RUM
RUMELİ
İslâm Araştı
Araştırmaları Dergisi
ﳎﻠﺔ ﺭﻭﻡ ﺍﻳﻠىﻠﻠﺒﺤﻮﺙ ﺍﻹﺳﻼﻣﻴﺔ/ Rumeli Journal of Islamic Studies
ISSN: 2564-7903
2564
Yıl / Year: 1 – Sonbahar / Autumn 2018 - Sayı / Issue: 2
İlaahiyat Fakülteleri
Dergimizin Tarandığı İndeksler :
RUMELİ
İslâm Araştırmaları Dergisi
������ ���� روم ا��� �����ث ا/ Rumeli
Journal of Islamic Studies Yıl/Year:
Year: 1
Sonbahar/Autumn 2018 - Sayı /Issue: 2
Sahibi / Owner
Trakya Üniversiteler Birliği İlahiyatt
Fakülteleri Adına
Prof. Dr. Cevdet Kılıç, Trakya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Adres / Adress
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Balkan Yerleşkesi 22030 EdirneTÜRKİYE
Tel. 0 284 235 68 99
Fax 0 284 235 08 87
[email protected]
Basım Yeri / Printed By
Trakya Üniversitesi Matbaası
Edirne Teknik Bilimler MYO Sarayiçi
Yerleşkesi EDİRNE
Editör / Editor
Dr. Mustafa Şentürk, Trakya Üniversite
rsitesi
İlahiyat Fakültesi
Yardımcı Editörler / Co-Editors
Dr. Feim Gashi, Kırklareli Üniversitesi
si
İlahiyat Fakültesi
Dr. Ümit Eker, Çanakkale OMÜ İlahiyyat
Fakültesi
Dr. Yakup Bıyıkoğlu, Tekirdağ NKÜ
İlahiyat Fakültesi
Arş. Gör. Tuba Yıldız, Trakya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Arnavutça Dil Editörü / Albanian
anian
Language Editor
Dr. İlir Rruga, Trakya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Yazı İşleri Müdürü
Dr. İlir Rruga, Trakya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Amblem Tasarım / Emblem Design
Dr. Ömer Kasım Kahya
Grafik Tasarım / Graphic Design
Alihaydar Murat Kıştan / Nokta Klâsikk
Basım Tarihi/Printing Date
Ekim - 2018
[email protected]
rumeli.islamicstudies.3
rumeliislam@rumeliislam
www.ilahiyat.trakya.edu.tr,
http://dergipark.gov.tr/rumeli
UluslararasıDanışma Kurulu /
Int. Advisory Board
Dr. A.Taha İmamoğlu, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Abdurrahman Okuyan, Ondokuz
Mayıs Üni., Türkiye
Dr. Adem Apak, Uludağ Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Ahmad Omar, Trakya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Ahmad Sawan, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Ahmet Çapku, Kırklareli
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Ahmet Emre Dağtaşoğlu, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Ahmet Faruk Güney, Kırklareli
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Ahmet Öz, Kahramanmaraş S.İ.
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Ali Karataş, Sakarya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Ali Öztürk, İstanbul Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Bayram Ali Çetinkaya, İstanbul
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Bekir Zakir Çoban, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Fahrush Rexhepi, University of
Pristina, Kosova
Dr. Shaban Sulejmani, University of
Skopje, Makedonya
Dr. Fatih Toktaş, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Fatih Yakar, Trakya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Habibe Kazancıoğlu, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Halil Aldemir, Kilis Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Halim Işık, Trakya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Hasan Coşgun, Gaziosmanpaşa
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Hasan Maçin, Adıyaman
Üniversitesi, Türkiye
Dr. İbrahim Kocabaş, Yıldız Teknik
Üniversitesi, Türkiye
Dr. İlyas Çelebi, İstanbul 29 Mayıs
Üniversitesi, Türkiye
Dr. İrfan Morina, University of
Pristina, Kosova
Dr. İsmail Çalışkan, Yıldırım Beyazıt
Üni., Türkiye
Dr. Mahmut Yazıcı, Namık Kemal
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Mehmet Dalkılıç, İstanbul
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Mehmet Demirtaş, Gaziosmanpaşa
Üni., Türkiye
Dr. Mehmet Kenan Şahin, Ordu
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Mehmet Ümit, Marmara
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Muammer Bayraktutar,
Gaziosmanpaşa Üni., Türkiye
Dr. Murat Sula, Karadeniz Teknik
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Mustafa Hocaoğlu, RTE
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Mustafa Necip Yılmaz, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Mustafa Özel, Şehir Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Muzaffer Özli, Fırat Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Nazar Omran, Int. University of
Novi Pazar, Sırbistan
Dr. Nebile Özmen, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Necdet Şengün, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Necdet Ünal, Trakya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Necmettin Gökkır, İstanbul
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Nevzat Aydın, Bayburt
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Nurullah Altaş, Marmara
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Oğuzhan Ş. Yağmur, Dokuz Eylül
Üni., Türkiye
Dr. Ömer Başkan, Abant İzzet Baysal
Üni., Türkiye
Dr. Ömer Soner Hunkan, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Özkan Öztürk, Namık Kemal
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Ramadan Doğan, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Raşit Küçük, Kırklareli
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Rıdvan Canım, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Sema Geyin, Trakya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Serpil Başar, Diyanet İşleri
Başkanlığı, Türkiye
Dr. Seyfullah Efe, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Siham Mevid, Int. University of
Novi Pazar, Sırbistan
Dr. Suat Erdem, Bozok Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Süheyl Ünal, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Thaer Alhallak, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Yakup Yılmaz, Kırklareli
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Yasemin Sarı, Namık Kemal
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Yusuf Şen, Bayburt Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Zübeyir Bulut, Abant İzzet Baysal
Üni., Türkiye
Uluslararası Yayın Kurulu/Int.
Editorial Board
Dr. Safvet Haliloviç, University of
Zenica, Bosna Hersek
Dr. Almir Fatić, University of
Sarajevo, Bosna Hersek
Dr. Zuhdija Hasanović , Uni. of
Sarajevo, Bosna Hersek
Dr. Sulejman Topoljak, University of
Bihac, Bosna
Dr. Şukriya Ramiç, University of
Zenica, Bosna Hersek
Dr. Abas Jahja, Trakya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Ahmad Sawan, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Ali Hüseyinoğlu, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Behlül Kanaçi, Karadağ İslam
Birliği, Karadağ
Dr. Cevdet Kılıç, Trakya Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Emina Sadıkovic, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Emine Arslan, Kırklareli
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Enver Gicic, Int. University of
Novi Pazar, Sırbistan
Dr. Fatih Köse, Namık Kemal
Üniversitesi, Türkiye
Dr. İrfan Morina, University of
Pristina, Kosova
Dr. Mensur Nuredin, University of
Skopje, Makedonya
Dr. Mesut İdriz, Int. University of
Sarajevo, Bosna Hersek
Dr. Mohammad Jaber Thalji, Yarmouk
University, Ürdün
Dr. Muhammed Altaytaş, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Muzaffer Üzümcü, Namık Kemal
Üni., Türkiye
Dr. Nevzat Erkan, Kırklareli
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Nimetullah Akın, Çanakkale
Onsekiz Mart Üni.Türkiye
Dr. Nizamettin Karataş, Namık Kemal
Üni., Türkiye
Dr. Nurullah Koltaş, Trakya
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Salih İnci, Kırklareli Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Sefer Hasanov, Sofya Yüksek
İslam Ens., Bulgaristan
Dr. Selahattin Aktı, Çanakkale Onsekiz
Mart Üni., Türkiye
Dr. Üzeyir Durmuş, Çanakkale
Onsekiz Mart Üni.,Türkiye
Dr. Mead Osmani, Araştırmacı,
Sırbistan
İÇİNDEKİLER
1. Manastırlı İsmail Hakkı ve Mevâidü’l-İn‘Âm fîBerâhîniAkâidi’l-İslâm
Adlı Eseri Arif Aytekin ……………………………………..……. 7
2. Hoca Râsim Efendi ve Anglikan Kilisesi’ne Cevap
Rıdvan Özdinç ……………………………………………….….. 32
3. Türkiye’de Müsnedler Üzerine Yapılan Çalışmalarla İlgili Bibliyografik
Bir İnceleme Hayati Ak …………………........................………. 65
4. Bulgaristan’daki Medresetü’n-Nüvvab’ın Önemi ve Etkisi
Ali Mehmedov …………………………………………………….80
5. Sultan II. Abdülhamid Döneminde (1876-1908) Dedeağaç
Harun Halil …………………………………….……………….... 99
6. 17. Yüzyıl Şairlerinden Tulû‘Î ve Rahşiyye’si
Ozaj Suliman ………………………………………………...…. 119
7. İslam Ve Yahudi Geleneğinde Peygamberler ve Peygamberlik
Salih İnci ……………………………………………………...…. 146
8. Osmanlı İlim, Düşünce ve Sanat Dünyasında Balkanlar
Mustafa Necip Yılmaz ……………………………………..…… 177
9. Münâsebâtü’l-Kur’ân (Âyet ve Sûreler Arasındaki İrtibatı Yeniden
Düşünmek) İhsan Koç …………………………….……….…… 187
MANASTIRLI İSMAİL HAKKI VE
MEVÂİDÜ’L-İN‘ÂM FÎ BERÂHÎNİ AKÂİDİ’L-İSLÂM
ADLI ESERİ
Arif Aytekin ∗
Makale Geliş Tarihi: 6 Nisan 2018
Makale Kabul Tarihi: 14 Eylül 2018
Öz
Son devir Osmanlı âlimlerinden olan Manastırlı İsmail Hakkı, aynı
zamanda “Yeni İlm-i Kelâm” dönemi ulemasındandır. İslâmî
ilimler alanında çeşitli konularda eserler vermiştir. Bunlardan ikisi
doğrudan kelâm ve İslâm akîdesine dairdir. “Telhisü’l-kelâm” adlı
eseri daha meşhur olmakla birlikte “Mevâidü’l-in‘âm” daha önce
telif edilmiş olup daha kapsamlı ve daha bilimseldir. Askerî ve
mülkî idadîlerde okutulmak üzere kaleme alınan Mevâid, Sultan II.
Abdülhamid döneminin beğenilen eserlerindendir. Eserin referans
bakımından başlıca ilmî otoriteleri arasında, Ebû Hanife, Matüridi
ve Tahavî olduğu söylenebilir. Manastırlı’nın 33 senesi II.
Abdülhamid dönemine rastlar. Meclis-i a’yân azası olarak meclise
gönderilen Manastırlı’nın padişahlar nezdinde itibarlı ve güvenilir
kişiliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Padişah Mehmed Reşad’ın
Balkan ziyaretine katılmış olup İslâm birliği konusunda vaazlar
vermiştir. Eser klasik plân formatında olsa da özellikle Tabiiyyûna
karşı tenkitleri ile dikkat çeker. Bu yönüyle yeni ilm-i kelâm
dönemi eserleri arasında sayılabilir.
Anahtar Kelimeler: Manastırlı, Yeni İlm-i Kelâm, Mevâidü’lin‘âm, Osmanlı, Abdülhamid, Balkanlar, Tabîiyyûn.
Doç. Dr., Düzce
[email protected].
∗
Üniversitesi,
İlahiyat
Fakültesi
Öğretim
Üyesi,
7
MANASTIRLI ISMAIL HAKKI AND INTRODUCTION OF
HIS BOOKMEVÂİDÜ’L-İN‘ÂM FÎ BERÂHÎNİ AKÂİDİ’LİSLÂM
Abstract
Manastırlı İsmail Hakkı, as one of the Ottoman’s scholars, he was
belonged to the scholars of the knew muslim theolojy. He has
written many books on the verious branches of Islamic sciences.
Two ones among them are about Muslim Theology titled:
“Telhisü’l-kelâm…” and ““Mawâedu’l-in‘âm…”.The second
book, which had being taught in the military and administrative
high schools, was more scientific according to the first which has
been written earlier from the other one. But the first is very
famoust among the students nowadays. “Mewaed, at the same
time, is among the choiced books of the Sultan Abdulhamid the
II’s period. The scientific authorities whom Mawâed is depended
on are Abu Hanefa, Maturidî and Tahâwi who all of them were the
famoust lesdership of Hanefi sect at their times. Thirty tree years
of Manastırlı’s life accoured at the period of Abdülhamid's
reign.Manastırlı was appointed as a member of Parliament and he
was very reputable and reliabeled according to the Sultans. More
importently is that he was with Sultan Mehmed Reşad in his visite
to Balkans as a preacher about Muslim unity of Ottoman Empaire.
Mevaidü’l-in‘âm, although is in the classic format, it criticizes
naturalist’s views and it is noteworthy with this feature. So that it
will be concedered as a knew theology book.
Key Words: Manastırlı, The Knew Theolojy, Mawâid al İn’âm,
Ottoman Empaire, Sultan Abdulhamid, Balkans, Naturalists.
8
Giriş
Manastırlı İsmail Hakkı’nın Hayatı ve Yetiştiği Dönem
Manastırlı İsmail Hakkı (ö. 1912) aslen Konya’lı olan dedesi
Abdülvehhab Zâimî, Vaka-i Hayriye1esnasında kaçarak Manastır’a
yerleşmiştir2. Kolağası (önyüzbaşı) İbrahim Efendi'nin oğlu İsmail
Hakkı, Manastır’da dünyaya gelmiş ve ilköğrenimini burada
tamamlamıştır. Bu süreçte Eski Cami’deki Mekteb-i İdadiyye’de
Hafız Yahya Efendi’den sonra da İstanbul’da tahsil görmüş olan
Debbağ İsmail Efendi’den ders almış olup, on sekiz yaşlarında iken
camilerde ders okutacak seviyeye gelen İsmail Hakkı, Şerif Bey
Medresesi müderrisi Tâlip Efendizâde Abdurrahman ile İstanbul’a
gelmiştir3. Burada Mustafa Şevket Efendi’de Arapça okumuş,
Tikveşli Yusuf Ziyâeddin Efendi’den de İslâmî ilimleri tahsil
etmiştir4. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyenin kuruluşundan
yirmi sene sonra dünyaya gelen İsmail Hakkı, Askerî liselerde
okutulmak üzere “Mevâidü’l-in‘âm fî berâhîn-i akâidi’l-İslâm”
adıyla bir akâid kitabı kaleme almıştır. Buradan bakınca
Manastırlı’nın,askerî bir olay nedeni ile Manastır’a kaçmak
zorunda kalan dedesinin işlediği bu hatayı adeta tashih edercesine
ata yurduna geri dönerek ordunun ıslah hareketine katkıda
bulunmak üzere bir eser yazmış olmasına tarihin bir cilvesi
denebilir!
Talebeler ve hocalara teşvik edici sözler söyleyen ve onları
okullarda ve camilerde ziyaretle onurlandıran Padişah
1
II. Mahmud tarafından Vaka-i Hayriye ile kaldırılan Yeniçeri Ocağı yerine, Asâkir-i
Mansûre-i Muhammediye adıyla 1826 yılında yeni bir Ordu teşkilatı kurulur. Bazı
değişikliklerle birlikte bu teşkilatın, yapısal olarak bu güne kadar geldiği ifade
edilmektedir (bkz. Abdülkadir Özcan,“Osmanlılar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları), 33: 512).
2
Abdülkadir Özcan, Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti, (İstanbul: Yeni Şafak Yayınları, t.y),
149-150; Özcan,“Osmanlılar”,33: 512.
3
Süleyman Baki, Manastırlı İsmail Hakkı ve Telhîsü’l-Kelâm,(Üsküp:Logos-A Yayınları,
2006), 23.
4
Salih Sabri Yavuz, “Manastırlı İsmail Hakkı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
(Ankara: TDV Yayınları), 27: 563-564.
9
Abdülmecid’in5 vefatında (1861) on beş yaşında olan Manastırlı
İsmail Hakkı, yukarıda ifade edildiği gibi dönemin hem
Manastır’da hem de İstanbul’daki en saygın ve yetkin hocalarından
dersler alarak yetişmiştir.
