduğu gerçeği, şimdi arkeolojik kayıtlardan
bildiklerimizle daha bir doğrulanır: Hint-Avrupa idaresi, büyük fiziksel yıkım ve kül
türel çöküş yoluyla empoze edilmiştir.
Homeros'unki gibi, Hesiod'un yapıtı da daha önceki, daha gilanik toplum ve mi
tolojinin izleriyle doludur. Örneğin, cenneti ve "yüksek tepelerle tanrıça su perileri
nin mutlu yuvalarını" doğuran, eski Tanrıça gibi "iri memeli Dünya"dır. Ve hala, eski
dindeki gibi, bir kadın gücü "aşkın tatlı birlikteliği olmadan" -başka bir ifadeyle, yalnız
başına- denizi doğurur.5
Hesiod'un dünyası zaten erkek egemen, savaşçı ve hiyerarşiktir. Ama hala eski
ortaklık veya açıkçası, gilanik değerlerin tamamen unutulmadığı bir dünyadır. He
siod için savaş insan tabiatında doğuştan yoktu. Veya, daha sonraki Grek Filozof
Heraklitus'un vurguladığı gibi, "herkesin babası" ve "herkesin kralı" idi. Hesiod açıkça
savaşın ve savaş tanrısı Ares'in Yunanistan'a "daha az gelişmiş bir insan ırkıyla" getirildi
ğini yazar. Bunlar, Yunanistan'ı tunçtan silahlarıyla işgal eden ve sonunda Yunanistan'a
demir silahlarıyla artıklarını bırakan, Hesiod'un en çok nefret ettiği adamlar, Dorlar,
tarafından izlenen Akhalar'dır.
1 20
Tarihin Diğer Yarısı: 1. Kısım
Denebilir ki eğer Freud ile Jung haklıysa ve kalıtsal olarak iletilen ırk hafızası
gibi bir şey varsa, Hesiod'u daha iyi ve kayıp geçmiş hakkında yazmaya sevk eden
faktör budur. Fakat çok daha muhtemel açıklama, yalnızca, Hesiod'un hala bir za
manlar hayatın nasıl olduğu hakkında nesilden nesle aktarılan hikayelerin etkisi al
tında olduğudur.
Hesiod açıkça şunları söyler: "Dünyanın ve gökyüzünün bir zamanlar nasıl birle
şik olduğunun benden değil fakat annemden gelen hikayesidir."7 Bu yalnızca eserinin
gerçekten de nesilden nesle aktarılan hikayelere bağlı olduğunu göstermez; aynı za
manda, annesinin, bir kadının, hala şimdi erkek egemen olan dünyada daha önceki ve
daha az baskıcı zamanın silinmekte olan anılarıyla kendine bir yer bulduğunu gösterir.
Hesiod, eserlerini tarihçilerin Grek Karanlık Çağı dediği dönemin sonlarına
doğru vermiştir. Bu devir, Dor istilalarının Avrupa'yı kaosa sokmasından beş yüz yıl
sonra klasik Yunanistan'ın doğuşuyla bitmişti. Ancak açıkçası, Nicolas Platon, Jacqu
etta Hawks, J. V. Luce ve diğerlerinin işaret ettiği gibi, Grek uygarlığı varsayıldığı gibi
Athena'mn Zeus'un kafasından doğması gibi, ne Dorlar'ın Avrupa'yı harap etmesin
den saçılan küllerden doğdu ne de barbar istilacılar kendileriyle birlikte bu medeni
yetin çekirdeklerini getirdi. Muhtemelen, bazen vurgulandığı şekilde, Grek uygarlığı
esas olarak "kültürel yayılmanın" veya daha eski ve daha ileri Ortadoğu kültürlerinden
ticaret ve diğer temaslarla "ödünçlemelerin" sonucu da ortaya çıkmadı.
Arkeolojik verilerle, daha olası ve daha tutarlı görünen ise başka bir durumdur:
Miken dönemlerinde yönetimde olan eski Akha istilacıları, ayın zamanda onların ye
rini alan Dor derebeyleri, ancak fethettikleri yerlerin halklarının maddi ve manevi kül
türüne nüfuz ettikleri zaman gelişim gösterebilmişlerdir.
Luce, bu süreci yeni bir yapıyla anlatmayı denemiştir: "Yangınla harabeye dön
müş bir zeytin ağacı gibi, Minos kültürü bir zaman sessizliğe gömüldü ve o zaman Mi
ken şahikalarının küllerinden yeni tomurcuklar doğdu ... Minos prensesleri, 'Atlas'ın
kız kardeşleri, evlenerek Miken diktatörlerinin evlerine girdiler. Minos mimarları ana
karadaki sarayları tasarladılar, Minos ressamları bunları fresklerle süslediler. Grekçe,
ilk kez Minos yazıcılarının ellerinde yazılı hale geçti."8
Bir sonraki barbar saldırısı ardından, eskisi gibi olmamasına rağmen, bu Minos
hamleleri bir kere daha gerçekleşti. Luce şöyle yazmaktadır: ''Arkaik dönemdeki Dor
Giriti'nin kanunlarının ve kurumlarının mükemmelliğiyle tanınması tesadüf olmasa
gerek. Barışseverliği yüzyıllar boyunca sevgiyle devam etme eğilimindeki bu zengin
lik, kolaylıkla ortadan kalkmayacaktı. Buradan gelen filizler, Yunanistan'ın kendisinde
de yeşerdi, kökleşti ve orada da gelişti:'9
Luce'ün yazdığı gibi Dorlar'ın yaptığı tahribattan sonra bile "her şey kaybolma
dı:·ıo Elbette çoğu unutulmuştur ve şimdiki gibi Minos uygarlığının hafızası, efsaneler
de yaşamaktadır ve Büyük Tanrıça gibi çoğu da değişmiştir. Hera, Athena ve Afrodit
gibi biçimlere bürünmüştür. Şimdi resmi Grek panteonunda Zeus'a tabi kılınmıştır.
1 21
Riane Eisler
Ancak, ha.la Grek uygarlığının tahakküm toplumundan ortaklık toplumuna daha çok
uyan önemli unsurları vardır. Daha özgül bir ifadeyle bu uygarlık, androkratik oldu
ğundan daha gilaniktir.
Tabiatın Çevrimsel Birliği ve Dünyanın İki Yarısının Uyumu
Grek medeniyetinin ilk görünümlerinden biri, Sokrates öncesi olarak bilinen
filozof ve bilim insanlarının ortaya çıkmasıdır. Vurgulandığı gibi (bugün bile çoğu
insanı şok eden ve halen tartışmalı bulunan düşünceleri erkenden ortaya koyan)
dünya görüşleri, gerçekliğe bilinen ilk seküler, biürnsel yaklaşımdı.11 Burada, kayıtlı
tarihte ilk kez, bilgi; kutsal mitler ve dini ayinler yoluyla Tanrısal vahyin bir fonksiyo
nu olarak değil, deneysel olarak kanıtlanabilen ve kanıtlanamayan gerçekler şeklinde
betimlenmişti. Örneğin, Homeros'da gökkuşağı ha.la Tanrıça İris ile özdeşleştirilir.
Anaximanes'e göre, güneşin yoğun, rutubetli havadaki ışınları tarafından üretilir.
Bu açıdan, Xenopanes, Tales, Diyojen ve Pisagor gibi Sokrates öncesi filozofların
düşünceleri, doğal olarak daha önceki dini dünya görüşünden kesin bir kopuşu temsil
eder. Fakat olağanüstü olan şey şudur ki, pek çok bakımdan bu adamların temel var
sayımları daha sonraki androkratik dünya görüşüyle değil, daha önceki, daha gilanik
dünya görüşüyle uyumludur.
Örneğin, Felsefe Tarihçisi Edward Hussey'in "geleneksel Grek inancına çok ya
bancı olan kökten tektanrıcılık"13 dediği görüşün, ilk kaynağı olduğu söylenir. Hussey,
Ksenofanes'in düşüncesinin evrenin her şeyi kuşatan ve sonsuz zekayla yönetildiği
düşüncesinin, resmi Olimpia Panteonunda ifade edilen dünya görüşünün tam tersi ol
duğunu vurgular. Burada öngörülemez şekilde ve sıklıkla silahlı tanrıların çoğu, hem
doğanın ritimleri hem de kendi insan "tebaasının" hayatları üzerinde gelişigüzel ve
kaprisli güçlerini kullanır.14 Bunlar, çarpıcı şekilde antik dünyaya gelen ve orayı istila
eden çok sayıdaki küçük reis ve krala benzerler. Fakat şimdi tarihöncesi hakkında bil
diklerimizin ışığında, evrenin bu tahakküme dayalı veya androkratik görüşünün "yeni
ve devrimci" olduğu kolaylıkla söylenebilir. Söz konusu görüş, Hussey'in yazdığı gibi,
altıncı yüzyılda Yunanistan'ın siyasal ve sosyal gelişmelerinin altında yatan dünya gö
rüşü de değildir. 15
Aynı zamanda döngüsel dünya düzeni anlayışının eski görünüşünün, değişik bi
çimde de olsa yeniden ortaya çıkış zamanının, Dor saldırısından sonra uygarlık yeni
den doğmaya başladığı zamana denk gelmesinin tesadüf olmadığı söylenebilir. Daha
önceleri Büyük Tanrıça, Anne ve Her Şeyi Bahşeden üzerinden temsil edilen eski dü
zenin ortaya çıktığı yer de tesadüf değildir: bir zamanlar Çatalhöyük'ün filizlendiği
Anadolu'nun bir kısmındaki şehirlerde ve Minos Giriti'nin muhteşem uygarlığının ya-
1 22
Tar�hin Diğer Yarısı: 1. Kısım
kınındaki adalar. Bu adalarda, Dorlar tarafından ele geçirilinceye kadar, değişik yönle
riyle Anne, Bakire ve Kadın Yaratıcı veya Tanrıça Kadın Ata üstün güç olarak kaldı.16
Daha önce Tannça'ya tapınmanın nasıl hem çoktanrıcı hem de tektanrıcı oldu
ğunu belirtmiştik. Tanrıça'ya pek çok biçimde tapınılırdı, ancak bu çeşitli kutsalların
belli ortaklıkları vardı. Özellikle Anne ve Her Şeyi Bahşeden olarak Tanrıça, bütün
dünyanın ve hayatın kaynağı şeklinde her yerde görünüyordu.17 Bu yolla Sokrates
öncesi düzenli ve tutarlı dünya düzeni düşüncesi, daha sonraki Olimpia panteonuyla
sembolize edilen görüşten üstün, her şeyi bahşeden ve herkesi kapsayan insanüstü güç
olarak Tanrıça'nın daha eski görünüşüne çok daha yakındır. Olimpia panteonunda bir
dizi kavgacı, rekabetçi ve genellikle tahmin edilemez tanrı dünyayı yönetiyordu.
Tüm evrenin bir büyük müzikal armoni (ünlü "kürelerin harmonisi") şeklindeki
Pisagorcu evren düşüncesi, savaşlarla tahrip olmuş Olimpia panteonundan çok, eski
dini kozmoloji ile tutarlıdır. Sokrates öncesi filozofların kozmolojisinde, şimdi kişilik
ötesi kuvvetlerle bulduğumuz Tanrıça'nın yerine, herkesi kapsayan ve büyük ihtimalle
erkek olan tanrıya ara sıra göndermeler vardır. Fakat dünyaları, hala bazı androkratik
düşünürlerce öngörülen kaotik ve tamamen tesadüfi evrenden farklıdır.
Sokrates öncesi evren anlayışını ortaya koyan prensiplerden biri de şudur ki, dün
ya düzeni gözlemlenebilir bir düzenlilik sergiler, "temel unsurlar kendilerini, günlük
ve yıllık döngülerle tekrarlar:'18
Bu görüş, çarpıcı şekilde doğanın -ve kadının- döngülerinin tekrarlanan temalar
olduğu Eski Din diyebileceğimiz şeyi çağrıştırır. Aristoteles'e göre "doğa" felsefesinin
öncüsü olan Tales, Aristoteles tarafından suyun her şeyin başlangıcı olduğu biçimin
deki görüşüyle aktarılmıştır. Bu görüş, gene çarpıcı şekilde önceki Tanrıça'nın ve onun
dünyasının başlangıçta kadim sulardan doğduğu düşüncesini hatırlatır.19
Benzer şekilde, hem değiş tokuş hem de istikrarın hayati prensibi olarak diyalek
tik zıtlıkların dengelenmesi kavramı, zaten İ.Ö. altıncı ve beşinci yüzyıllarda Anak
simandros, Zenon ve Empedokles gibi filozoflarca ifade ediliyordu.20 Fakat şimdi
görebildiğimiz şudur ki, Tanrıça'ya tapınılan çağın kozmolojik imgesi, daha önceleri
bunların habercisi olmuştur.
İ.Ö. dördüncü bin yılın ortalarında Avrupa Cucteni kültürünün desenli çöm
lekçiliğinde, çiftler arasındaki zıtlığa dayalı gerilim, sık sık karşılaşılan bir temadır.21
Doğanın dinamizmi ve görünüşte birbirinin zıddı olan ölüm ve doğum, dini mitolo
jide merkezi rol oynuyordu. Yaşam ve ölümün hem birliği hem de ikiliği, Tanrıça'da
yeniden canlanıyordu. Zıt prensipler olan annelik ve bekaret benzer şekilde Tanrıça'da
birleşikti.22 Sık sık kadın özellikleri ve erkek özellikleri, hem Tanrıça'nın daha önceki
androjen (eril !Evren) imajlarında hem de daha sonraki Kutsal Evlilik ritüelinde bir
leştiriliyordu. Aslında, tüm insanlığın, aynı zamanda bütün tabiatın, doğumu ve ölü
mü; eski dini mitolojide Tanrıça'nın yaratıcı ve yıkıcı güçlerinin birbirine yakınlığının
ve hayati birliğinin görünümleriydi. Eski tanrının her yerde olan dönüştürücü karak
teri Erich Neumann tarafından "zıtların tanrıçası" ibaresiyle özetlenmiştir.23
1 23
Riane Eisler
Mısır, Mezopotamya ve diğer Ortadoğu kültürlerindeki düşünceler arasında
benzerlikler olduğu için, bazı araştırmacılar Sokrates öncesi düşünceleri daha eski,
daha ileri ve o zaman zaten büyük ölçüde tahakkümcü/ androkratik uygarlıklardan
"ödünçlemeler" olarak açıklamaya çalışmışlardır. Kültürel yayılımcılığın, Sokrates ön
cesi dünya görüşünde etkisi görmezden gelinemez. Ancak bu etki daha çok -şimdiye
kadar bastırılan veya gözden kaçırılan- yerel gelenek ve efsanelerin etkisi gibi görün
mektedir.
Özet olarak, yerel gelişmeler proto-androkratik sistemin aşamalı olarak "yumu
şamasına" yol açmış görünmektedir. Çeşitli Grek kent devletlerinde görece barış ve
yabancı istilalardan kurtuluş dönemi sırasında, yalnızca sanat ve zanaatlarda bir diriliş
yoktu, aynı zamanda güçlü kral ve reisler, yerlerini oligarşik demokrasilere bırakıyor
lardı. Oligarşik demokrasiler, aristokrasi veya büyük mülk sahibi erkeklerden oluşan
seçilmiş hükümetlerdi.
Hussey'in işaret ettiği üzere, o zaman için, Grek filozoflarının düşüncelerinin, "si
yasal eşitliğin yayılması", aynı zamanda "kararlı, tarafsız ve değişmez" olarak hukukun
yeniden doğuşunu ifade ve teşvik etmeleri24 şaşırtıcı değildir. Tabii ki hem kozmosun
unsurları hem de insanlar arasında Pisagor'un "geometrik eşitlik"25 düşüncesi, yeni
düzenin kuvvetli adam yönetimiyle tutarlı değildir. Ancak Pisagor'un yerleşim yerle
rinde, Platon'un daha sonraki filozof-kral düşüncesinin ana çizgilerine paralel oligarşi
lerce yönetiliyor görünmesi şaşırtıcı değildir.26
Bu bağlantıda, Aristoksenos'tan bildiğimiz şekliyle, Pisagor'un etik bilgisinin
çoğunu Delfı'de bir rahibe olan bir kadından, Themistoclea'dan alması çok anlamlı
dır. Aynı zamanda, Pisagor'un Grek felsefesine antik mistisizmi getirdiği, hatta onun
feminist olduğu söylenir.27 Orfeus'un gizemci dininde yaptığı reformda Pisagor aynı
zamanda kadın ilkeyi yüceltmeyi vurgulamış görünmektedir.28 Ve Diyojen, bize
Pisagor'un okulunda, daha sonra Platon'un Akademisinde yaptıkları gibi erkeklerle
yan yana kadınların öğrenim gördüğünü söyler.29
Klasik Tarihçi Jane Harrison'ın kaydettiği gibi, Platon felsefesinin çoğu, androk
rasi öncesi din ve ahlakın unsurlarını koruyan Pisagor'un etkileri ile Orfeus'un sem
bollerine bağlıdır.30 Platon'un insan algısının "karanlık mağarasının" ötesine uzanan
düzenli ve uyumlu, ideal evren düşünceleri, aynı gelenekten gelmiş görünmektedir.
Hepsinden öte, Platon'un ideal devleti Republic'te
(Devlet) kadınların eğitimde eşit
liğine desteği, şüphesiz kadının bastırıldığı androkratik düşünüşle tutarlı bir düşünce
değildir.3 1
1 24
Tarihin Diğer Yarısı: 1. Kısım
Antik Yunanistan
Antik Yunanistan'a tekrar bakarken, iz bırakan uygarlıkta en iyi olan şeylerin ço
ğunun, önceki döneme kadar uzandığı açık görünmektedir. Yunan medeniyeti, bü
yük sanat aşkım, doğanın süreçlerine yoğun ilgiyi, kadın ve aynı zamanda erkeğe özgü
zengin ve çeşitli efsanevi sembolojiyi, ayrıca Greklerin demokrasi dediği daha eşitlikçi
siyasi örgütlenme biçimini kurma girişimini içerir. Üstelik Greklerin kültürel olarak
daha az gelişmişliğinin kaynağını bulmak şimdi zor değil. Grek demokrasisinin nüfu
sun çoğunu dışlaması (kadınlara ve kölelere katılım hakkı vermemesi) gerçeği, daha
önceki daha barışçı ve daha eşitlikçi düzene empoze edilen androkratik üstyapının bir
işleviydi. Grek yönetici sınıfının savaşla uğraşı, erkekçe erdemler olarak bilinen kah
ramanlığın ve silahlı fethin idealize edilmesi ve kadınların statülerinin toplu şekilde
bozulması da böyleydi.
Athena'da, klasik Yunanistan'ın androkratik ve gilanik unsurları arasındaki hem
çatışmayı hem de etkileşimi açıkça görebiliriz. O, eski ortaklık kurallarını yansıtarak,
kültürel evrim doğrultusunda yılanın antik amblemiyle ha.la erdemin Tanrıça'sıdır. Fa
kat aynı zamanda, yeni tahakküm kurallarını yansıtarak, şimdi miğfer ve mızrağıyla
yeni savaş tanrıçasıdır. Kadehi sembolize eden gücü şimdi bir kalkandır. Bu iki unsuru
Platon'un paradoksal olarak hiyerarşik ve hümanist-eşitlikçi devleti Republic'te (Dev
let) görebiliriz.
Bir yandan, ironik olarak Platon, "soylu yalan" dediği bağla desteklenen üç sınıflı
bir toplumu savunur: hikayede, yönetici sınıf veya "koruyucular" altından, savaşçılar
gümüşten ve geri kalanlar (işçiler ve köylüler) basit metallerden yapılmıştır. Öte yan
dan, koruyucular için bu eşitlikçi, gerçekten sert bir şekilde komünist bir sistemdir ve
güç kullanımı, Kılıçtan çok Kadehle sembolize edilenlerle daha tutarlı, adil prensipler
le idare edilir. Platon'un feminist olarak sayılabilecek hayal gücü esnekliği olmamasına
rağmen, Devlet'te -Atina'daki uygulamaların tam tersine- yönetici sınıftaki kadınlara
erkeklerle aynı eğitimin verilmesi gerektiğini savunur.
Grek sanatında gilani ve androkrasinin çok canlı bir şekilde yan yana geldiğini
görürüz. Doğa ve yaşam, hem kadın hem erkek vücutlarının mükemmel sunumuyla
ifade edilir. Fakat kavga ve silahlı çatışma da sık sık karşılaşılan temalardır.
Grek dininde çatışan iki kültüre dair daha çok kanıt görürüz. Grek dininin daha
önceki kökleri kadınların ve "kadınca" değerlerin bastırılmadığı bir dünya görüşünü
savunur. Gerçek şudur ki, Olirnpia panteonunda ve üstelik yerel tapınaklarda kadın
tanrılara ha.la tapınılmaktadır. Zeus, resmen önde gelen tanrıdır. Fakat tanrıçalar ha.la
güçlüdür, bazen tanrılardan daha güçlüdür. Aynı kültürel kökleri, Atina'ya birkaç mil
mesafede Eleusis'te her yıl kutlanan büyük Eleusis Gizemlerinde de açıkça görebiliriz.
Burada Tanrıça, ikiz biçimleri Demeter ve Kore'de, dini faaliyetlerde en yüksek mistik
gerçekleri halen ortaya koyar. Ve bugün bizim için korunan Boeotia altın mührünün
1 25
Riane Eisler
üzerinde ve Teb'ten gelen bir vazo resminde, bu ayinlerde nasıl antik Kadın Kabının
veya Kadehin, veya Kutsal Vaftiz Kurnası'nın merkezdeki imaj olduğunu görebiliriz.32
Grek toplumunun gilanik ve androkratik unsurlarını, paradoksal konumdaki
Atinalı kadınlarda görüyoruz. Bu durum, büyük kanuni ve sosyal yasaklara rağmen,
en azından bazı kadınlar için Ortadoğu'nun teokrasilerindeki kadınlardan anlamlı bi
çimde daha iyiydi. Aslında, burada kadınlar daha az bastırılmış olabileceklerinden,
Atina'da "kadın hareketine" benzer şeylerin bile gerçekleşmiş olabileceğinin işaretleri
vardır.
Şurası bir gerçek ki, her iki cinsten köleler gibi, kadınların tamamı da ünlü Ati
na demokrasisinden dışlanmıştı. Gerçekten, Augustine'in savunduğu gibi, Atina'daki
kadınların nasıl oy kullanma hakkını anayanlılıktan babayanlılığa geçişle aynı zaman
da kaybettiğinin hikayesi, androkrasinin empoze edilmesinin gerçek demokrasinin
sonuna işaret ettiğini göstermektedir.33 Üstelik klasik dönemlerde, üst sınıftan çoğu
kadın, gynnecaeum veya kadınlar mahallesinin sağlıksız ve aşağılayıcı sıkışıklığında
yaşamak zorundaydı. Fakat aynı zamanda Atina'da bazı kadınların entelektüel ve ka
musal hayatta önemli roller oynadığının, da kanıtları vardır. Kültür Tarihçisi Jacquetta
Hawkes'un yazdığına göre, Grek kent devletleri içinde Atina'da kadınların "durumu
çok kötüydü (veya yalnızca çok şikayet ediyorlardı?)" Örneğin, Perikles'in karısı As
pasia hem bilim insanı olarak hem de, Atinalı ev kadınlarının eğitimini destekleyerek
ve genelde önde gelen kent kültürü tarihçilerinin "Pericles'in Altın Çağı" dediği döne
mi yaratmaya yardım ederek, devlet yetkilisi olarak çalışmıştır.35
Çok ünlü Atina eğitiminin genellikle erkeklerle sınırlı olmasına rağmen, daha
önce belirttiğimiz gibi, Platon'un Akademi'sinde öğrenim gören kadınlar vardı. Eğer
Birleşik Devletler'de kadınların on dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyıl başlarına ka
dar yükseköğrenime girme hakkı kazanmamış olduklarını hesaba katarsak, bu duru
mun Grek kültüründeki kuvvetli ortaklık/gilanik akınunı ortaya koyduğunu görürüz.
Bu dönem, tam da Grek tarihinin çeşitli dönemlerinde eserleri daha sonra bağ
naz Hıristiyan ve Müslümanlarca tahrip edilen "pagan" kütüphanelerde bulunan, ka
dınların dönemidir. Örneğin, Pithagoras'ın okulunda öğrenim gördüğü söylenen bir
Grek kadın, Filozof Arignote, Sacred Discourse (Kutsal Söylem) adlı bir kitabı yayı
na hazırlamış ve Rites of Dionysus' (Diyonisos Törenleri) ve diğer eserleri yazmıştır.36
Odessea'nın de bir kadın tarafından yazılmış olabileceği şeklinde spekülasyonlar var
dır. Kadınların kendi felsefe okullarının başında bulunduklarının bile kanıtları vardır.
Bu okullardan birisi, Cyrene'li Arete'nin başında bulunduğu, temel ilgi alanı doğa bi
limi ile etik olan ve birincil kaygısı "içinde ne efendilerin ne de kölelerin bulunacağı
bir dünya" olan bir okuldu.37 Argos'un Telesila'sı siyasi şarkıları ve ilahileri ile tanı
nıyordu. Pindar'ın hocası Boeotia'lı Corinna, Kadın Tarihçisi Elise Boulding'e göre,
"şiir yarışmasında bir erkekten beş kereden fazla kazandı:' Ve Erinna'ya antik dünyada
Homeros'un dengi deniyordu.
1 26
Tarihin Diğer Yarısı: 1. Kısım
Günümüze ulaşan eserinin sadece birkaç parçasından, Grek şair Sappha veya
Lesbos'lu Sappho'nun savaş yerine, çoğu Grek şiirinde olduğu gibi, aşkı öven güzel
şiirler yazdığını biliyoruz. Sappho aynı zamanda kadınlar için bir okul işletiyordu. Şii
rinde şöyle yazıyordu: "Bazılarının süvariler dediği, diğerlerinin acemilik veya bir dizi
uzun kürek diye savunduğu, bu kara toprağın üstün yüzüdür': Ve devam eder: "Ben
derim ki, senin aşkın işte budur:'38
Bazı Grek kadınları için, hataera mesleği ev kadınının erkeğe bağımlı rolüne göre
daha bağımsız ve görece saygın bir alternatif sunmuştur. Hataera'nın yanlış olarak
orospulara denk kabul edilmesine rağmen, antik Greklerin görüşü bu değildi. Hatae
ra, on yedinci ve on sekizinci yüzyıl Avrupası'nda sıklıkla önemli siyasi güç olan kur
tizanlar gibiydi. Değişik eğitimsel ve kültürel ilgileriyle ve becerileriyle eğlendiriyor
ve mihmandarlık yapıyorlardı. Fakat ilginç olan, hataera'nın kayıtlara bilge ve hatta
önde gelen kamusal kişilik olarak geçmiş olmasıdır. Boulding'in yazdığına göre, "Ionia
ve Aetolia kent devletlerinin hataera'larının, en parlakları olduğu düşünülmektedir:'
"Platon'un en önemli öğrencileri, Mantua'lı Lashenia ve Axiothea'dır."39 Atina kültü
rüne çok fazla katkıda bulunan Aspasia'nın da bir hataera olduğuna inanılmaktadır.
Antik Yunanistan'da insanlığın iki yarısından birisinin artık sınıflandırılmadığı
bir sosyal örgütlenmeye dönüş hareketinden söz edenlerin varlığının kanıtı, belki en
etkileyici noktadır. Bu, belki de kadınların özgürlük hareketine benzer bir şeydir. Bu
durum, Aristofanes ve Cratinus gibi adamların, kadın düşmanı, iğneleyici hicivlerinde
geçer. Bunlar, gruplar halinde buluşan ve "erkekler gibi olmak istediklerini" görünme
yen yollarla dile getiren kadınlar hakkındadır.40 Gerçekten dini kutlamalarda ve yal
nızca kadınlar için olan toplantılarda düzenli şekilde ve sık sık buluşurlar. Buralarda
bir kadın tanrıyı onurlandırırlar. Kuvvetli bir kadın kimliğini korurlar. Grek kadınları,
klasik zamanlara kadar Tanrıça'nın sonunda yeraltına sürüldüğü veya tamamen silin
diği çoğu Batı kültüründe kadınların sahip olmadıkları gibi bir güç kaynağına sahipti.
Antik Yunanistan'da kadınların savaş karşıtlıklarının işaretleri de aynı ölçüde il
ginçtir. Bu, zamanımızdaki barış hareketiyle birebir uyumlu organize bir hareket ola
bilirdi. Söz konusu eylem, bizim için oldukça etkileyici olarak günümüze dek ulaşan
Aristofanes'in ünlü Lysistra'sı gibi Grek oyunlarında geçer. Bu oyunda kadınlar, er
kekler savaşlarını durdurana dek cinsel lütuflarını geri çekme tehdidinde bulunurlar.
Bu temanın uç noktada popüler komedi yazarınca bütün oyun boyunca geliştirilmesi,
hem hareketin hem de zamanımızdaki hala erkek egemen toplumların tipik stratejisi
nin olası gücünün bir göstergesidir: kadınlar üzerinde erkek kontrolünün gülünçlük
ve kaale alınmama yoluyla korunması.
Hafife almanın böyle araç olarak kullanılması, Grek tarihinin çoğunun karakte
ristik özelliği olmuştur. Gerçekten bu, kadınların yok sayılmasından bile daha yaygın
bir araçtır. Burada, başka yerlerdeki tarihlerimizde olduğu gibi, kadınlarla ilişkilen
dirilen her şey aslında ikincildir - veya daha sık olarak hiç hesaba katılmaz. Gelenek1 27
Riane Eisler
sel tarihçiler, buna göre, daha adil ve insancıl çalışan kadınların faaliyetlerini ısrarla
önemsemezler. Fakat gerçekler su yüzüne çıktıkça, kayıp tarihimiz kadınların bu faa
liyetlerinin aşırı derecede önemli olduğunu göstermiştir. Daha sonra ayrıntılı biçimde
inceleyeceğimiz gibi, bunlar Yunanistan'da ve diğer yerlerde, çok az bir şans tanınsa
bile, kadınların aktif olarak barış ve yaratıcılık gibi "kadınca" değerlerin sosyal önce
likler olarak hayata geçirilmesi için çalıştıklarını göstermektedir.
Tarihçilerin söz dağarcığında gilani ve androkrasi gibi toplumsal cinsiyete özgü
terimlerin ihmali gibi; kadınların, geçmişimizin hesabından sistematik olarak silinme
leri, erkek-kadın sınıflaması üzerine kurulan bir sistemi ayakta tutmaya hizmet eder.
Erkek tahakkümünün merkezi yönünü uygulamaya koyar: Kadınlar erkekler kadar
önemli değildir. "Kadınca konuların" sosyal ve ideolojik örgütlenmemizdeki önemli
konumu yönündeki imaların dışlanması, aynı zamanda gilani ve androkrasi tarafından
tarif edilen sosyal alternatifleri gizlemeye aktif biçimde hizmet eder.
Buna rağmen, tarihe toplumsal cinsiyeti bütünsel olarak kabul eden bir bakış açı
sıyla bakarsak, bu dünyada yaşamanın iki yolu olarak gilani ve androkrasi arasındaki
gizli çatışmayı görmeye başlayabiliriz. O zaman bazı Grek kadınlarının görece büyük
özgürlüğü, Ortadoğu'nun teokrasilerindeki kadınlarla karşılaştırılırsa, önemli bir sos
yal gösterge şeklinde görülebilir. Mesela, Yunanistan'da androkrasi öncesi çağın karak
teristik özelliği olan siyasal gücün kontrol yerine sorumluluk olarak görüldüğü daha
insancıl bakış, diriliş ve kararlı duruşun hem sebebi hem sonucu olarak görülebilir.
Sosyal adalet hakkındaki Batılı düşüncelerin çoğu -örneğin, özgürlük ve demok
rasi düşünceleri- Sokrates ve Pisagor gibi Grek filozoflarından türer. Böyle kavramla
rın önceki gilanik köklerinden filizlendiği düşüncesi, bu erkeklerin öğretmenlerinin
kadınlar olduğu gerçeği ile desteklenir. Aynı zamanda açıkça ortaya çıkan şudur ki,
hem Pisagor'un öğretmeni Themistoclea hem de Sokrates'in öğretmeni Diotema ra
hibeydi: Daha önceki dini ve manevi geleneklerin taşıyıcısı ve ileticisiydiler.
Antik Yunanistan'da gilanik uyamşın pek çok işaretini görebilmemize rağmen,
aynı zamanda bu evrimsel hamleye karşı şiddetli androkratik direnişi de görebiliriz.
Resmi Grek dini, kilit noktalarda bir tahakküm diniydi: Zeus, üstünlüğünü zulüm
ve barba.İ: eylemleriyle kurmuş ve ayakta tutmuştur. Eylemleri arasında tanrıçalara
ve ölümlü kadınlara pek çok tecavüz vak.ası vardır. Önceden Oresteia gibi klasik za
manların büyük ritüel özellikli dramlarında, androkratik erkek tahakkümü ve erkek
şiddeti kurallarının nasıl tesis edileceği ve uygulanacağı vurgulanmıştır. Bu, yönetici
Grek seçkinlerinin politikasını yansıtmıştır. Bu erkekler ne kadar "medeni" olsa da,
eğer kendi baskın konumlarını koruyacaklarsa, androkratik sistemleri belirleyen üç
yönlü, erkek tahakkümü, otoriterlik ve kurumsallaşmış sosyal şiddetten oluşan konfi
gürasyonda temel bir değişikliği, onaylayamazlardı.
1 28
Tarihin Diğer Yarısı: l. Kısım
Androkratik Doğru ve Yanlış
Hümanizm, Antik Yunan'ı yöneten adamlarca onaylanabilirdi, hatta o zamanlar
da yöneticiler buna hayranlık da duyabilirdi. Ancak yalnız buraya kadar izin verile
bilirdi, daha öteye gidemezdi. Bu açıdan, klasik Yunanistan'da kişisel olaylarda aşırı
acayip ve rahatsız edici olan daha çok şey vardı. Görünüşte zararsız ve yaşlı filozof
Sokrates ölüme mahkum edilmişti. Sokrates gibi büyük bir filozofun bile Atina gençli
ğini "kötüye sevk etmek" suçlamasıyla ölümle cezalandırılmasına yol açan düşünceler
nelerdi? Tabii ki burada önemli olan, bunların kadınlara eşit eğitim ve adalet anlayışı
gibi gücü haklı ve doğru kılan androkratik niteliğe baştan saldıran gilanik sapkınlıklar
içermesiydi.
Sokrates'in güç temelli sınıflamalar içeren bir sisteme meydan okuması, Platon'un
Devlet'inde ifade edilmiştir. Orada Sokrates'in kadınlara eğitim eşitliği gibi düşüncele
rini buluruz. Bu düşünceler, JeanJacques Rousseau gibi sözde aydınlandığı varsayılan
on sekizinci yüzyıl filozofu tarafından bile şok edici bulunmuştur. Bu klasik Batı felse
fesinde, aynı zamanda Sokrates'in Sofist filowf Glaucon ile diyaloğunu buluruz. Gla
ucon tarafından eklenen ve Sokrates tarafından sıkı şekilde sorgulanan konu, yönetici
sınıfın adalet ve hukuku yalnızca erkeklerin kişisel çıkarlarıdır.
Sofistler de bazen geleneksel maneviyatı hafife almakla suçlanmışlardır, çünkü
bazıları açıkça Grek tanrılarını reddetmiştir. Bu diyalogda Platon, felsefi doktrinlerini
gerçekten zamanının genel geçer maneviyatını bahane etmeden veya yanlış bilgi ver
meden ifade ettiklerini gösterir.41
Sofistlerin belirgin bir biçimde eklektik dünya görüşü, yalnızca Yunanistan'ı yö
neten erkeklere aittir. Bu görüş, bugünün dünyasının çoğunu yöneten erkeklerinkiyle
aynıdır. Çünkü, Sofistler erkeklerin silahlı güçleriyle haklı olduklarını kanıtladıkları
androkratik yaşamın, şimdiki gibi o zaman da, siyasal ve sosyal gerçekliklerinin mane
vi yönünü bildirmenin ötesine gitmişlerdir.
Devlet'te Glaucon, Sokrates'e kanunların en büyük faydasının, güçlülerin çıkarla
rını engellemek olarak görecek kadar açgözlü olan zayıfların icadından başka bir şey
olmadığını söyler. Adalet hakkında ise yalnızca "seçeneklerin en iyisi olan; yanlış yap
mak ve onu atlatmakla en kötüsü olan; birisinin yanlış yapması ve bunun intikamının
alınmaması" arasındaki "uzlaşmadır" der.42
Bu dünya görüşlerindeki -ve adalete bakıştaki- aynılığın İ.Ö. 43 1 ile 403 arasında
ki Peloponnes Savaşının tarihini yazan ünlü Grek tarihçisi ve generali Thucydides'in
yazılarında da ifade edilmesi özellikle aydınlatıcıdır. Thucydides'in tarihinde Atma
lılar ile Melosluların temsilcileri arasındaki bir diyalogda, Atinalılar açık açık Melos
luların neyin doğru veya yanlış olduğuyla ilgilenmediklerini; ilgilendiklerinin belki
doğru olmayan ama işe yarar bir çare olduğunu söylerler. Melos, Cyclades'te Atinalı
ların ilhak etmek istediği küçük bir kent devletidir. Çünkü, "adalet sorunsalı güçlüler
1 29
Riane Eisler
yapabildiklerini yaparken ve zayıflar ne çekmeleri gerekiyorsa çekerken vardır, adalet
yalnızca güç olarak eşit olan taraflar arasında doğar:'43
John Mansley Robinson'ın Grek felsefesi analizinde işaret ettiği gibi, bu çıkar
ahlakı insanların büyük ölçüde "acımasız, aç gözlü, benmerkezci hayvanlar" olduğu
öncülüne dayanır.44 Bunun sonucu, başka bir öncüle de dayanmıştır: insan sınıfla
malarının kuvvete dayanmasının "doğal" ve bundan dolayı haklı olduğu. Bu görüşe
göre, Aristoteles'in Politika'da ortaya koyduğu gibi, doğada yönetmek anlamına gelen
unsurlar ve yönetilmek anlamına gelen unsurlar vardır. Başka bir ifadeyle, sosyal ör
gütlenmeyi yönetme zorunluluğu ilkesi, bağlama yerine sınıflamadır. Ve Aristoteles'in
açıkça ifade ettiği gibi, androkratik felsefenin ve yaşamın temellerini birbirine eklem
leyerek, tam da kölelerin doğal olarak özgür adamlar tarafından yönetilmek için var
olmaları gibi, kadınların erkekler tarafından yönetilmek için var olduklarını söyleyebi
liriz. Başka türlüsü gözlernlenebilirse, "doğal" düzeni çiğnemek olur.45
Gördüğümüz gibi, aynı felsefi öncüller, Batı medeniyetini şekillendiren diğer te
mel gelenek olan Yahudi-Hıristiyan mirasımız için hayati bir konumda olmuştur. Bu
rada bunlar, doğuştan günah ve Tanrı'nın erkeğin üzerinde, erkeğin kadının, çocuk
ların ve doğanın üzerinde sınıflandığı dini mitoloji gibi Hıristiyan düşünceleri, Tanrı
tarafından emredilmiş olarak sunulmuştur.46
Aslında, eğer Hıristiyan tarihini çalışırsak sınıflama düşüncesini ifade etmek için
kullanılagelen terimin, başlangıçta Kilisenin yönetimine gönderme yapan "hiyerarşi"
olduğunu öğreniriz. Grekçe
hieros ( kutsal)
ve arkhia'dan
(yönetim)
türer. Kiliseye
başkanlık eden erkeklerin rahipler ve Hıristiyan Avrupa halkı üzerinde idame ettiği
aşama sıralarını ve güç seviyelerini betirnler.47
Fakat Yahudi-Hıristiyan mirasımızın bir, çok farklı yönüne temel olan, sıklıkla
zayıf ancak hala ısrarlı bir ümidi vardır. Söz konusu ümit, insanlığmmanevi evriminin
hala bir gün bizi barbarlık ve baskı çirkefine batmış sistemden kurtarıp özgür kılaca
ğıdır. Bu, izleyen bölümde göreceğimiz gibi, iki bin yıl önce Batı kurallarında ikinci
veya gilanik bir dönüşüm meydana getirebilme ihtimali bulunmuş olan yönümüzdür.
130
Dokuzuncu Bölüm
Tarihin Diğer Yarısı:
il.
Kısım
Yaklaşık iki bin yıl önce Galile Gölü' nün kıyılarında kibar ve şefkatli bir genç Ya
hudi, zamanının yönetici sınıflarını ve dini otoritelerini Fiüstin halkını sömürmek ve
baskı altında tutmakla suçladı. Evrensel aşkı anlattı ve dünyanın bir gün yumuşak baş
lılara, alçak.gönüllülerle zayıflara miras kalacağını öğretti. Bunun ötesinde, hem sözleri
hem eylemleriyle sık sık kültürünün kadınlara yüklediği erkeklere tabi olan ve ayrımcı
konumu reddetti. Kadınları muhatap almanın sapkınlık sayıldığı bir zamanda, kadın
ları da rahat bir şekilde muhatap alarak İsa, herkesin manevi eşitliğini bildirdi.
Kutsal Kitap'a göre, zamanının yetkililerinin İsa'yı radikal düşüncelerinin ne pa
hasına olursa olsun susturulması zorunlu olan tehlikeli bir devrimci saymaları şaşırtıcı
değildir. Erkeklerin kadınlar üzerinde sınıflanmasının bütün insan sınıflamaları için
model olduğu androkratik sistemin bakış açısından bu düşüncelerin ne kadar radikal
olduğu, kısa ve özlü şekilde Galatyalılar 3:28'de ifade edilmiştir. Burada Hz. İsa'nın
İncili'ni takip edenleri okuyoruz, ''Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle, ne erkek ne dişi
ayrımı var. Hepiniz Mesih İsa'da birsiniz:··
• Ç N. : Türkçe çeviri, Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001, s. 1 483'ten aynen alıntılan
mıştır.
131
Riane Eisler
Leonard Swidler gibi bazı Hıristiyan teologları, Hz. İsa'nın feminist olduğunu,
çünkü resmi veya "kutsal" metinlerde bile zamanının kadınlara ayrımcılığım ve boyun
eğdirmesini reddettiğini vurgulamışhr. 1 Fakat feminizmin birincil amacı kadınların
özgürlüğüdür. Dolayısıyla Hz İsa'ya feminist demek tarihi olarak doğru olmayacaktır.
Daha doğru olan, Hz. İsa'nın doktrinlerinin insan ilişkilerinde gilanik bir bakışı bün
yesinde topladığıdır.
Bu görüş, yeni değildi ve -vurguladığımız gibi- Eski Ahit'in ortaklık toplumuy
la tutarlı olan kısımlarını da içeriyordu. Fakat Galileli bu genç marangoz tarafından
güçlü bir biçimde birbirine eklemlenmişti. Gerçekten de zamanının dini seçkinlerinin
gözünde sapkıncalıydı. Kadınların özgürleşmesinin merkezi vurgusu olmamasına rağ
men, eğer Hz. İsa'nın verdiği vaazlara kültürel dönüşüm teorisinin yeni bakış açısın
dan bakarsak, çarpıcı ve birleştirici bir tema görürüz: androkratik değerlerin gilanik
değerlerle yer değiştirmesi yoluyla bütün insanlığın kurtuluşu vizyonu.
Hz. İsa ve Gilani
Yeni Ahit'te görünüşte Hz İsa'yı tanıyan havarilere atfedilen yazıların, Matta,
Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri'nin, genellikle "gerçek" Hz. İsa'ya dair en iyi kay
naklar olduğu düşünülür. Bunların da Hz. İsa öldükten yıllar sonra yazılmalarına ve
şüphesiz yoğun şekilde yayıma hazırlanmalarına rağmen, muhtemelen Hz. İsa'nın
doktrinlerini Elçilerin İşleri veya Korintliler gibi diğer kısımlardan daha bütünlük içe
risinde yansıtırlar.
Burada bulguladığımız, tahakküm ideolojisinin esasının, üstün-erkek/ aşağı- ka
dın (türü) modelinin birkaç istisnaya rağmen söz konusu yazılarda bulunmadığıdır.
Onun yerine, bu yazılara nüfuz eden Hz. İsa'nın manevi eşitlik mesajıdır.
Daha da çarpıcı -ve yaygın- olan; Hz. İsa'nın doktrinleri, "kadınca değerleri"
ikincil veya destekleyici bir konumdan birincil ve merkezi konuma yükseltmemiz ge
rektiğini gösterirler. Şiddet eğilimli olmamalıyız fakat onun yerine diğer yanağımızı
dönmeliyiz; bize ne yapılmasını istiyorsak diğerlerine bunu yapmalıyız; komşularımı
zı ve hatta düşmanlarımızı sevmeliyiz. Katılık, saldırganlık ve tahakküm gibi "erkekçe
erdemler" yerine, her şeyin üstünde değer vermemiz gereken; karşılıklı sorumluluk,
şefkat, yumuşaklık ve sevgidir.
Yalnızca Hz.İsa'nın öğrettiğine değil mesajını nasıl yaymaya başladığına yakından
baktığımız zaman da tekrar tekrar ortaklık toplumunun İncil'iyle vaaz verdiğini far
kederiz. Yüksek konumlu erkeklerin -Hz. İsa'nın zamanında rahipler, soylular, zengin
erkekler ve krallar- Tanrı'nın sevgili kulları olduğu dogmasını reddetmiştir. Kadınlarla
serbestçe kaynaşmış, böylelikle açıkça zamanının, erkeği üstün gören kurallarını red-
1 32
Tarihin Diğer Yarısı: il. Kısım
detmiştir. Ve gerçekten kadının ölümlü bir ruhu olup olmadığını tartışan daha sonraki
Hıristiyan bilgelerinin tam tersine, Hz. İsa, nihai tahakküm mesajı olan, kadınların
manen erkeklerden aşağı olduğunu vaaz etmemiştir.
Hz. İsa'nın gerçekten var olup olmadığı uzun süredir tartışılmaktadır. (Çok iyi
belgelenmiş) iddia şudur ki, çok şüpheli Hıristiyan kaynaklarından başka doküman
larda varolduğunun kanıtı kesinlikle yoktur. Analistler de pratikte Hz. İsa'nın hayatın
daki bütün olayların, aynı zamanda öğretilerin, diğer dinlerin mistik karakterlerinde
ve ifade kalıplarında göründüğünü vurgulamaktadır. Bu da Hz. İsa'nın erken dönem
kilise liderlerinin amaçlarına hizmet etmek için başka yerden ödünçlemelerle üretildi
ğini gösterecektir. İlginç biçimde, Hz. İsa'nın tarihsel kimliği için en zorlayıcı tartışma,
onun feminist ve gilanik düşünce ve eylemleridir. Çünkü, gördüğümüz gibi, sistemin
önde gelen gereği, androkratik değerleri reddetmek yerine, destekleyen tanrıların ve
kahramanların üretilmesi olmuştur.
Böylelikle, Yuhanna 4:7-27'de okuduğumuz gibi, kadınlarla açıkça konuşmak
yoluyla zamanının androkratik törelerini çiğneyen bir karakterin niçin icat edildiği
ni anlamak zordur. Ve havarileri; kadınlarla hiç konuşmaması gerektiği, daha sonra
konuşmalarının bu kadar uzun olmaması gerektiği nedeniyle "şaşırmışlar"dır. Hz. İsa,
efendileri olmayan bir adamla cinsel ilişkide bulunma şeklindeki iğrenç günahtan suç
lu bulunan kadınların, erkek derebeylerinin görüşüne göre, öldürülmek üzere gele
neksel olarak taşlanmasına göz yummayacaktır.
Luka 10:38-42'de, Hz. İsa'nın açıkça kadınları arkadaşları arasına aldığını -hatta
onları hakir rollerinden uzaklaşmaları ve kamusal hayata aktif olarak katılmaları için
böyle yaptığını- okuruz. O, eylemci Meryem'i evdeki kız kardeşi Martha'dan çok över.
Ve resmi İncil'lerin her birinde Mecdelli Meryem'i ve ona nasıl saygı ve şefkatle dav
randığını okuruz. Mecdelli Meryem muhtemelen fahişeydi.
Daha da şaşırtıcı olan, İncil'lerden öğrendiğimiz şudur ki, göğe yükselen Hz.
İsa'nın ilk göründüğü Mecdelli Meryem'dir. Ölümünden sonra boş mezarında ağla
yan, mezarını koruyan, Mecdelli Meryem'dir. Orada Hz. İsa'nın ona çok ünlü on iki
erkek havarisinden herhangi birinin düşleminde görünmesinden önce göründüğü bir
vizyonu vardır. Ve Hz. İsa'nın, diğerlerine göğe yükselmek üzere olduğu bilgisini ilet
mesini istediği kişi Mecdelli Meryem'dir.2
Zamamnda -hala olduğu gibi- Hz. İsa'nın öğretilerinin kadınlar için büyük çeki
ciliği olması şaşırtıcı değildir. Hıristiyan ilahiyatçıların buna nadiren gönderme yap
masına rağmen, (kutsal) resmi yazılarda ve Yeni Ahit'te, kadınları Hıristiyan önderler
olarak buluruz. Örneğin, Elçilerin İşleri 9:36'da Hz. İsa'nın Tabitha veya Dorcas isimli
havarisinin ünlü, resmi on iki sayısı içinde açıkça yer almadığını okuruz. Romalılar
16:7'de Pavlus'un harekette kendisinin üstü olan Yunya isimli bir kadın havariyi say
gıyla selamladığını buluruz. "Sizin için çok çalışmış olan Meryem'e selam söyleyin.
Mesih'in elçileri arasında tanınmış ve benden önce Mesih'e inanmış olan soydaşlarım
133
Riane Eisler
ve hapishane arkadaşlarım Andronikus'la Yunya'ya selam edin"" (vurgu sonradan ek
lenmiştir).
Bazı araştırmacılar, Yeni Ahit'teki İbranilere mektubun gerçekten Priscilla adında
bir kadın tarafından yazılmış olabileceğine inanmaktadır. Yeni Ahit'te, Paul ile çalışan
Aquila'nın karısının, kadınların isimleri geleneksel olarak kocalarından sonra gelme
sine rağmen genellikle kocasınınkinden önce belirtilen kendi adıyla çalışıyor olduğu
betimlenir.3Ve tarihi öneme sahip Teolog Constance Parvey'nin işaret ettiği gibi, Elçi
lerin İşleri 2:17'de kadınların açıkça "peygamberler" olarak atandığını okuruz. Burada
"Bütün insanların üzerine Ruhum'u dökeceğim, Oğullarınız, kızlarınız peygamberlik
te bulunacaklar""' (vurgu sonradan eklenmiştir).
Böylelikle, açıkça, zamanın katı erkek tahakkümü için kuvvetli sosyal baskılara
rağmen, kadınlar ilk Hıristiyan topluluklarında önde gelen roller aldılar. Teolog Elisa
beth Schussler Fiorenza'nın vurguladığı gibi bu, Yeni Ahit'te belirtilen ilk Hıristiyan
ların toplantılarının çoğunun kadınların evlerinde yapıldığı gerçeği ile daha da doğru
lanır. Koleseliler 4: 15'te, örneğin, Nymphia'nm evindeki kiliseyi okuruz.1 Korintliler
l : l l'de Chlow'ın evinin içindeki kiliseyi okuruz. Elçilerin İşleri 16: 14, 1 5 ve 40'ta
Philippi'deki kilisenin iş kadını Lydia'nın Hıristiyanlığa katılmasıyla başladığını oku
ruz. Vesaire vesaire.4
Daha önce vurgulandığı gibi, Yeni Ahit'te Mecdelli Meryem hakkında okuma
yı sürdürdüğümüzde fahişe olarak betimlenen Mecdelli Meryem'in - kocasının veya
efendisinin cinsel kölesi olması gerektiği şeklindeki en temel androkratik kanunu
çiğnediğini görürüz. Bu girişim onun saygınlığını azaltmasına rağmen, erken dönem
Hıristiyan hareketinin önemli bir üyesidir. Aslında, Mecdelli Meryem'in Hz. İsa öl
dükten sonra erken dönem Hıristiyan hareketinin lideri olduğuna dair çarpıcı kanıtlar
vardır. Okunması yasaklanan dokümanların birinde Mecdelli Meryem, bazı Hıristi
yan mezheplerinin Hz. İsa'nın meydan okuduğu türden sınıflamaların yeniden empo
ze etmelerine şiddetle karşı çıkan kişi olarak betimlenir. Bu mezheplerin önderlerinin
Yeni Ahit'e koymayı planladığı metinlerde kesinlikle yer almadığının kanıtı vardır.
Androkratik zihniyet için, Hz İsa'nın gilanik bir karşıdevrimde yer aldığı düşün
cesi kabul edilemezdir. Hikayeyi başka türlü anlatırsak, iğne deliğinden geçmek bile
bugün arabaların tamponlarında "Hz İsa'ya yanlış yapmayın" diye uyaran çıkartmalar
taşıyan köktendincilerin z�hinlerine böyle bir düşüncenin girmesinden daha kolaydır.
Hz. İsa'nın kendisi niçin kadınların ve kadınca değerlerin boyun eğen konumunun
yükseltilmesi ile ilgilenmiştir? Oysa onlar için Hz. İsa, geleneksel tanımıyla, kadın
konuları olarak adlandırılan konulardan kesinlikle çok daha önemli konularla ilgilen
miştir.
• ç. N.: Türkçe çeviri, Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001, s. 1 443'ten aynen alıntılan
mıştır.
•• ç. N.: Türkçe çeviri, Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001, s. 1373'ten aynen alıntılan
mıştır.
1 34
Tarihin Diğer Yarısı: il. Kısım
Aslında, Hz. İsa'nın ne yaptıysa yalnızca onu anlatması çarpıcıdır. Çünkü İsa'nın
kendisi androkratik bir üründür. O, Yahudiliğin hala katı şekilde erkek egemen olduğu
zamanda doğan bir Yahudi'dir. Bu devir, Yuhanna 8:3-1 l'de okuduğumuz gibi, kadın
ların hala zina, başka bir ifadeyle kocasının veya efendisinin cinsel miilkiyet haklarını
çiğnemesi yüzünden taşlanarak öldürüldüğü devirdir. Bu şartlarda Hz. İsa'nın yal
nızca bu taşlamaları önlemesi değil, aynı zamanda böyle yaparak kutsal metinlere ve
Ferisiler'e karşı çıkması çok anlamlıdır. Ferisiler, bu durumu, kasıtlı olarak onu tuzağa
düşünmek amacıyla onun tehlikeli bir asi olduğunu ilan etmek için kullandılar.
Ancak, Hz. İsa'nın gilanik öğretilerirıin o kadar çarpıcı olmayan bir yönü vardır.
Hz. İsa, uzun zamadır gelmiş geçmiş en büyük manevi kişiliklerden birisi olarak tanın
mıştır. Bir mükemmellik ölçütü olarak, Kutsal Kitap'ta betimlenen bu kişilik istisnai
şekilde yüksek seviyede duyarlılık ve zeka, aynı zamanda cesaret sergiler. Bu sayede
kurulu otoriteye karşı çıkmış ve, hayatını riske atarak zulüm, baskı ve açgözlülük aley
hinde konuşmuştur. Dolayısıyla O'nun çevresini kuşatmış tahakküm, eşitsizlik ve fe
tih gibi, tüm irısan hayatını alçaltan ve bozan "erkekçe" değerlerin, şefkat, sorumluluk
ve sevgiye dayalı daha yumuşak, daha "kadınca" değerlerle yer değiştirmesi gereğirıin
farkında olması şaşırtıcı değildir.
Hz. İsa manevi evrimimizin, insan ilişkilerinin şiddet destekli sınıflamalara dayalı
yapılandırılması yoluyla engellendiğini biliyordu. Bu temel bir sosyal dönüşüme yol
açabilirdi. Bizi androkratik sistemden kurtarabilirdi. Fakat gilanik dirilişin diğer za
manlarındaki gibi sistemin direnci de çok kuvvetliydi. Ve sonuçta kilise babaları bize
sık sık Kilise'nin daha sonraki androkratik yapı ve amaçlarının haklı kılınması için ge
reken çelişkili dogmaların eklenmesiyle bastırılmış bir Yeni Ahit bıraktılar.
Baskı Altında Tutulan Metinler
Eski şaheserlerin kendi gerçeklikleri, katman katman bozulan tamamlayıcı boya
yı, kiri ve eski gomalağı kazıyarak çıkarmaları gereken sanat restoratörlerince ortaya
çıkarılmıştır. Gilanik Hz. İsa da şimdi, Yeni Ahit'in altında yatan ve ötesinde olanlara
dair ilahiyatçı ve din tarihçilerinin akademik çalışmalarıyla benzer şekilde ortaya çı
karılıyor.
Erken dönem Hıristiyanlığının gerçek doğasının daha iyi anlaşılması için, Yeni
Ahit'te bulunan resmi metinlerin dışına çıkmak zorundayız. Bir kısmı yalnızca yeni
keşfedilmiş diğer Hıristiyan kaynaklarına başvurmak zorundayız. Bunlar içinde, en
önemli -ve en açıklayıcı- olan Yukarı Mısır'da bir il olan Nag Hammadi'de, 1945'te
gün yüzüne çıkarılan elli iki Gnostik İncil'dir.5
Prirıceton'da dini çalışmalar profesörü olan Elaine Pagels, The Gnostic Gospels
135
Riane Eisler
( Gnostik İnciller) kitabında şöyle yazmaktadır: "Bu metinleri yazan ve dağıtanlar ken
dilerini 'sapkın' görmüyorlardı:'6 Buna rağmen, başlangıçta böyle "sapkın" metinler
hakkındaki bilgiler, bunlara karşı olan insanlardan gelmiştir ve metinlerin orjinalleri,
bize objektif bir görüş sağlayacak kadar paylaşılmamıştır.
Gerçekte ise, bir takım adamlar, daha sonra "Ortodoks," veya "tek doğru" olarak
bilinen kilisenin İ.S. 200'den itibaren çalışarak kontrolünü ele geçirmişler ve böyle
metinlerin tüm kopyalarının yok edilmesini emretmişlerdir. Fakat, Pagels'in yazdığı
gibi, "Birisi, muhtemelen yakındaki St. Pachomius'taki manastırdan bir keşiş, yasaklı
kitapları aldı ve onları yok olmamaları için sakladı. İçinde bulundukları kavanozla gö
mülü olarak yaklaşık 1600 yıl saklı kaldılar:'7 Polisiye bir hikaye olarak bilinen bir dizi
olay yüzünden, bu baskı altında tutulan Gnostik İncillerin keşfinden sonra bir otuz
dört yıl daha geçti ve akademik çalışmalar tamamlanmadı. Sonunda Pagels'in kitabı,
1979'da onları kamuoyunun dikkatine sundu.
Harvard Üniversitesi'nden Profesör Helmut Koester'e göre, bu yeni keşfedilen
kutsal Hıristiyanlık yazıları, Yeni Ahit'in İncillerinden daha eskidir. Koester'in yazdı
ğına göre, bunlar "muhtemelen birinci yüzyılın ( 50- 100) ikinci yarısı kadar eski tarih
lidirler. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna kadar eski veya daha eskidirler."8
Gnostik İnciller, bu androkrasinin uzun süredir Batı'nın ölçütü olduğu bir dö
nemde yazılmışlardır. Gilanik belgeler değildirler. Ancak buna rağmen onların içinde,
tahakküm toplumunun kurallarına güçlü bir meydan okuma bulunur.
gnosis veya bilgi kelimesinden türer. Bu, hala yaygın
agnostik teriminin zıddıdır. Agnostik, böyle bir bilginin kesin olarak
"Gnostik" terimi Yunanca
olarak kullanılan
bulunamayacağına veya bilinmez olduğuna inanandır. Diğer mistik Batı ve Doğu dini
gelenekleri gibi, Gnostik Hıristiyanlık görünüşte sapkın olmayan, Mistik ya da Yüce
Tanrısal Gerçekliğin sırlarının dini disiplin veya ahlaklı yaşamakla herkes tarafından
bulunabileceği görüşünü ortaya koyar.
O zaman Gnostisizm hakkında bu kadar sapkın olan nedir ki, yasaklanmak zo
runda kalmıştır? Bu, Gnostik İncillerde bulduğumuz, İbrani rahiplerin Hz. İsa'ya
hakaret etmelerine ve ondan kurtulma yolları aramalarına yol açan şeyle tam olarak
aynı düşüncedir. Bu, Tanrı' ya ulaşmak için başında hahambaşı, yüksek piskopos veya
papa olan dini hiyerarşi aracılığının gerekmediğidir. Onun yerine, doğrudan ruhsal
bilgi veya Tanrısal bilgi yoluyla Tanrı'ya ulaşılabilir. Bunun için otoriter rahiplere biat
etmek veya gelirin yüzde onunu ödemek gerekmez.
Bu kutsal metinlerde, hem resmi metinlerin hem de daha önceden keşfedilen
Gnostik pasajların okumasında "Ortodoks" Hıristiyan rahiplerince sansürlenen, uzun
süredir şüphe edilen bir şeyin doğrulamasını buluruz. Bu da erken dönem Hıristiyan
hareketinde en önemli karakterlerden biri olan Mecdelli Meryem'dir.
Meryem İncili nde
'
onun Hz. İsa'yı göğe yükselirken (aynı zamanda resmi Mat
ta ve Yuhanna'da geçtiği kayıtlı olan) ilk gören olduğunu tekrar okuruz.9 Burada aynı
1 36
Tarihin Diğer Yansı: il. Kısım
zamanda Hz. İsa'nın Mecdelü Meryem'i geriye kalan tüm müritlerinden daha çok
sevdiğini okuruz. Bu da Gnostik Philip İncili'nde doğrulanmaktadır. ıo Fakat erken
dönem Hıristiyanlık tarihinde Meryem'in tam olarak ne kadar önemli rol oynamış
olabileceği, yalnızca bu baskı altında tutulan metinlerin ışığında ortaya çıkar. Meryem
İncili'nde, Hz. İsa'nın ölümünden sonra Mecdelli Meryem Hıristiyanların önderiydi.
Yeni dini hiyerarşinin başı olarak Pavlus'un otoritesine meydan okuyacak cesareti var
dı. Pavlus'un iddiası, yalnızca kendisinin ve rahiplerinin ve piskoposlarının Tanrı'yla
doğrudan bağı olduğuydu.11
Pagels "Meryem İncili'nin siyasal sonuçlarını düşünün," der. "Meryem'in Pavlus'a
karşı koymasıyla, Pavlus'un ardılı olduklarını iddia eden rahiplerin ve piskoposların
otoritesine meydan okuyan gnostikler de Meryem'i örnek alarak böyle yaptı:'12
Bu durumda; başında Pavlus'un bulunduğu, artan ölçüde hiyerarşik kilise ile
çoğu Gnostikler ve Montanistler ve Maronitler gibi mezheplerin aralarında yer aldı
ğı, aralarında öğreti farklılıkları olan daha eski Hıristiyan toplulukları ortaya çıktı. Bu
mezheplerin çoğu, şimdi kilise babaları olarak betimlenen adamların tersine, yalnızca
kadınları mürit, peygamber ve Hıristiyanlığın kurucusu olarak onurlandırmadı, aynı
zamanda Hz. İsa'nın manevi eşitlik öğretilerine liyakatın ölçütü olarak kadınlara lider
likte de yer verdiler. 13
Temel gilanik prensipler olan bağımlı hale getirme ve katı sınıflamalardan ka
çınma gibi değerleri daha da vurgulayarak bazı Gnostik mezhepler, önderlerini her
görüşmede kurayla seçtiler. Bunu, kiliseyi Lyons'ta İ.S. yaklaşık 180'de idare eden Pis
kopos lrenaeus gibi Gnostisizmin düşmanlarının yazdıklarından da biliyoruz. 14
Pagels şöyle yazmaktadır: "Ortodoks Hıristiyanların ruhban sınıfı ile halk arasın
da artan ölçüde ayrım yaptığı bir zamanda, Gnostik Hıristiyanlar grubu, kendi arala
rında bu farklılığı tanımayı reddettiklerini gösterdiler. Üyelerini hiyerarşi içinde üst
ve ast düzenine göre sınıflamak yerine, tam eşitlik prensibini uyguladılar. Bütün yeni
üyeler, erkekler ve kadınlar benzer şekilde, kura çekilişine eşit olarak katıldılar: herkes
rahip, piskopos veya peygamber seçilebilirdi. Üstelik, her toplantıda kura çektikleri
için, kuranın farklılıkları bile asla sürekli bir 'derecee' ifade etmezdf'15
Hiyerarşi temelü gücü her yerde ele geçiren androkratik Hıristiyanlar için, böy
le uygulamalar korkunç iğrençliklerdi. Örneğin, "ortodoks" konum için İ.S. yaklaşık
190'da yazan, Tertullian çileden çıkarak şunları söylüyordu: "Onların tümünün her
şeye eşit ulaşımı var, eşitlik içinde dinliyorlar, eşit olarak dua ediyorlar - eğer olurlarsa
pagan gibiler:' Benzer şekilde çileden çıkarak "barış öpücüğünü de onlara gelen kim
olursa olsun ayrım yapmadan paylaşıyorlar," diyordu. ı63
Fakat Tertullian'ı en çok çileden çıkaran, -onun ve takipçisi piskoposların kili
seye empoze etmeye çalıştığı hiyerarşik altyapı temelini tehdit eden- kadınların eşit
konumuydu. Pagels şunları vurgulamaktadır: "Tertulüan özellikle erkeklerle otorite
konumlarını paylaşan 'sapkınlar arasındaki kadınların' katılımını protesto etmektedir.
137
Riane Eisler
'Öğretmenlik yapmaktalar, tartışmaya katılmaktalar; şeytan çıkarmaktalar; tedavi et
mekteler' - Tertullian onların aynı zamanda piskopos olmaları anlamına gelecek vaftiz
bile yapabilmelerinden şüphelenmektedir!"17
Tertullian gibi erkekler için erkeklerle kadınların manen eşit olduğu düşüncesin
den daha da büyük yalnızca bir "sapkınlık,'' vardı. Bu, şimdi kendilerini yeni "kilisenin
prensleri" olarak konumlandıran erkeklerin büyüyen gücünü en temelden tehdit eden
bir düşünceydi: kutsal gücün kadın olduğu düşüncesi. Bu durum, resmi veya Yeni
Ahit metinlerinde yer almayan ve tam anlamıyla Hz. İsa'nın erken dönem takipçile
rinden bazılarının öğrettiği şeydi.
Erken dönem, ve görünüşe göre hala hatırlanan, Tanrıça'nın Anne ve Her Şeyi
Bahşeden olarak görüldüğü geleneği izlersek, Valentinus ve Markos, Anneye "Mistik
ve Sonsuz Sessizlik" olarak, "Her Şeyden Önce Olan Zerafet" olarak ve "Kesintisiz
Bilgelik" olarak dua ettiler.18 Bir diğer metin, Trimorphic Protennoia (Üç Şekilli Esas
Düşünce) adındaki eserde; Tanrıça'nın zeki, basiret ve feraset gibi güçlerinin övgüsü
nü buluruz. Metin bir Tanrısal karakterin konuşmasıyla açılır: "Ben Protennoia Işığın
evinde oturan Düşünceyim... O Herşey'den önce varolandır... Her yaradılan içinde
hareket ederim. Ben algı ve Düşünceyim, Düşünce manalarıyla çıkan Sesim. Ben ger
çek Sesim:'19
Gnostik Öğretmen Simon Magus'a atfedilen diğer bir metinde, cennetin kendisi
yaşamın başladığı yer - Anne'nin rahmi olarak betimlenir.20 Markos veya Theodotus'a
(i.S. 160 yılı civarı) atfedilen öğretilerde, "erkek ve kadın unsurların birlikte Anne'nin
en iyi ürününü; Bilgelik'i oluşturduğunu" okuruz.21
Bu "sapkınlıklar" hangi şekilde olursa olsun, açıkça Tanrıça'ya tapınıldığı ve ra
hibelerin onun yeryüzündeki temsilcileri olduğu zamandan gelen dini gelenekten tü
remişlerdir. Buna bağlı olarak, Kutsal Bilgelik, neredeyse tamamen kadın olarak kişi
leştirilmiştir. Her ikisinin anlamı "bilgelik" veya "kutsal bilgi" olan İbranice hokma ve
Grekçe sophia gibi dişil kelimelerde, aynı zamanda hem Doğu'daki hem Batı'daki diğer
antik mistik geleneklerde hala bunu buluruz.22
Bu sapkınlıkların aldığı diğer bir biçim, kutsal aileyi betimledikleri "ortodoks ol
mayan" şekildir. Pagels şöyle rapor etmektedir: "Bir grup Gnostik, kaynağı gizli bu
geleneği Hz. İsa'dan James yoluyla ve Mecdelli Meryem yoluyla aldıklarını iddia et
mektedir. Bu grubun üyeleri, 'Baba' senden ve Anne, senin yolunla iki ölümsüz isim,
Tanrısal varlığın Ebeveyni ve Sen, cennette oturan, insanlık, güçlü isimle: ifadeleriyle
hem Tanrısal Baba'ya hem de Anne'ye dua etmiştir"23
Benzer şekilde, öğretmen ve şair Valentinus'un öğrettiğine göre her ne kadar Tan
rı betimlenemezse de, Tanrısallık hem kadın hem erkek prensiplerinden oluşan bir
çift olarak hayal edilebilir.24 Diğerleri ise daha yüzeyseldi, Tanrısallığın eril düşünül
mesi gerektiğinde ısrar ediyorlardı. Veya kutsal ruhu kadınca betimliyorlardı, böylece
geleneksel Katolik Üçleme terimleriyle, Babanın Kutsal Ruh veya Tanrısal Anne ile
birliğinden, Oğulları, Mesih İsa geldi.25
138
Tarihin Diğer Yarısı: il. Kısım
Gilanik Sapkınlıklar
Erken dönem Hıristiyanlar, yalnızca "kilise babalarının" büyüyen gücüyle tehdit
edilmedi; aynı zamanda düşünceleri erkek egemen aileye doğrudan meydan okuma
olarak algılandı. Bu görüşler, ataerkil ailenin dayandığı erkeğin kadın üzerinde Tanrı
sal olarak emredilmiş otoritesini baltalıyordu.
Kutsal Kitap araştırmacıları, sık sık erken dönem Hıristiyanlarının hem İbrani
hem de Roma otoritelerince bir tehdit olarak algılandığını vurgulamıştır. Bu, pek de
Hıristiyanların İmparatora tapınmada ve devlete bağlılıkta isteksiz olmalarından kay
naklanmıyordu. Batı Almanya'da, Tübingen'de Hıristiyan Köken Çalışmaları Enstitü
sü eski Başkanı Profesör S. Scott Bartchy, Hz.İsa ve takipçilerinin öğretilerinin varolan
aile geleneklerini sorgulayan tehlikeli derecede radikal olarak algılanması için daha da
zorlayıcı bir sebebe işaret etmektedir. Kadınları kendi başlarına kişiler olarak düşün
düler. Temel tehditleri, Bartchy'nin vardığı sonuca göre, o günün her ikisi de kadınları
ikinci derece gören hem Roma hem Yahudi aile yapılarına "saygı göstermeyen" oriji
nal Hıristiyanlar olmalarıydı.26
Eğer aileye daha büyük dünyanın -ve küçük ve yumuşak başlı bir çocuğun bildiği
tek dünya- bir mikro örneği olarak bakarsak babanın sözünün kanun olduğu, erkek
egemen aileye bu "saygısızlık," kuvvet destekli sınıflamaya dayalı sisteme temel bir
tehdit olarak görülebilir. Bu durum, günümüzde bu zihniyetteki kadınların ve "daha
az da erkeklerin," hala yerlerini bildikleri "geleneksel" aileye, "eski güzel günlere" niçin
geri dönmeye zorladıklarını açıklar. Aynı zamanda iki bin yıl önce Hz. İsa'nın kendi
İncil'inde şefkat, pasif direniş ve sevgiyi vaazettiği zaman dünyayı yırtıp ikiye bölen
mücadeleye yeniden ışık tutar.
Zamanımızla güçlü Roma İmparatorluğu'nun -gelmiş geçmiş en güçlü tahakküm
toplumu- çökmeye başladığı o çalkantılı yıllar arasında pek çok benzerlik vardır. İki
dönem de, "kaos" teorisyenlerinin artan sistem eşitsizliği dediği durumlardır. Bu dö
nemler, benzeri görülmemiş ve tahmin edilemeyen sistem değişikliklerinin meydana
gelebileceği zamanlardır. Hz. İsa'nın ölümünden hemen önceki ve sonraki yıllara and
rokrasi ve gilani arasındaki süren çatışmanın bakış açısından bakarsak, zamanımız gibi
bunun da güçlü gilanik diriliş devri olduğunu buluruz. Bu büyük bir sürpriz değildir,
çünkü -Nobel Ödülü kazanan- termodinamikçi Ilya Prigogine'in yazdığı üzere böyle
büyük sosyal bozulma dönemleri boyunca başlangıçtaki küçük "dalgalanmalar" sis
temlerin dönüşümüne yol açabilir.27
Eğer erken dönem Hıristiyanlığına, ilk kez Roma İmparatorluğu'nun eşiğinde
küçük Yuda ilinde ortaya çıkan kültürel evrimimiz için başlangıçtaki küçük bir dal
galanma olarak bakarsak, potansiyeli ve başarısızlığı daha büyük acı yaratır. Üstelik,
erken dönem Hıristiyanlığa tüm farklı sistemlerde olanları birbiriyle ilişkilendirerek
bakan daha geniş bir teorik çerçeveden bakarsak, gilanik dirilişin diğer görünümleri
nin, o dönem Roma içinde bile bulunduğunu görebiliriz.
139
Riane Eisler
Örneğin, Roma'da eğitim değişiyordu, aristokrat kızlara ve delikanlılara bazen
aynı müfredat uygulanıyordu. Teoloji Tarihçisi Constance Parvey'nin yazdığı gibi,
"İ.S. birinci yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun içinde pek çok kadın eğitimliydi, ba
zıları kamu hayatında çok etkiliydi ve geniş özgürlükleri vardı:'28 Hala kanuni kısıtla
malar vardı. Romalı kadınların erkek korumalarının olması zorunluydu ve kadınlara
asla oy kullanma hakkı verilmedi. Fakat, özellikle üst sınıflarda, kadınlar artan ölçüde
kamu hayatına giriyordu. Bazıları sanatla ilgileniyordu. Diğerleri tıp gibi mesleklere
giriyordu. Hala diğerleri iş dünyasında, mahkemelerde ve sosyal hayatta yer alıyordu,
atletizmle ilgileniyor, tiyatroya, konserlere gidiyor, spor olaylarına katılıyor ve erkek
korumaya ihtiyaç duymadan seyahat ediyorlardı. 29 Başka bir ifadeyle, hem Parvey
hem de Pagels'in vurguladığı gibi, bu dönemde kadınların özgürlüğüne doğru bir ha
reket vardı.
Köle isyanları ve çevre illerde ayaklanmalar gibi androkratik sisteme diğer mey
dan okumalar da vardı. Bar Kokha önderliğinde Yuda'nın sonunu gösteren Yahudi is
yanı vardı (i.S. 132- 135) .3° Fakat androkrasinin kuvvete dayalı sınıflamalarına meydan
okundukça, erken dönem Hıristiyanlar pasif direnişi benimserken, şefkat ve barıştan
söz ederken, Roma daha despot oldu ve daha çok şiddet uyguladı.
İmparatorların aşırılıklarının (Hıristiyan Konstantin dahil) ve Roma
İmparatorluğu'nun numaralarının tümü korkunç biçimde ortaya çıktıkça, bu kanlı
tahakküm toplumuna gilanik meydan okuma başarısız oldu. Gerçekten, Hıristiyanlık
içinde bile, gilani başarıya ulaşamadı.
Sarkaç Geriye Doğru Sallanıyor
Pagels şöyle gözlemektedir: "Hıristiyan kadınların önceki kamu etkinliklerine
rağmen, 200 yılına gelindiğinde, Hıristiyan topluluklarının çoğunluğu, Pavlus'un gö
rüşlerindeki anti-feminist unsuru vurgulayan (ve abartan) Timothy'ye Pauline mek
tubunu -kanonik olarak sahte mektubu- onayladı: 'Kadının bütün boyun eğiciliğiyle
sessizliği öğrenmesine izin verin. Ben hiçbir kadının erkeklerin öğretmeni olmasına
ve erkeklerin üzerinde otorite kurmasına izin vermiyorum: (kadın) sessiz kalmalı'. ..
İkinci yüzyılın sonu geldiğinde, kadınların tapınmaya katılması açıkça suçtu: İçinde
kadınların liderliğinin devam ettiği gruplar sapkın olarak etiketlendi:'31
Pagels şunları da yazmaktadır: "Her kim Hıristiyanlığın erken tarihini sorgularsa
(bu alana 'Kilise babalarının' incelenmesi anlamında 'patristik' denmektedir) Thomas
İncili'nde sonuç bölümündeki pasaj iÇin hazırlıklı olacaktır: 'Simon Peter onlara (ta
kipçilere) şunları söyledi: Meryem'i bize bırakın, çünkü kadınlar Yaşam'a layık değil
dir: Hz. İsa dedi ki; 'ben kendim onu erkek yapmak üzere yönlendireceğim, böylelikle
140
Tarihin Diğer Yarısı: il. Kısım
o da siz erkeklere benzer Yaşayan Bir Ruh olabilir. Kendini erkek yapacak her kadın
Cennetin Krallığına girecektir:"32
İnsanlığın yarısının yaşama değer olmaktan böyle açıkça dışlanması -hatta daha
ironik olarak, yarısının hayatının bağlı olduğu kendi bedeninden dışlanması- yalnızca
şimdi geçerli olan androkratik gerileme ve bastırma bağlamında anlam ifade ede.r. Ço
ğumuzun içinin çok derinliklerinde gerçek anlamının ne olduğunu bulamadan bildiği
şeyi doğrulamaya hizmet eder: Hıristiyanlığın özgün sevgi İncili'nde çok yanlış giden
bir şey. Bir İncil başka türlü nasıl Batı tarihimizde bu derece yer alan sofu Hıristiyan
ların diğerlerine karşı ve birbirlerine karşı bütün işkence, fetih ve katliamlarını haklı
çıkarmakta kullanılabilir?
Sonunda, Batı dünyasında tahmin edilemez ve çok büyük sistem değişikliği oldu.
Klasik Roma dünyasının çöküşüyle meydana gelen kaostan, yeni bir çağ şekillendi.
Küçük bir gizem kültü olarak başlayan, yeni Batı'nın dini oldu. Fakat bu "çevredeki is
tilacının" devamlı mesajının birey ve toplumun dönüşümü olmasına rağmen, toplumu
değiştirmek yerine kendisi dönüştü. Ondan öncekiler gibi ve o zamandan beri çoğu
bakımından, Hıristiyanlık androkratik bir din haline geldi. Roma İmparatorluğu'nun
yerini Kutsal Roma İmparatorluğu aldı.
İ.S. 200'e gelindiğinde, bu klasik şekliyle ruhsallık yeniden ortaya çıkarken, Hıris
tiyanlık tam da Hz. İsa'mn başkaldırmış olduğu hiyerarşik ve şiddete dayanan sistem
olma yolundaydı. Ve İmparator Konstantin'in Hristiyan olmasından sonra, devletin
hizmetinde bir silah haline geldi. Pagels şöyle yazmaktadır: "Dördüncü yüzyılda Hı
ristiyanlık resmen onaylanan din olduğu zaman, daha önce polisçe kurban edilen, Hı
ristiyan piskoposlar şimdi onlara emir veriyordu:'33
Hıristiyan tarihlerine göre, İ.S. 3 12'de, Konstantin'in rakibi Maxentius'u yen
mesi, öldürmesi ve imparator ilan edilmesinden önceki gün, batan güneşte Tanrısal
olarak gönderilen bir vizyon gördü: In hoc signo victor seris (bu imzayla muzaffer ola
caksın) kelimelerinin kazıldığı bir haç. Hıristiyan tarihçileri, bu ilk Hıristiyan impa
ratorunun, karısı Fausta'yı diri diri kaynattığı ve kendi oğlu Crispus'un öldürülmesi
emrini verdiğini genellikle belirtmezler.34 Avrupa'nın Hıristiyanlaştırılmasına eşlik
eden katliam ve psikolojik baskılar, ne Konstantin'in özel eylemleriyle ne de kamusal
eylemleri ve Hıristiyan ardıllarınınkilerle sınırlıydı. Kiliseye sapkınlığın şimdi işkence
veya ölümle cezalandırılabilecek haince bir eylem olduğu şeklindeki fermanlar da bu
eylemlere örnek verilebilir.
Artık Kilise liderlerinin kendileri için "yeni düzeni" kabul etmeyeceklerin tümü
ne işkence etmeyi ve onları infaz etmeyi emretmeleri standart bir uygulama haline
gelmişti.35 Aynı zamanda bu yeni androkratik hiyerarşinin yönetimini tehdit edebile
ceği düşünülen bütün "sapkın" bilgiyi metodik olarak baskı altında tutmak, standart
bir uygulamaydı.
Saf bir ruh ve hem anne hem de baba olmaktan çok, Tanrı açıkça erkekti. Ve,
Papa ıv. Paul neredeyse iki bin yıl sonra, l 977'de, kadınların rahipliğinin olamayaca141
Riane Eisler
ğını "çünkü Tanrımızın bir erkek olduğunu" hala söylemektedir.36 Aynı zamanda, Hı
ristiyan çağının başlangıcındaki Hıristiyan topluluklarında özgürce dolaşan Gnostik
İnciller ve onlar gibi diğer metinler, suçlandı ve sapkınlık oldukları gerekçesiyle şimdi
kendilerine Ortodoks, yani tek meşru kilise diyenlerce yok edildi.
Pagels'in yazdığına göre, büfun bu kaynaklar -"gizli İnciller, açıklamalar, mistik
doktrinler- Yeni Ahit koleksiyonunu oluşturan seçilmiş listede yer alanlar arasında
değildir... Gnostik grupların çok saygı gösterdiği gizli metinlerin her biri kanonik ko
leksiyondan çıkarıldı ve kendilerine Ortodoks Hıristiyanlar diyenlerce sapkın olarak
damgalandı. Bu türden yazıları sınıflandırma süreci bittiğinde -muhtemelen 200 yıl
kadar geç- Tanrı için bütün kadınca imgelem gerçekten ortodoks geleneğinden çıka
rılmıştı:'37
Eşitliğe inanan Hıristiyanların, gene Hıristiyanlarca sapkın olarak etiketlenmesi,
erken dönem havari topluluklarında kadınların ve erkeklerin, Hz. İsa'nın liderliğinde
yaşaması ve çalışması, agape'yi veya kardeşçe sevgiyi uygulaması gerçeği çerçevesinde
özellikle ironiktir. Eğer bu el ele yaşayan ve çalışan kadınların ve erkeklerin çoğunun
ölüme Hıristiyan şehitleri olarak gittiklerini düşünürsek, durum daha da ironiktir. Fa
kat şimdi her yerde Hıristiyanlığı kendi yönetimlerini kurmak için kullanan erkekler
için, Hıristiyan hayatı ve Hıristiyan ideolojisi androkratik kılıfa uydurulmak zorun
daydı.
Yıllar geçtikçe, Avrupalı kafırlerin Hıristiyanlaştırılması, tekrar sıkı şekilde doğ
ruluğu kendinden menkül tahakküm niteliğinin bir kez daha eski durumuna getiril
mesi için mazeret oldu. Bu yalnızca resmi Hıristiyanlığı benimsemeyenlerin tümünün
yenilmesi ve kuvvet zoruyla Hıristiyanlığa geçişini gerektirmedi; aynı zamanda "pa
gan" tapınaklarının ve "putlarının" sistematik olarak yok edilmesini ve "sapkın" araş
tırmalarının hala yapıldığı antik Grek akademilerinin kapatılmasını gerektirdi. Zor
kullanarak Kilise'nin "manevi" hakkının kanıtlanması, Rönesans'a kadar, yaklaşık bin
yıl sonra, o kadar güçlü bir hale gelmişti ki, Kilise tarafından "kutsanmayan" her türlü
sanatsal ifade veya deneysel bilginin izlenmesi, pratikte Avrupa'da yer almıyordu. Ve
Hıristiyan otoritesinin ulaşabileceği her yerde, Avrupa'nın dışında bile kitapların top
lu biçimde yakılması dahil hala varolan bütün bilginin sistematik olarak yok edilmesi,
oldukça kapsamlıydı.
Böylelikle, İ.S. 39l'de, 1. Theodosius'un yönetimi altında, artık tamamen and
rokratikleşen Hıristiyanlar, antik bilgi ve bilgeliğin son zengin kaynaklarından bi
risi olan İskenderiye'deki büyük kütüphaneyi yaktılar.38 Daha sonra da Aziz Cyril
(İskenderiye'nin Hıristiyan piskoposu) şeklinde takdis edilecek adamın yardımı ve
suç ortaklığıyla Hıristiyan keşişler, barbarca İskenderiye'nin Neo-Platon felsefe oku
lunun etkileyici matematikçisi, gökbilimci ve filozofu Hypatia'yı istiridye kabuklarıyla
öldürdüler. Şimdi gelmiş geçmiş en büyük araştırmacılardan biri olarak kabul edilen
bu kadın; Cyril'e göre, Tanrı'nın emirlerine karşı gelerek, erkeklere öğretmenlik yaptı
ğı bile söylenen günahkar bir kadındı.39
142
Tarihin Diğer Yarısı: Il. Kısım
Resmi yaptırım gücü olan yazılarında, Pavlus'çu -veya araştırmacıların artan öl
çüde keşfettiği gibi, sahte- Pavlus'çu dogmalar, otoriter şekilde kadının ve bütün ka
dınca olarak etiketlenenlerin aşağı olduğunu ve sıkı biçimde kontrol edilmesi gereken
derecede tehlikeli olduğunu yeniden vurgulamaktadır. Kayda değer olarak Tanrı'yı
hala hem kadın hem de erkek olarak belirleyen ve '"insanlık' tanımının hem erkekler
hem de kadınlar için ortak olduğunu" yazan İskenderiyeli Klement'in yazılarında hala
birkaç istisna vardı.40 Ancak esasında, Hz. İsa'nın önerdiği, içinde erkek ve kadının,
zengin ve yoksulun, Yahudi Olmayan ve Yahudi'nin yer aldığı insan ilişkileri modeli,
Ortodoks Hıristiyan Kilisesinin ideolojilerinden ve günlük uygulamalarından kaldı
rılmıştır.
Yeni Ortodoks Kilisesi'ni kontrol eden erkekler, ritüelde antik Kadehi kaldırabi
lir, şimdi Hz. İsa'nın sembolik kanıyla dolu olarak Kutsal Komünyon ayininin kabı ola
bilir, fakat aslında Kılıç bir kez daha tümünün üzerinde yükselmektedir. Kılıç ve Kilise
ittifakı ateşinin ve yönetici sınıfın altına yalnızca Mitraistler, Yahudiler veya Eleusis ve
Delphi'nin eski gizem dinlerine inananlar gibi paganlar değil, aynı zamanda yönetim
lerine boyun eğmeyecek ve bunu kabul etmeyecek her bir Hıristiyan da düşüyordu.
Hala amaçlarının Hz. İsa'nın sevgi İncili'ni yaymak olduğunu iddia ediyorlardı. Ancak
kutsal Haçlı seferlerinin acımasızlıkları ve dehşetiyle, cadı avlarıyla, Engizisyonlarıyla,
kitap yakmaları ve insan yakmalarıyla, yalnızca sevgiyi değil fakat eski androkratik un
surlar olan baskıyı, tahribatı ve ölümü yaydılar.
Böylelikle, ironik olarak, Hz. İsa'nın uğruna çarmıhta öldüğü pasif direniş dev
rimi, kuvvet ve terör yönetimine çevrildi. Tarihçi Will ve Ariel Durant'ın vurguladığı
gibi, Hz. İsa'nın öğretilerinin bozulması ve saptırılmasında, Ortaçağ Hıristiyanlığı ger
çekten manevi bir felaketti.41 Mesajı manevi aydınlanma ve özgürlük olan Hıristiyan
lık, artık kurulu androkratik düzene bir tehdit olmak yerine pratikte bütün bu dünya
dinlerinin durumuna düştü: bu düzeni sürdürmenin güçlü bir yolu.
Buna rağmen, androkrasi karşısında gilaninin mücadelesi, tükenişten hayli uzak
tı. Androkratik Hıristiyanlığın -ve onun adına Avrupa'yı yöneten despot krallar ve pa
paların- karanlık yüzyılları boyunca dönem dönem ve yer yer kültürel evrimi tamam
lamak için gilanik istek yeniden doğacaktı. İzleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, bu
süren mücadele Batı tarihini şekillendiren, görünmeyen temel kuvvet olmuştur ve bir
kez daha zamanımızda doruğa ulaşıyor.
143
Onuncu Bölüm
Geçmişin Örüntüleri:
Gilani ve Tarih
Çoğu okulda öğretilen tarih, büyük ölçüde erkekler ve milletler arasındaki güç mü
cadelesidir. Kaleleri, sarayları ve dini anıtları dönüşümlü olarak yapmak ve yıkmakla
ünlenen kralların ve generallerin isimleri ve savaşların tarihlerinden ibarettir. Tarihe,
sınadığımız yeni bilginin ışığında ve geliştirmekte olduğumuz teorik çerçeveden tek
rar bakarsak, farklı türde bir mücadele ortaya çıkar. Bu durumda, Uya Prigogine, Isabel
Stengers, Edward Lorenz ve Ralph Abraham gibi bilim insanlarının doğayı incelen
mesiyle keşfettikleri -dalgalanma veya dışarıdan bakılınca modelsiz görünen hareket;
salınım veya çevrimsel hareket ve Prigogine ve Stengers'ın yazdığı üzere "sistemin
birden çok geleceğin arasından 'seçebileceği"' kritik "kollara ayrılma noktalarında"
sistem dönüşümü.2- gibi süreçlerin bazıları, bütün kanlı tarihlerin ve isimlerin altında
yatan faktörler olarak görülebilir.1
Yüzeysel bakarak, ilk olarak tarih boyunca savaş zamanlarından daha barışçı za
manlara, otoriterlikten daha özgür ve daha yaratıcı zamanlara, kadınların daha çok
baskı altına alındığı dönemlerden, en azından bazı kadınlar için, genişleyen eğitim ve
yaşam fırsatlarına dalgalanmaları gözleyebiliriz. Geleneksel tarihçi için bu çeşit dalga
lanmalar sürpriz değildir, yalnızca olandır, herhangi büyük bir anlamı olması gerekmez.
1 44
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
Fakat bu gerçekten yalnızca gelişigüzel, modelsiz bir hareket midir? Eğer daha
derinlemesine bakacak olursak, bu tarihi dalgalanmaların modelleri olduğunu görü
rüz. Geliştirdiğimiz bakış açısıyla, savaş dönemlerinin genellikle daha büyük otoriter
lik dönemleri olduğu görülebilir. Daha barışçı zamanlar genellikle daha büyük eşitlik
zamanlarıdır ve aynı zamanda bu dönemler kültürel evrim ve yüksek yaratıcılık devir
leri olabilir. Daha derinden bakarsak, titreşimler ve döngüsel hareketler de görülür.
Üstelik, bu döngüsel hareketlerin arkasında şimdiye kadar altta yatan, yalnızca üstün
körü veya yüzeysel olarak incelenmiş bir dinamik vardır.
Eğer tarihe insanlığın iki yarısını da dikkate alan ve kültürel evrimin tüm kapsa
mıyla bütünsel bir bakış açısından bakarsak, bu döngüsel modellerin incelediğimiz
temel dönüşümle nasıl da ilgili olduğunu görürüz: tarihöncemizdeki, kültürel evri
me radikal biçimde farklı bir yol çizen sistem değişikliği. Eğer bu basamaktan sonra
olanlara, -sosyal örgütlenmede ortaklık modelinden tahakküm modeline, doğa bilim
lerinde keşfedilen sistem istikrarı ve sistem değişikliğine- yeni prensiplerin ışığında
bakarsak kayıtlı tarih hem netlik hem de yeni bir karmaşıklık kazanır.
Sistem dinamiklerinin süreçlerini inceleyen matematikçiler, çekim merkezi diye
adlandırdıkları bir şeyden söz ederler. Bunlar, kabaca mıknatıslardaki gibi analog ola
rak, dengedeki sistemlerin dinamiklerini yöneten "noktasal" veya "statik" çekim mer
kezleri; çevrimsel ve titreşimsel hareketleri yöneten "periyodik" çekim merkezleri ve
dengeden uzak ve dengesiz durumların karakteristik özelliği olan "kaotik" veya "tu
haf" çekim merkezleri olabilir.3 Gould ve Eldredge'in çevresel yalıtımları gibi, kaotik
veya tuhaf çekim merkezleri bazen görece hız ve tahmin edilemezlikle, tamamen yeni
bir sistemin oluşumun çekirdeği olurlar. Fakat aynı zamanda noktasal çekim merkez
leri, çekim güçlerinin bir kısmını kaybettiği zaman, aşamalı ya da "hassas" dönüşümler
olabilir ve periyodik çekim merkezleri aşamalı olarak daha çekici olur.4
Benzer şekilde, Prigogine ve Stengers önce sistemin küçük bir kısmında yerelle
şen dalgalanmalardan söz eder. Eğer sistem istikrarlıysa, dalgalanmalarla temsil edi
len yeni işleme modu varlığını sürdürmeyecektir. Fakat eğer bu "yenilikler" yeterince
hızla çoğalırsa, bütün sistem yeni bir işleme modu benimseyebilir.5 Başka bir ifadey
le, eğer bu dalgalanmalar Prigogine ve Stenger'ın "çekirdeklenme eşiği" dediği evreyi
aşarsa, "bütün sisteme yayılacaklardır:' Başlangıçta küçük çaptaki bu dalgalanmalar
artarsa, kritik "kollara ayrılma noktaları," gerçekten, olası sistem dönüşümlerine yol
açabilir. Eğer bu kollara ayrılma noktalarına ulaşılırsa," "belirleyici tanımlama çöker"
ve seçilecek "dallar" veya "gelecek"ler artık tahmin edilemez hale gelir.6
Doğal süreçlerle ilgili bu gözlemleri nasıl sosyal süreçlere uygulayabiliriz? Ke
sinlikle kimyasal, biyolojik ve sosyal sistemler arasında önemli farklar vardır. Yalnızca
daha karmaşık olması açısından değil, daha çok devamlı olarak daha da büyüyen seçim
unsuruyla. Ancak sosyal sistemlerde ne olduğundan örgütlenmenin daha basit seviye
lerinde ne olduğuna bakabiliriz. Eğer bütün yaşayan sistemlere yakından bakarsak,
145
Riane Eisler
hem istikrarı hem de bütün seviyelerde değişikliği yöneten bazı çarpıcı eşbiçimlilikler
veya modellerde benzerlikler görünür hale gelir. Ve eğer tarihe yeni evrilen sistemler
ve sistem değişiminin dinamik bakış açısından bakarsak, yeni bir kültürel değişim teo
risini veya özellikle androkratik/ gilanik değişimi formüle etmeye başlayabiliriz.
Kayıtlı tarihteki dalgalanmalar, rastgele olmak yerine, önde gelen androkratik sis
temde sosyal örgütlenmenin ortaklık modelinin "çekim merkezine" doğru periyodik
bir hareketi yansıtıyor görünebilir. Yapısal seviyede, insan ilişkilerindeki -özellikle in
sanlığın kadın ve erkek yarısı arasındaki ilişkilerdeki- örgütlenmenin şeklinde periyo
dik değişimlerde yansıması görülür. Değerler seviyesinde, bu durum Kılıçla sembolize
edilen stereotip olarak sert "erkekçe" değerler ile Kadeh ile sembolize edilen stereotip
olarak yumuşak veya "kadınca" değerler arasındaki periyodik mücadelede yansımak
tadır (edebiyattan sosyal politikalara kadar her şeyde).
Üstelik, bu tarihi dinamiklere daha büyük bir evrimsel bakış açısından bakılabi
lir. Daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, insan uygarlığının oluşumu süresince
türümüzün kültürel evriminin orijinal yönü, erken ortaklık modeli veya proto-gilanik
model diyebileceğimiz yöndeydi. Kültürel evrimimiz başlangıçta bu modelle şekillen
di ve erken dönem doruğuna Girit'in yüksek yaratıcı kültüründe ulaştı. Daha sonra
artan eşitsizlik veya kaos dönemi geldi. Dalga dalga istilalarla ve kılıç ile kalemin adım
adım tekrarlayıcı gücüyle androkrasi, önce "kaotik" çekim merkezi ve daha sonra Batı
medeniyetinin çoğu için oturmuş "statik" veya "noktasal" çekim merkezi oldu. Fakat
bütün kayıtlı tarih boyunca ve özellikle sosyal istikrarsızlık dönemlerinde, gilanik mo
del daha zayıf ama ısrarlı "periyodik" çekim merkezi olarak rol oynamaya devam et
miştir. Ne kadar sık ezilirse ezilsin veya budanırsa budansın, ölümü reddeden bir çiçek
gibi, şimdi yeniden inceleyeceğimiz tarihin gösterdiği üzere, gilani tekrar tekrar güneş
ışınları karşısında açma yollarını aramıştır.
Tarihte Bir Güç Olarak "Kadınsı Olan"
Hegelci, Marksist ve diğer birçok analizleri çatışan güçlerin diyalektik hareketi
olarak tarih düşüncesi şekillenmiştir. Tarihsel döngüler, Arnold Toynbee, Oswald
Spengler, Büyük Arthur Schlesinger ve diğerleri tarafından gözlenmiştir.7 Buna rağ
men, geleneksel erkek merkezli tarihlerde karakteristik olarak gilanik yükseliş ile and
rokratik gerileme dönemleri arasındaki güçlü değişimden söz edilmez. Bu döngüsel
değişimi anlamak için geleneksel olmayan tarihçilerin eserlerine yönelmeliyiz. Çünkü
barıştan savaşa bir kere daha geçiş, bizim sonumuzu getirebilir.
Henry Adams, böyle bir tarihçidir. Bazı bakımlardan öngörüleri olmasına rağ
men, Adams daha eski, daha dini değerlere dönmemiz gerektiğini savunan gerçekten
146
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
muhafazakar bir adamdı. Fakat eğer Adams'ın eserinin yüzeyinin ardındakine bakar
sak, tarihte güçlü ve geleneksel olarak göz ardı edilen "kadınca" kuvvetin tanınmasını
buluruz. Adams, "cinsiyet hareketini anlamadan" tarih "yalnızca bilgiçlik taslamaktır"
demektedir. Bu tarihçi, Amerikan tarihini "neredeyse kadının adını hiç anmamakla"
ve İngiliz tarihini de kadınları "güya yeni ve tanımlanmamış bir tür olarak ürkekçe"
ele almakla eleştirmiştir.8 Gerçekten, Adams'ın analizine temel saldırı, Batı tarihinde
uygarlığın gücünün Bakire dediği kavramdan geldiği noktasınadır. Şöyle yazmaktadır:
"Dünyadaki bütün şiddet, Bakire gibi, bir Chartres inşa edemez," çünkü Bakire "Batı
dünyasının hissettiği en büyük kuvvet" olmuştur.9 Bakirenin pozitif gücünü dengele
yen ise negatif ve yıkıcı güçtür: Adams'ın Dinamo dediği haşin kuvvet veya alıp yürü
müş canavarca teknoloji.
Adams, gözlemlerini androkratik cinsel stereotipler ve ınlstik genellemelerin ka
rışımı şeklinde dile getirdi. Ortaya çıkan ve bu engelleri geçen, gerçekten androkrasi
ve gilani, tahakküm ve ortaklık modelleri veya Kılıç ve Kadeh ile temsil edilen iki güç
görüşü arasındaki mücadele olarak belirttiğimiz çatışmadır. Aslında, Adams'ın Bakire
ve Dinamo sembolizmi yakından Kadeh ve Kılıç'ınkine paraleldir. Hem Kadeh hem
de Bakire, yaratmak ve büyütmek için "kadınca" güçtür. Hem Kılıç hem de Dinamo
ise merhametsiz, yıkıcı teknolojinin "erkekçe" sembolleridir.
Kadınsı ve erkeksi değerler olarak bilinenler arasındaki mücadele bakımından ta
rih analizinin daha çarpıcı ve önde geleni, G. Rattray Taylor'ın Sex in History (Tarihte
Cinsiyet) adlı eseridir. 10 Ancak, Taylor'ın verilerini kullanmak için Adams'ınkiler gibi,
ne betimlediğini söylediğinden aslında neyi betimlediğinin ötesine gitmek zorunda
yız. Taylor; Wilhelm Reich11 ve diğer psikologların temel olarak ataerkil toplumları
cinsel olarak bastırılmış olarak gören tanınmış teorilerini izlemiştir. Bu çerçevede
cinsel olarak serbest yaklaşımlardan cinsel olarak bastırılmış yaklaşımlara tarihi yön
değiştirmelerin, daha özgür, daha yaratıcı ve daha otoriter, daha az yaratıcı dönemler
arasındaki değişimin altında yatan faktörler olduğunu savunmaktadır. 12 Fakat kitabı
nın aslında belgelediği, bu çevrimlerin altında yatan değerlerin ya anne -ya da baba
tanımlı olmaları arasında geçişlerin bulunduğudur.
Matrizrn, veya anneyle özdeşleşme, patrizrn, veya babayla özdeşleşme, gerçekten
de Taylor'ın aradığı şeyi anlatacağı kelimelerin azlığı dolayısıyla geliştirmek zorun
da kaldığı terimlerdi. Bunlar gilani ve androkrasi ile aynı düzeni betimlerler. Matrist
dönemler, kadınların ve "kadınca" (Taylor'ın anneyle özdeşleşme dediği) değerlere
yüksek statü verildiği zamanlardır. Bu dönemlerin karakteristik özelliği, daha büyük
yaratıcılık, daha az sosyal ve cinsel bastırma, daha çok bireycilik nitelikleri taşnnaları
ve sosyal reform aralıkları olmasıdır. Tersine, patrist dönemlerde kadınların ve kadın
ca değerlerin öneminin azalması daha çok belirtilir. Bu dönemler, babayla özdeşleşme
veya "erkekçe" değerlerin bir kez daha yükselişte olduğu zaman, daha çok sosyal ve
cinsel olarak baskıcıdır. Yaratıcı sanatlar ve sosyal reform üzerine ise vurgu daha azdır.13
1 47
Riane Eisler
Taylor, matrist dönemin Ortaçağ'daki örneği olarak güney Fransa'daki halk
aşıkları ( troubadour) dönemini kullanır. Bu, bizim terimlerimizle bir gilanik diriliş dö
nemidir. Bu dönem, on ikinci yüzyıl divanlarından Eleanor Aquitaine ve kızları Marie
ve Alix'in, soylu aşkın ve kadınlar için reveransın hem şiirde hem de yaşamda merkezi
temalar olarak doğduğu zamandır.14 Kadının tabi ve küçümsenen olmak yerine güçlü
ve onurlu olduğu ve erkeğin tahakkümcü ve zalim olmak yerine onurlu ve yumuşak ol
duğu aşıkların dönemindeki kadınlara bu bakış, yeni değildi. Gördüğümüz gibi, hem
Girit' in hem de Neolitik dönemin yankıları duyulmaktadır. Fakat erkek merhametsiz
liği ve ahlaksızlığının kural olduğu bir çağda, aşıkların şövalyelik, yumuşaklık, onur ve
romantik aşk kavramları, Taylor'ın vurguladığı gibi, gerçekten devrimciydi.
Taylor, aşıkların "kadınca" (veya, kendi ifadesiyle, anneyle özdeşleşen) 15 değerle
rinin Batı tarihini derinden insancıllaştırdığının kesinliğini ortaya koyar. Daha sonra
bu değerler yalnızca "matristler ne zaman yükselişteyse çiçek açtı. Bir dereceye kadar
"patrist olsa bile, eğer kadınlar kendi sınıfındansa, zayıflara, çocuklara ve kadınlara yu
muşak davranmak gerektiği idealini kabul etti."16
Taylor aşıklar hakkında şöyle yazmaktadır: "Sanat dallarıyla ilgilenen ve bazen
sosyal reformları çabuklaştıran yenilikçi ve ilericiydiler; kuvvet kullanımından ka
çındılar: Neşeli ve renkli giyinmekten hoşlanıyorlardı. Hepsinin ötesinde, Bakire
Meryem'i özel koruyucuları olarak övdüler: şiirlerinin çoğu ona hitap etti ve 1 140'ta
Lyons'ta yeni bir bayramı kurumsallaştırdılar. Bu, Bernard Clairvaux'nun protesto et
tiği üzere, 'Kilise geleneğinde bilinmeyen, mantıksal olarak onaylanmayan ve törel bir
yaptırımı olmayan' bir yortuydu: Lekesiz Doğum Yortusu:'17
Bernard'ın Tanrısal bir çocuğu dünyaya getiren bir anneye tapınmanın gelenek
sel bir yaptırımı olmadığı suçlaması, tabii ki, tamamen asılsızdı. Meryem'e büyük say
gı duyulması, antik dönemdeki Tanrıça'ya tapınmaya bir geri dönüştü. Ve Kilisenin
Meryem'e tapınmaya şiddetle direnç göstermesi, yalnızca bu daha önceki dinin ağır
ağır kaybolan gücünün örtülü olarak ortadan kalkması değildi; aynı zamanda aşık ha
reketiyle karakterize olan gilanik değerlerin güçlü dirilişine patrist direncin ifadesiydi.
Eğer Taylor'ın matrist ve patrist terimleri yerine bizim gilanik ve androkratik
terimlerimizi yerleştirirsek, Ortaçağ tarihinde başka yolla anlaşılmaz görülenlerin
çoğu özel.bir siyasi anlam kazanır. Kilisenin kadınları bağımlı ve "sessiz" bir statüye
mahkCım etmesi, küçük tarihi bir gizem olarak ifadesi değil androkratik/tahakkümcü
modelin Kiliseye egemen olmasının birincil ifadesidir. Eğer androkratik kurallar ve
onlarla Ortaçağ Kilisesinin gücü ayakta tutulacaksa, kadınları -orijinal olarak Hz. İsa
tarafından vaazedilen "kadınca" değerlerlerle birlikte- bağımlı kılmak ve susturmanın
hayati bir önemi vardı.
Böylece, Kilisenin Malleus Maleficarum veya Hammer of Witches'ın (Cadıların
Çekici) (Kilise tarafından kutsanmış Engizisyoncunun cadıları avlama el kitabı) ifa
desiyle kadınların "şeytanın bütün cismani-şehvani kaynağı olduğu" şeklindeki büyük
148
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
bir iftirası18 olan Ortaçağ tarihinin bir başka açıklanamaz yönü anlaşılır -ve kritik- bir
siyasal anlam kazanır.
Çoğu tarih kitabında, aralarda kalan cadı avları, Kilisenin emri üzerine, birkaç
yüzyıl boyunca erkeklerin binlerce, muhtemelen milyonlarca "cadıya" sadistçe uygu
ladığı korkunç işkenceler, en fazla geçiştirilen konudur. Bu (çoğu sonuçta acı içinde
kıvranarak, yavaş yavaş yakılarak ölüme mahkum edilen) kadınlara barbarca eziyet
lerden hiç söz edilmez, bunlar genellikle toplumsal histerinin sonucu olarak açıklanır.
Bize söylenen, on üçüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla kadar köylülerinn çıldırdığı,
veya alternatif olarak, cadıların akıl hastası olduğudur. Gregory Zilborg'un yazdığı
gibi, "zihni kurcalanan veya marazın musallat olduğu milyonlarca cadı, büyücü; ciddi
nörotik [ve] psikotiklerden oluşan büyük bir kitleydi:'19 Fakat Barbara Ehrenreich ve
Deidre English'in işaret ettiği gibi, "Cadı çılgınlığı histerik kadınların ne bir linç partisi
ne de toplu intiharıydı. Onu yerine, iyi düzenlenmiş, kanuni prosedürleri takip edi
yordu. Cadı avları Kilise ve Devlet tarafından başlatılan, finanse edilen ve infazların
gerçekleştiği düzenli uygulamalardı:'20
Bu eziyetler için itici güçlerinden birisi şuydu ki, on üçüncü yüzyılda monarkla
rın ve soyluların tedavisinde, kilise tarafından eğitilen (aslında tedavi konusunda pra
tikte eğitim kesinlikle verilmeyen) "tıp adamları" geleneksel "bilge kadınlarla" rekabet
etmeye başlamıştı. Bu kadınlar şimdi sağlığı etkileyen "büyülü güçlere" sahip olmakla
suçlanıyordu. Bunlar, bu becerileri kullanarak insanlara yardım etmek ve onları tedavi
etmek "suçundan" direklere bağlanarak yakılıyordu.21 Diğer bir itici güç, paganların
korularda şeytanlarla arkadaşlık etmeleri için cadıların düzenlediği toplantılar olduğu
suçlamasıydı. Bu kadınların çoğu, muhtemelen bir kadın tanrıya ve/veya oğluna-eşi
ne, (şimdi çatal tırnaklı şeytan) antik boğa tanrıya tapınmayı içeren açıkça daha önce
ki dini inançlara bağlıydı. Ancak en çok tekrarlanan, ve açıklayıcı olan suçlama şuydu
ki, cadılar açıkça cinsel yönden aktif olmakla suçlanıyordu; çünkü Kilisenin gözünde,
bütün cadıların gücü sonuçta "günahkar" kadın cinselliğinden geliyordu.22
Bu patolojik derecede, bir cinsiyet olarak kadını düşman görmek, yalnızca cin
sel yönden hayal kırıklığına uğramış erkeklerin mantıksızlığı olarak sunulmuştur. Fa
kat Kilisenin kadınları "manevi" olarak mahkumiyeti, psikolojik bir tuhaflıktan çok
daha öteydi. Erkek tahakkümünün doğrulanmasıydı. Androkratik sistemin yalnızca
daha önceki gilanik geleneklerden artakalanlarına değil, fakat aynı zamanda tekrarla
yan gilanik canlanmalara uygun, ve bu anlamda aynı zamanda mantıklı bir tepkisiydi.
Taylor'ın yazdığı gibi, bunlar "babanın otoritesini devirmeye yönelik" tehditlerdi:'23
Başka bir ifadeyle, resmi yaptırımı olan cadı avları, aynı zamanda Kilisenin bir
cins olarak kadınları tekrar tekrar suçlamaları ne tuhaf ne de ilgisiz olaylardı. Bunlar,
androkrasinin önce empoze edilmesi ve sonra ayakta tutulması için hayati unsurlar
dı: tekrarlayan gilanik uyanışlara karşı koymak için gerekli, ve bu anlamda mantıklı,
araçlar.
1 49
Riane Eisler
Kilisenin, "ahlaki" Ortaçağı "mezarlıkla akıl hastanesi arasındaki haça"24 çeviren
histerik cinsellik karşıtlığı ve şiddet dolu baskıcılığına odaklanan Taylor, Kilisenin sek
si mahkılm etmesinin aslında anti-ferninist karakterini gözden kaçırma eğilimindedir.
Buna rağmen sunduğu veriler, Kilisenin, her şeyin ötesinde, neyi "sapkın" saydığı ko
nusunda soruya yer bırakmaz. Taylor yer yer, Kilisenin acımasızca zulmettiği çeşitli
sapkın mezheplerin ortak konusunun, kendilerini kadınca değerler olarak bilinenlerle
özdeşleştirmeleri olduğunu gösterir. Bu mezhepler, tipik olarak Bakireye, Düşüncede
ki Hanımefendimiz diye tapınıyordu. Zamanlarının gilanik dirilişinde böyle önemli
rol oynayan daha önceki Hıristiyan mezhepleri gibi, bunlar da kadınlara aynı zamanda
sık sık yüksek statü hatta liderlik konumları sağladılar.25
Taylor'ın yazdığı gibi, sormamız gereken soru, "Kilisenin ne kadar absürd olur
sa olsun bakire bir aşkı vaazeden aşıkları, Katharistleri, Baghardları ve çeşitli küçük
mezhepleri birleştiren bir ortak faktör olduğunu niçin hissettiğidir... Cevap ancak şu
olabilir ki, böyle bir ortak faktör gerçekten de bulunuyordu: Dogmaları ve ritüelleri
büyük ölçüde çeşitli olsa da ve bazıları hala aynı Kilisenin içinde olduklarını iddia et
seler de, psikolojik açıdan ortak bir durumları vardı: anneyle özdeşleşme. Bu, Ortaçağ
Kilisesi'nin hassas olduğu tek sapkınlıktı:'26
Tarih Kendisini Tekrarlıyor
Sex in History'de (Tarihte Cinsiyet) Ortaçağ Kilisesi'nin hayati niteliğinin, pat
rizm veya babayla özdeşleşme olduğunu görürüz. Bu bizim terimlerimizle Kilisenin
androkratik veya tahakkümcü karakteridir. Aynı zamanda, tarihin sallanan kanatları
arasında tahakküm değerleriyle ortaklık değerleri arasında özgül bir çatışmanın bu
lunduğunu görmeye başlarız.
Örneğin Taylor, Elizabeth döneminde, bir kadın kraliçe, 1. Elizabeth tahta otur
duğu zaman, "anneyle özdeşleşen" veya "kadınca" değerlerin nasıl yükselişte olduğu
nu vurgular. Hala acımasız bir zaman olmasına rağmen, Elizabeth'in İngilteresi'nde di
ğerleri için ifade edilen, -örneğin yoksulların hukukunun kurumsallaşmasında- uyan
mış bir sorumluluk bilinci vardır:' Aynı zamanda "yeni bir öğrenme aşkı, akademik
yönden kendini ifade isteği ve öğrenciler için üniversiteler açılması" söz konusuydu.
"Özellikle İngiltere'nin tercih ettiği sanat dalı olan şiir ve tiyatroda oladuğu gibi aynı
zamanda resim, mimari ve müzikte de yaratıcı enerji akışı vardı:'27
Aşıkların dönemi, Elizabeth dönemi, Rönesans gibi gilanik diriliş devirlerinde,
üst sınıftan kadınlar görece daha çok özgürlük ve eğitime daha büyük ulaşma imkanı
elde etmeleri28 önemli ve göreceğimiz gibi, sistemler yönünden de kritiktir. Örne
ğin, Portia ve diğer Shakespeare kadın kahramanları o dönemde kadınların bir de150
Geçmişin Orüntüleri: Gilani ve Tarih
receye kadar daha yüksek statüsünü yansıtan, özellikle iyi eğitimli kadınlardı. Fakat,
Shakespeare'in
The Tarning of the Shrew'da (Hırçın Kız)
sapkın, asi Kate'i ele alışı ve
diğer eserleri, Elizabeth dönemi sona yaklaşırken bile, erkek kontrolünün vahşi biçim
de yeniden ifade edilmesinin zaten yakın olduğunu gösterir.
Gerçekten de sarkacın geriye doğru sallanmak üzere olduğunun en açık işaret
lerinden biri, kadın düşmanı dogmaların yeniden doğuşudur. Kadınların erkeklere
bağımlı ve bağlı kılındığını doğrulayan yeni "gerçekler" ortaya çıkmıştır. Bu, Taylor'ın
"patristlerin davranış standartlarının çöküşte olduğu şeklinde sürekli kendi kendileri
ni kandırmaları" dediği durumla da ilgilidir. Bunlar, "babayla özdeşleşen" değerlerin
ne pahasına olursa olsun yeniden empoze edilmesinin gerektiğinin bir işaretidir.29 Çok
önemlisi, daha baskıcı ve kanlı bir androkratik gerileme dönemimin sahne almak üze
re olduğunun erken bir uyarısıdır.
Psikolog David Winter'ın çok daha güncel eserinin, bu konuyla özel bir ilgisi var
dır. Winter, başlığı aynı olan kitabında, diğer tanınmış modern araştırmacılarla bir
likte "güç güdüsü" dediği kavramı incelemektedir.30 Bir sosyal psikolog olarak tarihi
örüntüleri objektif ölçümlerle deşifre etmek üzere yola çıkmıştır. Tekarar Winter'ın
vurguladığı geleneksel erkek merkezli bakış açısının ötesine bakmak gereğine rağmen,
bulguları, çarpıcı olarak kadınlara yönelik daha baskıcı yaklaşımların, saldırgan savaş
dönemlerinin öncü göstergeleri olduğunu belgeler.
Edebiyatın ve operanın en ünlü romantik karakterlerinden birine, havalı "kadın
katili" Don Juan'a odaklanan Winter'ın sosyo-psikolojik analizi, büyük ölçüde, ede
bi kaynaklardaki bazı temaların sıklığının incelemesine dayalıdır. Winter'ın gözledi
ğine göre, Don Juan'ın eylemlerinin zorunlu olarak "günahkar" ve "lanetli" şeklinde
mahküm edilmesine rağmen, DonJuan aslında "İspanya'nın en büyük zamparası" ola
rak idealleştirilir. Winter, aynı zamanda, kadınları aşağılamak ve cezalandırmak için
-cinsel dürtülerin değil de saldırganlığın- nefretin ve arzunun Don Juan'ın altta yatan
güdüleri olduğuna işaret eder. Üstelik derin psikolojik ve tarihi önemi olan bir şeyi
kaydeder: Kadınlara karşı aşırı derecede düşmanca yaklaşımlar, kadınların erkekler
tarafından en katı biçimde bastırıldığı zamanların karakteristik özelliğidir. Don Juan
efsanesinin doğduğu zaman, İspanya'da da üst sınıf İspanyolların "Doğulu bir gelenek
olan kadınlarını halktan gizli tutmayı" benimsedikleri zamandır.3 1 Winter'ın açıklama
sına göre yükselen düşmanlığın altında yatan psikolojik sebep, şudur ki, böyle dönem
lerde anne -oğul ilişkisi genelde kadın-erkek ilişkileriyle birlikte- özellikle gergin hale
gelir.32
Bu bağlamda, Winter'ın "güç güdüsü,"nün diğer insanları fethetmek ve onlara
tahakküm etmek şeklindeki bizim terirnlerimizle androkratik dürtü olduğu açıktır.
Don Juan'ın kadınları aşağılamasının, bu "güç güdüsünün" bir görünümü olduğu tes
pitinden sonra Winter, Don Juan hikayelerinin bir milletin edebiyatındaki sıklığının
emperyal genişleme ve savaşa göre grafiğini çıkartır. Bulgularla belgelenen, bizim gila-
ısı
R.iane Eisler
nik-androkratik değişim modelini kullanarak tahmin edebileceğimiz şeydir: kadınlar
üzerinde erkek tahakkümünün bu en ünlü arketipi hakkındaki hikayeler, tarihi olarak
yükselen militarizm ve emperyalizm sırasında ve öncesinde sıklıkla artar.33
Winter, sistem terimleriyle erkek tahakkümünün, savaştaki erkek şiddetiyle ay
rılmaz bir biçimde ilgili olduğunu doğrular. Aynı zamanda Kate Millet ve Theodore
Roszak gibi öncü feminist araştırmacıların daha önceden gözlemi olan gilanik-and
rokratik değişimin bir yönünü doğrular: erkek üstünlüğünün yeniden idealize edilme
si, tarihi olarak androkratik gerilemelerin şiddetinin yakıtı olan değerlere ve davranış
lara doğru bir değişime işaret eder.34
Millett'ın parlak Sexual Politics'i (Cinsel Politika) sezgisel olarak siyasi tarihimizde
en önemli faktör olarak gördüğü konuya ilişkin öncü bir çalışmadır: erkek tahakkü
mü.35 Roszak ise daha çok topluma dair daha geleneksel erkek merkezli analizleriyle
tanınmasına rağmen, "The Hard and the Soft: The Force of Feminism in Modern Ti
mes (Sertler ve Yumuşaklar: Modern Zamanlarda Feminizmin Gücü) " adlı deneme
si, tarihin androkratik-gilanik sistem değişikliği bakış açısından analizi için öncü bir
çalışmadır.36
Korkunç Birinci Dünya Savaşı katliamında doruğa çıkan şiddet ve militarizmi
anlamaya çalışan yüzlerce çalışmanın ana hatlarına ve katlianun altında yatan neden
lere bakarak, Roszak "erkek tahakkümünün tarihi krizi" diye adlandırdığı şeyin izini
sürdü.37 On dokuzuncu yüzyıl feminist hareketinin yalnızca erkek tahakkümü ve ka
dının boyun eğmesinin geleneksel cinsel stereo-tiplerine meydan okumadığını; aynı
zamanda kayıtlı tarihte ilk kez, önde gelen sisteme doğrudan büyük bir tehdit getirdi
ğini, ideolojik çekirdeğini hedef aldığım vurguladı. Tipik olarak, on dokuzuncu yüz
yıldaki meydan okuma geleneksel tarihlerimizde neredeyse hiç yer almaz. Fakat günü
müz kadınlarının özgürlük hareketi olarak, hararetle tartışıldı ve tutkuyla savunuldu.
Çünkü yalnızca kadınlar üzerinde geleneksel erkek tahakkümüne meydan okumadı;
aynı zamanda duyarlılık, şefkat ve barışseverliğin kadınca kabul edildiği, böylelikle
bunların "maskülen" veya gerçek erkekler -ve toplumsal yönetim için- hiçbir şekilde
uygun olmadığı şeklindeki zamanımızın temel değerlerine meydan okudu.38
Androkratik sistemin bu meydan okumaya tepkisi, erkekçe stereo-tiplerin ve
onların bütün görünümlerinin şiddetle yeniden gündeme getirilmesiydi. Roszak'ın
Birinci Dünya Savaşı'ndan önce gelen on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl
başı hakkında yazdığı gibi, "zorlayıcı bir erkeksilik devrin bütün siyasal üslubuna baş
tan aşağı sinmişti:' Birleşik Devletlerde Theodore Roosevelt, "savaşçı olmayan ve izole
edilmiş, kolaylıkla yenilebilecek kanserden" ve "erkekçe ve maceracı erdemlerden" söz
etmişti. İrlanda'da, devrimci şair Patrick Pearse "kan akıtmanın temizleyici ve kutsa
yıcı bir şey olduğunu ve bir millet bunu son dehşet olarak görürse, erkekliğini yitire
ceğini" ilan etmişti. İtalya'da, Filippo Marinetti şöyle bildirmişti: "Savaşı övmek için
dışarıdayız, dünyanın tek sağlık veren şeyi! Militarizm ! Yurtseverlik! Anarşistin Yıkıcı
Silahı! Kadınlardan iğrenme!"39
1 52
Geçmişin Orüntiileri: Gilani ve Tarih
Kutsanmış Don Juan efsanesi ile birlikte, bu kadınları ve kadınca olduğu düşü
nülen her şeyin acımasız bir şekilde aşağılanması bir şeye işaret ediyordu. "Savaşçı
olmayan" ve "erkekçe olmayan" dünyanın -artık "erkekçe" kılıç tarafında olmayan bir
dünyanın-hoşgörülmeyeceği mesajım veriyordu.
Roszak, bütün milli ve ideolojik farkların altındaki ortak unsurlardan başlayarak
bu yüzyılın başında -ve tarih boyunca- savaşla dünyayı savaşa sokan erkekler arasında
içten içe bir benzerlik olduğunu göstermişti. Bu, eğer kuvvete dayalı sınıflamaların sis
temini ayakta tutabiliyorsa, erkeklik ile şiddetin eşitlenmesidir. Aynı zamanda, çarpıcı
şekilde Winter'ın araştırmasında gözlediği bir dinamiği doğruladı: "erkeklik" stereo
tipinin yeniden idealize edilmesi, yalnızca değerlerin gerileyici bir değişimine değil
fakat aynı zamanda barıştan savaşa bir değişime işaret eder.
Bu hala genellikle göz ardı edilen sosyal dinamiğin aynı ölçüde belirgin bir bi
çimde çürütülmesi, Psikolog David McClelland'ın araştırmasında bulunmaktadır.
Power: The Inner Experince'ta (Güç: İç Deneyim) McClelland, savaş zamanlarda önce
gelen yazılardaki ve ifadelerdeki göstergeleri arama yoluyla kişinin savaş veya barış dö
nemlerini tahmin edip edemeyeceğini görmek üzere yaptığı çalışmayı anlatır.40 0nun
bulguları da gilanik-androkratik tarih modelini kullanarak tarihi değişimlerin grafiğini
çıkartarıp neleri tahmin edeceğimizi gösterir.
McClelland, Amerikan tarihindeki edebi ve tarihi materyalleri incelemişti. "Ya
kınlık güdüsü" dediği (veya daha "kadınca" barışçı ve şefkatli değerler diyeceğimiz)
güdülerin güç kazandığı dönemleri, barış zamanlarının izlediğini bulgulamıştır. Örne
ğin, McClelland 1 800'den 18 lO'a ve 1 920'den 1 930'a kadar olan barışçı yıllardan önce
"yakınlık güdüsünün" yükseldiğini bulmuştur. Tersine, yazılarının tekrar "emperyal
güç" motivasyonu dediği (bizim "erkekçe" tahakküm motivasyonu diyeceğimiz) özel
liğe doğru bir değişiklik gösterdiği dönemler neredeyse her seferinde savaşlarla son
bulmuştur. İngiliz tarihinde de "emperyal güç" motivasyonu ile düşük "yakınlık" mo
tivasyonu, tarihi şiddet zamanlarından önce gelmiştir, örneğin 1 550, 1 650 ve 1750.42
Öte yandan, düşük güç ve yüksek yakınlık motivasyonu dönemleri daha barışçı za
manlardan önce gelmiştir.
Taylor'ın çalışması gibi, McClelland'ınki de bir başka önemli noktayı doğrular.
O da şudur ki, ortaklık modelli bir toplumun karakteristik özelliği olan "daha yumu
şak," "daha kadınca" değerler, yok etme yerine yaratmayı vurgulayan özel bir sosyal ve
ideolojik konfıgürasyonun parçasıdır. Neolitik çağda ve antik Girit'in şahane duvar
resimlerinde ve saraylarında, ayın zamanda Elizabeth çağı, daha gilanik dönemler gibi
Taylor'ın matrist dediği devirlerde gördüğümüz şekilde, bu dönemlerin ayırt edici
özelliği, hepsinin de büyük kültürel yaratıcılık dönemleri olmalarıdır.
McClelland'm motivasyon sistemi için aldığı notlar, yakınlık ihtiyacını "Yakınlık;'
güç ihtiyacını "Güç" vs. olarak gösterir. Bunlara dayanarak, yaptığı gözlemi şöyledir:
"Elizabeth dönemi için gerçekten çarpıcı olan, motivasyon göstergelerinin çoğunun,
153
Riane Eisler
tam da tarihçilerin daima savunduğu gibi, bu dönemin yaşamak için iyi bir zaman
olduğunu doğrular. Yakınlık ihtiyacı artmıştı, görece barış çağını sembolize eden Güç
biraz düşmüştü ve refahı önceden haber veren Başarı yüksek kalmıştı:'43 Fakat kısa
süre sonra çok tanıdık bir değişiklik geldi. "Cavaüer ve Roundhead mücadeleleri ve iç
savaş boyunca büyük şiddet ve acımasızlık dönemine dönüşebilecek şekilde Güç tek
rar yükseldi ve Yakınlık hızla düştü. Ve gerçekten böyle bir dönem oldu."44 Veya bizim
terimlerimizle, kültürel evrimin yüksek düzeylerine doğru hareket, önde gelen erkek
egemen sisteme göre, yalnızca bu kadar ilerleyebiür ve daha ileri gidemezdi. Sistemi
ayakta tutmak için, kültürel gerilemenin olmaması zorunluydu, sistem tekrar androk
ratik şiddetin "normal" dinamiklerine döndü.
Kitap boyunca gözlediğimiz karakteristik androkratik sistemler düzenlerini
tamamladıktan sonra, McClelland'in analizi, aynı zamanda saldırgan güç motivas
yonlarının tekrar baskın olduğu zamanlarda, bu sistemin üçüncü temel bileşeninin,
otoriterliğin, güçlendiğini doğrular. Şöyle yazmaktadır: "Düşük Yakınlık ile kombine
yüksek Güç, modern milletlerde diktatörlüklerle, acımasızlıkla, özgürlüğün bastırıl
masıyla ve yurt içi ve milletlerarası şiddetle ilişkilidir."45
Yeni feminist akademik çalışmalar, gücün yeni aydınlatıcı biçimlerde incelenme
sine odaklanmıştır. Sosyolog Jessie Bernard, Harvard'da psikolog Carol Gilligan ve
Psikiyatr Jean Baker Miller'ın üzerinde durulan müstesna eserleri, erkek egemen top
lumlarda varlıklılığın nasıl kadınlıkla, gücünse -geleneksel anlamda diğerleri üzerinde
kontrolün- nasıl erkekükle ilişkilendirildiğini belgelemektedir.46
Bu eserler aynı zamanda oldukça önemli başka bir şeyi de ortaya çıkarmaktadır:
Erkek egemen sistemlerde McClelland'in yakınlık, Taylor'ın matrist (anacı) dediği ve
bizim gilanik dediğimiz değerlerin düzeni -kadınların dünyası- daha büyük, "erkekle
rin" dünyasına veya "gerçek" dünyaya tabi veya bağımlı kılınmış ve genellikle yalıtıl
mış ayrı bir dünyadır.
Burada hala gücün fırsat veren olarak gilanik tanımı -antik ortaklık ruhunun çok
karakteristik bahşetme ve yaratma gücü- olarak görülebiür. Miller'ın vurguladığı gibi,
bu; ha.la annelerin sorumluluğu olarak çocuklarına, özelükle oğullarına yardun etme
ve hüner ve yeteneklerini geliştirme şekünde; kadınların gücü tanımlama biçimidir. 47
Burada Bernard'ın "kadınların aşk/görev ruhu" dediği niteliği, -yalnızca kadınlar için
de olsa- düşünce ve davranış için birincil model olarak kalır.48 Ve burada Gilligan'ın
kadının çocuk bakımı ve büyütme etiği dediği -diğerlerine bize ne yapmalarını isti
yorsak aynısını yapma şeklindeki olumlu davranış- iş başındadır.49 Ancak tekrar belir
telim: Yalnızca toplumu yöneteceği düşünülmeyenlerin; kadınların düşünce ve eylem
modelidir bu.
İnsanlığın geleneksel olarak önemsenmeyen yarısı için yapılan bu yeni çalışma
ları hesaba katarsak, görmeye başladığımız savaş ve baskı dönemlerinin gilanik de
ğerler olan yakınlık ve bağlamanın (linking) zayıflamasının ve bunlara karşılık gelen
154
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
androkratik değerler olan saldırgan güç veya kuvvete dayalı sınıflamanın (ranking)
güçlenmesinin nasıl öngörülebileceğidir. Aynı zamanda kültürel evrime temel dire
nişin ardında, kayıtlı tarihte vurgu noktaları oluşturan görünüşte açıklanmayan deği
şikliklerin nasıl yattığına göz atabiliriz: İnsanlığın kadın yarısının tahakküm ve baskı
altına alındığı sosyal sistem.
Tarihte Bir Güç Olarak Kadınlar
Peki, eğer bu androkratik/gilanik sistem dinamikleri kesin görünüyorsa, niçin
söz konusu değişiklikler bu kadar az sayıda ciddi çalışmaya konu oldu? Gerçekten, ka
dınlar türümüzün yarısıysa, niçin davranışları, faaliyetleri ve düşünceleri hakkında bu
kadar az çalışma devam edebildi? Bilim insanlarının ve tarihçilerin gelecek çağlarda
hayret edilecek bu dışlamalarıyla tekrar karşı karşıyayız.
Bu çağda, insan toplumunun bütünsel bir çalışmasına kapı, çok az aralık. Tarih
çiler, Lynn White, Jr'ın gözlediği gibi, kayıtlı tarihin çok seçici olduğu tanınmaya baş
ladığı zaman, kapı gıcırtıyla açıldı. Bu seçicilik, tarihi olarak baskın gruplar tarafından,
onlar için ve onlar hakkında hayata geçirilmişti.5° Fakat yalnızca şimdi, tarihin kayıp
kadın yarısı ciddi olarak incelenmeye başladığı zaman, yeni bir tarih ve kültürel evrim
teorisi geliştirmeye başlayabiliriz. Bu teori insan toplumunun "bütününü" hesaba ka
tacaktır.
Geleneksel tarihlerimizin sistematik olarak kadınlar veya "kadınlık" ile ilgili her
şeyi dışladığından, yalnızca kısa süre öncesine kadar bir Amerikan üniversitesinde
bile kadın çalışmaları bölümünün olmaması şaşırtıcı değildir. Hila genel liselerimizde
ve üniversiteye hazırlayan liselerimizin' çoğunda böyle bir şey yoktur. Şu anda bile,
bulundukları yerde, kadın çalışmaları bölümlerinin üniversite hiyerarşisinde küçük
bütçeleri, düşük statüleri ve hatta düşük öncelikleri vardır. Yalnızca çok az yerde yal
nızca kadın çalışmaları dersi, zorunlu ders olarak okutulur. Böylelikle, hala en "eğitimli
insanların" tarihte işe yaramış kadınlar olduğuna veya kadınlar ve "kadınca" değerler
gibi yardımcı şeylerin merkezi güç olabildiğine, yalnızca geçmişimizde değil, fakat
aynı zamanda daha iyi bir gelecek vizyonumuzda böyle bir yer alabileceğine inanma
larının zor olması şaşırtıcı değildir.
Geleneksel biçimde yazılan tarihlerden kadınların patolojik şekilde çıkarılmasını
düzeltmeye çalışan ilk yirminci yüzyıl eserlerinden biri, Mary Beard'ın Woman as a
Force in History (Tarihte Bir Kuvvet Olarak Kadın) adlı kitabıdır.51 Erkek tahakkümü
ne rağmen, kadınların aslında nasıl Batı tarihinin önemli şekillendirici gücü olduğunu
ç. N.: Burada İngilizce olarak genel lise için "high school" ve üniversiteye hazırlayan lise için de "grammar
school" kelimeleri kullanılmıştır. İkisi de ilkokuldan sonra altı yıllık ortaöğretim kurumlarıdır.
*
1 55
Riane Eisler
göstererek, bu öncü kadın tarihçi, tarihöncesine doğru geri giden yolu, kayıp insanlık
mirasının kaynağını açtı. Kadınların statüsünün yükseldiği dönemlerin karakteristik
olarak kültürel diriliş dönemleri olması, Beard'm geleneksel tarihçilere Winter ve
McClelland tarafından gösterilen "kadınca" ve "erkekçe" değerler ve kritik tarihi alter
natifler arasındaki ilişkiden daha da çok şok edicidir.
Geliştirmekte olduğumuz Kültürel Dönüşüm teorisinin bakış açısından, insan
ların sosyal adalete düşman veya kayıtsız mı olduğu ve genellikle hiyerarşik yoksa
eşitlikçi mi olduğuyla ilgili olarak kadınların statüleriyle bir toplumun barışçı veya sa
vaşçı olup olmadığı arasında bir bağıntı bulmak şaşırtıcı değildir. Çünkü, bütün kitap
boyunca gördüğümüz gibi, toplumun insanlığın iki yarısı arasındaki ilişkileri yapılan
dırması, derin ve büyük ölçüde öngörülebilir sistemlerin sonuçlarıdır. Böyle teorik bir
çerçeve olmadan, henüz bu yüzyılın başında yazan Beard'ın bu modelleri görebilmesi
ve onların üzerine Batı tarihinde kadınların faaliyetlerinin grafiğini çıkartan hala bir
kaç girişimden birisi olması şaşırtıcıdır.
Wornan as a Force in History'de, Beard Rönesans sırasında "hümanist öğrenmenin
teşviki için İtalyan kadınların yaygın ve etkili faaliyetleri" hakkın.!fa yorumlar yaptı.
Bunun kadınların -sanatsal ifade ve sorgulama gibi "efemine" değerlerle birlikte- ken
dilerini Ortaçağ kilise kontrolünden kurtarmaya başladıkları bir dönem olduğunu
vurguladı. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllardaki Fransız Aydınlanmasında kadın
ların benzer kritik roller oynadığun belgeledi. Gerçekten, göreceğimiz gibi, Beard'ın
eski rejimin "barbarlıkları ve suüstimalleri" dediklerine karşı laik ayaklanmanın baş
latıldığı bu dönem boyunca, daha sonra daha hümanist, veya bizim terirnlerirnizle
daha gilanik, modern ideolojilerin ilk olarak üretilmesine kaynaklık eden düşünceler,
Madame Rambouillet, Ninon de Lenclos ve Madame Geoffrin gibi kadınların "salon
larında" doğmuştur.52
Bu, kadınların erkeklere de "erkekçe" değerlerin iktidarda kalması için yardım
etmediğini söylemek değildir. Her yerde büyük kişiliklerin doğmasına rağmen, ka
yıtlı geçmişte kadınların rolü, gereklilik karşısında büyük ölçüde androkratik olarak
biçilen erkeğin "yardımcısı" rolü oldu. Fakat Beard'ın tekrar tekrar gösterdiği üzere,
kadınların erkeklere savaşta yardım etmesine rağmen, ve bazen kendilerinin de on
larla savaşmasına rağmen, onlarınki genellikle farklı bir rol olmuştur. Katı, saldırgan
ve fethe eğilimli olarak sosyalleşmedikleri için, kadınlar hayatlarında, eylemlerinde ve
düşüncelerinde karakteristik olarak "daha yumuşak," yani daha az şiddet eğilimli ve
şefkatli ve bakıp büyüten olmuşlardır. Örneğin, Beard'ın vurguladığı gibi, "en eski -ve
belki ilk- savaşın, nefretin ve intikamın şiirinin rakibi, Homeros tarafından ölümsüz
leştirilen, kendi halkınca Sappha olarak bilinen fakat daha sonraları herkesçe Sappho
olarak tanınan Aeolia'lı bir kadının şiirleridir:'53
Bu içgörü, aynı zamanda tarihte kadınların rolüne odaklanan diğer bir öncü eser
de bulunmaktadır: Elizabeth Gould Davis'in The First Sex (ilk Cinsiyet) adlı kitabı.54
156
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
Hiçbir kurumun veya üniversitenin desteği olmadan geçmişlerini anmak isteyen diğer
kadınların kitapları gibi, Davis'in kitabı, açıkça ezoterik değilse bile, düşler dünyasına
giren tuhaf bir çalışma olduğu yönünde eleştirilmiştir. Fakat dünyalarının değişikliği
ne rağmen -ve belki de tam olarak kabul edilmiş akademik geleneklere uymadığı için
bunun gibi kitaplar içgörüsel olarak kadınların statüsünün ve kadınca değerler olarak
bilinen şeylerin merkezi rol oynayacağı bir tarih çalışmasının öncüsü olmaktadır.
Beard'ınki gibi, Davis'in kitabı da kadınları, androkratik tarihçilerce silinen ko
numlarına tekrar yerleştirir. Aynı zamanda kritik tarihi kavşaklarda kadınların bastırıl
masıyla kadınca değerlerin bastırılması arasındaki bağlantıyı görmemizi sağlayan ve
riler sunar. Örneğin, Davis, Elizabeth çağı ile onu izleyen kadınları bastırmak için "ca
dıların" yakılması dahil düşmanca tedbirlerle bilinen Püriten gerilemeyi karşılaştırır.
Fakat öncelikle bugünün daha sert feminist tarihçileri ve sosyal bilimcilerinin
eserlerinde, yeni bir bütünsel gilanik-androkratik dönüşüm ve değişim teorisini ay
rıntılı hale getirmek ve geliştirmek için gereken verileri bulabiliriz. Bunlar, Renate
Bridenthal, Gerda Lerner, Dorothy Dinnerstein, Elaenor Leacock, JoAnn McNama
ra, Dona Haraway, Nancy Cott, Elizabeth Pleck, Carroll Smith-Rosenberg, Susanne
Wemple, Joan Kelly, Claudia Koonz, Carolyn Merchant, Marilyn French, Franoise
d'Eaubonne, Susan Brownrniller, Annette Ehrlich, Jane Jaquette, Lourdes Arizpe, It
sue Takamure, Rayna Rapp, Kathleen Newland, Gloria Orenstein, Bettina Aptheker,
Carol Jacklin ve La Frances Rodgers-Rose gibi kadınların ve Carl Degler, P. Steven
Sangren, Lester Kirkendall gibi erkeklerin ve sık sık titizlikle tuhaf, bulunması zor
kadınların günlükleri ve şimdiye kadar önemsenmemiş diğer kayıtları kullanan Ran�
dolph Trumbach gibilerinin eserleridir. Aşama aşama inanılmaz ölçüde tarihin ihmal
edilen yarısına dair düzeltmeler yapmaktadırlar.55 Ve süreç içinde, kayıtlı tarihin bir
adım geri bir adım ileri değişimlerini anlamak ve bunların ötesine gitmek için gereken
tarihi paradigma çeşidini inşa etmek üzere gereken kayıp inşaat bloklarını üretiyor
lar. Yeni feminist akademik çalışmalarla Fransız Filozof Charles Fourier'nin yaklaşık
yüzyıl önce gözlediği bir şeyin arkasındaki sebebi görmeye başlıyoruz: Kadınların öz
gürlüğüne kavuşma derecesi, toplumun özgürlüğe kavuşma derecesinin endeksidir.56
Kadın Ruhu
Daha yumuşak, daha "kadınca" değerlerin, katı androkratik kontrol dönemlerin
de nasıl daha katı şekilde kadınların tek tek erkekler tarafından yönetilen evin içindeki
ikincil dünyalarına hapsedildiğine göz atmıştık. Gilanik yükseliş dönemlerinde ise
aksine, bu değerlerin nasıl daha geniş bir kamuoyuna, veya erkeğin dünyasına nüfuz
ettiğini, bu şekilde sosyal gelişimin bazı yönlerini etkilediğini gördük.
157
Riane Eisler
Yeni akademik feminist araştırmaların bulgularıyla, bunun, mistik, döngüsel ve
değiştirilemez prensipten veya "kaderden" {örneğin Adams'ın "Bakire" ve "Dinamo
sunun" yan yanalığı) dolayı olmadığının belgelenmesi artık olanaklıdır. Eğer tarihçiler
inceledikleri tarihe kadınları da katsalardı, çok basit ve pratik bir sebep ortaya çıkardı.
Kadınlar, evin özel dünyasına katı bir şekilde hapsedilmedikleri zamanlarda ve yerler
de -kitle halinde kamusal hayatta özgürce hareket edebildikleri zamanlarda - "kadın
ruhunun" taşıyıcısı ve ileticisi olarak- toplumdaki egemen akıma daha gilanik bir dün
ya görüşünü aşılarlar.
Klasik Yunanistan'da gördüğümüz gibi, ve tekrar Hz İsa'nın zamanında, kadınlar
aslında toplumun daha iyi bir hale gelmesinde büyük bir etkiye sahiplerdi. Fakat belki
de bu noktadaki en çarpıcı olgu, yeniden modern zamanların en derin insancıllaştırıcı
sosyal hareketi olan feminist kaynaklar dışında, neredeyse tamamen göz ardı edilmiş
tir. Bu, ilk kez on dokuzunca yüzyılda alevlenen ve şimdi yirminci yüzyılda ateş topu
na dönen feminist harekettir.
Bunun bile genellikle standart tarih kitaplarımızdan çıkarılmasına rağmen, Luce
Stone, Margaret Fuller, Mary Lyon, Elizabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony gibi
yüzlerce on dokuzuncu yüzyıl feministinin bilinmeyen veya önemsenmeyen kita
bı, kesinlikle büyük ölçüde insanlığın kadın yarısının durumunu iyileştirmiştir. Yurt
içinde, modern feminizmin bu "anneleri," kadınları, karılarını dövmeyi onaylayan ka
nunlardan kurtardı. Ekonomik olarak, kadınları, kocaların karılarının malları üzerin
de kontrol kurmasını sağlayan kanunlardan kurtarmaya yardım etti. Böylece büyük
ölçüde kadınların ve ailelerinin, hayatlarını zenginleştirerek, onlara hukuk ve tıp gibi
meslekleri açtı ve onların yükseköğrenime girişini sağladı. 57
Kadınları erkek tahakkümünün açıkça baskıcı biçimlerinden kurtarmakta, on
dokuzuncu yüzyıl feminist hareketi zamanımızın gilanik atılımını harekete geçirmeye
yardım etti. Bunu yalnızca eğer standart tarih kitaplarının dışına bakıldığında görüle
bilecek bir şekilde yaptı. Daha önceden olmadığı biçimde ve daha önceden olmadığı
kadar kadının evlerinin dışında en azından kısmen ayak basacak yeri olmasını sağla
mak için, bu hareket büyük ölçüde toplumu bir bütün olarak insancıllaştırdı. Şimdi
kitle halinde "kamusal dünyaya" giren Florence Nightingale, Jane Adams, Sojouner
Truth ve Dorothea Dix gibi kadınların oluşturduğu 'kadın ruhunun' etkisiyle, sistemli
hemşirelik ve sosyal hizmet gibi yeni meslekler doğdu. Köleleri özgür bırakmak için,
kölelik yanlısı ilgili yasaları fesih hareketi, kitlesel halk desteği kazandı. Akıl hastalarıy
la zihinsel yetersizliği olanlar daha insancıl şartlara kavuştu.58
Üstelik, insan ilişkilerinin şiddete dayalı sınıflamalar yerine yakınlığa dayalı bağ
larla tanımlanan bu "kadınca model" veya ortaklık modeli, yirminci yüzyıl feminist
hareketiyle toplumun egemen akımı olarak yayıldı. On dokuzuncu yüzyıl feminist
hareketi gibi, kadınların özgürlüğü hareketi de kadınların durumunu büyük ölçüde
iyileştirdi. Teknolojik değişmelerin kadınları evde boyun eğen rolden işgücü olarak
158
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
boyun eğen role değiştirdiği bir zamanda, kadınların özgürlüğü hareketi kadınları
hem evin içinde hem de dışında korumaya yönelik yeni kanunlar için baskı yapmıştır.