Ömrünün 33 senesi Sultan II. Abdülhamid Han döneminde
geçen Manastırlı İsmail Hakkı, Süleymaniye medresesinden mezun
olduktan sonra ilmî basamakları hızla çıkmaya başlar. Bir süre
Fatih Camii'nde ders vermiş, 1874'te Dolmabahçe, 1898'de
Süleymaniye, 1901'de Sultan Ahmed, 1907'de de Ayasofya
camilerinde vaiz ve baş vaizlik görevlerini îfâ etmiştir. Âteşîn
hitabetiyle verdiği vaazlar son derece rağbet görür ve takip edilir.
Öyle ki, Hafız Eşref Edip (ö.1971), Manastırlı’nın vaazı esnasında
notlar tutmuş ve bu notları kendisine arz edip müsaade aldıktan
sonra kitap olarak yayınlamıştır6. Aynı dönemde çeşitli öğrenim
kurumlarında, Eyüp Askerî Rüştiyesi'nde Arapça, Hukuk
Mektebi'nde fıkıh, Mülkiye, Mühendishane ve Darülfünûn'da tefsir
ve hadis, Askerî Tıbbiye'de din dersleri vermiştir (1909-1912).
İkinci Meşrutiyetten (1908) sonra Heyet-i A‘yân üyeliğine
getirilir.7 Ömrünün son üç senesi Padişah Mehmed Reşad
döneminde (1909 -1912) geçen İsmail Hakkı, Osmanlının son
dönemlerindeki yenilikler, savaşlar, kargaşa ve fikrî akımları
yaşamıştır. Batıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık8 akımlarından
İslâmcılığı seçen Manastırlı, yönetimin de güvendiği önemli
5
Cevdet Küçük, “Abdülmecid”,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV
Yayınları), 1:260.
6
Eşref Edîb, Mevâiz, (Fâdıl-ı şehîr Manastırlı İsmail Efendi hazretlerinin Ayasofya Camii
şerifinde -aynen zapt olunan- takrîrât-ı hakîmâneleri, ikinci baskı, 1323.
7
Baki, Manastırlı İsmail Hakkı, 30.
8
İslamcılık akımının II. Abdülhamit devrinde bir politika haline getirilmesi, dağılmaya
yüz tutan Osmanlı devletinin toparlanması için gerekli görülen bir stratejik çıkıştır.
Manastırlı, İslamcılık akımının yayın organı sayılan Sırât-ı müstakim ve Sebilürreşad
mecmuası ( Bk. Hakkı Dursun ve dğr., Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, XII,
60-61) yazarları arasındadır.
10
şahsiyetlerdendir. Nitekim Manastırlı İsmail Hakkı, a‘yân meclisi
üyesi iken Sultan Mehmed Reşad’la birlikte önemli birçok şehri
kapsayan Balkan seyahatine çıkmıştır9.Manastırlı, dönemin önemli
okullarında ders verip en önemli camilerinde vaaz ve ilmî
sohbetlerde bulunmanın yanı sıra çeşitli konularda çok sayıda eser
de kaleme almıştır10.
1. Mevâidü’l-in‘âm Kitabının Tanıtımı
Dersaadet’te 1314 yılında basılan Mevâidü’l-in‘âm kitabnın
elimizdeki nüshası11 160 sayfa olup dibace, mukaddime ve üç
bölümden oluşmaktadır. İçindekiler kısmındaki konu başlıklarına
bakıldığında eserde 159 meselenin ele alındığı görülmektedir.
Kitabın bölümlerini kısaca şu şekilde tanıtmak mümkündür:
Dibace: Altı sayfa tutarındaki dibacede besmele, hamdele ve
salveleden sonra şer’î ilimlerin tasnifi ve bu ilimlerin tedvin
gerekçeleri anlatılır. Müellif, bu kitabı da aynı gerekçe ve usullere
tabi olarak İslâm inanç esaslarını delilleri ile açıklayıp savunmasını
9
Baki, Manastırlı İsmail Hakkı, 32.
1-Hâce-i Lisân-ı Osmânî, (İstanbul: 1294). 2- Tercümetü’r-Risâlet’l-Hamîdiyye,
Hüseyin el-Cisr’e ait er-Risaletü’l-Hamidiyye adlı eserin tercümesi ve şerhi, (İstanbul:
1307-1308). 3- Ahkâm-ı Şehr-i Sıyam, (İstanbul: 1309). 4- Mevâhibü’r-Rahmân fî
Menakıbi’n-Nu’mân, (İstanbul: 1310). 5- Metâlib-i İrfâniyye ve İzâhât-ı Nûniyye,
(İstanbul: 1312). 6- Vesâilü’l-felâh fî mesâili’n-nikâh, (İstanbul: 1313). 7- Mevâidü’lin’âm fî berahîn-i akâidi’l-islâm. Askeriye ve Mülkiye mekteplerinde okutulmak üzere
yazılmıştır. (İstanbu:l 1314). 8- Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn , (İstanbul: 1316). 9- Telhîsü’lkelâm fî berâhîn-i akâidi’l-İslâm. Genel olarak liselerde okutulmak üzere yazılmış kısa
akaid kitabıdır. (İstanbul: 1324). 10- Mevâiz. Ayasofya Camiinde verdiği vaazlarından
ibaret olup Eşref Edip tarafından bir araya getirilerek yayınlanmıştır. (İstanbul: 13241331). 11- Şerhu’s-sadr bi-fezâil-i leyleti’l-kadr. (İstanbul: 1325). 12- Kitâbü’l-vesâyâ
ve’l-ferâiz, (İstanbul: 1326). 13- Kosova Sahrâsı Mev‘izası, (Selânik: 1327). 14- Usûl-i
Fıkıh. Mekteb-i Hukuk-ı Şâhâne’de okutulmak için hazırlanmıştır. (İstanbul: 1328). 15Hak ve Hakikat, Reinhart Pieter Anne Dozy’nin kaleme aldığı ve Abdullah Cevdet’in
Tarîh-i İslâmiyet adıyla Türkçe’ye çevirdiği esere reddiye olarak yazılmıştır.(İstanbul:
1329). 16- Mebde-i Farisî . Süleymaniye kütüphanesi, Hamidiye, nr. 843). 17Fuyûzâtü’l-meliki’l-allâm fî kerâmet-i Abdi’s-Selâm. Abdülkerim Bermutî’ye dair
eserin tercümesidir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, nr. 4672. 18- Şerhu mi’yâri’ladâle. İstanbul Kütüphanesi, nr. 9549
11
Diğer nüshaları için bak. Hacı Mahmud Efendi, 1474; Hüdaî Efendi, I940
10
11
yapmak üzere yazdığını beyan edip12 bu kısımda, şer‘î ilimlerin
tasnifini şu şekilde vermektedir:
“Malum ola ki ahkâm-ı şer’iyye iki kısımdır:
Kısm-ı evvel: “Aklen ve naklen itikadı vacip olan ahkâm-ı
yakînîyedir ki bu ahkâmı tahsilden maksat tashîh-i itikad olmakla
şu kısma “ahkâm-ı itikadiyye” ve “ahkâm-ı asliye”, ısbatını hâvî
olan ilme de “ilm-i tevhid ve sıfat” tesmiye olunur” ifadeleriyle
inanç esasları konusunda kesin hükümlere dayanarak doğru itikada
sahip olunacağına vurgu yapar.
Kısm-ı sânî: İbâdât, muamelât ve ukûbata teallük eden
ahkâm-ı dîniyedir ki bundan maksat ıslah-ı amel olmakla kendisine
“ahkâm-ı ameliye” ve “ahkâm-ı fer’iyye” ve delâil-i şer’iyye ile
beyanını kâfil bulunan ilme “ilm-i şerâi‘ ” denir.” Görüldüğü gibi
bu kısımda Müslümanın günlük yaşantısında uygulayacağı şeriata
dair dinî hükümler ele alınır.
Müellif burada, fıkhî eserler yanında akâid risalelerinin ve
kelâmî eserlerin yazılış sebebini, asr-ı saadetten uzaklaştıkça
toplumda ortaya çıkan itikâdî meselelerin çözümü ve inanç
esaslarının korunması prensibine bağlar. Bu maksatla itikat
konusunda ilk yapılan çalışmaya işaretle: “Ehl-i sünnet olan
cemaat-i ashap ve tabiîn efendilerimizin icma ve ittîfâklarıyla
karargîr olan akâid-i İslâmiyyeyi himaye maksadıyla en evvel
tedvin olunan kitab-ı şerîf, İmam Azam efendimizin (el-Fıkhu’lekber) namıyla telif buyurdukları kitab-ı müstetâbdır”13 diyerek
ehl-i sünnet mezhepleri içinde Hanefî mezhebinin İslâm akaidini
himaye eden ve savunan Ebû Hanife’ye olan bağlılığını ifade
etmektedir.
12
Manastırlı, Mevâid, 1-6
Manastırlı, Mevâid,4-5
13
12
Mukaddime:Bu kısımdaakâid ve kelâm ilmine dair önemli
esaslar serdedilip tashih-i itikat bağlamında bir takım meseleler ele
alınarak kitaptaki konuların doğru anlaşılması hakkında
okuyucunun/talebe-i ulûmun dikkati çekilmekte ve gerekli uyarılar
yapılmaktadır. Bu cümleden olarak: Her şeyden önce Marifetullah’ı
elde etmenin önemli şartının nazar ve istidlal olduğu hatırlatılır.
İmanın iki rüknü, özellikleri, hangi şartlarda imanın zâil olacağına
ve bunlarla ilgili meselelere dikkat çekilmiştir. İmanın üzerimize
farziyetinin aklî olmayıp şer’î oluşu; İslâmın tarif ve özellikleri, ne
anlama geldiği ve iman ile İslâmın ilişkisi anlatılmaktadır. Bu esasa
dayanarak fetret ehlinin ilahî azaba uğramayacaklarına hükmedilir.
Müellif, bunun aksine var olan görüş ve bunların delillerini de
hatırlattıktan sonra buna itirazını şu şekilde ifâde eder: “Fakat biz,
nazar da vücûb-ı aklî değildir diyebiliyoruz. Çünkü iman gibi onun
da vücup ve farziyyeti ihbâr-ı nebi ile olmakta bir mahzur yoktur.
İhbâr-ı nebiyi aklen reddeden kimse, haklı davası konusunda
peygamberi delilsiz bırakıp susturmuş sayılamaz. Zira onun bu
inkârı ancak kendi ahmaklığını ortaya koymuş sayılır. Zira bir
peygamberin verdiği haber ve gösterdiği mucize, aklî olan hiçbir
şeye aykırı düşmeyip hep doğrudur. Doğruluğu insanlar tarafından
da itiraf edilmiş bir peygamberin davetine icabet aklın gereğidir.”
Bu mesele şöyle özetlenir: “elhâsıl, mücerred sıdk-ı haber
ihtimalini aklın tecviz etmesi şer’an vacip olan nazar ve istidlâlin
husulünü istilzam eder ve mükâbereye saparak i‘raz eyleyenleri
ilzam hususunda hüccetullah sâbit olur. Binaenaleyh bu halde
imanı terk edenler sû-i ihtiyarları ile farz-ı kat’îyi ihlal eylemiş
olduklarından azab-ı elime müstahak olurlar.” Müellif bu ifadeleri
ile kesin doğru haberin, aklen bağlayıcı özelliğine dikkat çekmiş
sayılır.
Manastırlı bu babda “Biz bir peygamber göndermedikçe azap
edecek değiliz”:(el-İsrâ 17/15)mealindeki ayet-i kerimeye
dayanarak peygamberin gelmediği yerde aklın “resûl” yerine
13
geçeceğini savunan Mutezile ve bunlarla aynı görüşü benimseyen
bazı Hanefî ulemasının görüşünü doğru bulmaz. Ona göre bu
hususta aklı, “resûl” olarak tevile imkân verecek bir karine mevcut
değildir. Çünkü der, “ta‘mîm ve tahsis karine-i vâdıha ile
olabilir.”14. Yani açık bir karine, bir alaka yoksa, bir hükmü
özelleştirmek veya genelleştirmek doğru değildir.
Bu konuda İmam Azam’a isnad edilen ����� ��ر ��� �� ا
������ ��� ��ى �� ��� ا����ات وا�رضsözün, “Yeryüzü ve göklerin
yaratılışını görüp anladığından dolayı, hiçbir kimsenin, yaratanını
bilemeyişi hususunda geçerli mazereti olamaz” sözünün, İmam İbn
Hümam tarafından peygamberliğe ve onun gerçekleşen davetine
hamlolunduğna işaret edilir. Yine Ebû Hanfe’ye isnad edilen �� ��
������� ����� ������ ����“���� ﷲ ر��� ���� ��� اAllah Teâlâ
peygamber göndermemiş olsa dahi, insanların, akıllarıyla Allah’ı
bilmeleri yine de kendilerine vacip olurdu” cümlesinde geçen
“��”sözünü Manastırlı şöyle tevil eder: “Bu, marifet-i ilâhiyyenin
kemâl-i vuzuhunu tasvir makamında vârid olup vücûb-ı istihsaniye
mahmuldur. Hulasa-i mefadı: “Fıtrat-ı sahihanın vücud-ı
Rabbanîye şehadeti o kadar vâzıhdır ki resûl gelmemiş olsa bile
yine halâik akılları ile marifetullahı tahsil ve hakk-ı şükrünü îfâ ile
mün‘im-i hakîkiye tebcil etmek layık görülürdü” demektir15.
Tashih-i akâid bağlamında ele alınan konular arasında Cennet
ve Cehenneme gireceklerin belli olmasının, insanların emir ve
nehye muhatap olduklarında anlaşılacağı gibi, insanların kendi
irade ve tercihlerine göre yaptıkları işlerin sonucuna göre de
anlaşılması mümkündür, şeklinde izah edilir. Yine kıyamet
gününde dünyadaki durumlarından şikâyetçi olup itiraz edecek olan
sağır, ahmak, pir-i fânî ve fetret döneminde ölenler olmak üzere bu
dört sınıf insan hakkındaki meseleler ele alınır ve hemen oracıkta
14
Manastırlı, Mevâid,12-16.
Manastırlı, Mevâid,17.
15
14
onlara girin şu ateşe diye emrolunduklarında emre itaat edip
girenler Hz. İbrahim misali içine girdikleri ateşin güllük gülistanlık
olacağı, emre itaat etmeyenlerin ise ateşin içine çekileceği örnek
olarak verilmektedir. Bu temsil ile gerçekte herkesin hak ettiği yere
girmiş olduğu anlatılır. Son olarak müşrik çocuklarının cennetlik
oluşunun mantığına dair açıklama yer alır ve müşrik çocuklarının
yaptıkları bir hayır karşılığı değil de sadece cennetliklere hizmetçi
olarak bulunmaları nedeniyle cennete girmiş olacaklarına; bununla
birlikte Müslümanların çocuklarının zaten müslüman olduklarına
değinilir16. Görüldüğü gibi bütün insanların çocuklarının fıtrî
imanda eşit oldukları prensibine yer verilmez. Bu çocukların
Cennette olmaları hizmetçilik görevinin mi gereğidir? Bunun tutarlı
bir gerekçe olamayacağı açıktır. Öyleyse bu hususta, fıtrî imandaki
eşitlik esas alınmalıdır.
1.1. Makale-i Ûlâ/İlk Bölüm: İlâhiyât
Bu bölüm ilahiyat konularına dair olup bâb ve fasıllara
ayrılmıştır.
İlk Bab:Bu bâb zat-ı ulûhiyet-i sübhâniyyeyi marifete
müteallik olup üç faslı mutazammındır. Allah’ın uluhiyetinin
bilinmesine ve tanınmasına dair verilen bilgilerle, Allah’ın zâtı,
gerçek ilah oluşu açısından ele alınmaktadır.
Birinci Fasıl:“Mukaddese-i ilâhiyyeyi künhü zatıyla tasavvur
ve irfan, hâric-i dâire-i imkân olmasına dairdir”. Bu demektir ki
Allah’ın zatının ne olduğunu anlamak insan idrakinin dışındadır.