Fakat, bir kez daha, bu ikinci dalga modern feminizm de büyük ölçüde hem kadın
ların hem erkeklerin durumunun iyileşmesini hedef almıştır. Bunu bir zamanlar katı
biçimde erkek kontrolü altındaki etkinlik alanlarında daha gilanik bir bilinç yaratarak
gerçekleştirmiştir.
On dokuzuncu yüzyılda kadınların zenci kölelere özgürlük hareketinde temel bir
rol oynaması gibi, yirminci yüzyılda da kadınlar tekrar siyahilerin medeni haklarının
güçlendirilmesi için kitlesel kaynak sağladılar, hatta bu uğurda öldüler. Benzer şekilde,
bugün bütün Batı dünyasında daha adil, barışçı ve ekolojik olarak uyumlu sosyal dü
zeni getirmek için çabalayan, küçük ve büyük, yüzlerce örgütün yapısı ağırlıklı olarak
kadınlardan oluşur.59
Açıkçası, tüm kadınlar kamu hayatına gilanik değerleri getirmeye çalışmıyor.
Örneğin, Indira Gandhi veya Margaret Thatcher gibi ara sıra erkek hiyerarşilerinin
tepesine ulaşan kadınlar, çok "yumuşak" veya "kadınsı" olmadıklarını kanıtlamaya ça
lıştıkları için sık sık tam olarak böyle davranırlar. Ve açıkçası bugün pek çok erkek de
sosyal iyileştirme ve barış için çalışıyor. Gilanik direnişin diğer zamanlarında yaptığı
gibi yapıyorlar. Böyle hareket etmelerinin sebeplerinden biri, daha "kadınca" değerle
rin -kadınlarla birlikte- bu zamanlarda daha az "özelleştirilmesi:'
1960'ların sonu ile 1970'lerin başı, çok sayıda Amerikalının Vietnam'daki sava
şın "yurtsever" ve "soylu" olduğu şeklindeki "erkekçe" düşünceyi reddettiği zaman,
bu noktanın bir örneğidir. Bu, yalnızca çoğu kadının erkeklere ait evlerin özel alanına
hapsolmayı reddettiği bir zaman değildi; aynı zamanda pek çok erkeğin, özellikle ka
musal davranışlarında, "gerçek erkeklerin" "kadınca" davranamayacağını -yani yumu
şak, barışçı ve bakıp büyüten- olamayacağını gösteren "erkekçe" stereo-tipleri reddet
tiği bir zamandı.
Bu, kadınların statüsü ile "kadınca" değerlerin yükselişi arasında basit, doğrusal
bir sebep-sonuç ilişkisinin ifadesi anlamına gelmez. Gerçekten de, azımsanamayacak
sayıda kadının her kazanımı kuvvetle talep ettiği veya elde ettiği durumda, sert bir
androkratik tepki genellikle zaten yoldadır.
Örneğin, 1960'lar ve 1970'lerdeki karşıkültür hareketi boyunca, genç erkek
ler savaşı "kahramanca" ve "erkekçe" olarak görmüyor, reddediyor ve daha efemine
elbise ve saç stilini benimsiyordu. Kadınlar, eşit haklar için önemli kazanımlar elde
ediyordu. Fakat eski cinsel stereo-tiplere kuvvetli bir meydan okumayla aynı zaman
da muhafazakar olarak bilinen ve erkek tepkisini yansıtan kuvvetler zaten anti-ERA,
Manevi Çoğunluk ve diğer sağcı gruplar şeklinde bir araya geliyordu. Benzer şekilde,
güçlü gilanik dirilişin gerçekleştiği Rönesans'ta ve Elizabeth zamanlarında, aynı bi
çimde eşzamanlı androkratik direnişin açık işaretlerini görüyoruz. Öte yandan, yö
netici sınıfların kadınlarına eşit eğitime doğru bir eğilim izlenebilir. Bununla birlik159
Riane Eisler
te, Christine de Pisan'ın Book of the City of Ladies (Hanımların Şehrinin Kitabı) gibi
eserlerde modern feminist edebiyatın başlangıcını görüyoruz.60 Öte yandan, kadınlara
iftira yoğunlaşıyor; yeni kanunlar ekonomik ve siyasal güçlerini kısıtlıyor ve gösteriş
meraklısı kadınlara adanan uygun biçimde "ferninen" -yani, edilgen- rollerinin zirveye
çıktığı yeni bir edebiyat türü ortaya çıkıyor.
Bütün bunlar son ve temel bir noktaya işaret ediyor. Gilanik yükseliş dönemleri
boyunca androkratik altyapıda bazı zayıflamalara rağmen, çok yakın zamanlara kadar
kadınların düşük statüsü genel olarak değişmemiştir. Buna karşılık, stereotip olarak
kadınlarla ilişkilendirilen yakınlık, bakıp büyütme ve şiddetten kaçınma gibi değerle
rin düşük statüsü de aynı kalmıştır.
Satırın Sonu
Gördüğümüz gibi, kayıtlı tarih boyunca androkratik sistemin ilk satırında bulu
nan "savunma", erkek kontrolünün yeniden onaylanması olmuştur. Daha net olarak
söylemek gerekirse, kadınların bastırılmasına yönelik bir gerilemenin genellikle tari
hin baskıcı ve kanlı bir döneminin başladığının erken bir öngörüsü olduğunu görmüş
tük. McClelland, Roszak ve Winter'ın araştırmasının çok açık belgelediği gibi, bunun
gösterdiği şey, kadınların bastırılması ile yakınlık kurucu ve bakıp büyütücü değerler
arasındaki sistem ilişkisi dikkate alınmazsa, bizim kaçınılmaz olarak savaş yoluyla di
ğer bir kitlesel kan dökülmesine doğru ilerlediğimizdir.
McClelland'in araştırması, edebiyat ve sanattaki şiddet yüklü temaların artışının
savaş ve baskı dönemlerini nasıl önceden haber verdiğini göstermektedir. Winter'ın
tecavüzcü Don Juan üzerine araştırması, kadınlara karşı baskıcı şiddet temasının, şid
det ve savaş zamanlarının daha da özgül bir habercisi olduğunu gösterir. Ve bugün ka
dınlara karşı şiddette -yalnızca kurmaca edebiyatta değil, gerçek dünyada da- küresel
çapta kitlesel bir artış vardır.
İdeolojik olarak, dünyamız hem Hıristiyan hem de İslam köktendinciliğinin ka
dından nefret eden dogmaları yüzünden temel bir gerileme içerisindedir. Edebiyatta
ve sinemada kadınlara karşı şiddetin eşsiz bir yükselişi vardır. Edebiyattaki eskiden
bulunan şiddet ( Taming ofthe Shrew [Hırçın Kız] veya Don Juan), kadın cinayetinin ve
tecavüzünün canlı betimlenmeleri ile karşılaştırıldığında sönük ve önemsiz kalır. Aynı
zamanda, sert sekse dayalı pornografinin günümüzdeki hızlı yayılışı da benzersizdir.
Multirnilyar dolarlık bir endüstri; evleri kitaplar, dergiler, çizgi romanlar, filmler ve
kablolu televizyon yoluyla istila etmektedir. Verdiği mesaj, cinsel zevkin şiddette, ka
dın cinsinin hayvanlaştırılmasında, köleleştirilmesinde, işkencesinde, sakatlanmasın
da, aşağılanmasında ve küçük düşürülmesinde bulunduğudur.61
160
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
Theodore Roszak'ın vurguladığı gibi, suç kayıtlarında "ağır cezayı gerektiren mü
essir fiil" olarak geçen, şiddetli, kemik kırmalı ev içi dayak, eşi yakma, gözlerini çı
karmanın artışına direniş, on dokuzuncu yüzyıl feminist hareketin işaretiydi.62 Kayıtlı
tarih boyunca kadınlara karşı şiddet, androkratik sistemin her türlü temel değişiklik
tehdidine tepkisi olduğu için, yirminci yüzyıldaki kadınlara özgürlük hareketinin uya
nışında kadınlara karşı şiddetin azımsanamayacak artışın rolü olmuştur. Hindistan'da
gelinlerin yakılması, İran'daki kamuoyuna açık infazlar, Latin Amerika'daki hapis ve
işkenceler, dünya çapında kadınların eşleri tarafından dövülmesi ve küresel tecavüz
terörizmi buna örnektir. Araştırmacılar şimdi Birleşik Devletlerde her on üç saniyede
bir tecavüzün gerçekleştirildiğini tahmin etmektedir.63
Kültürel Dönüşüm teorisinin bakış açısından bakılırsa, bugün kadınlara karşı
kitlesel ve acımasız şiddetin sosyal sistemdeki işlevini görmek zor değildir. Eğer and
rokrasi ayakta tutulacaksa, kadınlar ne pahasına olursa olsun bastırılmalıdır. Eğer bu
şiddet bütün dünyada tırmanıyorsa, bu; erkek tahakkümünün bu kadar güçlü şekilde
küresel, birbirini karşılıklı olarak pekiştiren, sinerjik, insanların özgürleşmesine yöne
lik kadın hareketince tehdit edilmemiş olmasındandır.64 Söz konusu şiddet, kadınlara
karşı eski dini iftiraların yeniden hayat bulması yoluyla ve cinsel zevkin kadınların öl
dürülmesi, tecavüze uğraması ve işkence görmesiyle özdeşleştirilmesi yoluyla kışkır
tılmaktadır.
Dünya, daha önce asla milyonlarca üyesi olan, böyle mantar gibi biten hükümet
ve sivil toplum örgütünü görmemiştir. Resmi Çin Kadınlar Birliği Federasyonundan
Ulusal Kadın Çalışmaları Kurumuna ve Birleşik Devletlerde Yaşlı Kadınlar Birliğine
grupların tümü kendilerini kadınların statüsünün ilerletilmesine adadılar. Daha önce
asla Birleşmiş Milletler'in Kadınlar On Yılı olmamıştır. Daha önce asla dünyanın her
köşesinden binlerce kadını çeken, erkek egemenliğinden kaynaklanan problemleri ele
alan küresel konferanslar olmamıştır. Daha önce kayıtlı tarihin tamamında dünyadaki
her milletten kadınlar cinsel eşitlik, gelişme ve barış içeren bir gelecek için bir araya
gelmemiştir. Bunlar İlk Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı'nın üç amacıdır.65
Kadınların -ve erkeklerin- gelişen ayrımının ve bu birbiriyle ilgili üç amacın, in
celemekte olduğumuz dinamiklerden kaynaklandığını, artan ölçüde içgörüyle algıla
ması söz konusudur. Kadınlara karşı erkek şiddetinin işlevi algılandığında, erkeklerin
kendileri kadar fiziksel olarak güçlü olmayan insanlığın yarısına tahakküm etmesi
erkeklere öğretildiğinden, onların "erkeklik" görevlerinin daha zayıf milletleri fethet
mek olduğunu düşüneceklerini görmek zor değildir.
Milli savunma adına, ABD ve SSCB'deki gibi, veya Tanrı'nın kutsal adı uğruna,
Müslüman dünyasındaki gibi, savaş veya savaşa hazırlık yalnızca erkek tahakkümünü
ve erkeklerin şiddetini güçlendirmeye hizmet etmez. Hem Hitler'in Almanya'sı hem
de Stalin'in Rusya'sında görüldüğü gibi, aynı zamanda androkrasinin üçüncü temel
sistem bileşenini, otoriterliği güçlendirmeye hizmet eder. Savaş zamanları "güçlü ada161
Riane Eisler
mırı'' liderliğini doğrular. Aynı zamanda sivil özgürlükler ve hakların askıya alınmasını
doğrular. Bunun örnekleri, 1983'te Birleşik Devletlerin Granada'yı istilası sırasındaki
haberlerin kesilmesi ve Afrika'da, Asya'da ve Latin Amerika'daki savaş durumundaki
milletlerin birbirini izleyen kronik sıkıyönetimleridir.
Geçmişte, sarkaç daima barıştan savaşa geriye doğru sallanmıştır. Ne zaman daha
"kadınca" değerler, sistemi dönüştürme tehdidiyle bir dönem yükselse, hemen ardın
dan uyarılmış ve korkutucu bir androkrasi bize saldırır. Fakat arkadan gelen güncel
dalga, kaçınılmaz olarak giderek daha çok yurt içi ve milletlerarası şiddet ve onunla
birlikte sivil özgürlükler ve hakların askıya alınmasını getirmeli midir?
Gerçekten bir savaştan diğerine -şimdi nükleer savaş- başka bir yol yok mudur?
Kadeh ile sembolize edilen yaşam verici güç hala üstün olduğu zamanlarda; Tanrıça
çağında, bir ümitle başlayan kültürel evrimin sonu mu olacaktır? Yoksa şimdi bu sonu
tersine çevirecek özgürlüğümüze yeterince yakın mıyız?
1 62
On Birinci Bölüm
Özgürlüğe Kavuşmak:
Tamamlanmamış Dönüşüm
Bizimkisi Akıl Çağı dediğimiz modern çağ olmalı. Aydınlanma batıl inancın yerini
alacaktı; hümanizm barbarlığın yerini alacaktı; deneysel bilgi ikiyüzlülüğün ve dog
manın yerini alacaktı. Üstelik belki daha önce hiç olmadığı kadar böyle büyülü güçler,
Dünyaya atfedilmişti. Kelimeler aracılığıyla, insan zihninin bilinçli mantıksal süreçle
rini mümkün kılan yapılar aracılığıyla o bütün mantıksızlıklar, insanlığın bütün yan
lışları ve hastalıkları, şimdi tedavi edilmeliydi. Ve daha önce asla kelimeler, özellikle
yazılı kelimeler, bu kadar uzağa ve bu kadar geniş alana ulaşmamıştı.
Daha önce asla bu kadar çok insan okuryazar olmaması ve daha önce asla bu ka
dar çok yeni iletişim aracı, kelimeleri dünyamızın bu kadar çok sakinine yayılmaması
bunun bir nedeniydi. Tarih Felsefecisi Henry Aiken'in İdeoloji Çağı1 dediği zamana
doğru hareket, temel bir sosyoteknolojik değişimle birlikte geldi. Bu, bir değişiklik,
Alvin Toeffier'ın ifadesiyle 'ikinci dalga' idi. Büyüklüğü, binlerce yıl önceki 'ilk dal
ga' tarım devrimiyle karşılaştırabilirdi.2 Öncelikle, sanayi devrimi hali Batıyla sınırlı
olmasına rağmen kendisiyle birlikte pek çok yeni teknoloji getirdi. Bunlar arasında,
kitapların, dergilerin ve gazetelerin geniş ölçekli dağıtımını mümkün kılan matbaa
vardı. Daha sonra sözlü medya, telgraf, telefon ve radyo geldi. Bunları da dünyamızı
kıyı bucak kelimelerle istila eden dergilerin, gazetelerin ve kitapların devasa artışından
sonra, görsel kitle iletişim araçları, sinema ve televizyon izledi.
163
Riane Eisler
Fakat özellikle Batı'da bu ideolojik patlamanın diğer bir sebebi vardı. Dini ideolo
jiler ilerleyen sanayileşmenin şafağında zayıflarken, gerçekliği yeni algılama, düzenle
me ve değerlendirme yolları için, yani yeni ideolojiler için büyük bir açlık, adeta gözü
dönmüşlük vardı.
Kısa süre sonra bazılarının laik ruhban dediği kesimin -filozof ve biüminsanları
sesi, kendisini bütün Batı dünyasında dinletiyordu. On dokuzuncu yüzyıl geldiğinde
bunlar her yerdeydi. Gerçekliği, laik Söz"ün birkaç peygamberini sayarsak, Kant'ın
ve Hegel'in, Kopernik ve Galile'nin, Darwin ve Lavoisier'nin, Mili ve Rousseau'nun,
Marx ve Engels'in modern İncillerine göre yeniden yorumluyor, yeniden düzenliyor
ve yeniden değerlendiriyorlardı.
Aklın Başarısızlığı
Bunlar, kültürel dönüşümün peygamberleri olacaktı. İnsan zihninin akıl yoluyla
özgürleşmesiyle, "rasyonel insan" -on sekizinci yüzyıl aydınlanmasının ürünü- şimdi
geçmişin barbarlığını bırakacaktı.
Sanayi devrimi boyunca, teknolojik evrimimiz sıçrama ve yükselişlerle ileri doğ
ru hareket ediyordu. Kültürel evrimimiz de sonrasında böyle hareket edecekti. Aynı
şekilde, makineler ve ilaçlar gibi yeni maddi teknolojiler görünüşte mucizevi değişik
likler getirirken, insan davranışını daha iyi örgütleme ve kılavuzlama yolları gibi yeni
sosyal teknolojiler bulunuyordu. Bunlar, insanlığın daha yüksek potansiyellerinin ve
motivasyonlarının gerçekleştirilmesini hızlandıracaktı. Uzak geçmişte, adaleti, gerçe
ği, güzelliği arayan asırlık insan ideallerimizi gerçekliğe taşıyabilirdi.
Fakat aşamalı olarak bu büyük ümit ve vaat silinmeye başladı. On dokuzuncu ve
yirminci yüzyıllar boyunca "rasyonel insan," kendi dostu ve kardeşi olan insanları her
fırsatta baskı altına almaya, öldürmeye ve aşağılamaya devam etti. On dokuzuncu yüz
yılın Sosyal Darvincilik gibi "biümsel" doktrinleriyle doğrulanarak, "aşağı" ırkların
ekonomik köleliği sürdü. "Küffardan kurtarmak" veya daha büyük izzet ve Tanrı'nın
ve kralın gücü için savaşılmak yerine, sömürge savaşları şimdi "serbest ticareti" özen
diriyor ve rakip ekonomik ve siyasi güçlere engel oluyordu. Söz konusu değişimler
böylece "rasyonel" ekonomik ve siyasi amaçlarla gerçekleşiyordu. Kadınların erkek
lerce kontrolü, Havva'nın Tanrı'ya sadakatsizliği gibi mantıksız nedenlere dayandırıla
madığından, şimdi erkek tahakkümünün biyolojik ve/veya sosyal bir kanun olduğunu
bildiren yeni "rasyonel biümsel" dogmalarca doğrulanıyordu.
"Rasyonel insan" şimdi doğaya nasıl "hükmedeceğinden," emrindekilere boyun
eğdireceğinden ve -büyük yirminci yüzyıl ilerlemesiyle- uzayı "fethedeceğinden" söz
Ç:N.: Burada yazar Yuhanna İncilinin "Başlangıçta Söz vardı" şeklindeki ilk cümlesine gönderme yapmak
tadır.
•
1 64
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
ediyordu. Barışı, özgürlüğü ve eşitliği getirmek için nasıl savaşlar yapmak zorunda ol
duğundan, çocukları, kadınları ve erkekleri baskı altındaki halkların şerefini korumak
ve onlara özgürlük getirmek için terörist faaliyetlerle nasıl öldürmek zorunda oldu
ğundan söz ediyordu. Hem kapitalist hem de komünist dünyalardaki seçkinler, mal
ları ve/veya ayrıcalıkları toplamaya devam etti. Daha çok kar etmek veya daha yüksek
kotalar elde etmek için, aynı zamanda fiziksel çevresini sistematik olarak zehirlemeye
başladı. Böylece, diğer türlerin nesillerini tüketmekle tehdit etti ve yetişkin insanlar
da ciddi hastalıklar ile bebeklerde sakatlıklara sebep oldu. Rasyonel insan, bütün bu
sırada yaptığının ya yurtsever ya da idealist -hepsinin ötesinde- rasyonel olduğunu
açıklamayı sürdürdü.
Sonunda, Auschwitz ve Hiroşiına'dan sonra, rasyonalite vaadi sorgulanmaya baş
landı. İnsan yağının sabun yapmak için "rasyonel" ve etkin kullanımı nasıl oluyordu?
Veya hijyenik duşun zehirli gaz için çok etkin kullanımı neydi? Atom bombalarının ve
radyasyonun yaşayan ve tamamen çaresiz insanlar üzerinde dikkatlice rasyonelleştiril
miş askeri deneyleri nasıl açıklanabilir? Bu süper etkin kitle imhasına, insanlık için bir
ilerleme denilebilir mi?
Bomba gibi patlayan aşırı sınai büyüme, bütün insanların montaj bandı şekline
sokulması, bireylerin sayı haline getirilerek bilgisayarlaşması, türümüzü bir adım ile
riye mi götürdü? Yoksa bu modem ilerlemeler, artan toprak, deniz ve hava kirliliği
nin yanında, kültürel ilerleme yerine kültürel gerilemenin işaretleri midir? "Rasyonel
adam" gezegenimizin kutsallığına saldırıyor ve onu yok ediyor göründüğü için, bi
limsel ilerlemeler bizi laik-teknolojik çağıonza boğmadan, önceki zamandaki "dindar
adam"a geri dönmek daha iyi olmayacak mıdır?
Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, filozoflar ve sosyal bilimciler yalnızca rasyona
liteyi sorgulamıyordu, aynı zamanda tüm ilerlemeci modern ideolojileri sorguluyor
du. Ne kapitalizm ne de komünizm vaatlerini yerine getirmişti. "Gerçekçiler" özgür ve
eşit bir toplumun asla ütopik bir düşten başka bir şey olmadığını vurguladığı için, her
yerde "liberalizmin sonundan" söz ediliyordu.
Bütün dünyada insanlar ilerlemeci laik ideolojilerin görünüşteki başarısızlığı ile
düş kırıklığına uğradıkları için, köktendinci Hıristiyan, Müslüman ve diğer dini dokt
rinlere dönüyordu. Zorlayıcı küresel kaosun artan işaretlerinden korkarak, insan kit
leleri eski androkratik düşünceye geri dönüyordu. Buna göre, gerçekten önemli olan;
dünyadaki hayat değildir, fakat Tanrı'ya -ve dünyada onun adına konuşan adamların
emirlerine- karşı gelerek sonsuza kadar şiddetle cezalandırılıp cezalandırılmayacağı
mızdır.
Nükleer bombaların yol açtığı küresel yok oluş tehdidinin gerçekliği içinde, ge
çerli sisteme hiçbir gerçekçi alternatif sunmayan dünya görüşünün bakış açısından,
artan ölçüde çözümsüz gibi görünen küresel krizlere cevap verecek yalnızca üç yol
görünmektedir. Bir yol, tek çıkışın öbür dünyada olduğu şeklindeki eski dini görüşe
1 65
Riane Eisler
geri dönmektir. Öbür dünyada -doğumda olduğu gibi- tekrar Hıristiyanların veya Şii
Müslümanların vurguladığı üzere, Tanrı emirlerine uymuş olanları ödüllendirecek ve
uymamış olanları cezalandıracaktır. İkincisi derhal kaçış yolları bulmaktır: nihilizm,
duyarsızlaşma ve ümitsizlik. Bunlar, kızgın düş kırıklığını yansıtan punk
rock'ı, zihni
uyuşturan aşırı uyuşturucuları, içkiyi veya mekanik seksi, açgözlü aşırı materyalizmin
dejenerasyonunu ve tüm şefkati öldüren modern bir "eğlence" endüstrisini beslemek
tedir. Söz konusu endüstri, Roma İmparatorluğu'nun son günlerindeki kanlı sirklere
benzemeye başlamaktadır. Üçüncü yol, toplumu hayali daha iyi bir geçmişe -kadınla
rın ve "aşağı" erkeklerin "doğal düzende" kendilerine uyan yeri sorgulamasından ön
ceki "eski güzel günlere"- çekmeye çalışmaktır.
Fakat geliştirmekte olduğumuz bakış açısından, bugünümüz ve geçmişimizin
dikkatlice yeniden incelenmesine dayalı olarak, bütün bu ümitsizlik temelsizdir. Eğer
ileri teknoloji çağımızda bizi kaçınılmaz şekilde nükleer savaşa sürükleyenin insan do
ğası değil de tahakküm modelli bir toplum olduğunu kabul edersek, ümidimiz vardır.
Eğer karşı koyulamaz Tanrı veya doğa kanunun değil de bu sistemin daha iyi tahak
küm ve yok etme yolları için teknolojik dönüm noktalarının kullanılmasını talep etti
ğini kabul edersek, hiçbir şey boşuna değildir. Bu bizi küresel iflasa ve sonunda nük
leer savaşa sürükleyebilir. Kısacası, eğer bugünümüze Kültürel Dönüşüm teorisinin
bakış açısından bakarsak, insanlığın bir yarısının diğeri üzerinde güce dayalı sınıflama
üzerine kurulan bir sisteme alternatifler olduğu netleşir. Bir diğer netleşen şey ise, on
sekizinci yüzyıl aydınlanmasıyla başlayan Batı toplumundaki büyük dönüşüm başarı
sız olmamış, yalnızca tamamlanamamıştır.
Androkratik Öncüllere Meydan Okuma
Aslında on sekizinci yüzyıl aydınlanmasıyla doğan düşüncelerin, yalnızca bir kıs
mı yenidir. Kökleri, ilk bölümlerimizde incelediğimiz uzak geçmişte kalmış olan gila
nik, sosyal örgütlenmenin tahakküm modeli yerine ortaklık modeline uygun düşün
celerdir. Bunlar, Madame du Chatelet ve Madame Geoffrin gibi kadınların entelektüel
salonlarında yeni gelişme imkanları bulan, aydınlanma boyunca yeniden doğan daha
modern biçimdeki düşüncelerdir. İlk olarak, uzun yüzyıllar boyu kullanılmayan veya
kötüye kullanımın ardından, küçük, eğitimli seçkinler grubu için yenilikten çok ente
lektüel eğlenceydi. Fakat o zaman, matbaa gibi daha iyi kitle iletişim teknolojileriyle
ve daha sonra halk eğitimiyle, bu fikirler her yerde tekrarlanmaya başladı. Bunlar, ta
hakküm modelli bir topluma uymuyordu.
Bu düşüncelerin en eski ve en önemli olanlarından biri, ilerleme düşüncesiy
di. Eğer evren, dini dogmanın söylediği gibi, gücü her şeye yeten bir Tanrı tarafın1 66
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
dan kontrol edilen değişmez bir varlık değilse ve eğer "insan" her şeyin ötesindeki
Tanrı'nın suretinden yaratılmadıysa, doğadaki, toplumdaki ve "insandaki" ilerlemeler
gerçekten olmuştur. Bu, Batı kültüründeki büyük dönüm noktasının dini olanın sekü
ler fikirlerle yer değiştirmesi olduğunu savunanlarca vurgulanan bir noktadır. Redde
dilenin din değil statik ve hiyerarşik sosyal düzenin Tanrı'nın emri olduğu şeklindeki
androkratik öncül olduğu ise dikkate alınmamıştır.3
1737'de Abbe de Saint-Pierre, Observations on the Continuous Progress of Human
Reason'ı (İnsan Aklının Sürekli İlerlemesi Üzerine Gözlemler) yazdığı zaman, insanlı
ğın ileri gitmesi düşüncesinin "yoğun, uzun, ilerlemeci hayat vizyonuna" dayandığım,
belki ilk kez böyle kesin kelimelerle ifade etmiş oldu.4 Burada, dünyadaki sosyal ve
bireysel hayatın ilerletilmesi için geniş olanaklar fikri, Hıristiyan inançlarının tama
men reddiydi. H.ıristiyanlığa göre, bu dünya, insanların, Tanrısal bir plan çerçevesinde,
nihai hedefleri için eğitildiği ve disipline edildiği bir çeşit sınav yeridir. Nihai hedefbu
rada, dünyada değil, öbür dünyadadır. Artık otoriter bir statükoyu desteklemeyerek,
onun yerine sürekli ilerleyen insan idealleri ve motivasyonlarını esas alarak, ilerleme
fikri kanuni, sosyal ve ekonomik ilerlemelerin çoğu için vazgeçilmezdi. Bunlar aslında
daha on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda meydana gelmişti.
İki ilgili düşünce, eşitlik ve özgürlük, androkratik ideolojide de temel bir kırıl
mayı temsil ediyordu. 1 6S l 'de Thomas Hobbes Leviathan'da şöyle yazmıştı: "Doğa
insanları vücut ve zihin alanlarında eşit kılmıştır. ...insanlar arasındaki farkın o kadar
önemli olmadığı ortaya çıkınca, bu durumda bir insan kendisi için başkasının aynı
şekilde istemeyebileceği herhangi bir yararı talep edebilir:•s
Bunu izleyen yüzyılda, Fransa'da Jean Jacques Rousseau, yalnızca "erkeklerin"
özgür ve eşit doğmadığım, onların "zincirlerini kırmak"6 için "doğal hakla" etiket
lendiklerini yazdı. Bu gerçeklik anlayışı Amerikan ve Fransız devrimlerinde merkezi
roldedir. Aynı yüzyılda İngiltere'de Mary Wollstonecraft bu "doğal hakkın" erkekler
kadar kadınlara da ait olduğunu vurguladı. Bu görüş, hala süren feminist devrimin de
olmazsa olmazıdır.7 Daha sonra on dokuzuncu yüzyılda Auguste Comte, pozitivizm
ve insan gelişimi kanunları hakkında yazdı. John Stuart Mili, istenen manevi ve ente
lektüel nitelikleri özendirmeye en uygun yol olarak temsili demokrasiden söz etti. Ve
Kari Marx, kısmen androkrasi öncesi dönemdeki ilk keşiflerden etkilenerek, "bütün
herkesin özgür gelişiminin şartı olduğu" sınıfsız bir toplumdan bahsetti.8
Bu modern, seküler filozoflar arasındaki farklar dikkate alınmadığında, karşımıza
çıkan şey; uygun sosyal şartlarda insanların özgür ve eşitlikçi bir uyum içerisinde ya
şayabileceği şeklindeki ortak anti-androkratik varsayımdır. Başka bir ifadeyle, bu nok
talara eklemlenmemesine rağmen bu, kadınların ve erkeklerin öngördüğü, tahakküm
toplumu yerine ortaklık toplumu olasılığıdır.
O zaman
insan terimi, şimdiki gibi, genellikle "erkeklerle" veya "ademoğluyla"
özdeşleştiriliyordu. Böylelikle, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda insan haklarına
1 67
Riane Eisler
bağlılık, genellikle yalnızca erkeklere uygulanabilir görünüyordu. Aslında, bu sadakat
ilk olarak beyaz, özgür ve varlıklı erkeklere yönelikti. Yine de geçmişteki bu temel ide
olojik çatlaklarla birlikte hem kadın hem de erkeklerin hayatlarını derinden etkileyen
sosyal gerçekliklerde, eşit ölçüde temel değişiklikler ortaya çıktı.
İlk olarak Amerikan ve sonra Fransız devrimlerinde -pek çok yüzyıl boyunca
androkratik sosyal örgütlenmenin yapıtaşı olan- Krallık kurumuna meydan okundu.
Giderek daha çok insanın zihninde "eşitlik", "özgürlük" ve "ilerleme" gibi kelimeler,
"bağlılık", "düzen'' ve "itaat" gibi kelimelerle yer değiştirdi. Batı dünyasının çoğunda,
cumhuriyetler monarşilerin, laik okullar dini okulların yerini aldı. Ve daha az otoriter
aileler, babanın ve kocanın sözünün, kralların sözü gibi, mutlak kanun olduğu katı şe
kilde erkek egemen ailelerin yerini almaya başladı.
Bugün aile içinde zayıflamakta olan erkek kontrolü, pek çok kişi tarafından aile
lerdeki tehlikeli çöküşün sebebi olarak gösterildi. Fakat baba ve kocanın mutlak oto
ritesinin aşama aşama erozyona uğraması, daha eşitlikçi ve adaletli bir topluma doğru
modern hareket için kritik önkoşuldu. Bu kritik noktaya odaklanan az sayıdaki kişiden
biri olan Sosyolog Ronald Fletcher,
The Family and Its Future'da (Aile ve Geleceği)
şöyle yazar: "Gerçek şudur ki, modern aile, toplumun yeniden inşasının tamamında
merkezi sosyal adalet fikirlerini yaklaştıran daha büyük sürecin gerekli bir kısmı olarak
ortaya konmuştur."9
Bu kritik, fakat ha.la genellikle gözden kaçan, psikolojik - tarihi dinamiklere ışık
tutan güncel bir yapıt, Randolph Trumbach'ın The Rise ofEqualitarian Family (Eşitlik
çi Ailenin Yükselişi) adlı kitabıdır. 10 Trumbach, modern eşitlikçi ailenin kıtada ortaya
çıkmasından önce, ilk kez İngiltere'de ortaya çıkması gerçeğinin, İngiltere'de Fransa,
Rusya ve Almanya'dan farklı olarak, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda şiddetli
anti-monarşik ayaklanmaların ortaya çıkmamasında önemli bir faktör olabileceğini
gösterir. Araştırması, İngiliz yönetici sınıflarının ailelerinde kadınların yükselen gücü
nün, İngiltere'yi yöneten erkekler üzerinde önemli değişikliklere sebep olduğunu vur
gular. Bu değişiklikler, erkekleri sosyal reformları kabul etmeye hazır hale getirmiştir.
Örneğin kralın yalnızca unvanını muhafaza etmesiyle parlamenter demokrasiye yöne
liş, Rus, Alman ve Fransız krallarının ısrarcı despotizmine çok terstir.
Seküler İdeolojiler
Eğer modern tarih analizine kültürel evrimimiz için iki farklı yol olarak androkra
si ve gilani arasındaki derin çatışmanın bakış açısından başlarsak, ilerlemeci, modern,
seküler ideolojilerin ortaya çıkışı yeni ve çok daha ümitli, bir anlam kazanır. Kültü
rel Değişim teorisinirı sağladığı yeni analitik araçları kullanarak, eşitlik ve özgürlük
1 68
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
gibi fikirlerin çoğalımının aşama aşama nasıl dünyaya yeni bakış yollarının formüle
edilmesine yolu açtığını görebiüriz. Böyle gilanik düşünceler, "Çekim merkezi" işlevi
görerek, yeni inanç veya ideoloji sistemlerinin oluşturulmasının çekirdekleri olarak
hizmet ettiler. Bunlar, yavaş yavaş sosyal sistem aracılığıyla yayılarak en azından kıs
men, androkratik paradigmanın yerini aldılar. Bu bölük pörçük ideolojiler; en tepede
bir erkek Tanrı'nın, azalan bir tahakküm düzeninde; erkekler, kadınlar, çocuklar ve
sonunda doğanın geri kalanıyla birlikte yer aldığı piramit şeklindeki bir dünyaya mey
dan okudular.
Bu ilerlemeci ideolojilerin en eski olanı, ironik olarak, bugün ilerlemecilerce en
ağır şekilde eleştirilenlerden biridir: kapitalizm. Kapitalizm için ideolojik temel, zaten
on yedinci yüzyıl Protestan Reformuyla atılmıştı. Endüstrinin, bireysel başarının ve
varlığın ticari erdemleri -ve tersine tembelliğin, bireysel başarısızlığın ve yoksulluğun
ticari günahları- vurgusuyla Protestan etiği, kapitalizmin yükselişi için bir önkoşul
du. 11 Fakat on sekizinci yüzyıla kadar kapitalizm laik bir ideoloji olarak doğmamıştı.
Başlıca yazarı, her bakımdan ilk dünyevi filozoflardan Adam Smith'tir.1 2
Kapitalizm, erkeklerin sosyal konumunun ve varlığının temelinin soylu,
zanaatkar veya çiftçi olarak doğmasının sonucu olduğu şeklindeki eski görüşten radi
kal bir kopuştu. Aslında daha özgür bir topluma doğru bir hareketti. Kapitalizm, temel
olarak en güçlü, en acımasız ve şiddete eğilimli erkeklerin, savaşçı-fatihlerin ve onların
soyundan gelenlerin, soyluların ve kralların, Tanrı tarafından emredilmiş olarak dini
ideolojilerce doğrulanan despot güçlerini kullandıkları, en eski veya erken dönem
androkratik sosyal örgütlenmenin katı hiyerarşilerine meydan okudu.
Kapitalizm, öncelikle ekonomik veya maddi temelle kurulan ilk modern ideolo
jiydi, böylece tahakküm toplumundan ortaklık toplumuna gidişte önemli bir adımdı.
Aynı zamanda anayasal monarşiler ve cumhuriyetler gibi, yeni ve sosyal sorumluluk
ları savunan siyasi oluşumlar için gerekli desteğin çoğunu sağladı. Tabii ki, kapitalist
ekonomiler feodal ekonomilerden çok daha fazla tercih edilebilirdi. Feodal ekonomi,
birincil olarak şiddete dayalıydı: gücün temeli olarak görünüşte tatmin edilemez daha
çok mal mülk dürtüsü içindeki lordlann ve kralların doymazlıkla sonsuza kadar öl
dürmeleri, yağmalamaları. Fakat bireysel açgözlülük, rekabetçilik ve doymazlık (kir
güdüsü), doğal hiyerarşiler (sınıf yapısı) ve şiddete süren bağlılık (örneğin, sömürge
savaşları) vurgusuyla, kapitalizm androkratik kaldı.
En eleştirel şekilde George Gilder gibi modem kapitalist ideologların açıkça be
lirttiği gibi, kapitalizm bildiğimiz üzere erkek üstünlüğüne dayanır. Başkan Reagan ta
The Wealth ofNations'ından beri (Milletlerin Refahı) kapita
lizm üzerine en önemli yapıtlardan biri sayılan Wealth and Poverty (Refah ve Yoksulluk)
rafından Adam Smith'in
kitabında, Gilder özellikle "erkeğin üstün saldırganlığını" bütün sosyal ve ekonomik
değerlerin en büyüğü olarak över. 13
Sosyalizm ve komünizm, doğmakta olan diğer temel ideolojilerdi. Onların er
ken dönem teorisyenleri kapitalizm tarafından desteklenen androkratik öncüllerin
1 69
Riane Eisler
çoğunu reddetti. Charles Fourier gibi "ütopik sosyalistlerin" sosyalizmi ve Marx ve
Engels'in "bilimsel sosyalizmi," eşitlik idealini özendiren güçlü faktörlerdi; yani, sınıf
lama veya tahakküm yerine ortaklık veya yakınlığa dayalı sosyal örgütlenme. 14 Hacim
li yazılarında yalnızca bir yapıtaşı olmasına rağmen, Marx ve Engels açıkça erkeklerin
kadınlara uyguladığı baskının kritik önemini tanıdılar. Bunu Engels "birincil sınıf bas
kısı" veya "kadın cinsinin dünyada tarihi yenilgisi" olarak adlandırdı. 15
Fakat dünyanın pek çok yerinde (parasız halk eğitimi ve kademeli gelir vergisi
gibi) sosyalist düşünceler, daha büyük sosyal eşitlik sağlanmasına yardım etti ve mil
yonlarca köylünün ve sanayi işçisinin büyük yoksulluğuna rahatlama getirdi. Ancak
sosyalizm ve komünizm aynı zamanda önemli androkratik bileşenleri de engelledi.
Problemin bir kısmı komünist teorideydi. Modern zamanların en etkili ideolojilerin
den biri haline gelen Marksizm, "Sonuç, araçları meşru kılar" biçimindeki tanınmış
özdeyişin ortaya koyduğu gibi gücün şiddetle var olabildiği şeklindeki androkratik
tavrı terk etmedi. Problemin bir kısmı, Marksizm'in komünizmi resmi ideoloji olarak
benimseyen ilk ulustaki uygulanma şekline dayanıyordu: Sovyetler Birliği. Marx ve
Engels, kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkilerin tarihöncesi devirlerde, tiksindikleri
sınıflı topluma dönüşerek derinden değiştiğini kabul etmişti. Bunun ardından, Rus
Devrimi'nin erken yıllarında kadınların konumunu eşitlemek için bazı çabalar vardı.
Fakat sonunda, erkekler ve -tam da eleştirel olarak- "erkekçe" değerlerin kontrol gücü
sabit kaldı. 1 6
Gerçekten, Stalin'in yönetimi altında şiddet ve otoriterliğe kitlesel geri dönüş,
daha önceki ataerkil aile ilişkilerinin, kadın ve erkek arasında eşitlik ilişkisine çevril
mesindeki tersliğe denk geldi. Bu, modern tarihin en öğretici derslerinden biridir.
Troçki'nin işaret ettiği gibi (fakat yalnızca iktidardan düşmesinden ve sürgüne gitme
sinden sonra), komünist devrimin amaçlarına ulaşmada başarısızlığı, büyük ölçüde li
derlerinin ailedeki ataerkil ilişkilere değişiklik getirme konusundaki başarısızlığından
kaynaklandı. 17 Bizim terimlerimizle, insanlığın iki yarısı arasındaki temel ilişkilere de
ğişiklik getirmedeki başarısızlığında yatmaktadır. Bu şekilde, ilişkiler yakınlık yerine
sınıflamaya dayalı olmayı sürdürdü.
On dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyıla doğru diğer modern hüma
nist ideolojiler -kölelik karşıtlığı, pasifızm, anarşizm, sömürgecilik karşıtlığı, çevreci
lik- de doğdu. Fakat atasözündeki kör adamların fili tarifi gibi, onların her biri sorunun
bütünlüğüyle ilgili olarak androkrasi canavarının farklı görünümlerini tarif etti. Aynı
zamanda, canavarın yüreğinde egemen erkek-tabi kadın modelinin bulunduğu gerçe
ğine ulaşmayı başaramadılar.
İnsan ilişkilerinin bu modeline, aynı zamanda şiddete dayalı insanları sınıflama
prensibine başından meydan okuyan tek ideoloji, tabii ki feminizmdir. Bu sebeple hem
modern tarihte hem de kültürel evrimimizin tarihinde benzersiz bir konuma sahiptir.
Kültürel evrimin daha önceki bölümlerde verilen uzun uzun ayrıntılarından an
laşılacağı üzere, feminizm açıkçası yeni bir ideoloji değildir. Bizim diğer insanlara ya1 70
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
kınlık veya onlara bağla(n)ma düşüncemize androkratik sistemde yalnızca sahte bir
şekilde itibar edilse de, kültürel evrimin binlerce yılında bu düşünce pratikte daha eşit
likçi ve barışçı toplumlarda ifade edildi. Kayıtlı tarih boyunca - Antik Yunanistan'da
ve Roma'da, aşıklar ve Elizabeth dönemlerinde, Rönesans ve Aydınlanma boyunca,
Marx ve Engels'in adlandırmasıyla "kadın sorunu;' tekrarlayan bir konu olmuştur.
Fakat feminizm, modern bir ideoloji olarak on dokuzuncu yüzyılın ortasına ka
dar ortaya çıkmadı. Feminizmin felsefi temellerinin çoğunun daha önceden Mary
Wollstonecraft, Frances Wright, Ernestine Rose, George Sand, Saralı ve Angelika
Grimke ve Margaret Fuller tarafından oluşturulmasına rağmen resmi doğum tarihi,
Seneca Falls, New York'ta 1 9 Haziran 1 848'dir. 18 Burada, kadınların boyunduruğa ve
aşağılanmaya karşı kolektif mücadelesini başlatmak amacını bildirmek amaçlı tarihte
ki ilk kayıtlı toplantıda, Elizabeth Cady Stanton çok hayati bir açıklamada bulundu.
Stanton şöyle dedi: "Kamuoyuna sunulan çok önemli sorunlar arasında insan ailesini
teknik olarak "Kadın Hakları" denen konudan çok hayati derecede etkileyen başka
hiçbir şey yoktur:'19
Bu büyük durumun ifadesinin şimdi sistemimize önceden olmadığı şekilde daha
büyük güç ve kararlılıkla meydan okumasına rağmen, feminizm hala pek çok insan
tarafından "yalnızca bir kadın konusu" olarak algılanmaktadır. Bunun sonucunda
-feminizm ideolojik egemen akımdan kopmaya devam ettiği için- diğer ilerlemeci
ideolojiler, merkezden sola, büyük iç tutarsızlıklarla değerinden kaybetmeye devam
etmektedir.
Tersine, modern ideolojilerin dördüncü grubunda böyle bir güçlük yoktur, çeliş
kili ileri geri gidişler yoktur. Bunlar, mürteci ve utanmazca androkratik olan Edmund
Burke, Arthur Schopenhaur ve Friedrich Nietzsche gibi adamların eserlerinde on se
kizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda evrilmeye başlayan ideolojilerdir.20
Felsefesi ilkel veya proto-androkrasiyi yeniden idealize eden Nietzsche, hala çok
alıntılanmakta ve ona hayranlık duyulmaktadır. Açıkça ve gösterişsiz veya ikiyüzlülük
olmadan, Nietzsche tam olarak erkeklerin kadınları yönetmesi gibi, "doğa tarafından
seçilmiş," "sosyal olarak saf" birkaç adam, geriye kalanları yönetmelidir, diye beyanda
bulunmuştur. Ona göre, din aşağı ve değersiz bir çeşit batıl inançtır. Eşitlik, demok
rasi, sosyalizm ve kadınların erkeklere eşit haklar elde etmesi ve insancıllık gibi "deje
nere" ve "efemine" düşüncelere muhalefetini, katı şekilde "rasyonel" ve dini olmayan
unsurlara dayandırmıştır. 21
"Soylu ve güçlü" olanların "daha aşağı bir seviyeden olan kişilere istedikleri gibi
davranabileceği" Nietzsche'nin felsefesi, modern faşizmin öncüsüdür. Hint-Avrupa
mitlerine geri dönersek, Nietzsche Yahudi-Hıristiyan geleneğini yeterince androkra
tik olmadığı için hakir görmüştür, çünkü "kadınsı" köle ahlakı dediği unsurları içeri
yordu: "yalnızca kendini düşünmeme," "hayır işleri," "iyilikseverlik" ve "komşu sevgi
si" gibi düşünceler. Nietzsche'nin ideal manevi düzeni, Ari veya Hint-Avrupa savaşçı-
171
Riane Eisler
larının "soylu" günlerindeki gibi, "yöneticilerin" tek başlarına "iyiliğe" karar verdikleri
ve "süper" kahramanların şerefli savaşlar yaptıkları bir düzendir. Bu, "ben bunu sevi
yorum, onu kendim için alıyorum" diyen, "kadına nasıl sahip olunacağını, küstahlığın
nasıl cezalandırılacağını ve yok edileceğini" bilen ve zayıf olanların "kendi isteğiyle
boyun eğdiği... ve doğal olarak ait olduğu" erkeklerin dünyasıdır. Kısacası, bu yirmin
ci yüzyılın bu mükemmel neo-androkratik dokümanında, Hitler'in Mein Kampfında
(Kavgam) hayal edilen dünyaya çok benzer bir dünya vardır.22
İnsan İlişkilerinin Tahakküm Modeli
Faşizmin ve diğer sağcı ideolojilerin modern yükselişi, hala kültürel evrimimize
devam edebileceğimiz ümidini koruyarılarca büyük üzüntüyle karşılanmıştır. Önemle
vurguladıkları, sağcı ideolojilerin otoriterliği yeniden empoze edeceği ve bunun bizi
daha büyük adaletsizlik ve eşitsizlik zamanına götüreceğidir. Özellikle sağcıların ve
yeni sağcıların ınllitarizmiyle, şiddeti, kan dökmeyi ve savaşı idealize etmeleriyle deh
şete düşmüşlerdir. Bu düşünme şekli, güvenliğimizi ve varlığımızı sürdürmeyi tehli
keye sokmaktadır. Bu yüzyılın sonundaki bütün Amerikan Sağı'ndan başlangıcındaki
Action Française'e kadar uzanan sağcılar yalnızca erkek tahakkümü, savaş ve otoriter
lik arasındaki sistem ilişkisini kabul etmezler, aynı zamanda açıkça onaylarlar.23
Modern zamarıların siyasi rejimlerini objektif olarak sınadığonızda, görürüz ki
katı erkek tahakkümünün ve onunla birlikte "erkekçe" değerlerin, en şiddetli ve bas
kıcı modern rejimlere ait olması rastlantı değildir. Bu, Hitler'in Almanyası'ndaki,
Franco'nun İspanyası'ndaki ve Mussolini'nin İtalyası'ndaki durumdur. Afrika'da İdi
Amin'inki, Pakistan'da Ziya ül-Hak, Batı Hint Adaları'nda Trujillo ve Romanya'da Ça
vuşesku'nunki gibi baskıcı rejimler, bu noktayı daha çok göstermektedir.
"Modern demokrasinin beşiğinde," kendini hukukun üstünde tutan aynı Birleşik
Devletler yönetiminin gizli savaşlar yürütmesi, kamu refahı harcamalarını Amerikan
tarihindeki en yüksek askeri bütçeye fon sağlamak için kısması çok öğreticidir. (ve
iç karartıcı) Aynı zamanda, kadırılara hukuki eşitlik sağlayacak anayasa değişikliğine
direnmekte, onun yerine üreme hakkı seçiminden yoksun bırakacak bir değişikliği
desteklemektedir. Üstelik, eğer iki en görünür dini neo-androkratik ideolojiye -Jerry
Falwell gibi Amerikan köktendinci vaizlerinkine (Başkan Reagan'ın iyi bir arkadaşı ve
manevi danışmanı) ve İran'daki Ayetullah Humeyni'ninkine- yakından bakarsak ku
rumsallaşmış şiddet, kadınların bastırılması ve özgürlüğün bastırılması arasındaki bağ
daha canlı şekilde görünür hale gelir.
Birleşik Devletlerde, Jerry Falwell milyonlarca televizyon seyircisine Eşit Hak
lar Değişikliği aleyhinde vaaz vermiştir. İfade özgürlüğü, üreme seçimi özgürlüğü ve
1 72
Geçmişin Örüntüleri: Gilani ve Tarih
kişinin vicdanına göre ibadet etıne ve ibadet etmeme özgürlüğü karşısındaki duruşu,
özgürlüğe karşı bir tehdit haline gelmiştir. Daha militer ve "güçlü" bir Amerika için,
vahşi şekilde bastırıcı Güney Amerika hükümeti için ve "Tanrı'dan korkan Amerikan
liderlerince" sağlanan silahlarla kendi halkını öldüren ve onlara işkence eden diğer re
jimler için desteği, şiddetin üstüne Tanrı'nın emri mührünü vurmuştur. Bu yollarla,
androkratik Hıristiyanlığın Falwell'leri erkek tahakkümü, otoriterlik ve erkek şiddeti
arasındaki bağlantıyı "ekmek gibi saf" göstermişlerdir.
Bu bağlantıların benzer bir sunumu, Ayetullah Humeyni tarafından, Müslüman
kadınların geleneksel olarak giymesi gereken, her yeri örten elbise olan, çarşafı İran'ın
en tepedeki Humeyni ve mollalarınca yönetilen teokratik androkrasiye dönüşün bir
sembolü olarak kamuoyuna duyurduğu zaman gösterilmiştir.25 Gerçekten, kültürel
dönüşüm teorisinin bakış açısından göründüğü gibi, görünüşte İslami diriliş aslında
modern zamanların gilanik atağına şiddetle direnen androkratik sistemin dirilişidir.
Ayetullah Humeyni, başlangıçta kadınlara daha eşit davranılmasını protesto eden
iki günlük bir ayaklanmayı düzenlemesi üzerine İran'dan sürülmüştü. Geri döndüğün
de ilk resmi eylemlerinden biri, kadınlara boşanmada, evlilikte ve mirasta daha büyük
eşitlik sağlayan, 1967 tarihli Ailenin Korunması Kanunu'nu askıya almak ve takipçile
rine peçeyi yeniden idame etmek için cesaret vermek olmuştur.26 Aynı zamanda, cin
siyete göre okulları ve plajları ayıran ve kızlar için asgari evlenme yaşını on üçe indiren
yeni katı kanunlar da çabucak empoze edilmiştir.27
Humeyni'nin yeni "ahlak" düzeni Amerikan diplomatlarını şiddet yoluyla re
hin almayı onayladı ve emretti. İran'ı Irak'a karşı "cihada" soktu. Şimdi iktidarda olan
adamların her itaatsizliğini İslam'a karşı, hapis, işkence ve ölümle bile cezalandırılabi
lecek bir suç ilan etti. Ne ifade özgürlüğü ne de basın hoşgörüldü. Rakip bir parti ya
ratmak için her girişim sapkınlıkla damgalandı.28 Kadınlar ve erkekler arasında eşitliği
cesaretlendiren bir görüşe inanma suçu için ve kadınları örgütledikleri için, 1983'te
İran'ın ilk kadın dahiliyecisinin, bir konser piyanistinin, bir hemşirenin ve üç ergen ko
lej öğrencisinin de içinde bulunduğu on Bahai kadın kamuoyu önünde infaz edildi.29
Özet olarak, hem kadınlar hem de erkekler üzerinde güçlü adam yönetimini ye
niden empoze edecek olanlar, üreme seçimi özgürlüğü ve hukuk önünde eşit haklar
gibi kadın konuları olarak bilinen konuları ana hedefler şeklinde görmektedir. Ger
çekten, eğer -Amerikan Yeni Sağından hem Batı hem de Doğudaki dini denkleri- sağcı
eylemlere bakarsak onlar için kadınların geleneksel bağımlı konumlarına dönmesinin,
esas önceliklerden birisi olduğunu görürüz.30
Fakat ironik olarak, ilerleme, eşitlik ve barış gibi ideallere bağlı olanların çoğunlu
ğu için, "kadın konuları" ile ilerlemeci amaçlara ulaşılması arasındaki bağlantı görün
mez kalmaktadır. Liberaller, sosyalistler, komünistler ve ortadan sola kadar diğerleri
için kadın özgürlüğü, ikincil veya uzak bir konudur. Bu, ancak dünyamızın karşılaştığı
"daha önemli" problemler çözüldükten sonra ele alınabilir.
1 73
Riane Eisler
İdeolojik karışıklığın çoğu, aynı zamanda modern zamanların bir adım ileri, iki
adım geri kültürel hareketi, insan ilişkilerinin tahakküm eden-tahakküm edilen mode
li işledikçe ortaya çıkar. Bu da ilerleme için çalışanların daha adaletli ve eşit bir toplum
yaratmanın mantıksal imkansızlığını algılayamamasına kadar izlenebilir. Bizim hala
eşitlikçi bir toplum olduğumuzu ve insanlığın iki yarısı arasındaki eşitsizliğin çelişki
olduğunu anlama derecesine kadar, mantık gerçekten bizi yanıltmış görünüyor. İn
sana Hans Christian Andersen'in çıplaklığı yalnızca küçük ve üstelik eğitimsiz bir ço
cuk tarafından algılanan, üzerinde giyecekleri olmayan imparator masalı hatırlatılır.
Sistemi ayakta tutmak için gereken gerçekliğe ait görüşlerle eğitildikten sonra, zihin
lerimizin akılcı büyük güçleri bile insan ilişkilerinin tahakküm modeli ile tahakküm
toplumu arasındaki görünüşte açık bağlantıyı kurmakta güçlük çeker.
Erkek ve kadın iki temel insan tipidir. Kadınlarla erkekler arasındaki ilişkinin ya
pılanma şekli de böylece insan ilişkileri için temel modeldir. Sonuç olarak, geleneksel,
erkek egemen bir ailede yetiştirilen her çocuk tarafından, diğer insanlara tahakküm
eden-tahakküm edilen biçimindeki davranış modeli içselleştirilir.31
Irkçılık durumunda, insan ilişiklerinin bu modeli farklı bir cinsiyetin mensup
larından farklı bir ırkın mensuplarına kadar genellenir. Bununla ilişkili sömürgecilik
olayında, bir adım ileriye, farklı bir milletin (ve genellikle aynı zamanda farklı bir ır
kın) mensuplarına genellenir. Bu, tarih boyunca sosyal ve ekonomik sömürünün tüm
muhtemel çeşitlerinin rasyonalizasyonunda kullanılmış bir modeldir.
İleri mi Geri mi?
Liberal karşısında muhafazakar, dini karşısında laik veya sol karşısında sağ şeklin
deki eski ideolojik etiketleri bir defa aştığımızda, modern tarih pek çok eleştirel açıdan
radikal olarak açıklığa kavuşur. İlerlemeci modern ideolojiler, androkrasiye karşı bü
yük ölçüde artan ve süren devrimin bir kısmı olarak görülebilir.
İlk olarak kasabalılar, işçiler ve köylüler (Marx'ın burjuvazisi ve proleteryası) ve
daha sonra siyah köleler, sömürgelerde oturanlar ve kadınlar, androkrasi yerine gila
niyi kurmak için hala evrilen hareketin bir kısmıdır. Bütün bu kitlesel ayaklanmalar,
temel olarak sınıflamanın, sosyal örgütlenmenin birincil prensibi olduğu bir sisteme
karşıydı ve karşıdır.
Fakat bugüne kadar androkrasiye ideolojik meydan okuma hep bölük pörçüktü.
Sağcı veya neo-androkratik ideoloji, hem kişisel hem de kamusal hayatın içsel olarak
tutarlı ve her şeyi kapsayan bir görüş sunar. Fakat ilerlemeci ideolojilerden yalnızca
feminizm bütün insanlığa -sadece erkek yarısına değil- eşitlik ve özgürlük gibi pren
sipleri uygulayarak iç tutarsızlıktan kaçınır. Yalnızca feminizm, sosyal kurumun en
1 74
Geçmişin Orüntüleri: Gilani ve Tarih
temelindeki yapı olan aileyi yeniden düzenlenme görüşünü dile getirir. Yalnızca femi
nizm, erkek şiddeti olan tecavüz ve eşini dövme ve erkek şiddeti olan savaş arasındaki
bağlantıyı açıklığa kavuşturur.32
Modern ideolojik sistemin ifadeleriyle, feminizm güçlü bir çekim merkezi olarak
görülebilir. Sistemin -merkezinde değil de- daha yalnızca çevresinde oluşmaya baş
larken, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda feminizm düzenli bir çekim merkezi
olarak, entelektüel hareketi kadınların ve kadınlığın artık değersiz olmadığı bir dünya
görüşüne doğru yönlendirme işlevi görmüştür. Fakat zamanımızın yükselen sistem
dengesizliğinde, feminizm yeni, tamamen bütünleşmiş gilanik ideolojinin çekirdeği
olabilir. Hem dini hem de laik ideolojilerimizin hümanist unsurlarını kendisine ek
lemleyerek, bu modern gilanik dünya görüşü, eninde sonunda tahakküm toplumu
yerine ortaklık toplumunu hayata geçirmek için gereken içsel olarak tutarlı, kapsayıcı
ideolojiyi sunabilir.
Böyle bir ideolojiye doğru hareket zaten oluşmuştur. Örneğin, 1985'te
Fritjof Capra'nın Elmwood Enstitüsü'nün sponsoru olduğu Yeni Paradigma
Sempozyumu'nda, yeni paradigma düşüncesi özellikle "post-ataerkil" olarak betim
lendi ve yeni epistemoloji/bilgi felsefesi "tahakküm ve doğanın kontrolünden işbirliği
ve pasif direnişe doğru bir değişimi"33 temsil ediyor olarak görüldü. RobertJungk, Da
vid Loye ve John Platt gibi erkek fütüristler, aynı zamanda kadınların eşitliği ve barış
arasındaki bağlantıyı tanıdı.34 Dünya devlet başkanlarına sunulan 1985 Bahai Evrensel
Adalet Evi Bildirisi, "cinsiyetler arasında tam eşitliği" dünya barışı için önkoşul oldu
ğunu ifade ederek tanıdı.35
Bütün dünyadan feminist filozof ve eylemciler, hem kadınlar hem erkekler için
pasif direniş ve ilgi gösteren vericilik gibi "kadınca" değerlere bağlı yeni bir etik için
çağrıda bulunmuşlardır: Wilma Scott Heide, Helen Caldicott, Betty Firiedan, Alva
Myrdal, Eise Boulding, Fran Hosken, Hilkka Pietila, Charlene Spretnak, Celina
Garda, Gloria Steinem, Dame Nita Barrow, Patricia Ellsberg, Patricia Mische, Bar
bara Deming, Mara Keller, Bela Abzug, Pam McAllister, Allie Hixson ve Elizabeth
Dodson-Gray gibi kadınlar.36 Ve sayısız feminist sanatçı, yazar, teolog ve bilimci, ta
hakküm dünyası yerine ortaklık dünyası için uygun hem yeni teoriler hem de yeni
imajlar ortaya koyuyor: Jessie Bernard, Carol Christ, Abida Khanum, Susan Griffın,
Karen Sacks, Judith Plaskow, June Brindel, Gita Sen, Rosemary Radford Ruether,
Dale Spender, Nawal El Saadawi, Jean O'Barr, Betty Reardon, Starhawk, Paula Gunn
Ailen, Carol Gilligan, Charlotte Bunche, Judy Chicago, Mayumi Oda, Alice Walker,
Margaret Atwood, Georgia O'Keeffe, Peggy Sanday, Holly Near, Ursula Le Guin, E.
M. Broneri Marge Piercy, Ellen Marie Chen, Alix Kates Shulman bu kişilerden yalnız
ca birkaçıdır.37
Aynı zamanda sınıflama yerine ilişkiye dayalı gilanik siyasi hareketi kurmak için
girişimler vardır. Örneğin, Petra Kelly'nin bir ekoloji-feminizm-barış partisi vizyonu
1 75
Riane Eisler
Batı Alman Yeşiller için ivmenin çoğunu sağladı.38 Ve 1985 Birleşik Devletler başkan
lık seçimlerinde SoniaJohnson'ın Yurttaş'ın Partisi Platformu, her önemli sosyal, eko
nomik ve siyasi değişim için feminizmin merkeziliğini açıkça dile getirdi.
Bunlar, etkin şekilde ortaklık toplumunu hayata geçirmek için gereken, gerçek
liğin tamamen bütünleşmiş ve tutarlı olarak yeniden ele alınmasına doğru geniş kap
samlı adımlardır. Okullar, hastaneler, borsalar, siyasi partiler, kiliseler gibi çoğu sosyal
gerçeklikler, genellikle böyle düşünmememize rağmen, bir zamanlar yalnızca çok az
kadın ve erkeğin zihninde varolan düşüncelerin gerçekleşmesidir. Bu, aynı zamanda
köleliğin kaldırılması, krallıkların yerini cumhuriyetlerin alması ve son birkaç yüzyıl
da kaydettiğimiz bütün diğer ilerlemeler için de doğrudur.39 Fiziksel gerçeklikler bile
-tablolar, kitaplar, saksılar, uçaklar, kemanlar- insan fikirlerinin ürünüdür. Yeni fikirle
rin yeni gerçekliklere çevrilmesi yalnızca vizyonun açıklığını değil, aynı zamanda eski
gerçeklikleri değiştirme fırsatını da gerektirir.
Modern çağımızın mayası, önceden görülmemiş teknolojik bir değişim için
sosyal değişim -ve temel bir sosyal dönüşüm için potansiyel- bir dönem olma fırsatı
sunuyor. Hızlı teknolojik değişim her yerde sosyal istikrarsızlık yaratıyor. Dönüşüm
teorisinin gösterdiği gibi, istikrarsız durumlar olduğu zaman bir sistemden diğerine
değişim meydana gelebilir.
Tahakküm toplumuna karşı kadın ve erkeklerin modern isyanları, büyük tekno
lojik ilerlemelere paralel olarak ortaya çıkmıştır. Üstelik, her temel teknolojik değişim
hem kadınların hem de erkeklerin rollerinde değişimleri zorlayarak gilanik atılıma
ivme kazandırmıştır. Toprak erozyonunda, kaynakların tükenmesinde, asit yağmu
runda ve çevre kirliliğinde şimdi doğa bile androkrasiye karşı isyan ediyor görünmek
tedir. Ancak doğanın bu isyanı, bazen tartışıldığı şekilde, teknolojiye karşı bir isyan
değildir. Daha çok, teknolojinin erkeklerin -ister doğa, ister kadınlar veya isterse de
diğer erkekler olsun- fethetmeye devam ettiği tahakküm toplumunda rol oynadığı sö
mürücü ve yıkıcı kullanımlarına karşı bir isyandır.
Modern teknolojinin yalnız kültürel evrimimiz için değil, aynı zamanda biyolojik
evrimimiz için de bir tehlike olduğu söylenmektedir. Androkrasi, olduğu gibi kaldığı
sürece, ileri teknoloji hayatta kalmamıza temel bir tehdit oluşturacaktır. Fakat bu teh
dit bile, temel sistem dönüşümümüz için daha büyük ivme kazandırır.
Bu en temel seviyede, modern gilanik atılım, türümüzün hayatta kalma dürtü
süyle mecbur kılınan bir uyum sağlama süreci olarak görülebilir. İzleyen bölümde
sınayacağımız gibi, mevcut baskın sistemin hızla mantıksal ve evrimsel sonuna yak
laştığı, yani beş bin yıllık androkratik yan yolda satırın sonuna yaklaştığı her yerde gö
rülmekte. Ölmekte olan bu sistemin son katliamından ileride kalacaklar, konumunu
.
korumak için giriştiği şiddetli girişimleri olacaktır. Ancak androkrasinin ölüm sancı
lan, aynı zamanda gilaninin doğum ağrılan ve yeni bir geleceğe kapıyı açmak olabilir.
1 76
On İkinci Bölüm
Evrimin Çöküşü:
Tahakkümcü Bir Gelecek
Bir zamanlar geleceğimiz için yalnızca bir bilimkurgu senaryosu olan, şimdi ciddi bir
olasılık şudur: İnsanlık nükleer bir savaşla kendini ortadan kaldırdıktan sonra dünya
mız radyasyona karşı bağışıklığı olan çok az sayıdaki yaşam biçimlerinden biri olan
karafatmaların eline geçecektir. Eğer gerçekleşirse bu, androkrasiye uyan bir final -ve
bize sırıtan evrimsel bir şaka- olacaktır. Kültürel evrimimizi durduran sistem, sonuç
olarak kendisine en çok uyan türde yaratık biçimlerini üretmeyi başarmış olacaktır:
insanlar yerine böcekler.
Öncü çalışması
The Human Use ofHuman Beings'de (İnsanların İnsanlarca Kulla
nımı) Norbert Wiener, karıncalar ve arılar gibi sosyal böceklerin katı şekilde hiyerar
şik örgütlenmesinin bu az evrilmiş yaşam biçimleri için mükemmel derecede uygun
olduğunu vurgulamaktadır.1 Wiener'ın gözlemine göre, böceklerin katı dış iskeletleri
veya kabukları içine hapsolmuş vücutları vardır. Zihinleri de hapsedilmiştir, küçük
beyinlerinde bellekte saklamak için veya öğrenmenin temeli olan karmaşık bilgiyi iş
lemek için çok az yer vardır. Bu sebeple, her üyenin dar bir çerçevede ve önceden belir
lenmiş bir rolü oynadığı ve cinslerin tamamen uzmanlaştığı sosyal örgütlenme, arılar
ve karıncalar gibi sosyal böceklere uygundur. Burada kraliçe arının veya karıncanın
tek fonksiyonu, yumurtaları bırakmaktır. Erkek arımn tek fonksiyonu hamile bırak1 77
Riane Eisler
maktır. İşçi arılar veya karıncalar ise isimlerinin ima ettiği gibi, arı kolonisini beslemek
ve barındırmak için gereken üretkenlik dışındaki işi yaparlar.
Tersine, insanlar en esnek ve en az uzmanlaşmış fiziksel yapısı olan yaşam biçim
leridir. Hem kadınlar hem de erkekler, ellerimizi alet yapmak ve kullanmak için ser
best bırakan dik bir duruşa sahiptir. Her iki cinsin de büyük bellek alanı ve olağanüstü
bilgi işleme kapasitesi olan yüksek düzeyde evrilmiş beyinleri vardır. Bunlar, bizi çok
yönlü olduğu kadar esnek -kısacası insan- yapar.2
Androkrasi gibi katı hiyerarşik sosyal yapının insanlığın her iki yarısını esnek ol
mayan ve sınırlı rollere mahkum etmesine rağmen bu düzen, sosyal böcekler gibi çok
sınırlı kapasitesi olan türler için oldukça uygundur. Teknolojik evrimimizdeki bu ek
lenti, hayati öneme sahip olabilir.
Çözümsüz Sorunlar
Wiener'ın sibernetik süreçler üzerine yazdığı kitabı, dünyamızı ele alırken doğa
biümlerinde geliştirilen yeni, dinamik anlayış için öncü bir konumdadır. Bu eserde,
türümüzü evrimsel eşiğe getiren şeyin, geribildirim dediği yolun karşılığı olarak, dav
ranışımızı değiştirmedeki büyük, üstün yeteneğimiz olduğunu vurgular. Geribildirim,
geçmiş davranışımız ve bugünkü şartlarımız hakkında yeni bilgimizin tekin veya etkin
olup olmadığı konusunda bilgi değişimidir.4
Üstelik, Wiener'in yazdığı üzere, daha büyük bir evrimsel avantajımız vardır, çün
kü davranışımızı çabucak değiştirebiliriz. Diğer türler de değişen şartlara göre yeni
davranış kalıpları geliştirebilirler. Eğer böyle yapmazlarsa nesilleri tükenir. Fakat çoğu
tür için bu değişiklikler biyolojik evrimleri sırasında meydana gelir ve bunlar beden
sel ve zihinsel yapılarındaki değişimlerdir. Tersine, biz insanlar eğer gerekirse anında
engin, üstün zihinlerimizi kullanarak davranış kalıplarımızı çok hızlı değiştirebiliriz.
Ancak bu işi başarmak için üç şey gerekir: geribildirimi algılamamız, onu doğru
şekilde yorumlamamız ve onu değişmek için kullanmamız.
Dünyamızda günümüz şartları hakkında bizi bombalayan geribildirim, fütürist
lerce şu kelimelerle özetlenir: "dünya sorunsalı:•s Birinci ve İkinci Roma Kulübü ra
porları gibi bilgisayarlı veri analizleri temelinde,
Global 2000 gibi hükümet raporların
da ve Birleşmiş Milletlere ait ve diğer uluslararası çok sayıda çalışmalarda bilirninsan
larının en çok yansıttığı şudur: Eğer günümüzdeki trendler devam ederse, dünyamız
artan ölçüde kitlesel, siyasi, ekonomik ve ekolojik altüst oluşlar yaşayacaktır ve daha
da kaotik bir zamana doğru ilerliyoruz.6
Zaten ciddi ekolojik dengesizlikler ve çevresel yıkım yaşıyoruz. Asit yağmuru
nun, artan radyoaktivite seviyelerinin, toksik çöpler ile sınai ve askeri kirlenmenin
178
Evrimin Çöküşü: Tahakkümcü Bir Gelecek
diğer biçimlerinin etkilerini görüyoruz. Bilim insanları, ozon tabakasını incelten
kimyasal maddelerin yoğunluklarının artmasının, dünyanın iklimini bile değiştirebi
leceğinden korkuyorlar. Tropikal yağmur ormanlarının hızla yok edilmesi de dikkat
edilmesi gereken bir diğer konu. Pek çok tür tükeniyor ve tahminlere göre, 2000 yılına
gelindiğinde yüz binlerce tür, belki tüm türlerin yüzde 20'si geri dönülmez şekilde
kaybolmuş olacak.7
Tarım yapılabilir arazilerin ciddi ölçüde kaybı, diğer bir problem. Özellikle kıtlık
tan kurtulamayan Afrika'da, her yıl yaklaşık Maine büyüklüğünde ekim alanı ve yeşil
alan, çıplak kıraç topraklar haline gelmekte. Tahminlere göre, çöl şartlarının yayılması
hızlanabilir.8
Kıtlık ve fakirlik zaten dehşet verici. 1983'te, on bir milyon bebek ilk doğum gü
nünden önce öldü. Her yıl iki milyar insan beş yüz doların altındaki gelirle yaşamak
tadır. Dört yüz elü milyon kişi, açlık ve ciddi kötü beslenme tehdidi yaşıyor. İki milyar
insan içmek için güvenli suya sahip değil.9 Dünyanın en zengin milletlerinden birisi
olan Birleşik Devletler'de milli fakirlik oranı, nüfusun beşte biri olan otuz dört milyon
kişiyle, on yedi yıl içindeki en yüksek düzeyinde. Bunlar resmi fakirlik standartlarıyla
yoksul olarak sınıflandırılıyor. 10
Şimdiki trendlerin çerçevesinde, şartlar iyileşmeyecek, kötüleşecek görünüyor.