Manastırlı bu hususta “mücaneset ve mümaselet” delilini
kullanır17. Mümaseletin hiçbir çeşidi Allah ile yaratıklar arasında
16
Manastırlı, Mevâid,22.
Mümâselet:Teşbihin iptali babında “mümâselet” delilinin kapsamına giren dört husus
vardır: 1- Müşabehet: İki zatın keyfiyet hususundaki gerçek bir şekil almaları ile vuku
bulur. Renkler ve buna benzer arazlarda olduğu gibi. 2-Mudâhât: İki şahsın bir yere
17
15
geçerli değildir. Manastırlı’nın, konunun özünü ve özetini ifâde
eden temel prensiplerle ilgili serdettiği şu sözler oldukça veciz
ifâdelerdir:
�������( ا���� ����ء ��ا�� ا����د�� � �دراك ��اءر اAkıl, vezâif-i
ubûdiyeti îfâ etmek içindir; serâir-i rubûbiyyeti idrak için değil).
Demek ki aklın en önemli fonksiyonu, Allah’a ait sırları araştırmak
değil, bilakis kulluk görevini bilmektir.
( ا���� �� درك ا�دراك ادراك وا���� �� �� ذات ﷲ ا��اكİdrak-i
hakikatten aczini bilmek Canab-ı Allah’ı bilmekte kâfidir; sirr-i
zatından bahseylemek küfre müeddîdir.) “Mısra-ı evvel, cenab-ı
Sıddîk-ı a’zam, sâni de Hz. Haydar efendimizindir”. Bu demektir ki
insan aciz olduğunu bilirse neleri bilemeyeceğini de bilir. Allah’ı
bilmek için bu yeterlidir. Allah’ın zatının sırlarını anlamaya
çalışmak insanın dalâlete düşmesine sebep olabilir.
��(�� �� ��� ����� ��� ����� ��ى ذاKalbine her ne hutûr eder ise
Allah Teâlâ anın gayrıdır.) Allah’ın nasıl olduğu konusunda akla
gelen her ne ise bilinmelidir ki Allah ondan başkadır. Zira hatıra
gelen şeyi akıl kuşatmış demektir. Halbuki akıl ancak mahluk ve
sonlu olan şeyleri kuşatabilir. Allah’ın ise başlangıcı yok, sonu
yoktur.
������� و ھ� ا����� ا
ْ ����� ���“O’nun, hiç bir dengi benzeri
yoktur; hem de O, söylenenleri noksansız, duyan ve yapılan işleri,
davranışları da olduğu gibi en iyi görendir.” (Şûrâ,42/11) ayetini
zikrederek müminlerin, fıtrat-ı selîmelerini bozmadan marifetullah
izafesi ile olur. Ahmet ile Mehmed’in, babaları Hasan’ın oğulları olmasındaki
birliktelikleri gibi. 3- İki şeyin tek bir cevherde birleşmesi ile olur. Pamuktan ve
ketenden yapılan aynı elbise gibi. Her iki elbise de aynı kişinin ölçülerinde yapılmıştır.
4- Müsavat: Bu da iki şeyin aynı kemiyet ve miktarda olmasıdır. İki çubuğun iki
elbisenin veya iki ekmek somununun aynı ölçü ve tartılarda olması gibi. bk. Ebu’l-muîn
en-Nesefî, Tabsiratü’l-edille, 149-150.
16
konusunda ta‘tîl ve teşbihten sakınarak tenzih akidesine sahip
olduklarını ve hidayet üzere kaldıklarını beyan eder18.
İkinci Fasıl:Allah’ın varlığına dairdir. Manastırlı bu konuda
“nizam delilini” öne çıkarır.19 Kâinattaki tasarımın ve güzelliklerin
ancak ilim, hikmet, irade ve kudret sahibi aşkın bir yaratıcının
yaratmasıyla var olacağını beyan ile konuya girer. “Burhan-ı
innî”yi20 kullanarak Yüce Yaratıcı’nın tenevvü sanatına dikkat
çekerek hiçbir cismin tabiat ve hassası, kendi zatının eseri
olmadığına işaret etmektedir. Böylece yaratıkların özellikleri ve
tabiatlarının, fâil-i muhtar ve hakîm olan Allah’ın ihtiyar ve
kudretine dayandığı sonucuna varılmaktadır.
Osmanlı’nın son dönem yeni ilm-i kelâmcılarından sayılan
Manastırlı, tabiatçıları ve eflakiyyûnu tenkit eder, onların
maneviyattan yoksun ve sadece gözle görülür, elle tutulur şeylere
takılıp kaldıklarına ve sapıttıklarına dair bu hususta zikrettiği ayetle
delil getirmektedir: “(Sırtlarına aldıkları nefis putlarının,
kendilerine yüklediği ağır yük altında ezilen bu insanlara kefil
olmakla yoksa sen, onların birçoğunun gerçekten söz
dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar,
behimî hayat yaşamada, hayvanlar gibidirler; hatta onlar, söz
dinleme ve düşünme konusunda, kendilerinden bekleneni
veremeyecekleri için, hayvanlardan da beterdirler, tuttukları yol ve
gidişatça daha da sapkındırlar”(el-Furkan 25/44)21. Ona göre
tabiatta maddenin aslında mevcut olan incelikleri ve hikmetlerini
görmezden gelen bazı filozof ve hakîm olarak nitelenen kimseler
en ahmak ve şuursuz insanlar olup bunların sorumlulukları daha
büyük ve çekecekleri ceza daha acıdır. Bu gibi insanlara nazaran
18
Manastırlı, Mevâid,24-28.
Manastırlı, Mevâid,29.
20
Manastırlı, Mevâid,34.
21
Manastırlı, Mevâid, 38.
19
17
ümmî kalarak fıtrat-ı selîmesini muhafaza etmek bin kat daha
iyidir. Çünkü eserden müessire intikal etmek gayet bedihî, sanattan
Sâni‘a istidlal eylemek emr-i celîdir. Kaldı ki, insan güzel bir sanat
eseri görünce onun sahibini, ustasını merak eder. Nitekim puta
tapan Arap müşrikleri bile yeri göğü kim yarattı denilince Allah
yarattı diyebilmekteydi. Manastırlı, bu gerçeğin itirafını
bozulmamış
saf
bir
vicdan
meselesi
olarak
22
23
görmektedir .Manastırlı’ya göreburhan-ı innîyi
kullanan
kimselerde fıtrat-ı selime ve temiz bir vicdanın korunması, gerçeğe
kavuşmada en önemli etkendir.
Üçüncü Fasıl: Vahdaniyet-i İlahiye beyanındadır. Bu,
Allah’ın zatında sıfatlarında, fiillerinde ve hikmetinde hiç bir
benzerinin bulunmaması demektir. Allah'ın her bir sıfatı tek ve
eşsiz olsa da taallükatı itibariyle çokluğu söz konusudur. Âlemi
yaratmada hiç kimseyi kendine ortak yapmamış olan Yüce Allah,
hükümlerinde de eşsiz ve tek olup O’nun emrine uyanlar ebedî
saadete nail olurlar. Allah’ın birliğinin aklen bilinmesi zarurî ve
bunun muhal olan aksi düşünce ve inançlar, “burhan-ı temanu” ile
reddedilir.24 Sadece Allah’a ait olan ulûhiyet konusundaki
sapmaları, doğru gözlem yapmayıp fıtrat-ı selîmenin bozulmasına
bağlayan Manastırlı, bütün olup bitenlere rağmen Yüce Allah’ın
rızıkları kesmemesi gerçeğini, O’nun merhametine bağlarken bu
hususu kulların tevbesi için bir imkân olarak görüp müminlerin,
Allah’ın rubûbiyeti ve ulûhiyeti hususundaki vahdaniyetinitakdis
prensibine bağlamaktadır25.
İkinci Bab:Selbî sıfatların izahı hakkındadır. Müellif bu
hususta Kıdem ve Bekâ sıfatlarına öncelik verip meselelerin
22
Manastırlı, Mevâid,40-41.
Burhan-ı innî: Eserden müessire götüren aklî delil.
24
Manastırlı, Mevâid,47-49.
25
Manastırlı, Mevâid,54-55.
23
18
izahında hudûs delilini kullanmaktadır. “Kıdemi sâbit olan şeyin
ademi muhaldir” prensibi esas alınarak hâdis olanın, kadimin
in‘idamını gerektirmesinin kesinlikle makul olmadığına zira bu iki
şeyin birbirine zıt olması itibariyle “bir hâdis, kadimin vücudunu
ref edeceğine, kadîm hâdisin vücudunu def eder, onu asla îcad
etmez, def’i ise ref’iden esheldir” hükmünün aşikâr olduğuna vurgu
yapmaktadır. Allah Teâlâ’nın ezeliyet ve ebediyeti sâbit olunca,
mekândan ve zamandan münezzeh olduğu da der demez ortaya
çıkar. Aynı şekilde cismiyet ve onun levazımı olan şekil, hey’et,
levn, keyfiyet, miktar ve cihet gibi hudûs iktiza eden evsaf ve
hâlâtın cümlesinden olmasının da suret-i katiyyede tahkik edeceği
hükmünü çıkarır. Sonuç itibariyle Vâcibü’l-Vücud’dan başka
kadîm bulunmadığı cihetle kesinlikle mekân ve cihetin hudusu da
kaçınılmazdır. Çünkü zaman ve mekâna bağlı olan şeyin tahavvül
ve tebeddülü kaçınılmazdır.26 Müellif konuları izah etmekle birlikte
insanların kafasında oluşabilecek soruları da sorup bunlara makûl
ve mukni cevaplar verip böylece oluşabilecek şüpheleri ortadan
kaldırmayı hedeflemiştir.
Üçüncü Bab: Bu bab, Allah’ın zatî sıfatları hakkındadır.
Müellif bunların da kudret, ilim, hayat, irade, semi‘, basar, kelâm
ve tekvîn sıfatlarından ibaret olup her birinin Allah’ın zatı ile kaim
bir sıfat-ı ezeliye olduğunu beyan ile konuya girmekte ve kâinata
bakıldığında bu sıfatlardan kudret ve tekvînin en evvel fark
edildiğine dikkat çekmektedir. Devamla diğer sıfatların taallükü bu
iki sıfata binaen anlaşılır ve bilinir27 hükmünü koyduktan sonra bu
sıfatların taallükü itibariyle tarifleri yapılmaktadır. Meselâ:
“Kudret: Makduratta alâ vechi’l-irade tesir eyleyen bir sıfattır.”
Yani ilahî irade ne yönde ise, kudret de eşyaya ö yönde etki eder,
ifadesinde olduğu gibi.
26
Manastırlı, Mevâid, 56-60.
Manastırlı, Mevâid, 62-64.
27
19
Bir takım yanlış anlamaların önüne geçmek maksadıyla konu
ile ilgili uyarılarda bulunan müellif, bu cümleden olarak makdûrât-ı
ilahiyyenin nâmütenahi olmasına binâen Allah Teâlâ’nın, şu
âlemden daha güzel bir âlem yaratmasını caiz görüp bu hususta
İmam Gazzâlî’ye isnad edilen28 ve “ ��� ��� �� ا����ن أ��ع
”��نcümlesi ile formüle edilen29 görüşün, Hafız Zehebî’nin Tarih-i
İslâm kitabında tenkit edildiğine işaret etmektedir30. Müellifin bu
görüşünü, Allah’ın sıfatlarının sonsuz, bu âlemin ise sonlu olması
esası üzerine kurduğu anlaşılmaktadır. Çünkü sonlu, sonsuzu
sınırlayamaz. Müellif, hayat sıfatının bir şeye teallükü olmadığına
işaret ettikten sonra diğer sıfatların teallük yönünü ve keyfiyetini
izah etmektedir.
Bu meyanda ma’lûmatın değişmesiyle ilm-i ilahînin
değişmeyeceği prensibini, sıfatların zat-i ilâhî ile birlikte ezelî
oluşunu izah edip tekvîn sıfatı dâhil “sıfatlar ezelî ise de
teallükatlarının lâyezelde vaki olduğunu” ifâde eden31 Manastırlı,
Allah’ın her bir sıfatının ayrı ayrı var olduğunu belirterek diğer
sıfatları “ilim” sıfatına irca edenleri tenkitle bunların ehl-i sünnet
dışı kaldığını beyan etmektedir32.
Bikaî, Tehdimü’l-erkân, vr. 1b ( ��� �� إن ��� ��� إ� ���اً ��� أ�� ��� �����م وھ� زibaresine
göre Gazzâlî bunu söylemişse bu bir hatadır demekle birlikte o birçok defa onun bu
görüşte olmadIğını, bu cümlenin sonradan onun kitabina sokulduğunu söyler).
29
Bikâî, ���ب ����� ا�ر��ن �� ��� �� ا����ن أ��ع ��� ;���ب د��� ا���ھ�ن ��� أن �� ا����ن أ��ع ��� ��ن
��ن,Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2707, vr. 53a-67b ( ) ��� �� ا����ن أ��ع ��� ��ن
cümlesinin Süyuti’ye nisbeti, İlhan Kutluer’e dayandırılarak (bk. “Gâiyyet”, DİA, C. 11,
S. 294) Mustafa Akman tarafından tespit edilse de (Celâleddin ed-Devvânî’nin Kelam
Sistemi,150-151) bu formüle cümlenin en azından Bikâî’ye ait olduğu anlaşılmaktadır.
Aslında Süyutî (849/1445-911/1505) tarafından Teşyîdü’l-erkân fî leyse fi’l-imkân ebde’u
mimmâ kân adıyla yazılan eserin, bk. (Halit Özkan, “Süyuti”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları), 38:195). Bikâî’ye (809/1406-885/1480) reddiye
olarak kaleme alınmış olduğu bilinmektedir.
30
Manastırlı, Mevâid, 66.
31
Manastırlı, Mevâid, 69.
32
Manastırlı, Mevâid, 72.
28
20
Kelâm Sıfatı:Müellife göre kelâm sıfatı,enbiya-ı izam
hazeratından, Allah Teâlâ’nın emir, nehiy ve ihbâr buyurmasına
dair tevatüren menkul olan sözler ile sâbit olur. Diğer sıfatlar gibi
Allah’ın zatında ezelî olan kelâm sıfatı, Kur’an mucizesi ile sâbit
olunca bu aynı zamanda Hz. Peygamberin risaletinin de isbatı
sayılmaktadır. Burada, kelâm-ı lafzî ile kelâm-ı zatî farkına işaret
edildikten sonra ezelî olan kelâm-ı zatî ile medlûlünün ilişkisine
dikkat çekilerek “ezeldeki taleb-i hâs tencîzî olup ta‘lîkî ve ma’nevî
olmakla muhatabın ezelde mevcudiyetine tevakkuf etmez”
denilerek bu babda peygamberlere �� ���� و, ا�� ���ك, ���� و��� ﷲ
أدمgibi emir ve hitaplar, örnek olarak verilmektedir33.İşitilmesi caiz
olan kelâm-ı zatînin kelâma delâlet eden hurûf vasıtasıyla mı yoksa
vasıtasız olarak mı işitildiği hususunda Eş’arîler ile Matürîdîler
arasındaki ihtilafa işaret eden müellifin, İmam Matüridî’nin kelâm-ı
zatînin vasıtasız olarak işitileceği görüşünü benimsediği
söylenebilir34.
Tekvîn:Müellif bu sıfatı, “Sıfat-ı fi‘liyyenin kâffesine sadık
ve ayrıca bir sıfat-ı ezeliyydir” diye tarif ettikten sonra tekvîn
sıfatının sıfat-ı müstakille olması hakkında, mütekaddimîn
kelâmında sarahat olmadığına işaret ederken kudret sıfatı, vücuda
gelen şeylere teallük etmesinden ibaret değildir diyerek tekvîn ile
kudret sıfatlarının ayrı birer sıfat olduğunu beyan etmiş demektir.