Zenginle fakir arasındaki ve fakir milletlerle zengin milletler arasındaki açık, artmaya
devam edecek. Daha büyük maddi kazanca rağmen fakir hayatı, nüfus artışından do
layı, dünyanın, gelecek yıllarda bugün olduğundan bile daha kötü olacak. 1 1
Kısacası, çevremizdeki her yerde tehlike çanları çalıyor: bu, küresel sistemin çök
meye başladığının geribildirimi. Bu işaretlerden en acil olanı, fütüristlerin nüfus patla
ması dediği durum. Daha da çok insan doğdukça daha da çok insanı doğuruyor; nüfus
fantastik oranda artıyor.1 2 Aslında, eğer güncel nüfus büyümesi oranı devam ederse,
Hz. İsa'nın ölümünden sonraki on beş yüzyıl boyunca olduğundan çok insanın yirmi
birinci yüzyılın ortasında gezegenimize bir yılda katılacağı öngörülüyor! 1 3
Fütüristlerin dünya sorunsalı dediği, görünüşte çözümsüz karmaşık problemle
rin altında, nüfus krizi -güncel politikaların nüfus oranını önemli ölçüde yavaşlatmayı
başaramadığı gerçeği- yatıyor. Toprak erozyonunun, çölleşmenin, hava ve su kirliliği
nin ve zamanımızın diğer tüm ekolojik, sosyal ve siyasi baskılarının altında, daha da
çok insanın sınırlı toprak ve diğer kaynaklara sahip olmasının sıkıntısı yatıyor. Artan
sayıda fabrika, otomobil, kamyon ve diğer kirlilik kaynakları, bütün bu nüfusa mal
sağlamak için gerekiyor. İnsanların ihtiyaçlarının ve motivasyonlarının beslediği artan
bir gerilim var. 14 Bizim nüfus patlamasıyla, androkratik bir sistemde problemlerimizin
açıkça nasıl ve niçin kötüleştiğini görmemiz arasında çözümsüz bir bağlantı var.
179
Riane Eisler
İnsani Konular ve Kadın Konuları
Geçmişimize bakarak, hakim paradigmanın araştırmacıları nasıl kör ederek Ana
Tanrıça'nın tarihöncesi şekillerinde yalnızca - erkekler için obez seks objeleri olan
şişman Venüsleri görebilmelerine yol açtığını saptadık. Geleceğimize bu aynı zihin
durumuyla bakarsak, dünyamıza sıkıntı veren problemler de bulanık şekilde görülür.
Sorun, çoğu uzmanca toplanan bilginin kronik olarak kadınlan dışladığı gerçe
ğiyle başlar. Böylelikle, politika üretenler yalnızca veri tabanının yarısını dikkate alır.
Fakat veriler gözlerinin önünde olsa bile, politika üretenler bugünkü sistem ayakta
durdukça hala uygun eylemde bulunamazlar.
Örneğin, aşırı nüfusa sahip ve ekonomik olarak geri kalan Müslüman uluslarda,
yüksek doğum oranı sorun olarak görülmez. Ayetullah Humeyni ve Ziya ül-Hak gibi
liderler, insanlarının korkunç fakirliği ile bu kültürlerde kadınların erkeklerin kontro
lünde üreme teknolojisi olarak görüldüğü gerçeği arasındaki bağlantıyı kuramazlar.
Benzer şekilde, Mexico City'deki 1984 Uluslararası Nüfus Konferansı'nda Reagan
yönetimi temsilcileri, açıkça nüfus sorunu olmadığını ilan ettiler. Mexico City, her yıl
milyonlarca yasa dışı göçmen işçinin aşırı nüfus artışının yol açtığı korkunç fakirlik
ten kurtulmak için kuzeye kaçtığı bir ülkenin aşırı nüfusuyla en kötü şekilde tanınan
kentidir. 15
Dünya basınından ve hatta akademik çalışmalardan elde edilen sonuç şudur: Bu
gibi durumlar esas olarak işin içindeki hükümetler yönünden istihbarat ve farkındalık
azlığını göstermektedir. Fakat bu izlenim, tehlikeli şekilde yanıltıcı olabilir. Gerçekte ise
dünya çapında androkratik sistemi ayakta tutmak için acil bir farkındalığı yansıtırlar.
İronik olarak, bu kitlesel androkratik gerileme zamanında böyle politikaların
çarpıcı bir örneği, bir zamanlar gilanik adalet, eşitlik ve sosyal ilerleme ideallerini ya
şatma bakımından farklı bir milletten gelir. Birleşik Devletler, hem aşırı nüfusa sahip
milletlerin politikaları üzerinde orantısız etki yapmakta hem de dünya kaynakları
nın orantısız bir yüzdesini kullanmaktadır. Bugünlerde kendisi de doğum oranlarını
azaltmak yerine artırmaya yönelik politikalara yönelmiştir. Reagan yönetimi yalnızca
Üçüncü Dünya aile planlaması programlarının fonlarını kısmadı; aynı zamanda, Birle
şik Devletler'de açlık ve fakirliğin artmasına yol açtı. Bu yönetim, ayrıca kürtajı tekrar
yasa dışı hale getiren bir anayasa değişikliği yayımladı. Kadınların doğum yapmadan
yaşama seçeneklerine adil ve eşit ulaşmasını reddetmeye yönelik hesaplı bir hareketle,
Reagan yönetimi aynı zamanda Birleşik Devletler Anayasası'nda önerilen Eşit Haklar
Değişikliği'ne kesin bir şekilde muhalefet etti. Kadınların istihdamı ve eğitim fırsat
larını eşitlemek için tasarlanan daha önceki kanunları göz ardı etti veya yürürlükten
kaldırdı. 16
Dünyanın diğer yerlerinde, Çin, Endonezya, Tayvan ve daha yakın zamanlar
da Kenya ve Zimbabwe gibi kayda değer milletlerin dışında, aile planlaması nadiren
1 80
Evrimin Çöküşü: Tahakkümcü Bir Gelecek
önemli bir önceliktir. Tersine, Doğu bloku ülkelerinin en fakirlerinden biri olan ko
münist Romanya'da Başkan Nikolae Ceausescu, kadınların "vatandaşlık görevinin"
dört çocuk doğurmak olduğunu ilan etti. Kadınlara işyerlerinde aylık hamilelik test
leri yapılması ve "ısrarla hamile kalamayanların" bu durumlarının tıbbi açıklamasını
sunmaları gerek.iyordu.17 Gelişmekte olan dünyanın en yüksek nüfusa sahip ve en fa
kir milletlerinin çoğunda, kadınların doğum kontrolüne erişimi özellikle kasıtlı olarak
engellendi. 18
Tarihte bir ilk olarak 1 984 Uluslararası Nüfus Konferansı, dünya çapında " ka
dınların statüsünün yükseltilmesini" hem kendileri için hem de doğurganlığın azal
tılmasının anlarnlılığından dolayı19 önemli bir amaç olarak beyan etti. Kadınların do
ğurmalarını sınırlamaları için fırsatlar ve motivasyonlar yaratmak neredeyse her yerde
çok düşük önceliklerdir. 20 Dünyanın her yerinde nüfus uzmanlarının açık mesajı, eğer
nüfus planlaması başarılı olursa, kadınlara eş ve anne olmaktan başka tatminkar ve
sosyal yönden ödüllendirici roller yaratılacağıdır. Bunlar, doğum kontrolü eğitiminin
varlığından bile daha önemlidir.21
Mantıksal olarak, alternatifler bellidir. Nüfus büyümesinden kaynaklanan gele
neksel sonuçlar, hastalık, açlık ve savaş olmuştur. Üreme özgürlüğüne ve kadınların
eşitliğine büyük öncelik vermek, nüfus patlamasını durdurmanın tek yoludur. Fakat
" kadın konularına" önceliği vermek, bugünkü sistemin sonu anlamına gelecektir. Ta
hakküm toplumundan ortaklık toplumuna dönüşüm anlamına gelecektir ve androk
ratik zihin -dünyanın günümüzdeki liderlerinin çoğunun zihni- için bu, imkansızdır.
Dolayısıyla bu adamlar, onlara ne duymak istiyorlarsa onu söyleyecek olan "dü
şünce kuruluşlarını" bulmakta ve onlara fon sağlamaktadırlar. Birleşik Devletler'de ra
dikal muhafazakar odaklarca fonları sağlanan, tanınmış fütürist Herman Kalın ve Eko
nomist Julian Simon'ın çalışmaları küresel bir nüfus problemi olmadığını savunmak
tadır. Bu bağlamda diğerlerine fon sağlayan kuruluş, Heritage Foundation'dır (Miras
Vakfı).22 Aslında, kısa süreliğine yaygın kıtlık, aşırı nüfusu azaltmaya devam edecektir.
Uzun sürede ise, dünyanın ekonomik imparatorluklarını yöneten kişiler, azgın, saldır
gan rekabetin, büyük zenginlik üreteceğini, bunun da gelecek milyarlarca kişiyi "azar
azar" beslemeye yeteceğini öngörüyorlar.23
Tarihöncesinde gerçekliği ayakta tutan adamların modern takipçileri, açlık ve fa
kirlik için "çözüm üretme" problemine aynı yaklaşımı uyguluyorlar. İlk adan olarak,
küresel açlığın ve fakirliğin varlığı, ya inkar ediliyor ya da hafife alınıyor.24 Eğer o za
man çürütülemeyecek kanıtlar sunulursa -ki örneğin, her dakika otuz çocuk açlıktan
ve ucuz aşıların olmamasından dolayı ölmektedir25- sert şek.ilde bu "şanssız durumun"
yalnızca geçici olduğunu söylerler. Bu açıdan fakirlik ve açlık da aşamalı olarak "ser
best piyasa" egemen oldukça silinecektir.26
İnsanların acı çekmesine daha az duyarsız olanlar bile, bununla derinliğine ilgi
lenirken, sık sık gerçekliği belirsiz kılan ve bulandıran geleneksel tuzaklara düşerler.
181
Riane Eisler
Genel ifadelerle açlık ve yoksulluktan söz etmeye devam ederler. Kanıtlar açıkça gös
termektedir ki, androkratik/tahakkümcü sistem için sınıflama sürdükçe, fakirük ve
açlık aslında birincil "kadın konuları" olacaktır:'27
Birleşik Devletler rakamlarına göre, kadınların reisi olduğu aileler diğer aileler
den üç kat fazla fakirlik oranıyla Arnerika'nın en yoksullarıdır. Fakirlik içinde yaşayan
üç yaşlı Amerikalıdan ikisi kadındır. 28 Gelişmekte olan dünyada gerçeklikler daha da
acımasızdır. Afrika'da mülteci kamplarının içinde ve dışında binlerce insan açlıktan
ölüyor, yoksulların en yoksulları ve açların en açları kadınlar ve çocuklardır.30 Birleş
miş Milletler Dünya Kadınlarının Durumu raporunun ve diğer pek çok resmi ve resmi
olmayan raporun belgelediği üzere, Asya ve Latin Arnerika'da da durum aynıdır.3 1
Mantık, yeniden ulus ve uluslararası poütikaların, kadınların fakirüği ve açlığıyla
ilgilenen programlara en büyük önceüğin verilmesini dikte edecektir. Fakat bu gerçek
üklere karşı verilmesi gereken yanıt nedir?
Birleşik Devletlerde, büyük kadın işsizüğine rağmen, 1970'lerde ve 1980'lerde
başlatılan işsizüği iyileştirme programları tipik olarak inşaat ve yol tamiri gibi erkek
egemen işlerin dışında yalnızca düşük bir yüzdede istihdam sağladı. Afrika'da, kıtlık
lara rağmen ve kadınların yiyecek yetiştirmenin yüzde 60'ı ila yüzde 80'ini üstlenmesi
gerçeğine rağmen, teknik zirai yardımların, borçların, toprak sağlanmasının ve parasal
desteklerin neredeyse tamamı erkeklere yaramaktadır. Asya ve Latin Amerika'da ka
dınların eğitim eşitsizliği ve stajla en düşük ücretü işlere mahkum oldukları gerçeğine
rağmen, ekonomik kalkınma ve yabancı yardım programlan, benzer şekilde neredey
se öncelikle erkeklere yöneliktir.32
Androkratik sistemin mantığı şudur ki, erkekler "hane halkının başı" olarak ka
dınlara ve çocuklara bakarlar. Ancak bu mantık bir kez daha, kitle haündeki verileri
göz ardı eder ve şu gerçeklik şekline bağlıdır: Dünyamızın her yerinde çok sayıda ka
dın ve çocuğun zaruri ihtiyaçlarını gideremeyecek kadar yoksulluk içinde yaşaması
nın temel nedeni, hem "parçalanmamış" hem de "parçalanmış" ailelerde, erkeklerin
eşlerine ve çocuklarına yeterü kaynağı sağlamamasıdır. Bunu gösteren gereğinden
fazla veri vardır.
Sorun, Birleşik Devletler gibi sanayileşmiş ülkelerde boşanmış babaların yarısın
dan fazlasının, çocuk ve eş nafakası ödeme şekündeki mahkeme kararlarına uymayı
başaramamalarından ibaret değildir.33 Afrika ve Asya'da erkekler kadınlarını ve çocuk
larını arkalarında bırakarak şehirlere akın etmektedir. Yalnızca ara sıra hala bir çocuk
ları daha olması için geri dönmektedirler.34
Asıl sorun şudur: Erkek egemen toplumlarda kadınların yoksulluğu ve açlığının
kökleri çok daha derinlerde yatar. Bu durum, yalnızca reisinin kadın olduğu ailelere
has değildir. Bu, erkek hane halkı "reisinin," kaynakların ve paranın nasıl dağıtılacağını
ve kullanılacağını belirlemeyi de içeren yaptırımlı gücü olduğu bir aile örgütlenmesin
de hayati önemdedir.
1 82
Evrimin Çöküşü: Tahakkümcü Bir Gelecek
Örneğin, kendi Batılı tarihimizde, ister Rus işçileri, İrlandalı madenciler isterse
de Amerikalı "geri kafalılar" olsun, çoğu erkek, ücretlerini "tesürn etmeyi," böylelik
le eşlerinin aile için yiyecek almasını, erkekliklerine hakaret saymıştır. Onun yerine,
-çoğu Batılı erkeğin bugün ha.la yaptığı gibi- kazançlarıyla içki içmiş veya kumar oy
namış ve eğer kadınlar, itiraz ederek, erkeklik otoritelerine meydan okursa "dırdır et
tikleri" için eşlerini dövmüştür. Bu aynı zamanda çoğu Latin Amerika ülkesinde ve
Afrika'nın geniş bölgelerinde sık sık rastlanan davranış kalıbıdır.
Üstelik, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda aileleri için yiyeceği hazırlayan -ve
sık sık aynı zamanda yetiştiren- kadınlar erkeklerin karınları doyana kadar bir şey ye
mezler.35 Böyle cinsel ayrımcılık içeren yeme içme kalıpları için de bir mantık vardır.
Sıklıkla şafaktan alacakaranlığa kadınların yıpratıcı işleri yaptığı yerlerde, erkeklerin
daha çok yiyeceğe ihtiyacı olduğu ve bunların Batılıların dışındakilerle karıştırılma
ması gereken "etnik gelenekler" olduğu iddia edilmektedir. Bunlar kadınların, özel
likle hamile olanların sağlıklarını korumak için yemeleri gereken yiyecekleri yemesini
yasaklayan yiyecek tabularının da mantığıdır. Sonuç olarak, Dünya Sağlık Örgütü ça
lışmaları, Üçüncü Dünya kadınlarından çocuk doğuranların yarıya yakınının ve hami
le kadınların yüzde 60'ının beslenme anemisi sorunu yaşadıklarını göstermektedir!36
Fakat kaynakların dağıtılmasında böyle cinsel yönden ayrımcı davranış kalıpları,
ciddi ölçüde "yalnızca" kadınları etkilemez. Aynı zamanda erkekler üzerinde -ve insan
evrimi üzerinde- korkunç sonuçları vardır. İyi bilinmektedir ki, kötü beslenme sorunu
yaşayan anneler, geri zekalılığa ve hastalığa daha açık çocukları doğurma eğiliminde
dir. Bu, kesinlikle fiziksel olarak güçsüz ve sıklıkla zihinsel gerilikler bakımından, hem
erkek hem de kız çocuklarını etkiler. Bu çocuklar eğer anneleri yeterli beslenseydi ola
caklarından daha düşük zekaya sahip olarak doğarlar.
Böylece, dünyadaki sistemimiz, düzenli olarak bu insani konuları hala "kadın ko
nusu" olarak göz ardı ettiği için, her iki cinsten milyonlarca insan doğum hakkından
mahrumdur: sağlıklı, üretken ve ödüllendirici hayat sürme hakkı. Kadın hakları insan
hakları sayılmadığı için, yalnızca kültürel evrimimiz değil, fakat aynı zamanda biyolo
jik evrimimiz, gereksiz şekilde yavaşlamıştır.
Tekrar, cinsel ayrımcı yiyecek dağıtımı kalıplarını değiştirmek için acil adımlar
atmak mantıklı olacaktır. Fakat nüfus politikaları ve gelişme politikaları bağlamında,
androkratik sistem kısıtlamaları ağır basmaktadır.
Temel problem şudur ki, erkek egemen toplumlarda büyüyen küresel sorunlarla
etkin şekilde uğraşacak politikaları tasarlamak ve uygulamak için iki temel engel var
dır. İlk engel, erkek tahakkümünü ayakta tutmak için gereken gerçeklik modellerinin
insanlığın yarısından fazla kısmını ilgilendiren bütün konuları göz ardı etmesi veya
önemsizleştirmesidir. Verilerin büyük ölçüde dışlanması, öyle büyük bir dışlamadır
ki, başka herhangi bir bağlamda, bilimle uğraşanlar acilen, bununla ölümcül meto
dolojik kanun gibi ilgilenmeye koşacaktır. Fakat bu ilk engelin bir şekilde üstesinden
183
Riane Eisler
gelindiği ve politika üretenler tam ve önyargısız verileri sağladığı zaman bile, ikinci ve
daha da temel bir engel geriye kalır. Bu engel, erkek egemen bir sistemde ilk politika
önceliğinin, erkek tahakkümünün korunması olduğu gerçeğidir.
Böyle olduğu sürece de erkek tahakkümünü zayıflatacak politikalar -ve insan ge
leceği için ümit vaat eden çoğu politikalar- yürütülemez. Eğer formülleştirilseler bile,
böyle politikalar yetersiz fonlardan dolayı rafa kaldırılmalı veya etkin olmaları engel
lenmelidir.
Totaliter Çözüm
Seçilmiş liderler ekonomik, sosyal ve siyasi problemleri çözmede başarısız oldu
ğu zaman, insanlar bir çözüm için diğerlerine bakarlar. Androkratik zihniyette, bütün
sınıflamaların üzerinde bir değerlendirişle ve haklılığı güçle eşitlemeye koşullandıra
rak, bu cevaplar şiddetle ve güçlü adam idaresiyle özdeşleştirilme eğilimindedir.
İlerlemeci sistemin çöküşü ve/veya nükleer soykırımın yanı sıra, sık sık anılan
gelecek senaryosunun, kültürel totalitarizm olması şaşırtıcı olmaz. Bu, Orwell'in ke
hanet niteliği taşıyan 1 984'ünden
Rollerball ve Fahrenheit 45 1 'e pek çok bilimkurgu
hikayesinin teması olmuştur. Aynı zamanda Jacques Ellul'un insan olmayan teknok
ratlarca yönetilen insanlıktan uzaklaşmış dünya tahminini içeren akademik fütürist
çalışmasının konusu olmuştur.37 Hudson Enstitüsü'nden Herman Khan'ın tahminine
dayanan, enstitünün dev kurumsal ve askeri müşterilerinin iş rutininden kaynaklanan,
inanılmaz zenginlikte bir gelecek konulu "iyimser" bir senaryo da vardır. Bu senaryo,
Khan tarafından yönetilen, yeni ''.Altın Çağ İmparatorluğu" dediği bir dünya hakkın
dadır.38
Totaliter geleceğin büyük psişik çekiciliği "güçlü lider" vaadidir. Bu lider, çocuk
luktaki "güçlü baba" gibi, sadık bağlılık karşılığında "her şeye göz kulak" olacaktır. Do
ğal olarak erkek otoritesine boyun eğen bir zihniyet, kriz zamanlarında bu "korumayı"
sağlamak eğiliminde olacaktır. Fakat modern totalitarizmin güçlü çekiciliği -ve büyük
tehlikesinin- altında yatan başka bir sebep daha vardır.
Totalitarizmin geleneksel görüşü, tamamen modern bir sıkıntı olan, seküler, bi
limsel çağa dair dehşettir.39 Gerçekten de, Alman kitle imha kamplarının teknolojik
etkinliği önceden tahmin edilememişti. Ancak tarihöncesinin ve tarihin açıkça gös
terdiği gibi, toplulukları toptan öldürme girişimleri gerçekten yaşanmıştır ve modern
totaliter rejimlerin bir işareti olan terörle idare de bu şekildedir.
Yeniden sahip olduğumuz kayıp geçmişimizle birlikte artık, kontrol ve temel
yapı yöntemleriyle, modern totalitarizmin, sosyal örgütlenmenin tahakküm modeli
ne dayalı bir kültürel evrimin mantıksal sonucu olduğunu görebiliriz. Terörle kontrol
1 84
Evrimin Çöküşü: Tahakkümcü Bir Gelecek
sağlama yöntemi, bu tip toplumun ilerleyebileceği son noktadır. Tarihöncemizde ilk
kez doğan, katı şekilde androkratik şehir devletlerinin teknolojik olarak daha ileri ver
siyonudur.
Yirminci yüzyıl totaliter devleti, ilk çağların kutsal şehir devletlerinin modern de
vamıdır. Kültürel Tarihçi Lewis Mumford'un yazdığı gibi, o yerlerde insan kitlesi dev
sosyal makinelerin sıkı şekilde kontrolü altındaki çarklardan başka bir şey değildir.40
Faşist ve komünist devlet hiyerarşilerinin seçkinleri, aslında eski, savaşçı/rahip tahak
küm kastlarının devamıdır. Her ikisi de Dünyaya -ister Tanrı'nın, Marx'ın, Führer'in,
Stalin'in veya Mao'nun dünyası olsun- doğrudan ve kasıtlı bir yön verir. Her ikisi de
aym zamanda Dünyayı hukuk yoluyla yorumlamak veya kuvvetle veya kuvvet tehdi
diyle istediklerini ona zorla kabul ettirmek için kendilerinde özel hak görürler.
Kilise ile Devlet arasında bir ayrımın olmadığı androkratik dini yönetimlerdeki
gibi, faşist ve komünist toplumları yöneten erkekler hem ruhsal hem de dünyevi gü
cün sahibidirler. Androkratik dinler gibi, ne komünizm ne de faşizm "gerçek" inançtan
sapmayı hoşgörür. Modern siyasi ideolojilerden farklı olarak, fakat androkratik dinler
gibi, her ikisi de, hepsini olmasa da, ailevi, sosyal ve siyasi hayatın çoğu yönünü kap
sayan etraflı bir dünya görüşü sunar. Aşırı sağcılar, erkek egemen aileler için otorite
olarak hala Kutsal Kitap'ı kaynak verir. Nazi Almanyası'nda Führer, sadece kadın
ların değil, aynı zamanda Yahudiler gibi "zayıf" ve "efemine" erkeklerin, kendi yeni
"süpermen" ırkı karşısında doğuştan aşağı olduğunu ilan eder. Ve Sovyetler Birliğin
de, aile ilişkileri için resmi model, erkeklerine yemek servisi yapan kadınların sonsuz
hikayeleri ve resimlerinde tekrarlanan, Nazi propagandasında idealize edilen Alman
haus.frau'nunkiyle aynıdır.41
Komünist ve faşist totaliter devletlerde, Kutsal Kitapta, Kuran'da ve diğer gele
neksel metinlerde olduğu gibi, bağlılık ve kurallara uyma en üstün erdemlerdir. Resmi
ideoloji, ister Ortaçağ rahiplerinin kitapları ve insanları yakan terör dolu iktidarıyla
olsun veya ister modern totaliter rejimlerin beyin yıkama ve işkence gibi daha etkin
teknolojileriyle olsun fark etmez. Her ikisinde de, şiddete yalnızca izin verilmez aynı
zamanda bu resmen onaylanmış ideolojinin hizmetindeyse emredilir.
"Düşmanı yok etmek" için başarıyla takipçilerini toplayan karizmatik veya hip
notik etkiye sahip lider, hem modern hem geleneksel totaliterizmin diğer bir tamam
layıcı parçasıdır. Örneğin Ortaçağ Avrupası'nda, androkratik dini fanatizm ve açgöz
lülük, erkeklerin gösterişli, devasa akınlarıyla Papa il. Urban ve Bernard Clairvaux gibi
adamlarca başarıyla teşvik edilmiştir. Böylelikle Avrupa ve Küçük Asya yüzyıllarca
süren, kanlı Haçlı Seferleri'ne sürüklenmiştir.42 Nazi Almanya'sı da aynı ölçüde uzun,
gösterişli, öncü akınlarla, Hitler'in vahşi söylevleriyle, modern dünyayı İkinci Dünya
Savaşı'na sürüklemiştir. Daha güncel şekilde, televizyonun hipnotize edici aracılığıyla
milyonlarca eve ulaşarak, yeni nesil karizmatik demagoglar Amerikalıları, evlerinden
çıkıp dünyamızın hastalıkları olarak suçladıkları "kafir ve ahlaksız hümanistlerle, femi
nistlerle ve komünistlerle" savaşmaları için yüreklendirmektedirler.
185
Riane Eisler
·
Hem geleneksel hem de modern totaliter rejimler, kutsal veya resmi güce sahip
metinlerin sürekli incelenmesine ihtiyaç duyar. İster Kutsal Kitap veya Kuran, ister
Kavgam, isterse ve Başkan Mao'dan Alıntılar olsun değişmez. Bunlar, bütün cevapları
sunar: nihai "gerçek" ve bunlar androkratik tarihöncesi ve tarihin katı dini sansürüyle
aynı amaca hizmet ederler. Modern totaüter rejimlerde bütün kitle iletişim araçları
sıkı bir şekilde denetlenir.
Aslında, bunların androkrasinin tarihöncesinde empoze edilmesi sırasında daha
küçük çapta olmasına rağmen, belki de modern totaliter toplumların en çarpıcı karak
teristik özelliği ( Orwell'in 1 984'ündeki gibi) temel sanayilerinden biri olarak efsane
ler üretmesidir. Nazi Almanya'sında, çekici olmayan, siyah saçlı bir adam, Adolf Hitler,
başarıyla Führer efsanesine dönüştü. "Irksal olarak saf," sarışın, mavi gözlü ve güzel
Aryan süpermenlerinin üderi oldu. Rusya'da, Tanrı Baba ve vekilleriyle tiran Küçük
Baba'mn veya Çar'ın yerini, mumyalanmış vücudu saygı nesnesi halige gelen, Devri
min Babası, Lenin ve daha sonra soğukkanlılıkla milyonlarca kendi insanını katleden
Stalin aldı.
Hem komünist hem de faşist mitolojilerde, gerçekliği beürleyebilmek için ilk
androkratik iktidarın başa gelmesi sırasında kullanılanlarla tam olarak aynı süreçleri
görebiliriz. Örneğin, gamalı haç ve orakla çekiç, yirminci yüzyılda neredeyse insanları
"kutsal" Haçlı Seferleri ve savaşlar için harekete geçirmekte Çarmıha Gerilmiş İsa'nın
sembolü kadar güçlü olmuştur. Eski dini törenler ve ritüellerin yerine yeni törenler
ve ritüeller gelmiştir: Lider'in kitlesel gösterileri, resmi geçitleri, ritimü marşları ve
insanları "aydınlatan" sözlerinin haklı gök gürültüsü ve hiddeti ileri doğru ilerler ve
güçlü şekilde "gerçeği" yayar.
Yeni Gerçeklikler ve Eski Efsaneler
Eğer Nazi efsanelerini Kültürel Dönüşüm teorisinin bakış açısıyla yeniden sı
narsak, Hint-Avrupa veya Ari istilaları efsanelerine bir dönüş olduklarını görmemiz
rastlantı değildir. Nazi Almanyası için Kurgan zamanlarına geri dönüş yalnızca efsane
lerde değil, aynı zamanda gerçekliklerdedir.
Yahudilerin tümünün yok edilmesinde Naziler sadece, Kurganların zenginliğe
ulaşmak için saptıkları yolları tekrarlıyordu. Yahudilerin bütün evleri, işleri, özel eşya
ları hatta dişlerindeki altın, partiye sadık olanların resmi hazinelerini doldurmaya ve
onları ödüllendirmeye hizmet etmiştir. Naziler katliam yaptılar, malları yağmaladılar
ve talan ettiler.
Nazilerin kadınların erkeklerin kontrolündeki mal olduğu şeklindeki görüşü, ben
zer şekildeki Kurgan kurallarına geri dönüştü. Nietzsche'nin sözleriyle, Almanya'nın
1 86
Evrimin Çöküşü: Tahakkümcü Bir Gelecek
yeni Ari süpermenleri için, kadınlar erkeklerin cinsel zevki, kişisel hizmeti, eğlencesi
ve üremesi için kullanılmaya yarayan "sıklıkla hoş olan evcil hayvan" gibiydi.43 Bunun
bile ötesinde, Hitler'in madalyalı askerlerini birden çok eş alma hakkıyla ödüllendir
me planındaki gibi, Naziler için kadınlar temel olarak Kurganlar erkekleri için neyse
oydu: savaşçının ganimeti.44
Gücü her şeye yeten Führer veya Liderin yönetimi, daha büyük bir ölçekte Kur
gan reisinin despot güçlü adam yönetimini kopya etmişti. Aynı şekilde, seçkin Nazi
birlikleri, korkulan S.S. ve S.A:lar, yıkım ve terör yayarak zafer, şeref ve güç arayan
"erkekçe" değerlerin yaşayan örnekleri olarak Kurgan savaşçı sınıfını kopya etmişti.
Katı erkek tahakkümünü, otoriterliği ve yüksek derecede kurumsallaşmış erkek
şiddetini inançla kopyalayan Nazi Almanya'sı, gilanik atılıma en şiddetli tepkilerden
biriydi. Aynı zamanda en önceki ve en vahşi erken-androkrasi biçimine doğru ilk mo
dem gerilemelerinden biriydi. Ve yeni-androkratik geleceğin öncüsüydü.
İster sağcı ister solcu, Hıristiyan veya Müslüman olsun totaliter çözüm, androk
ratik çözümün üç aşağı beş yukarı "güncellenmesinden" başka bir şey değildir. Temel
öncülleri, "efemine," veya barışçı yaklaşımları aşağılamanın, ister Tanrısal ister dünye
vi olsun, diğerlerine itaat inancının, nihai erdem ve inanç sistemi olmasıdır. Bu inanç
şekli, erkek ve kadınla başlayarak insanlığı sonsuza kadar birbiriyle savaşması gereken
iç ve dış gruplara böler.
Bu çözüm, pek çok insan tarafından dünyamızın artan problemlerine geçerli
cevaplar sunmadığı için kabul edilmedi ve hala kabul edilmiyor. Çekim gücü, and
rokratik ve yeni-androkratik sembol ile efsanelerin köklü gücünden gelir. Bu imaj ve
hikayeler, bilinçdışımıza şu korkuyu salmaya devam eder: androkratik öncül ve çö
zümlerden herhangi bir sapmayı tasavvur etmek bile, sadece bu dünyada değil fakat
aynı zamanda öbür dünyada şiddetle cezalandırılacaktır.
Modern otoriterliğin yükselişinden alınacak önemli bir ders şudur ki, efsanenin
gücünü hafife almak hayati bir hata olabilir. İnsan ruhu, bize evrenin düzenini "açıkla
yacak" ve bize evren içindeki yerimizi söyleyecek sistem hikayeleri ve sembolleri için
doğal bir ihtiyaca sahip görünmektedir. Herhangi bir rasyonalist veya mantıksal siste
min sunabileceğinin ötesinde, görünen anlam ve amaca yönelik açlık vardır.
Modern tarih, "erkekçe" bir nedene indirgenemeyen, yalnızca androkratik ef
sanelere dayanarak her şeyi bastırma yolunun androkratik efsanelere dayanarak in
sanlığın maruz kaldığı dehşeti durduramayacağını göstermektedir. Çözüm, zihnimi
zin yeni-androkratik dogmada sıklıkla "kadınca" olarak görülen sezgisel, doğrusal ve
rasyonel olmayan fonksiyonlarını baskı altında tutmaya çalışması değildir.45 Sorun,
sembollerin ve efsanelerin mantık veya akılcılık içermeyen ve dolayısıyla pek de isten
meyen bir sistemden gelmesi değildir. Sorun, daha çok ne "tür" semboller ve efsanele
rin zihinlerimize yerleşeceği ve zihinlerimize kılavuzluk edeceğidir: insan yanlısı veya
insan karşıtı, gilanik veya androkratik.
1 87
Riane Eisler
Kurgan istilalarının kültürel evrimimizi geciktirmesi gibi, totaliterler ve totaliter
olacaklar kültürel evrimimizi bugün her fırsatta hem eski hem yeni androkratik efsa
nelerin yardımıyla engellemektedir. Geçtiğimiz birkaç yüzyılda, tahakküm toplumun
dan ortaklık toplumuna doğru kısmi değişiklikler, daha adil ve eşitlikçi bir hareketi
sağlayarak insanlığı kısmen özgür bırakmıştır. Ancak hem solda hem sağda, tahakküm
toplumunu modern ve totaliter biçimde daha sağlamlaştırmak için güçlü bir karşı ha
reket de ortaya çıkmıştır.
Androkratik sosyal ve ideolojik örgütlenmenin, hem beden hem de zihin kontro
lünün (modern propaganda, uyuşturucular, sinir gazları ve hatta psişik kontrol deney
leri) güçlü ve hareketsizleştiren çekimi altında, totaliter bir gelecek ihtimali gerçekle
şebilir. Ancak böyle bir dünya düzeni, muhtemelen uzun süre devam etmeyecektir.
İster dini ister laik, modern veya antik, Doğu veya Batı olsun, totaliter liderlerin
ve lider olacakların ortak özelliği, kurtuluşumuzun aracı olarak öldürücü Kılıcın gü
cüne inanmalarıdır. Bu nedenle tahakkümcü bir geleceğin, eninde sonunda küresel
bir nükleer savaş olduğu ve bunun da insanlığın bütün problem ve hırslarının sonu
olduğu neredeyse kesindir.
1 88
On Üçüncü Bölüm
Evrimde Dönüm Noktası:
Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
Bilimkurgu yazarlarının gelecek vizyonu, inanılmaz teknolojik buluşlarla doludur. Fa
kat genellikle, yeni sosyal buluşlardan yoksundur. Aslında, ileri doğru öngördükleri
zamanda gitmek şeklinde göstererek, bizi geri götürürler. İster Frank Herbert'ın Du
nel'unda ister George Lucas'ın Star Wars'unda (Yıldız Savaşları) olsun, sık sık karşılaş
tığımız, gerçekten feodal imparator ve Ortaçağ derebeylerinin galaksiler arasında ileri
teknoloji savaşlarının dünyasına dönüşen sosyal örgütlenmedir.
Beş bin yıl tahakküm toplumunda yaşadıktan sonra, farklı bir dünya hayal etmek
gerçekten güçtür. Charlotte Perkins Gilman, bunu Herlandvde denemiştir. 1915'te ya
zılan, bu ciddiyetsiz ütopyada, barışçı ve yüksek seviyede yaratıcı bir toplum hakkın
daki en değerli ve ödüllü iş ve en büyük sosyal öncelik, çocukların fiziksel, zihinsel ve
manevi gelişimidir. Bütün erkekler kendilerini son bir savaş cümbüşünden silip yok
etmiştir. Hayatta kalan bir avuç kadın, hoş bir değişimle, insanlığın yarısını kendilerini
kendilerinden üretmeyi öğreterek kurtarır.
Fakat gördüğümüz gibi, problem bir cinsiyet olarak erkeklerin varlığı değildir,
erkekler ve kadınların tahakküm sistemindeki haliyle sosyalleşme zorunluluğudur.
Neolitik Çağda ve Girit'te de erkekler ve kadınlar vardır. Barışçı !Kung ve Bambuti
toplumlarında da erkekler ve kadınlar vardır. Erkek egemen dünyamızda bile, bütün
1 89
Riane Eisler
kadınlar barışçı ve yumuşak değildir ve pek çok erkek de barışçı ve yumuşaktır.
,
Açıkçası, hem erkeklerin hem de kadınların pek çok değişik türde davranış için
biyolojik potansiyeli vardır. Böceklerin ve diğer eklembacaklıların dışını kaplayan zır
hı veya kabuğu gibi, androkratik sosyal örgütlenme de insanlığın iki yarısına, gelişim
lerini sınırlayan, katı ve hiyerarşik roller verir. Eğer evrimimize insanın sosyal örgüt
lenmesinin iki seçeneği olarak androkrasi ve gilani açılarından bakarsak, bugün sos
yo-biyologların androkratik ideolojiyi yeniden canlandırmaya çalışmasının rastlantı
olmadığım görürüz. Bunlar, on dokuzuncu yüzyıl sosyal Darwinizm'ini, teorilerini
desteklemek için, böcek toplumlarını sık sık alıntılayarak başka türlü kullanmaktadır.
Yazılarının katı şekilde hiyerarşik sosyal sınıflamalar için kural koyucu görüşü kuvvet
lendirmesi de rastlantı değildir. Bu kural koyucu modele göre, -yani erkeğin baskın,
kadının boyun eğen olduğu insan ilişkileri modeline göre- genlerimiz önceden prog
ramlanmıştır.3
Oysa pek çok bilim insanının işaret ettiği gibi, evrim çizgisi önceden belirlen
memiştir.4 Aksine, bizler en başından beri kendi evrimimizin aktif ortak yaratıcısıyız.
Örneğin, Sherwood Washburn'ün yazdığı gibi, alet kullanmamız, iki ayaklı hareket
kabiliyetimiz ve dik duruşumuz, evrimimizin hem sebebi hem de sonucudur. Bunlar,
daha da karmaşık teknolojileri kullanmamız için ellerimizi serbest bırakmıştır.5 Hem
teknoloji hem de toplum daha da karışık hale gelirken, türümüzün varlığını sürdürme
si, artan bir şekilde biyolojik evrimimizin değil, kültürel evrimimizin yönüne bağlıdır.
İnsan evrimi şimdi bir yol kavşağındadır. Temelleri ortaya konduğunda, insanın
asıl görevi, türümüzün hayatta kalmasını ve benzersiz potansiyellerimizin gelişmesini
özendirmek için toplumun nasıl düzenleneceğini bulmaktır. Bu kitapta işlenen konu
lar boyunca androkrasinin yıkım teknolojileri üzerine vurgusu, sosyal kontrol için şid
dete dayanması ve temel aldığı tahakküm eden-tahakküm edilen insan ilişkileri mo
delinin yarattığı kronik gerilimler nedeniyle bu ihtiyacı karşılayamayacağını gördük.
Aynı zamanda öldürücü Kılıç yerine yaşam vermekle ve yaşamı kuvvetlendirmekle
tanınan Kadehle sembolize edilen gilanik veya ortaklık toplum modelinin, bize geçerli
bir seçenek sunduğunu da gördük.
Soru buradan oraya nasıl gideceğimizdir.
Gerçekliğin Yeni Bir Görüşü
Ilya Prigogine ve Niles Eldredge gibi bilim insanları, bize kimyasal ve biyolojik
sistemlerde veya evrimle ayn kollara ayrılmanın, büyük bir şans olasılığını işin içine
kattığını söylemektedir.6 Evrim Teorisyeni Erwin Laszo'nun belirttiği gibi, insanlar
sosyal sistemlerindeki farklılaşmaları da aynı zamanda büyük bir şans olasılığı olarak
1 90
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
işin içine katar. İnsanlar, "kendi evrimsel yollarını seçme" şeklindeki içgörüyü kulla
narak "bilinçli ve toplu olarak hareket etme yeteneğine sahiptir" der. Ve ekler: "kritik
çağımızda" "insan toplumu ve kültürünün evriminde bir sonraki adımın seçimini şan
sa bırakamayız. Bunu bilinçli olarak ve bilerek planlamak zorundayız:'1 BiyologJonas
Salk'ın yazdığı gibi, en acil ve ciddi ihtiyacımız, harika bir araç olan insan zihnini, daha
iyi bir dünyayı hayal etmek, dolayısıyla yaratmak için gereken şekilde kullanmaktır.8
Başlangıçta bu imkansız derecede güç bir görev gibi görünebilir. Ancak gördü
ğümüz gibi, neyin olanaklı ve istenebilir olduğu hakkındaki gerçeklikle ilgili görüşle
rimiz, tarihin bir ürünüdür. Belki düşüncelerimizin, sembollerimizin, efsanelerimizin
ve davranışlarımızın değiştirilebileceğine ilişkin en iyi kanıt, böyle değişikliklerin as
lında tarihöncemizi etkilemiş olduğunun gösterilmesidir.
Kadın imajına antik dünyada nasıl büyük saygı gösterildiğini ve sonrasında kadın
imajlarının erkekler tarafından yalnızca cinsel objeler biçiminde nasıl sahiplenildiğini
ve baskı altında tutulduklarını görmüştük. Bu durum, yalnızca androkratik istilalar
dan sonra belirgin hale gelmiştir. Aynı zamanda, kültürel evrimimizdeki kritik kollara
ayrılmasından sonra bilgi ağacı ve gömlek değiştiren yılan gibi sembollerin anlamının
düzenli olarak nasıl tamamen tersine çevrildiğini görmüştük. Artık katı şekilde erkek
tahakkümünü ve otoriter yönetimini sorgulamanın şiddetli cezasıyla ilişkilendirilen
sembollerin insanların daha yüksek veya gizli bilgilerle ulaşılan bir özgürlüğe hasreti
nin sembolü olarak görülmesi evrimsel süreç açısından çok eski değildir.
Androkratik yönetimin empoze edilmesinden sonra bile, en önemli sembolleri
mizin anlamının sık sık radikal olarak değiştiğini görmüştük. Bu değişim, gilanik di
riliş veya androkratik gerileme sayesinde gerçekleşmiştir. Buna çarpıcı bir örnek de
haçtır. Tanrıça'nın tarihöncesi heykelcikleri ve diğer dini objelere kazınan haçların,
bitkinin, hayvanın ve insan hayatının doğumu ve gelişmesiyle özdeşleştirilmiş bir ori
jinal anlamı vardı. Bu, haçın "sağlık" ve "mutluluk" gibi kelimelerin bir kısmını oluş
turan hayatı ve yaşamayı gösterdiği Mısır hiyerogliflerinde yaşayan anlamdı.9 Daha
sonra, insanları kazığa oturtmak Asur, Roma ve diğer androkratik sanatta gösterildiği
üzere, kişileri idam etmenin ortak bir yolu olduktan sonra, haç ölümün sembolü oldu.
Ardından, Hz. İsa'nın daha çok sayıda gilanik takipçisi haçı tekrar yeniden doğuşun
sembolü olarak görüp Hz. İsa'nın infaz edildiği haçı dönüştürmeye çalışmışlardır. Bu
sembol, insanların eşitliği ve yumuşaklık, şefkat ve barış gibi "kadınca" kavramların
tavsiyesi ve uygulanması için yola çıkan sosyal bir hareketle ilişkilendirilmiştir. 10
Bu harekete yüzyıllar sonrasında günümüzde androkratik/tahakkümcü sistem el
koymuştur. Antik sembolleri ve efsaneleri yorumlama biçimimiz, hala hem bugünü
müzü hem geleceğimizi nasıl şekillendirdiğimizde önemli bir rol oynamaktadır. Aynı
zamanda bazı dini ve siyasi liderlerimiz nükleer bir mahşerin gerçekten Tanrı'nın ira
desi olabileceğine inanrnaktadır.11 Ölüm değil de yaşama arzusunun, antik efsanelerin
ve sembollerin orijinal gilanik anlamına doğru yeniden canlandırılması için hızlan191
Riane Eisler
dırılrnış, ve gerçekten önceden belirlenemeyen bir şekilde, engin bir yeniden anlayış
görüyoruz. 12
Örneğin, Imogene Cunningham ve Judy Chicago gibi sanatçılar, kayıtlı tarihte
ilk kez kadın cinsel imajlarını kullanıyorlar. Bunu, Paleolitik, Neolitik ve Girit'teki
doğum, yeniden doğum ve dönüşüm sembolizmini çarpıcı şekilde hatırlatan yollarla
yapıyorlar. Aynı zamanda kayıtlı tarihte ilk kez, foklar, kuşlar, yunuslar ve yeşil orman
lar ve otlaklar gibi doğadan imajlar, ekoloji hareketi tarafından doğal çevreyle hayati
bağınuzın bilincini içimizde yeniden uyandırmak için kullanılrnaktadır.14 Önceki za
manlarda bunlar, Tanrıça'nın Tanrısal gücünün altında, bütün hayatın birliğinin sem
bolleriydi.
Efsanelerin dokusunu daha gilanik modellere doğru aydınlatma ve yeniden şe
killendirme süreci, yoğun ve bilinçdışı bir şekilde, aslında harekete geçmiştir.15 Söz
konusu modellerde "doğanın fethi" gibi "erkekçe" erdemler artık idealize edilmez. An
cak yeni imajlar ve efsanelerin yeteri sayıda insan tarafından ulaşılması gereken "kritik
kitle"ye henüz ulaşmamıştır.
Belki de en önemlisi, kadınlar ve erkeklerin artan ölçüde androkratik topulumun
en temel varsayımını sorgulamalarıdır: hem erkek tahakkümü hem de erkeklerin sa
vaştaki şiddeti kaçınılmazdır. Bu konuya değinen antropologların çalışmaları arasın
da, Shirley ve John McConahay tarafından gerçekleştirilen kültürlerarası bir çalışma
bulunmaktadır. Bu yapıt, erkek tahakkümünü ayakta tutmak için gereken cinsel ste
reotipler ile sadece savaşın değil, eşi, çocuğu dövmenin ve tecavüzün sıklığı arasın
da anlamlı bir ilişki saptadı.16 Raporlarımızla devam eden ikinci bir kitapta ayrıntıları
verileceği gibi, bu sistem bağıntıları artan sayıda yeni çalışma ile doğrulanmıştır. Bu
çalışmalar, pek çok disiplinde bilim insanlarının, tam olarak, gerçekliğin önde gelen
modellerini sorgulaması için gerçekleştirilmiştir.17 Üstelik, bugün insanlığın iki yarısı
nı inceleyen bilim insanları, bilgimizi, yeri yerinden oynatacak derecede insan toplu
munun imkanları ve insan bilincinin evrimi hakkında genişletiyorlar. 1 8
Gerçekten de Kültürel Dönüşüm teorisinin bakış açısından, modern "bilinç dev
rimi" hakkında yazılanların çoğu androkratik bilinçten gilanik bilince dönüşüm ola
rak görülebilir.19 Kayıtlı tarihte ilk kez, çoğu kadın ve erkeğin "katil kahraman" gibi
yıkıcı efsanelere baştan meydan okuması, U dönüşümün önemli bir göstergesidir.20
Theseus'tan Rambo'ya ve James Bond'a kadar uzanan bu "kahramanlık" hikayelerinin,
bizim için gerçekten öğretici olduğunun farkına varıyorlar. Bilim insanları, iki cinsin
çocuklarına fetih ve tahakküm yerine bakıp büyütme ve yakınlığın öğretilmesini talep
ediyorlar.21 İsveç'te kanunlar, zaten geleneksel olarak, erkek çocuklara başkalarına za
rar vermeyi öğreten, empatiyi öğretmeyen, aynı zamanda erkeklerde kendi türünden
diğerlerini öldürmesini gerektiren yaklaşımları ve davranışları oluşturan savaş oyun
caklarının satışını kademeli olarak kaldıracak şekilde yürürlüğe girmiştir.22 Ve bütün
bu gezegende milyonlarca kişinin barış gösterileri, tüm insanlığın birlikteliğine ve bü
tünlüğüne dair yenilenen bilincin çarpıcı kanıtıdır.
1 92
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
Bütün dünyada kadınlar ve erkekler, ilk kez böyle büyük kalabalıklarla, tahak
kümcü dünya görüşünün temeli olan tahakküm eden erkek/tahakküm edilen kadın
şeklindeki insan ilişkileri modeline meydan okuyorlar.23 Ayın zamanda "cinsiyetler
savaşı" fikri, bu modelin sonucu olarak ortaya konuyor. Bunun daha ileri sonucu olan
"diğerini" "düşman" olarak görmeye, aynı zamanda meydan okunuyor.24 En önemlisi,
daha da yükselen küresel "ortaklık" bilinci şeklinde yükselen bir farkındalık var. Bu,
bütünsel olarak hem kadınların hem de erkeklerin rollerinin temelden yeniden sınan
ması ve dönüşümüyle ilgili.25
Psikiyatr Jean Baker Miller'ın yazdığı gibi, günümüzde toplumda yalnızca ka
dınlar "insanların ortaklığına dair temel ihtiyacı karşılayanlar olarak yola çıkmış"26 -ve
aslında diğerlerine yakınlıklarına, muhatapları kendileri gibi olmasalar da daha çok
değer vermekteler. Kadınlar, başkalarına rağmen genellikle kendi amaçlarına ulaşmak
için sosyalleşen erkeklerden farklı. Kadınlar, kendi iyilikleri pahasına bile olsa diğerle
rinin iyiliği için kendilerini sorumlu görecek şekilde sosyalleşiyorlar.27
Miller'ın belirgin şekilde belgelediği üzere, insan deneyimlerinin bu şekilde ka
tegorize edilmesi, hem kadınlarda hem erkeklerde ruhsal bozukluklara yol açıyor. Ka
dınlar, başkalarıyla aşırı derecede özdeşleşme eğiliminde. Yazdığına göre, yakınlığın
kaybedilme tehdidi veya yakınlığın ortadan kalkması, "yalnızca ilişkinin kaybı olarak
değil fakat kendisinin tamamen kaybı olarak algılanıyor:' Öte yandan erkekler, sık sık
yakınlık için insani ihtiyaçlarını " bir engel" veya "bir tehlike" olarak görme eğiliminde.
Böylece, diğerlerine hizmeti merkezi bir şey olarak değil daha çok kendi özsaygıları
na göre ikincil olan bir şey olarak görüyorlar. Bir erkeğin "yalnızca erkekliğin birincil
gereklerini tamamladıktan sonra isteyebileceği veya güçlerinin yetebileceği bir şey
olarak algılayabiliyorlar."28
Bu toplumsal cinsiyet ve gerçeklik görüşleri, gördüğümüz gibi, androkratik top
lumun temelidir. Fakat Miller'ın yazdığı gibi, "kadınların kendilerinde hissettikleri
yakınlığa doğru çekimin yanlış veya geri olmadığou anlamaları aşırı derecede önem
lidir... Bu manevi başlangıç noktasımn, yaşamak ve iş yapabilmek için tamamen farklı
(ve daha ileri) bir yaklaşımı içerdiği farkedilmerniştir. Bu, baskın kültürce destekle
nenden çok farklıdır... Gerçeğin ortaya çıkmasın izin verir: herkes için -erkekler aynı
zamanda kadınlar- bireysel gelişim prosedürü yalnızca yakınlık aracılığıyla işler:'29
Hem kadın hem de erkekler için bu gerçekliği şekillendirmenin yeni yolları, insan
ruhunun yeni modellerine hız veriyor. Eski Freudist model, insanları birincil olarak
yiyecek, seks, ve güvenlik gibi ihtiyaçların temel dürtüleri çerçevesinde görüyordu.
Abraham Maslow ve diğer hümanist psikologların önerdiği yeni model, bu temel "sa
vunma" ihtiyaçlarını ciddiye aldı ancak aynı zamanda insanların daha yüksek seviyeli
"gelişim" ve "kendini gerçekleştirme" gereksinimlerinin varlığıyla, bize diğer hayvan
lardan ayrıldığımızı gösterdi.30
Savunma ihtiyaçlarından kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarına geçiş, tahakküm
1 93
Riane Eisler
toplumundan ortaklık toplumuna dönüşüm için önemli bir anahtardır. Güç uygula
yarak veya tehditle ayakta tutulan hiyerarşiler, zihnin savunma alışkanlıklarına ihtiyaç
duyar. Bizim toplum türümüzde, erkek için düşmanların yaratılması önde gelen mi
tolojide cennetten kovulmayla suçlanan insan ikiziyle; kadınla başlar. Hem erkekler
hem de kadınlar için, insanlığın bir yarısını diğeri üzerinden sınıflama, Alfred Adler'in
vurguladığı gibi, bütün insan iüşiklerini zehirler.31
Freud'un gözlemleri, androkratik ruhun gerçekten iç çatışmalar, gerilimler ve
korkuların bütünü olduğunu karutlamaktadır.32 Fakat androkrasiden gilaniye doğru
hareket ederken, giderek daha çoğumuz savunmadan gelişmeye doğru yönelmeye
başlayabilir. Maslow kendini gerçekleştiren ve yaratıcı kişilerin bencil ve benmerkezci
olmak yerine, daha çok, giderek daha çoğumuzun da yöneldiği daha farklı bir gerçek
liği gözledi: bütün insanlıkla hayati bağlantımızın "zirve tecrübesi" bilinci.33
Yeni Bir Bilim ve Ruhsallık
Jean Baker Miller'ın yakınlık, Jessie Bernard'ın "aşkın/görevin kadınca ruhu" ve
Hz. İsa, Gandhi ve diğer manevi liderlerin basitçe aşk diye adlandırdığı bu içsel iüşki
lilik konusu, bugün aynı zamanda biümin de konusudur. Bu "yeni bilimi" geliştirmek,
tarihte ilk kez hiyerarşilerden çok ilişkilere odaklanıyor. "Kaos" teorisi ve akademik
feminist çalışmalar, bu yeni billmin hayati parçalarıdır.
Fizikçi Fritjof Capra'nın yazdığı gibi, bu daha bütünsel yaklaşım, hiyerarşik, aşırı
derecede kategorize edilmiş ve sıklıkla mekanik yaklaşımı olan Batı biliminin önemli
kısmından radikal bir ayrılıştır.34 Bu, pek çok yönden "kadınca" bir yaklaşımdır. Çün
kü, kadınlara aşama aşama "mantıksal" düşünme yolu yerine, eşzamanlı izlenimler
bütünü içinden sonuçlar çıkartmak eğillmiyle daha çok "içgörüsel" düşünmeleri söy
lenmiştir. 35
Saik, yeni bir em pati biüminden söz etmektedir. Bu biüm, hem rasyonaliteyi hem
de içgörüyü " kolektif akılda bir değişiklik yaratarak insan geleceği içinde yapısal olarak
etkilemek için" kullanacaktır:'36 Bu bilim yaklaşımı, her birimizin parçası olduğu yaşa
yan bir sistem olan insan toplumuna odaklanacaktır.37 Bu yaklaşım, başarıyla 1983'te
Nobel Ödülü kazanan Genetikçi Barbara McClintock tarafından kullanılmıştır. Ash
ley Montagu'nün söylediği gibi. Eğitiminin amacı insanın iç potansiyellerini öne çek
mek ve gelişimini sağlamak.38 olan, gerçeklerle tutarlı bir bilim olacaktır. Hepsinden
önemlisi, Hillary Rose'un "Hand, Brain and Heart: A Feminist Epistemology"de (El,
Beyin ve Kalp: Doğa Bilimleri için Feminist Bir Epistemoloji) yazdığı gibi, artık "ta
biatı veya tabiatın parçası olarak insanı tahakküm altına almak için yönlendirilen" bir
bilim olmayacaktır.39
1 94
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
Evelyn Fox Keller, Carol Christ, Rita Arditti ve diğer akademisyenler, bilimin ko
ruyucu "objektiflik" ve "alan bağımsızlığı" kılıfı altında nasıl sıklıkla "bilimsel olmaya
nı" ve "sübjektif olanı" olumsuzladığına işaret etmiştir. Bunu ele alanlar ise geleneksel
görüş tarafından aşırı derecede kadınca görülmüştür.40 Böylece, bilim şimdiye kadar
genellikle kadınları bilim insanı olarak dışlamış ve kadınların incelenmesini neredeyse
tamamen erkeklere bırakmıştır. Aynı zamanda "bakıp büyütme bilgisi" diyebileceği
miz Salk'ın yazdığı şekliyle "varlığını sürdürme veya evrim karşıtlığı yerine evrimle
işbirliği içinde"4ı olma bilgisini dışlar.
Bu yeni bilim, bilimle maneviyat arasındaki modern boşluğu kapatmak üzere
köprü olmak için önemli bir adımdır. Büyük ölçüde empatiyi kadınlara ve "efemine"
erkeklere indirgeyen bir dünya görüşünün ürünüdür. Bilim insanları, ayrıca çatışma
nın kendisini yeniden sınama yollarını tanımaya başlıyorlar. Ruhla ve doğa arasındaki,
kadınla erkek arasındaki, farklı ırklar, dinler ve etnik gruplar arasındaki yapay çatışma,
tahakkümcü zihniyet tarafından desteklenmektedir.
Araştırmasını savunma yerine kendini gerçekleştirme üzerine odaklayan Miller' ın
yazdığı gibi, soru çatışmanın nasıl ortadan kaldırılacağı değildir, bu imkansızdır. Farklı
ihtiyaçları ve arzuları ve ilgileri olan bireyler temasa geçtiğinde, çatışma kaçınılmazdır.
Doğrudan dünyamızı kavgadan barışçı ortak yaşamaya dönüştürüp dönüştüremeye
ceğimize dayanan soru, çatışmayı nasıl yıkıcı değil de üretken yapabileceğimizdir.42
Üretken çatışma dediği çatışmanın sonucu olarak, Miller bireylerin, örgütlerin ve
ulusların gelişebileceğini ve değişebileceğini gösterir. Farklı ilgileri ve amaçları olanlar
birbirlerine yaklaşırken, çatışmadaki her tarafdiğer tarafınkiler kadar kendi amaçlarını
ve eylemlerini yeniden sınamaya zorlanır. Sonuç, her iki taraf için üretken olmayan ka
tılık yerine üretken değişimdir. Yıkıcı çatışma, tersine, tahakküm hiyerarşilerini ayakta
tutmak için gereken şiddetle çatışma denklemidir.
Miller'ın işaret ettiği gibi, günümüz baskın sisteminde "çatışma daima aşırılığın
imajıymış olarak görülmektedir. Oysa gerçekte çatışma, yalnızca uygun biçimlerin
karşılığı bulunmadığında tehlikeye yol açtığı düşünülerek eksik şekilde tanınmakta
dır. Bu sonucu yıkım olan şekil korkutucudur, fakat aynı zamanda çatışma değild_ir.
Neredeyse tam tersi; çatışmadan kaçınmak veya onu bastırmak girişiminin nihai so
nucudur:'43
Çatışma hakkında bastırıcı tahakküm yaklaşımının hala egemen biçimde önde
gelmesine rağmen, çatışmanın giderilmesine yönelik daha az şiddet içeren ve daha
"kadınca" veya "pasif" yaklaşımlar değişim için somut ümit ifade etmektedir. Bu yakla
şımların antik dönemden gelen kökleri vardır. Kayıtlı tarihte Sokrates'in ve daha sonra
Hz. İsa'nın ikisi de bunu kullanmıştır. Modern zamanlarda bu yaklaşımlar, Gandhi ve
Martin Luther KingJr. gibi erkeklerce bütünleştirilmeleri sayesinde iyi bilinmektedir.
Söz konusu kişiler için androkrasi öldürme ve kutsama ifade etmiştir. Fakat şimdiye
kadar en yoğun kullanımı kadınlarla hayat bulmuştur. On dokuzuncu ve yirminci yüz-
1 95
Riane Eisler
yıllarda kadınların şiddet dışı yollarla adil olmayan kanunlarla savaşma şekli, buna çar
pıcı bir örnektir. Aile planlaması bilgisine, doğum kontrol teknolojilerine ve oy verme
hakkına erişim için, kendilerinin tutuklanmalarına izin vermişlerdir. Amaçlarına ulaş
mak için güç veya güçle tehdit etmek yerine açlık grevleri yapmayı tercih etmişlerdir.44
Sosyal değişimi sağlama yolu olarak pasif direniş çatışmasının kullanımı, yalnızca
pasif veya şiddet içermeyen direniş değildir. Yapılan, şiddet içeren ve haksız yollarla
şiddet ve adaletsizükle işbirüği yapmayı reddederek, Gandhi'nin satyagraha veya "ger
çeğin gücü" dediği pozitif dönüşüm enerjisinin yaratılmasıdır. Gandhi'nin ifade ettiği
gibi, amaç çatışmayı bastırmak veya şiddetle patlatmak yerine onu dönüştürmektir.45
Kültürel evrimdeki yeri yeniden ele almanın eleştirel olan yönü, gücü tanımlama
şeklimizin güncel biçimde yeniden incelenmesidir. Hala başat güç görüşü hakkında
yazarak, Miller diğerlerini kontrol etme ve onlara tahakküm etme şeklindeki sahte ih
tiyacın nasıl güç duygusu değil psikolojik bir işlev olduğunu, fakat bunun bir güçsüz
lük duygusu da olmadığını vurgulamaktadır. "Kendisi için güç ve diğerleri üzerindeki
gücü ayırarak şöyle yazar: "Başka bir kişinin veya insan grubunun gücü, genellikle
tehlikeü görünmektedir. Onları kontrol etmek zorundasınız yoksa onlar sizi kontrol
edecektir. Ancak insan gelişimi açısından, bu geçerü bir formül değildir. Tam tersine
basit anlamda, bir bireyin gelişimi ne kadar büyükse, o kadar etkin, o kadar etkiü ve
başkalarını sınırlama veya kısıtlaması o kadar az gerekli olacaktır."46
Yirminci yüzyıl feminist Üteratüründe, yalnızca var olan güç iüşkileri değil, aynı
zamanda "yakınlığın gücü" gibi gücü alternatif algılama ve kullanım alanları da mer
kezi bir konu olarak ele alınmıştır. Robin Morgan, Kate Millet, EüzabethJaneway, Be
rit Ass, Peggy Antrobus, Marielousie Janssen-Jurreit, Tatyana Manonova, Kathleen
Barry, Devaki Jain, Caroüne Bird, BirgitBrock-Utne, Diana Russell, Perdita Huston,
Andrea Dworkin, Adrienne Rich bu temayı keşfedenlerden yalnızca birkaçının adı
dır.47 "Kız kardeşüği güçlüdür" gibi ibarelerle tarif edilen, yıkıcı olmayan bu güç anla
yışı şöyledir: kadınlar artan ölçüde kendi bölgelerinden "erkeklerin" dünyasına doğru
ilerlemeyi gerçekleştirmektedir. Bu, psikolojik olarak gücün "kazan-kaybet" anlayışı
yerine "kazan-kazan" görüşüdür. Kişinin kendi geüşimini, aynı zamanda diğerlerinin
geüşimini sınırlama zorunluluğu olmaksızın ilerletme aracıdır.
Görsel veya semboük alanda bu, ilişkilendirme şeklindeki gücün temsiüdir.
Hatırlanmayan zamanlardan beri, tanrılar veya milletlerin veya ailelerin başı olarak,
erkeklerin tepeden yönetimi elinde tuttuğu piramidin çentikli hatları, çemberle veya
oval bir şekille semboüze edilmiştir. Tanrıça'nın kozmik yumurtası veya Büyük Yu
varlak. Androkratik ideoloji tarafından uzun süre bastırılan, Kadehle ifade edilen gizli
dönüşüm, birükteliğimizin veya birbirimizle ve evrendeki her şeyle bağlanmamızın
bilinci olarak görüldüğü daha önceki zamanlardan kalmaydı. Büyük kahinler ve mis
tikler, erken dönemdeki Hıristiyanların agape dediği dönüştürücü güç olarak betim
lenen bu vizyonu ifade etmeye devam etmişlerdir. Bu, insanlar arasındaki temel bağ,
1 96
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
androkrasinin karakteristik özelliği olan "kardeşlik" bağı olarak anılır. Aslında, anne
nin çocuklarına karşı duyduğu bir çeşit karşılıksız aşktır. Bir zamanlar, mistik olarak
ifade edilen, insan çocuklarına karşı Büyük. Annenin duyduğu Tanrısal aşktır.
Bu anlamda, ortaklık modelli toplumla ilişkili Tanrıçaya tapınmanın manevi
geleneğiyle yeniden bağlantımız, insanlığın yarısının ağırbaşlılığının ve değerinin ye
niden değerlendirilmesinden fazlasına işaret eder. Bu, evreni yöneten güçleri hayal
etmenin çok daha konforlu ve güvenceli bir yolundan ibaret de değildir. Uzun süredir
öldürme ve sömürmeye çevrilmiş insan ilişkilerinin, doğum yapma veya bakıp bü
yütme gibi en temel prensiplerine, efsaneler ve imajlar için olumlu bir yer değişimi
önermektedir.
Bu kitabın önceki bölümlerinde, kadınlık prensibinin, Tanrıça'ya atfedildiği kül
türel evrimimizin başlarında yalnızca ölümden sonra yeniden dirilme veya yeniden
doğuşun sembolü olmadığı, aynı zamanda insan bilincinin İlahi vahiy ile aydınlan
masının bir sembolü olduğunu gördük. Jung'cu Psikanalist Erich Neumann'ın vur
guladığı gibi, antik gizem ayinlerinde Tanrıça, fiziksel gücün "tanrının hayatın dönen
çemberinin" "can veren" ve "can alan bütünlüğünün" dönüşümünü temsil ediyordu.
Ancak, aynı zamanda manevi dönüşümün de sembolüydü: "bu döngüde bilince ve
bilgiye, dönüşüm ve aydınlanmaya" doğru merkezin kuvveti. Bunlar, hatırlanmayan
zamanlardan beri insanlığın yüksek amaçlarıydı:'48
Yeni Politika ve Ekonomi
Zamanımızda, toplumsal dönüşüm hakkında çok şey söyleniyor ve yazılıyor.
Alvin Toffler gibi fütüristler, "ilk dalga" veya tarım toplumundan "ikinci dalga" veya
sanayi toplumuna ve şimdi "üçüncü dalga" veya sanayi sonrası topluma doğru büyük
teknolojik dönüşümlerden söz ediyor.49 Gerçekten, kayıtlı tarihte büyük teknolojik
dönüşümler gördük. Ancak geliştirmekte olduğumuz Kültürel Dönüşüm teorisinin
bakış açısından, temel kültürel dönüşüm olarak anlatılanlar, bir tür tahakküm toplu
mundan bir başka tür tahakküm toplumuna geçiş ya da androkratik sistemin kendi
içinde gerçekleşen değişimlerdir. Klasik zamanlardan Hıristiyan zamanlara ve daha
güncel olarak laik veya bilimsel çağa değişimler gibi.
Farklı kollara ayrılma noktaları da olmuştur. Temel sistemlerde dönüşüm ola
bildiği zaman, yeni dalgalanmalar veya daha gilanik fonksiyonlar görüldüğü zaman,
sosyal dengesizlik noktaları olmuştur. Fakat bunlar hiçbir zaman androkrasiden gila
niye bir değişime işaret edecek çekirdeklenme eşiğini aşmamıştır. Benzer bir analoji
kullanırsak, androkratik sistem şimdiye kadar lastik bir tekerlek gibi olmuştur. Daha
güçlü gilanik diriliş dönemleri boyunca, örneğin, Hz. İsa'nın zamanında tekerlek ol1 97
Riane Eisler
dukça ileri doğru esnemiştir. Ancak geçmişte androkrasinin uçlarına veya sınırlarına
ulaşıldığı her sefer, orijinal şekline doğru ani bir tepki göstermiştir. Şimdi, kayıtlı ta
rihte ilk kez, geriye doğru dönmek yerine bu tekerlek kırılabilir. Ve kültürel evrimimiz
sonunda bizi binlerce yıl geride bırakacak sınırları aşabilir.
Teknolojik gelişim seviyemizde tahakküm toplumundan ortaklık toplumuna
bütünüyle geçişin, siyasal ve ekonomik sonuçları ne olacaktır? Artık Kılıç tarafından
yönetilmeyen teknolojilere sahip olmamız, büyük ölçüde kültürel evrimimizi hızlan
dırabilir. Ruth Sivard'ın yıllık World Military and Social Expenditures'ta (Dünya Askeri
ve Sosyal Harcamaları) raporunda görüldüğü üzere, kıtalararası balistik bir füze ge
liştirmenin maliyeti ile 50 milyon çocuk beslenebilir; 1 60 bin okul inşa edilebilir ve
340 bin sağlık merkezi açılabilir. Yeni tek bir nükleer denizaltının maliyeti ile şimdi
fakirliğe ve cehalete mahkum olan milyonlarca insana yeni fırsatlar yaratılabilir.50 Bu
maliyet, dünyada 120 milyon çocuğun gidecek okulu olmadığı ve 1 1 milyon bebeğin
ilk yaş gününden önce öldüğü yirmi üç gelişmekte olan ülkenin yıllık eğitim bütçesine
eşittir.
Fütürizm yazılarının tekrar tekrar vurguladığı gibi, eksik olan, kaynakların dağıtı
mını daha iyi sonuçlara yeniden yönlendirecek olan, sosyal rehberlik sistemi, yönetim
değerleri ve ileri teknolojik know-how'dır.
Stanford Araştırma Enstitüsü'nde Temel Fütürist Çalışmalar Başkanı Willis Har
man, gereken -ve evrime katkısı olanın- "başlıca kültürel öncüllerde ve sosyal rollerde
ve kurumların tüm yönlerinde bir metamorfoz" olduğunu söylemektedir. Bunu reka
betin işbirliği ile dengeleneceği ve bireyciliğin sevgi ile dengeleneceği yeni bir bilinç
olarak betimlemektedir. "Kişisel çıkarlar, dostlar ve gelecek kuşaklarla ilişkilendirilen"
"kozmik bir bilinç," "daha yüksek bir farkındalık" olacaktır. Gerektirdiği şey ise "ger
çekten korkunç büyüklükte" temel bir dönüşümden azı olmayacaktır.51
Benzer şekilde, ikinci Roma Kulübü raporunda bunu "temel bölgesel ve sonuçta
küresel bir felaketten kaçınmak" için, "uzun dönem organik gelişim için rasyonel bir
ana planla yönlendirilen," "küresel işbirliği ruhuyla bir arada tutulan, özgür ortaklıkla
şekillenen" yeni bir dünya sistemi geliştirmeliyiz, diye okuyoruz.52 Bu dünya sistemi,
büyük bir gelecek bilincine dayalı ve hem gelecek hem de bugünün nesilleriyle özdeş
leşmeye dayalı yeni küresel bir ahlaka dayalı yönetilecektir. Çatışma yerine işbirliği,
kural koyucu hedeflerimiz nedeniyle tabiatı fethetmemiz yerine tabiatla uyumu geti
recektir. 53
Bu projelerin çarpıcı bir yönü şudur ki, bu fütüristler teknolojiyi veya ekonomiyi
geleceğin ana belirleyicileri olarak görmemektedir. Geleceğe giden yolun insani de
ğerlerle ve sosyal düzenlemeyle şekilleneceğini öngörmektedirler. Başka bir deyişle,
geleceğimiz birincil olarak insanların bunun ihtimallerini, potansiyellerini ve sonuçla
rını düşünme biçimiyle saptanacaktır. FütüristJohn McHale'in sözleriyle, "Zihnimiz
deki planlarımız, bunun temel eylem programlarıdır:•s4
198
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
Fakat en çarpıcı olan şudur; çoğu fütüristlerin -çok fazla sözle- gerçekte söyledi
ği şudur ki, geleneksel olarak "erkeklikle" ilişkilendirilen zor ve fethe dayalı değerleri
geride bırakmalıyız. "Gerçekten serbest ortaklık içinde şekillenen küresel işbirliğinin
ruhu;' "bireyciliği aşkla dengelemek" ve kural koyucu amaç olan "tabiatın fethi yerine
tabiatla uyum" için ihtiyaç değil midir? Daha "kadınca bir ruhun" yeniden dile getiril
mesi değil midir? Hangi sonucu elde edene kadar "kural tabakasında büyük değişik
likler" veya "temel kültürel öncüllerde ve sosyal kurumların tüm yönlerindeki meta
morfoz," eğer tahakküm toplumunun ortaklık toplumuyla ikamesi değilse birbiriyle
nasıl ilişkili var olabilir?
Tahakküm toplumundan ortaklık toplumuna dönüşüm, kesinlikle kendisiyle
birlikte ileri teknolojisinin yıkım ve tahakküm için kullaıumından insan hayatını sür
dürmek ve kuvvetlendirmek için kullanımına doğru bir değişimi de getirecektir. Aynı
zamanda, bugün ihtiyaç içinde olanları soyan savurganlık ve aşırı tüketim, silinmeye
başlayacaktır. Pek çok sosyal yorumcunun gözlediği gibi, Batıdaki çocuk yetiştirme
tarzları ve bugünkü sistemde yetişkinlerin değerleri tarafından inkar edilen, aşırı tüke
tim ve savurganlık kompleksinin çekirdeğinde bizim kültürel olarak şeyleri elde etme,
satın alma, inşa etme -ve ziyan etme- takıntımız bulunmaktadır.55
Hepsinden önemlisi, androkrasiden gilaniye geçiş, dünyamızda hala birlikte gi
den tahakküm politikasını ve sömürü ekonomisini sonlandırmaya başlayacaktır. John
Stuart Mill'in yüzyılımızdan çok önce ortalığı ayağa kaldıran Principles of Political
Economy'de (Ekonomi Politiğin Prensipleri) işaret ettiği gibi, ekonomik kaynakların da
ğıtılma şekli, bazı acımasız ekonomi kanunlarının bir işlevi değil, politik -yani, insani
seçirnlerin fonksiyonudur.56
Çoğu insan için şimdiki biçimiyle ne kapitalizm ne de komünizm artan ekono
mik ve politik açmazlar konusunda çıkış yolu sunmaktadır. Androkrasi yerinde dur
duğu sürece, adil bir politik ve ekonomik sistem imkansızdır. Gösterilecek adayların,
güçlü özel çıkarlarca finanse edildiği Birleşik Devletler gibi Batılı milletler henüz poli
tik demokrasiye geçmemiştir. Güçlü, ayrıcalıklı ve çoğunlukla erkek yönetici sınıfı ta
rafından idare edilen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi uluslar, hala
ekonomik demokrasiden uzaktır.
Özellikle, tahakküm politikası ve sömürü ekonomisi, bütün androkrasilerde ka
dınlara ücret ödenmeyen veya en düşük ücret ödenen, üretken faaliyetlerinin sistema
tik olarak sömürüldüğü "ikili bir ekonomiyle" örneklendirilir. Birleşmiş Milletler'in
State of the World'.s Women l 985'te (Dünya Kadınlarının Durumu 1985) işaret ettiği
gibi, küresel olarak kadınlar nüfusun yarısıdır, saat bakımından dünyanın işinin üçte
ikisini görmekte, erkeklerin kazandığının onda birini kazanmaktadırlar ve erkeklerin
sahip olduğu malın yüzde birine sahiplerdir.57 Üstelik, ücret ödenmeyen kadın emeği,
düzenli olarak milli verimlilik hesaplarından dışlanmaktadır.58 Afrika'da kadınlar gıda
üretiminin çoğunu yapmakta, kadınlar dünyanın her yerinde tüm resmi sağlık bakım
199
Riane Eisler
sektörleri birlikte düşünüldüğünde çoğu sağlık hizmetini ücretsiz sağlamaktadır. Fü
türist Hazel Henderson'ın işaret ettiği gibi, sonuç "istatistiksel yanılsamalara" dayalı
küresel ekonomik projeksiyonlardır.59
The Politics ofthe Solar Age'de (Uzay Çağı Politikası), kadınlarla erkeklerin rolleri
nin temelden yeniden dengelendiği olumlu bir ekonomik gelecek betimlenmektedir.
Bu gelecek, "erkekçe" militarizmimiz gerçeğiyle yüzleşmemizi gerektirecektir. Milita
rizm, "insanların en yoğun antropik faaliyetidir, çünkü temel insan ihtiyaçlarının ya
rarlı şekilde sağlanması için devreye girmeden, saklanan enerjiyi doğrudan ziyana ve
yıkıma dönüştürür:' ''.Ataerkil bir çöküşle karakterize olan" bu devrin peşi sıra gelen
devirde, Henderson ne ekonomik ne de ekolojik gerçekliğin "şimdi erkek kimliğiyle
derin bir şekilde ilişkilendirilen" "erkekçe" değerlerle yönetileceğini tahmin eder.60
Benzer şekilde,
The Sane Alternative'de (Makul Seçenek) İngiliz yazar James Ro
bertson "hiper-yayılmacı" veya HY gelecek dediği düzeni "makul, insancıl, ekolojik"
veya "MİE gelecek" dediği düzenle karşılaştırır.61 Almanya'da Profesör Joseph Huber,
"ataerkil" gelecek için olumsuz bir ekonomik senaryo betimler. Bunun tersine, olumlu
senaryosunda ise "cinsiyetler eşit sosyal dengede dururlar. Erkekler ve kadınlar, ücreti
ödenen konumları, aynı zamanda ev işlerini, çocuk büyütmeyi ve diğer sosyal faaliyet
leri paylaşırlar:'62
Bu ve diğer ekonomik analizleri birleştiren anafıkir, geleceğimiz için kritik öne
me sahip olmasına rağmen, ha.la büyük ölçüde eklemlenmemiş olarak kalır. Şöyle ki,
ister kapitalist ister komünist olsun, geleneksel ekonomik sistemler, Marksist anali
zin ifadesiyle, "işi üreten emeğin yabancılaşması" üzerine inşa edilir.63 Ve bu işi üreten
emek, tam olarak anaakım ekonomiyle birleşiktir. Bu, başkalarını koruyup büyütme
nin, yardım etmenin ve sevmenin sürdürülebilir emeğidir. Temel bir ekonomik ve po
litik dönüşümdür.64 Aşama aşama, androkraside kadınca olarak etiketlenen insanlığın
kadın yarısının değerleri ve amaçları, toplumun kılavuzluk mekanizmalarıyla tama
men bütünleşerek, siyasi ve ekonomik olarak sağlıklı ve dengeli bir sistem doğacaktır.
Ardından, feminist, barışçı, ekolojik, insani potansiyelle ve diğer gilanik hareketlerle
öngörülen küresel aileyle birleşerek, türümüzün evriminin tüm potansiyelini kullan
maya başlayacaktır.
Dönüşüm
Yeniden doğuşun yeni psikolojik ve sosyal dünyasına doğru hareket, önceden
tahmin edemeyeceğimiz hatta hayal edilemeyecek değişiklikler meydana getirecektir.
Gerçekten de sosyal iyileşme konusunda daha önceki ümitleri izleyen çok sayıdaki
başarısızlık yüzünden, olumlu bir gelecek için projeksiyonlar şüphe taşımaktadır. Üs200
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
telik biliyoruz ki yapıdaki değişiklikler aynı zamanda fonksiyondaki değişikliklerdir.
Kimsenin yuvarlak bir odanın köşesinde oturamayacağı gibi, tahakküm toplumundan
ortaklık toplumuna geçerken, eski düşünme, hissetme ve eyleme biçimlerimiz aşama
aşama dönüşecektir.
Kayıtlı tarihin binlerce yılından beri, androkrasi insan ruhunun ayaklarına zincir
vurarak onu hapsetmiştir. Zihinlerimizin gelişmesi engellenmiş ve kalplerimiz duygu
suzlaştırılmıştır. Şimdiye kadar gerçek, güzellik ve adalet için çırpınmamızsa asla bit
memiştir. Bu zincirleri kırarken, zihinlerimiz, kalplerimiz ve ellerimiz, aynı zamanda
yaratıcı hayal gücümüz serbest kalmıştır.
Benim için, androkrasiden gilaniye dönüşümümüzün en kışkırtıcı imajlarından
biri, kelebeğe dönüşen tırtıldır. Bu özellikle insanlığın vizyonunu ifade etmeye uyan,
ulaşabildiği yüksekliklere tırmanan imajı, Tanrıça'ya atfedilen dönüştürücü güçlerin
bir ortaya çıkışıdır. Kelebek, yeniden doğuşun antik bir sembolüdür.
İki kitap daha, Breaking Free (Serbest Kalmak) ve Emergence (Ortaya Çıkış), bu
dönüşümü derinliğine keşfedip toplumsal planda gerçekleşmesi için yeni bir plan su
nacaklardır. Bu bir ütopya (gerçekte Grekçe'de "hiçbir yern anlamına gelen) değildir,
fakat bir pragmatopia'dır, ortaklığa dayalı bir gelecek için gerçekleştirilebilir bir senar
yodur. Birkaç sayfanın kesinlikle iki kitapta ne geliştirileceğini içeremeyecek olmasına
rağmen, bu bölümü, kesintiye uğrayan kültürel evrimimizi tamamlarken öngördüğüm
bazı değişiklikleri kısaca özetleyerek kapatmak istiyorum.65
Tahakküm dünyasından ortaklık dünyasına ilerlerken en çarpıcı değişim, çocuk
larımız ve torunlarımızın ve onların çocuklarının savaş korkusu olmadan yaşamanın
ne olduğunu yeniden tatmaları olacaktır. "Erkek gibi" erkeklerin, tahakküm ettikleri
bir korunmadan kurtulmuş ve kadınların yükselen statüleriyle daha "kadınca" sos
yal önceliklerin olduğu bir dünyada, nükleer yok oluş tehlikesi gittikçe azalacaktır.
Aynı zamanda, kadınlar sosyal ve ekonomik fırsatlarda daha çok eşitlik kazandıkça,
Maltus'un gerektiğini söylediği kıtlık, hastalık ve savaş kademeli olarak azalacaktır.
Doğum oranlan kaynaklarımızla daha iyi dengelenebilecektir.66
Büyük ölçüde yüksek nüfusla ilgili olan, çevre kirlenmesi, bozunma ve fakirleşme
problemimiz, benzer şekilde dönüşüm yıllan boyunca azalmaya başlamalıdır. "Erke
ğin tabiatı fethi" ve çevreye "bakım,n androkrasilerde "erkekçen bir politika önceliği
değildir. Böylelikle, aynı zamanda enerji ve diğer kaynakların yetersizliğinin ve kimya
sal kirlenmeden kaynaklanan sağlık problemlerinin sonuçlan da hafıflemelidir.67
Kadınlar artık sistematik olarak fınansal yardım, toprak bağışı ve modem eğitim
den yoksun bırakılmadığı için, eğitimi ve teknolojiyi ilerletmek ve yaşam standart
larını yükseltmek için Üçüncü Dünya gelişim programları, çok daha etkili olacaktır.
Aynı zamanda bugün hem gelişmiş hem de gelişmekte olan dünyada, ekonomik ye
tersizliğirı ve milyonlarca insanın kaderi olan çile azalacaktır. Kadınlara artık kuluçka
makinesi ve yük hayvanı olarak bakılmadığı ve kadınlar sağlık hizmetine, eğitime ve
20 1
Riane Eisler
siyasi katılıma daha çok eriştiği için, sadece insanlığın kadın yarısı değil, tümü yarar
görecektir.68
Dünyanın kadınlar ve çocuklardan oluşan fakir kısmının yoksulluğu ve açlığını
başarıyla azaltmayı amaçlayan daha akılcı önlemlerle birlikte, türümüzün diğer üye
leriyle ilişki kurma konusunda artan bilinç, aynı zamanda zengin ve yoksul uluslar
arasındaki açığı yavaş yavaş daraltacaktır. Gerçekten, yıkım teknolojilerinden, hayatı
sürdüren ve güçlendiren teknolojilere yeniden yöneltilen milyarlarca dolar ve emekle,
insanların yoksulluğu ve açlığı aşama aşama, yalnızca androkratik geçmişin acı dolu
anıları haline gelecektir.69
Kadın-erkek ilişkilerindeki büyük şüphe ve ayrımcılıktan açıklık ve güvene doğ
ru
değişim, ailelerimize ve toplumlarımıza da yansıyacaktır. Aynı zamanda ulusal ve
uluslararası siyasetin olumlu sonuçları olacaktır. Görünüşte sonsuz olan, şimdi bizi
mahveden akıl hastalığından, intihara, eşi boşamaya ve çocuğu dövmeye, vandaliz
me, cinayete ve milletlerarası terörizme, günlük problemlerimizde azalma olacaktır.
Raporumuzun ikinci kitabında ayrıntılarıyla ortaya konan araştırmadaki gibi, bu tip
sorunlar büyük ölçüde erkek egemen sosyal örgütlenmenin doğasında yer alan kişi
lerarası gerilimden ve özellikle güce dayalı tahakkümcü çocuk büyütme üslubundan
türemektedir. Böylelikle, kadınlarla erkekler arasında daha eşit ve dengeli ilişkilere ve
her iki cinsin çocuklarında daha yumuşak, daha insani ve ilgi, alakaya doğru, gerçekçi
olarak temel ruhsal değişimleri bekleyebiliriz. Bunlar, görece kısa bir zamanda, sırasıy
la katlanarak dönüşümün temposunu hızlandıracaktır.
Dünyada kadınlar ve erkekler tam bir ortaklık içinde yaşayacakları için, aileler,
okullar, hükümetler ve diğer sosyal kurumlar elbette olacaktır. Fakat, günümüz aile ya
pısından doğmuş olan kurumlar ve sosyal eylem ağından farklı olarak, geleceğin sosyal
yapıları sınıflamadan çok ortaklığa dayanacaktır. Bu kurumlar, piramidal hiyerarşilere
uyumlu bireylere ihtiyaç duymak yerine, karar vermede ve eylemde hem çeşitliliğe
hem de esnekliğe izin vererek heterarşik olacaktır. Sonuç olarak, hem kadınların hem
de erkeklerin rolleri bütün insan türünün maksimum gelişim esnekliğine izin vererek
daha az katı olacaktır.70
Günümüz trendlerini izleyen kurumlarımızın çoğu, aynı zamanda milli sınırları
aşan, küresel kapsama sahip olacaktır. Birbirimizle ve çevremizle bağlanma bilincimiz
sıkılaştıkça, siyasal varlık olarak eski ulus-devletin kendi kendini yok ederek silinece
ğini görmeyi bekleyebiliriz. Buna rağmen, tahakkümcü sistemin bakışının mantıksal
projeksiyonu olan, daha çok birlik ve uyum yerine, daha çok bireysellik ve çeşitlilik
olacaktır. Daha küçük sosyal birimler, çeşitli ortak sonuçlar için matrislere veya ağlara
bağlanacaktır. Bunlar, işbirlikçi ekim dikim ve hasattan, okyanuslarla uzayın keşfinden
bilginin paylaşılmasına ve sanatın gelişimine uzanmaktadır.71 Bütün doğal ve insani
kaynakların daha eşitlikçi ve etkin yollarla kullanımı, aynı zamanda bu noktada geli
şimini öngöremeyeceğimiz yeni maddi ve sosyal buluşlar için henüz öngörülemeyen
küresel girişimlere de yer açacaktır.
202
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
Ortaklık toplumuna küresel geçişte, pek çok teknolojik dönüm noktaları ola
caktır. Aynı zamanda varolan teknolojiler, yeni toplumsal ihtiyaçlara uyarlanacaktır.
Bunların bazıları, Schumacher ve diğerlerinin öngördüğü üzere, zanaat alanında daha
iyi, daha emeğe odaklı teknolojiler olacaktır. Örneğin, dokumacılık, marangozluk,
çömlekçilik ve diğer uygulamalı sanatlarda yaratıcılık ve bireyselliğin onuruna geri
dönüş ortaya çıkacaktır. Fakat, amaç insanlığı küresel olarak böceklerin yaptığı gibi
angaryalardan kurtarmak olduğu için, aynı zamanda bütün bu alanlarda daha emeğe
odaklı teknolojilere geri dönüş anlamına gelmeyebilir. Aksine, zamanın ve enerjinin
yaratıcı potansiyellerimizi geliştirmemize izin vererek, mekanizasyon ve otomasyo
nun hayatı daha çok destekleyen bir rol oynamasını bekleyebiliriz. Hem küçük hem
de büyük ölçekli üretim yolları, tahakkümcü sistemin gerektirdiği, işçilerin kendilerini
makinelere ve otomatlara döndürmek yerine, işçilerin katılımını cesaretlendiren, ve
gerektiren yollar kullanılacaktır.
Daha güvenli ve daha güvenilir doğum kontrol yöntemlerinin gelişimine önce
lik verilecektir. Yaşlanma sürecini anlamak ve yavaşlatmak üzerine daha çok araştırma
yapılacaktır. Bunlar, zaten bilinen tekniklerden, vücut hücrelerini yenileme aracılığıy
la değiştirmeye, tükenmiş vücut kısımlarının değiştirilmesine kadar uzanmaktadır.
Laboratuvarda yaratılmış hayatın mükemmelleştirilmesini de görebiliriz. Kadınları
yenilemek veya onları yapay olarak geliştirilmiş hücrelerle kuluçka makinesine dö
nüştürmek yerine, her iki cinsin insani potansiyelinin tamamını gerçekleştirmesine
hizmet eden yeni üreme teknolojileri, hem kadın hem de erkekler tarafından dikkatle
değerlendirilecektir.72
Yıkım teknolojileri doğal ve insani kaynaklarunızın böyle büyük bir bölümünü
artık tüketmeyeceği ve yok etmeyeceği için, henüz hayal edilmemiş (ve günümüzde
hayal edilemez olan) girişimler, ekonomik olarak gerçekleştirilebilir olacaktır. Sonuç,
gilanik tarihöncemizin habercisi olduğu, ekonomik refah olacaktır. Yalnızca maddi
zenginlik eşit şekilde paylaşılmayacaktır. Bu ekonomik düzende giderek daha çok
maddi varlık kişiyi koruma, aynı zamanda kontrol etme aracı olarak kullanılırsa, bir
hastalık veya anormallik biçimi olarak görülecektir.
Bütün bunlarda, bir dizi akademik aşama olacaktır. Bunlardan ilki, zaten ortaya
çıkmakta olduğu gibi, kapitalizm ve komünizmin en iyi unsurlarını birleştiren karma
ekonomi olacaktır. Ve bu, üretim ve dağıtımın -aynı zamanda anarşizmin- bir dizi
ademi merkeziyetçi işbirlikçi birimleri şeklinde gerçekleşecektir.73 İnsanların yalnızca
siyasi değil temel ekonomik hakları olduğu şeklindeki sosyalist kavram, gilanik eko
nomide mutlaka merkezi rol oynayacaktır. Gilanik ekonomi tahakküm yerine ilgi ve
bakıma dayalı olacaktır. Fakat ortaklık toplumu tahakküm toplumunun yerini alırken,
yeni ekonomik buluşlar da bekleyebiliriz.
Bu yeni ekonomik düzenin merkezinde, şu anda başarısızlığa uğrayan para, statü
ve gücün ödüllendirildiği erkek egemen ekonomik sektörün bulunduğu "ikili ekono203
Riane Eisler
minin" ikame edilmesi bulunacaktır. Henderson'ın belgelediği üzere, tüm sınai aşama
larda bunlar "hem sosyal hem ekolojik sistemleri yamyarnlaştıracaktır:' Bunu yerine,
parasal olmayan "gayriresmi" ekonomi uygun şekilde değerlendirilecek ve ödüllen
dirilecektir.74 Bu ekonomide ev işi, üretim, bakım, anne babalık ve gönüllü sosyal
hizmetler yer almaktadır. Ve şimdi "aşırı derecede ödüllendirilen işbirlikçi etkinlikler
başarılı görünmektedir:' Bu, başkalarına bakmaya sadece yapmacık ilgi gösterilmedi
ği, fakat yüksek derecede ödüllendirildiği, bu nedenle değerinin yüksek olduğu insan
etkinliği olarak, ekonomiye şimdi eksik olan temeli sağlayacaktır.
Androkrasinin kadınları "kendi yerlerine oturtmak" için sürdürdüğü kadın sün
neti, eşi dövme ve diğer tüm az ya da çok vahşi uygulamalar, tabii ki kutsal gelenekler
olarak görülmeyecektir. Fakat, bunlar erkeğin kadına karşı işlediği insanlık dışı suçlar
dır.75 Erkeğin erkeğe karşı insanlık dışı uygulamaları, erkeklerin gösterdiği şiddet artık
kahramanlık efsaneleri ve mitlerinde övülmediği için, erkekçe değerler olarak bilinen
tahakküm ve fetih aynı zamanda ne ise o şekilde görülecektir. Bir türün kendisine kar
şı acımasız ve barbar sapıklığı olarak...
Kadehle temsil edilen dönüştürücü gizemlerin yeniden doğrulanması ve yüsel
tilmesiyle, eski efsaneler içimizde yeniden uyanacaktır. Bu şekilde, Neolitik Çağ'ın ve
Minos Giriti'nin sanatsal kalıntılarında çok belirgin olan ancak bugün kayıp haldeki
hayatın büyüklüğü anlayışı ve hayatın kutlanması yeniden ortaya çıkacaktır. Savaş,
hiyerarşizm ve erkek tahakkümü, bütünüyle bizi yöneten güçler olmadan, kendimizi
daha masum ruhsal köklere yeniden bağladığımızda, bu mitoloji, bizleri fiziksel olarak
türümüzün teknolojik çocukluğundaki dünyaya yeniden döndürmeyecektir. Ancak,
gilanik mitlerin ve sembollerin antik mirasını modern düşüncelerle iç içe geçirerek,
bizi kelimenin tam anlamıyla çok daha rasyonel bir dünyaya doğru ileri götürecektir;
hem ekolojik hem de sosyal olarak ayrılmaz şekilde birbirimize ve çevremize bağlı
olduğumuz bilinçle canlanan ve kılavuzlanan bir dünyaya.
Yaşamın kutsanmasıyla birlikte, kadınlarla erkekler arasındaki seksin dahil oldu
ğu aşkın da kutsanması gelecektir. Evlilik yoluyla cinsel bağlanma, büyük olasılıkla
sürecektir. Fakat bu bağlanmanın öncelikli amacı karşılıklı arkadaşlık, cinsel haz ve
aşk olacaktır. Çocuk sahibi olmak, artık erkek isim ve mallarının aktarımıyla bağlantı
lı olmayacaktır. Diğer çocuk bakıp büyütme ilişkileri, yalnızca hetero-seksüel çiftlere
has olmayacaktır.76
Yalnızca özellikle çocukların sosyalleşmesi için tasarlananlar değil, bütün kurum
lar büyüyen insani potansiyellerin gerçekleştirilmesini hedefleyeceklerdir. İnsancı
hayatının çokluğu yerine kalitesinin önemli olduğu ifadesi böyle bir amaç taşıyabilir.
Böylece, Margaret Mead'in tahmin ettiği gibi, çocuklar az sayıda olacak ve bu yolla
onlara yüksek değer verilecektir.77
Hayatın şekillendiği çocukluk yılları, hem kadınların hem de erkeklerin aktif ilgi
alanı olacaktır. Yalnızca biyolojik anne babalar değil diğer yetişkinler de bu en değerli
204
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir Geleceğe Doğru
sosyal ürünler için çeşitli sorumluluklar alacaktır. Rasyonel beslenme, aynı zamanda
fiziksel ve zihinsel egzersizler, örneğin yoga ve meditasyonun daha ileri biçimleri, sağ
lıklı vücutlar ve zihinler için temel bir önkoşul olacaktır. Çocuğun sosyalleşme süreci,
etiketlerin üstünlüğüne göre olmayacak, öğrenme esnekliği ve yaratıcılığı hayatın tüm
aşamalarında en yüksek seviyeye çıkaran, ömür boyu süren bir süreç olacaktır.
En yüksek evrimsel potansiyellerimizin -bilgeük ve bilgi yoluyla daha büyük öz
gürlüğümüzün- gerçekleştirildiği bu dünyada, toplumsal poütikalara kılavuzluk eden
birincil araştırma önceüği, hem beden hem de zihnin kişisel ve sosyal hastalıklarının
önlenmesi olacaktır. Bunun ötesinde, henüz kullanmaya başlamadığımız, fakat gittik
çe daha iyi tanınan, zihin güçleri yoğun şekilde araştırılacak ve geliştirilecektir. So
nuçta, henüz hayal edilemeyen zihinsel ve fiziksel kapasitemiz ortaya çıkarılacak ve
ilerletilecektir.78
Hepsinden öte, bu gilanik dünyada çocukların zihinlerine -hem kızların hem de
erkek çocukların- artık zincir vurulmayacaktır. Sınırlandırma ve korkunun, sistema
tik olarak biz insanların nasıl kaçınılmaz olarak şeytani ve sapık olduğu hakkındaki
efsaneler yoluyla artık öğretilmediği bir dünya olacaktır. Bu dünyada, çocuklara er
keklerin şiddete başvurarak onurlandırıldığı efsaneler ve çocukların kadınların kötü
niyetü cadılarla karşılaştığı, korkutucu ormanlarda kaybolduğu peri masalları artık
öğretilmeyecektir. Onlara hayatın kutsal kabı olan kutsal Kadehle semboüze edilen
ve bunun yönetim prensibi olduğu, insanların iyi olduğu; erkeklerin barışçı olduğu ve
yaratıcılığın ve sevginin gücünü gösteren yeni efsaneler, destanlar ve hikayeler öğreti
lecektir. Bu gilanik dünyada, adalet, eşitlik ve özgürlük arzumuz, bilgiye ve manevi ay
dınlanmaya susanuşlığunız, sevgi ve güzelük özlemimiz sonunda özgür bırakılacaktır.
Ve androkratik tarihin kanlı, dolambaçlı yolundan sonra, hem kadınlar hem de erkek
ler sonunda insan olmanın ne anlama gelebileceğini keşfedeceklerdir.
205
Sonsöz
Kadeh ve Kılıç'ın bu yeni baskısı için, editörler Riane Eisler'den bütün
dünyada tahakküm ve ortaklık modelleri arasında süren gerilimi yo
rumlamasını istemişlerdir.
1987'de Kadeh ve Kılıç'ın ilk kez yayımlanmasından beri, hem büyük ölçekte dünya
nın genelinde hem de benim kendi yakın dünyamda pek çok şey meydana geldi. Dün
ya sismik değişiklikler yaşadı - hem kelimenin kendi anlamında güçlü depremler ve
tsunamiler hem de jeopolitik değişiklikler. Sovyetler Birliği parçalandı. Sömürgecilik
sonrası Afrika pek çok yeni devlete bölündü. Sri Lanka, Ruanda, Tacikistan, Balkanlar,
Kongo, Sudan ve Suriye'deki gibi etnik ve dini gruplar arasında çatışmalar patlak ver
di. Milletlerarası terörizm, 1 1 Eylül 200 l 'deki tahmin edilemeyen seviyelere yüksel
di. Amerikan İç Savaşı'ndan beri ilk kez Birleşik Devletler topraklarında binlerce kişi
New York Dünya Ticaret Merkezi İkiz Kulelerine ve Pentagon'a kaçırdıkları uçaklarla
saldıran İslamcı teröristlerce öldürüldü. Sonunda bu hem Irak hem de Afganistan'da
savaşlara yol açtı.
Öte yandan, gazete manşetlerinin arkasında incelediğimiz geleceğimiz için mü
cadele devam ediyor. Bütün biçimleriyle tahakküme karşı olan hareket gelişiyor. Aynı
zamanda, temel değişime karşı direnç bazen aşırı derecede baskıcı ve acımasız şekiller
alarak artmıştır. Dünyamıza ortaklık modeli ve tahakküm modeli merceğinden bakar
sak, söz konusu gelişmelerde bugünkü gerçek mücadelenin Doğu ve Batı, dini ve laik
veya Kuzey ve Güney arasında değil, fakat ortaklık ve tahakküm arasındaki bütün bu
alanlarda olduğunu tekrar görürüz.
206
Sonsöz
Geleceğimiz için Küresel Mücadele
1989'da, Sovyetler Birliği'nin çöküşünü ve Soğuk Savaşın bitişini önceden haber
vererek Utanç Duvarı yıkıldı. Mihail Gorbaçov'un "açıklık" ve "yeniden yapılanma"
politikaları katı tepeden inme hiyerarşilere ve merkezi yönetime isyana izin verdi, hat
ta bunu cesaretlendirdi. Karısı Raisa ile kişisel ortaklığı; değerlerde temel bir değişik
lik gerektiği algısı; Sovyet askeri sistemlerinde tek taraflı indirimi ve daha adil, eşitlikçi
ve barışçı bir dünya için kesinlikle samimi arzusu büyük ümitler verdi.
Sovyetler Birliği gerçekliklerine aşina olanlar daha az ümitliydi. Sovyet seçkin sı
nıfının üyelerinin, veya apparaniks, kitlesel engellemeler ve istikrarsızlık yoluyla kont
rolü ele geçirmeye çalışarak perde arkasından ekonomiyi sabote edeceğine dair ra
porlar vardı. Bununla birlikte sisteme kazınan yetersizlik ve çürüme ekonomik çöküş
tehlikesi yarattı. Sonunda, acunasız misilleme korkusu azalırken bir zamanlar Sovyet
imparatorluğu olan devlet parçalara bölündü ve Gorbaçov iktidarı kaybetti.
Gorbaçov ve Boris Yeltsin'in hala liderlik için çarpıştığı dönem içinde bir grup
Sovyet aydını ve politikacısıyla bir toplantıya katılmak için davet edildim. Toplantıda
bir ekonomist, bir televizyon yapımcısı ve Sovyet Bilimler Akademisi'nin bazı üyeleri
de vardı. Çoğu Sovyet katılımcının eğer yalnızca komünizmi yerine kapitalizmi ko
yarlarsa her şeyin iyi olacağı şeklindeki çarpıcı yanılsamasını görmemi sağlayan baş
döndürücü bir toplantıydı. Olayların seyri bu görüşün yanlışlığını gösterdi. Ortaya
çıktığı gibi, kapitalizmin "zaferi" hem milletlerin kendi içinde hem de milletler arasın
da zenginlik ve gelir bakımlarından daha büyük bir kutuplaşmaya yol açtı.
Tamamen yeni bir ekonomik rotanın büyük ölçüde keşfiyle sosyalizm ve kapi
talizmin daha iyi unsurlarını birleştirmek yerine, Rusya'nın ekonomik planlamacıları
ekonomik yeniden yapılanma için daha önce gelişmekte olan dünyanın pek çok yerin
de özellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlılar için çok fazla zorluğa yol açan aynı kapitalist
reçeteyi seçtiler. Şimdi Rusya'da daha büyük bir orta sınıfve daha çok ifade özgürlüğü
var olmasına rağmen, nüfusun çoğu için yaşama ve sağlık standartlarında düşüş ol
muştur. Şimdi yeni hükümet ve sanayi seçkinleri kontrolü ellerinde tutuyor. Ailenin
daha gerçek demokratikleşmesine doğru hareket etmek yerine, kadınlara karşı suiis
timal ve şiddet var. Ve fuhuş, pornografi ve şiddet suçları -bazıları da ittifak içindeki
hükümetle destekleniyor- şimdi günlük hayatın bir parçası.
Eski Sovyetler Birliği'nde olanlar bu kitabın ana tezini gösteriyor: Geleceğimiz
için gerçek mücadele kapitalizm ile komünizm, sol ile sağ, dini veya laik veya haber
lerde sürekli yer alan diğer taraflar arasında değil. Onun yerine, mücadele öncelikle
toplumun ya ortaklık ya da tahakküm modellerine yönelen sosyal ve ideolojik örgüt
lenmeleri arasında.
Sovyetler Birliği'nde ne olduğuna bu perspektiften bakarsak, Rusya'nın gerçek
demokrasiye doğru hareketindeki başarısızlığının komünizmden kaynaklanmadığı207
Riane Eisler
nı, fakat Rus kültüründe Sovyet "proleterya diktatörlüğünden" çok önceki tahakküm
geleneklerinden kaynaklandığını görürüz. Daha önceki feodal ve çar rejimleri altın
da, Ruslar sadece hem aile hem de devletteki otoriter yapıları biliyorlardı. Kadınların
emek piyasasına ve hükümetin alt ve orta düzeylerinde kitlesel olarak girişine rağmen,
1984'te ziyaret ettiğimde ilk elden gözlediğim gibi, Rusya ailede kadınların erkeklere
uyması ve hizmet etmesi gerektiğine dair güçlü inançla hala erkek egemen ve erkek
merkezli.
Yazık ki, bu erkeği üstün gören ideoloji, Sovyetlerin feminizmi karşı devrimci
görmesinin bir ölçüde gevşediği Gorbaçov'lu yıllarda bile değişmedi. Bunun çarpıcı
örneği, Sovyet televizyonunun Gorbaçev'in Amerikalılara verdiği ünlü mülakatta eşi
Raisa ile ortaklığından söz ettiği bölümün yayından kaldırılmasıdır. Ve türümüzün
üstün erkek/aşağı kadın modeli geçerli olduğu sürece, çocuklar erken y�çlarda kadın
erkek farkını ortaya koyan zihinsel ve duygusal haritayı içselleştirecekler. Bu harita,
tahakküm eden veya tahakküm edilen, hizmet edilen veya hizmet eden erkek ve kadın
arasındaki temel farkla başlar.
Bu nedenle erkek tahakkümü tahakküm sistemlerinin temelidir: Irkçılıktan,
Yahudi düşmanlığına bütün çirkin izm'ler için zihinsel ve duygusal şablonu sağlar.
Adaletsizliğin ve tabi kılınmanın normal görünmesine yol açar. Ve bu üstün-aşağı,
grup içi karşısında grup dışı "insanoğlu" ve "tehlikeli" ve "aşağı" diğeri (Havva'nın
hikayesindeki gibi) kadın modeli, tahakküm sistemlerinin sürdürülmesinde çok mer
kezi olan düşman zihniyetin inşasında kilit bir bileşendir.
Tahakkümcü Kökten(din)ciliğin Yükselişi
İster Doğu veya Batı, ister Müslüman veya Hıristiyan olsun, kökten(din)ciliğin
yükselişinde toplumsal cinsiyet rolleri ve ilişkilerinin inşa edilmesinin ne kadar mer
kezi olduğunu görüyoruz. Bu olgu genel olarak "dini köktencilik" olarak tasvir edilse
de, aslında "tahakkümcü kökten(din)ciliktir. Hem ailede hem devlette veya aşirette
otoriter idarenin, katı erkek tahakkümünün ve -diğer dinlere ve etnik gruplara karşı
kökten(din)ci "kutsal savaşlardaki" gibi- bir kontrol aracı olarak şiddetin idealize edil
mesinin yeniden dile getirilmesidir.
Gerçekten de, kadınların bu "geleneksel" ikincilyerlerine dönmeleri kökten(din)
ciliğin ayırıcı özelliğidir. Bunu, erkeğin "namusunun" ailedeki kadınların bedenleri
üzerindeki kontrolüne bağlı olduğu şeklindeki kötümser çözümde görürüz. Erkeğin
namusunun bu tahakkümcü hareket noktası, Afganistan'da kadınlara karşı Taliban'ın
acımasız barbarlığıyla, Pakistan ve İran'da kadınların taşlanmasıyla ve namus adına
cezanın İslam dünyasının çoğunda güpegündüz infaz edilmesiyle örneklendirilebilir.
208
Sonsöz
Böyleükle basın kökten(din)ciüği "püriten" olarak adlandırmayı seviyorsa da durum
farklıdır: erkekler eğer başka bir adamın kadının bedeni üzerindeki mülkiyetini kısıt
lamıyorsa cinsel etkinliklerinden dolayı cezalandırılmaz ve erkeklere çoklu cinsel iüş
kiler yasaklanmamıştır.
Elbette, katı erkek tahakkümünün korunması veya yeniden dile getirilmesi, Müs
lüman olup olmamakla ilgiü değildir. Birleşik Devletlerde Hıristiyan Sağın aynı erkek
tahakkümü obsesyonu vardır. Üsteük, kadınlara karşı eşini dövme, tecavüz ve diğer
şiddet biçimleriyle ilgili gelenekler dünyanın her yerinde devam etmektedir. "Erkek
ük" ha.la birincil olarak tahakküm ve fetih terimleriyle tanımlanmaktadır. Bu da video
oyunları dahil kitle iletişim araçlarının erkek şiddetini cazip gösteren çağdaş bombar
dımanında görülmektedir. Şiddet, tahakküm sisteminin sonunda erkeği kadın üze
rinde, erkeği erkek üzerinde, dini din üzerinde ve milleti millet üzerinde sınıflamayı
koruma biçimidir.
Buna göre, kökten(din)cilik şiddeti ideaüze eder. Tekrar, bunu çok açık şekilde
önce İsraillilere karşı ve şimdi Batılılara, Hintlilere, Kenyalılara ve diğerlerine karşı İs
lamcı terörde görürüz. Erkek intihar bombacılarına Allah'ın kadınları, erkekleri ve ço
cukları öldürdükleri için onları cennette kırk iki bakireyle ödüllendireceği söylenmek
tedir. Fakat şiddetle bu Tanrısal bağı aynı zamanda bazı Batılı Hıristiyan kökten(din)
cilerin görüşlerinde görürüz. Mesela, eski Fiüstin Başbakanı Nabil Şaat'a göre, dünya
ya tekrar Hıristiyan gelen, eski Birleşik Devletler Başkanı George W. Bush, Tanrı'nın
kendisine 2003'te Irak'ı işgal etmesini söylediğini ifade etmişti. Bu işgal, Bush'un de
vamlı sözünü ettiği Saddam Hüseyin'in "kitle imha silahlarına" dair hiçbir kanıtın bu
lunmamasıyla tamamen desteksiz hale gelmiştir.
İşgaller ve savaşlar tahakkümcü mirasınuzın bir kısmıdır. Ve erkek şiddeti ge
leneksel olarak Homeros'un nyada'sından Kral Arthur ve şövalyelerinin meşhur
hikayelerine kadar Batılı destanlarda gördüğümüz gibi, hem Doğu'da hem de Batı'da
idealize edilmektedir. Kökten(din)ciüğin şiddeti gerçekten yeni bir geüşme değildir.
Tahakküm sisteminin daha katı ve acımasız biçimine geri dönüştür.
Ortaklığa Doğru Devam Eden Hareket
Neyse ki, bu hikayenin tümü değildir. Dünya kamuoyunda şiddete karşı-ister
barış hareketi ister kadınlara ve çocuklara karşı şiddet geleneklerini sonlandırma ha
reketi olsun-artan bir tepki vardır. Bu, ortaklık hareketinin önemü bir kısmıdır. Aynı
zamanda milletlerarası hukukta-Birleşmiş Milletler Konvansiyonları ve Deklarasyon
larından Roma Antlaşması'nın insanlığı karşı suçlar kısmına kadar - aconasızlık ve şid
deti suçlayan yöneümdir.
209
Riane Eisler
Ortaklığa doğru hareketin önemli bir rolü, idarelerini kuvvet ve korkuyla elde
tutan otoriter rejimlere karşı sivil itaatsizlik mücadelelerinin büyümesidir. Bu çarpıcı
şekilde 1989'da Tiananmen Meydanı'nda (özellikle Demokrasi Tanrıçasının sembo
lünü kullanan) barışçı öğrenci gösterilerinde ortaya konmuştur. Gösteriler ve 199 l 'de
Nobel Barış Ödülü'nü alan Daw Aung San Sui Kyi önderliğindeki (şimdi Myanmar
olan) Burma'daki demokrasi hareketi trajik olarak bastırılmıştır. Daha güncel olarak,
bunu önce Tunus'ta ve sonra Mısır'da Arap Baharı olarak bilinen harekette otoriter
rejimlerin sivil itaatsizlik gösterileriyle alaşağı edilmesinde görüyoruz.
Fakat gene burada, eski Sovyetler Birliği'ndeki gibi, güçlü tahakküm gelenekleri.
olan altta yatan kültür problemi var. Aslında, İslamcı kökten(din) ciliğin artan kuvve
tiyle, Mısır, Tunus ve diğer Müslüman milletlerdeki sonuç, demokrasinin yanıltıcı gö
rünüşüyle, çok daha vahşi otoriter idareye gerileme olmaktadır. Gazze'de kökten(din)
ci grup Hamas'ın kontrolü ele geçirmesi ve Mısır'da kökten(din)ci Müslüman Kardeş
ler üyesinin Başkan seçilmesiyle gördüğümüz gibi, seçimler demokrasiyle sonuçlan
mak zorunda değildir.
Gerçek demokrasi süremin ortaklık yönünde önemli bir değişim gerektirir - ve
bunun için önkoşul erkek tahakkümü geleneklerini geride bırakmaktır. Üstelik, bu ya
zıda adı geçen, Tunus ve Mısır'daki hükümet aleyhtarı gösterilerde görünür şekilde
aktif olan kadınlar zaten "geleneksel" itaatkar konumlarına itiliyor.
Bundan dolayı milletlerarası kadın hareketi bu kadar önemli. Bu hareket, yalnız
ca kadınlara karşı uzun süre ihmal edilen şiddetin -ister kadına dayak, tecavüz, kadın
sünneti, kız çocuğunu öldürme ister kız çocukları seçerek açlıktan öldürme olsun
egemenliğine dikkat çekmedi, aynı zamanda gerçek demokrasi, adalet ve sivil direnişe
yeni, sistemli veya bütünlüklü bir yaklaşım getirdi. Benzer şekilde, Birleşmiş Milletler
1989 Çocuk Hakları Antlaşması'nda görüldüğü gibi, çocuklara karşı sosyal olarak göz
yumulan şiddete karşı artan bir suçlama var. Bununla, masadaki baskıcı ve adaletsiz
sosyal kurumların önemli rol oynadığı kadınlara ve çocuklara karşı şiddet konusun
da daha büyük bir bilinçlenme var. Özet olarak, çok yavaş olmasına rağmen, bütün
dünyadaki insanlar erkekler ve kadınlar ve anne babalar ile çocuklar, temel ilişkilerde
değişiklikler olmadan sürdürülebilir sosyal ve ekonomik ilerlemenin gerçekleşemeye
ceğinin farkına varıyorlar.
Son yıllar, ekonomik gelişimi teşvik etmek için en etkin yatırımın, kadınların eği
timine yapılan yatırım olduğunu gösteren güçlü deneysel veriyi sağlamıştır. Bu durum
özellikle, erkeklerin kadınlara göre okuma yazma oranı iki kat daha yüksek olan geliş
mekte olan ülkeler için böyledir. Kadınlar hala çocukların bakımından birinci dere
cede sorumlu olduğu için aynı zamanda çocukların refahına dikkat etmek anlamına
gelen insanlığın kadın yarısına verilen önem, daha çok sivil toplum örgütlerine veya
özel sektörün yarattığı gelişmeye yansır. Bu da kadın toplumlarının davranışlarım ge
liştirmesine yardımcı olur.
2 10
Sonsöz
Bütün bunlar, hala önemli diğer bir ortaklık trendini yansıtır: kadınların hem
devlette hem de sivil toplumda karar verici pozisyonlara artan ölçüde girişi. Kadın
ların siyasi temsili İskandinav milletlerinde en yüksektir. Bunların silahlar ve savaş
gibi "eril" önceliklere odaklanmak yerine, sağlık hizmetleri, çocuk bakımı ve eğitimi
stereo-tipik olarak "dişil" sosyal öncelikleri destekleyen politikaları olması tesadüfi
değildir.
Çok önemli diğer bir değişim, doğayı fethetmek yerine ona ortak olma vurgu
sunu taşıyan çevre hareketine artan destektir. Artan küresel ısınma tehdidiyle, daha
çok insan iş dünyasının şimdiki gibi devam edemeyeceğinin farkına varıyor. Aynı za
manda, sosyal konulara ve çevreye karşı bilinçli hareket eden yatırımcı ve şirketler var.
Aynı zamanda yaşamı destekleyen sistemlerde iklim değişikliği ve diğer ciddi tehditler
hakkında pek çok konferans yapılıyor
Ancak, geriye bütün bunların ciddi yapısal değişikliklere yol açıp açmayacağının
görülmesi kalıyor. Dünyanın refahının büyük bölümünü elinde tutan bazı milletler
ötesi kuruluşların bile çevresel olarak sürdürülebilir politikaları ve değişiklikleri kurum
kültürü içinde tartışması olumlu bir gelişmedir. Daha az önemli olan, ekolojik olarak
uygun uygulamaları, daha çok ekip işini ve daha çok bakıp büyütmeyi, stereo-tipik ola
rak "dişil" yönetim tarzlarını konuşmalarının hala büyük ölçüde laftan ibaret olmasıdır.
Tez Antitez
Nereye dönsek, kendilerini ilerici olarak düşünen insanlarda bile ileriye doğru
ortaklık atağının ve güçlü tahakkümcü direnişin tezini ve antitezini görüyoruz. Örne
ğin, sık sık eğer insanlar yalnızca işbirliği yaparsa her şeyin iyi olacağını duyuyoruz.
Gerçekte tahakküm sistemlerindeki kişiler işbirliği yapıyor: tekeller işbirliği yapıyor,
teröristler işbirliği yapıyor, işgalci ordular işbirliği yapıyor. Bu basit düşünceden çok
daha zararlısı, bazı liberallerin çifte standardıdır. Bunlar, insan hakları ihlalleri için şid
detle Batı'yı eleştiriyorlar, fakat Batılı olmayan milletlerdeki en acnnasız insan hakları
ihlallerini bile görmezden geliyorlar.
Özel önemi olan, küresel nüfus patlaması hakkında günümüzdeki sessizlik. Bir
süre nüfusun istikrara kavuşturulmasının "kadın konularına" ilgiyi gerektirdiğinin ta
nınmasıyla ileri hareket vardı: Yalnızca aile planlamasına ücretsiz erişim değil, fakat
eşit eğitime ve mesleki fırsatlara erişim, böylelikle kadınların güvenliği ve statüsü artık
büyük ölçüde kendi doğurdukları oğullarına dayanmayacaktı. Ancak, Vatikan ve bir
sürü millet güçlü bir karşı atak yaptı. Ve, ironik olarak, bu direniş nüfusu büyümesini
azaltmanın yoksullara, kara derililere ve yoğun nüfuslu milletlere karşı Batılı emperya
list bir soykırım komplosu olduğu düşüncesiyle cesaretlendirildi. Sonuç olarak,bugün
21 1
Riane Eisler
nüfus konusu en çevreci çevrelerde bile neredeyse bir tabu. Üsteük, Dünya İzleme
Enstitüsü ve diğer saygın kaynakların bilimsel verileri, hızla gezegenimizin taşıma ka
pasitesini aştığımızı ve patlayan nüfus büyümesini durdurmadığımız takdirde su ve
diğer hayati kaynakların çok azalacağını ve bunun çatışmalara yol açacağını gösteriyor.
Ortaklık sistemine doğru mücadelenin sıklıkla biünçdışı tahakkümcü direnişle
asimile olduğu diğer bir alan, kültürel görececilik hakkındaki söylem içinde yer alır.
Bu, postmodern düşüncenin yanıltıcı görüntüsü altında moda olmuştur. Bu, da, aslın
da "kültürel gelenekler" şeklinde özellikle kadınlara ve çocuklara karşı korkunç insan
hakları ihlallerine paravan olduğu zaman büyük ölçüde kendilerini ilerici gören insan
ların görüşüdür.
Olumlu tarafta, çoğunluğun hakları olan "insan haklarından" tam da "kadın hak
ları" ve "çocuk haklarını'.' koparmanın absürditesinin başlangıçta tanınması vardır.
Bu, 1987'de the Human Right Quarterly'de yayımlanan "Human Rights. Toward an
Integrated Theory (İnsan Hakları: Bütünleşmiş bir Teoriye Doğru)" adlı makalem
den Cambridge Üniversitesi Basımevi tarafından yayımlanan Securing the Rights of
Future Generations: Sustainable Development and the Rome Statute of the International
Criminal Court (Gelecek Nesillerin Haklarını Garanti Altına Almak: Sürdürülebiür
Gelişme ve Milletlerarası Ceza Mahkemesinin Roma Kanunu) adlı kitapta yer alan
"Protecting the Majority of Humanity: Toward and Integrated Approach to Crimes
Against Present and Future Generations (İnsanlığın Çoğunu Korumak: Şimdiki ve
Gelecekteki Nesilleri Korumak)" adlı en güncel makaleme, benim birkaç makalemin
teması olmuştur.
Burada söylemem gerekir ki, genel olarak, insan hakları hareketi hükümet baş
kanlarının üderüğinde değil fakat hükümetler ve milletlerarası örgütlerin, çok sayıdaki
küçük sivil toplum grubunun sayesinde süren baskısıyla yürümüştür. Bu gruplar, bu
gün bütün dünyada mantar gibi bitmektedir. Burada, geleneksel olarak anlaşıldığı üze
re, siyaset güç dengesizükleri üzerine odaklanmak için yeniden tanımlanmaya başla
mıştır. Bunlar, yalnızca (genelükle erkekler arası ilişiklerle kısıtlı) tahakküm piramidi
nin tepesinde bulunmamaktadır fakat en temel ilişkilerde (tahakkümcü toplumlarda
anne baba-çocuk ve kadın-erkek ilişkilerinde) de yer alırlar. Tahakkümcü toplumlarda
insanlar diğer kişilerin insan hakları ihlallerini "işler böyle yürüyor" diye öğrenirler.
Kadeh ve Kılıç'tan Sonra Hayatım ve Çalışmam
Kadeh ve Kılıç'ın yayınından sonra yazdığım ilk kitabın konusuna doğru ilerü
yoruz. (Harper Collin tarafından da yayımlanan) Sacred Pleasure: Sex, Myth, and the
Body (Kutsal Zevk: Seks, Efsane ve Beden) adlı bu kitap, yakın ilişkilerimizin kültürel
212
Sonsöz
inşasının toplumun tüm alanlarının üzerinde sahip olduğu derin etkiye odaklanıyor.
Özellikle cinsellik, maneviyat, siyaset ve ekonomi arasındaki karşılıklı ilişkiye ve acı
nın ve zevkin sosyal inşasının öncelikle tahakküm yerine ortaklığa yönelen toplumlar
da nasıl farklı olduğuna yoğunlaşıyor.
Kadeh ve Kılıç'la birlikte, Sacred Pleasure için yaptığım araştırmalar ve yazdığnn
yazılar sadece entelektüel ufuklarımı genişleterek değil, fakat aynı zamanda kişisel
barış ve amaç anlayışınn derinleştirerek hayatımı büyük ölçüde zenginleştirdi. Ve bu
daha kişisel bilgi üzerine bu sonsözü bitirmek istiyorum.
Beni tutkuyla meşgul eden işi yapma fırsatına sahip olduğum geçen yıllarda çok
şanslıydım. Binlerce kadın ve erkek bana Kadeh ve Kılıç ın hayatlarını değiştirdiğini
yazdı. Ricalarına cevaben ve aynı zamanda Kadeh ve Kılıç'ın üniversite hocaları ve lise
öğretmenleri tarafından benimsenmesi üzerine-eşim ve ortağım, Sosyal Psikolog Da
vid Loye ile birlikte Kadeh ve Kılıç'a pratik bir çalışma kitabı olarak eşlik ermesi için
The Partnership Way: New Tools for Living and Learning (Ortaklık Yolu: Yaşamak ve
Öğrenmek için Yeni Araçlar) adlı kitabı yazdım.
Kadeh ve Kılıç şimdi İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Urduca, Arapça, İbranice,
İsveççe, Almanca, Portekizce, Yunanca, Danca, Çekçe, Korece, Fince, Japonca, Rusça,
Norveççe, Felemenkçe ve Çince'ye çevrilmiştir. Büyük Britanya baskısı Avustralya ve
Hind.istan'da dağıtılmaktadır.
Ekim 1992'de, bir düşün gerçek olduğunu gördüm: Ellinin üzerinde ülkeden beş
yüz kişinin katıldığı ilk Milletlerarası Ortaklık Konferansı, eski Yunan devlet başkanı
nın eşi Margarita Papandreu'nun himayelerinde Girit'te yapıldı. 1993'te, Beijing'de
Kadeh ve Kılıç'ın Çin Sosyal Bilimler Akademisi tarafından yayımından sonra Çin
Ortaklık Araştırmaları Grubu oluşturuldu. Saymak gerekirse, Kadeh ve Kılıç'ta orta
ya konan ortaklık modelini, Profesör Min Jiayin başkanlığında Çinli akademisyenler
tarafından hazırlanan The Chalice and the Blade in Chinese History (Çin Tarihinde Ka
deh ve Kılıç)'tan Udine Üniversitesi Profesörü Antonella Riem ve meslektaşlarının
editörlüğünde yayımlanan The Art of Partnership (Ortaklık Sanatı)'na uzanan yüzün
üzerinde kitap kullanmıştır.
Kadeh ve Kılıç Ortaklık Çalışmaları Merkezi'nin ( OÇM) kurulmasına ilham kay
nağı oldu. 1987'de kurulan, bu kar amacı gütmeyen, kamu yararına kuruluş bütün
dünyada tahakkümden ortaklığa geçişi hızlandırmaya yardım etmek için araştırma,
eğitim ve destek etkinlikleri yürütür. Araştırma projelerimizden birisi, 199S'te bir
milletin genel hayat kalitesinde kadınların statüsünün oynadığı kilit rolü belgeleyen
Women, Men, and the Global Quality of Life (Kadınlar, Erkekler ve Küresel Hayatın
Kalitesi) adlı monografinin yayımını sağladı.
Zamanımın büyük kısmını, kültürel dönüşüm teorisini kullanan doktora tezleri
yazan kişilere tavsiyelerde bulunarak ve ortaklık çalışmalarına yoğunlaşan Kaliforniya
Bütünleşmiş Çalışmalar Enstitüsü'nde online lisansüstü programında dersler vererek
'
-
213
Riane Eisler
geçirdim. Aynı zamanda, üniversitelerde, şirketlerde ve bilimsel toplantılarda ortaklık
alternatifi hakkında konferanslar vererek çok seyahat ettim.
1993'te, Almanya'da Kadeh ve Kılı ç'ın, eski Volkswagen Yönetim Kurulu Başkanı
Daniel Goeudevert'in yazdığı önsözle karton kapaklı baskısı çıktığında, konuşma yap
mak için iki kere Alrnanya'ya yolculuk yaptım. Bonn'a o zamanki Alman Bundestag
(Parlamento) Başkanı Profesör Rita Suessmuth tarafından düzenlenen bir olaya davet
edildiğim Almanya'ya ikinci gidişim, benim için özellikle anlamlıydı. Alman hüküme
tinden bu kadar yüksek seviyeli bir yetkilinin daveti çalışmama gösterilen büyük ilgiyi
ortaya koyuyor. Benimle kocamın bu kadar sıcak karşılanmamız, idarenin Nazilerin
ellerinde bulunduğu yıllarda bir çocukken neredeyse öldürülecek olmam düşünüldü
ğünde çok ferahlatıcı bir deneyimdi. Hayatımın ve dünya tarihinin eğer 1930'larda
ve 1940'larda, Profesör Suessmuth gibi, adaletsizliğe karşı güçlü bir duruş sergileme
cesareti olan daha çok kadın ve erkek olsaydı nasıl farklı olurdu diye düşünmeden ede
miyorum.
1994'te böyle güçlü duruş sergilemiş olan bir ülkeye minnettarlığımı açıklama
fırsatı buldum. O yıl Kadeh ve Kılıç Danimarka'da yayımlandı. Danimarka, insanların
birlikte Hitler'in emirlerine karşı pasif direniş sergilediği tek Avrupa ülkesiydi. Bu dev
let, Hıristiyan Kraldan başlayarak, insanların açıkça benim gibi Yahudi anne babadan
doğanlara karşı Nazi kırımıyla işbirliği yapmayı reddettiği yerdi. Danimarkalıların ce
saretini onore eden özel bir sonsöz yazdığım bu yayın, eğer yeteri kadarımız bir araya
gelirse tahakküme, gerilemeye karşı durabileceğimizin ve eğer sonuçta hızımızı mu
hafaza edersek bir ortaklık dünyası yaratma vizyonumuzu eyleme geçirebileceğimizin
nişanesidir.
Bu vizyonu eyleme geçirmenin altında en güncel üç kitabım bulunuyor. Ödül
kazanan Tomorrow'.s Children: A Blueprintfor Partnership Education in the llst Century
(Geleceğin Çocukları: 21. Yüzyılda Ortaklık Eğitimi için Bir Taslak) adlı kitabımda
öncelikle eğitim usullerinde, müfredatında ve anaokulundan on ikinci sınıfa kadar di
ğer eğitim düzenlemelerinde gereken değişikliklere odaklanarak araştırmalarımı eğiti
me uyguladım. Bu çokkültürlü kitap özellikle toplumsal cinsiyet dengesini vurguluyor
ve bütün dünyada öğretmenleri ve okulları etkiledi.
The Power of Partnership: Seven Relations That Will Change Your Life (Ortaklığın
Gücü: Hayatınızı Değiştirecek Yedi İlişki), 2002'de bu türdeki çalışmalardan çok farklı
olmasına rağmen en iyi kendi kendine yardım kitabı olarak Nautilus Ödülü'nü kazan
dı. Ortaklık modeli ve tahakküm modeli şablonunu, kendimize, yakın ilişkilerimize,
milli, milletlerarası ve manevi ilişkilerimize, aynı zamanda Tabiat Ana'yla ilişkilerimi
ze uyguluyor.
Daha sonraki ve en güncel kitabım The Real Wealth ofNations: Creating a Caring
Economics (Milletlerin Gerçek Zenginliği: Sahip Çıkan Bir Ekonomi Yaratmak) idi.
2007'de yayımlanan bu kitap, en hayati insan eserine görünürlük ve değer veren yeni
214
Sonsöz
bir ekonomi yaklaşımı öneriyor: insanlara ve tabii çevremize sahip çıkmak. Başpisko
pos Desmund Tutu tarafından "acilen ihtiyaç duymakta olduğumuz daha iyi bir dün
yanın taslağı" olarak övülmüştür ve Ortaklık Çalışmaları Merkezi için yeni bir bakış
getirmiştir: OÇM Sahip Çıkan Ekonomi Kampanyası (SÇEK).
OÇM'nin başkanı olarak,
.partnershipway.org adresinde on-line kaynaklar
www
sunan bu kampanyayla yakından ilgilendim. Aynı zamanda, çok başarılı on-line liderlik
eğitimi programı sunulmaktadır. Üstelik, sahip çıkan ekonomi gayrisafi yurtiçi hası
la gibi geleneksel ekonomi ölçütleri sağlamak için bir dizi Sosyal Refah göstergesinin
geliştirilmesini ve uygulanmasını teşvik etmektedir. SÇEK'in bir parçası Sahip Çıkan
Ekonomi İttifakı'dır ( SÇEKİ). Bu ittifak, halk tabanının, araştırmaların,eğitimin, çevrel
duyarlılığın ve sahip çıkan ekonomi hareketini destekleyen diğer örgütlerin inanç esas
lı koalisyonudur (bakınız www.caringeconomy.org). Nobel Barış Ödülü Sahibi Betty
Willimas ile eşbaşkanılığını yaptığım diğer bir b ÇM programı Yakın Şiddeti Durdur
ma Manevi İttifakıdır (YŞDM) . Amacı, aile ve diğer yakın ilişkilerde şiddet geleneğini
arkada bırakmak için eylem ilhamı veren güçlü ahlaki, manevi ve dini bir ses getirmek
tir. Özellikle ha.la sıklıkla dini ve geleneksel sebeplerle meşru gösterilen kadınlara ve
çocuklara karşı küresel şiddet salgınına karşıdır (Lütfen bakınız www.saiv.org) .
Bunlara ilaveten, Brain
and Mind (Beyin ve Zihin), Behavioral Science (Davranış
Bilimi), Political Psychology (Siyaset Psikolojisi), the Christian Monitor ve UNESCO
Courier (UNESCO Habercisi) dergisinden Human Rights Quarterly, the International
Journal of Women'.s Studies (Milletlerarası Kadın Çalışmaları Dergisi), Futures (Gele
cek) ve the World Encyclopedia of Peace'e (Dünya Barış Ansiklopedisi) uzanan yayın
larda yer alan üç yüzün üzerinde makale yazdım.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da dahil milli ve milletlerarası yüzlerce etkinlik
te konuşmacı oldum. Pek çok ödül almanın onurunu yaşadım. Bunlar arasında onur
sal doktora dereceleri ve Nükleer Çağ Barış Kurumu'nun 2009 Seçkin Barış Liderliği
ödülü bulunuyor.
Bütün bu deneyimler, sosyal dönüşüm konusunda çalışan binlerce müstesna ki
şiyle temas kurmamı sağladı. Dolayısıyla, bütün dünyada ortaklık hareketinin canlı
olduğunu sürekli hatırlamaktan çok mutluyum. Her birimiz ihtiyaç duyduğumuz ve
istediğimiz daha eşitlikçi, sürdürülebilir ve hepimize sahip çıkan bir geleceği inşa et
mekte rol oynayabiliriz ve oynamalıyız.
215
Notlar
Giriş: Kadeh ve Kılıç
1.
2.
3.
4.
5.
216
Bkz., örn., Fritjof Capra, The Turning Point: Science, Society, and the Rising Cul
ture (New York: Simon & Schuster, 1982); Marilyn Ferguson, The Aquarian
Conspiracy: Personal and Social Transformation in the 1 980's (Los Angelos:
Tarcher, 1980); Georg Loonard, The Transformation: A Guide to the Inevitable
Changes in Humankind (New York: Delta, 1972).
Minos Uygarlığı'nın depremler ve gelgit dalgalarıyla yok olduğu kuramı konu
sunda Sypridon Marinatos'un ilk bildirisi, " The Volcanic Destruction ofMino
an Crete" Antiquity 13 ( 1939) : 425-39. O zamandan beri, bu doğal felaketlerin
Girit'i çok zayıflatması ve bu bölgenin Eski Yunan (Miken) derebeylerince fet
hedilmesi daha olası gözükmektedir çünkü fethin büyük ölçekli silahlı kuşatma
ile gerçekleştiğine dair kanıt yoktur.
James Mellaart, The Neolithic of the Near East (New York: Scribner, 1975).
P. Steven Sangren, "Female Gender in Chinese Religious Symbols: Kuan Yin,
Ma Tsu and the 'Eternal Mother"' Signs 9 (Ağustos 1983) : 6.
Tahakküm modeliyle bağlantılı olarak, "tahakküm" ve "gerçekleştirme" hiye
rarşileri arasında önemli bir ayrım yapılmalıdır. "Tahakküm hiyerarşileri" teri
mi, erkek egemen toplumlarda insanları sıralama derecelerinin belirgin özelliği
olan, kuvveti ifade eden, kuvvet tehdidini çağrıştıran hiyerarşileri anlatır. Böyle
hiyerarşiler, işlev bakımından daha alçaktan daha yükseğe sınıflama biçimlerin
de bulunan hiyerarşi tiplerinden -örneğin, yaşayan organizmalarda hücrelerden
orgarılara doğru sıralama- çok farklıdır. Bu tip hiyerarşiler "gerçekleştirme hiye
rarşileri" terimiyle açıkça ortaya konabilir, çünkü fonksiyonları organizmanın
potansiyelini en üst düzeye çıkarmaktır. Aksine, sosyolojik ve psikolojik çalış
maların kanıtladığı gibi, kuvvete veya kuvvet tehdidine bağlı insan hiyerarşileri
sadece kişisel yaratıcılığa ket vurmaz, aynı zamanda en alt seviyede (en temel)
insani niteliklerin esas olduğu ve insanlığın daha büyük özlemlerinin (şefkat ve
empati gibi özellikler, aynı zamanda gerçeğe ve adalete ulaşma için mücadele
ler) sistematik olarak bastırıldığı sosyal sistemler ortaya çıkar.
Notlar
6.
Katı erkek tahakkümüne ve onunla birlikte erkek şiddetine doğru kültürel dö
nüşüm yaşayan Aztek kültürünün büyüleyici analizi, June Nash'in "The Aztecs
and the Ideology of Male Dominace (Aztekler ve Erkek Tahakkümü İdeolo
jisi)" makalesinde bulunmaktadır, Signs 4 (Kış 1978). Metinde vurgulandığı
gibi, pek çok kültürün en eski mitlerinin bazıları kadınların yüksek statüye sa
hip olduğu daha barışçı ve adil bir zamana gönderme yapmaktadır. Örneğin,
Çinlilerin Tao Te Ching'i, R. B. Blakney'nin vurguladığı gibi, erkek tahakkü
münün zorla kabul ettirilmesinden önceki bir zamana gönderme yapmaktadır
(Bkz. örneğin ed. ve çev. R. B. Blakney, The Way of Life: Tao Te Ching [New
York: Mentor, 1955 ] ) . Benzer şekilde, Joseph Needham "gerileyici evrim"
(başka bir deyişle, daha önceki, daha medeni zamandan kültürel gerileme) adlı
Taoist öğretiden söz etmektedir. Aynı zamanda, daha önceki Büyük Birliktelik
veya Ta Thung adlı daha önceki Taoist dönemle ilgili tanınmış yazıların bazıla
rının, milattan önce ikinci yüzyılda Hua Nan Tsu ve daha sonraki Konfüçyusçu
Li Chi döneminde yer aldığını vurgulamaktadır (Joseph Needham, "Time and
7.
8.
Knowledge in China and the West [Çin'de ve Batı'da Bilgi ve Zaman] " Julius T.
Fraser ed. The Voices of Time [New York: Braziller, 1966] ) .
Maria Gimbutas, "The First Wave of Eurasian Steppe Pastoralists into Copper
Age Europe;' The Journal ofIndo-European Studies 5 (Winter 1977): 28 1.
İnsan davranışının genetik olarak programlanmadığı, biyolojik ve toplumsal/
çevresel etmenlerin karmaşık bir etkileşiminin ürünü olduğuna ilişkin bazı
çalışmalar için Bkz., örn., R. A. Hinde, Biological Bases of Human Social Be
havior (New York: McGraw-Hill, 1 974); Ruth Hobbard and Marian Lowe,
ed. Genes and Gender II (New York: Gordion Press, 1979); Helen Lambert,
" Biology and Equality: a Perspective on Sex Differences," Signs 4 (Ağustos
1978) : 97- 1 17; Riane Eisler and Vilmos Csanyi, "Human Biology and Social
Structure" (devam ediyor); Ethel Tobach and Betty Rosoff, ed., Genes and Gen
der I (New York Gordion Press, 1978); Ruth Bleier, Science and Gender (Elm
sford, NY: Pergamon Press, 1984); Ashton Barfıeld, "Biological Influences on
Sex Differences in Behavior (Davranışta Cinsiyet Farkı Üzerine Biyolojik Etki
ler)," M. Teitelbaum, ed. Sex Di.fferences: Social and Biological Perspectives (New
York: Doubleday Anchor, 1976); Linda Marie Fedigan, Primate Paradigms:
Sex Roles and Social Bonds (Montreal: Eden Press, 1982); R. C. Lewontin, Ste
ven Rose and Leon Kamin, Not in Our Genes (New York: Pantheon, 1984).
Saldırgan davranışın (ve on dokuzuncu yüzyıldaki sosyal Darwinciliğin güncel
sosyo-biyolojik versiyonunun etkili biçimde çürütülmesinin) harika bir özeti
Ashley Montagu'nun, The Nature of Human Aggression kitabında bulunabilir
(New York: Oxford University Press, 1976).
Hayvanlardaki içgüdü sorunsalı da bir zamanlar inanıldığı gibi kesin değil-
217
Riane Eisler
9.
10.
1 1.
12.
13.
218
dir. Örneğin, yeni araştırmalar kuşlarda bile eğer yetenek haline gelebilecek bir
kapasite varsa öğrenme veya deneyimin gerçekleşebileceğini ortaya koymak
tadır. Bkz., örn., Gilbert Gottlieb, Development of Species Identification in Birds:
An lnquiry into the Determinants of Prenatal Perception (Chicago: University of
Chicago Press, 1971); Daniel Lehrman, "A Critique of Konrad Lorenz's The
ory of lnstinctive Behaviour, "Quartely Review of Biology 28 ( 1953) : 337-63;
John Crook, ed. Social Behavior in Birds and Mammals (New York: Academic
Press, 1970); Peter Kolpfer, On Behavior: lnstinct Is a Cheshire Cat (Philadelp
hia: Lippincott, 1973).
Bu sistem kombinasyonları ayrıntılı olarak ikinci bir kitapta incelenmiştir (Ri
ane Eisler and David Loye, Breaking Free (devam ediyor). Ayrıca Bkz. Riane
Eisler and David Loye, "Peace and Feminist Thought: New Directions," The
World Encyclopedia of Peace (London: Pergarnon Press, 1986); Riane Eisler,
"Violence and Male Dominance: The Ticking Time Bomb," Humanities in So
ciety 7 (Winter-Spring 1984) : 3-18; Riane Eisler and David Loye, "The Failure
of Liberalism: a Reassessment of Ideology from a New Feminine-Masculine
Perspective" Political Psychology 4 ( 1 983) : 375-91 .
Bkz. not 9. Daha ayrıntılı antropolojik veri için, Bkz., örn., Colin Turnbull, The
Forrest People: A Study of the Pygmies of the Congo (New York: Simon & Schus
ter, 1961); Pat Draper, "!Kung Women: Contrasts in Sexual Egalitarianism in
Foraging and Sedentary Contexts;' Toward an Anthropology of Women, Raya
Reiter, ed. (New York: Monthly Review Press, 1975). Ayrıca Bkz. Richard
Leakey and Roger Lewin, People of the Lake (New York: Dobleday Anchor,
1978 ). Lütfen bu kitapta eşitlikçinin (equalitarian) daha geleneksel olan eşitsel
ci (egalitarian) sözcüğünün yerine kullanıldığına dikkat ediniz. Bunun nedeni,
eşitselcinin geleneksel olarak yalnızca erkekler arasında kullanılmasıdır (Loc
ke, Rousseau ve diğer "erkek hakları" filozoflarının yapıtları gibi, aynı zamanda
modern tarih de bunu kanıtlar). Eşitlikçi, kadınlarla erkeklere (ve "maskülen"
ile "feminen"e) eşit değer verildiği ortaklık toplumunun sosyal ilişkilerini ta
nımlar. Bu nedenle söz konusu kullanım feministler arasında artmaktadır.
Bkz. Riane Eisler, "The Blade and the Chalice: Technology at the Turning Po
int;' Washington D. C. Dünya Gelecekleri Topluluğu, Genel Kurulda sunulan
bildiri, 1984; Riane Eisler, "Cultural Evolution: Social Shifts and Phase Chan
ges" Ervin Laszlo, ed. The New Evolutionary Paradigm (Boston: New Science
Library, 1987); Riane Eisler, "Women, Men and the Evolution of Social Struc
ture;' World Futures 23 (Spring 1987).
Bkz., örn., Alfred Marrow, The Practical Theorist (New York: Basic Boks, 1969)
Chris Argyris, Action Science (San Francisco: Jossey-Bass, 1985).
Kültürel evrime bu yaklaşım, on dokuzuncu yüzyılda August Comte ve Lewis
Notlar
14.
15.
16.
17.
Henry Morgan gibi kişilerce eklemlenmiş bir varsayıma dayanmaktadır. Buna
yaklaşıma toplum, belli bir sırada ve sınırlı sayıda aşamadan geçmelidir. Mor
gan için bu aşamalar, vahşilik, barbarlık ve medeniyettir ve bu evrimsel ilerle
me düşüncesi, daha sonra Marx ve Engels tarafından da benimsenmiştir (Bkz.1
örn.1 Frederick Engels, The Origins of the Family, Private Property and the State
[New York: International Publishers, 1972] ). Herbert Spencer küçük gruplar
dan büyüklere, homojenden heterojene toplumsal bir ilerleme bulgulamıştır
( The Study of Sociology) [New York; Appleton, 1 873]). Aynı zamanda, daha
önce Alman sosyolog Ferdinand Tönnies tarafından önerilen, kabaca Gemein
schaft (cemaat) ve Gesellschaft (cemiyet) evrelerine koşut bir şemada ilerleyen
küçük ve daha az uzmanlaşmış toplumdan daha uzmanlaşmış bir topluma, iki
aşamalı toplumsal evrimi öngören etkileyici çalışma için Bkz.; Emile Durkhe
im, The Division of Labor in Society ( Glencoe, iL: The Free Press, 1933 ). Bu
yaklaşımın ilginç bir versiyonu sosyal evrimin döngüsel olarak bilinen teorile
ridir, örneğin Pitirim Sorokin'in kültürün "düşünsel", "duyusal" ve "idealist" ev
releri teorisidir. Bu teorilerde, aşamalar tekrar tekrar birbirini izleyebilir, fakat
her döngü bir öncekini, değişmeden, belirli bir sırada izler (Pitirim Sorokin,
Social and Cultural Dynamics [ Boston: Sargent, 1957]).