Müellif devamla, kudret sıfatının müteallakına göre bu sıfatın
mevsufuna ayrı ayrı isimlerin verildiğine işaret etmektedir. Mesela:
Rezzâk, hâlik, mümît ve muhyî gibi. Ancak müllife göre Tahavî’ye
isnatla Ebû Hanefe’nin de Eş’arîlerde olduğu gibi tekvîni, kudretin
teallükât-ı hassasından ibaret kıldığı çıkartılabilir35.
33
Manastırlı, Mevâid, 73-75.
Manastırlı, Mevâid, 76.
35
Manastırlı, Mevâid,77-78. ( �� زال ������ ����� ��� ���� �� ��دد ������ ���� �� ��� ����� �� ���� و
���� )��� ��ن ������ أز��� ���� � ��ال ����� أBkz.Tahavî, Akîdetü ehli’s-sünneti ve’l-cemaa, md.
13, nşr. Arif Aytekin, (İstanbul:Bereket Yayınları, 2011).
34
21
Dördüncü Bab:Ef‘âl-i ilahiye hakkında olupAllah Teâlâ
hazretlerininmeşiyet ve ihtiyarını ilgilendirir. Müellife göre
Allah’a, hiçbir fiili vacip olmadığı gibi, fiilleri de hayır ve şer ile
ta’lil olunamaz. Allah’ın bütün fiillerinde hikmet ve maslahat olup,
fiilleri zulüm ve abesten münezzehtir. O, insanların da bütün
fillerinin Allah’ın iradesine bağlı olduğunu, bu konuda kulun hiçbir
istiklalinin bulunmadığını ifâde ederken bununla tekvînî iradeyi
kastettiğini anlıyoruz. Nitekim “Cenab-ı hak, kâfirin iman etmesini
ve âsinin itaat etmesini irade buyurmuş değildir” demektedir36.
Müellif, Allah’ın emri, rızası ve iradesi arasındaki bağlantılara
dikkat çekerek kulun fiillerindeki istiklalini, sadece irade ve ihtiyarı
bağlamında sorumluluk açısından ele almaktadır. O, Ebu Bekir
Bâkıllânî’ye atıfla kulun fiillerindeki etki alanını “fiil-i kalbî”
olarak nitelerken37 kesb kavramı yerine “azm-i musammam”
tabirini kullanmaktadır. Bu durumda bile kesb konusu hâlâ muğlak
kalmaktadır. Fakat Manastırlı konu ile ilgili açıklamalarında kulun
fiillerindeki tesirin, “fiilin sıfatını ta’yin etmek” olduğunu örnekleri
ile anlaşılır hale getirmektedir38. Manastırlı’nın, bu konuda Ömer
Nasuhi Bilmen’e de kaynaklık ettiğini söylemek mümkündür.
Onun kesb konusundaki bu titiz açıklamaları, kulun sorumluluktan
kaçınamayacağı ilkesini desteklemiş olup bu hususta kulun kaza ve
kadere sığınamayacağını beyanla “fâsık fıskını kaza ve kader-i
ilahîye i’tizar etme hakkını haiz olamaz”39 sonucuna götürmektedir.
Müellif ecel konusunda da Allah’ın ilim, irade ve kudretinde
fâil-i muhtar olduğunu, esbabın yaratıcısının da Allah olduğunu ve
esbabın hakikî müessir olmadığını beyan etmektedir. Bu bağlamda
maktulün kendi eceli ile öldüğünü, bütün bunların Allah’ın ilmine
36
Manastırlı, Mevâid, 79-80.
Manastırlı, Mevâid,82.
38
Manastırlı, Mevâid, 83.
39
Manastırlı, Mevâid, 85.
37
22
göre takdir edildiğini40 fakat Allah’ın ilim sıfatının, fiillerin
meydana gelmesini gerektirmediğini yine kulların sorumluluğu
ilkesine dayandırmaktadır. Bu bağlamda o, kulun hidayet ve
dalâletinin de yaratma anlamında Allah’a isnadını41 ifâde ederken
Allah’ın hükümranlığı ile kulun sorumluluğu ilkelerini titizlikle
korumuş olmaktadır. Bu arada, kitap indirmek, peygamber
göndermek, ba’s ve haşir, ta‘zib ve ten‘im ve tövbenin kabulü gibi
hususlar da Allah’ın fiilleri çerçevesinde ele alınmaktadır.
1.2.Makale-i Sâniye/İkinci Bölüm: Nübüvvet
Enbiya-ı izam hazeratının bi’set-i mübarekleri beyanında
olup üç babı hâvîdir.
Birinci Bab: Nübüvvetin imkânı, şartları ve faydalarına
dairdir. Aklen muhal olmayan bir şeyin caiz olduğu esasına
istinaden peygamberliğin isbatı yapılıp insan aklının bilemeyeceği
gerçeklerin ancak peygamber vasıtasıyla insanlara ulaştırılacağı
beyan edilmektedir. Bu hususta ehl-i sünnetin görüşü esas alınıp
Berahime’nin savunduğu gibi nübüvvete ihtiyaç olmadığı
yolundaki görüşler çürütülmektedir. Peygamberlerin sıfatları ve
insanlar arasındaki yeri ve değeri anlatılıp onların, peygamberlikten
önce ve sonra masum oldukları beyan edilmektedir. Yine müellife
göre Peygamberler, Allah bildirmedikçe mugayyebâtı bilmezler.
Peygamberlik konusunun özel bir meselesine dikkat çekerek köle
ve kadından peygamber gelmediğine de kısaca yer verir 42.
İkinci Bab: Hz. Peygamber’in (s.a.v) nübüvvetine dairdir.
Hz. Peygamberin nübüvvetini üç şekilde ispat etmektedir. İlk
olarak kendisi peygamber olduğunu iddia etmiş ve iddiasını ispat
için mucizeler göstermiştir. Bunlar da ilmî mucize olan Kur’an ve
40
Manastırlı, Mevâid, 90-91.
Manastırlı, Mevâid, 97.
42
Manastırlı, Mevâid,103-109.
41
23
diğer hissî mucizelerdir. Müellif birçok konuda olduğu gibi bu
husustaki tafsilat hakkında da risale-i hamidiyye tercümesini
referans olarak gösterir43. O, Hz. Peygamberin nübüvvetinden önce
ve sonraki kişiliğini de önemli bir delil olarak görmektedir. Son
peygamberin şeriatı ile, önce geçen diğer dinlerin hükümsüz
kaldığını beyan eder. Mirac da Hz. Peygambere ait bir mucize
olarak zikredilir. Bu hususta tabiatçıların inkârlarını reddeder. Bu
konularda daha geniş bilgi için yine risale-i hamidiyye tercümesine
bakılabileceğini belirtir44. Öte yandan cinler ve melekler ile ilgili öz
bilgiler verilir ve tabiatlarına ve özelliklerine kısaca değinilir.
Müellif, peygamberler ve İslam ümmetinin efdaliyeti
konusunu ele alarak, Peygamberlerin en efdali Hz. Muhammed
Mustafa’dır, der. Ümmetin efdali ise başta hulfa-i raşidîn olmak
üzere aşere-i mübeşşeredir. Daha sonra ümmetin en faziletlileri
Bedir ashabı, sonra bey‘atü’r-rıdvan ehli, ezvâc-ı tahirat ve evlâd-ı
resûl ümmetin faziletlilerinden sayılmaktadır. En faziletli dönem
olarak da devr-i saadet, sahabe devri, tabiîn ve teb-i tabiîn devirleri
olup özellikle sahabe devrinde vuku bulan olaylara girilmeyip bu
olayları yaşayanların hepsinin saygın ve muhterem olduğuna dikkat
çekilmektedir.
İmamet konusunu şeriatın hükümlerinin uygulanması esasına
bağlayarak her zaman bir imamın olmasını zorunlu görür.
Hadislere ve haberlere istinaden kıyamet alâmetlerini beyanla
büyük alâmetlerden hurûc-ı deccal, nuzûl-i İsa, yecûc ve me’cûc,
dâbbetü’l-arz, duhân, güneşin batıdan doğması, mağrib ve meşrık
cihetlerinde ve Cezire-i Arap’ta birçok şehirlerin yere batması,
43
Risâle-i Hamidiye, Hüseyin el-Cisr’in, Sultan Abdülhamid’e sunmuş olduğu bir kelâm
kitabı. Kitap, yeni ilm-i kelâm eserlerinden sayılır. Manastırlı bu kitabı tercüme ettikten
sonra kendisi “Risâle-i Hamidiye mütercimi” olarak anılmıştır.
44
Manastırlı, Mevâid,123.
24
Yemen kıtasında bir ateş zuhur ederek nası mahşere doğru sevk
etmesi zikredilir45.
Üçüncü Bab: Âlem-i berzah ve ahval-i âhiret beyanına
mütealliktir. Müellif kabir ahvalinin de öncelikle aklen caiz
oluşunu beyan edip kabir azabı ve nimetinin ruhen ve manevî
olacağı imkânına dair delil olarak, insanın düşünce ve rüya
halindeki yaşadığı elem ve sevinç durumunu örneklerle anlatır.
Ruhun tekrar bedene iadesi ile haşr-i cismanîyi bu şekilde
azap ve nimetin gerçekleşeceğine dair aklî delillere öncelik
vermektedir. Hz. Peygamberin şefaat-i uzmâsı, hesap ve mizan
sonrası cennet ya da cehennem ahvaline geçişin gerçekleşeceğini
belirtir.
Cennetteki nimetlerin en büyüğünün ru’yetullah olduğunu
beyan ederken yine bu hususun aklen imkânını “mevcudun
görülebileceği” esasına bağlamakta ve ru’yetin dünyadaki görme
ve görülebilme şartlarına uymadığının altını çizmektedir. Müellif
bu ve benzeri aklî deliller ve izahlardan sonra ru’yetle ilgili nasları
zikredip izahını yapmaktadır 46.
1.3. Hatime
Müellif esrin onuç kısmında ehl-i sünnete uymanın lüzumuna
ve buna aykırı davranmanın “ekber-i kebâir” olduğuna dair
beyanlarda bulunup bu husustaki hadis-i şerifleri serdeder.
Ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağına dair vârid olan
hadis-i şerifizikredip Hz. Peygamber ve ashabının yolundan
gidenlerin fırka-i nâciye olduğunu beyan ve “insanın selâmet ve
saadeti şer-‘i Muhammedîye ittiba iledir, ibtida’ ile değildir”
45
Manastırlı, Mevâid,125-131.
Manastırlı, Mevâid, 132-141.
46
25
cümlesiyle mesele hakkında hükmünü koymaktadır. Bu anlamda
ehl-i sünnete uymanın lüzumuna dair Kur’anî delilleri dezikreder47.
Ehl-i sünnete aykırı davranan dehrîlere, münkirlere ve bâtıl
mezhep mensuplarına karşı ilk mücadeleyi Ebu Hanife’nin
verdiğini, onun sadece fıkhî meselelerde değil usûl meselelerinde
de önderimiz olduğuna girişteki izahına ilâveten tekrar işaret
etmektedir. Mutezile mezhebinin bazı halifeler zamanında revaç
bulmasını bir fitne olarak görüp bunda yine sağduyulu halifelerin
uygulamaları ile ümmetin bu fitneyi atlattığını ve ehl-i sünnetin bu
sayede tutunduğunu uzunca beyan etmektedir. Manastırlı’nın,
İslâm ülemasından eslâfa olan derin saygısı yanında belki de tek
itiraz ettiği ve tenkide tabi tuttuğu kişi İmam Gazzâlî’dir.
1.4. İmam Gazzâlî’yi Tenkidi
( ��� �� ا����ن أ��ع ��� ��نLeyse fi’l-imkân ebde‘u mimmâ kân)
= “Var olandan daha mükemmeli mümkün değildir” cümlesi ile
formüle edilen görüş, Gazzalî’ye nisbet edilmiştir. Aslında bu
görüşün, değişik ifâdelerle de olsa, çok eskilere dayandığı
bilinmektedir48. Eskiler bu meseleyi, Teizmin âdil ve merhametli
Tanrı anlayışı önündeki kötülük problemi açısından ele alıp
işlerken, İslâm kelâmcılarının bu konuya daha çok Allah’ın sıfatları
açısından bir problem olarak baktıkları görülmektedir.
Kötülük problemi ve buna bağlı geliştirilen teodiselerin,
içinde önemli bir yer tuttuğu âlemin mükemmelliği düşüncesinin
köklerini Anaxagoras (m.ö. 428) ve Apolonyalı
Diogenes’e (m. ö. 428-427) kadar götürmek mümkünse de
başta Timaios diyaloğu olmak üzere diğer eserleriyle Eflâtun (m.ö.
348) bu noktada ön plâna çıkmaktadır. Ayrıca Aristo’nun (m. ö.
47
Manastırlı, Mevâid, 143-149.
Geniş bilgi için bkz. Eric Lee Ormsby, İslam Düşüncesinde ‘İlahî Adalet’ Sorunu
(Teodise), çev. M. Özdemir, Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2001.
48
26
322) ortaya koyduğu sebepler teorisi ve bu teori içinde gâye sebebe
atfettiği önem, Stoacı filozofların inâyet kavramı ve kötülük
problemi etrafında geliştirdikleri teoriler ileYeni-Eflâtuncu
felsefenin sudûr teorisi ve Bir’in sıfatları konusunda ortaya
koyduğu görüşler; Kur’ân-ı Kerîm’in âlemde eşsiz bir nizamın
bulunduğu ve bu nizamın bir gâyeye yönelik olduğu, hiçbir şeyin
boşuna yaratılmayıp bir hikmete dayalı olarak var edildiği
yönündeki âyetlerini temel hareket noktası olarak kabul eden
Müslüman düşünürlerin, âlemin mükemmelliği hakkındaki fikirleri
üzerinde önemli ölçüde etkili olmuştur49. İslâm âleminde bu mesele
hakkında görüş beyan eden alimlerden biri de son devir Osmanlı
ulemasından Manastırlı İsmail Hakkı’dır.
Manastırlı, Allah’ın sıfatları ve bunların müteallakları
bahsinde “Tekvîn” sıfatını şu şekilde özetler: “Tekvîn, ma’adûmu
icad ve mevcudu ifna gibi ef’âl-i ilahiyyede müessir olan bir
sıfattır.” Manastırlı meseleyi ele alırken Tekvîn sıfatı ile Kudret
sıfatının
eşyaya
teallüküaçısından
farklılıklarına
dikkat
çekmektedir: “Kudretin tarifinden anlaşıldığına göre Allah
Teâlâ’nın kâdir olması bir şeyi icad etmesiyle terk buyurmasının
her biri sahih ve mümkin olmaktan ibarettir. Bu cihetle şu âlemi
icat etmek muktezay-ı zat-ı uluhiyyet değildir. Belki irade-i
aliyyesi teallük etmemiş olsa idi hiç bir şey yaratmazdı. Ama sıfat-ı
seniyyesi muktezay-ı zatı olup câizü’l-infikak değildir. Yine
kudretin müteallekı ilmin müteallekından ehastır. Çünkü ilm-i ilahî
vâcip, mümkin ve mümtenîin her birine teallük ettiği halde kudret-i
rabbaniyye yalnız mümkinata teallük edebilir. Binaen aleyh
malûmatullah, makdûratından ekserdir denir. Fakat makdûrat-ı
ilahiyye dahi nâmütenahi olmakla Allah Teâlâ’nın şu âlemden
ehsen ve ebda‘ bir âlem icat buyurması caizdir50.
Cüneyt Kaya, “Daha Mükemmel Bir Âlem Var Olabilir mi?”, 239-240
Manastırlı, Mevâid, 65.
49
50
27
İhyâ-i ulûmun gerek ehl-i sünnetin akâidi zikir ve beyan
olunan mahallinde ve gerek daha birkaç mebahisinde bu mesele
tasrih olunmuş iken (Kitabü’t-tevekkül) de “Leyse fi’l-imkâni
ebde’u mimmâ kân” ibaresi irad olunmuştur. Fakat bu kelâmın
usûl-i felsefiyyeye ibtinası hasebiyle eimme-i a‘lâm nezdinde
makdûh olmasını Hafız Zehebî (aleyhirrahme) Tarih-i İslâm
kitabında ifâde ediyor.”51 Manastırlı’nın bu ifâdelerinde hem tesbit
hem de tenkitler görülmektedir. Gazzâli’nin İhya-i Ulûmiddin’de
bu meseleyi açıklamışken Kitabüttevekkül’de “Leyse fi’l-imkâni
ebde’u mimmâ kân” cümlesini yahut bu anlama gelen cümleyi
tekrar etmesine bu görüşün Gazzâlî’ye aidiyyetine kuşku ile bakmış
olabileceği düşünülebilir. Zira Gazzâlî’yi tenkit edenler ve
savunanlar yanında bir de bu cümlenin onun adına söylenmiş
olabileceğini iddia edenler52 mevcuttur.
İslâm düşünürleri bu konuyu daha çok hayır-ı mahz, cûd,
inayet ve tedbir, hikmet, nizam,gâiyyet ve şer gibi temel kavramlar
üzerinden tartışsalar da problemi Allah’ın sıfatları ve bu sıfatların
müteallakları açısından ele almışlardır. Nitekim Manastırlı da bu
meseleye aynı açıdan bakmaktadır. Özellikle Allah’ın kudret ve
tekvîn sıfatlarının müteallakı olan bu âlemden daha iyisinin
Manastırlı, Mevâid, 66.
Kaya, “Daha Mükemmel Bir Âlem Var Olabilir mi?”, 245. Gazzâlî’yi eleştirenler1: (fetâifetün enkerathâ ve raddethâ) Ebû Bekr İbnü’l-Arabî, Ebû Abdillâh el-Mâzerî, Ebu’lVelîd et-Turtûşî,Ebu’l-Abbâs Nâsıru’d-dîn İbnü’l-Müneyyir el-İskenderî el-Mâlikî,
İbnü’s-Salâh, Yûsuf ed-Dımeşkî, İbnü’l-Cevzî, et-Takî es-Sübkî, İbnü’l-Kayyım elCevziyye, el-Hâfız ez-Zehebî, Bedreddîn ez-Zerkeşî, İbrahim b. Ömer b. Hasen elBikâ‘î eş-Şâfiî, Allâme Sîdî Ahmed b.Mübârek b.Muhammed b. Muhammed b. Ali b.
Mübârek es-Sicilmâsî el-Lamatî.
2: Bu ifadenin Gazzâlî’ye ait olmadığını, onun eserine sokulduğunu ileri sürenler (ettâifetü’s-sâniyetü kâlet inne hâzihi’l-mes’ele kad düsset fî kütübihî)İbrahim b. Ömer b.
Hasen el-Bikâ‘î eş-Şâfiî, et-Takî es-Sübkî, et-Tâc es-Sübkî
3: Gazzâlî’yi savunanlar (et-tâifetü’s-sâlisetü ve hüm el-müntasirûne li’l-musannif)
Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Karîsînî, Bedreddin Muhammed ez-Zerkeşî,
Abdülkerim el-Cîlî, Nûreddin Ebu’l-Hasen Ali b. Abdillah es-Semhûdî, Ebû Abdillah
Muhammed b. Ömer el-Mağribî, Zekeriyyâ el-Ensârî, Celâleddin es-Suyûtî, Sîdî
Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî, el-Burhân İbrahim b. Ebî Şerîf el-Makdisî, Celâleddin Ebu’lBekâ Muhammed el-Bekrî eş-Şâfiî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ahmed b. İsa el-Bernesî,
Abdülkâdir b. Mustafa es-Sufûrî ed-Dımeşkî.
51
52
28
mümkün olacağı tezini, sonlu olan bu âlemi sonsuz olan kudret ve
tekvîn sıfatına bağlamaktadır. Ona göre bu sıfatlar ezelî olsa da
teallükleri lâyezelde olur53. Kudret sıfatının sonsuz oluşu, bu
âlemden daha mükemmelinin olabileceğine dair bir işaret ve bir
delildir. Zira imkânbunu gerektirmektedir. Zatı itibariyle mümkin
olan bir şeyin bizzat muhal olması da muhal olmalıdır. Mümkinata
bakıp da Allah’ın sonsuz olan sıfatını sonlu olanla eşitlemek
muhaldir. Zira bu, Allah hakkında bir eksiklik demektir. Allah ise
her türlü eksiklikten münezzehtir.
Müellifin, “Mevâidü’l-in‘âm fî berâhîn-i akâidi’l-İslâm” adlı
eseri, daha sonra yazdığı “Telhîsü’l-kelâm fî berahîn-i Akâidi’lİslâm”54 adlı esri ile mukayese edilecek olursa, birincisinin daha
kapsamlı olup, bu eserde kelâm ilminin ince meselelerinin daha çok
ele alındığı ve kelâmî terimlerin daha çok kullanıldığı görülür. Zira
Mevâidü’l-in‘âm, askerî liselerde ve mülkiye mekteplerinde daha
özel bir kitleye hitap etmektedir. Bu liselerde böyle ilmî bir kitabın
takrir edilmesi, söz konusu okullarda eğitim alan öğrencilerin
seviyesini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Sonuç
Müellif bu eserini, Hanefî-Matüridî düşünce ve inanç sistemi
üzerine kurmuş olup, sistem içi makbul ve müftâ bih görüşleri
(uygulanan fetvalar) tercih ederek telif etmiştir. Fakat Gazzalî’ye
isnad edilen âlem görüşü konusunda olduğu gibi özellikle Allah’ın
sıfatları ile ilgili meselelerde ayrıntılara ve münakaşalara girdiği
görülmektedir. Müellif, konuları işlerken serdedilen görüşler
53
Manastırlı, Mevâid, 69.
Manastırlı, Telhisü’l-kelam, (İstanbul: 19891) -Arif Kübrâoğlu, nşr. Bir ithaf ve
mukaddime ile latinize edilerek aslı ile birlikte basılmıştır. Eserin orijinal kısmı 104
sayfa,. 1322/1906 İstanbul. latinize kısmı 56 sayfa olup sonuna eklenen lügatçesi ise 36
sayfadır. 2- Süleyman Baki neşri. Logosa, Üsküp 2006. Eserin tıpkıbasımı 1322
(1906)İstanbul, Nazif Ay, “Manastırlı İsmail Hakkı’nın İslam Düşüncesindeki Yeri”,
(Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995.
54
29
hakkında naslardan delil getirmeyi ihmal etmez. Onun, meseleleri
daha çok eslem üslup ile izah etmesi yanında, bu meselelerle ilgili
nasları zikretmiş olması, benimsediği inanç ve düşünce sisteminin
üzerine oturtulduğu kaideleri göstermesi açısından büyük önem arz
etmektedir.
Kullandığı dil, ağdalı bir Osmanlı Türkçesi olmakla birlikte
itikadî ve kelâmî meselelere ait izahlarda kelime ve ıstılahları
maharetle kullanmış olması, esere başka bir letafet ve başka bir
değer katmaktadır. Tanıtım kısmında, orijinal ifadeler lâtinize
edilerek sık sık verilmek suretiyle, müellifin her konu ile ilgili
olarak kullandığı dilin okuyucuya tanıtılmak istendiğini belirtmek
isterim. Aksi takdirde sadece yapılan yorumlarla anlatılmaya
çalışılan eserin tanıtımı eksik kalmış olacaktı.
Eserin günümüz ilahiyat öğrencilerine okutulmasının bilimsel
değeri yanında yeni yetişen nesiller için kültürel bir zenginliğe
katkıda bulunacağını ifade etmek mümkündür.
Kaynakça
Akman, Mustafa.Celâleddin ed-Devvânî’nin Kelam Sistemi. Ensar Neşr.,
İstanbul: 2017.
Ay, Nazif. Manastırlı İsmail Hakkı’nın İslâm Düşüncesindeki Yeri. Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995.
Baki, Süleyman. Manastırlı İsmail Hakkı ve Telhîsü’l-Kelâm. Üsküp: 2006.
Dursun, Hakkı ve dğr., Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi.
İstanbul: Çağ Yayınları, 1992.
Edip, Eşref.Mevâiz. İstanbul: 1323
Kaya, M. Cüneyt. “Daha mükemmel bir âlem var olabilir mi?: “Leyse fi’limkân” Tartışmasının Kaynakları Üzerine Notlar”. Divan İlmî
Araştırmaları 16 (2004).
Küçük, Cevdet. “Abdülmecid”,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
Ankara: TDV Yayınları, 1988.
30
Manastırlı, İsmail Hakkı. Telhisü’l-Kelâm. Arif Kübrâoğlu nşr. İstanbul:
1989.
Manastırlı, İsmail Hakkı. Telhisü’l-Kelâm. Süleyman Baki nşr, Üsküp:
Logos-A, 2006.
Nesefî, Ebu’l-muîn. Tabsiratü’l-edille.
Ormsby, Eric Lee. İslam Düşüncesinde ‘İlahî Adalet’ Sorunu (Teodise).
çev. M. Özdemir, Ankara: Kitâbiyât Yayınları, 2001.
Özcan, Abdülkadir. “Osmanlılar”,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları, 2007.
Özcan, Abdülkadir. Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti, İstanbul: Yeni Şafak
Yayınları, t.y.
Özkan, Halit. “Süyuti”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Ankara:
TDV Yayınları, 2010.
Süyûtî, Celaleddin.Teşyîdü’l-Erkân Fî Leyse Fi’l-imkân Ebde’u mimmâ
kân. Dâru İhyâi’l-Arabî, 1998.
Tahavî, Akidetü ehli’s-sünneti ve’l-cemaa,(Nşr. Arif Aytekin), İstanbul:
Bereket Yayınları, 2011.
Yavuz, Salih Sabri. “Manastırlı İsmail Hakkı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, Ankara: TDV Yayınları, 2003.
31
HOCA RÂSİM EFENDİ VE ANGLİKAN
KİLİSESİ’NE CEVAP
Rıdvan Özdinç*
Makale Geliş Tarihi: 1 Eylül 2018
Makale Kabul Tarihi: 7 Ekim 2018
Öz
Anglikan Kilisesi, Şeyhülislâmlık makamına hitaben İslâm hakkında
bilgi isteyen bir mektup göndermiştir. Dört soruluk bu mektuba ulema
tarafından cevaplar verilmiş ve bu cevaplar kitap olarak da
neşredilmiştir. Hoca Râsim Efendi de bu kitaplardan önce Alemdar
gazetesinde bir cevap tefrika etmiştir. Yarım kalan bu cevapta dinmodernleşme ilişkileri, yeni ilm-i kelâm konuları ve oryantalistlerin
iddialarına verilen cevaplara dair veriler mevcuttur. İngiliz Muhibleri
Cemiyeti azası da olan Râsim Efendi’nin işgal altındaki İstanbul’da
İngiliz yanlısı Alemdar gazetesinde kaleme aldığı yazıların
muhtevasına bu ilişkiler zaviyesinden bakmak gerekir.
Anahtar Kelimeler: Anglikan Kilisesi, Hoca Rasim Efendi, İsbât-ı
vâcib, Nübüvvet, Tevekkül
HOCA RÂSIM EFENDI AND HIS ANSWER TO THE
ANGLIKAN CHURCH
Abstract
The Anglican Church sent a letter to the Office of al-Mashyakha asking
for information about Islam. The answers to these four questions were
given by ulema and these answers were also published as books. Hoca
Râsim Efendi also published an answer on the Alemdar newspaper
before these books. In this discussion, there are data on religionmodernization relations, new ilm-i kalâm topics, and answers given to
the claims of orientalists. Rasim Efendi, a member of the English
Frendship Association (İngiliz Muhipleri Cemiyeti), should take a close
look at the content of the writings he received in the pro-British
Alemdar newspaper in occupied Istanbul.
Keywords: Anglican Church, Hoca Rasim Efendi, Isbat al-Wajib,
Prophecy, Tawakkul
* Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Üniversitesi,
[email protected].
32
Giriş
Ahmed Râsim Avni (1880-1939) medrese kökenli,
müderris, İttihat ve Terakki’nin ilmî kısmı olan Cemiyet-i
İlmiyye’de idare azası ve 31 Mart Vakʻası’na öncülük eden
ilmiye heyetinin ileri gelenlerindendir. Devam eden süreçte
İttihatçılarla arası kötü olan ve birçok siyasî hadiseye
iştirak eden Ahmed Râsim, Cihan Harbi sonrası
İstanbul’unda Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi
zamanında Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye azalığı ve Meşîhat
tarafından çıkarılan Cerîde-i İlmiyye’de yazarlık yapmıştır.
İngiliz Muhibleri Cemiyeti fahrî azalığı da bulunan ve 31
Mart Vakʻası ve Tarikat-ı Salâhiye davası sebebiyle İstiklal
Mahkemeleri tarafından yargılanan Ahmed Râsim Avni
yani Hoca Râsim Efendi, özellikle Cumhuriyet devri
boyunca 31 Mart’ın mümessili ve müdafii olarak uzun
müddet mahkûm edilmiştir.1
Dinî, tasavvufî yazılar yanında siyasî ve içtimaî
meselelere dair neşriyatı da bulunan Ahmed Râsim’in
yazılarının çoğu dağınık haldedir. Dergi ve gazete
yazılarının yanı sıra birkaç telif eser de kaleme almıştır.
Ahmed Râsim’in eserleri arasında itikat/kelâm sahasını
ilgilendiren telifleri daha çok İstanbul’da İttihatçıların
iktidardan uzaklaştıkları dönemde sahip olduğu vazifeler ve
neşrine imkân bulduğu yazılar vasıtasıyla olmuştur. Bu
dönemde Ceride-i İlmiyye’de özellikle “Din-i İslâm”,
“Marifetullah”, “Dinî Dersler” ve Alemdar Gazetesinde,
Anglikan Kilisesi tarafından sorulan dört suale verdiği
cevaplar, dinî düşüncesinin ve “yenilik” fikrinin
1
Ali Birinci, “Hoca Râsim Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1998), 18: 194-196; Tarihin
Gölgesinde: Meşâhir-i Meçhûleden Birkaç Zat, (İstanbul: Dergâh Yayınları,
2001),31-49.
33
muhtevasını vermekte ve istikametini göstermektedir.
Özellikle Kitâbü’t-Tenvîr adlı eserinde “İsbât-ı vâcib”,
“İsbât-ı Nübüvvet”, “Din-i İslâmiyet’in Mahiyet ve
Hakikati”, “Erkân-ı Binâ-yı İslâm”, “Din-i İslâm’ın
Mükellef Olduğu Efʽâlin Hikemiyâtı” ve “Din-i İslâm’da
Cihadın Hükmü” başlıkları altında din, modernleşme ve
dinî siyasetin şekil ve muhtevasına yönelik fikirler
serdetmiştir.
Ahmed Râsim’in Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye azalığı
ve Meşîhat tarafından çıkarılan Cerîde-i İlmiyye yazarlığı
yaptığı dönemde Anglikan Kilisesi tarafından Meşîhat
makamına cevaplanması talebiyle dört sorudan oluşan bir
mektup göndermiş ve Şeyhülislâmlık da bu soruları Dârü’lHikmeti’l-İslâmiyye’ye
sevk
etmiştir.2
Anglikan
Kilisesi’nin mektubunun manâ ve muhtevasına yönelik
izahlar diğer eserlerin girişlerinde de mevzubahis
edilmiştir. Fakat mektubun kendisini tercüme eden sadece
Ahmed Râsim olmuştur:
“Huzûr-ı Meşîhat-penâhîlerine
İngiltere Kilisesinin cemiyyât-ı dîniyesinden biri
olan din matbaası halkın irşâd ve tenvîri için
küçük kitablar (30000 kelimelik) ihdâr etmekte
ve bendenizi bu kütüphanenin riyâset-i
tahrîriyyesine tayin etmiş bulunmaktadır.