Muhtemelen evrimin teknolojik aşamalarına dayanan en tanınmış modern
çalışma, Alvin Toffler'ın The Third Wave adlı kitabıdır (New York: Bantam,
1980). Her ne kadar her toplumun kaçınılmaz olarak bütün bu aşamalardan
geçtiğini savunmasalar da, Leslie White ve William Ogburn gibi bir dizi antro
.
polog, sosyal evrim teorilerini yalnızca teknolojik aşamalara dayandırır (Bkz.,
örneğin, Leslie White, The Science of Culture [New York: Farrar, Strauss, 1949];
William Ogburn, The Social Change with Respect to Culture and Original Natu
re [New York: Viking 1950]). Teknolojik evrim hakkında güncel iyi bir çalış
ma için, Bkz. Bela Banaty, "Systems Inquring and the Science of Complexity:
Conceptual Bases" (ISI Monografı 84-2, Far West Laboratory, San Francisco,
1984).
Bu gerilemeler yüzyıllarca sürdü. Grek Karanlık Çağı yaklaşık üç yüzyıla ya
yıldı; M.Ö. 1 100-800 ve Avrupa'daki Ortaçağ neredeyse binyılın tamamında
sürdü.
Bkz.1 örneğin, Uya Prigogine and Isabel Stengers, Order Out of Chaos (New
York: Bantam, 1984); Ralph Abraham ve Christopher Shaw, Dynamics: The
Geometry of Behavior (Santa Cruz, CA: Aerial Press, 1984); Humberto Matu
rana ve Francisco Varela, Autopoeisis and Cognition: The Realization ofthe Living
(Boston: Reidel, 1980).
Fritjof Capra, The Tao of Physics (Boston: Shambhala New Science Library,
1975); The Turning Point (Bkz. n. 1).
219
Riane Eisler
1 8.
19.
20.
21.
22.
220
Niles Eldredge and StephenJ. Gould, "Punctuated Equlibria: An Alternative to
Phyletic Gradualism;' Models of Paleobiology, T. J. Schropf, ed. (San Francisco:
Freeman, Cooper, 1972); Vilmos Csanyi, General Theory of Evolution, (Buda
pest: Akademiai Kiado, 1982); Ervin Lazslo, Evolution: The Grande Synthesis
(Boston: New Science Library, 1987); Eric Jantsch, The Self-Organizing Uni
verse (New York: Pergamon Press, 1980); David Loye and Riane Eisler, "Chaos
and Transformation: lmplications of Non-Equilibrium Theory for Social Sci
ence and Society," Behavioral Science 32 ( 1 987), s. 53-65.
Verilerdeki bu alanlar arası örtüşmeler genel sistemler teorisyenlerinin daha
önceki sonuçları ile uyumludur, örneğin, Ludwig von Bertalanffy, General
Systems Theory (New York: Gordon & Breach, 1972) and Ervin Laszlo, Intro
duction to Systems Philosophy (New York: Gordon & Breach, 1972).
Niles Eldredge, Time Frames (New York: Simon & Schuster, 1985) : Eldredge
and Gould, "Punctuated Equiübria:'
Bkz., örn.,Jessie Bernard, The Female World (New York: Free Press, 198 1 ); Es
ter Boserup, Woman'.s Role in Economic Development (London: Ailen & Unwin,
1 970); Dale Spender, Feminist Theorists: Three Centuries ofKey Woman Thinkers
(New York: Pantheon, 1983); Gita Sen and Caren Grown, Development, Crisis
and Alternative Visions: Third World Women'.s Perspectives (New Delhi: Dawn,
1985); Mary Daly, Gyn-Ecology: The Metaethics of Radical Feminism (Boston:
Beacon Press, 1978); Carol Gilügan, In a Di.fferent Voice ( Cambridge: Harvard
University Press, 1982); Catherine MacKinnon, "(Feminism, Marxism, Met
hod and the State: An Agenda For Theory," Signs 7: 5 17-44; Wilma Scott Hei
de, Feminismfor the Health ofIt (Buffalo: Margeretdaughters Press, 1985); Jean
Baker Miller, Toward a New Psychology ofWomen (Boston: Beacon, 1976); Ca
rol Christ andJudith Plaskow, Womanspirit Rising: a Feminist Reader in Religion
(San Francisco: Harper & Row, 1979); Charlene Spretnak, ed. The Politics of
Women'.s Spirituality (New York: Doubladay Anchor, 1982). Bu kitap çalışma
sı sırasında çok sayıda önemli feminist akademisyeni tanıma imkanı buldum.
Ancak, bahsetmem gereken isimlerin birçoğu, bu listenin uzunluğu nedeniyle
burada belirtilememiştir.
Spender, Feminist Theorists. Modern bir olay olarak feminizm, on sekizinci yüz
yıl tarihlidir. Fakat çok daha önce, döneminin başat bilgilerini sorgulamış ka
dın araştırmacı örnekler de bulunur, örneğin, Christine de Pisan, 1390 ve 1429
arasında Cite des dames (Hanımlar Şehri Kitabı) gibi bazıları o günün entelektü
el beylerinin kadın düşmanlığını sorgulamış ve yirmi sekiz adet kitap yazmıştır.
Notlar
1.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Bölüm: Kayıp Dünyaya Yolculuk
Edwin Oliver Jarnes, Prehistoric Religion (Tarihöncesi Din) (New York: Barnes
& Noble, 1957 ) , 146. Jarnes, bu görüşü eleştiren en eski din tarihçilerinden
biridir. Paleolitik kadın imajlarının mistik önemi hakkında çoğu araştırmacı
nın şaşırtıcı körlüğünün daha güncel ve harika bir eleştirisi için bakınız Marija
Gimbutas, "The lrnage ofWoman in Prehistoric Art (Tarihöncesi Sanatta Ka
dın İmajı)," The Quarterly Review ofArcheology, Aralık 1981, 6-9. Belirtilmelidir
ki, gereksiz karmaşıklıktan kaçınmak için Paleolitik ve Üst Paleolitik terimleri
bazen birbirinin yerine kullanılmıştır. Tartışmanın çoğunun Üst Paleolitiğe
ait olmasına karşın söz konusu uygulama burada benimsenmiştir: buradaki
dönem, yaklaşık İ.Ö. 30,000 ila 10,000 arasıdır. Bu döneme kadar olağanüstü
mağara hayvan resimlerinin ve figürlerin oyma heykel ve rölyeflerinin çoğu,
metnin tarihinde betimlenmiştir. Paleolitik veya Taş Devri muhtemelen yakla
şık İ.Ö.65, OOO'e kadar uzanır, fakat bu çağın daha önceki kısmı hakkında çok
az şey bilinmektedir.
Edwin Oliver James, The Cult of the Mother Goddess (Ana Tanrıça Kültü) (London: Thames & Hudson, 1959 ) , 19.
Aynı yapıt, s . 16; James, Prehistroric Religion, 148.
James, Cult of the Mother Goddess, s. 16.
Bakınız not 10, Giriş.
Bakınız, örneğin, Elizabeth Fisher, Woman'.s Creation (Kadının Yaratması)
(New York: McGraw-Hill, 1979 ) , 140.
John Pfeiffer, The Emergence of Man (İnsanın Doğuşu) (New York: Harper &
Row, 1972 ) , s. 25 1 -65. Eldeki en iyi verilerle daha tutarlılık içinde görünen in
san evriminin yeni bir modeli için, bakınız Nancy Taner, On Becoming Human
(İnsan Olmak Üzerine) (Boston: Cambridge University Press, 198 1 ) . Benzer
modeller, yeni bursları artık "avcı erkek" evrimsel modeliyle kısıtlanmayan Ad
rienne Zihlman, Jane Lancaster ve diğer feminist akademisyenlerin çalışmala
rında gösterilmektedir. Bakınız, örneğin, Adrienne Zihlman, "Woman in Evo
lution (Evrimdeki Kadın), Part il: Subsistence and Social Organization among
Early Hominids," Signs 4 (Ağustos 1978 ) : 4-20; Jane Lancaster, "Carrying and
Sharing in Humarı Evolution (İnsan Evriminde Taşıma ve Paylaşma);' Human
Nature 1 (Şubat 1978 ) : 82-89. Aynı zamanda bakınız bölüm 5.
Gimbutas, "lrnage ofWoman (Kadın İmajı)."
Bakınız, örneğin, Gertrude Rachel Levy, Religious Conceptions ofStoneAge (Taş
Devrinin Dinsel Düşünceleri) (New York: Harper & Row, 1963 ) , ilk kez The
Gate of Horn (Boynuzun Kapısı) olarak yayımlandı (London: Faber & Faber,
1948 ) . Levy, mağaranın kendisinin muhtemelen Tanrıça'nın (Kadın Yaratıcı,
221
Riane Eisler
10.
11.
12.
13.
14.
15.
Anne, Dünya) rahminin sembolü olduğunu ve orada gerçekleştirilen ritüelle
rin onun yaratıcı eylemlerinde yer alma -ve onu etkileme- dileğinin göstergesi
olduğunu belirtmektedir. Bunlara onun rahminden gelen (Paleolitik insanları
nı ayakta tutan) hayvanları dünyaya getirmek dahildi. Bundan dolayı, hayvan
lar sık sık mağara duvarlarında betimlenirdi.
Diğer bir çağdaş kadın araştırmacı, SSCB bölgesinde Üst Paleolitik gravür
lerinin ve heykellerinin seçkisini yayımlayan Z. A. Abramova'dır. Sovyet Arke
olog A. P. Okladnikov gibi, Abramova "Paleolitik sırasındaki kadın imajının iki
farklı yönünün ... çelişmediğini, fakat üstelik birbirini tamamladığına inanmak
tadır:' "Evin ve ailenin hanımı, evdeki ateşin koruyucusu ... ve... hayvanların ve
özellikle av hayvanlarının sahibesidir" (Z. A. Abramova, "Paleolithic Art in the
USSR ( SSCB'deki Paleolitik Sanatı)," Arctic Anthropology 4 ( 1967): 1-179, ed.
Chester S. ve çev. Catharine Page, alıntılayan Alexander Marshack, The Roots
of Civilization (Medeniyetin Kökleri) [New York: McGraw-Hill, 1967], 338-39.
Gelecek bir kitap, Elinor Gadon'un The Once and Future Goddess: A Symbol
for Our Time'ı (Bir Keresindeki ve Gelecekteki Tanrıça: Zamanımız için Bir
Sembol) (San Francisco: Harper & Row, 1988) uzak antikiteden beri kutsal ve
ritüel uygulamalarındaki insan önsezilerinde Tanrıça'nın merkezi rolü olduğu
na dair kültürlerarası kanıtlar sunmaktadır.
Marshack, Roots Of Civilization (Uygarlığın Kökleri), 219.
Peter Ucko ve Andree Rosenfeld, Paleolithic Art (Paleolitik Sanatı) (New York:
McGraw-Hill, 1967), 100, 174-95, 229.
Marshack, Roots Of Civilization (Medeniyetin Kökleri), 173, 219. Marschack,
aynı zamanda Paleolitik sanatında kadın heykelciklerinin önemini saptar. Ger
çekten de Roots Of Civilization kitabı Paleolitik sanatının yorumu için yeni
modelleri keşfetme yolunda sarsıcı ve büyüleyici bir girişimdir. Zaman eksenli
Paleolitik notasyonlarının orijinal çözümlemesi, çevrimsel olaylarla ilgili (ka
dınların regl düzeni ve ay ve güneş çevrimlerinin mevsimleri gibi) zaman ek
senli hikayelerin keşfi için etkileyici veri tabanı sunar ki, kadının dokuz aylık
hamileliği gibi, atalarımız bunları kesinlikle gözlemiş ve mevsimsel ve takvim
sel mit ve ayinler aracılığıyla açıklamaya (ve muhtemelen aynı zamanda kont
rol etmeye) çalışmışlardır.
Andre Leroi-Gourhan, Prehistoire d I'Art Occidental (Paris. Edition D'art Luci
en Mazenod, 197 1 ), 120.
Aynı eser. Bulgularının kısa bir özeti için, bakınız Andre Leroi-Gourhan, "The
Evolution of Paleolithic Art (Paleolitik Sanatının Evrimi)," Scientific American,
Şubat 1968, 6 1 .
James, Prehistoric Religion (Tarihöncesi Din), 147-49. Bu dini evrimin ve yan
sıttığı kültürün daha güncel ve kapsamlı bir çözümlemesi için, bakınız Marija
Gimbutas, Evolution of Old Europe and Its Indo-Europeanization: The Prehistory
Notlar
of East Central Europe (Eski Avrupa'nın Evrimi ve Hint-Avrupalı Duruma Gel
mesi: Merkezi Doğu Avrupa'nın Tarihöncesi) (yayımlanmamış taslak).
Bu kitapta kullanıldığı gibi, Tanrıça terimi, evreni yöneten, kadın biçimin
deki güçlerin antik çağdaki kavramsallaştınlmasını gösterir. Bu nedenle, Tanrı
ça ve Büyük Anne ve Kadın Yaratıcı gibi terimler büyük harfle yazılmıştır.
16.
James Mellaart, Catal Huyuk (Çatalhöyük) (New York: McGraw-Hill, 1967),
24.
17.
Aynı yapıt, 23. Avustralya aborijinlerini betimleyen "geri toplumlar" ve Tanrıça
odaklı dini betimleyen " bereket kültleri" gibi terimler, maalesef literatürde her
yerde geçmektedir ve kabile insanları ve kadınlarını alçaltan ve değerini azaltan
kültürel önyargıları yansıtmaktadır.
18.
19.
Aynı eser, 23-24.
Merlin Taşı, When God Was a Woman (Tanrı Kadınken) (NewYork: Harcourt
BraceJovanovich, 1976)), 15.
20.
James Mellaart, The Neolithic of the Near East (Yakındoğu'nun Neolitik Çağı)
21.
James, Prehistoric Religion (Tarihöncesi Din), 157.
22.
Aynı yapıt, 70-71;James, Cult of the Mother Goddess (Ana Tanrıça Kültü).
23.
Mellaart, Catal Huyuk (Çatalhöyük), 11.
(NewYork: Scribner, 1975) , 152, 52, 53.
24.
Mellaart, Neolithic of the Near East, 275.
25.
Aynı eser, 10.
26.
Marija Gimbutas, The Goddesses and Gods of Old Europe, 7000-3500 B. C.
(Eski Avrupa'nın Tanrıçaları ve Tanrıları, İ.Ö. 7000-3500) (Berkeley and Los
Angelos: University of California Press, 1982), 17. Daha geniş anlamda "Eski
Avrupa" bozkır (veya Kurgan) göçebelerinin akınlarından önce Pontic bozkı
rının batısındaki bütün Avrupa'yı kapsar. Bakınız Marija Gimbutas, The Lan
guage of the Goddess: Images and Symbols of Old Europe (Tanrıça'nın Dili:Eski
Avrupa'nın İmajları ve Sembolleri) (New York: Van der Marck, 1987) . Daha
dar anlamda, "Eski Avrupa" güneydoğu Avrupa'daki Avrupa'nın ilk medeniye
tini gösterir. (Bakınız illüstrasyonlardaki harita.)
27.
Aynı eser, 18.
28.
Aynı eser, 18.
29.
Marija Gimbutas, The Early Civilization of Europe (Avrupa'nın Erken Dönem
Medeniyeti) (Indo-European Studies 131 için Monograf, Los Angelos'taki
University of California, 1980), bölüm 2, 17.
30.
Mellaart, Catal Huyuk ( Çatalhöyük), 53.
31.
Gimbutas, Early Civilization ofEurope, bölüm 2, 32-33.
32.
Aynı eser, bölüm 2, 33-34.
33.
Aynı eser, bölüm 2, 35-36.
34.
Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 11-12.
223
Riane Eisler
2. Bölüm:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
1 0.
1 1.
12.
13.
224
Geçmişten Mesajlar
Marija Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 7000-3500 B.C. (Eski
Avrupa'run Tanrıça ve Tanrıları, İ.Ö. 7000-3500) (Berkeley and Los Angelos:
University of Calşfornia Press, 1982), 3 7-38.
Bakınız illüstrasyonlar, Jarnes Mellaart, Catal Huyuk ( Çatalhöyük) {New York:
McGraw-Hill, 1967); Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe.
Goddesses and Gods of Old Europe, yaprak 17 ve metin şekli 148.
Nicolas Platon, Crete (Girit) (Geneva: Nagel Publishers, 1966), 148.
Örnekler için, bakınız illüstrasyonlar Eric Neumann, The Great Mother (Büyük
Anne) (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1955); Mellaart, Catal Hu
yuk; Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe.
Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, örnekler yapraklardan {sıra için
de) 58, 59, 105-7, 140, 144; yaprak 53, metin şekilleri 50-58 s. 95-103; 1 14,
1 8 1, 173, 108, 136.
Aynı eser, 66; yapraklar 132, 341, 24, 25; s. 101-7.
Mellaart, Catal Huyuk, 77-203.
Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe içinde, bakınız, örneğin, yapraklar
1 79-8 1 arı Tanrıça için, yapraklar 1 83-85 hayvan masklı Tanrıça için, s. 146
Minos kuş gıdılı yılan Tanrıça için.
Bu imajların yokluğu, Minos Giriti'nin sanatında da çarpıcıdır. Bakınız, örneğin, Jacquetta Hawkes, Dawn of the Gods. Minoan and Mycenaean Origins
of Greece (Tanrıların Şafağı: Yunanistan'ın Minos ve Miken Kökenleri) (New
York: Random House, 1968), 75-76. Minos Tanrıçasının çift balta ucu, tarım
alanlarını temizlemek için kullanılan çapayı hatırlatır ve, Gimbutas'a göre,
Tanrıça'nın soyunun bir parçası olan kelebeğin siembolüdür. Gimbutas'ın be
lirttiğine göre, kelebek olarak Tanrıça'nın imgesi çift uçlu baltalara kazınmaya
devam etti (Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 78, 1 86).
Joseph Carnpbell, "Classical Mysteries of the Goddess (Tanrıça'run Klasik Gi
zemleri)" (Esalen Institute'da atölye çalışması, California, Mayıs 1 1-13, 1979).
Kültür tarihçisi Elinor Gadon, bu tarihöncesi Tanrıça tapınmasının bu yönünü
de vurgular ve bunu bir adım ileriye taşır. Gadon, zarnanınuzda Tanrıça'nın ye
niden ortaya çıkışını "önde gelen etnik merkezcilik ve kültür emperyalizmi ile
rekabet etmek için çok acil gereken radikal bir çoğulculuk" için anahtar diye ya
zar (Elinor Gadon için tanıtma yazısı, The Once and Future Goddess: A Symbolfor
Our Time'ı (Bir Keresindeki ve Gelecekteki Tanrıça: Zarnanınuz için Bir Sem
bol) [San Francisco: Harper & Row, 1988] ve Gadon ile özel görüşme, 1986).
Aynı eser.
Bakınız, örneğin,Joseph Carnpbell, The Mythic lmage (Efsanevi İmaj) (Prince
ton, NJ: Princeton University Press, 1974), 157, 77.
Notlar
14.
15.
1 6.
17.
1 8.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
Girnbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 1 12-50, 1 12, 145; şekiller 87, 88,
105, 106, 107; s. 149.
Mellaart, The Neolithic of the Near East (Yakındoğu'nun Neolitik Çağı) (New
York: Scribner, 1975), 279.
Girnbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 238.
Mellaart, Catal Huyuk. Bakınız, örneğin, 108-9.
Aym eser, 1 13.
Bakınız, örneğin, Neumann, The GreatMother.
Mellaart, Catal Huyuk, 77.
Girnbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 80.
Bakınız, örneğin, Jane Harrison, Prologemena to the Study of Greek Religion (Grek
Dininin İncelemesine Giriş) (London: Merlin Press, 1903, 1962), 260-63.
Mellaart, Catal Huyuk, 225.
Mellaart, The Neolithic of the Near East, 100; Mellaart, Catal Huyuk, bölüm 6.
Mellaart,Catal Huyuk, bölüm 9.
Aynı eser, 201 .
Harrison, Prologemena to the Study of Greek Religion, 262.
Mellaart, Catal Huyuk, 60.
Aynı yapıt, 202, 208.
Girnbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 232, şekil 248. Aynı zamanda
bakınız şekiller 84-91 Mellaart, Catal Huyuk içinde, erkek heykelciklerinin ör
nekleri için.
Girnbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 217. Burada Girnbutas, İ.Ö. ye
dinci ve altıncı bin yıllarda Tanrıça heykelciklerinin sıklıkla fallusu anımsatan,
uzun, silindirik boyunları olduğunu ve bazen kadın memeleri olan, basit, kil
silindirler biçiminde fallik temsilleri bulunduğunu ve son olarak bir şekilde
kadın ve erkek özelliklerini birleştirmenin İ.Ö. altıncı bin yıla kadar ortadan
kalkmadığını kaydetmektedir.
Edwin OliverJames, The Cult of the Mother Goddess (London: Thames & Hudson, 1959), 87.
Mellaart, Catal Huyuk, 1 84.
Girnbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 237.
Bakınız, örneğin, Kate Millet'ın Sexual Politics (Cinsiyet Politikası) içinde " 'ana
erkillik' teriminin ataerkiliği ima etmenin anlamsal analoğu olduğu ve böyle bir
sosyal düzenin bir cinsiyetin tahakkümünü anıştırmasını gerektirmediği uya
rısı" (New York: Doubleday, 1970), 28, n. 9 veya Adrienne Rich'in yorumuna
göre, " 'anaerkillik', 'anne tarafı', veya 'jinokrasi' terimleri özensiz, sık sık birbiri
yerine kullanılmaktadır" Of Woman Born (Kadın Doğanlar Hakkında) içinde
(New York: Bantam, 1976), 42-43. Rich aynı zamanda şunu kaydetmektedir:
225
Riane Eisler
"Robert Briffault ilkel toplumlarda anaerkilliğin farklı bir cinsiyet otoritesi ile
yalnızca ataerkillik olmadığını sıkıntıyla dile getirmektedir" (s. 43 ). Jilani teri
minin bu anlamsal karışıklıktan kaçındığının tartışması için, bakınız bölüm 8.
Abraham Maslow, Toward a Pyschology ofBeing (Varoluş Psikolojisine Doğru),
ikinci baskı (New York: Van Nostran-Reinhold, 1968).
Mellaart, Catal Huyuk, 1 84.
Bu fark derinliğine Raine Eisler ve David Loye'un Breaking Free (Özgürlüğe
Kavuşmak) (yayımlanacak) içinde tartışılacaktır. Pek çok düşünür tarafından
geliştirilmekte olan yeni feminist etik için merkezi bir farktır. Bakınız, örneğin
Jean Baker Miller, Toward a New Psychology of Women (Yeni Bir Kadın Psiko
lojisine Doğru) (Boston: Beacon, 1976); Carol Gilligan, In a Di.fferent Voice
(Farklı Bir Sesle) (Cambridge: Harvard University Press, 1982); Wilma Scott
Heide, Feminism for the Health of It (Onun Sağlığı için Feminizm) (Buffalo:
Margeretdaughters Press, 1985). Bu bağlamda özel ilgisi olan Anne Barstow
"The Uses of Archaeology for Women's History: James Mellaart's Work on the
Neolithic Goddess in Catal Huyuk (Kadınların Tarihi için Arkeolojinin Yarar
ları: James Mellaart'ın Çatalhöyük'teki Neolitik Tanrıça üzerine Çalışması);'
Feminist Studies 4 (ekim 1 978) : 7-18. Kendisi de bağımsız olarak Tanrıça'ya
tapınan toplumlarda gücün kavramsallaştırılma şekli hakkında benzer bir so
nuca varmıştır (bakınız s. 9 ) .
36.
37.
38.
3.
Bölüm: Yaşamsal Fark: Girit
1.
2.
3.
4.
226
Walter Emery, Merlin Stone'dan alıntılanan, When God Was a Woman (Tanrı
Kadınken) (New York: Harcourt Brace Jovanovich, 1976 ) , xxii.
Aynı eser. Stone'un kaydettiği arkeolojideki önyargının, çoğu diğer alanda ben
zeri vardır. Fakat kadınlar ve kadın konuları olarak bilinen bilgilere önemli kat
kıları olan erkek araştırmacıların da var olduğunu belirtmek önemlidir. Dikkat
çekici çağdaş bir örnek The Natura! Superiority of Women (Kadınların Doğal
Üstünlüğü) (New York: Macmillan, 1968) ve diğer yapıtları insanlığın kadın
yarısı ve "ataerkilliğin kaçınılmazlığı" hakkında pek çok popüler kadın düşmanı
önyargıyı ortadan kaldıran Ashley Montagu'dur. Bir diğeri The Turning Point:
Science, Society and Rising Cult.ure (Dönüm Noktası: Bilim, Toplum ve Yükse
len Kültür) (New York: Sirnon & Schuster, 1982) ve diğer yapıtları daha barış
çı ve insancıl bir gelecek için hareket olarak feminizmin merkezi rolünü tanıyan
Fritjof Capra'dır.
Nicolas Platon, Crete (Girit) (Geneva: Nagel Publishers, 1966), 15.
Aynı eser, 1 6, 25.
Notlar
5.
6.
7.
8.
9.
l O.
l1.
12.
13.
1 4.
15.
1 6.
1 7.
18.
1 9.
20.
21.
22.
23 .
24.
25.
Aynı eser, 26-47.
Jacquetta Hawks, Dawn of the Gods. Minoan and Mycenaean Origins of Greece
(Tanrıların Şafağı: Yunanistan'ın Minos ve Miken Kökenleri) (New York: Ran
dom House, 1968), 153.
Aynı eser, 109.
Platon, Crete, 148, 143.
Platon, Crete,, 45, 73; Platon, Crete, 148, 161.
Hans Gunther Buchholtz ve Vassos Karageorghis, Prehistoric Greece and Cyprus:
An Archeological Hanbook (Tarihöncesi Yunanistan ve Kıbrıs:Arkeolojik Elki
tabı) (London: Phaidon, 1973), 20; Platon, Crete, 148. Ayrıca bakınız Hawks,
Dawn of the Gods, 1 86.
Wooley, Hawks, Dawn of the Gods içinde alıntılanan, 73.
Aynı eser, 73-74.
Platon, Crete, 178.
Aynı eser, 147, 163.
Aynı eser, 148, 161- 162.
Aynı eser, 161, 165.
Hawks, Dawn of the Gods, 90.
Aynı eser, 58.
Aynı eser, 50; Platon, Crete, 1 8 1 .
Platon, Crete, 179.
Aynı eser, 1 8 1 -82.
Reynold Higgens, An Archaeology ofMinoan Crete (Minos Giriti'nin Arkeoloji
si) (London: The Bodley Head, 1973), 21.
Hawks, Dawn of the Gods, 124, 1 25.
Çoğu dünya dininde hala uygulandığı üzere, bu Minos ayinleri sıklıkla çiçek,
meyve, şarap veya tahıl gibi şeylerin sunulduğu ritüellerdir. Daha sonra Mezo
potamya ve Mısır'da bulunan kitlesel ve görünüşte rutin insan kurbanlarının
(örneğin firavunların beraberlerindeki saray kadınları ve kölelerle gömülmesi)
tersine, Girit' teki buluntulara göre tek ritüel kurbanı (Zeus'un doğum yeri adlı
bir dağın eteklerindeki bir tapınak kazısında bulunan), Joseph Alsop'un sözle
riyle, "dünyanın sonu gibi gözükenden uzaklaştırılanın miktarla" temsil edilmiş
gözükmektedir. Gerçekten de, arkeologlarca bugünlerde gün yüzüne çıkarılan
dramın kahramanları için gerçekten öyleydi. Büyük depremin sallantıları çatıyı
yıktı (bir rahibin genç bir adamı çekip kurtarmasını kesintiye uğratmış görü
nen) ve her ikisini de öldürdü (Joseph Alsop, "A Historical Perspective [Ta
rihsel Bir Perspektif]," National Geographic 159 [Şubat 1981 ] : 223-24). Aynı
zamanda bakınız not 67, bölüm 5.
Platon, Crete, 148.
227
Riane Eisler
26 .
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
3 7.
38.
39.
Hawks, Dawn of the Gods, 75-76.
Aynı eser, 75-76. Platon, Minos döneminden Miken dönemine değişimin "ha
yat aşkından" ölüme büyük ilgi ve Mikenlilerin "yeni sunulan kahramanlara
tapınma"dan sorumlu olması şeklinde olduğunu da vurgular (Platon, Crete,
68).
Ruby Rohrüch Leavit, "Women in Transition: Crete and Sumer (Geçiş Döne
minde Kadınlar: Girit ve Sümer)," Becoming Visible içinde, Renate Bridenthal
ve Claudia Koonz, ed. (Boston: Houghton Mifilin, 1977), 49, 46.
Platon, Crete, 148.
Rohrüch,Leavit, "Women in Transition," 49.
Aslında, Rohrüch Leavit kadının statüsünün Neoütikte daha bile yüksek oldu
ğunu savunmaktadır (aynı yapıt, 42).
Bakınız, örneğin, Wilüam Masters ve Virginia Johnson, The Pleasure Bond: A
New Look at Sexuality and Commitment (Zevk Bağlaşması: Cinsellik ve Bağlılı
ğa Yeni Bir Bakış) (Boston: Little, Brown, 1975).
Hawks, Dawn of the Gods, 156.
Arnold Hauser, aynı yapıttan alıntılanan, 73. Veya Platon'ın yazdığı gibi, "iyi
bir sanat anlayışı, güzellikten zevk alış, zarafet ve hareket, hayattan hoşlanma
ve tabiata yakınlık, bunlar Minosluları zamanlarının diğer tüm büyük medeni
yetlerden ayıran niteüklerdi" ( Crete, 143).
Charles Darwin, The Descent of Man (İnsanın Soyu), tek cilt ed. (New York:
Appleton, 1879), 168. Dipnot ]. C. Nott ve George R. Güddon içindir, Types
ofMankind (Kişioğlunun Türleri) (Philadelphia: Lippincott, Grambo, 1854).
Bu eğilim, Ejiptologlar arasında Birleşik Devletlerde l 960'lardaki yurttaşlık
hakları hareketi akademik algıda değişikliğe zorlayıncaya kadar sürdü. Bakınız,
örneğin,John Hope Franklin, From Slavery to Freedom (Köleükten Özgürlüğe)
(New York: Knopf, 1967), veya David Loye, The Healing ofa Nation (Bir Mille
tin İyileşmesi) (New York: Norton, 1971 ), antik Mısır'da siyahi üderük sorunu
üzerine bilgi için.
Arthur Evans, Higgens, An Archaeology ofMinoan Crete içinde alıntılanan, 40.
Buchholtz ve Karageorghis, Prehistoric Greece and Cyprus, 22.
Platon, Crete, 161, 177.
4. Bölüm: Kaostan Karanlığa
1.
2.
3.
228
James Mellaart, Catal Huyuk (New York: McGraw-Hill, 1967), 67.
Aynı eser, 225: "Çatalhöyük nüfusu, iki farklı ırktan oluşmuş görünüyor:'
Böylelikle, anıtsal tapınakların çevresindeki daha sonra rahiplerin yaşadığı ma-
Notlar
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
1 2.
hallelerin tam tersine, (rahibelerle rahiplerin de yaşadığı) Çatalhöyük tapınak
ları, insanların evlerinin çevresine dağılnuştı, ancak bazen ikamet edilen ma
hallelerin aynı planından büyüktür (aynı eser, böl. 6). Benzer şek.ilde, Girit'te
gücü her şeye yeten erkekyöneticilerin hizmetinde, erkek rahiplerce yönetilen,
kaba ve cezalandırıcı yıldırım ve savaş tanrılarının anıtsal tapınakları yoktur.
Daha sonraki bir kitap, bu soruyu, aynı zamanda erkek tahakkümünün başlangıcına ilişkin çeşitli teorileri keşfedecektir.
Mellaart, The Neolithic of the Middle East, 280.
Aynı eser, 275-76.
Maria Gimbutas, "The First Wave of Eurasian Stepe Pastoralists into Copper
Age Europe,'' The Journal of Indo-European Studies 5 (Kış 1977) : 277. Kurgan
Dalga Bir'in tarihleri, 1986'dak.i Gimbutas ile özel iletişime uygun olarak yeni
den gözden geçirildi.
Modern araştırmacılar, Hint-Avrupalı terimini artık ırksal bir kimlik olarak kul
lanmıyorlar. Hint-Avrupalı, Britanya Adalarından Bengal Körfezine, ortak kök
leri bulunan bir dizi dile işaret ediyor. Fiziksel antropologların daha güncel bir
alan araştırması, Hint-Avrupalılar olarak bilinenlerin farklı ırksal gruplardan
olduğunu gösteriyor. Hem ırka hem dile gönderme yapmak üzere on sekizinci
ve on dokuzuncu yüzyıllarda batı Avrupalı araştırmacıların terimi orijinal kul
lanımı, kısmen ırksal saflığa büyük değer veren, Hindu kast sistemmiyle doğ
rulandığım gördükleri, ırka göre dünyayı sınıflama arayışı içindeki yaygın bir
ideolojiden kaynaklanıyordu. Daha önceki kültürün ilginç bir tartışması için
bakınız Louis Fisher, The Life ofMahatma Gandhi (New York: Harper & Brot
hers, 1950), 138-41.
Bakınız, örneğin, James Mellaart, The Chalcolithic and Early Bronze Ages in the
Near East and Anatolia (Yakındoğu ve Anadolu'da Kalkolitik ve Erken Tunç
Çağı) (Beirut: Khayats, 1966).
Bakınız, örneğin, Cyrus Gardan, Common Bakground of Greek and Hebrew Ci
vilization (Grek ve İbrani Medeniyetinin Ortak Arka Planı) (New York: Har
court BraceJovanovich, 1965); Merlin Stone, When God Was a Woman (New
York: Harcourt BraceJovanovich, 1976).
Frederick Engels, The Origins of the Family, Private Property and the State (Aile,
Özel Mülkiyet ve Devletin Kökenleri) (New York: International Publishers,
1972).
2001 filmi ve Robert Ardrey, African Genesis (Afrika'da Yaradılış) (New York:
Atheneum, 196 1 ), aletlerin öldürmek için nasıl kullanılacağının keşfi sırasın
daki insan bilincinin şafağım gösteren popüler çalışmaların örnekleridir. Farklı
bir bakış için, bakınız, örneğin, Richard Leakey ve Roger Lewin, People of the
Lake (Gölün İnsanları) (New York: Dobleday Anchor, 1978) büyük ölçüde
Leakey ailesinin Afrika'nın Rift Vadisinde en eski atalarımızın fosillerini keşfet229
Riane Eisler
13.
14.
15.
16.
17.
1 8.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
230
nıeleri ve bunları dikkatlice çözümlemelerine dayanmaktadır.
Bakınız Marija Gimbutas, "The Beginning ofthe Bronze Age in Europe and ln
do-Europeans: 3500-2500 B.C. (Avrupa ve Hint-Avrupalılarda Tunç Çağının
Başlangıcı);' Journal ofindo-Europeans 1 ( 1973 ) : 166.
Aynı eser, 168.
Engels, The Origins of the Family.
Gimbutas, "The Beginning of the Bronze Age," 17 4-7 5.
Aynı eser. Aynı zamanda bakınız, Gimbutas, "The First Wave ofEurasian Stepe
Pastoralists:'
Gimbutas, "Beginning of the Bronze Age;' 166.
Evrimsel zamandaki görece hız geleneksel standartlarımızla ölçülürse uzun gö
rünebilir. Ancak, ana nokta şudur ki, değişim her zaman tedrici değildir, ne de
daha düşükten daha yüksek derecelere kaçınılmaz olarak tek yönlü harekettir.
Bakınız, örneğin, Gimbutas, "The First Wave of Eurasian Stepe Pastoralists;'
28 1 .
Aynı eser.
Gimbutas, "Beginning of the Bronze Age," 201 .
Aynı eser, 202.
Aynı eser, 202, 3.
Gimbutas, "The First Wave ofEurasian Stepe Pastoralists;' 297.
Aynı eser, 302.
Aynı eser, 294, 302.
Aynı eser, 302, 293, 285.
Aynı eser, 304-05.
Aynı eser, 284-85.
Aynı eser, 297.
Aynı eser, 281 .
Aynı eser, 285. Gimbutas, "Beginning ofthe Bronze Age," 177.
V. Gordon Childe, The Dawn of European Civilization (Avrupa Medeniyetinin
Şafağı), altıncı baskı (New York: Alfred Knopf, 1958 ) , 109.
Aynı eser, 1 19.
Aynı eser, 1 19, 123.
Gimbutas, "The First Wave ofEurasian Stepe Pastoralists," 289.
Aynı eser, 288, 290.
Aynı eser, 292.
Aynı eser, 294.
Jacquetta Hawkes, Dawn of the Gods. Minoan and Mycenaean Origins of Greece
(Tanrıların Şafağı: Yunanistan'ın Minos ve Miken Kökenleri) (New York: Ran
dom House, 1968 ) , 186.
Notlar
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
5.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Minos medeniyetinin nasıl son bulduğu, aynı zamanda Miken dönemi sırasın
da kültürel ve sanatsal düzeylerde genel bir düşüş olduğu hakkında araştırma
cılar arasındaki görüş ayrılığıyla ilgili tartışma için bakınız, örneğin, Nicolas
Platon, Crete (Girit) (Geneva: Nagel Publishers, 1966) , 198-203,.
Hawkes, Dawn of the Gods, 223.
Aynı eser, 235.
Aynı eser, 236.
Aynı eser, 241 .
Aynı eser.
Platon, Crete, 202.
Homeros, The Odysseia.
Açıkçası, daha büyük teknolojik ve sosyal karmaşıklığa doğru hareket, teknolo
jinin toplumun insan durumunu ilerleteceğine yönelik hareket ile aynı değildir.
İkinci bir kitap, Riane Eisler ve David Loye, Breaking Free (Özgürlüğe Kavuş
mak) sosyal, teknolojik ve kültürel evrim arasındaki ilişkiyi ayrıntılı inceleye
cektir.
Kutsal Kitap araştırmacılarından oluşan danışma kuruluyla Roy Chamberlain
ve Herman Feldman tarafından açımlanan Dartmouth Kutsal Kitap'ı, (Boston:
Houghton Mifilin, 1950 ) , 78-79.
Hakimler 3:2; Yeşu 23: 13; Mısırdan Çıkış 23:29. Aynı zamanda bakınız Dart
mouth Kutsal Kitap'ında, Kutsal Kitap araştırmacılarırun yorumu, 1 87-88.
Bölüm: Kayıp Çağın Anıları
Hesiod, Works and Days (İşler ve Günler), John Mansley Robinson'ın A n Introduction to Early Greek Philosophy (Erken Dönem Grek Felsefesine Giriş)
içinde alıntılanan (Boston: Mifilin, 1968 ), 12-13.
Aynı eser, 13-14.ç
Aynı eser, 14.
Aynı eser, 1 5.
Aynı eser, 16.
Aynı eser, 15-16.
J. V. Luce, The End ofAtlantis (Atlantis'in Sonu) (London: Thames & Hudson,
1968 ) , 137, 20.
Nicolas Platon, Crete (Girit) (Geneva: Nagel Publishers, 1966 ) , 69. Platon,
"Grek mucizesini" açıklamak için Helenistik dönem öncesine bakmamız
gerektiğini vurgular. Bu noktayı vurgulayan diğer bir araştırmacı Jacquetta
Hawkes'tur Dawn of the Gods. Minoan and Mycenaean Origins of Greece (Tan23 1
Riane Eisler
9.
1 0.
1 1.
12.
13.
14.
1 5.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
232
rıların Şafağı: Yunanistan'ın Minos ve Miken Kökenleri) [New York: Random
House, 1968].
Bakınız, örneğin, Sypridon Marinatos "The Volcanic Destruction of Minoan
Crete (Minos Giriti'nin Volkanik Yok Oluşu)," Antiquity 13 ( 1939): 425-39,
bu konu üzerine en erken bilimsel bildirilerden biridir, aynı zamanda bakınız
Luce, End ofAtlantis, daha iyi ve daha güncel bir genel bakış için.
Luce, End ofAtlantis, 1 58. Girit uygarlığının nasıl, ne zaman ve niçin son buldu
ğu hakkında çatışan görüşlerin bir kısmı için, bakınız, örneğin, Arthur Evans,
The Palace ofMinos (Minos Sarayı), ciltler 1 -4 (London: Macmillan, 1921-35);
Leonard Palmer, Mycenaeans and Minoans (Mikenliler ve Minoslular) (Lon
don: Faber & Faber, 1961); Platon, Crete.
Marinatos " The Volcanic Destruction ofMinoan Crete; Luce, End ofAtlantis;
Platon, Crete, s. 69.
Merlin Stone, When God Was a Woman (New York: Harcourt Brace Jovano
vich, 1976), 82. Girişte, Stone müzeden müzeye ve kütüphaneden kütüpha
neye yolculuk yaparak erken dönem kadın tanrılar hakkında materyalini top
larken, kaynaklarının çoğu yalnızca arka raflarda bulunuyordu ve onu çok öf
kelendirici olan ilgili pek çok "antik yazı ve sunağın kasıtlı olarak tahrip edilmiş
olmasıydı." En önde gelen ise, "materyal bulunsa bile onun popüler literatürde
ve genel eğitimde tamamen göz ardı edilmesiydi" (s. xvi-xvii).
Aym eser, 219.
Aynı eser, 42-43.
H. W F. Saggs, aynıyapıttan alıntılanan, 39. Aynı zamanda bakınız, Walter Hiz,
aym yapıttan alıntılanan 41.
Ruby Rohrlich Leavit, "Women in Transiti on: Crete and Sumer (Geçiş Döne
minde Kadınlar: Girit ve Sümer)," Becoming Visible içinde, Renate Bridenthal
ve Claudia Koonz, ed. (Boston: Houghton Mifilin, 1977), 53.
Bakınız, örneğin, Leonard Woolley, The Sumerians (Sümerliler) (New York:
Norton, 1965), 66; George Thompson The Prehistoric Aegean (Tarihöncesi
Ege) (New York: Citadel, 1965), 161.
Stone, When God Was a Woman, 41.
Aynı eser. Aynı zamanda bakınız Rohrlich Leavit, "Women in Transition;' 55.
Stone, When God Was a Woman, 82.
Aynı eser.
Aynı eser, 3.
Aynı eser, 84.
Bakınız, örneğin, Jaquetta Hawkes ve Leonard Woolley, Prehistory and the Be
ginning of Civilization (Tarihöncesi ve Medeniyetin Başlangıcı) (New York:
Harper & Row, 1963), 265, şöyle yazmaktadırlar, "Genelükle kabul edilir ki,
Notlar
25.
sebzeleri toplamaktaki antik rolü sayesinde, kadın tarımın bulunuşunu ve geli
şimini sağlayandı." Aynı zamanda bakınız Ester Boserup, Womans Role in Eco
nomic Development (Kadının Ekonomik Gelişimdeki Rolü) (London: Ailen
Unwin, 1970) ve Stone, When God Was a Woman, 36, alıntılayan Diodorus.
Bakınız, örneğin, James Mellaart, Catal Huyuk (New York: McGraw-Hill,
1967), özellikle bölüm 4 (Mimari), 5 (Şehir planı), 6 (tapınaklar ve rölyefler),
7 (duvar resimleri), 8 (heykeltıraşlık), 10 (zanaatlar ve ticaret), 1 1 (insanlar
ve ekonomi). Fakat Mellaart'ın The Neolithic of the Middle East te yazdığı gibi
(New York: Scribner, 1975), ''Arkeolojik araştırmaların yüzyılın son çeyreğin
de büyük ilerleme kaydetmesine rağmen, yorum, keşifleri yakalayamadı ve kül
türel gelişim teorisinin çoğu acı şekilde demodedir" (s. 213 ).
Bakınız, örneğin, Mellaart, Catal Huyuk, Mellaart'ın kaydettiği üzere "Maden
cilik ve tarım şehrin ekonomisinde çok önemli bir rol oynadı ve kuşkusuz zen
ginlik ve refahına kayda değer biçimde katkıda bulundu" bölüm 1 0, (s. 213 ).,
Bakınız, örneğin, Jane Harrison, Prologemena to the Study of Greek Religion
(Grek Dininin İncelemesine Giriş) (London: Merlin Press, 1903, 1962), 26 1,
alıntılanan Aeschysus'un dua şiiri "bütün diğer tanrılardan önce... tarihöncesi
nin kadın peygamberi."
Bakınız, örneğin, Stone, When God Was a Woman, özellikle giriş ve bölümler
2, 3.
Temel fiziksel ve manevi buluşlarımız için kadınların büyük katkılarını anış
tıran bazı daha eski araştırmacılar için bakınız Robert Briffault, The Mothers
(Anneler) (New York: Johnson Reprint, 1969) ve Erich Neumann, The Great
Mother (Büyük Anne) (Princeton, NJ: Princeyon University Press, 1955).
NancyTaner, On Becoming Human (İnsan Olmak Üzerine) (Boston: Cambrid
ge University Press, 1981); Jane Lancaster, "Carrying and Sharing in Human
Evolution (İnsan Evriminde Taşıma ve Paylaşma)," Human Nature 1 )Şubat,
1978) : 82-89; Lila Leibowitz, Females, Males, Families: A Biosocial Approach
(Kadınlar, Erkekler, Aileler: Biyososyal Bir Yaklaşım) (North Situate, Mass.:
Duxbury Press, 1978); Adrienne Zihlman, "Motherhood in Transition: From
Ape to Human (Geçiş Döneminde Annelik: Maymundan İnsana)," The First
Child and Family Formation (İlk Çocuk ve Aile Oluşumu) içinde, Warren Mil
ler ve Lucille Newman, ed. (Chapel Hill, NC: Carolina Population Center,
1978). Hominid kökenlerimiz üzerine çeşitli teorilerin iyi bir özeti için (aynı
zamanda dişi primatlar üzerine büyüleyici veriler için), bakınız Linda Marie
Fedigan, Primate Paradigms: Sex Roles and Social Bonds (Primat Paradigmaları:
Cinsiyet Rolleri ve Toplumsal Anlaşma) (Montreal: Eden Press, 1982). Ba
kınız aynı zamanda Ashley Montagu, The Nature ofHuman Aggression (İnsan
Saldırganlığının Tabiatı) (New York: Oxford University Press, 1976), kanıt'
26.
27.
28.
29.
30.
233
Riane Eisler
3 1.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
234
ların harika bir ayrımının kirli çamaşırları ortaya dökmesi düşüncesi için, Ro
bert Ardrey'nin yazdığı gibi, "Erkek antropoit kökeninden yalnızca bir sebep
için doğdu: çünkü katildi:' Robert Ardrey, African Genesis (Afrika'da Yaradılış)
(New York: Atheneum, 196 1 ) , 29.
Bakınız not 30. Aynı zamanda bakınız Richard Leakey ve Roger Lewin, People
of the Lake (Gölün İnsanları) (New York: Dobleday Anchor, 1978 ) .
Taner, On Becoming Human, 190.
Aynı eser, bölümler 10 ve 1 1. Özellikle bakınız s. 258-62 araç kullanımı, artan
cranial kapasite ve dişlerin azalması üzerine.
Aynı eser, 268.
Aynı eser 146, 268.
Bakınız not 25.
Ester Boserup, Woman'.s Role in Economic Development (Kadının Ekonomik
Gelişimdeki Rolü) (London: Allen Unwin, 1970 ); The State of World'.s Women
1 985 (Dünya Kadınlarının Durumu 1985 ) (New Internationalist Publicati
ons, Oxford, U. K. tarafından Birleşmiş Milletler için derlenmiştir); Barbara
Rogers, The Domestication of Women: Discrimination in Developing Countries
(Kadınların Evcilleştirilmesi: Gelişmekte Olan Ülkelerde Ayrımcılık) (New
York: St. Martin's, 1979 ) .
Bakınız, örneğin, Stone, When God Was a Woman, 36, İsis hakkında Diodorus
alıntılanıyor; 3 Ninlil üzerine.
Neumann, The Great Mother; Mara Keller, "The Mysteries of Demeter and Per
sephone, Ancient Grek Goddesses of Fertility, Sexuality, and Rebirth (Deme
ter ve Persephone, Antik Grek Doğurganlık, Cinsellik ve Yenden Doğuş Tan
rıçaları)" Journal of Feminist Studies in Religion, İlkyaz 1988, Cilt 4; Keller'ın
Eleusian gizemleri hakkındaki derinlikli çalışması, Tanrıça'ya antik tapınmayla
ilgili ritüel sistemlerinin anlaşılması için çok önemli bir katkıdır. Aynı zamanda
bu çalışması, klasik Grek zamanlarında bu ritüellerin hem kan akıtılarak kurban
verilmesi ve ticarileşmesi ilgili uygulamalarının bozulduğunu vurgulamaktadır.
Briffault, The Mothers, 1 :473-74; Neumann, The Great Mother, 134-36, orijinal
metindeki vurgu.
Stone, When God Was a Woman, 4.
Neumann, The Great Mother, 178.
Stone, When God Was a Woman, 200.
Aynı eser, s. 2001-2. Aynı zamanda bakınız Barbara G. Walker, The Woman'.s
Encyclopedia of Myths and Secrets (Mit ve Gizemlerin Kadın Ansiklopedisi)
(San Francisco: Harper & Row, 1983 ) .
Harrison, Prologemena to the Study of Greek Religion, 26 1.
Diodorus Sicilus, Stone, When God Was a Woman'dan alıntılanan, 36.
Notlar
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
Harrison, Prologemena, 343.
Stone, When God Was a Woman, 199, 3.
Marija Girnbutas, The Early Civilization of Europe (Avrupa'nın Erken Dönem
Uygarlığı) (Indo-European Studies 1 3 1 için Monograf, Los Angelos'taki Uni
versity of California, 1980), bölüm 2, 1 7.
Marija Girnbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 7000-3500 B.C. (Eski
Avrupa'nın Tanrıça ve Tanrıları, İ.Ö. 7000-3500) (Berkeley and Los Angelos:
University of California Press, 1982), bölümler 22, 23, alıntılayan Profesör Va
sic.
Aynı eser, 22-25.
Aynı eser.
Aynı eser.
Gimbutas, The Early Civilization ofEurope, bölümler 2, 72.
Aynı eser, bölümler 2, 78.
Aynı eser, bölümler 2, 75-77.
Aynı eser, bölümler 2, 78.
Aynı zamanda bakınız Hawkes, Dawn ofthe Gods, 68.
Bakınız not 24.
Ritüel kurbanı uygulamasının Tanrıça tapınmasıyla bağlantılı olarak gerçek
leştirilip gerçekleştirilmediği konusunda büyük görüş ayrılığı vardır. Kitlesel
insan kurbanları Mısır ve Babil türbelerinde yalnızca daha sonra ortaya çık
maktadır ve bir adamın eşlerini, metreslerini ve/veya hizmetkarlarını kurban
etmesi temasıyla ilgili geliştirilmiş ve Hint-Avrupalılarca Avrupa ve Hindistan'a
sokulmuş görünmektedir. Fakat bazı arkeolojik veriler, Neolitikte ritüel kur
banlarının örneklerinin görüldüğünü göstermektedir. Bakınız, örneğin, Girn
butas, Goddesses and Gods of Old Europe, 74. Ancak, verilerin çoğu mitlere
dayanır: bakınız, örneğin, Sir James Frazer, The Golden Bough (New York:
Macmillan, 1922). Frazer, anaerkil dediği toplumlarda kralların düzenli olarak
kurban edildiği şeklindeki teorinin on dokuzuncu yüzyılda önde gelen savu
nucusuydu. Frazer'ın inandığı gibi, ritüel kurbanı düzenli bir uygulama olabi
lir. Veya eli kulağında felaketi bertaraf etmek için acil durum tedbiri olabilir.
Daha önce vurgulandığı gibi, Minos ritüel kurbanının bulunduğu bir durum,
büyük olasılıkla ikincisiydi. Burada bir rahibin her ikisini de öldüren bir dep
remde genç bir adamın kurban etmesi kesintiye uğramıştı (Yannis Sakellara
kis ve Sapouna Sakellarakis, "Drama of Death in Minoan Temple (Bir Minos
Tapınağında Ölüm Dramı)," National Geographic 159 (Şubat 198 1 ) : 205-22).
Bu, aynı zamanda Minos ritüel insan kurbanının başka hiçbir kanıtının bulun
maması, Joseph Alsop'un yazdığına göre, insan kurbanın düzenli bir Minos
uygulaması olmadığı çıkarsamasını getirmektedir. Onun yerine, daha son235
Riane Eisler
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
236
raki Grek zamanlarındaki benzer durumlar gibi, "bunun dünyanın sonu gibi
gözükmesinin atlatılmasının ümitsiz bir tedbiri" gibi görünmektedir (Joseph
Alsop, "A Historical Perspective [Tarihsel Bir Bakış Açısı] );' National Geog
raphic 159 (Şubat 198 1 ) : 223-24). Biliyoruz ki, ritüelde arınma eylemi olarak
İ.Ö. beşinci yüzyılda antik Grekler ara sıra bir pharmakos veya "günah keçisi"
(genellikle suçlu bir mahkıim) kurban ediyorlardı (bakınız, örneğin, Harrison,
Prolegomena, 102-5). Ancak, böyle kurbanların düzenli olarak gerçekleştirilip
gerçekleştirilmediği sorusuna verilen yanıtlar çok bölünmüştür. Elimor Gadon
gibi bazı araştırmacılar, bunun evrensel veya hatta yaygın bir uygulama olma
masına rağmen, İ.Ö. yaklaşık 3000'den 1800'e kadar gelişen Hindistan'daki
Harappa kültürü kanıtına işaret ederler, burada ritüelde insan kurbanı uygula
ması vardır (Gadon ile özel iletişim, 1986). Nancy Jay ve Mara Keller gibi diğer
araşbrmacılar hayvanların bile kanlı kurban edilişinin Tanrıça'ya tapınan tarım
toplumlarında uygulanmadığını savunurlar. Örneğin, benzer bir Kutsal Kitap
hikayesinde Kabil ile Habil (Kabil, Kenan ülkesinin tarım yapan insanlarım
temsil etmektedir) Yehova'ya meyve ve tahıl sunar. Ancak, bu sunuş (çoban
istilacıları temsil eden) Habil'in kanlı kurbanını kabul etmeyen Yehova tarafın�
dan reddedilir. Bu mitin daha erken yeniden incelenmesi için, bakınız E. Cecil
Curwen, Plough and Pasture (Saban ve Otlak) [London: Cobbett Press, 1946] .
Aynı zamanda Çatalhöyük'te böyle kanlı kurbanların hiçbir çeşidinin olmadı
ğının göstergeleri vardır. Hin-Avrupalı istilacıların öncesinde olan Demeter'e
tapınma, aynı zamanda özgün olarak meyve ve tahıl sunuşlarını içerir (Mara
Keller, "The Mysteries of Demeter and Persephone, Ancient Grek Goddesses
ofFertility, Se:ıruality, and Rebirth").
Bu tanımın rasyonel ve irrasyonel olarak formüle edilmesinde, FilozofHerbert
Marcuse'ün One-Dimensional Man'deki (Tek Boyutlu İnsan) mantık tartışması
na çok şey borçluyum (Boston: Beacon Press, 1964), 236-37.
Julian Jaynes, Ihe Origin of Consciousness in the Breakdown ofBicameral Mind
(İki Bölün�:i Zihnin Çöküşünde Bilincin Kökeni) (Boston: Houghton Miffiin,
1977).
Bakınız, örneğin, C. A. Newham, Ihe Astronomical Significance of Stonehenge
(Stonehenge'in Astronomik Önemi) (Leeds: John Blackburn, 1972). Benzer
şekilde, Mellaart Çatalhöyük'ü "örmecilik, tahta işi ve metalürji zanaatlarında
ileri teknolojiye" ve "tarımda ve sürü beslemede ileri uygulamalara sahip" ola
rak nitelemektedir ( Catal Huyuk, ii).
J. E. Lovelock, Gaia (New York: Oxford University Press, 1979).
James Mellaart, Excavations at Hacilar (Hacılar'daki Kazılar) (Edinburgh:
Edinburgh University Press, 1970 ). 2:iv.
Aynı eser, vi.
Aynı eser, 249.
Notlar
6. Bölüm:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
1 1.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: 1. Kısım
Eshilos, Oresteia ( Chicago: University of Chicago Press), 158.
Aynı eser.
Aynı eser, 161.
Aynı eser, 163.
Bakınız, örneğin, Hugh Lloyd-Jones, Introduction to Agamemnon, The Libation
Berarers, The Erinyeler (Englewood Cli.ffs, NJ: Prentice-Hall, 1970).
Joan Rockwell, Fact in Fiction: The Use of Literature in the Systematic Study of
Society (London: Routledge & Kegan Paul, 1974), bölüm 5.
George Thompson, The Prehistoric Aegean (New York: Citadel, 1975); H. D. F.
Kito, The Greeks (Baltimore: Penguin Boks, 195 1 ), 19.
Rockwell, Fact in Fiction, 163.
Aynı eser, 162.
Aynı eser.
Eshilos, Oresteia, 167.
Rockwell, Fact in Fiction, 150.
Eshilos, Oresteia, 1 64.
Spencer ve diğer on dokuzuncu yüzyıl erkek egemen teorisyenlerinin mükem
mel bir analizi için bakınız Martha Vicinus, ed. Suffer and Be Stil: Women in the
Victorian Age (Kahır Çek ve Suskun Kal: Victoria Çağında Kadınlar) (Blooing
ton, iN: Indiana University Press, 1972), özellikle 126-45.
Bakınız, örneğin, Numbers (Sayılar) 32, 1 Chronicles (Eski Ahit'in Tarih Ki
tapları) 5.
Bakınız David Loye ve Riane Eisler, "Chaos and Transformation: Implications
of Non-Equilibrium Theory for Social Science and Society (Kaos ve Dönü
şüm: Sosyal Bilim ve Toplum için Dengesizlik Teorisi)," Behavioral Science 32
( 1 987), 53-65.
Bakınız, örneğin, Humberto Maturana, "The Organization of the Living: A
Theory of the Living Organization (Canlının Organizasyonu: Yaşayan Organi
zasyonun Teorisi," Journal ofMan-Machine Studies 7 ( 197 5) içinde: 313-32 ve
Vilmos Csanyi, General Theory ofEvolution (Genel Evrim Teorisi), (Budapest:
Akademiai Kiado, 1982).
Bakınız, örneğin, Vilmos Csanyi ve Georgy Kampis, Autogenesis: The Evoluti
on of Replicative Systems (Otogenez: Yenileyici Sistemlerin Evrimi)," Journal
of Theoretical Biology içinde 1 14 ( 1985) : 303-21.
Bakınız, örneğin, 2 Kings (Krallar) 18: 4; Numbers (Sayılar) 31; 2 Chronicles
(Eski Ahit'in Tarih Kitapları) 33.
George Orwell, 1 984 (New York: New American Library, 197 1 ) ; başlangıç237
Riane Eisler
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
238
ta Nineteen Eighty Four (Bin Dokuz Yüz Seksen Dört) başlığıyla yayımlanmıştı
(London: Gollancz, 1949).
Bakınız Mary Daly, Gyn-Ecology: The Metaethics of Radical Feminism (Jin/
Ekoloji: Radikal Feminizmin Meta-Etiği) (Boston: Beacon Press, 1978), bu
önemli içgörü için.
Bakınız The Dartmouth Bible (Dartmouth Kutsal Kitap'ı) (Boston: Houghton
Mifflin, 1950) araştırmacıların Kutsal Kitap'ı nasıl yeniden yapılandırdığının
özeti, yedi yüzyılda çeşitli haham ve rahip "ekollerinin" bir araya getirmesiyle
dir. Bakınız özellikle 5- 1 1.
Aynı eser, 9.
Aynı eser, 10.
Aynı eser, 10.
Aynı eser.
Aynı eser.
Marija Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 7000-3500 B.C. (Eski
Avrupa'nın Tanrıça ve Tanrıları, İ.Ö. 7000-3500) (Berkeley and Los Angelos:
University of California Press, 1982), 93.
Aynı eser, 149. Bakınız, örneğin, tablo 59, Erich Neumann, The Great Mother
(Büyük Anne) (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1955).
Tanrıça'yla ilişkilendirilen yılan imajlarının her yerde, Yakındoğu'da,Avrupa'da,
Asya'da ve hatta Amerikan kültürlerinde bulunmasının gözden geçirilmesi için,
bakınız Neumann'ın The Great Mother'ı içindeki tablolar.
Bakınız, örneğin,Joseph Campbell, The Mythic image (Efsanevi İmaj) (Prince
ton, NJ: Princeton University Press, 1974), 295.
Bakınız, örneğin, aynı eser, 296. Aynı zamanda bakınızJane Harrison, Prologe
mena to the Study of Greek Religion (Grek Dininin İncelemesine Giriş) (Lon
don: Merlin Press, 1903, 1962), Grek mitolojisindeki yılanın kökenlerini göz
den geçirmek için.
Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 149.
Merlin Stone, When God Was a Woman (New York: Harcourt Brace Jovanovich, 1976), 67.
The Dartmouth Bible, 146; 2 Kings 18: 4.
Campbell, The Mythic Image, 294.
2 Kings 18: 4.
Havva'nın kökenlerinin tartışması için, bakınız, örneğin, Robert Graves ve
Raphael Patai, Hebrew Myths (İbrani Mitleri) (New York: McGraw-Hill,
1963), 69.
Yaradılış 3: 16. Pasaj şöyledir: "unto woman he said, 1 will greatly mutiply thy
sorrow and thy conception; in sorrow thou shalt forth child, and thy desire
shall be thy husband, and he shall rule over thee (RAB Tanrı kadına, 'çocuk
Notlar
40.
doğururken sana çok acı çektireceğim' dedi, 'Ağrı çekerek doğum yapacaksın.
Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek:)'" Bu pasaj, cennetten kovulma
hikayesi, Tanrıça'ya tapan eşitlikçi çiftçilerin (veya bahçıvanların) nasıl erkek
egemen, savaşçı çobanlar tarafından fethedildiği ve bunun nasıl kadınların hem
cinsel hem üremeyle ilgili özgürlüğünün sonunu getirdiği hakkında androk
ratik bir hikaye olarak çok anlam ifade eder. "Çocuk doğururken sana çok acı
çektireceğim" kısmı, o zamanda kadınların yalnızca kiminle seks yapacakları
kararını alma hakkını değil, fakat aynı zamanda doğum kontrol teknolojileri
kullanma hakkını kaybettiğini kuvvetle vurgular. Doğum kontrol araçlarının
kullanımının antikiteye uzandığı spermisitlerin kullanımını betimleyen antik
Mısır papirüsleriyle doğrulanır. Bakınız Norman Himes, Medical History of
Contraception (Doğum Kontrol Araçlarının Tıbbi Tarihi) (New York: Schoc
ken, 1970), 64.
Yalnızca zamanının geleneksel akademisyenlerine değil, fakat Kutsal Kitap'ın
kendisine de meydan okuyan olağanüstü bir on dokuzuncu yüzyıl çalışma
sı için, bakınız Elizabeth Cady Stanton, The Woman'.s Bible (Kadının Kutsal
Kitap'ı) (yeniden basımı The Original Feminist Attack on the Bible (Kutsal Ki
tap Üzerine Orijinal Feminist Saldırı), giriş Barbara Welter [New York: Arno
Press, 1974] ] . İlk kez 1895'te yayımlanmış, onu ya dine korkunç şekilde aykırı
ya da laik çağda veya aydınlanma çağında geçersiz gören diğer pek çok feminis
tin itirazı olmuştur. The Woman'.s Bible bir dizi feminist akademisyenin çalışma
sıdır. Bazılarının, Kutsal Kitap'ı feminist özlemlerle uzlaştırmaya çalışmasına
rağmen, muhtemelen on dokuzuncu yüzyıl feministleri içinde en çarpıcısı olan
Elizabeth Cady Stanton, kadınların Tanrı buyruğu şeklinde daha az gelişmiş
yaratıklar olarak ele alındığı pek çok pasajı belirleyerek ve bunlara itiraz ederek
konuya en can alıcı yerinden girmiştir. O zamandan beri, özellikle 1970'lerde
1980'lerde, pek çok kadın din araştırmalara katkıda bulunarak Kutsal Kitap'ı
yeniden incelemiştir. Bu yeni araştırmalar üzerine bazı gözden geçirme niteli
ğinde çalışmalar için, bakınız Gail Graham Yates, "Sprituality and the Arneri
can Feminist Experience (Maneviyat ve Amerikan Feminist Deneyimi)," Signs
9 (Güz 1983) : 59-72; Anne Barstow Driver "Review Essay: Religion (Eleştiri
Makalesi: Din)," Signs 2 (Kış 1976): 434-42; Rosemary Ruether, "Feminist
Theology in Academy (Akademide Feminist Teoloji)," Christianity and Crisis
45 ( 1985 ) : 55-62; aynı zamanda bakınız Carol P. Christ ve Judith Plaskow,
ed. Womanspirit Rising (Yükselen Kadın Ruhu) (New York: Harper & Row,
1979); Nancy Auer Faik ve Rita Gross, ed. Unspoken Worlds (Konuşulmamış
Dünyalar) (New York: Harper & Row, 1980) : Charlene Spretnak, ed. The Po
litics of Women'.s Sprituality (Kadınların Maneviyatının Politikası) (New York:
• ç. N.: Türkçe çeviri "Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001 "den aynen alıntılanmıştır.
239
Riane Eisler
Doubleday Anchor, 1982) ; Elizabeth Schussler Fiorenza, In Memory of Her
(Onun Anısına) (New York: Crossroad, 1983 ) ; Rosemary Radford Ruether,
ed. Religion and Sexism; Images of Women in Jewish and Christian Traditions
(Din ve Cinsiyetçilik: Yahudi ve Hıristiyan Geleneklerinde Kadın İmajları)
(New York: Simon & Shuster, 1974) ; Mary Daly, Beyond God the Father (Tanrı
Babanın Ötesinde) (Boston: Beacon, 1973 ) ; Susannah Herschel, ed. On Being
a Jewish Feminist (Bir Yahudi Feminist Olmak Üzerine) (New York: Shocken
Boks, 1982) . Güncel ve harika kısa bir makale Carol P. Christ'a aittir, "Toward
a Paradigm Shift in the Academy and irı Religious Studies (Akademide ve Dirıi
Çalışmalarda Bir Paradigma Değişikliğine Doğru;' Transforming the Conscio
usness of the Academy (Akademinin Bilincirıi Dönüştürmek) içinde, Christy
Farham, ed. (Bloomington, iN: Indiana University Press, 1987 ) . Sara'nın Kut
sal Kitaptaki hikayesinin büyüleyici bir yeniden yorumu içirı, bakınız Savina J.
Teubal, Sarah the Priestess: The First Matriarch of Genesis (Rahip Sara: Yaradılı
şının İlk Anaerki) (Chicago: Swallow Press, 1984) .
7.
Bölüm: Başı Üzerinde Gerçekliği Taşıyordu: il. Kısım
1.
2.
3.
4.
S.
240
Maria Gimbutas, "The First Wave o f Eurasian Stepe Pastoralists into Copper
Age Europe," The Journal ofIndo-European Studies S (Kış 1977 ) : 297.
Sayılar 31; Yeşua 6, 7, 8, 10, 1 1.
Modern zamanlarda daha büyük teknolojik ve sosyal karmaşıklık, aynı zaman
da yeni roller yaratıyor. Çok önemli güncel konulardan biri, daha kazançlı ve
prestijli olanların gene temel olarak erkeklere gidip gitmemesi. Breaking Free
(Özgürlüğe Kavuşmak), bu kitabın devamı, bu konuyu inceliyor. Erkek mer
kezli bir bakış açısından bu tarihöncesindeki teknolojik ve sosyal örgütlenme
sorununu işleyen ilginç bir tartışma için, bakınız Lewis Mumford, The Myth of
the Machine: Technics and Human Development (Makine Miti: Teknik ve İnsan
Gelişimi) (New York: Harcourt, Brace & World, 1966 ) .
Daha büyük teknolojik ve sosyal karmaşıklığın nasıl kesinlikle erkek tahakkü
müne yol açmadığı ve Girit'te ortaklık modelli sosyal örgütlenme devam ettiği
sürece kadınların güç ve statülerini nasıl korudukları ile ilgili bir tartışma için
bakınız bölüm 3.
Edwin Oliver James, The Cult of Mother Goddess (Ana Tanrıça Kültü) (Lon
don: Thames & Hudson, 1959 ), 89. When God Was a Woman'da (New York:
Harcourt Brace Jovanovich, 1976 ) , Merlin Stone özellikle bu bağlantıda
Tanrıça'ya tapınmanın erkek tahakkümünün empoze edilmesinden önce ve
sonra aldığı biçimleri ayırt etmenin ne kadar önemli olduğunu vurgular. Fakat
Notlar
6.
7.
8.
9.
maalesef başka türlü harika olacak bu çalışmanın çoğu kısmında, Stone açıkça
ikisini ayırmaz. Sonuç olarak, sık sık kadın tanrılara erkek egemen zamanlarda
tapınılmasım daha önceki Tanrıça'yı temsil edenler bağlamında, yani Athena,
İştar veya Kibele (tümü savaşla ilişkilendirilen tanrılar) ile temel olarak yaşa
mın yeniden doğuşu ile özdeşleştirilen Paleolitiğin hamile "Venüs" figürleri ve
Çatal Höyüğün Büyük Ana Tanrıça'sı gibi tarihöncesinin Tanrıça'sı arasında
fark olmadan tartışılmasını buluruz.
Ruby Rohrlich Leavit, "Women in Transition: Crete and Sumer (Geçiş Döne
minde Kadınlar: Girit ve Sümer);' Becoming Visible içinde, Renate Bridenthal
ve Claudia Koonz, ed. (Boston: Houghton Mifflin, 1977), 55. Daha sonraki
dinlerin nasıl kadınları aşağı gördüğünü ve erkeklere tabi kıldığını yansıtan
ve sürdüren büyük sorunla ilgili akademik.makalelerin harika bir koleksiyo
nu için, bakınız Rosemary Radford Ruether, ed. Religion and Sexism; Images
of Women in Jewish and Christian Traditions (Din ve Cinsiyetçilik: Yahudi ve
Hıristiyan Geleneklerinde Kadın İmajları) (New York: Simon & Shuster,
1974). Bazı daha güncel çalışmalar şunlardır: Carol P. Christ ve Judith Plas
kow, ed. Womanspirit Rising (Yükselen Kadın Ruhu) (New York: Harper &
Row, 1979); Charlene Spretnak, ed. The Politics of Womens Sprituality (Kadın
ların Maneviyatının Politikası) (New York: Doubleday Anchor, 1982) ve Mary
Daly, Gyn-Ecology: The Metaethics of Radical Feminism (]in/Ekoloji: Radikal
Feminizmin Meta-Etiği) (Boston: Beacon Press, 1978). Aynı zamanda bakı
nız Riane Eisler, "Our Lost Heritage: New Facts on How God Became A Man
(Kayıp Mirasımız: Tanrı'nın Nasıl Erkek Olduğuna Dair Gerçekler)," The Hu
manist 45 (Mayı/Haziran 1985) : 26-28.
Raphael Patai, The Hebrew Goddess (İbrani Tanrıça'sı), (New York: Avon,
1978), 12-13. Kutsal Kitap'ta bile Süleyman'ın mabedinin Yehova dışındaki
tanrılara ve tanrıçalara tapınmak için de kullanıldığını okuruz.
Aynı eser, 48-50. Bütün verilere rağmen bu çalışma kadın merkezli dini mi
rasımızı rapor eder, Patai'ın yorumu genellikle tahakküm paradigması içinde
dir. Feminist bakış açısından farklı bir yaklaşım için, bakınız Carol P. Christ,
"Heretics and Ousiders: The Struggle over Female Power in Westem Religion
(Sapkınlar ve Dışarıdakiler: Batı Dininde Kadın Gücü üzerine Mücadele)," So
undings 6 1 (Sonbahar 1978) : 260-80.
Bakınız, örneğin, Yeremya 44: 17. Stone, When God Was a Woman, bu nokta
nın harika bir tartışmasını içerir. Aynı zamanda bakınız Elizabeth Gould Davis,
The First Sex (ilk Cinsiyet) (New York: Penguin Boks, 1971), Ortaçağa kadar
yalnızca kadınlar arasında değil, fakat erkekler arasında da Tanrıça tapınma
sının devasa gücünün ilginç bir dokümantasyonunu içerir. Örneğin, Davis,
Cyril'in İ.S. beşinci yüzyılda, bundan sonra Kilisenin onlara "Bakire Meryem'e
241
Riane Eisler
10.
1 1.
12.
242
Tanrı'nın annesi olarak tapınmaya" izin vermeye istekli olduğu zaman, Efes
halkının sokaklarda dans ettiğini okuduğumuz mektuplarından alıntı yapmak
tadır (s. 246).
İbranice tanrı kelimesi olan Elohim'in etimolojisinin ilginç bir analizi için, bakınız S. L. MacGregor Mathers, The Kabalah Unveiled (Açığa Çıkarılan Kabala)
(London: Routledge & Kegan Paul, 1957),June Singer, Androgeny'de tartışıl
mıştır (New York: Anchor Boks, 1977), 84. Mathers, yalnızca Elohim'in eril bir
sonu olan, tanrı için kullanılan dişil bir isim olduğuna işaret etmez, fakat İbra
nice kelime ruach'ın (Kutsal Ruh) dişil olduğunu, hochma (Erdem) kelimesi
nin de dişil olduğunu vurgular. Bunlar, Tanrıça'nın bütün antik unvanlarıdır.
Daha önceki mitlerin ve sembollerin nasıl "çalındığı ve tersine çevrildiği, sap
tırıldığı ve bozulduğunun" çok güçlü bir analizi için (s. 75), bakınız Daly, Gyn/
Ecology (]in/Ekoloji), özellikle bölüm 2. Bunun ve bu konudaki diğer analiz
lerin büyüleyici bir yönü, pek çok araştırmacının bağımsız rotalarının bugün
nasıl aynı temel içgörüye ulaştığıdır: Orwell'ın 1 984'teki "kehanetlerinin" ta
hakkümcü olarak başarılı şekilde yeniden oluşturma işi, "zaten olanların betim
lenmesidir:' Yalnızca gerçek tarihöncemiz-ve onunla birlikte Tanrıça-silinmiş
değildir; dilimizden cinsel yönden eşitlikçi sözcüklerin sansür edilmesiyle felce
uğrayan düşüncemiz "neyin sapkın olduğunun algısından çok sapkın düşün
ceyi izlemeyi" olanaksız kılmıştır. 1 984'te gibi, gereken kelimeler artık bulun
mamaktadır (Daly, Gyn{Ecology, 300-31 ; Orwell, 1 984, 252). Bir süre önce,
dini ve klasik mitleri feminist olmayan girişimler, bozulmuş şekilde, tahakküm
öncesi zamanlara uzanır, bakınız, örneğin, Robert Briffault, The Mothers (An
neler) (New York: Johnson Reprint, 1969); Jane Harrison, Prologemena to the
Study of Greek Religion (Grek Dininin İncelemesine Giriş) (London: Merlin
Press, 1903, 1962); M. Esther Harding, Womans Mysteries (New York: Put
nam, 197 1 ); Erich Neumann, The Great Mother (Büyük Anne) (Princeton, NJ:
Princeton University Press, 1955); Robert Graves, The White Goddess (Beyaz
Tanrıça) (New York: Vintage Boks, 1958); Helen Diner, Mothers and Amazons
(Arıneler ve Amazonlar) (New York: Julian Press, 1971); Frazer, The Golden
Bough (Altın Dal) (New York: Macmillan, 1922 ); J. J. Bachofen, Myth, Religion
and Mother Right (Mit, Din ve Anne Hakkı), çev. Ralph Manheim (Princeton,
NJ: Princeton University Press, 1861, 1967). Anne hakkı terimi, bazen farklı
şekilde kullanılmasına rağmen, basitçe babayarılı nesep yerine anayanlı nesep
sistemidir, başka bir ifadeyle, nesep, zamanımızdaki gibi, baba yerine anneden
izlenir.
Bakınız, örneğin, Yeşu 6:21; Yasalar 12:2-3. Yahudiler Hıristiyan geleneğinde
sık sık Tanrı'nın Oğlu'nu öldürmekle ve diğer "iğrençliklerle" suçlandığı için,
Avrupa tarihinin ço�nda bu durum onların infaz edilmesini ve öldürülmesini
_
Notlar
1 3.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
rasyonalize etmeye hizmet etmiştir. Söz konusu uygulamaların İbranilerin bu
luşu olmadığını fakat tahakküm toplumlarının karakteristik özelliği olduğunu
vurgulamak zorunludur. İçinde Yahudilerin ataerkillikle suçlanmaları şeklinde
ki yanlış anlaşılmaya dayalı iddiaları (veya imaları) konu alan iki önemli maka
le bulunan kaynak için, bakınız Judith Plaskow, "Blaming Jews for Inventing
Patriarchy (Yahudileri Ataerkilliği İcat Etmekle Suçlamak) ve Annette Daum,
"BlamingJews for the Death of the Goddess (Yahudileri Tanrıça'nın Ölümüyle
Suçlamak;' ikisi de Lilith içinde, 1980, no. 7: 1 1-13.
The Darthmouth Bible (Darthmouth Kutsal Kitap'ı) (Boston: Houghton Miff
lin, 1950), 146. Çoğu geleneksel kaynak gibi, Darthmouth Kutsal Kitap'ı ilk
kısmında Yahudi-Hıristiyan Kutsal Kitap'ı Eski Ahit'i çağrıştırır, ancak Yahudi
araştırmacılar Yahudiler için tek bir kutsal kitap olduğunu ve bu nedenle İbra
ni Kutsal Metinleri veya İbrani Kutsal Kitap'ı terimlerinin Eski Ahit'ten daha
uygun olacağını vurgularlar. Bu kitapta İbrani Kutsal Kitap'ı demeyi tercih ede
cektim. Fakat kısa süre sonra bunun büyük karışıklığa yol açacağı belirginlik
kazandı, çünkü sorduğum çoğu kişi bunun Kutsal Kitap'ın ilk kısmı değil de,
Gizli Yazılar veya yeni bulunan İbrani parşömenleri (Ölü Deniz Parşömenleri
gibi) anlamına geldiğini sandı.
Bakınız, örneğin, Sayılar 3 1 : 18
Mısırdan Çıkış 2 1 : 7.
Sayılar 3 1 : 9, 17, 18.
Hakimler 19: 24. Bu okuyucular, Kutsal Kitap araştırmacıları, uzun süre er
keğin kadına insanlık dışı davranışıyla ilgili böyle pasajların önde gelen para
digmanın gücünün korkutucu kanıtı olduğunu sakince göz ardı etmişlerdir.
Bugün Kutsal Kitap araştırmacılarının yeni dalgası, bağımsız olarak böyle pa
sajları yeniden değerlendiriyor ve bağımsız olarak aynı sonuçlara ulaşıyor ki
(bakınız, örneğin, Mary Daly, Beyond God Father (Tanrı Babanın Ötesi) [Bos
ton: Beacon, 1973 J ), bu, ortaklık dünya görüşünün çağdaş yeniden dirilişinin
gücünün içten bir kanıtıdır. Bu konuya tekrar döneceğim.
Hakimler 19: 25-28.
Yaradılış 19.
Levililer 12: 6-7.
Neumann, The Great Mother, 3 13.
Ayru eser, 312.
New Catholic Encyclopedia (Yeni Katolik Ansiklopedisi), cilt. 2, 5: Hastings
Encyclopedia ofReligion and Ethics (Hastings Din ve Ahlak Ansiklopedisi), cilt 1.
Bakınız, örneğin,Joseph Campbell, The Mythic Image (Efsanevi İmaj) (Prince
ton, NJ: Princeton University Press, 1974), 59-64.
Daly, Gyn/Ecology, 17- 18, 39. Bir teolog olan Daly kızgınlıkla yalnızca hayat
243
Riane Eisler
ağacının "ölü bir ağaç üzerinde asılı ölü bir vücudun nekrofıl sembolü" ile yer
değiştirmediğini, aynı zamanda "ataerkilliğin" kendisinin bütün gezegende
önde gelen din olduğunu ve hayati mesajının nekrofıü olduğunu" yazmaktadır.
8.
Bölüm: Tarihin Diğer Yarısı: 1. Kısım
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
1 1.
12.
Gilani için tercih edilen telaffuz, gi-lan-ee'dir. G gift'teki gibi serttir. Vurgu ilk
hecededir. Gylany kelimesi, bütün olarak progeny kelimesiyle aynı hece vurgu
suna ve ritme sahiptir:
Jane Harrison, Prologemena to the Study of Greek Religion (Grek Dininin İncele
mesine Giriş) (London: Merün Press, 1903, 1962), 646.
Jacquetta Hawkes, Dawn ofthe Gods: Minoan and Mycenaean Origins of Greece
(Tanrıların Şafağı: Yunanistan'ın Minos ve Miken Kökenleri) (New York: Ran
dom House, 1968), 26 1 .
Eshilos'un Oresteia gibi daha sonraki Grek oyunları bunu doğrular, burada
Cyltemnestra gibi kraliçeler açıkça görevdedir ve kocalara eşler olarak gönder
me yapılır.
Hesiod, Works and Days (işler ve Günler),John Mansley Robinson'ınAn Intro
duction to Early Greek Philosophy (Erken Dönem Grek Felsefesine Giriş) için
den alıntılanan (Boston: Mifflin, 1968), 4
Heracütus, Edward Hussey'den alıntılanan, The Pre-Socratics (Ön Sokratesçi
ler) (New York: Scribner, 1972), 49.
Hesiod, Robinson'dan alıntılanan, Early Greek Philosophy, 5.
J. V. Luce, The End ofAtlantis (Atlantis'in Sonu) (London: Thames & Hudson,
1968), 1 58.
Aynı eser, 1 59.
Aynı eser.
Örneğin, Anaksimandros (i.ö. yaklaşık 6 12'de doğan) bazı ana yönleriyle
Darwin'in evrim teorisinin habercisidir. Ona göre insan hayatı; kökleri olan
insan prototiplerinin başlangıçta balığa benzer yaratıklar olarak yaratıldığı, ol
gunluğa ulaşmaları üzerine suyu terk ettikleri, balığa benzer yapılarından sıy
rıldıkları ve insan biçiminde ortaya çıktıkları bir sürece dayanır. Bu düşünceler
Anaksimandros'in insan embriyonunun gelişimine ait bazı şeyleri bilmiş ola
bileceğini düşündürmektedir (Hussey, The Pre-Socratics, 26; Robinson, Early
Greek Philosophy, 33-34).
Robinson, Early Greek Philosophy, 46.
Ç. N.: lngilizce'deki kelimelerin telaffuz, hece vurgusu ve ritmleri Türkçe'dekinden farklıdır. Bundan dolayı
lngilizce özgün kelime baz alınmışhr.
•
244
Notlar
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
Hussey, The Pre-Socratics, 14.
Aynı eser, 13.
Aynı eser.
Daha önce vurgulandığı gibi, Nicolas Platon ve Jacquetta Hawkes gibi araştır
macılar Grek medeniyetinin Girit'ten gelen köklerini yazmıştır. Platon'un yaz
dığına göre, "Böyle dinamik insanların ürettiği parlak medeniyet iz bırakmadan
kaybolamazdı (Nicolas Platon, Crete (Girit) [ Geneva: Nagel Publishers, 1966]
69). Calophon'lu Ksenofanes, Samos'lu Pytagoras ve Miletus'lu Thales, Anak
simandros ve Anaximanes gibi önde gelen Sokrates öncesi filozof-bilimcilerin,
Grek Karanlık Çağında yeni bir dönem açan Dor istilasına kadar tahrip edil
memiş doğu Akdeniz'deki adalarda ve güney Anadolu sahilinde, binlerce yıldır
Tanrıça'ya tapman kültürlerin sitelerinde yaşaması da anlamlıdır.
Her şeyin androkratik teolojik ve bilimsel teorilerdeki gibi sınıflanmış değil de
birbiriyle bağlantılı ve birbirine bağlı olduğu birleşik ve arasında ilgili evren
düşüncesi (daha önce Tanrıça ile Anne ve Her Şeyi Bahşeden olarak sembo
lize edilen) Anaxagoras'ın bazı ifadelerinde geçer. Şöyle yazar: "Her şey, bir
dünya düzeninde şeyler, birbirinden ayrı veya bir baltayla kesilmiş gibi kopuk
değildir. Ne sıcaktan soğuk ne de soğuktan sıcaktır." Robinson'dan Early Greek
Philosophy (Erken Dönem Grek Felsefesine Giriş) içinde alıntılanan, 177-8 1.
Hussey, The Pre-Socratics, 17.
Aynı eser, 19.
Bakınız, örneğin, Robinson, Early Greek Philosophy, 34, 35, 89, 94, 137, 168.
Marija Gimbutas, Goddesses and Gods of Old Europe, 7000-3500 B.C. (Eski
Avrupa'nın Tanrıça ve Tanrıları, İ.Ö. 7000-3500) (Berkeley and Los Angelos:
University of California Press, 1982), 102, 196.
Aynı eser, 198.
Erich Neumann, The Great Mother (Büyük Anne) (Princeton, NJ: Princeton
University Press, 1955), 275.
Hussey, The Pre-Socratics, 14.
Robinson, Early Greek Philosophy, 70.
Aynı yapıt, 80.
Harrison, Aristeoxenus'u Pytogoras'ın etiği Themistocleia'dan öğrendiği bilgi
sinin kaynağı olarak alıntılar (Prolegomena, 646). Hawkes, Orphism'in reform
cusu olarak Pytogoras'ın "güçlü bir feminizmi" benimsediğini yazar:' (Dawn of
Gods, 283).
Harrison, Prolegomena, 647.
Aynı eser; Hawkes, Dawn of Gods, 284.
Harrison, Prolegomena, 647.
Platon, Republic (Devlet), kitap 4.
24 5
Riane Eisler
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
246
Aynı zamanda bakınız Demeter'in tahta çıkarıldığı ve büyük yılanının etrafın
da dolanırken okşandığı kabul törenlerini gösteren bir kül kabının üzerindeki
illüstrasyonlar. Demeter'in solunda diğer bir kadın figürü, kızı ve ikizi Tanrıça,
Persephone durmaktadır. (Harrison, Prolegomena, 546). Elusia Gizemlerinin
yeni ve büyüleyici bir incelemesi için, bakınız Keller, "The Mysteries of De
meter and Persephone, Ancient Greek Goddesses of Fertility, Sexuality and
Rebirth (Antik Grek Doğurganlık, Cinsellik ve Yeniden Doğuş Tanrıçaları
Demeter ve Persephone'un Gizemleri)" (yayımlanmamış taslak). Keller'ın
işaret ettiği gibi, Elusia Gizemleri antik Tanrıça tapınmalarının pek çok unsu
runu muhafaza etmiştir. Şöyle yazmaktadır: "Demeter ve Persephone ayinleri
gelmiş geçmiş en gizemli hayat tecrübelerinden-doğum, cinsellik, ölüm ve en
büyük gizem olan sonsuz aşktan-söz eder. Bu Gizem dininde, antik Akdeniz ül
kesinin insanları neşelerini tabiatın güzelliği ve bolluğu içerisinde açıklamışlar
dır. Bunlar içinde, ürünlerin ihtiyatlı hasadı; kişisel aşkta cinsellik ve üreme ve
insan ruhunun yeniden doğuşu, ayrıca çile ve ölüm bulunur. Cicero bu ayinleri
şöyle yazmıştır: 'Yalnızca neşe içinde yaşamanın nedenini değil, fakat daha iyi
ümitlerle ölmenin nedeni de bilmekteyiz:"
Augustine, Harrison'dan alıntılandı, Prolegomena, 261.
Hawkes, Dawn of the Gods, 286.
Elise Boulding, The Underside of History (Tarihin Arka Yüzü) (Boulder, CO:
Westview Press, 1976), 260-62. Feminist fılozof Mara Keller'ın vurguladığı
gibi, Aspasia'nın Tanrıça'nın hala birincil olduğu ve kadınların büyük ölçüde
bağımsız olduğu Anadolu'dan gelmiş görünmesi önemlidir (Mara Keller ile
özel iletişim, 1986). Aspasia, Atina'ya İ.Ö. yaklaşık 450'de gelmiş ve kadınlar
için bir okul açarak aynı zamanda orada çok ders vermiştir. Derslerine Sokra
tes, Pericles ve diğer ünlü adamlar katılmıştır (Will Durant, The Life of Greece
(Yunanistan'da Hayat) [New York: Simon & Schuster, 1939] ), 253.
Harrison, Prolegomena, 646.
Mary, Beard, Woman as a Force in History (Tarihte Bir Kuvvet Olarak Kadın)
(New York: McMillan, 1946), 326.
Sappho: Lyrics in the Original Greek (Sappho: Özgün Grekçe Şarkı Sözleri), çev.
Willis Barnstone (New York: Anchor, 1965). Sappho'nun eserlerinin çoğu,
mutassıp Hıristiyanlarca diğer "pagan" yazılarla birlikte yakıldı. Fakat Keller'ın
sorduğu üzere, niçin (savaşı öven) Homeros canını bağışladı ve Sappho gibi
(aşkı öven) kadınların eserleri yok edildi? Platon'un onuncu ilham perisi diye
söz ettiği Sappho ile ilgili tartışmalar için, bakınız, örneğin, Hawkes, Dawn of
the Gods, 286; Boulding, Underside ofHistory, 260-63.
Boulding, Underside ofHistory, 262-63.
Örnekler, Aristofanes'in The Women at Demeter's Festivals (Demeter'in Bay-
Notlar
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
ramlarında Kadınlar) ve The Women in Politics (Siyasetteki Kadınlar) eserlerin
den alınmadır.
Robinson, Early Greek Philosophy, 269-70.
Aynı eser, 286, 285.
Thucydides, History ofPeloponnesian War (Peloponez Savaşının Tarihi), 267.
Robinson, Early Greek Philosophy, 287.
Aristoteles, Politics (Politika).
Genesis (Yaradılış), 1 -3.
Fritjof Capra, The Turning Point: Science, Society and Rising Culture (Dönüm
Noktası: Bilim, Toplum ve Yükselen Kültür) (New York: Sirnon & Schuster,
1 982) , 282.
9. Bölüm: Tarihin Diğer Yarısı: il. Kısım
1.
2.
3.
4.
5.
Leonard Swindler, "Jesus was a Feminist (Hz. İsa Bir Feministti)," The Catholic
World, Ocak 1971, 177-83.
Bakınız, örneğin, Yuhanna 20: 1 - 18.
Profesör S. Scott Barthcy ile görüşme, "Tracing the Roots of Christianity (Hı
ristiyanlığı Köklerini İzlemek) içinde;' The UCLA Monthly 1 1 (Kasım-Aralık
1980) : 5.
Bakınız, örneğin, Elisabeth Schussler Fiorenza, "Women in the Early Christian
Movement (Erken Dönem Hıristiyan Hareketinde Kadınlar);' Carol Christ ve
Judith Plaskow içinde, ed. Womanspirit Rising: A Feminist Reader in Religion
(Yükselen Kadın: Ruhu: Din Hakkında Feminist Koleksiyon) (San Francisco:
Harper & Row, 1979 ), 91-92; Elise Boulding, The Underside ofHistory (Tarihin
Altında Kalanlar) (Boulder, CO: Westview Press, 1976 ) , 359-60. Fiorenza'nın
In Memory ofHer (Onun Anısına) adlı eseri, feminist bakış açısından Yeni Ahit
araştırmacılığının önemli bir çalışmasıdır.
James Robinson, ed., The Nag Hammadi Library (Nag Hammadi Kütüphanesi)
(New York: Harper & Row, 1977 ) . Bu, hiçbir şekilde antik Hıristiyan İncilleri
androkratik dokümanlar değildir anlamına gelmez. Bunun ne dereceye kadar
yapılan çeşitli çevirilerin fonksiyonu olduğuna hükmetmek zordur. Örneğin,
son çeviri, Koptça'dan İngilizce'ye, Antikite ve Hıristiyanlık Enstitüsünün
Kopt Dili Gnostik Kütüphanesi Projesinin bir eseriydi. Fakat dilin önde gelen
imgelemi, açıkça bunların tanrının erkek ve erkekçe kavramsallaştırmaları za
ten baskın olduğu bir zamanda yazılan dokümanlar olduğunu gösterir. Ancak,
aynı zamanda bu İncillerin temel sapkınlıklarından birinin, onların bir kısnu
nın androkrasi öncesine bir dönüş olduğu şüphesizdir. Söz konusu dönemde
247
Riane Eisler
6.
7.
8.
9.
10.
1 1.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
evreni yöneten güçler, Anne'nin yaratıcı güçlerine ve erdemine göndermelerle
kadın formundadır. (Bakınız, örneğin, Thomas İncili, 129; Philip İncili, 13642; The Hypotasis ofArchons, The Sophia of]esus Christ (Hükümdar Hz. İsa'nın
Hayatı, Hz. İsa'nın Erdemi), 206; The Thunder, Perfect Mind (Gök Gürlemesi,
Mükemmel Akıl), 271; The Second Treatise of Great Seth (Büyük Şit'in İkinci
Eseri), 330). Belki (çeşitli felsefi ve dini geleneklerden gelen) bütün bu farklı
İnciller arasında geçen önemli sapkınlık, sınıflamanın Tanrı tarafından emre
dilen bir özellik olduğuna meydan okumalarıdır. Tanrısal gücün kadın olarak
sembolize edilmesi ve Mecdeli Meryem'e Hz. İsa'nın sevdiği ve güvendiği ar
kadaşı şeklinde göndermeler gibi gilanik motiflerin bile ötesinde olan, burada
gnosis veya bilgi düşüncesinin açık projeksiyonunu bulmamız gerçeğinin yal
nızca kilise hiyerarşisi yoluyla-İnciller, piskoposlar ve rahipler yoluyla-ulaşıla
bilir olmasıdır ki, bu hala ortodoks Hıristiyanlığın ayırıcı özelliğidir.
Elaine Pagels, The Gnostic Gospels ( Gnostik İnciller) (New York: Random Ho
use, 1979), xix.
Aynı eser, xix. Konstantin'in İ.S. 3 13'teki Milano Emirnamesinin Hıristiyan Ki
lisesi ile Roma yönetici sınıflarıyla ittifakının başlangıcına işaret ettiğine dikkat
ediniz.
Helmut Koester, "Introduction to the Gospel ofThomas (Thomas İnciline Gi
riş);' The Nag Hammadi Library, 1 17.
Markos 16: 9-20; Robinson, ed. Nag Hammadi Library, 471-74; Pagels, The
Gnostic Gospels ( Gnostik İnciller) 1 1 1 .
Robinson, ed. Nag Hammadi Library, 43, 138. Bu pasajların harika bir analizi
için, bakınız Pagels, The Gnostic Gospels ( Gnostik İnciller), bölüm 1.
Bakınız Pagels, The Gnostic Gospels (Gnostik İnciller), 1 1- 14.
Aynı eser, 14. Resmi Hıristiyan metinlerinin bazıları hala bu gilanik mesajın iz
lerini taşıyor. Bakınız, örneğin, Yuhanna 8:32: "Gerçeği bileceksiniz ve gerçek
sizi özgür kılacak.'"
Aynı eser, bölüm 3.
Aynı eser, xvü, 41.
Aynı eser, 41-42, vurgu orijinaldir.
Aynı eser, 42-43.
Aynı eser, 42.
Aynı eser, 54.
Robinson, ed. Nag Hammadi Library, 461-62.
Pagels, The Gnostic Gospels (Gnostik İnciller), 52.
Aynı eser, 56-57.
• ç. N.: Türkçe çeviri, Kutsal Kitap Yeni Çeviri, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2001, s. 1 347'den aynen alıntılan
mıştır.
248
Notlar
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
Aynı eser, 52-53.
Aynı eser, 49.
Aynı eser, bölüm 3; bakınız özelükle s. 50 ve onu izleyenler.
Aynı eser, 52-53.
Profesör S. Scott Barthcy ile görüşme, "Tracing the Roots of Christianity (Hı
ristiyanlığı Köklerini İzlemek);' 5.
Ilya Prigogine ve Isabel Stengers, Order out of Chaos (New York: Bantam,
1984), özelükle bölümler 5, 6.
Constance Parvey, "The Theology and Leadership ofWomen in the New Tes
tament (Yeni Ahit'te Kadınların Teolojisi ve Liderliği)," Rosemary Radford
Ruether içinde, ed. Religion and Sexism: Images of Women in Jewish and Chris
tian Traditions (Din ve Cinsiyetçilik: Yahudi ve Hıristiyan Geleneklerinde Ka
dınların İmajları) (New York: Simon & Schuster, 197 4), 1 18.
Pagels, The Gnostic Gospels (Gnostik İnciller), 63.
Abba Eban, My People: The Story of the Jews (Benim Halkım: Yahudilerin
Hikayesi) (New York: Random House, 1968).
Pagels, Th e Gnostic Gospels (Gnostik İnciller), 63.
Aynı eser, s. 49.
Aynı eser, xvüi.
Bakınız, örneğin, New Columbia Encyclopedia (New York: Columbia Univer
sity Press, 1975), 634; H. G. Wells, The Outline ofHistory (Tarih Taslağı) (New
York: Garden City Publishing, 1920), 520; Elizabeth Gould Davis, The First
Sex (nk Cinsiyet) (New York: Penguin Books, 1971 ), 234, 237; Hendrik Van
Loon, The Story of Mankind (İnsanlığın Hikayesi) (New York: Boni & Live
right, 192 1), 135.
Bakınız, örneğin, Wells, Outline of History (Tarih Taslağı), 522-26; Davis, The
First Sex (ilk Cinsiyet), bölüm 14; G. Rattray Taylor, Sex in History (Tarihte
Cinsiyet) (New York: Ballantine, 1954).
Pagels, The Gnostic Gospels (Gnostik İnciller), 69.
Aynı eser, 57, vurgu eklenmiştir.
Bakınız, örneğin, New Columbia Encyclopedia, 61; Davis, The First Sex (İlk Cinsiyet), 420.
New Columbia Encyclopedia, 705, 1302; The First Sex (ilk Cinsiyet), 420.
Pagels, The Gnostic Gospels (Gnostik İnciller), 68.
Will Durant ve Ariel Durant, The History of Civilization (Medeniyet Tarihi)
(New York: Simon & Schuster), cilt 4, the Age ofPaith (Fetih Çağı), 843.
249
Riane Eisler
1 0. Bölüm:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
250
Geçmişin Modelleri: Gilani ve Tarih
Ilya Prigogine ve lsabel Stengers, Order out of Chaos (Kaostan Düzene) (New
York: Bantam, 1984); Edward Lorenz, "lrregularity: A Fundemental Property
of the Atmosphere (Düzensizlik: Atmosferin Temel Bir Özelliği," Tellus, 1984,
no. 36A: 98-1 10; Ralph Abraham ve Christopher Shaw, Dynamics: The Geo
metry of Behavior (Dinamikler: Davranışların Geometrisi) (Santa Cruz, CA:
Aerial Press, 1984).
Prigogine ve Stengers, Order out of Chaos, 169-70.
Abraham ve Shaw, Dynamics: The Geometry ofBehavior.
Aynı eser.
Prigogine ve Stengers, Order out of Chaos, 189-90.
Aynı eser. Alıntılar (sırayla) 187, 176-177.
Tarih ve ekonominin çevrimsel teorileri için, bakınız, örneğin, Walter Kauf
man, Hegel:A Reinterpretation (Hegel: Bir Yeniden Yorum) (Garden City, NY:
Doubleday, 1965); Oswald Spengler, The Decline of the West (Batının Çökü
şü) (New York: Knopf, 1 926-1928); Pitirim Sorokin, The Crisis of Our Time
(Zamanımızın Krizi) (New York: Dutton, 1941); R. Hamil, "Is the Wave of
the Future a Kondratieff (Gelecek Dalgası Bir Dalgalanma mı?)" The Futurist,
Ekim 1979; Arthur Schlesinger, Sr., The Tides of Politics (Siyasetin Gelgitleri)
(Boston: Houghton Mifflin, 1964); David Loye, The Leadership Passion (Li
derlik Tutkusu) (San Francisco; Jossey-Bass, 1977).
Henry Adams, The Education ofHenry Adams (Henry Adams'ın Eğitimi) (New
York: Houghton Mifflin, 1918), 441-42.
Aynı eser, 388. Adams'ın "kadınca" olana verdiği yüksek değeri vurgulayan
ilginç bir yorum için, bakınız Lewis Mumford, ''.Apology to Henry Adams
(Henry Adams'a Özür)," Interpretation and Forecasts: 1 922-1 977 içinde (New
York: Harcourt Brace Jovanovich, 1973 ), 363-65.
G. Rattray Taylor, Sex in History (Tarihte Cinsiyet) (New York: Ballantine,
1954).
Bakınız, örneğin, Wilhelm Reich, The Mass Psychology of Fascism (Faşizmin
Kitle Psikolojisi) (New York: Farrar, Straus, Giroux, 1980 ).
Taylor, Sex in History, bölüm 5.
Aynı eser, bakınız özellikle Patrist/ Matrist Karşılaştırma tablosu, s. 8 1 .
Zamanının mükemmel bir biyografisi ve tarihi için, bakınız Marion Mea
de, Eleanor of Aquitaine (Aquitaine'li Eleanor) (New York: Hawthorn Boks,
1977). Aynı zamanda bakınız Robert Briffault, The Trouboadors (Aşıklar) (Blo
omington, iN: Indiana University Press, 1965).
Taylor, Sex in History, 84.
Notlar
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
Aynı eser, 91.
Aynı eser, 85.
Heinrich Kramer ve James Sprenger, Malleus Maleficarum, çev. Montague
Summers (London: Pushkin Press, 1928), orijinal şekli 1490'da papanın ona
yıyla cadı avları için Engizisyonculara elkitabı olarak yayımlandı.
Gregory Zilboorg, Barbara Ehrenreich ve Dierdre English'ta alıntılandı, Witc
hes, Midwives and Nurses: A History of Women Healers (Cadılar, Ebeler ve Hem
şireler: Kadın Şifacıların Tarihi) (Old Westbury, NY: Feminist Press, 1973), 7.
Aynı eser.
Aynı eser, 10. Bu konuyu mükemmel olarak ele alan kaynak için, aynı zaman
da bakınız Wendy Faulkner, "Medical Technology and the Right to Heal (Tıp
Teknolojisi ve Tedavi Etme Hakkı)," Wendy Faulkner ve Erik Arnold, ed. Smot
hered by Invention: Technology in Women'.s Lives (icatla Boğulan: Kadınların Ha
yatında Teknoloji) (London: Pluto Press, 1985). Sağlam belgelere dayanan
bu kitap, araştırmaların Kilisenin kendisi tarafından uygun görülen (kadınlara
yasak olan) üniversitelerde doktorları eğitme işine girerken, geleneksel şifa
cıların (şimdi "büyülü güçlere" sahip olmakla suçlanan bilge kadınların veya
"cadıların") ilk önce yetkilerinin ellerinden alınması ve sonra yok edilmeleri
gerektiğini gösterdiğini rapor etmektedir. Aynı zamanda emredilen, bu "cadı
davalarına" doktorların müdahil olarak kişinin sağlık durumunun (iyi veya
kötü) doğal sebeplere mi büyücülüğe mi dayandığına karar vermeleriydi. Kili
se yalnızca kadınlara (hem okuryazar olanlara hem de köylü şifacılara) zorluk
çektirmede başarılı değildi, aynı zamanda bu kadınların pek çoğunun asırlık
çarelerini-örneğin Kilse tarafından eğitilen tıp adamlarının zararlı bulduğu açık
hava ve banyolar-geçersiz kılmayı başarmıştı. Onun yerine böyle "kahramanca
çarelerin" yerine kan akıtmak için kesikler, sülük uygulamaları ve zehirle kus
malar ikame edildi. Bu "tedaviler" hala on dokuzuncu yüzyıla kadar tıp adam
larınca sık sık kullanılıyordu.
Malleus Maleficarum'daki merkezi bir tema, şeytanın Cennet Bahçesinde yap
tığı gibi kadın aracılığıyla hareket ettiğidir. "Bütün cadılık kadının doyumsuz
olduğu hayvani şehvetten gelir;' diye buyruldu ve devam edildi, bu sebeple
"her kim merak ederse cadılık sapkınlığı bulaşmış erkekten çok kadın vardır...
Ve kutsanmış En Büyük Olan şu ana kadar erkek cinsini bu kadar büyük suç
tan korumuştur" (Ehrenreich ve English'ten alıntılandı, Witches, Midwives and
Nurses, 10). "Cadılığın" kısmen Hıristiyanlık öncesi dinin yeniden varlık bu
luşunu temsil ettiği görüşünü ilk ortaya atan yapıt, Margaret Alice Murray'nin
The Witch-Cult in Western Europe (Batı Avrupa'da Cadı Kültü) adlı kitabıdır
(London: Oxford University Press, 1921 ). Şimdi daha yaygın olarak kabul edi
len bu analiz, aynı zamanda kısmen Jules Michelet'ın Satanism and Witchcraft
25 1
Riane Eisler
23.
24.
25.
26.
27.
28.
252
(Satanizm ve Cadılık) kitabının (New York: Citadel Press, 1970) altını çizer.
Kadınların bastırılmasına yönelik tedbirler olarak cadıların infazı üzerine diğer
daha çağdaş feminist yazılar için, bakınız, Elizabeth Gould Davis, The First Sex
(ilk Cinsiyet) (New York: Penguin Boks, 1971), bölüm 18; Mary Daly Gyn/
Ecology: The Metaethics ofRadical Feminism (]in/Ekoloji: Radikal Feminizmin
Meta-Etiği (Boston: Beacon Press, 1978). Cadıların doğa dinini (Wicca) ve
şifa bulma ve ebelikteki becerilerini yeniden yorumlayan bazı eserler için, bakı
nız Starhawk, Dreaming the Dark: Magic, Sex, and Politics (Karanlığı Düşlemek:
Sihir, Seks ve Politika) (Boston: Beacon, 1982); Margot Adler, Drawing Down
the Moon: Witches, Druids, Goddess Worshippers and Other Pagans in America
Today (Aya Doğru Bakmak: Bugün Amerika'da Cadılar, Kelt Dini Mensupları,
Tanrıça'ya Tapınanlar ve Diğer Paganlar) (Boston: Beacon, 1981); Starhawk,
The Spiral Dance (Helezoni Dans) (New York: Harper & Row, 1979).
Taylor, Sex in History, 77.
Aynı eser, 126.
Aynı yapıt, 99- 103. Kadınları eşit insanlar olarak gördükleri için, cinsler arasın
da arkadaşlık veya cinsel olmayan bağlanma bir Katarizm prensibiydi. İronik
bir sonuç şuydu ki, "masum aşk" veya "agape" resmi Kilise tarafından şiddetle
kınanmıştı. Hz. İsa'nın doktrinlerini, kendi kiliseleri Aşk Kilisesi diye adlan
dırarak izleyen bu "sapkınları" yalnızca insan ırkını üremeden kaçınarak yok
etmekle istemekle değil, fakat tüm cinsel sapıklıklarla suçladılar.
Aynı eser, 125.
Aynı eser, 1 5 1 .
Feminist araştırmacılar arasında Joan Kelly-Gadol'un makalesinin kadınların
bir Rönesans bile yaşayıp yaşamadığını sorusu üzerine süren bir tartışma vardır
(Kelly-Gadol, "Did Women Have a Renaissance? (Kadınlar Bir Rönesans Yaşa
dı mı?)" Becoming Visible içinde, Renate Bridenthal ve Claudia Koonz, Editör
ler [Boston: Houghton Mifflin, 1977] ). Eski Burckhardt-Beard ekolü İtalyan
Rönesans'ı boyunca kadınlar için ilerlemeler görmüştür (Mary Beard, Woman
as a Force in History, (NewYork: MacMillan, 1946), 272). Ruth Kelso ve Kelly
Gadol şimdi kadınların gerçekten geri çekildiğini ve feodal dönem boyunca
daha iyi durumda olduğunu savunmaktadır. Elbette feodal yönetici sınıflardan
bazı kadınların, özellikle Aquitaine'li Eleanor ve kızı Champagne'lı Marie'nin,
bir miktar bağımsızlığı vardı (her ne kadar Eleanor kocası tarafından yıllarca
hapsedildiyse de) ve kadınların aşağılanması yerine kadınlara saygı duyulması
gerektiği şeklindeki aşık idealinin geliştirilmesi ve popülerleştirilmesi konu
sunda büyük etkileri oldu. Fakat E. William Monter ve diğerlerinin işaret ettiği
gibi, kadınların Ortaçağ boyunca gerçekten gerçek sosyal ve kanuni kazanımla
rının olup olmadığı hakkında büyük bir görüş ayrılığı vardır (bakınız, özellikle,
Notlar
29.
E. William Monter, "The Pedestal and the Stake (Temel ve Direk)," Bridenthal
ve Koonz içinde, Becoming Visible, 125). Benzer şekilde, İtalyan Rönesans'ı
boyunca, Castiglione gibi kural koyucu yazarların, kadınların yalnızca ev içi
rolü olduğunu şeklindeki burjuva düşüncesinin tersine, kadınlar için eşit eği
timi desteklemesine ve en azından cinsel çifte standardı tartışmasına rağmen,
Kelly-Gadol'un işaret ettiği gibi, Rönesans kadını siyasi ve ekonomik olarak
bağımsız bir eyleyici değildi. Bunun Caterine Sforza gibi birkaç çarpıcı istisnası
vardır. Başka bir ifadeyle, hiçbir dönemde kadınların erkeklere tabi konumun
da temel bir değişiklik bulamayız. Bunun yerine gördüğümüz hem feodal aşık
hem de İtalyan Rönesans dönemlerinde daha "kadınca" insani değerlerin ön
plana çıkma mücadelesidir. Aynı zamanda, kadınlar için genişleyen bazı hak
lar ve seçenekler-veya en azından erkeklere boyun eğmelerine bazı doğrudan
meydan okumalar (kadınların cinsel köleliğine ve onlara iftiralara karşı olduğu
gibi)-görürüz. Aşıkların kadınları idealize etmesi ve onların cinsel bağımsızlı
ğını kutlaması ve Rönesans'ın kadınlar için eşit eğitim ideali örneklerdir. Fakat
sonunda, gördüğümüz, ister feodal ister devletçi olsun, ister on üçüncü yüzyıl
ister on beşinci yüzyıl olsun siperler ile korunan androkratik düzeni devirmek
üzere gilanik saldırının başarısızlığıdır. Aynı zamanda gördüğümüz şudur ki,
bu süren ve dönem dönem alevlenen gilanik-androkratik çatışma zamanımızda
hala devam etmektedir.
Taylor, Sex in History, 126. Androkratik kontrollerin yeniden vahşi şekilde
empoze edilmesi, androkrasinin kilit noktası olan erkek egemen/bastırılmış
kadın insan ilişkileri modelinde herhangi bir temel değişikliğe göre, tarihsel
olarak özellikle önemli olmuştur. Başka bir ifadeyle, kadınların statüsünü (ve
onlarla birlikte, "kadınca" değerleri) yükseltmek için tüm tarihsel girişimlerin
eğer sistemin androkratik karakteri ayakta tutulacaksa yalnızca bu kadar, ama
daha fazla değil, ileri gitmesine izin verilebilirdi. Böylelikle, kadınların ikincil
konumundaki temel bir değişiklik ne pahasına olursa olsun önlenmeliydi. Bu
demek değildir ki, androkratik direniş, gilanik uyanışın herhangi bir dönemi
nin başlangıcından beri ayakta değildi. Kesinlikle öyleydi. Fakat daha gilanik
ve daha androkratik dönemler arasındaki değişimde tekrar tekrar gördüğümüz,
gilanik yeniden uyanışın nasıl çok arttığı, böylece aynı zamanda, en azından bir
süre için, daha da baskıcı androkratik kontrollerin döneminin sonucu olarak
androkratik direnişin arttığıdır. Örneğin, kilise babalarının mutlak kontrolüne
karşı isyanıyla ve kadınlarla erkekler arasındaki cinsel ilişkilerin rahip bekareti
idealinin bir süre kadınların durumunda bazı iyileştirmeler vaat ediyor görün
mesi yoluyla aşağılanmasına karşı isyanıyla Protestan Reformu. Gerçekten de,
Reformun öncüleri olan bazı ilerici Katolik hümanistler, örneğin Erasmus ve
Thomas More, kadınların eğitimini desteklediler ve "Hz. İsa'nın doktrininin
253
Riane Eisler
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
254
yaşı, cinsiyeti, hayattaki hiçbir şansı veya konumu bir kenara atmadığını" öğret
tiler (Paraclesis'teki Erasmus). Üstelik, ilerleyen sanayi devriminin teknolojik
değişimleri, kurumlardaki ve rollerdeki temel değişiklikler mümkün olduğu
zaman, bunu sosyal ve ekonomik başkaldırı çağı haline getirdi. Ancak sonunda
kadınların boyun eğmesinde veya Hıristiyanlığın bu yeni kurumsallaşmasının
temel hiyerarşik karakterinde gerçek bir değişiklik yoktu. Püritenizm aslında
cezalandırıcı bir androkratik kontroller dönemini başlattı. (Reformun kadın
lara odaklanan ilginç bir özeti için, bakınız Sherrin Marshall Wyntje'nin "Wo
men in Reformation Era (Reform Çağında Kadınlar)," Bridenthal ve Koonz
içinde, Becoming Visible).
David Winter, The Power Motive (Güç Güdüsü) (New York: Free Press, 1973 ).
Aynı eser, 172.
Aynı eser.
Aynı eser, bölümler 6. 7.
Kate Millet, Sexual Politics (Cinsel Politika) (New York: Doubleday, 1970);
Millet, "The Hard and the Sofi (Sert ve Yumuşak)," Masculine/Feminine içinde,
Betty Roszak ve Theodore Roszak, ed. (New York: Harper Colophon, 1969).
Millet, Sexual Politics.
Millet, "The Hard and the Sofi."
Aynı eser, 90.
Aynı eser, bakınız özellikle s. 102.
Aynı eser. İlk iki alıntı sayfa 92'den ve üçüncüsü sayfa 91 'dendir.
David Mclelland, Power: The Inner Experience (Güç: İç Deneyim) (New York:
Irvington, 1975).
Aynı eser, 340.
Aynı eser, 324.
Aynı eser, 320-21 .
Aynı eser.
Ayın eser, 319.
Jessie Bernard, The Female World (New York: Free Press, 198 1 ); Carol Gilligan,
In a Different Voice (Farklı Bir Sesle) (Cambridge: Harvard University Press,
1982); Jean Baker Miller, Toward a New Psychology of Women (Yeni Bir Kadın
lar Psikolojisine Doğru) (Boston: Beacon Press, 1976).
Miller, Toward a New Psychology of Women (Yeni Bir Kadınlar Psikolojisine
Doğru); Women and Power (Kadın ve Güç).
Bernard, The Female World.
Gilligan, In a Different Voice.
Lynn White, Jr., Medieaval Technology and Social Change ( Ortaçağ Teknolojisi
ve Sosyal Değişim) (NewYork: Oxford University Press, 1962), s. V.
Notlar
51.
52.
53.
54.
55.
56.
5 7.
58.
59.
Beard, Woman as a Force in History.
Aynı eser, 255, 323-29.
Aynı eser, 3 1 2.
Davis, The First Sex.
Bakınız, örneğin, Bridenthal ve Koonz ed., Becoming Visible; Elise Boulding
The Underside of History (Tarihin Altında Yatanlar) (Boulder, CO: Westview
Press, 1976); Nancy Cott ve Elizabeth Pleck, ed., a Heritage ofHer Own (Kendi
Mirası) (New York: Simon & Schuster, 1979); Nawal El Sadawii, The Hidden
Face of Eve: Women in the Arab World (Havva'nın Saklı Yüzü: Arap Dünyasında
Kadınlar) (London: ZED Press, 1980); Gerda Lerner, The Majority Finds Its
Past: Placing Women in History (Çoğunluk Kendi Geçmişini Buluyor: Kadınları
Tarihe Yerleştirmek) (New York: Oxford University Press, 1979); La Frances
Rodgers-Rose, ed., The Black Woman (Siyahi Kadın) (Beverly Hills, CA; Sage,
Press, 1980); Martha Vicinus, ed., Suffer and Be Stili: Women in Victorian Age
(Kahır Çek ve Dik Dur: Victoria Çağında Kadınlar) (Blooington, iN: Indiana
University Press, 1972); Susan Mosher Stuard, ed., Women in Medieval Society
( Ortaçağ Toplumunda Kadınlar) (Philaphelphia: University Of Pennsylvania
Press, 1976); Tsultrim Aione, Women of Wisdom (Bilge Kadınlar) (London:
Routledge & Kegamn Paul, 1984); Marilyn French, Beyond Power: On Women,
Men and Morals (Gücün Ötesinde: Kadınlar, Erkekler ve Ahlak) (New York:
Ballan tine, 1985); Cari Degler, At Odds: Women and the Family in AmericaJrom
the Revolution to the Present (Tuhaf Olan: Devrimden Günümüze Amerika'da
Kadınlar ve Aile) (NewYork: Oxford University Press, 1980; Lester A. Kirken
dall ve Arthur E. Grawatt, ed., Marriage and the Family in the Year 2020 (2020
Yılında Evlilik ve Aile) (Buffalo: Prometheus Boks, 1984), adını sayabilece
ğim, farklı zamanlarda ve yerlerde kadınların dalgalanan statüsünü inceleyen
kaynaklardır.
Charles Fourier, Sheila Rowbotham'da alıntılanan, Women, Resistance, and Re
volution (Kadınlar, Direniş ve Devrim) (New York: Vintage, 1974), 5 1 .
Bakınız, örneğin, Eleanor Flexner, A Century ofStruggle (Bir Mücadele Yüzyılı)
(Cambridge: Belknap Press ofHarvard University Press, 1959).
Aynı eser. Aynı zamanda bakınız Boulding The Underside of History; Ca
rol Hymowitz ve Michele Weismann, ed., A History of Women in America
(Amerika'da Kadınların Tarihi) (New York: Bantam, 1978); Ruth Brin, Cont
ribution of Women: Social Reform (Kadınların Katkısı: Sosyal Reform) (Minne
apolis: Dillon, 1977).
Bakınız, örneğin, Riane Eisler, "Women and Peace (Kadınlar ve Barış)," Wo
men Speaking 5 (Ekim-Aralık 1982) : 16-18; Boulding The Underside ofHistory.
Tarihçi Gerda Lerner "kadınların topluluk oluşturmasının tarihi yorumunun
255
Riane Eisler
60.
61.
62.
63.
64.
65.
acilen gerektiğine" işaret etmektedir (The Majority Finds Its Past [Çoğunluk
Tarihini Buluyor], 165-67).
Bu bağlamda, Christine de Pisan'ın Book of the City ofLadies (Hanımlar Şehri
nin Kitabı) eserinin mükemmel bir tartışması için, bakınız, Joan Kelly, "Early
Feminist Theory and the Querelles des Femmes, 1400-1789 (Erken Dönem Fe
minist Teorisi ve Querelles des Femmes, 1400- 1789)," Signs 8 (Ağustos 1982):
4-28.
Bakınız, örneğin, Take Back the Night (Geceyi Geri Götürün), Laura Lederer,
ed. (New York: William Morrow, 1980).
Roszak, The Hard and the Soft."
Bakınız, örneğin, CarylJacobs, "Pattems ofViolence: A Feminist Perspective
on the Regulation of Pomography (Şiddet Modelleri: Pornografinin Düzen
lenmesinde Feminist Bir Bakış Açısı," Harvard Womens Law Journal 7 ( 1984) :
5-55, aynı zamanda 1960'lar boyunca Birleşik Devletlerde meydana gelen te
cavüzlerin sayısının yüzde 95 arttığını rapor eden FBI rakamları da alıntılan
mıştır. Kadınlara tecavüzün artan raporlarını hesaba katarsak, bu devasa bir
artıştır. Kadınlara karşı şiddetle cinsel zevki özdeşleştiren pornografi.deki artış
(kadınların özgürlüğü hareketine androkratik direnişi yansıtan) bu devasa ar
tışa tesadüf etmiştir.
Bakınız, örneğin, RianeEisler "Violence and Male Dominance: The Ticking
Time Bomb (Şiddet ve Erkek Tahakkümü: Saatli Bombanın Pimini Çekmek);·
Humanities in Society 7 (Kış-İlkbahar, 1984) : 3-18; Eisler ve Loye, "Peace and
Feminist Theory: New Directions (Barış ve Feminist Teori: Yeni Doğrultu
lar)," Bulletin ofPeace Proposals, 1986, no. 1.
Modern kadın hareketinin pek çok önceden bilinemeyen yönü olmasına rağ
men, kadınların erkek tahakkümüne güçlü şekilde meydan okuduğunu düşün
mek hatadır. Medusa ve Amazonlar hakkındaki antik hikayeler isyanın çok de
rin kökleri olduğunu gösterir. Fakat Dale Spender'ın yazdığı gibi, androkratik
sistem sistematik olarak bu kendini ortaya koyma ve isyan girişimlerini silmiş
tir, dolayısıyla her kadın böyle eylemler-ve böyle düşünceler- hakkında anor
mal (ve işitilmemiş) bir şey olduğu duygusuyla baş başa bırakılmıştır (Feminist
Theorists: Three Centuries ofKey Women Thinkers [Kadın Teorisyenler: Anahtar
Kadın Düşünürlerin Üç YüzyılıJ [New York: Pantheon, 1983 J )
.
256
Notlar
1 1 . Bölüm:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
1 O.
1 1.
12.
13.
14.
15.
16.
Özgürlüğe Kavuşmak: Tamamlanmamış Dönüşüm
Henry Aiken, The Age ofideology (İdeoloji Çağı) (New York: Mentor, 1956 ) .
Alvin Toeffier, The Third Wave (Üçünci Dalga) (New York: Bantam, 1980 ).
Riane Eisler ve David Loye, Breaking Free (Özgürlüğe Kavuşmak) (çıkacak).
Abbe de Saint-Pierre, Mary Beard içinde alıntılanan, Woman as a Force in His
tory (Bir Kuvvet Olarak Tarihte Kadınlar) (New York: Macmillan, 1946 ), 330.
Aynı eser, 150. Eşitlikçiler, 1649'da İngiliz monarşisini deviren Cromwell dev
rimini destekleyen ve "tabii doğumla her adamın mülk, özgürlük gibi bakım
lardan eşit ve benzer doğduğunu ... her adamın tabiatı gereği kendi tabii çevre
sinde ve eriminde Kral, Rahip ve Peygamber olduğunu savunan bir mezhep:'
JeanJacques Rousseau, The Social Contact (Sosyal Temas) (New York: Hafner
Press, 1954) .
MaryWollenstonecraft, ''A Vindication ofthe Rights ofWoman (Kadın Hakla
rının Haklılığı);' Feminism: The Essential Historical Writings (Feminizm: Hayati
Tarihi Yazılar), Miriam Schneir, ed. (New York: Vintage Boks, 1972 ) , 6-16.
Comte için, bakınız Aiken, The Age of Ideology (İdeoloji Çağı), 128. Mill ve
Marx için, bakınız Alburey Castell, An Introduction to Modern Philosophy (Mo
dern Felsefeye Giriş) (New York: Mcmillan, 1946) , 455-535.
Ronald Fletcher, "The Making of Modern Family (Modern Aileyi Oluştur
mak);' Family and Its Future içinde, Katherine Elliott, ed. (London: J & A
Churchill, 1970 ) , 1 83.
Randoph Trumbach, The Rise of the Egalitarian Family: Androcratic Kinship and
Domestic Relations (Eşitlikçi Ailenin Yükselişi: Androkratik Hısımlık ve Aile
İçin İlişkiler) (New York: Academic Press, 1978 ) .
Bakınız, örneğin, Max Weber, The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism
(Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu) (London: Allen & Unwin, 1930) ve
R. H. Tawney, Religion and the Rise of Capitalism (Din ve Kapitalizmin Yükselişi)
(New York: Harcourt Brace, 1926 ) .
Bakınız, örneğin, Robert Heilbroner, The Worldly Philosophers (Maddeci Filo
zoflar) (New York: Simon & Schuster, 1961 ) .
George Gilder, Wealth and Property (New York: Basic Books, 1981 ) .
Bakınız Saint-Simon üzerine bölüm Timothy Raison içinde, ed., The Founding
Fathers of Sociology (Baltimore: Penguin Books, 1969 ) ; Charles Fourier üzerine
tartışma Heilbroner içinde, The Worldly Philosophers; Karl Marx, Das Kapital.
Frederick Engels, The Origins of the Family, Private Property and the State (Aile,
Özel Mülkiyet ve Devletin Kökenleri) (New York: lnternational Publishers,
1972 ) , 58, 50.
Sheila Rowbotham, Women, Resistence and Revolution (Kadınlar, Direniş ve
257
Riane Eisler
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
258
Devrim) (New York: Merit, 1 965), Kate Millet, Sexual Politics (Cinsel Siyaset)
(New York: Doubleday, 1970); Riane Eisler ve David Loye, "The 'Failure' of
Liberalism: A Reassessment of Ideology from a New Feminine-Masculine
Perspective (Liberalizmin 'Başarısızlığı: İdeolojinin Yeni Kadınca-Erkekçe Bir
Bakış Açısından Yeniden Değerlendirilmesi)," Political Psychology 4 ( 1983):
375-91; Eisler ve Loye, Breaking Free (Özgürlüğe Kavuşmak).
Leon Troçki, The Revolution Betrayed (İhanet Edilen Devrim), çev. Max East
man (NewYork: Merit, 1965), Troçki '1\.ileyi 'yok edemezsiniz,' onu yerine bir
şey koymak zorundasınız:' ( 145).
Bakınız, örneğin, Dale Spender, Feminist Theorists: Three Centuries of Key Wo
men Thinkers (Kadın Teorisyenler: Anahtar Kadın Düşünürlerin Üç Yüzyılı)
(New York: Pantheon, 1983 ); Schneir, ed. Feminism (Feminizm).
Ellen Carol Du Bois, ed., Elizabeth Cady Stanton, Susan B. Anthony: Correspon
ce, Writings, Speeches (Elizabeth Cady Stanton, Susan B. Anthony: netişim, Yazı
lar, Konuşmalar) (New York: Schocken, 1981 ), 26.
Bakınız Castell, 421-52, 123-41, 321-36.
Aynı eser, 340.
Aynı eser. Nietzsche (sırayla) s. 358-59, 352, 353; Adolf Hitler, Mein Kampf
(Kavgam) (Boston: Houghton Mifflin, 1962 ).
Bakınız, örneğin, Bertram Gross, Friendly Fascism (Dost Faşizm) (Boston: So
uth End Press, 1980 ); Liberty 79 (Haziran-Ağustos 1984) ve 80 (Kasım-Aralık
1985); Eugene Weber, The Nationalist Revival in France: 1 905-1 914 (Fransa'da
Milliyetçi Uyanış: 1905-1914) (Berkeley ve Los Angelos: University of Ca
lifornia Press, 1 959); Riane Eisler, "Human Rights: The Unfinished Struggle
(İnsan Hakları: Bitmemiş Mücadele)," International Journal of Women'.s Studies
6 (Eylül/Ekim 1983): 326-35; Riane Eisler, "The Human Life Amendment
and the Future of Human Life (İnsan Hayatı Değişikliği ve İnsan Hayatının
Geleceği)," Humanist 41 (Eylül/Ekim 198 1 ) : 13-19; Alan Crawford, Thunder
on the Right (Sağda Gök Gürültüsü) (New York: Frederick Ungar, 1982). Bakı
nız aynı zamanda Liberty 79 (Haziran/ Ağustos 1984).
Bakınız, örneğin, Riane Eisler, "Women's Rights and Human Rights (Kadın
Hakları ve İnsan Hakları);' The Humanist 40 (Kasım/Aralık 1980): 4-9; Eisler
ve Loye, "The 'Failure' of Liberalism"; Edward L. Ericson, American Freedom
and the Radical Right (Amerikan Özgürlüğü ve Radikal Sağ) (New York: Frede
rick Ungar, 1982 ). Aynı zamanda bakınız Liberty 79 (Temmuz/Ağustos 1984).
Fred Brenner, "Khomeni's Dream of an Islamic Republic (Humeyni'nin İslam
Cumhuriyeti Hayali)," Liberty 74 (Temmuz-Ağustos 1979): 1 1-13.
Aynı eser, 12.
Atlas World Press Review (Atlas Dünya Basını Eleştirisi), Eylül 1979.
Notlar
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
Brenner, "Khomeni's Dream of an Islaınic Republic."
Womens International Network News 9 (Ağustos 1983 ) : 42. Bu kadınlar, erkek
lerle kadınların eşitliğini savunan inançları yüzünden ölen ilk Bahai kadınları
değildir. (Bahai inancını kuran) Bab'ın ilk müritlerinden biri olan Tabiri şunu
ilan ederek ölüme gitti: "İstediğiniz gibi beni öldürebilirsiniz, fakat kadınların
kurtuluşunu durduramazsınız" (John Huddleston'dan alıntılanan, The Earth Is
But One Country [Dünya Tek Ülke Değildi] [London: Baha'i Publishing Trust,
1976], 1 54).
Bu Eisler ve Loye'nin Breaking Free yapıtında derinliğine incelenecektir. Aynı
zamanda bakınız yukarıdaki not 23 ve 24.
Bu, kadınlar gibi erkekleri d e içermektedir, böylelikle kadınlar yalnızca kendi
tahakkümlerini kabul etmeyecek, fakat erkeklerin diğerlerine karşı eylemlerini
de destekleyecektir. Bu, Eisler ve Loye'un Breaking Free yapıtında incelenmiş
tir.
Bakınız, örneğin, Wilma Scott Heide, Feminismfor the Health ofIt (Onun Sağlı
ğı için Feminizm) (Buffalo: Margaretdaughters Press, 1985); Mary Daly, Gyn/
Ecology: The Metaethics of Radical Feminism (]in/Ekoloji: Radikal Feminizmin
Meta-Etiği) (Boston: Beacon Press, 1978); Adrienne Rich, Of Woman Born
(Kadın Doğanlar Hakkında) içinde (New York: Bantam, 1976); Sonia John
son, From Housewife to Heretic (Ev Kadınından Sapkına) ( Garden City, NY:
Anchor Doubleday, 1983). Riane Eisler ve David Loye tarafından hazırlanan
Breaking Free, erkek tahakkümü ve savaş arasındaki ilişkinin altında yatan di
namikleri çağdaş tarihe odaklanarak derinliğine analiz eder. Burada savaş top
lumları ve savaş zamanlan arasındaki fark kaydedilmelidir. Kadınların statüsü
nün genellikle savaş toplumlarında düşük olması, kaçınılmaz olarak kadınların
konumunun savaş zamanlarında düştüğü anlamına gelmez. Aslında, erkeklerin
savaşlarda bulunmamasının o zaman "erkeklerin" daha değerli işlerini kadın
ların üstlenmesi fırsatını verdiği için kadınların statüsünde geçici bir iyileşme
yarattığı bazı durumlar vardır. Örnekler, erkeklerin Haçlı Seferlerini bıraktığı
feodal Avrupa'nın bazı kısımlarından ve İkinci Dünya Savaşında Birleşik Dev
letlerdendir. Fakat kritik nokta şudur ki, kadınların bağımsızlık ve statü kazan
ması yalnızca geçici bir dönem içindir. Kadınların değerinde ve şefkat, bakıp
büyütme ve pasif direniş gibi "kadınca" özelliklerin tekrar "kadınların işi" ola
rak ikincil görülmesi söz konusudur. Kadınlardan dönen erkeklere itaat bekle
nir. Ve sistem erkek egemen ve savaş yanlısı olmaya devam eder.
Yeni Paradigma Sempozyumu, Esalen Enstitüsü, Big Sur, California, 29Kasım
-4 Aralık 1985.
Bakınız, örneğin, John Platt, "Women's Roles and the Great World Transfor
mation (Kadınların Rolleri ve Büyük Dünya Dönüşümü)," Futures 7 (Ekim
259
Riane Eisler
35.
36.
37.
38.
39.
260
1975); David Loye, "Men at the U.N. Women's Conference (B. M. Kadınlar
Konferansındaki Erkekler)," the Humanist 45 (Kasım/Aralık 1985). Avrupa
barış hareketinin "babalarından" biri olan RobertJungk, aktif olarak kadınların
siyasete daha büyük katılımını desteklemiştir. Bunu barış için önkoşul olarak
tanımıştır.
The Promise of World Peace (Dünya Barışı Vaadi) (Haifa: Baha'i World Center,
1985), 1 1- 12.
Bakınız, örneğin, Heide, Feminism for the Health of It (Kendi Sağlığı İçin Fe
minizm); Fran Hosken, The Hosken Report: Genital and Sexual Mutilation of
Females (Kadınların Jenital ve Cinsel Olarak Sakatlanması) (Lexington, MA:
Women's International Network News, 1979); Helen Caldicott, Nuclear Mad
ness (Nükleer Çılgınlık) (New York: Bantam Boks, 1980); Pam McAllister, ed.
, Reweaving the Web of Life: Feminism and Non-Violence (Hayat Ağını Yeniden
Örmek: Feminizm ve Pasif Direniş) (Philadelphia: New Society Publishers,
1982); Charlene Spretnak, ed., The Politics of Women'.s Spirituality (Kadın
· Maneviyatının Siyaseti) (New York: Doubleday Anchor, 1982); Elizabeth
Dodson-Gray, Green Paradise Lost (Kayıp Yeşil Cennet) (Wellesley, MA:
Rondtable Press, 1979); Hilkka Pietila, "Tomorrow Begins Today (Yarın Bu
gün Başlıyor)," ICDA/ISIS Workshop in Forum, Nairobi, 1985.
Bakınız, örneğin, Abida Khanum, The Black-Eyed Houri: Women in the Mos
lem World (Siyah Gözlü Huri: Müslüman Dünyasında Kadınlar) (devam
eden çalışma); Susan Giriffin, Women in Nature (Tabiattaki Kadınlar) (New
York: Harper Colophon Books, 1978); Paula Gunn Allen, The Women Who
Owned the Shadow (Gölgelerine Sahip Kadınlar) (san Francisco: Spinster's
Ink, 1983); Jean O'Barr, Third World Women: Factors in Their Changing Status
(Üçüncü Dünya Kadınları: Değişen Statülerindeki Faktörler) (Durham, NC:
Duke University Center for International Studies, 1976); Judy Chicago, The
Dinner Party (Akşam Yemeği Partisi) (Garden City, NY: Doubleday, 1979);
Alice Walker, The Color Purple (Mor Renk) (New York: Harcourt Brace Jova
novich, 1982); Rosemary Radford Ruether, ed .. , Religion and Sexism: Images
of Women in Jewish and Christian Traditions (Din ve Cinsiyetçilik: Yahudi ve
Hıristiyan Geleneklerinde Kadınların İmajı) (New York: Simon & Schuster,
197 4); Evelyn Fox Keller, A Feelingfor the Organism: The Life and Work of Bar
bara McClintock (Organizma Duygusu: Barbara McClintock'un Hayatı ve Eseri)
(San Francisco: W. H. Freeman, 1983).
Bu konu üzerine harika bir çalışma, Frtjof Capra ve Charlene Spretnak'ın Gre
en Politics'idir (Yeşil Siyaset) (New York: Dutton, 1984).
Fütürist Stuart Conger'in işaret ettiği gibi, kalem ve kağıdın, küçük arabalar
ve uçakların veya abaküsler ve bilgisayarların teknolojik buluşlar olmasına rağ-
Notlar
men, mahkemeler, okullar ve kilise gibi sorgulamadığunız kurumlar da sosyal
buluşlardır. Bütün bunlar insan zihninin ürünleridir ( Social Inventions [Prens
Albert Saskatchewan: Saskatchewan Newstart Incorporated, 1970 J )
.
12. Bölüm:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Evrimin Çöküşü: Tahakkümcü Bir Gelecek
Norbert Wiener, The Human Use ofHuman Beings (İnsanların İnsan Tarafından
Kullanımı) (New York: Avon, 1950, 1967), bakınız özellikle bölüm 2-3.
Wiener'in kendi sistem bakış açısından yazdığına göre, "Sibernetik, makinenin
veya organizmanın yapısun, kendisinden beklenen performansın bir endeksi
olarak görür... İnsan toplumu için öğrenmeyi bir karınca toplumunun doğuş
tan getirdiği modele dayandırmak tamamen tabüdir" (Aynı eser, 79, 8 1 ) . Veya
Ashley Montagu'nün açıkça belgelediği şekilde, türümüzü karakterize eden-ve
onu biricik yapan-özellikler, buluş yapmak için büyük esnekliğimiz ve böyle
likle buluş yapmak için kapasitemizdir. Bakınız özellikle Ashley Montagu, The
Direction of Human Development (İnsan Gelişiminin Yönü) (New York: Har
per, 1955); On Being Human (İnsan Olmak Üzerine), ikinci baskı (New York:
Dutton/Hawthorn Boks, 1966); Growing Young (Gençleşmek) (New York:
McGraw-Hill, 198 1 ); Touching (Dokunmak), üçüncü baskı (New York: Har
per & Row, 1986).
Böylelikle Wiener şunları yazmaktadır: "Sürekli olarak bölüştürülen fonksi
yonların düzenli durumu" insan organizmasının yapısıyla veya "insan yaşamı
nın gerçek şartı olan tesadüfi bir geleceğe doğru geri dönülmez hareketle" tu
tarlı değildir-çok daha azı sosyal örgütlenmenin demokratik biçimiyle tutarlıdır
(Human Use ofHuman Beings, 70-71).
Aynı eser, 71, bölüm 3.
Bakınız, örneğin, Edward Cornish, The Study of the Future (Geleceğin İncelen
mesi) (Washington D.C.: The World Future Society, 1977).
Bakınız, örneğin, Mihaljo Mesarovic ve Eduard Pestel, Mankind at the Turning
Point (Dönüm Noktasında İnsanoğlu) (New York: Dutton, 1974); The Glo
bal 2000 Report to the President (Başkana Küresel 2000 Raporu) (Washington,
D.C.: Birleşik Devletler Çevre Kalitesi Konseyi, Birleşik Devletler Devlet Ba
kanlığı, 1980); Ervin Laszo, "The Crucial Epoch "Hayati Dönem," Futures 17
(Şubat 1985): 2-23; William Neufeld, "Five Potential Crisis (Beş Potansiyel
Kriz)," The Futurist 1 8 (Nisan 1984).
The Global 2000 Report to the President (Başkana Küresel 2000 Raporu), 3.
Aynı eser, 2-3.
Ruth Sivard, World Military and Social Expenditures 1 983 (Dünya Askeri ve
26 1
·
Riane Eisler
1 0.
1 1.
12.
1 3.
14.
15.
262
Sosyal Harcamaları) (Washington, D.C.: Dünya Önceükleri, 1983 ), 26.
Aynı eser, 26.
The Global 2000 Report to the President (Başkana Küresel 2000 Raporu), 1, 26.
Nüfus büyümesinin hedefalınacağı şekünde projeksiyonlar vardır. Fakat Jonas
Salk'ın World Population and Human Value�: A New Reality'de (Dünya Nüfusu
ve İnsani Değerler: Yeni Bir Gerçekük) ifade ettiği gibi, bunun insani biçimde
başarılması için etkiü insan müdahalesi gerekmektedir.
1974'ten 1984'e on yıllık süre boyunca, dünyadaki insan sayısı 770 milyondan
4.75 milyara çıktı. Dünya Bankası, 2025'te küresel nüfusun yaklaşık iki katına,
yaklaşık 8.3 milyara çıkabileceğini ve bu toplamdan, yaklaşık 7 milyarın az ser
mayeü, yetersiz beslenen Üçüncü Dünyada ikamet edeceğini tahmin etmekte
dir (Time, 6 Ağustos, 1984, 24). En çok alarm veren projeksiyonlar, nüfusun
şimdi her yirmi üç yılda iki katma çıktığı Afrika kıtası içindir. Bu da kıtanın ge
leceğini, Afrika Ekonomik Komisyonunun sözleriyle, "kabusa" çevirmektedir
(ZPG Reporter, 16 [Mart/Nisan 1984] : 3).
Mesarovic ve Pestel, Mankind at the Turning Point (Dönüm Noktasında İnsa
noğlu), 72.
Bakınız, örneğin, Lester Brown, "A Harvest ofNeclect: The World's Decüning
Croplands (ihmalin Hasadı. Dünyanın Azalan Ekim Alanları),'' The Futurist 13
(Nisan 1979) : 141-52; Lester Brown, State of the World Nineteen Eighty Five
(Dünyanın Durumu Bin Dokuz Yüz Seksen Beş) (New York: Norton, 1985);
"World Population Growth and Global Security (Dünya Nüfus Büyümesi ve
Küresel Güvenük)," Population, Eylül 1983; Stephen D. Mumford, American
Democracy and the Vatican: Population Growth and National Security (Ameri
kan Demokrasisi ve Vatikan: Nüfus Büyümesi ve Milli Güvenük) (Amherst,
NY: Humanist Press, 1985).
30 Mayıs 1984 tarihli, Mexico City Nüfus Konferansı için hazırlanan Birleşik
Devletlerin duruşunu yansıtan bildiri, şöyle demektedir: "Nüfus büyümesinin
kendisi nötr bir olaydır. Kaçınılmaz olarak iyi veya hastalıklı değildir:' Ekono
mistleri şaşırtarak, şöyle de ifade etmektedir, "Nüfus büyümesi ve ekonomik
geüşme arasındaki ilişki negatif değildir" (Beyaz Saray Poütika Geliştirme ve
Ulusal Güvenük Konseyi Ofisi tarafından hazırlanan, Birleşik Devletler duru
şunu yansıtan bildirinin taslağı, ZPG Reporter 16'da (Mayıs/Haziran 1984) : 3)
yeniden yayımlanmıştır. Bu ifadelerin saygınlığı, önceükle Dünya Bankası'nın
1984 Haziranında yayımlanan World Development Report'u (Dünya Gelişim
Raporu) tarafından sarsılmıştır. Bu 286 sayfalık doküman, "bazı ülkelerde geli
şimin daha yavaş nüfus büyümesi yakında başarılmazsa mümkün olamayabile
ceğine" işaret etmektedir. Aynı zamanda dünyanın fakir milletlerinin ekonomik
ilerlemesinin nüfus büyümesi sonucunda büyük ölçüde gerçekleşemeyeceğini
Notlar
16.
1 7.
18.
19.
20.
21.
22.
ve aile planlamasının artmasının ve buna fon ayrılmasının hayati olduğunu
bildirmektedir (ZPG Reporter 1 6 (Temmuz/ Ağustos 1984): 2). Çoğu nüfus
uzmanının uzlaşması şudur ki, Birleşik Devletlerin duruşu ve aile planlaması ve
nüfus kontrolü çabalarını eleştirisi ideolojik güdülerle dikte edilmiştir. Mexico
City Konferansında benimsenen ICP Dünya Eylem Planı da nüfusun "gelişme
planlamasında temel bir bileşen" olduğunu ve "önceliğin bütün hayati nüfus
ve gelişme faktörlerini birleştiren eylem programlarına verilmesi gerektiğini"
vurgulamıştır" (ZPG Reporter 16 (Temmuz/ Ağustos 1984) :4).
Bakınız, örneğin, Riane Eisler, "Thrusting Women Back to Their 1900 Roles
(Kadınların 1900'deki Rollerine Geri Götürülmesi);' The Humanist 41 (Mart/
Nisan 1982); "The Human Rights Amendment and the Future of Human Life
(İnsan Hakları Değişikliği ve İnsan Hayatının Geleceği)," The Humanist 41
(Eylül/Ekim 1 98 1 ) .
National Now Times, Ocak/Şubat 1985, 5.
Bakınız, örneğin, Riane Eisler, "Population: Women's Realities, Women's Cho
ices (Nüfus: Kadınların Gerçeklikleri, Kadınların Tercihleri)," Congressional
Record, 98'inci Kongre, 2nci oturum, 1984.
Rafael M. Salas, The State of World Population 1 985: Population and Women
(Dünya Nüfusunun Durumu 1985: Nüfus ve Kadınlar), Enformasyon Bölü
mü, UNFPA, 220 E. 42nd St. New York, NY 10017'den edinilmiştir.
Zimbabwe Milli Doğum Aralığı ve Üreme Kurumu Koordinatörü Dr. Esther
Boohene'in vurguladığı gibi, üreme özgürlüğü doğum kontrolü uygulamak
için hala "kocalarının izni gereken" çoğu Afrikalı kadın için bir gerçeklik de
ğildir. (Popline 7 [Ağustos 1985 ] : 2). Üçüncü Dünya kadınlarıyla görüşmeler
yoluyla, Perdita Huston'un Third World Women Speak Out (Üçüncü Dünya Ka
dınları Açıkça Söylüyor) yapıtı bu problem için çarpıcı içgörüler sunmaktadır.