Şarkın ehemmiyet-i dîniyye ve siyâsiyyesine
binaen edyân-ı şarkıyye hakkında müellefât-ı
cedîde tanzim etmekdeyim. Bunların bir ikisi
müstesna olmak üzere cümlesi o edyâna sâlik
2
34
Anglikan Kilisesi’nin Meşihat makamına yönelttikleri sorular ve verilen
cevaplarla ilgili bkz. Zekeriya Akman, “Anglikan Kilisesi’nin Meşihat
Kurumuna Soruları ve Bunlara Verilen Cevaplar”, Hikmet Yurdu, yıl:6, C:6,
sayı: 11, Ocak-Haziran 2013/1, 357-377.
olanlar tarafından tahrîr edilmektedir. Bu
suretle Şark kendi sesini Garba ismâʻ etmiş
olacaktır.
Bu kütüphane için el-hâletü hâzihi salâhiyetdâr
kalemler çalışmaktadır. Maamâfih bendeniz
İslâm’ın diyâr-ı merkeziyyesi olan memleketler
ile muvâsalâtın tesisine intizâren dîn-i İslâm
hakkında yazılacak eserin tahrîrini tehir ettim.
Vâkıa elimizde Müslümanlık hakkında birçok
eserler var. Fakat bunların kısm-ı aʻzâmında
Garb Şark namına söylüyor. Âsâr-ı sâire ise
Şarklılar tarafından tahrîr edilmiş ise de bu
eserlerin muharrirleri anʻane-i esâsiyyeye
merbût olmadıkları gibi en asrî irfân ile meşbûʻ
bulunuyorlar.
Halbuki biz öyle bir eser istiyoruz ki onun içinde
Şark İslâm’ın savt-ı hakîkisiyle söylesin.
Müslümanlığı sahîhu’l-iʻtikâd olmakla beraber
hayât-ı asriyyenin ihtiyacât ve mesâilini bilen ve
nazar-ı itibara alan bir Müslüman’ın fikrinde ve
imanında nasıl yaşıyor ise öylece tanımak
istiyoruz.
Hazret-i Peygambe’rin dîni nedir?
Bu dîn fikir ve hayata neler bahşediyor?
Zamanımızın mezâhim-i mütenevviasını nasıl
tedâvî ediyor?
Dünyâyı gerek daha iyi, gerek daha fenâ sûretde
taklîb eden kuvâ-yı siyâsiyye ve maʻneviyye
hakkında ne diyor?
35
İşte asıl bu suallere cevâb verilmesini arzu
ediyoruz.
Zât-ı Meşîhat-penâhîleri böyle bir eserin
ehemmiyet-i dîniyye ve siyâsiyyesini elbette
takdir buyurursunuz. Binâenaleyh bunun
anʻane-i dîniyye-i asliyeye göre yazıldığı
takdirde pek nâfiʻ fakat bu anʻaneye vâkıf
olanlar meyânında en salâhiyatdâr zât
tarafından yazılır ise daha müessir olacağı
hususunda bendeniz ile ittifak edeceğinizden
ümîdvârım.
Bunları arz ve beyandan sonra işbu eser-i
matlûbun bizzat kalem-i meşîhapenâhîlerinin
mahsûlü olmasını kemâl-i ihtirâm ile istirhama
müsâade buyurmanızı ricâ ederim.
Nâm-ı âcizânemin zât-ı sâmiyetlerince marûf
olduğunu iddiaya cesaret edemeyeceğim.
Binâenaleyh bazı yazılarımın bir listesini
mektubuma terfik ediyorum.
Kendisini kemâl-i hürmet ve sadâkatle takdime
müsâade buyurmanızı ricâ eden
Artur Bût vûd [Boutwood]”3
Bu sorulara cevap olarak üç kitap telif edilmiş ve bu
eserler sonraki süreçte neşredilmiştir. Neşri yapılan bu
eserlerden biri İzmirli İsmail Hakkı tarafından kaleme
alınan
el-Cevâbü’s-sedid fi
beyâni
dini’t4
tevhid’dir. İkincisi; Abdülaziz Çâviş’in Arapça olarak
3
4
36
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 12 Eylül 1335/1919, 1.
İkinci bir mektup daha yazılıp sorular daha açık hale getirilmiştir.
İsmail Hakkı İzmirli, el-Cevâbü’s-Sedid fi Beyâni Dini’t-Tevhid, Ankara:
Tedkikat ve Te’lifat-ı İslâmiye, 1339-1341. Eser Fahri Unan tarafından
kaleme aldığı el-Ecvibe fi’l-İslam an es’ileti’l-kenîseti’lAnglikiyye adlı eserdir. Bu eser Mehmed Akif tarafından
Anglikan Kilisesine Cevâb adıyla Türkçe’ye çevrilmiş ve
basılmıştır.5 Bu iki çalışma Meşîhat’ın görevlendirmesi
neticesinde yazılırken Milaslı İsmail Hakkı kendi
inisiyatifiyle Anglikan Kilisesi’nin sorularına cevap olarak
bir kitap telif etmiştir. Hakîkat-ı İslâm adını verdiği bu eser
de yayınlanmıştır.6 Bu eserler dışında doğrudan Anglikan
Kilisesi’nin sorularına cevap olarak eser kaleme
alınmamıştır.7 Bu üç eserin yanında Anglikan Kilisesi’ne
verilen cevaplarla ilgili yapılan çalışmalarda dikkatten
kaçan başka bir teşebbüs daha vardır. Ahmed Râsim Avni
Alemdar Gazetesi’nde “Anglikan Encümen-i İlmiyyesine
Cevâb” başlığında otuz dokuz sayı boyunca bazı sayılarda
yer almamasına rağmen 34 tefrika halinde (11 Eylül-29
Ekim 1919) bir cevap neşretmiştir. Bu cevabı da nâ-tamam
halde bırakmıştır. Bu tefrikanın varlığı Anglikan
Kilisesi’ne verilen cevaplar içerisinde dikkatten kaçmıştır.
Bu unutulmuşluğun yanında dikkati çeken birkaç husus
daha vardır. Bunlardan biri Ahmet Râsim Avni’nin Dârü’lHikmeti’l-İslâmiyye azası olarak ilk teşebbüsü yapan kimse
olmalısıdır. İkincisi de Avni’nin, Anglikan Kilisesine
yazılan cevapların yazım sürecini yakından takip etmesidir.
5
6
7
sadeleştirilerek latin harflerine aktarılmıştır. İsmail Hakkı İzmirli, Anglikan
Kilisesine Cevap, sdl. Fahri Unan, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 1995),
293 sayfa.
Abdülaziz Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevâb,trc. Mehmed Akif Ersoy,
(İstanbul: Evkaf-ı İslamiye Matbaası, 1339-1341) 290 sayfa. Bu eser
Süleyman Ateş tarafından sadeleştirilerek tekrar yayınlanmıştır. Abdülaziz
Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevap,trc. Mehmed Akif Ersoy; sdl. Süleyman
Ateş, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 1987) 199 sayfa.
Milaslı İsmail Hakkı, Hakikat-ı İslam,(İstanbul: Hilal Matbaası, 1341-1343),
221 sayfa. Bu eser latin harflerine aktarılmamıştır.
Zekeriya Akman, Bediüzzaman Said Nursî’nin bazı eserlerinde Anglikan
Kilisesi’nin sorularına cevaplar verildiğini belirterek bu cevapları dördüncü
eser olarak zikretmektedir. Akman, “Anglikan Kilisesi’nin Meşihat
Kurumuna Soruları”, 366.
37
Belki de dikkate daha şâyan olanı müellifin İngiliz
Muhibleri Cemiyeti azası olduğu bir zamanda kaleme
aldığı bu metnin mahiyetiyle kendi münasebetlerinin bir
irtibatının kurulup kurulamayacağıdır. Çünkü bu cemiyetin
20 Mayıs 1919’da Dâhiliyye Nezareti’ne başvurduğu göz
önüne alındığında yazıları yayınlamaya başladığı tarih olan
11 Eylül 1919 itibariyle Ahmed Râsim cemiyete üye
olmalıdır.8 Aynı şekilde bu makalelerin İngiliz yanlısı
Alemdar Gazetesi’nde yayınlandığı da dikkate alındığında
çok farklı bir manzara ortaya çıkmaktadır.9 Ahmet Râsim,
bahsettiğimiz ilişkiler ağının bir gereği olarak Kilise’nin
talebini yerine getirmek için inisiyatif almış olmalıdır. Bu
irtibatların metnin muhtevasına, siyasetine ne tür tesirleri
olduğuna bakmakta da fayda vardır. Daha önce kaleme
aldığı Kitâbü’t-Tenvîr’in muhtevasıyla yapılacak bir
mukayese meseleye dair fikir edinme imkânı sunmaktadır.
1. Tefrika Süreci
Alemdar Gazetesi, Ahmed Râsim Avni’nin kaleme
aldığı cevaplara 1570. sayısında “Anglikan Encümen-i
Âlisine Cevâb” başlığı altında 2. sayfasında yer verirken
yazıyı da “Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye azasından muhterem
Ahmed Râsim Efendi Hazretleri tarafından gönderilmiştir”
diyerek takdim etmektedir. Ahmed Râsim Avni ilk
8
Ahmed Râsim, 31 Mayıs 1335/1919’da İkdam gazetesinde İngiliz himayesini
savunan bir yazı kaleme almıştır. Ali Birinci, “Hoca Râsim Efendi”, 18:194.
Ayrıca Ahmed Râsim cemiyetin ilk kongresinde fahri azalar arasındadır.
“İngiliz Muhibleri Cemiyeti Kongresi”, Alemdar Gazetesi, 17 Temmuz 1920,
s. 2. İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile ilgili bkz. Burcu Başak Alp, Yerli
Kaynaklar Bağlamında İngiliz Muhipleri Cemiyeti, (Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi,2013).
9
Alemdar Gazetesi 21 Mayıs 1335/1919’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin
bildirisini yayınlamıştır.
38
yazısında bu eseri yazma sebebini süreçle birlikte şöyle
açıklar:
“Bu suâllerin cevâbı o vakit Şeyhülislâm
bulunan Haydarîzâde İbrâhim Efendi tarafından
Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye tarafına havâle
olunmuş idi. Her ne kadar Dâru’l-Hikme lâzım
olan risâle-i cevâbiyyeyi yazmakla meşgul ise de
bütün âlem-i İslâm’ın belki de bütün âlem-i
insanın alâkadâr olduğu böyle begâyet mühim
bir meselenin fethi için açılacak olan bu müşkil
sefer ilan edilse de buna her âlim-i hakîm, her
müctehid mücahid iştirak eylese daha iyi olacak
arzu eden her âlim-i din bu bâbda birer risâle-i
cevabiyye yazsalar da gazeteler de neşr
eyleseler Mistır Boutwood cenâbları da
hangisini intihâb ederlerse külliyât-ı edyân
meyânında neşr edecekleri risâle-i İslâmiyye’ye
o müntehab risâleyi esas ittihaz eyleseler (zan
ederim) daha hayırlı olacak.”10
Ahmed Râsim, cevaplarla ilgili yapılan hazırlıkları da
göz önünde bulundurarak kendi cevabını da bu çerçeveye
yerleştirmektedir: “Mesâil-i mezkûreye mukniʻ ve makbul
cevablar verilebildiği takdirde âlem-i İslâm için ne büyük
saâdetler hâsıl olacağını elbette takdir buyurursunuz.” Bu
yolla dünyadaki birçok ilim adamına din ve İslâm hakkıyla
anlatılmış olacaktır. Ahmed Râsim Avni daha da ileri
10
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 11 Eylül 1335/1919, 2.
Mektubun hangi tarihte gönderildiği ile ilgili net bir tarih yoktur. Akman bu
hususu 6 nolu dipnotta tartışır. Akman, “Anglikan Kilisesi’nin Meşihat
Kurumuna Soruları”,360. Ahmed Râsim Avni izaha girişiken 5-6 ay önce
soruların Meşihat’a geldiğini belirtir ki bu da 1335/1919 yılının Mart-Nisan
ayları olmalıdır. Nitekim Akman da bu tarihe yakın bir tahminde
bulunmaktadır.
39
giderek böyle bir risalenin yazılmasını cihatların en büyüğü
olarak takdim etmektedir. Tefrikanın ikincisi 12 Eylül
1335/1919 tarihli Alemdar Gazetesi’nin ilk sayfasında yer
alır. Ahmed Râsim, bu sayıda da Anglikan Encümen-i Alîsi
Müdürü olarak takdim ettiği Artur Boutwood’un Meşîhat’a
gönderdiği mektubun tercümesini ve Boutwood’un
eserlerinin listesini verir.11
Ahmed Râsim Avni’nin bu teşebbüsü ilgi uyandırmış
olmalı ki Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım 17 Eylül
1335/1919’da Alemdar Gazetesi’ne Ahmed Râsim
Avni’nin tefrikaya başlaması dolayısıyla bir mektup
göndermiştir. “Pek Mühim Bir Mesele” başlığıyla Fatma
Aliye Hanım’ın Ahmed Râsim’in ilk mektubundaki
teşebbüsle ilgili söylediklerine istinâden övgülerini de
barındıran ve din-modernleşme ilişkilerini değerlendirdiği
bir mektuba yer verilmiştir.12 Bir sayı sonrasında Ahmed
Râsim aynı sütunlardan Fatma Aliye Hanım’a cevap
vermiştir: “Zât-ı aliyyelerine çok teşekkür ederim. Râh-ı
mesâimi dâima böylece tenvir buyurmanızı ve münâsib
görürseniz yazmakda olduğum risâle-i cevâbiyeyi
peyderpey Fransızca’ya tercüme buyurmanızı rica
eylerim.” Sonrasında bu diyalogdan bir netice çıkıp
çıkmadığını bilmiyoruz.
Müşârünileyh hazretlerinin te’lif buyurmuş olduğu âsârın listesi de şudur:
Kânûn-ı Medenî, Siyâsî ve Sefâretlere Âid Hizmetler Hakkında Cemʻiyet-i
Kraliyyeye Takdîm olunan Bir Muhtıra, Vatanperverlik: Bir Tecrübe-i
Kalemiyye, Serbest İlâhiyyât: Esas Din, (Teril)in Asrîliği, Muʻcizâtın
Maʻkûliyeti, İngiltere ve Roma, Yeni İlâhiyyât Hristiyan mıdır, Salâhiyet
Mefhûmu, Salâhiyet-i Siyâsiyye Mefhûmunun Mâhiyeti, Tabîatın Mâhiyeti,
Hindistan Milliyetperverliği, İbâdet hakkında Yeni Bir Nazariyye, Mebâdi-i
Milliye ve Vezâif-i Milliye, Mefâhim-i Siyâsiyye Hakkında İzâhât-ı Cedîde,
Her Asrın Felsefe-i Siyâsiyyesi, Felsefe-i İhtimâl.
12
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 17 Eylül 1335/1919, 1.
11
40
Fakat yazıların muhteva ve üslubundan dolayı
şikayetler vârit olmalıdır ki Ahmed Râsim Avni 22 Eylül
1335/1919 tarihli gazetede kıyamet ve ahiret ahvâline dair
vârit olan nassları değerlendirirken metin arasında parantez
içinde şu ifadelere yer verir: “ (Âciz: (Bu risâle-i
cevâbiyyenin muharriri Karahisâr-i Şarkîli Hüseyin Avni
Efendi merhumun oğlu Ahmed Râsim) Kur’an-ı Kerim’de
ve sâir kütüb-i semâviyyede fenne ve akla muhâlif görünen
âyâtdaki ve bazı ehâdis-i şerîfedeki işkâlâtı hal ve şübühâtı
izâle hususunda şöyle bir mütâlaada bulunuyorum kabul
eden eder, etmeyen daha iyisini yazar)13
29 Eylül 1335/1919 tarihli nüshada bir okuyucu
mektubunu “Kâri Bey Efendiye Cevâb” başlığında ele alır.