Bakınız, örneğin, Draper Fonu Raporu No. 9 : Improving Th e Status of Women
(Kadınların Statülerini İyileştirmek) (Washington, D.C. Ekim 1980); Kathle
en Newland, Women and Population Growth (Kadınlar ve Nüfus Büyümesi)
(Washington, D.C.: Worldwatch Bildirisi 16, Aralık 1977); Robert MacNama
ra, Accelerating Population Stabilization Through Social and Economic Progress
(Sosyal ve Ekonomik İlerlemeyle Nüfus İstikrarını Hızlandırmak) Gelişim Bil
dirisi 24 (Washington, D.C.: Denizaşırı Gelişim Konseyi, 1977).
Bakınız, örneğin, Julian Simon ve Herman Kalın, ed., The Resourceful Earth: A
Response to Global 2000 (Kaynakları Çok Dünya: Küresel 2000'e Cevap) (New
York: Basil Blackwell, 1984). Simon'ın argümanı şudur ki, dünya şimdiki küre
sel nüfusun iki katını konforlu şekilde barındırabilir ve daha çoğunu da barın
dırabilir: aslında, insan zekası istediğimiz gibi bir gelecek yaratmak için hayati
olduğu için, daha çok insan problemden çok bir artıdır. Simon, aynı zamanda
263
Riane Eisler
23.
24.
25.
26.
27.
28.
264
maddi ilerlemenin yararları tüm dünyada şimdi daha geniş şekilde paylaşıldığı
için nüfusun doğal olarak istikrara kavuşacağını savunmaktadır. Fakat bunun
nasıl olacağı hakkında, temel değişikliklerin gerekli olmadığını savunmaktadır.
Varsayılabilir ki, bu da süren ekonomik büyüme yoluyla tabii olarak meydana
gelecektir. Bu da Heritage Vakfının varlıklı iş destekçilerine bir hoş geldin me
sajıdır.
Aynı eser. Aynı zamanda bakınız Herman Kalın: "The Unthinkable Optimist
(Düşünülemeyen İyimser)," The Futurist 9 (Aralık 1975 ) : 186, Kalın gelecek
hakkındaki büyük iyimserliğe rağmen, trajedi yaşanacağı, en muhtemel olanın
yaygın açlıktan ölüm yaşanması olduğu sonucuna varmaktadır.
Bakınız, örneğin, Juüan Simon, "Life on Earth Is Getting Better, Not Wor
se (Dünyada Hayat İyiye Gidiyor, Kötüye _Değil);' The Futurist 1 7 (Ağustos
1983 ) : 7- 15. Bakın Lindsey Grant, "The Cornucopian Fallacies: The Myth of
Perpetual Growth (Cornucopian Yanılgısı: Sürekli Büyüme Miti), The Futurist
17 (Ağustos 1983 ) : 16-23 ve Herman Daly, "Ultimate Confusion: the Econo
mics ofJulian Simon (Nihai Karışıklık: Julian Simon Ekonomisi)," Futures 1 7
(Ekim 1985 ) : 446-50, bu bakışa damgasını vuran bazı eleştiriler için).
Sivard, World Military and Social Expenditures 1 983 (Dünya Askeri ve Sosyal
Harcamaları 1983, 5. )
Bakınız notlar 22, 23 ve 24. Ekonomik büyümenin cevap olduğu şeklindeki
duruşun diğer bir eleştirisi için, bakınız Caren Grown ile Gita Sen, Develop
ment, Crisis, and Alternative Visions: Third World Womens Perspectives (Gelişme,
Kriz ve Alternatif Vizyonlar: Üçüncü Dünya Kadınlarının Bakış Açıları) (New
Delhi: Dawn, 1985 ) . Açlık ve fakirüğin yapısal köklerine hitap etmek için, bu
yaklaşım fakirlik problemine en doğrudan etkilenenlerin bakış açısından ba
kar: Üçüncü Dünya kadınları.
Bakınız, örneğin, State of the Worlds Women 1 985 (Dünya Kadınlarının Duru
mu 1985 ) (Birleşmiş Milletler için New International Publications, Oxford,
U.K. tarafından derlenmiştir); Riane Eisler, "The Global Impact ofSexual Equ
ality (Cinsiyet Eşitüğinin Küresel Etkisi);' The Humanist 41 (Mayıs/Haziran
1981 ) ; Barbara Rogers, The Domestication of Women (Kadınların Evcilleştiril
mesi) (New York: St. Martin's, 1979 ) .
Bakınız, örneğin, Disadvantaged Women and Their Children (Yoksun Kadınlar
ve Çocukları), Birleşik Devletler Sivil Haklar Komisyonu, Mayıs 1983; Karin
Stallard, Barbara Ehrenreich ve Holly Sklar, Poverty in the American Dream: Wo
men and Children First (Amerikan Rüyasında Fakirlik: İlk Önce Kadınlar ve Ço
cuklar) (Boston: South End Press, 1983 ) ; Women in Poverty (Fakirlik İçindeki
Kadınlar), National Advisory Council on Economic Opportunity (Ekonomik
Fırsat Ulusal Danışma Konseyi), Son Rapor, Eylül 1981; A Womens RightAgen-
Notlar
dafor the States (Birleşik Devletler Kadın Hakları Gündemi), Alternatif Devlet
Politikaları ve Yerel Politikalar Konferansı, Washington, D.C., 1 984.
29.
On yıldan fazladır Birleşmiş Milletler tarafından koordine edilen, önceden be
lirlenemeyen hükümet ve sivil toplum örgütleri çalışmalarının sonucu, The Sta
te of the World'.s Women 1 985'te (Dünya Kadınlarının Durumu 1 985) özetlen
miştir. Bu özet, her ne kadar "çoğu kadın iki günlük çalışıyorsa" ve "dünyanın
yiyeceğinin yaklaşık yarısını yetiştiriyorsa" da, "neredeyse hiç topraklan olma
dığım ve borç almayı zor bulduğunu" da, "en düşük ücretli işlerde çalışbrıldı
ğını" ve "hala aynı işi yapan erkeklerin kazandığının dörtte üçünü kazandığını"
rapor etmektedir (s. 1 ).
30.
Kadınların yalnızca dünyanın fakir kitlesini oluşturmadığı, fakat aynı zamanda
dünyanın açlarının çoğıınluğunu oluşturduğu, şimdi belirgin şekilde belgelen
mektedir. Bu, aslında uzun süredir üstü örtülü şekilde bilinmektedir. Örneğin,
Hugh Downs'ın "Etiyopya'da kuraklık ve iç savaşın beş milyon kurbanından ço
ğunun anneler ve çocuklar olduğunu" söylediği Ocak 1981 tarihli UNICEF'e
Başvuru Mektubu bunu ortaya koymaktadır.
31.
Bakınız, örneğin, June Turner, ed. Latin American Women: The Meek Speak Out
(Latin Amerikalı Kadınlar: Alçakgönüllüler Yüksek Sesle Konuşuyor) (Silver
Springs,
32.
MD : Milletlerarası Eğitim Gelişimi, 1 98 1 ); ve Huston, Third World
Women Speak Out (Üçüncü Dünya Kadınlan Yüksek Sesle Konuşuyor).
Örneğin, 1 982'de Birleşik Devletler Milletlerarası Gelişim Ajansı (AID), ka
dınlar için gelişim yardımının yalnızca yüzde dördünü sağlamıştır (Ruth Si
vard, Women... a world surv� 1 985 [Kadınlar... bir dünya araştırması, 1 985],
[Washington, D.C. : Dünya Öncelikleri], 17).
33.
Bakıruz, örneğin, Barbara Bergmann, "The Share ofWomen and Men in the
Economic Support of Children (Çocuklara Ekonomik Destekte Kadınların ve
Erkeklerin Payı);' Human Rights Quarterly 3 (Bahar 198 1 ), Amerikan erkek
lerinin çocuk nafakasını ödemekte başarısızlığının yol açbğı fakirlik üzerine.
34.
Bakıruz, örneğin, Law and the Status of Women: An International Symposium
(Hukuk ve Kadınların Statüsü: Milletlerarası Sempozyum) (New York: B.M.
Sosyal Gelişim & İnsani İlişkiler Merkezi, 1977), geleneksel aynı zamanda mo
dern kanunlara göre, çoğu Afrika toplumunda niçin bir erkeğin eşine ve çocuk
larına bakmayla ilgili, kanuni veya başka türlü hiçbir yükümlülüğü olmadığına
ilişkin özgül veriler için. Aynı zamanda bakınız, Riane Eisler ve David Loye'de
bu problemi tartışan Women'.s International News'un editörü Fran Hosken ile
yapılan bir görüşme, "Fran Hosken: Global Humanitarian (Fran Hosken: Kü
resel İnsancıl);' The Humanist, Eylül/Ekim 1 982.
35.
Bakınız, örneğin, State of the World'.s Women 1 985 (Dünya Kadınlarının
1 985'teki Durumu) : Review and Appraisal: Health and Nutrition (Eleştiri ve
265
Riane Eisler
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
266
Değerlendirme: Sağlık ve Beslenme), B.M. Kadın On Yılı Başarılarını Eleş
tirme ve Değerlendirme Dünya Konferansı, A/Conf. 1 16/5Add. 3; Rogers,
The Domestication of Women (Kadınların Evcilleştirilmesi); Sivard, Women ... a
world survey (Kadınlar... bir dünya araştırması).
Sivard, Women... a world survey, 25.
Jacques Ellul, The Technological Society (Teknoloji Toplumu) (New York:
Knopf, 1964).
Bakınız, örneğin, Herman Kalın ve Anthony Weiner, The Year 2000 (2000 Yılı)
(New York: Macmillan, 1967), 1 89.
Bakınız, örneğin, Hannah Arendt, The Origins of Totalitarianism (Totalitariz
min Kökenleri) (New York: Meridian Boks, 1958); Robert A. Brady, The Spi
rit and Structure of German Fascism (Alınan Faşizminin Ruhu ve Yapısı) (New
York: Viking, 1 937); Ernst Nolte, The Faces of Fascism (Faşizmin Yüzleri)
(London: Trinity Press, 1965); George Mosse, Nazi Culture (Nazi Kültürü)
(New York: Grosset & Dunlap, 1966).
Lewis Mumford, The Myth of the Machine: Technics and Human Development
(Makine Miti: Teknik ve İnsan Gelişimi) (New York: Harcourt, Brace &
World, 1966).
Hitler Alınanya'sının ve Stalin Rusya'sının androkratik karakterinin analizi, Ri
ane Eisler ve David Loye'un Breaking Free (Özgürlüğe Kavuşmak) adlı yapıtın
da geliştirilecektir.
Bu Ortaçağ olaylarının canlı bir portresi için, bakınız Marion Meade, Eleanor
ofAquitine (Aquitine'li Eleanor) (New York: Hawthorn Boks, 1977). Nazi ve
Ortaçağ kilise törenlerinde çarpıcı bir benzerlik, hem ikisinin çok saatler de
vam etmesi hem de tekrarlı şarkıları kullanması, böylelikle insanların telkine
daha açık olmasıdır.
Albury Castell, An Introduction to Modern Philosophy (Modern Felsefeye Giriş)
(NewYork: Macmillan, 1946), 357.
Claudia Koonz, "Mothers in the Fatherland: Women in Nazi Germany (Baba
lar Ülkesinde Anneler: Nazi Alınanya'sında Kadınlar);' Renate Bridenthal ve
Claudia Koonz içinde, ed. Becoming Visible: Women in European History (Gö
rünür Olmak: Avrupa Tarihinde Kadınlar) (Boston: houghton Mifflin, 1977),
469.
Cari Jung ve Lewis Mumford gibi bilimciler, aynı zamanda Robert Graves ve
Mircae Eliade, "içgörüsel" ve "rasyonel" algılarımızı dengelemek ihtiyacını or
taya çıkarmıştır. Daha güncel olarak, The Psychology of Consciousness'ta (Bilinç
Psikolojisi) Robert Ornstein bu iki tip algıyı anlamaya, uzlaştırmaya çalışır.
İçgörüsele karakteristik olarak daha "kadınca" ve dolayısıyla daha düşük dü
zeyde olduğu için daha az değer verildiğini vurgulamaktadır ( The Psychology of
Notlar
Consciousness [San Francisco: Freeman, 1 972), 51). "Katılan bilincin iyileşmesi"
dediği durumla ilgili olarak gerekli en güçlü olgulardan beri, Morris Berman
tarafından The Reenchantement of the World'de (Dünyanın Büyüsünün Yeniden
Bozulması) ortaya konmuştur (Ithaca, NY: Cornell University Press, 1981 ) .
Görünüşte ortak siyasal hiçbir yönü olmayan feminizm, ekoloji ve manevi ye
nilenmenin, ortak bir amaca dönüşüyor göründüğünü vurgulamaktadır. Daha
hayalperest, daha içgörülü, "kadınca" yanımızın değerini azaltmayan daha bü
tünsel bir görüş ihtiyacı üzerine diğer önemli bir yapıt için aynı zamanda bakı
nız Gregory Bateson, Steps to an Ecology ofMind (Adım Adım Zihin Ekolojisi)
(New York: Ballantine, 1972).
13. Bölüm:
Evrimde Dönüm Noktası: Ortaklığa Dayalı Bir
Geleceğe Doğru
1.
2.
3.
Frank Herbert, Dune (Philidelphia: Chilton, 1965).
Charlotte Gilman, Herland (New York: Pantheon Books, 1979 yeni baskı)
Örneğin, E. O. Wilson; "saldırgan davranışı;' "diğerine karşı meşhur saldırgan"
olarak betimlediği karınca kolonilerini alıntılayarak, evrimde bir "biçimde re
kabetçi teknik" olarak örneklemektedir. Bakınız E. O. Wilson, Sociobiology: The
New Synthesis (Sosyo-Biyoloji: Yeni Bir Sentez) (Cambridge: Harvard Univer
sity Press, 1975), 244. Aynı zamanda böcek toplumlarını "kur yapan cinsler
arasında saldırganca dışlanmayı" yazarak, "cinsiyet içi seçim" teorisini destek
lemek için kullanmaktadır. Bazı böcek türleri arasında "savunma maçoluğu"
olduğunu vurgulamaktadır (s. 320 ) . Daha sonra böcekler arasında vahşi erkek
tahakkümünün bazı örneklerine devam eder, örneğin erkeğin rakip erkeklerin
onun üzerine çıkmasını önleyip dişiyi uzun süre hareketsiz hale getiren sarı
boksineği (s. 321-24). Bazı yazılarında Wilson, böceği insan davranışından
ayırt edecek bir noktayı vurgular. Örneğin, "katı davranışlarının sırası gen
ler tarafından programlanan" "sivrisineğin nasıl bir otomat" olduğunu yazar.
Bunun "doğumdan sonra hızla ve eksiksiz biçimde açığa çıkması gerektiğini;'
oysa "tek bir özelliği belirlemek yerine, insan genlerinin belli bir dizi özelliği
geliştirme kapasitesini belirlediğini vurgular" (On Human Nature [İnsan Doğa
sı ÜzerineJ [Cambridge: Harvard University Press, 1 978], 56, vurgu orijinaldir).
Fakat Wilson'ın söylediğinin tam amacı şudur ki, kaçınılmaz erkek saldırgan
lığı ve erkek tahakkümü düşüncelerini kanıtlamak için sık sık alıntılanmasının
nedenini görmek böyle zor değildir. Örneğin, evrimsel "babalık yatırımı" teo
risini açıklarken, Wilson "erkekler her çiftleşme çabasına görece çok az yatırım
267
Riane Eisler
yaptığı için ... ne kadar çok dişi yatırımını bağlayabilirse o kadar avantajları ol
duğunu yazmaktadır:' Bu muhtemelen yalnızca en saldırgan erkeklerin göste
rebileceği bir davranıştır, böylelikle "aşağı" erkekler elenecektir (Sociobiology,
324-25). Tekrar, sosyo-biyolojik teorisinin ortaya koyduğu gibi evrimin erkek
saldırganlığını desteklediğini, sosyo-biyologların çok sevdiği bir böcek dene
yiyle örnekler: bir sinek türü olan on Drosophilia melonogaster'in çiftleşmesiyle
ile ilgili 1948 Bateman deneyi (s. 325). Bunu, hayvanların neden temel olarak
çokeşli olduğuna dair bir tartışma izlemektedir, çünkü "en sağlıklı" erkeklerin
birden çok dişiyle çiftleşmesi bütün türe evrimsel bir avantaj sağlamaktadır (s.
327). Başka yerde Wilson "tahakküm yoluyla sağlanan üretici avantajların" bi
zim türümüze de uzandığını ileri sürmektedir. Bunu doğrulamak için, tek bir
örnek alıntılar: kız bebeklerin öldürüldüğü, yüksek düzeyde savaşçı, katı erkek
egemen bir kabile olan Brezilya'nın Yanomama Kızılderilileri. Burada "siyasal
olarak baskın erkekler orantısız sayıda çocuğa babalık etmektedir:' Ve burada,
Wilson izleniminin antropologların "doğal seleksiyon" diye adlandırdığı bir
tipte olduğunu betimler. "Çokeşli Kızılderililerin, özellikle reislerin, çokeşli
olmayanlardan daha akıllı olma eğiliminde olduğunu" rapor etmektedir. Buna
göre, Wilson "üreme rekabetinde baskın avantaj" hipotezinin "inandırıcı" ka
nıtlara dayandığını ima etmektedir (s. 288 )
Bakınız, örneğin, Vılmos Csanyi, General Theory ofEvolution (Genel Evrim Te
orisi), (Budapest: Akademiai Kiado, 1982); Ervin Lazslo, Evolution: The Gran
de Synthesis (Evrim: Büyük Sentez) (Boston: New Science Library, 1987);
Eldredge, Time Frames (Zaman Çerçeveleri) (New York: Simon & Schuster,
1985 ). Margaret Mead'in özetlediği gibi, "Kozmik ve biyolojik evrimde seçe
nekler ve dönüm noktaları vardı. Eğer evrim sürecine dikkatlice bakarsanız, gü
nümüzdeki sırayı izlemek zorunda değildir. Pek çok diğer yol olabilirdi" ("Our
Open Ended Future [Açık Uçlu Geleceğimiz]," The Next Billion Years, Seminer
Dizisi, UCLA, 1973).
Sherwood Wahburn, "Tools and Human Evolution (Aletler ve İnsan Evrimi);'
Scientific American 203 (Eylül 1960): 62.
Ilya Prigogine ve Isabel Stengers, Order Out of Chaos (Kaostan Düzene) (New
York: Bantam, 1984); Eldredge, Time Frames, 189.
Ervin Lazslo, "The Crucial Epoch (Hayati Çağ);· Futures 17 (Şubat 1985 ) : 16.
Jones Salk, Anatomy opf Reality (Gerçekliğin Anatomisi) (New York: Colum
bia University, 1983), 12- 1 5.
Bakınız, örneğin Marija Gimbutas, The Goddesses and Gods of Old Europe,
7000-3500 B. C. (Eski Avrupa'nın Tanrıçaları ve Tanrıları, İ.Ö. 7000-3500)
(Berkeley and Los Angelos: University of California Press, 1982), 91.
Haçlı Seferleri ve Engizisyon sırasında, haç tekrar öldürme ve işkenceyle iliş.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
268
Notlar
1 1.
1 2.
13.
14.
15.
16.
17.
1 8.
19.
20.
kilendirildi. Haçın ölüm ve baskının sembolü olarak tüyler ürpertici modem
kullanımı, Birleşik Devletlerde Ku Klux Klan tarafından kullanımıdır.
Bakınız, örneğin Liberty 80 (Kasını-Aralık 1985) 4: En az on bir kere dünyanın
sonunun gelmekte olduğunu söylemiş olan Başkan Ronald Reagan'ın alıntılan
maktadır. Bu, sonu getirebilecek olan bir adamdan karamsar bir ifadedir.
Bu mitleri yeniden oluşturma aynı zamanda "köktendinciliğe" küresel bir geri
leme sayılmaktadır. Androkratik dini mitolojide bir şifre sözüdür. Bu gerileme;
bütün dünyada hem yeni mitler yaratmak hem de eskilerini daha gilanik şekil
lerde yorumlamak için tam olarak çok güçlüdür.
Modern Tanrıça sanatının yeni bir türü vardır. Bakınız, örneğin Gloria Orens
tein, "Female Creation: The Quest for the Great Mythic Mother (Kadınca
Yaratı: Büyük Efsanevi Anneyi Arayış)," slaytlı seminer; ve Gloria Orenstein,
''.Artist as Shaman (Şaman Olarak Sanatçı)," Women's Building Gallery'de, Los
Angelos, Califomia, Kasım 4-28, 1985.
Ekoloji hareketinin doğuşunun, sıklıkla bir kadın tarafından bir kitabın yayım
lamasıyla gerçekleşmiş olduğu söylenir: Rachel Carson'ın The Silent Spring
(Sessiz İlkbahar) (Boston: Houghton Mifflin, 1962). Eski İçişleri BakanıJames
Udall'ın yazdığı gibi, "Büyük bir kadın, milleti çevremizdeki tehlikenin güçlü
ifadesiyle uyandırmıştır:'
Bakınız, örneğin Francoise D'Eaubonne, Le Feminism ouı La Mort (Feminism or Death [Feminizm veya Ölüm] ) (Paris: Pierre Horay, 1974); Elizabeth
Dodson-Gray, "Psycho-Sexual Roots of Our Ecological Crises (Ekolojik Kriz
lerimizin Psiko-Seksüel Kökleri)" (Rondtable Press tarafından dağıtılan bildi
ri, 1974) ve Susan Griffın, Woman and Nature (Kadın ve Tabiat) (New York:
Harper Colophon, 1978), ekolojik krizlerimiz ile erkek ve erkekçe değerlerimi
zin tahakkümü altındaki sistemimizi bağlayan analizler için.
Shirley McConahayve John MacConahay, "Sexual Permisiveness, Sex Role Ri
gidity, and Violence Across Cultures (Kültürler Arasında Cinsel İzin Vericilik,
Seks Rolü Katılığı ve Şiddet), Journal ofSocial Issues, 33, ( 1 977), 134-43.
Bunun ayrıntıları Riane Eisler ve David Loye'a ait, çıkacak olan Breaking Free'de
sunulmuştur. Aynı zamanda bakınız Eisler, 'Violence and Male Dominance:
The Ticking Time Bomb (Şiddet ve Erkek Tahakkümü: Saatli Bombanın Pimi
ni Çekmek)," Humanities in Society 7 (Kış-İlkbahar, 1984) : 3-18.
Bilinç uyandırma terimi, 1960'ların sonundaki, androkratik bir toplumda in
sanlığın yarısı olan kadınların gruplar halinde bir araya geldiği, kişisel olduğu
düşünülen problemlerinin ne kadarının ortak sosyal problemler olduğu konu
sunda artan anlayışı paylaştığı, kadınların özgürlüğü hareketine bir katkıydı.
Bu derinliğine Eisler ve Loye'a ait, çıkacak olan Breaking Free'de incelenecektir.
Aynı zamanda bakınız, "Peace and Feminist Theory: New Directions (Barış ve
269
Riane Eisler
21.
22.
23.
24.
25.
26.
270
Feminist Teori: Yeni Doğrultular)," Bulletin of Peace Proposals (Barış Önerileri
Bülteni), No. 1 ( 1986); Eisler, "Women and Peace (Kadınlar ve Barış)" Women
Speaking 5 (Kasım-Aralık 1982 ): 16- 18; Eisler, "Our Lost Heritage: New Facts
on How God Became A Man (Kayıp Mirasımız: Tanrı'nın Nasıl Erkek Oldu
"
ğuna Dair Yeni Gerçekler) 1 The Humanist 45 (Mayıs/Haziran 1985) : 26-28.
Örneğin, Vietnam savaşı gazileri Aralık 1985'te savaş oyuncaklarının ne kadar
yıkıcı olduğu hakkında biünç uyandırmak için oyuncak dükkanlarının önünde
bildiri dağıtıyorlardı. Bir gazinin bir TV görüşmesinde ortaya koyduğu gibi,
savaşı çekici ve romantik gösteren Rambo ve GJ Joe bebekleri satıldığı için, en
azından bazılarının, savaşın gerçekten nasıl olduğunu göstermek için bu oyun
cakları sakatlamaları gerekti.
The Futurist, Şubat 19811 2.
Uluslararası kadın hareketinin gelişimi, giderek daha çok erkeğin aynı zaman
da kadınların statüsünde büyük değişiklikler olmadan gerçek sosyal ve ekono
mik gelişme olamayacağını anlamaya başlamasıyla, büyük ölçüde İlk Birleşmiş
Milletler Kadın On Yılı ( 1975-1985) boyunca hızlanmıştır. Örneğin, Kenya
Nairobi'de, Temmuz 1985'te gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Kadın Kon
feransının Sonunun açılışında Kenya Başkanı Daniel Arap Moi, "yirmi birinci
yüzyılda barış, gelişme ve insan haklarının evrensel olarak gözlenmesi, kadın
ların tam ortaklığı olmadan eksik kalacaktır" demiştir. Kenya'nın Başkan Yar
dımcısı Mwai Kibaki bugünlerde şimdi her on üç ayda bir doğum yapan Afri
kalı kadınların nasıl "bir diğeri beklerken ve doğması gerekirken... üç veya dört
çocuk için... yemek yapmak ve onları emzirmek gibi güç bir görev karşısında
çaresiz, zayıf ve sefil olduğundan söz etmiştir" (Moi ve Kibaki'den alıntılayan
Davis Loye, "Men at the U.N. Women's Conference (Birleşmiş Milletler Kadın
Konferansında Erkekler)," The Humanist 45 [Kasım/Aralık 1985 ] : 281 32).
Bakınız, örneğin, Mary Daly, Gyn/Ecology: The Metaethics of Radical Feminism
(]in/Ekoloji: Radikal Feminizmin Meta-Etiği) (Boston: Beacon Press, 1978) ve
Wilma Scott Heide, Feminismfor the Health ofIt (Onun Sağlığı için Feminizm)
(Buffalo: Margaretdaughters Press, 1985).
Bakınız Louise Bruyn, Feminism: the Hope for a Future (Feminizm: Gelecek
için Bir Ümit ( Cambridge, MA : American Friends Service Committee, Mayıs
198 1 ) Daly'nin "androkratik saldırganlığın kadın düşmanı kökleri" dediği du
rumun kuvvetli olarak dile getirilmesi için" (Gyn/Ecology, 357). Aynı zamanda
bakınız Eisler ve Loye, "Peace and Feminist Theory: New Directions (Barış
ve Feminist Teori: Yeni Doğrultular)" ve "Peace and Feminist Thought: New
Directions (Barış ve Feminist Düşünce: Yeni Doğrultular)," World Ecyclopedia
ofPeace, Laszo ve Yoo, ed. (London: Pergamon Press, 1986).
Jean Bak.er Miller, Toward a New Psychology of Women (Yeni Bir Kadınlar Psiko
lojisine Doğru) (Boston: Beacon Press, 1976), 86.
Notlar
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
Aynı eser, 69.
Aynı eser. Alıntılar (sırayla) 83, 87 ve 69.
Aynı eser. Alıntılar (sırayla) 95 ve 83 (orijinaldeki vurgu).
Abraham Maslow, Toward a Pyschology ofBeing (Varoluş Psikolojisine Doğru),
ikinci baskı (New York: Van Nostran-Reinhold, 1968 ).
Alfred Adler, Understanding Human Nature (İnsanTabiatını Anlamak) ( Green
wich, CT: Fawcett, 1954).
Androkratik ve gilanik kişilik tiplerinin farklı karakteristik özelüklerine daya
nan araştırmalar Eisler ve Loye'a ait, çıkacak olan Breaking Free'de rapor edil
miştir. Aynı zamanda bakıruz Riane Eisler, "Gylany: The Balanced Future ( Gi
lani: Dengeli Gelecek)," Futures 13 (Aralık 198 1 ) : 499-507.
Maslow, Toward a Pyschology ofBeing.
Fritjof Capra, The Turning Point: Science, Society and Rising Culture (Dönüm
Noktası: Bilim, Toplum ve Yükselen Kültür) (New York: Simon & Schuster,
1982).
İronik olan, yalnızca şimdi erkek bilimciler geleneksel "erkekçe" doğrusal
yaklaşımın ne kadar sınırlı olduğunu keşfederken, her iki cinsin muhtemelen
doğuştan aynı düşünme kapasitesine sahip olduğu görüşünün daha açık hale
gelmesidir. Bazı biyolojik farklar olmasına rağmen, kadınların bilgiyi daha bü
tünsel olarak işleme yeteneği, muhtemelen cinsel stereo-tiplere dayalı sosyal
leşme ve rollerden dolayıdır. Örneğin, erkeklerin tersine, kadınlar hayatlarını
birincil olarak ilişkileri görerek sosyalleştirmiş ve diğerlerine ihtiyaçlarına daha
duyarlı olmuştur.
Saik, Anatomy ofReality (Gerçekliğin Anatomisi), 1 1-19.
McClintock üzerine tanımlayıcı çalışma Evelyn Fox Keller, A Feeling for the
Organism: The Life and Work ofBarbara McClintock'tur (Organizma Duygusu:
Barbara McClintock'un Hayatı ve Çalışması) (San Francisco: W. H. Freeman,
1983).
Ashley Montagu, Woodstock Times, 7 Ağustos, 1986.
Hillary Rose, "Hand, Brain, and Heart: A Feminist Epistemology for the Natu
ral Sciences (El, Beyin ve Kalp: Tabiat Bilimleri için Feminist Bir Epistemolo
ji);' Signs 9 (Ağustos 1983) : 8 1 .
Bakınız, örneğin, Evelyn Fox Keller, Rejlections on Gender and Science (Top
lumsal Cinsiyet ve Bilim Üzerine Yansıtmalar) (New Haven: Yale University
Press, 1985); Carol Christ, "Toward a Paradigm Shift in the Academy and in
Religious Studies (Akademide ve Dini Çalışmalarda Bir Paradigma Değişikli
ğine Doğru)," Chiristie Farnham içinde, ed. Transforming the Consciousness of
the Academy (Akademinin Bilincini Dönüştürmek) (Bloomington, IN: India
na University Press, 1987); Rita Arditti "Feminism and Science (Feminizm ve
27 1
Riane Eisler
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
272
Bilim)," Science and Liberation, Rita Arditti, Psat Brennan ve Steve Cavrak.1 ed.
(Boston: South End Press, 1979).
Salk, Anatomy ofReality (Gerçekliğin Anatomisi), 22.
Miller, Toward a New Psychology of Women (Yeni Bir Kadın Psikolojisine Doğ
ru ), bölüm 1 1.
Aynı eser, 130.
Oy kullanma hakkı konusunda on dokuzuncu yüzyıl feminist mücadelesinin
genel bir taslağı için, bakınız Eleanor Flexner, A Century of Struggle (Yüzyıllık
Mücadele) (Cambridge: Belknap Press of Harvard University Press, 1959).
Yükseköğrenirne erişim için on dokuzuncu yüzyıldaki mücadelenin genel bir
taslağı için, bakınız Mabel Newcomer, A Century ofHigher Educationfor Women
(Kadınlar için Ytikseköğrenimin Bir Yüzyılı) (New York: Harper & Brothers,
1959). Yirminci yüzyıl kadınların özgürlüğü hareketi üzerine bazı kaynaklar
şunlardır: Vivian Gornick ve Barbara Moran'ın Woman in Sexist Society (Cin
siyetçi Toplumda Kadın) yapıtı (New York: Basic Boks, 1971); Robin Mor
gan, ed.1 Sisterhood is Powerful (Kız Kardeşler Güçlüdür) (New York: Random
House, 1970); Johnson, From Hopusewife to Heretic (Ev Kadınından Sapkına)
( Garden City, NY: Doubleday Anchor, 1983); Riane Eisler, The Equal Rights
Handbook (Eşit Haklar Elkitabı) (New York: Avon Books, 1978 ).
Gandhi'nin yaklaşımının bir tartışması için, bakınız Marilyn Ferguson, The
Aquarian Conspiracy: Personal and Social Transformation in the 1 980'.s (Kova
Burcu Komplosu: 1980'lerde Kişisel ve Sosyal Dönüşüm) (Los Angelos: Tarc
her, 1980), 1 19-200. Bakınız aynı zamanda Louis Fisher, The Life ofMahatma
Gandhi (Mahatma Gandhi'nin Hayatı) (New York: Harper & Brothers, 1950).
Miller, Toward a New Psychology of Women (Yeni Bir Kadınlar Psikolojisine
Doğru), 1 16. Güç için olan ile güç üzerine olan arasındaki fark, Kadeh ve Kılıç
ile sembolize edilen farktır.
Morgan, ed.1 Sisterhood is Powerful (Kız Kardeşler Güçlüdür); Marilyn French,
Beyond Power: On Women, Men, and Morals (Gücün Ötesinde: Kadınlar, Er
kekler ve Ahlak Üzerine) (New York: Ballantine, 1985) : Arienne Rich, OfWo
man Born (Kadın Doğanlar Üzerine) (New York: Bantam, 1976); Devaki Jain,
Womans Qµest for Power: Five Indian Case Studies (Kadının Güç Arayışı: Beş
Kızılderili Olgu İncelemesi) (Ghanziabad: Vikas Publishing House, 1980);
Marielouise Janssen-Jurreit, çev. Verne Moberg, Sexism: The Male Monopoly on
History and Thought (Cinsiyetçilik: Tarih ve Düşünce Üzerine Erkek Tekeli)
(New York: Farrar, Straus & Giroux, 1982).
Erich Neumann, The Great Mother (Büyük Anne) (Princeton, NJ: Princeton
University Press, 1955), 333-34.
Alvin Toffier'ın The Third Wave (Üçüncü Dalga) kitabıdır (New York: Bantam,
1980).
Notlar
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
·
60.
61.
62.
63.
64.
65.
Ruth Sivard, World Military and Social Expenditures 1 983 (Washington, D.C.:
World Priorities, 1983), 5, 26.
Willis Harman, 'The Coming Transformation (Gelen Dönüşüm);· Th e Futurist,
Şubat 1977, 5- l l.
Mihajlo Mesarovic ve Eduard Pestel, Mankind at the Turning Point (Dönüm
Noktasında İnsanlık) (New York: Dutton, 1974), 157.
Aynı eser, 146-47.
John McHale, The Future of the Future (Geleceğin Geleceği) (New York: Bal
lantine, 1969), 1 1.
Bakınız, örneğin, T. W. Adorno, Else Frenkel-Brunswik, Daniel Levinson, R.
Newitt Sanford, The Authoritarian Personality (Otoriter Kişilik) (New York:
Harper & Row, 19 50). Özellikle bireylerin katı hiyerarşik ailelerde nasıl yetiş
tirildiği hakkındaki Frenkel-Brunswik'in çalışması, özellikle sahip olma kapasi
telerinin olmadığı duygusal tatminkar ilişkiler için ikamenin maddi kazanımla
ra açık olduğu üzerinedir. Bu sosyal ve kişilik dinamikleri, derinliğine Eisler ve
Loye'un Breaking Free yapıtında ele alınmıştır.
John Stuart Mili, Principles of Political Economy (Ekonomi Politiğin Prensipleri),
W J. Ashley, ed. 187l'deki 7. baskıya dayalı olarak 1909'daki yeni baskı (New
York: Longman, Green, 1929). Aynı zamanda bakınız Heilbroner, The Worldly
Philosophers (Dünya Çapında Filozoflar) (New York: Simon & Schuster, 1961).
State of the World'.s Women 1 985 (Dünya Kadınlarının Durumu 1985) (Birleş
miş Milletler için New Internationalist Publications, Oxford, U.K.), 1.
Aynı eser.
Hazel Henderson, The Politics of the Solar Age (Uzay Çağının Politikası) (New
York: Anchor Boks, 1981 ), 171.
Aynı eser. Alıntılar (sırasıyla) 337, 364 ve 373.
James Handerson, The Sane Alernative (Sağlıklı Seçenek) ( St. Paul, MN: River
Basin Publishing, 1979).
Joseph Huber, "Social Ecology and Dual Economy (Sosyal Ekoloji ve İkili Eko
nomi)," Anders Arbeiten-Anders Wirtschaften'den İngilizce alıntı (Frankfurt:
Fischer-Verlag, 1979).
Hillary Rose'un "Hand, Brain, and Heart: A Feminist Epistemology for the
Natura! Sciences (El, Beyin ve Kalp: Tabiat Bilimleri için Feminist Bir Epis
temoloji) kitabına bu merkezi noktanın kuvvetle eklemlenmesi için minnetta
rım. (Bakınız not 39.)
Bu ekonomik dönüşüm, Eisler ve Loye'un Breaking Free ve Riane Eisler'in
(çalışması devam eden) Emegence (Beliriş) adlı kitaplarında daha derinliğine
tartışılmıştır.
Bakınız Riane Eisler, "Pragmatopia: Women's Utopias and Scenarios for a
273
Riane Eisler
66.
67.
68.
69.
70.
71.
274
Possible Future (Pragmatopia: Muhtemel Bir Gelecek için Kadınların Ütop
yaları ve Senaryoları);' Ütopya Çalışmaları On Birinci Konferansı'nda sunulan
bildiri, Asilomor, California, Ekim 2-5, 1986, pragmatopia (Grekçe'de gerçek
bir yer ve gerçekleştirilebilir bir gelecek anlamına gelir, gerçekten "hiçbir yer"
anlamına gelen geleneksel utopia kavramım tersidir) kavramının ilk defa dile
getirilmesi için.
Bugünkü nüfus büyümesi oranları dünyanın ekolojik sistemi tarafından sürdü
rülemez, bu konu nüfus büyümesinin stabilize edilip edilemeyeceğidir, fakat
nasıl. Bakınız, örneğin, Jonas Saik, World Population and Human Values:A New
Reality (Dünya Nüfusu ve İnsani Değerler: Yeni Bir Gerçeklik) (New York:
Harper & Row, 198 1 ). Ayrıca bakınız Riane Eisler, "Peace, Population and
Women's Roles (Barış, Nüfus ve Kadınların Rolleri), World Encyclopedia ofPe
ace, Laszo ve Yoo, ed.
Bu konu daha derinliğine Riane Eisler'in Emegence (Beliriş) adlı kitabında
tartışılacaktır. Aynı zamanda bakınız D'Eaubonne, La Feminism ou La Mort;
Elizabeth Dodson-Gray, Green Paradise Lost (Kayıp Yeşil Cennet) (Wellesley,
MA: Roundtable Press, 1979) ve diğer eko-feminist çalışmalar.
Bakınız, örneğin, The State of the World'.s Women 1 985 (Dünya Kadınlarının
Durumu 1 985); Barbara Rogers, The Domestication of Women: Discrimination
in Developing Countries (Kadınların Evcilleştirilmesi: Gelişmekte Olan Ülkeler
de Ayrımcılık) (New York: St. Martin's, 1979); Marya Buvinic, Nadia Joussef
ve Barbara Von Elm, Women-Headed Households: The Ignored Factor in Develop
ment Planning (Kadınların İdare Ettiği Evler: Gelişim Planlamasında Göz Ardı
Edilen Faktör) (Washington, D.C.: Uluslararası Kadın Araştırmaları Merkezi,
1978); May Rihani, Development as if Women Mattered (Kadınlar Önemseni
yormuş Gibi Gelişim) (Washington, D.C.: Denizaşırı Gelişim Konseyi, 1978);
Riane Eisler, "The Global lrnpact of Sexual Equality (Cinsel Eşitliğin Küresel
Etkisi)," The Humanist 41 (Mayıs/Haziran 198 1 ).
Bakınız, örneğin, Sivard, World Military and Social Expenditures 1 983; Riane
Eisler ve David Loye, "The 'Failure' of Liberalism: A Reassessment of Ideo
logy from New Feminine-Masculine Perspective (Liberalizmin 'Başarısızlığı:'
İdeolojinin Eril-Dişil Bakış Açısından Yeniden Değerlendirilmesi)," Political
Psychology 4 ( 1983) : 3 75-91.
Bakınız, örneğin, Luther Gerliach ve Virginia Hine, People, Power, Change: Mo
vements of Social Transformation (İnsanlar, Güç, Değişim: Sosyal Dönüşüm Ha
reketleri) (Indianapolis: Bobbs-Merrill, 1970).
Bakınız, örneğin, E. F. Schumacher, Small Is Beautiful (Küçük Güzeldir) (New
York: Harper & Row, 1973); Henderson, The Politics od the Solar Age (Uzay
Çağının Politikası).
Notlar
72.
73.
74.
75.
76.
77.
78.
Yeni doğum kontrol teknolojileri üzerine androkratik senaryo için bakınız, ör
neğin, Wendy Faulkner ve Erik Arnold, ed. Smothered bu Invention: Technology
in Womens Lives (Buluşla Bastırılan. Kadınların Hayatlarında Teknoloji) (Lon
don: Pluto Press, 1985) ve Rita Arditti, Renate Duelü Klein ve Shelley Min
den, ed., Test Tube Women: What Futurefor Motherhood? (Deney Tüpü Kadın
lar: Anneliğin Geleceği Olacak?) (London: Routledge & Kegan Paul, 1984).
Bu ihtimallerin bazılarım keşfetmek konusunda bir çalışma için, bakınız Mar
tin Carnoy ve Derek Sherer, Economic Democracy (Ekonomi Demokrasisi)
(New York: Sharpe, 1980).
Henderson, The Politics of the Solar Age, her iki alıntı da 365'ten.
Riane Eisler, "Human Rights: The Unfınished Struggle (İnsan Hakları: Bitme
yen Mücadele)," International Journal of Womens Studies 6 (Eylül/Ekim 1983) :
326-35.
Riane Eisler, Dissolution: No-Fault Divorce, Marriage and the Future of Women
(Bozulma: Hatasız Boşanma, Evlilik ve Kadınların Geleceği) (New York:
McGraw-Hill, 1977).
Mead, "Our Open-Ended Future (Açık Uçlu Geleceğimiz)"; Riane Eisler ve
David Loye, "Childhood and the Chosen Future (Çocukluk ve Seçilmiş Gele
cek);' Journal ofClinical Child Psychology 9 (Yaz 1980 ) .
David Loye, The Sphinx and the Rainbow: Brain, Mind, and Future Vision
(Sfenks ve Gökkuşağı: Beyin, Zihin ve Gelecek Vizyonu) (Boston: New Scin
ce Library, 1983).
275
Haritalar ve Tablolar
BAY OF BISCAY
Şekil 1. Batı Avrupa'da Yontma Taş Devri Mağara Sanatına Ait Büyük.Alanlar
Yontma taş devri sanatı Doğu Avrupa'daki sahalarda da bulunmuştur.
Kaynak: Andre Leroi-Gourhan'ın "Yontma Taş Devri Sanatının Evrimi",
Scienti.ficAmerican no. 2 (Şubat 1968): 62 eserinden uyarlanmıştır.
277
5,ooo 10,ooo -
Geç Magdalenien
Klasik
(Stil IV)
-
Orta Magdalenien
-
Erken Magdalenien
Antik
(Stil III)
15,ooo -
Solutrean
-
Gravettian-Solutrean Arası
20,ooo -
İlkel
(Stil il)
-
Gravettian
25,ooo -
İlkel
(Stil I)
-
Orinyasiyen
3O'ooo -
Şekil 2. Andre Leroi-Gourhan'ın Yontma Taş Devri Sanatı Kronolojisi
(İ.Ö. yaklaşık 30,000 - İ.Ö. 10,000 ) .
Kaynak: Andre Leroi-Gourhan, "Yontma Taş Devri Sanatının Evrimi,"
Scientifıc Arnerican no. 2 (Şubat 1968) : 63.
278
HACILAR
c.
5000 BCE .........................
Id
-le
la 5247 ± 1 1 9
c. 5250
Ilb
Ila 5434 ± 131
c. 5435
III
IV
c. 5500
v
c. 5600
VI 5620 ± 79
VII
VIII
IX 5614 ± 92
5 7_0_6
c. 5700---_;;...
_
_
ÇATALHÖYÜK
o
1
5720
c. 5750
c.
c. 5790
c. 5830
c. 5880
c. 5950
II
III
5 797 ± 79
5807 + 94
IY. . . . . . . ({J)f.? .�.�9) . . . . . . . . . . . . . . . .
v
5920 ± 94
.
VI A
5781 ± 96 yıkım
5800 ± 93
5815 ± 92 başlangıç
5850 ± 94
5908 ± 93
5986 ± 94 başlangıç
VI B
(>.�QQ :':= .??. (?), . . . . . . . . . . . .
.....
... . .....
6486
±
1
02
. .... .
....
........
x
6385 ± 1 01
X öncesi seviyeler
(henüz tarihlenmemiş)
c. 605016070
.v.1.1
c. 6200
.v:ı.1.1
c. 6280
.IX
... .
c. 6380?
. . . . . .
.
. . . . . .
.
c. 6500
. . .
.
. . . . . . . . .
.
. . . . . .
. . .
.
. . .
. . . . .
Şekil 3 James Mellaart'ın Hacılar ve Çatalhöyük Kronolojisi
(i.ö. yaklaşık 6500 - İ.Ö. 5000)
Tablo aşağıdan yukarı okunur. Büyük rakamlar daha eski seviyeleri gösterir.
Roma rakamları gelişim seviyelerine karşılık gelen kazı seviyelerini gösterir.
Kaynak: James Mellaart, Çatalhöyük (New York: McGraw-Hill, 1967): 52.
279
1 Tepe Gawra
2 Teli M'lefaat
Nineveh
ArpadUyah
5 Hassunı
!
c
T
280
Önemlı. bakır yataklan
kları
Turkuvaz yata
Şekil 4. Yakın Doğu'daki Mezolitik ve Cilalı Taş Devri Kazı Alanlan
Mezolitik terimi Yontma Taş Devri ile Cilalı Taş Devri (ya da tarımın baş
langıcı) arasındaki geçiş dönemini belirtmek için kullanılır. Alanların geniş
lemesi ilk kültürel gelişmelerin boyutlarını gösterir.
Kaynak: James Mellaart'ın Yakın Doğu'nun Cilalı Taş Devri (New York:
Charles Scribner's Sons, 1975) : 20, 21 (telif sahibi Thames and Hudson,
Londra) adlı eserinden uyarlanmıştır.
28 1
Şekil 5. Eski Avrupa'nın Yaklaşık İlk Medenileşme Alanı
(i.ö. yaklaşık 7000 - İ.Ö. 3500)
Eski Avrupa terimi güneydoğu Avrupa'da yaklaşık İ.Ö. 7000 ile 3500 yılları
arasındaki medeniyeti beürtmek için bulunmuştur, fakat Hint-Avrupa saldı
rılarından önceki bütün Avrupa'yı beürtmek için de kullanılabiür. Bunlara
batı Avrupa'da bulunan İ.Ö. Sinci ve 3üncü milenyumlar arasındaki megaü
tik kültürleri (İrlanda, Malta, Sardinya ve Büyük Britanya'nın bazı kısımları,
İskandinavya, Fransa, İspanya ve İtalya) de dahildir.
Kaynak: Marija Gimbutas'ın EskiAvrupa'nın Tanrıçaları ve Tanrıları (Berke
ley ve Los Angeles: University of Caüfornia Press, 1982) : 16 adlı eserinden
uyarlanmıştır.
282
Şekil 6. Birinci Kurgan Dalgası {İ.Ö. yaklaşık 4300 - İ.Ö. 4200)
Oklar, ilk Kurgan istilalarının özellikle Eski Avrupa'nın Karanova, Vınea, Leng
yel ve Tiszapolgar kültürlerine yaptığı ana saldın rotalarını göstermektedir.
Kaynak: Marija Gimbutas'ın ilk olarak The Journal oflndo-European Studies
5, no. 4 {Kış 1977) : 283'te yayınlanan haritasının bu kitap için yapılan 1986
revizyonu.
Şekil 7. Üçüncü Kurgan Dalgası {i.ö. yaklaşık 3000 - İ.Ö. 2800)
Oklar ve gölgeli alanlar Kurganlar'ın daha sonra steplerden (koyu çizgilerin doğu
su) ve melezleştirilmiş kültürlerden yaptığı istilaları göstermektedir. Noktalı çizgi ise
İrlanda'ya giden muhtemel bir rotayı göstermektedir.
Kaynak: Marija Gimbutas'ın ilk olarak The Indo-Europeans in the Fourth and Third
(Karoma Publishers, 1982)'de yayınlanan haritasının bu kitap için yapılan
1986 revizyonu.
Millenia
283
Şekil 8. Marija Gimbutas'ın Eski Avrupa Kültürünün Filizlenmesi ve Yıkımı
Kronolojisi (yaklaşık i.ö. 7000 - İ.Ö. 2500)
Kaynak: Marija Gimbutas'ın ilk olarak Indo-European Studies 131, UCLA,
1980, s. 5-7'de yayınlanan kronolojisinin bu kitap için 1986'da yeniden
düzenlenmiş hali.
i.ö.
7000-6500:
Önemli Olaylar
Ege Denizi vadi ve kıyı bölgelerinde yiyecek üretimi ve yerleşik köy
hayatının başlangıç dönemi.
6500-6000:
Ege, Orta Balkan ve Adriyatik bölgelerinde çömlekçilikle birlikte tam
Cilalı Taş Devri. Buğday, arpa, fiğ ve bezelye hasadı. At hariç tüm evcil
hayvanlar. Büyük toplu köylerin ortaya çıkması. Birbirine yakın, kerpiç
ve keresteden yapılan, avlulu, dikdörtgen evler. İlk tapınaklar. Kıyı ve
açık deniz gemiciliği. Cam kaya, mermer ve spondil kabuğu ticareti.
6000-5500:
Tarımsal ekonominin Tuna havzasının aşağı ve orta kısımlarına
(Yugoslavya, Macaristan, Romanya) ve orta Bulgaristan'da ise Meriç
Ovası'na yayılışı ve Dinyester-Bug bölgesinde ortaya çıkışı.
5500-5000:
Yiyecek üretim ekonomisinin doğu merkez Avrupa'dan merkez
Avrupa'ya yayılması: Moravya, Bohemya, güney Polonya, Almanya,
Hollanda (Doğrusal Çömlekçilik kültürü). Yugoslavya, Romanya ve
Bulgaristan'da bakır metalürjisinin başlangıcı. Köylerin büyümesi.
Dini inançlarda kullanmak için kutsal yazının ortaya çıkışı. Vinea,
Tisa, Lengyel, Butmir, Danilo ve Karanovo kültürleri.
5000-4500:
Eski Avrupa kültürünün doruk noktası. Seramik sanatı ve mimarinin
(iki katlı tapınak yapıları da dahil olmak üzere) olgunlaşması. Cucuteni
(Tripolye) kültürünün Moldovya ve batı Ukrayva'da, Petreşti'nin
Transilvanya'da ortaya çıkması.
4500-4000:
Eski Avrupa'nın gelişiminin devamı. Bakır ve altının kullanımının
artması. Araçların (kilden yapılma minyatür tekerlek modelleri) ve
evcilleşmiş atın ortaya çıkışı. İkincisi
4000-3500:
İlk Kurganlaşma: yerleşim biçimleri, toplumsal yapı, ekonomi ve
dindeki değişiklikleri belirledi. Eski Avrupa sanatının küçülmesi;
heykelcik, çok renkli seramik ve tapınak yapımında durulma. Aşağı
Tuna havzası ve Dobruca'da Kurganlaşmış bir Cernavoda (Boğazköy)
kültürünün ortaya çıkışı.
284
3500-3000:
Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kurgan halkının ikinci dalgası. Tunç
Devri'nin başlangıcı. Circum-pontic metalürji bölgesinin oluşumu.
Cucuteni medeniyetinin dağılması ve bir cucutani-Kurgan karışımı
olan Usatovo-Gorodsk-Folteşti'nin ortaya çıkışı. Bulgaristan'daki
Ezoro ve orta Tuna bölgesindeki Beden karma kültürleri Eski Avrupa
alt tabamyla doğu (Kurgan) öğelerinin karşılaşmasıyla oluşmuştur.
Kuzey orta Avrupa'daki Globular Arnphora kültürünün ortaya çıkışı.
3000-2500:
Aşağı Dnieper-aşağı Volga steplerinden gelen Üçüncü Kurgan
Dalgası'yla (Jarnna) ortaya çıkan ve merkez doğu boyunca ilerleyen
yeni bir değişim. Etnik kaymalar: Geç Baden ve Vucedol kültürlerinin
Bohemya'ya, orta Alrnanya'ya, Bosna'ya ve Adriyatik kıyısına geçişi.
Bell Beaker halkının (muhtemelen Kurganlaşmış Orta Avrupalılar) batı
Avrupa'ya yaptıkları geniş kapsamlı yürüyüşler. Globular Arnphora,
Funnel boyunlu Beaker kültürleri ve yeni doğu (Jarnna) öğelerinin
birleşiminden oluşan Corded Ware kültüründeki Ren ve Dinyeper'in
arasındaki oluşumları Corded Çömlekçiliği araçlarınıngüney
İskandinavya, Doğu Baltık ile üst Dinyeper ve üst Volga'ya doğru
dağılması.
Şekil 9. Eski Avrupa ve Kurgan Kültürleri'nin Karşılaştırılması
Kaynak: Marija Gimbutas'ın ilk olarak The Journal of Indo-European Studies
5, n.4 (Kış 1977) : 283'te yayınlanan kronolojisinin bu kitap için 1986'da
yeniden düzenlenmiş hali.
Ekonomi
Habitat
Toplumsal
Yapı
İdeoloji
Eski Avrupa Kültürü
Kurgan Kültürü
Tarımsal (at hariç), yerleşik
Kırsal (atla birlikte)
Büyük toplu köy ve kasabalar
Kaleler yok
Yarı yeraltı evleriyle küçük köyler
Kalelerden yöneticilik yapan liderler
Eşitlikçi, anne soyuna dayalı
Baba soyuna dayalı ve babayerli
Barışçıl, sanatsever kadın yaratıcı
Savaşçı erkek yaratıcı
285
Şekil
l O.
Girit ve Diğer Antik Medeniyetlerin Kronolojik Karşılaştınlması
Sir Arthur Evans ve Nicholas Platon'un kronolojilerine dayanarak ve diğer antik medeniyetlerin öne çıkan özelükleriyle
karşılaştırılarak yapılan Girit Medeniyeti gelişimi (tarihler yaklaşık verilmiştir).
i.ö.
Tarihler
Girit
Platon'un Kronolojisi
Girit
Evans'ın Kronolojisi
Diğer Antik Medeniyetler
Belli Kronolojik özellikler
6000
Erken Cilalı Taş 1
Erken Cilalı Taş
5000
Erken Cilalı Taş il
Orta Cilalı Taş
4000
Orta Cilalı Taş
Anadolu'da Çatalhöyük'ün başlangıcı.
Tayland'da pirinç yetiştirilmesi.
Avrupa ve Yakın Doğu'da zirai toplumların gelişmesi.
Mezopotamya alüvyon ovasının kolonileşmesi.
Mısır'da zirai yerleşimlerin gelişmesi.
Meksika'da mısır yetiştirilmesi.
Cilalı Taş ekonomisi Britanya'ya getirildi.
Brittany'de erken monolitik anıtlar.
Çin'de ipek güvesinin evcilleştirilmesi.
3000
Geç Cilalı Taş
Geç Cilalı Taş
2600
Saray öncesi dönem 1
Erken Minos 1
2400
Saray öncesi dönem il
Erken Minos il
Akdeniz'de Kiklad kültürlerinin gelişimi.
Ekilebilir tarım tekniklerinin orta Afrika'ya yayılması.
Amerika kıtasında ilk çömlekçilik.
İlk Mısır hanedanı.
İndus Vadisi'nde medeniyet gelişimi
İlk Ur hanedanı
Mısır'da Keops piramidinin yükselişi
Sümer'in Akad dönemi
Beşinci Mısır hanedanı
2200
Saray öncesi dönem III
Erken Minos III
Yedinci Mısır hanedanı
Yeni Sümer dönemi
İndus Vadisi'nde fi.ün evcilleştirilmesi
Üçüncü Ur hanedanı
Mısır'ın orta krallığı
İlk Babil hanedanı
2000
Eski saray dönemi 1
Orta Minos 1
1900
Eski saray dönemi il
1800
Eski saray dönemi III
Orta Minos il
1700
1600
Yeni saray dönemi 1
Yeni saray dönemi il
Orta Minos III
Geç Minos l
Mısır'da Hiksoslar'ın yönetime geçişi
Çin'de Shang medeniyetinin gelişimi
1450
Yeni saray dönemi III
Geç Minos il
Aryan dilleri konuşan halkların Hindistan'ı ele geçirmesi
1400
1320
Saray sonrası dönem 1
Saray sonrası dönem il
Geç Minos III
1260
1 150
Saray sonrası dönem ili
Hitit İmparatorluğu'nun yükselişi
Asurluların bir askeri güç olarak yükselişi
İbrani kavimlerin Kenan'ı ele geçişmesi
Hitit İmparatorluğu'nun çöküşü
Alt Minos Çin'de Shang hanedanının devrilmesi
Akdeniz'de Miken medeniyetinin çöküşü
Yakın Doğu'nun 1. Tiglat-Pileser yönetimindeki Asur
saldırılarının artışı
Alt Minos
Babil'de Hammurabi yasaları
Kaynaklar: Sir Arthur Evans, The Palace ofMinos at Knossos, Sayı 1-IY. (Londra: Macmillan & Company Ltd., 1921-1935); Nicolas
Platon, Crete (Cenevre: Nagel Publishers, 1966); James Mellaart, The Neolithic of the Near East (New York: Charles Scribners Sons,
1975); ve dünya tarihi ansiklopedileri ve atlasları.
GiRiT DENiZi
Amni!OS
AKDENiZ
Şekil 11. Minos Giriti'nin Ana Bölgeleri
Kaynak: Jacquetta Hawks'un Dawn of the Gods: Girit'in Minos ve Miken
Kökleri (New York: Random House, 1968): 59 eserinden uyarlanmıştır.
MISIR
Miken ticaret yolları
--
Minos ticaret yollan
Şekil 12. Minos ve Miken Ticaret Yolları
Kaynak: Jacquetta Hawks'un Dawn of the Gods: Girit'in Minos ve Miken
Kökleri (New York: Random House, 1968): 21 eserinden uyarlanmıştır.
288
Index
Symbols
1984 99, 180, 1 8 1, 1 84, 1 86, 208
1984 Uluslararası Nüfus Konferansı 1 80,
181
2001 65, 69, 1 10, 1 12, 1 14, 1 3 1 , 134, 206
!Kung 21, 89, 189
A
Abbe 167
Abbe de Saint-Pierre 167
Abida Khanum 175
Abraham Maslow 193
Adam Smith 169
Adem 100
AdolfHitler 186
Adonis 44
Adrienne Rich 24, 196
Adrienne Zihlman 84
Afrodit 43, 121
Agamemnon 94
Akenakes 68
Alexander Marshack 28
Alfred Adler 194
Alice Schlegel 24
Alice Walker 175
Allie Hixson 175
Altın Irk 1 1, 79
Alva Myrdal 175
Alvin Toffler 197
Amunoph III 59
Anaerkillik 1 1, 45
Anaksimandros 123
Andrea Dworkin 196
Andre Leroi-Gourhan 13, 279, 280
Annette Ehrlich 157
Annette Kuhn 24
Aphra Behn 24
Apollon 87, 93, 94, 101
Aquila 134
Ares 79, 80, 95, 120
Ariadne 43
Ariel Durant 143
Arignote 1 26
Aristofanes 127
Aristoksenos 1 24
Aristoteles 1 19, 1 23, 130
Arnold Hauser 59
Arnold Toynbee 146
Artemis 73
Ashley Montagu 1, 194
Aspasia 1 26, 127
Atargatis 30, 101
Athena 73, 93, 94, 95, 101, 1 20, 121, 125
Atlantis efsanesi 80
Attis 44
Avebury 32, 91
Axiothea 127
Ayetullah Humeyni 172, 1 73, 1 80
Aziz Cyril 142
B
Baal 101
Bahai Evrensel Adalet Evi Bildirisi 175
Bakire Meryem 30, 43, 91, 148
Baranamtarra 82
Barbara Deming 175
Barbara Ehrenreich 149
Barbara McClintock 194
Bettina Aptheker 157
Betty Reardon 175
Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı 161
Boeotia'lı Corinna 126
Boğa 44
289
c
Cari Degler 157
Carol Christ 24, 175, 195
Carol Gilligan 24, 1 54, 175
Caroline Bird 196
CarolJacklin 157
Carroll Smith-Rosenberg 1 57
Catharine Stimpson 24
Celina Garcia 175
Cennet Bahçesi 1 1, 81
Cennetin Kraliçesi 81, 107
Cerridwen 86
Charlene Spretnak 175
Charles Darwin 59
Charles Fourier 157, 1 70
Charlotte Bunche 175
Charlotte Perkins Gilman 1 89
Charybdis 120
Christine de Pisan 160
Claudia Koonz 157
Clytemnestra 94, 95
Constance Parvey 134, 140
Cratinus
Atlantis oluşu 127
Minos toplumu 1 27
Crispus 141
Cyrus Gordon 53
Çatalhöyük 13, 31, 33, 34, 36, 40, 41, 44,
46, 47, 48, 62, 63, 75, 86, 1 1 5, 122,
281, 288
D
Dale Spender 24, 175
Dame Nita Barrow 175
David Loye 7, 23, 175, 2 1 3
David McClelland 1 53
David Winter 1 5 1
Dea Syria 101
Demeter 18, 30, 44, 86, 101, 125
DevakiJain 196
Devlet 3, 124, 125, 129, 149, 185
Diana Russell 196
Diodorus Siculus 87
Diotema 1 19, 128
290
Diyojen 122, 124
Diyonisos 126
DonJuan 1 5 1, 1 53, 160
Dorcas 1 33
Dorothea Dix 158
Dorothy Dinnerstein 1 57
E
Edmund Burke 171
Edward Hussey 122
Edward Lorenz 144
Elaine Pagels 135
Elisabeth Schussler Fiorenza 134
Elise Boulding
Breaking Free 126
Elizabeth Cady Stanton 158, 171
Elizabeth Dodson-Gray 175
Elizabeth Gould Davis 156
ElizabethJaneway 196
Elizabeth Pleck 157
Ellen Marie Chen 175
Elmwood Enstitüsü 175
Elohim 99, 108
Empedokles 123
Enlil 106
E. O.James 26, 106
Erich Neumann l l 5, 123, 197
Erinna 1 26
Erinyeler 93, 94, 96
Ernestine Rose 171
Eshilos
Agamemnon 87, 94, 96, 99
Ester Boserup 24
Evelyn Fox Keller 19 5
Evrim
Harcamalar, askeri ve toplumsal 3, 9, 1 1,
19, 78, 190
Ezra 107
F
Fahrenheit 45 1 184
Fates 86, 95
Fausta 141
Filippo Marinetti 152
Florence Howe 24
Florence Nightingale 158
Frances Wright 171
Francisco Varela 23, 97
Fran Hosken 175
Frank Herbert 1 89
Friedrich Engels 65
Friedrich Nietzsche 171
Fritjof Capra 23, 175, 194
Furies 93, 95
G
Gandhi 159, 194, 195, 196, 302
George Gilder 169
George Lucas 1 89
George Orwell 99
George R. Gliddon 59
George Sand 171
George Thompson 95
Gerda Lerner 157
Girit'in 1 1, 52, 53, 56, 57, 58, 72, 73, 74, 81,
91, 146, 148, 153, 290
Gita Sen 24, 175
Glaucon 129
Global 2000 178
Gloria Orenstein 3, 157
G. Rattray Taylor 147
Gyorgy Kampis 97
H
Habil 81, 1 14
Hacılar 13, 3 1, 34, 36, 92, 281
Hans-Günther Buchholtz 53
Harun 108
Hathor 5 1, 87
Havva 100, 102, 103, 1 14, 1 64, 208
Hazel Henderson 2, 24, 200
Helen Caldicott 175
Helios 1 15
Henry Adams 146
Henry Aiken 163
Hera 30, 73, 86, 101, 121
Heritage Foundation 1 8 1
Herman Kahn 1 8 1
Herman Khan 184
Hermes 73
Herodot 68
Hilkka Pietila 175
Hillary Rose 194
Hint-Avrupalılar
Kurgan Halkı 47, 64, 108
Hiyerarşi 106, 137
Holly Near 175
Homeros 17, 73, 74, 80, 89, 1 19, 120, 122,
1 26, 1 56, 209
Hor-Aha 50
Horus 1 15
Hosea 107
Hudson Enstitüsü
Açlık 1 84
The Human Use ofHuman Beings 1 84
Humberto Maturana 23
Hypatia 142
1
1. Elizabeth 1 50
Ilya Prigogine 23, 139, 144, 190
Imogene Cunningham 192
Indira Gandhi 1 59
Iphigenia 94, 95
Irenaeus 137
Isabel Stengers 144
l . Theodosius 142
Itsue Takarnure 157
İbrahim 109
İbraniler 53, 64, 97, 107
İdi Amin 172
İmparator Konstantin 141
İnsanın Doğuşu 27
İris 122
İshak 109
İsis 30, 5 1, 86, 87
İskenderiyeli Klement 143
İşaya 108
İştar 30, 51, 82, 86, 106
J
Jacques Ellul 184
Jacquetta Hawkes 52, 55, 57, 60, 126
Jarnes Lovelock 91
James Mellaart 13, 92, 281, 283, 289
29 1
Jarnes Robertson 200
Jane Harrison 124
Jane Lancaster 84
]. C. Nott 59
Jean Baker Miller 2, 24, 154, 1 93, 194
JeanJacques Rousseau 129, 167
Jean O'Barr 175
Jerry Falwell 172
Jessie Bernard 24, 154, 175, 1 94
Joan Kelly 157
JoAnn McNarnara 157
Joan Rockwell 94
John Mansley Robinson 130
John McConahay 192
John McHale 198
John Pfeiffer 27
John Platt 175
John Stuart Mill 167, 199
Jonas Salk 191
Joseph Carnpbell 42, 102
Judith Plaskow 24, 175
Judy Chicago 175, 192
JulianJaynes 90
Julian Simon 1 8 1
June Brindel 175
K
Kabil 8 1, 1 14
Kalypso 120
Kaos 1 1, 22, 79, 1 20, 194
Kapitalizm 169
Karen Sacks 175
Karl Marx 167
Kathleen Barry 196
Kathleen Newland 157
Kelebek 201
Kibele 30
Kirke 120
Kopernik 164
Kore 18, 30, 44, 1 1 5, 125
Kraliçe Arete 120
Kraliçe Nana 8 1
Ksenofanes 1 22
Kuan Yin 1 8
Kültürel dönüşüm teorisi 1 13
292
L
Ladon 101
La Frances Rodgers-Rose 157
Lea 109
Leonard Swidler 132
Lester Kirkendall 157
Leviathan 101, 167
Lewis Mumford 1 85
Lila Leibowitz 84
Lourdes Arizpe 157
Lugalanda 82
Lut 1 1 3
Lynn Margulis 9 1
Lynn White 155
M
Madame Geoffrin 156, 166
Malleus Maleficarum 148
Mara Keller 175
Margaret Atwood 175
Margaret Fuller 158, 171
Margaret Mead 204
Margaret Thatcher 159
Marge Piercy 175
Marija Gimbutas 2, 13, 19, 35, 284, 285,
286, 287
Marilyn French 157
Marshall Feigenbaum 23
Martin Luther KingJr. 195
Mary Beard 155
Mary Daly 24
Mary Lyon 1 58
Ma Tsu 1 8
Maxentius 141
Mayumi Oda 175
Mecdelli Meryem 133, 134, 136, 137, 138
Mein Karnpf 172
Merlin Stone 3, 50, 82
Meryet-Nit 50, 60
Mesih İsa
Hz. İsa 1 3 1, 138
Metalürji 1 1, 65
Montanistler 137
Musa 64, 102, 108, 1 1 1
Müzler 86
Platon 2,51,52,53,54,55I 561 57I 60I 801
119,121,124,125,126,127,129,
N
142,288,289
Nammu 81
Nancy Cott 157
Nausicaa 120
Nawal El Saadawi 175
Naziler 186,187
Neolitik Sanat
Girit Sanatı 11, 39
Tanrıça imajları 11, 39
Nicholas Platon 288
Nidaba 83,87
Niles Eldredge 23,190
Ninlil 83,86,106
Nit-Hotep 50,60
Norbert Wiener 177
Politics 152,200
Principles of Political Economy 199
Priscilla 134
Profesör de Morgan 50
Profesör Helmut Koester 136
Profesör H. W. F. Saggs 82
Profesör M. Vasic 87
P. Steven Sangren 157
Pythia 87
Python 101
Pythoness 102
R
RalphAbraham 144
Randolph Trumbach 157, 168
o
Raphael Patai 107
Observations on the Continuous Progress of
Human Reason 167
Odisseas 120
Oresteia 93,94,95,96,99,128
Orestes 93,94
Ortaklık modeli 214
Osiris 115
Oswald Spengler 146
p
Paleolitik Mağara Sanatı 28
Pam McAllister 17 5
Papa Il. Urban 185
Patricia Mische 175
Patrick Pearse 152
Paul 134,141
Paula Gunn Allen 175
PeggyAntrobus 196
Peggy Sanday 175
Perikles 119,126
Persephone 44, 115
Peter Ucko 28
Petra Kelly 175
Pindar 126
Pisagor 119,122,124, 128
Rayna Rapp 157
Renate 157
Reynold Higgins 55
Rita Arditti 195
RobertJungk 175
Robert Shaw 23
Robin Morgan 196
Rollerball 184
Ronald Fletcher 168
Rosemary Radford Ruether 24,175
Ruth Sivard 198
s
Sacred Discourse 126
Salome 116
Sappha 127, 156
Sappho 127,156
Saralı 171
Sarasvati 87
Scylla 120
Serez 30
Sex in History 147, 150
Sexual Politics 152
Shagshag 82
Sherwood Washburn 190
Simone de Beauvoir 24
293
Simon Magus 138
Sir Arthur Evans 53, 60, 288, 289
Sirenler 120
Sir Flinders Petrie 50
Sir John Marshall 32
Sir Leonard Woolley 53
Sokrates 1 19, 122, 123, 124, 1 28, 1 29, 1 95
Solon 80
Sophia 17, 86, 89
Sophia Schliemann 89
Sosyalizm 169
Starhawk 175
Star Wars 189
State of the World's Women 1985 199
StephenJay Gould 23
Stonehenge 32, 9 1
Susan B . Anthony 158
Susan Brownmiller 157
Susan Griffin 175
Susanne Wemple . 157
Syphon 1 0 1
Şekinah 1 09
T
Tabitha 133
Tammutz 44
Tanrıça
The Goddesses and Gods of Old Europe
1 1, 26, 27, 30, 3 1, 32, 34, 35, 37, 38,
39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48,
5 1, 52, 53, 56, 57, 58, 64, 67, 70, 72,
73, 74, 75, 76, 77, 81, 82, 83, 84, 86,
87, 88, 89, 90, 91, 92, 95, 96, 1 00,
101, 102, 1 03, 106, 1 07, 1 08, 109,
1 1 3, 1 15, 1 16, 120, 1 2 1, 1 22, 123,
125, 127, 138, 148, 162, 180, 191,
192, 196, 197, 201
Tao Te Ching 17
The Family and lts Future 1 68
The First Sex 156
The Gnostic Gospels 1 35
The Hebrew Goddess 1 07
Themistoclea 1 19, 124, 128
The Neolithic of the Near East 289
Theodore Roosevelt 152
294
Theodotus 138
The Sane Alternative 200
The Taming of the Shrew 1 5 1
The Turning Point 23
The Wealth of Nations 169
Thomas Hobbes 167
Thomas İncili 140
Trimorphic Protennoia 138
Troya 94
Types ofMankind 59
u
Ursula Le Guin 175
Urukagina 82, 83
v
Valentinus 138
Vassos Karageorghis 53, 60
V. Gordon Childe 70
Vilmos Csanyi 23, 97, 1 1 2
w
Wadjet 87, 101
Wealth and Poverty 169
Willard Libby 33
Willis Harman 198
Wilma Scott Heide 24, 175
World Military and Social Expenditures 1 98
y
Yahya 1 16
Ya.kup 1 09
Yehova 64, 76, 81, 101, 102, 1 03, 1 08, 109,
1 14
Yeni Paradigma Sempozyumu 175
Yeremya 107
Yılan 43, 100
z
Zenon 1 23
Zeus 73, 93, 95, 101, 1 2 1, 125, 1 28