“Ecvibe-i matlûbe ile bizim eserin münderecâtı arasında
münasebet yokmuş (!!)” diyerek mektubun muhtevasını
haber verir. “Ricâ ederim ya yazmış olduğumuz yazıları
okuyunuz yâhud bu huysuzlukdan vazgeçiniz” diye
başlayan cevabında tefrika edilen yazıların daha birinci
sualin cevabı olduğu belirterek yazdıklarını savunur: “Dîn-i
İslâm’ın iʻtikâdâtı şudur, ibâdâtı budur, muâmelâta aid olan
ahkâmı şunlardır, âdâba, ahlâka dâir olan ahkâmı da kibrin,
hasedin haram olması gibi hükümlerdir)den ibaret olacak
değil mi?” Sonrasında okuyucuya hitaben “Zât-ı âlileri
mektubunuzdan anlaşıldığı vech ile ulûm-ı felsefiyye ve
ictimâiyyeye ve bugünkü düşüncelere vâkıf bir zâtsınız.
Hazret-i Kur’an’ı ve âsâr-ı sünniyeyi intâk ederek bir cevâb
numunesi yazsanız da istifâde eylesek zannederim
niyetinize göre siz de me’cûr olursunuz bâkî Allah ahlâk
versin azizim”14 6 Teşrîn-i evvelde çıkan tefrikada “Mühim
bir ihtar” notunda İzmir’de çıkan Köylü Gazetesi’nin bu
13
14
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 22 Eylül 1335/1919, 1.
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 29 Eylül 1335/1919, 1.
41
cevapları neşrettiğini fakat bu neşirlerin çok ciddi hatalarla
yapıldığından şikayet ve uyarılar yer almaktadır.15
Gerek gelen mektuplar gerek gazete idaresine ve
Şeyhülislâmlık makamına iletilen şikayetler Ahmed Râsim
Avnî’nin itidâli kaybetmesine ve giderek hırçınlaşmasına
yol açar. “Îzâh-ı Maksad” başlığı ile yazılarına son
vermeden kısa süre önce şu açıklamayı yapar:
“Bu risâleyi yazmakdan maksad-ı âcizânem
makâm-ı Meşîhat-ı İslâmiyye’den istenilmiş
olan cevâbları yazmak değildir. O fuzûlilikde
bulunacak derecede münasebetsiz değilim.
Maksadım ancak beyân-ı mütalaadan ibarettir.
Asıl risâle-i cevâbiyye Şeyhülislâm Efendi
tarafından yazılmaktadır. Anglikan Encümen-i
Aliyyesine zât-ı Meşîhat-penâhîleri tarafından
yazılmakda olan cevâbnâme gidecektir. Âcizin
neşriyatı mütâlaât-ı şahsiyemdir.
Hani onbir sene mukaddem bir hürriyet ilan
olunmuşdu ya o hürriyete istinâden beyân-ı re’y
ü mütâlaa ediyorum. Tabii her yerinde kimseye
muzır olmamak şartıyla hakk-ı kelâmım ve hakkı tahrîrim vardır.
İşte ancak o hakka istinâden yazmakda olduğum
yazıları yazıyorum. Ama kâfi imiş, değil imiş,
uzun imiş, kısa imiş, sâde imiş, muğlak imiş ve
bazı yerleri çocuk ilm-i hâli gibi imiş. İyi ya.
Zaten sorulan şey de en evvel ilm-i hâlimizdir
velev ki sualden maksad o olmasın da başka
benim anlayamayacağım şeyler olsun. Ben
15
42
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 6 Teşrîn-i Evvel,
1335/1919, 1.
(lâzım gelen cevâbı yazıyorum başkası
yazmasın) dedim mi? Varsın herkes yazsın fakat
asıl cevabı Şeyhülislâm Efendi Hazretleri
yazacaklar. Anglikan’a gidecek olan cevâb
odur. Anglikan Encümen-i Alîsi cevâbı oradan
bekliyor, kabul edeceği cevâb ancak o makâm-ı
vâlâdan gidecek olan cevâbdır.
Fakat sualler bir kere işidilince herkesde bir
merak hâsıl oluyor. Verilecek cevâbları herkes
tahmin etmek istiyor o meyânda bir âciz de
tahminâtını, mütâlaâtını gazete ile neşr ediyor.
Bunda ne var?! Bu telaş edecek bir şey mi?
Geçende biri Alemdar müdiriyet-i alîsine bizim
cevâbları derç etmemesini tavsiye eylemişdi
sebeb de sualleri soran zâtın pek büyük bir
âdem olması cevâb yazan âcizin ise ufak bir
âdem olmaklığına râciʻ idi.
Şimdi de Şeyhülislâm Efendiye
menʻ
edilmekliğim tavsiye olunmuş. Dermiyan olunan
sebebler aynı meâlde: cevâblar sâde imiş, ilm-i
hâl gibi bir şey imiş, Allah Allah dünyada ne
kadar acâyib adamlar var. Eğer Şeyhülislâm
Efendi kendi taraflarından yazılacak olan
cevâbı bana havale eylemiş olsa da ben de bu
neşr eylemekde olduğum yazıları zât-ı Meşîhatpenâhîleri tarafından yazılacak olan cevâbnâme
diye yazmakda olsam ol zaman Şeyhülislâm
Efendi
Hazretlerine
öyle
bir
ihtâr-ı
hâyırhâhânede bulunulabilir ve evet (bu
cevâblar muvâfık değildir) denilebilir. Fakat
âciz (Alemdar’a) yazmış olduğum birinci
43
mektubumdaki (11) Eylül’de neşr edilmişti.
Maksadımı izah eylemişdim…
Âcizin yazmakda olduğum sırf mütâlaât-ı
şahsiyyemden ibarettir. Mütâlaaya vesîle olsun
için karalamakda olduğum birtakım yazılardır.
İhtimal ki bunlardan istifâde eden bulunur ve
hiçbir fâidesini görmeyenlerin hiçbir kimseye
bir zararı olmadığını nazar-ı insafa alarak
âcizin vesîle-i mütâlaa ittihaz eylediğim bu
neşriyâta mâni olmak arzusundan vaz
geçmelerini hukuk-ı beşer nâmına ricâ eylerim
ol bâbda.”16
Fakat târizler kesilmemiş olmalı ki 29 Teşrîn-i evvel
1335/1919 tarihli Alemdar Gazetesi’nin birinci sayfasında
“İʻtizâr” başlığı altında ve Ahmed Râsim Avni imzâsıyla
yayınlanan mektup yazıların hitama erdiğini bildirmektedir:
“Alemdar Gazetesi Müdiri Mücahid Muhterem
Refîʻ Cevâd Bey Efendi Birâderime
Selâm ve senâdan sonra arz-ı maʻzeret eylerim
ki muhâlefeti müteazzir yâhud müteassir olan
bir zât tarafından aldığım bir emr-i mutlak
üzerine [“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine
Cevâb
Hakkında
Mütâlaa]
unvanıyla
minnetdarı bulunduğum sevgili [Alemdar]a
yazmakda olduğum eser-i âcizin mâbaʻdine
(maa’t-teessüf) devam edemeyeceğim. Yani bir
müddet tehir edecekdir.
Fakat zât-ı âlilerine vaadimi sâir yazılarımla ifa
etmeye hazırım! Dâʻînizin [Kitâbu’t-Tenvîr]
16
44
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 22 Teşrîn-i Evvel,
1335/1919, 1.
nâmında bir eser-i âcizânem var ya. O kitâb
esasen bir risâle-i mevkûte olarak ayda bir
çıkarılacakdı para bulamadığım için ikinci
cüz’ünü tabʻ ettirememişdim. Şimdi sevgili
Alemdar’ın bir köşesinde o kitabı tefrika
eylemek arzu ediyorum. Muvâfık görüldüğü
takdirde muvâfakatinizi işʻâr buyurursunuz.
Ona da bir şey diyen olursa bir hür memlekete
hicret ederiz. Çünkü bu asırda bizim diyardan
maâdâ her yer hürdür. Bâkî bekâ-yı
teveccühâtınız efendim.”
Ahmed Râsim daha birinci sualin cevabının neşrini
tamamlamadan yazılarına son vermiştir. İlk sayıdan
itibaren Fatma Aliye Hanım’ın mektubunda görüldüğü
üzere tefrika haberinin ilgiye
mazhar olduğu
anlaşılmaktadır. Diğer cevapların komisyonlarda ele
alındığı tarih ve neşirleri göz önünde bulundurulunca bu,
ilk alenî teşebbüs olmalıdır.17 Fakat başlangıçta uyandırdığı
heyecan kısa sürmüş ve Ahmed Râsim Avni’nin satır
aralarında yaptığı izahlardan anlaşıldığına göre tepkiler
giderek artmıştır.18 Zaman zaman hususî cevaplar da
yayınlayan Ahmed Râsim en sonunda yazılarına son
vermiştir. Yazılarına son vermeden önce gelen tepkilerden
anlaşıldığına göre bu tepkilerin başını muhteva ve seviyeye
yönelik eleştiriler çekmektedir. 8. sayıda “Nübüvvet:
Peygamberlere İman” başlığı altında Numûne-i İrfân
Mektebi’nde verdiği
ulûm-i dîniyye
derslerinde
Peygamberlere imanı anlattığı gibi burada derc edeceğini
haber vermesi de bu iddiaların haklılık payı olduğunu
17
Diğer eserlerin yazılma süreçleri ve basında çıkan şikayetlerle ilgili bkz.
Akman, “Anglikan Kilisesi’nin Meşihat Kurumuna Soruları”,362-363.
18
22 Eylül 1335/1919 tarihli gazetede “kabul eden eder, etmeyen daha iyisini
yazar”
45
gösterir. Aynı zamanda Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye azası
olan Ahmed Râsim’in, İzmirli İsmail Hakkı tarafından
kaleme alınan çalışmayı Şeyhülislâmlık makamına
verilmesini teklif ettiği göz önünde bulundurulduğunda19
kendisi de muhtevanın yetersizliği hususunda ikna olmuş
gibidir. Nihayetinde gazete idaresine ve Şeyhülislamlık
makamına iletilen şikayetler etkili olmuş ve Ahmed Râsim
yazılarına son vermek zorunda kalmıştır. Yazılarına son
verdiğini ilan ettiği mektupta belirttiği “muhâlefeti
müteazzir yâhud müteassir olan bir zât tarafından aldığım
bir emr-i mutlak üzerine…” ifadesinden müdahalenin
Şeyhülislâmlıktan geldiğini tahmin etmek mümkündür.
Bütün bu eleştirileri de dikkate alarak diğer eserlerle
yapılacak mukayeseler tasarrufun hangi sâiklerle
yapıldığına dair fikir verebilir.
2. Münderecâtı
İlk sorunun cevabını tamamlamadan yazılarına son
vermek zorunda kalan Ahmed Râsim’in tefrika ettiği
kadarıyla eserinde ele aldığı konular kısaca şu şekildedir:
“Birinci Suâlin Cevâbı” başlığında Ahmed Râsim İslâm
dininin tarifini yapar.20 Üçüncü tefrikada “insanın insan
olması istikamet ve iʻtidal iledir” başlığıyla özellikle
modernleşme döneminin muhataralı meselelerinden biri
olan tevekkül kavramına dair izaha girişir. Bu meseleler
etrafında dinin geneli ile ilgili takdim ve tasavvurunu
ortaya koyar. Dördüncü tefrikada “tevekkül menbaʻ-i
fezâildir” başlığıyla tevekkülü açıklamaya devam eder. 18
Eylül 1335/1919 tarihli nüshada “dîn-i İslâm’ın bütün
ahkâmını gösterir taʻrîf-i tâmı” başlığıyla İman’ın şartlarını
19
Ahmed Râsim Avni’nin teklifiyle ilgili bkz. Akman, “Anglikan Kilisesi’nin
Meşihat Kurumuna Soruları”,362.
20
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 13 Eylül 1335/1919, 1.
46
zikreder. Sonrasında da bunları tek tek açıklar. “Allah’a
İman” başlığında ilk önce klasik usulle isbât-ı vâcibde
bulunur. Sonrasında temânuʻ delilini kısaca izah ederek
Müslümanların Allah tasavvurlarını hulâsa eder. 7. sayıda
“Müslümanın Meleklere İmanı” ve “Kitaplara İman”
başlığında indirilen dinin ortak tevhid dini olduğunu
açıklar. 8. sayıda “Nübüvvet: Peygamberlere İman”
başlığını açar. Nübüvvet kurumunu ispat için hudûs delilini
bilgi meselesine uygulayarak izah eder. Sonrasında
“Peygamberân-ı
İzâm
Aleyhisselâm”
başlığında
Peygamberler hakkında kısa bilgi verir. 22 Eylül 1919
tarihli gazetede “Kıyamet ve Ahiret’e İman” başlığı yer
alır. Kıyamet ve ahiret ahvaline dair vârit olan nassları
değerlendirir. 10. sayıda kıyamet ve ahiret ahvali ile ilgili
ayetleri tahlile devam eder. 11. sayıda Cennet ve
Cehennem’le ilgili haberleri ele alırken daha çok
Cehennem’le ilgili haberlerin terbiye ve korkutma gayesi
güttüğünü ama aslolanın Allah’ın rahmeti ve bağışlaması
olduğunu dile getirir. 12. sayıda ‘sırr-ı kader’ ve ‘sebk-i
kazâ’ tabirlerini izaha girişir. 14. tefrikada İbn
Teymiyye’nin Müslim’de geçen bir hadisi yorumlaması
üzerinden kader ve tevekkül meselelerini izaha devam eder.
15. tefrikada da Hz. Ömer’in veba dolayısıyla Şam’a girip
girmeme tartışması üzerinden vârit olan bir rivayeti
değerlendirir.
Bu tefrikadan itibaren “Dîn-i İslâm’ın İşlemeyi Emr
Eylediği Şeyler” başlığında kelime-i şahadet, namaz, zekât,
oruç ve cihadı zikreder. 16. tefrikada cihadı açıklar:
“herkesi hukuk-ı şahsiyesi ve hukuk-ı milliyesinin
müdâfaası için mâlen ve bedenen gücü yetdiği kadar
çalışmak”. 17. tefrikada “Şeâir-i İslâm ve Hısâl-i
Müslimîn” başlığında gusül abdesti, abdest, sadaka, Cuma
47
ve bayram namazlarından bahsederek ihlâs, havf ve reca,
şükür, sabır gibi ahlâkî meziyetleri de zikreder. 18.
tefrikada “Muharremât” başlığı altında “Dîn-i İslâm’ın
sakınmamızı emr eylediği şeyler” altında önce büyük
günahları sayar. Sonrasında yenmesi ve içmesi haram olan
şeyleri, nikâhı haram olan kadınları, sonraki tefrikada da
haram olan işleri zikreder.21 20. tefrikada da “Efʻâl-i
Memnûʻadan” başlığı altında çeşitli ahlâkî prensipler
maddeler halinde yer almaktadır.22 7 Teşrîn-i Evvel, 1919
tarihli nüshada “Efʻâl-i Memnûʻadan” başlığı devam etmiş
ve sonrasında “Ahlâk-ı Memnûʻa” başlığıyla şer, ihtiras,
humûd ve batâlet gibi ahlâkî kavramlar kısaca izah
edilmiştir. 21. tefrikada “dünkü sahifenin hâşiyesi”
başlığıyla İslâm’da resim ve fotoğraf meselesine dair
izahlarda bulunur. Nehyin sebebinin teşbih olduğunu,
teşbih içermeyen ilmî ve idarî amaçlar için resim ve
fotoğrafın caiz olduğunu belirten bir açıklama yapar.
Sonrasında “ikinci hâşiye” başlığında “humûd ve batâlete
aiddir” diyerek bunun İslâm’a bir iftira olduğunu İslâm’ın
çalışmayı ve mal sahibi olmayı emrettiğini belirtir. İslâm’ın
dünya malı kazanmayı zemmettiğine dair haberleri
reddeder. 22 ve 23. tefrikalarda ahlâk-ı memnûʻadan
cimrilikten ve israftan men eden ayet ve hadisler izah edilir.
24. tefrikada tehevvür ve gazabın, 25. tefrikada cebânetin,
adâvetin yasak olduğu izah edilir. 26. tefrikada hased, 27.
Tefrikada şemâtet, sû-i zân, teşe’üm, acelecilik, tesvîk,
fezâze, sabırsızlık ve küfrân-ı nimet gibi huyların yasak
olduğu beyan edilir. 28. tefrikada da benzer yasak ve yanlış
kabul edilen huylardan bahsedilir.
21
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 4 Teşrîn-i Evvel,
1335/1919, 1.
22
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 6 Teşrîn-i Evvel,
1335/1919, 1.
48
29 ve 30. tefrikalarda “Dîn-i İslâm’ın Ahkâm-ı
Cezâiyyesi” başlığı altında İslâm’ın cezanın tahakkuku
öncesinde ispatına verdiği önem anlatılarak “şuhûdun
adâleti”, “yemin”, “nükûl”, “ikrâr” ile yargılama
aşamalarını anlatır. 31. tefrikada “dîn-i İslâm’ın Ahkâm-ı
Cezâiyyesinden Birinci Fasıl Kısas Beyânındadır” diyerek
kısasla ilgili meseleleri ve maksatları 6 madde ile hulâsa
eder. 32. tefrikada ise bir önceki tefrikada sehv bulunduğu
için tekrar tashihli şekilde aynı kısas bahsini yayımlamıştır.
33. tefrikada ise zinâ cezasını ele alarak hem cezaların
fayda ve maksatları hem de nikah, taaddüd-i zevcât, talâk
gibi meselelerin İslâm’daki yerine dair izahat yer alır. 34.
tefrikada “hadd-i kazf”, “hadd-i şürb-i hamr” ve “hadd-i
sirkat”i açıklar. Ahmed Râsim Avni’nin Anglikan
Kilisesine cevap olarak yazdığı tefrika burada sona erer.
Ahmed Râsim’in yazılarının içeriğini Anglikan
Kilisesi’ne cevap olarak kaleme alınan diğer eserlerle
mukayese ettiğimiz zaman Abdülaziz Çâviş’in eseri elEcvibe fi’l-İslam
an
es’ileti’l-kenîseti’l-Anglikiyye’de
benzer konulara yer verildiği görülür. Çâviş öncelikle İslâm
dininin genel ilkeleri olarak anlaşılabilecek geniş izahlara
girişir ve Allah’a, peygamberlere imanla birlikte kaza kader
meselesini İslâm’da cebr olmadığı fikri üzerinden ele alır.
Sonrasında İslâm’ın şartları, abdest ve temizlik bahisleri ve
İslâm’daki cezalarla ilgili izahlarla ilk soruyu tamamlar.23
İzmirli İsmail Hakkı el-Cevâbü’s-Sedîd’de düzenli ve
tafsilatlı şekilde ilk soruya cevap vermiştir. İslâm dininin
mahiyeti ve hükümleri ile başlayan cevap tevhid dini
başlığı altında iman esaslarını, maslahat dini başlığı altında
İslâm’ın esaslarını ve ticarî ve cezaî düzenlemeleri, hak ve
23
Abdülaziz Çaviş, Anglikan Kilisesine Cevâb, trc. Mehmed Akif Ersoy,
(İstanbul: Evkaf-ı İslamiye Matbaası, 1339-1341), 4-165.
49
adalet dini başlığı altında insan haklarını, fazilet dini başlığı
altında ahlâkî prensipleri zikreder.24 Milaslı İsmail Hakkı
Hakîkat-i İslâm’da birinci sorunun cevabına geniş yer verir.
Dinin hakikati, gayesi, iman esasları, İslâm’ın şartları,
ibadetler, kadının konumu, nikah, evlilik gibi meseleleri ele
alır.25
Ahmed Râsim’in cevaplarını diğer cevabî metinlerle
mukayese ettiğimiz zaman konular arasında benzerlikler
görülür. Fakat üslup ve muhteva olarak diğer eserlerin çok
daha ciddi ve seviyeli olduğu aşikardır. Ahmed Râsim’in
cevapları gelen eleştirilerde ve kendi beyanlarında da
görüldüğü gibi daha basit hatta zaman zaman devrinde
kaleme alınmış ders kitabı niteliğindeki ilmihal türü eserleri
andırmaktadır.
3. Muhtevası
Hoca Râsim Efendi, Anglikan Encümen-i
İlmiyyesine hitaben yazdığı yazılarda din-modernleşme
ilişkileri, İslâmcıların din dili ve Yeni İlm-i Kelam konuları
hakkında fikir verebilecek değerlendirmeler yapmıştır.
Cevapları incelendiğinde hâkim olan dil ve mantığın o
devirde gerek oryantalist tarizlerden gerek İslâm
dünyasındaki arayışlardan neşet etmiş bir muhtevaya sahip
olduğu görülür. Öncelikle muhatapların kimliği ve yazılan
yazılardan elde edilmesi umulan maksatlar yazıların
muhtevasını belirlemiştir. Ahmet Râsim Avni’nin birkaç
hususu özellikle vurguladığı ve problem alanlarını
oryantalistlerin tarizlerine ve batılıların algılarına yönelttiği
24
İzmirli İsmail Hakkı, El-Cevâbü’s-Sedid fi Beyâni Dini’t-Tevhid, (Ankara:
Tedkikat ve Te’lifat-ı İslâmiye, 1339/1341), 8-183.
25
Milaslı İsmail Hakkı, Hakîkat-ı İslam, (İstanbul, Hilal Matbaası, 1341-1343),
3-162.
50
görülür. Dinin tarifi, isbât-ı vâcib, nübüvvet, kaza-kader,
tevekkül gibi konular yanında dönem metinlerinde sıklıkla
karşılaştığımız şekilde şeriatta vârit olan ve oryantalistlerin
tarizlerine maruz kalmış aynı zamanda batılı zihinlerin
anlama ve anlamlandırmada zorlanacakları hususların
izahına girişmektedir. Geçmiş literatürümüzde dinin ve
şeriatın hikmetleri olarak anlaşılan hususları ön plana
çıkararak hadler, cezalar gibi hususlara eğilmektedir. Diğer
cevabî metinlerde de gördüğümüz üzere kadın ve hürriyet
meselelerine sonraki tefrikalarında yer vermeyi düşündüğü
tahmin edilebilir. Çünkü kurguladığı cevabın başından beri
oryantalistler tarafından İslâm’a yöneltilen tenkitlerin yer
aldığı konulara ciddi bir alâka söz konusudur. Bu
meselelerin muhtevalarına dair yapılacak bir izah meseleyi
vuzuha kavuşturacaktır.
“Birinci Suâlin Cevâbı” başlığında Ahmed Râsim
İslâm dinini; “tefvîz ve tevekkül ve kazâ-yı ilâhiyyeye ve
hükm-i takdir-i Rabbâniyeye rızâ ve inkıyâd sîreti” olarak
tanımlar.26 Belirli bir sistematikten uzak görünen Ahmed
Râsim isbât-ı vâcib için dönemin spritulaist/ruhçu
görüşlerine başvurur. Özellikle kehâneti, rüyayı, ilhâmı,
hiss-i kable’l-vukûları, ihtilacları isbât-ı vâcibe delil olarak
gösterir: “İnsan başından geçen ahvâlin, elinden çıkan
efʻâlin evvelce kendisine ilhâm edildiği gibi çıktığını
gördükten sonra şuûn-ı kâinâtın bir hâlikı ve her hâl u kâr
onun eser-i takdiri olduğunu anlamasın nasıl olur?!”27 Bu
tarifi de tekrar tevekkül meselesine bağlar: “Bunu
anladıktan ve Cenâb-ı Hakk’ı hâlikiyet ve faâliyetde tevhîd
eyledikden sonra da mütevekkil olmasın, olmaz.”
Spritualist felsefenin tesir ve tezahürü olan bu anlayışın
26
27
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 13 Eylül 1335/1919, 1.
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 13 Eylül 1335/1919, 1.
51
özellikle materyalist felsefelere karşı sık sık referans
alındığı göz önünde bulundurulunca Ahmed Râsim’in
isbât-ı vâcibi niçin buraya dayandırdığı da anlaşılır.28
İlerleyen sayılarda “dîn-i İslâm’ın bütün ahkâmını gösterir
taʻrîf-i tâmı” başlığıyla İman’ın şartlarını zikrederken
“Allah’a İman” başlığında tekrar isbât-ı vâcib meselesine
dönüş yapar. Klasik usullerle isbât-ı vâcib konusunu ele
alan Ahmed Râsim sonrasında temânuʻ delilini kısaca izah
ederek Müslümanların Allah tasavvurlarını özetler.
Özellikle giriş bölümünde tevekkül bahsinin mütemmimi
olarak ele aldığı rüya ve ilham gibi yollarla isbât-ı vâcib
yapmayıp hudus ve temânuʻ deliline başvurur.
Devamında modernleşme döneminin muhâtaralı
meselelerinden biri olan tevekkül kavramına dair izaha
girişir. Doğrudan oryantalistlerin İslâm hakkındaki
ithamlarına intikal eden Ahmed Râsim tevekkül-atâlet
ilişkisinin yanlışlığı, tevekkülün hakiki manasının bu
olmadığı gibi modernleşme döneminin irade kaza ve kader
meselelerinde geliştirilen retoriğe müracaat eder.29
Oryantalistlere verilen cevaplarda, Müslümanların yanlış
kaza ve kader anlayışına sahip olduklarını ihsâs eden
metinlerde sık sık gördüğümüz şekliyle tevekkülü izah
eder:
28
Kitâbü’t-Tenvîr’de rüya ile ilgili ifadeleri şöyledir: “Dini anlamak için en
doğru delâil; rüya, ihtilâc, ispiritizm alâimidir…Tâbir-i rüya mecellesi tesis
eylemeliyiz. Her kim rüya görürse bize yazsın. Eşrâtını tedkik edelim… Rüya
yoluyla birçok insana kendi halleri veya genel meselelerle ilgili önceden
haber veriliyor… Tesadüf eseri dediğimiz şuunu da kendi azm u iktidarımızla
yapıyoruz… Hakkânî/sahih rüya delilidir… Gelecekten haber veren rüya, bu
“ihbâr ve iʽlâm buyuran zâtın o şuûn ve efʽâlin hâlık-ı alîmi olması lâzım
geleceğine hükümde asla tereddüt eylemez. Kitâbü’t-Tenvîr, İstanbul, 1334,
11-14.
29
Bu meselelerle ilgili geniş izah için bkz. Rıdvan Özdinç, Akıl İrade Hürriyet:
Son Dönem Osmanlı Dinî Düşüncesinde İrade Meselesi,(İstanbul: Dergâh
Yayınları, 2013).
52
“Tevekkül-i hakîkî ile mütevekkil olan müslim
her hâl ve kârda takdir-i ilâhî ile zuhûr u husûle
gelmekde olduğunu bilmekle beraber duâya
mukârin olan kendi azm u irâdesiyle birçok
mukadderât-ı mühimmenin yine o mukaddir-i
hakîm tarafından tebeddül edilegelmekde
olduğunu görmesiyle hiçbir zaman Rabbu’lâlemîne duâ ve niyaza mukârin saʻy u iktisâbdan
geri durmaz.”30
Bu tevekkülün bir tezahürü olarak dua ve namazı
inceleyen Ahmed Râsim’in namazın tesirinin olabilmesi
için öne sürdüğü şartlar modernleşmenin izlerini taşır: “En
büyük şartı da namazın dua olduğunu ve onda okunan
Kur’an’ın manasını bilmektir.” Kur’an’ın tercümesi,
hutbelerin Türkçe verilmesi gibi tartışmalarla birlikte
düşünüldüğünde modernleşmenin etkilerini görmek
mümkündür.31 İstikâmetin şartını tevekkül olarak tespit
eden Ahmed Râsim 5. sayıda “tevekkül menbaʻ-ı fazâildir”
30
Tevekkül meselesini Kitâbu’t-Tenvîr’de şöyle izah eder: “Mani-i terakki
zannedilen başlıca mesele; tevekküldür… Tevekkülün manası tevessüldür.
Yani metâlibin merbut olduğu esbâb hidayet buyurması için tevessül ettikten
sonra da metâlibi halk eylemesi için Cenâb-ı Hak’tan dua ve niyazdır.
Metâlib meydana geldikten sonra da husûlünün eser-i halk-ı ilâhî olduğunu
bilmekten ibarettir. İbn Teymiyye Hazretleri gibi muhakkikin-i ulemadan
beyânı vechile dinen tevekkül nasıl vâcib ise tedbir ve tevessül de öylece
vâcibtir. Tevekkülü terk etmek nasıl ism ise, tevessülü, kesbi terk etmek de
aynı derecede ismdir. Demek ki hem müteşebbis olacağız hem mütevekkil.
Müteşebbis olacağız ki esbaba tevessül edip çalışacağız. Mütevekkil olacağız
ki dünyevî ve uhrevî her işimizde Cenâb-ı Hak’dan dua-yı hidayet ve niyâz-ı
tevfîkiyât eyleyeceğiz. Kitâbu’t-Tenvîr, 17-18.
31
Maarifi belirleyen bir üst heyet teşkilini gerekli gören Ahmed Râsim, bu
heyetle bütün dünyaya talebeler gönderip oralardaki faydalı gazete ve
dergileri getirtip heyetin karar verdiklerinin Türkçe ve Arapça’ya tercümesini
gerekli görür. Heyetin bütün vilayetlerde, livâlarda, kazalarda ve ecnebi
idaresi altındaki Müslüman memleketlerde açacağı şubelerde tenvîr-i efkâra
çalışacağını belirten Ahmet Râsim, düzenli yayınlanan hutbelerle maarifin
yaygınlaştırılmasını öngörmektedir. Bu hutbelerin ilkinde; fen ile din
arasında asırlarca devam eden nizaı bitirmeyi hedefler. Kitâbu’t-Tenvîr, 11.
53
başlığı açar. Bu başlık altında tevekkülü yüceltir, tevekkül
inancının insana faydalarını izah eder. Fakat tevekkülün
insana kazandırdıklarını anlatırken farklı bir noktaya intikal
eder:
“Mütevekkil olan hakîm olur, halîm olur, şecîʻ
olur, mütevâziʻ olur, nâsih olur, afîf
olur…çünkü müfekkiresi feyyâz-ı ezeliyyeden
feyz alır, kuvvetlenir. Vehme karşı müdafaaya
kâdir olur. Halîm olur mevcudiyet-i şahsiyye
veya milliyyesi tehlikeye düştükçe fenalığa karşı
sâbır olur (yani kuvve-i gazabiyyesini yıkar),
mukâbele-i bi’l-misle bile kalkışmaz. Ancak
müdâfaa-i mevcudiyet için ızhâr-ı şecâat eder
işte o kadar.
Hele (hakka) ki adâvet beslemek onun harîm-i
fikrine asla dâhil olamaz çünkü o hâdisâtın
hepsini Allah’dan bilir. Düşmandan gördüğü
fenâlığın âkibet itibariyle hakkında hayır
olabileceğine ve düşmanın ilhâm-ı ilâhî ile dost
olabileceğine ihtimal verir.
Fakat hayat-ı şahsiyye ve milliyesini müdâfaa
mevkiinde kaldığı zaman da asla korkmaz.
Kudreti veren hâlık-ı mutlak olduğu için –
nusret-i ilâhiyeye itimad ederek meşrûʻ olan
müdâfaayı yapar. Âciz kalırsa yine sabr eyler.
Allah’dan ümidini hiçbir vakit kesmez. Ne
intihara tasaddî eder ne de bir başka derde girer.
Allahu Teâlâ’nın imdâd etmesini kendi
istidâdsızlığına, istihkâksızlığına haml eyleyerek
rahmet-i İlâhiye’ye nâil olacak istidâd tahsiline
çalışır.
54
İstidâdı tahsil eylediği zaman Allah’ın yardım
edeceğini, düşmanlarını dost eyleyeceğini ümîd
eder. Hiç telaş etmez.”32
Tevekkül ile ilgili izahlarına devam eden Ahmed
Râsim meseleyi farklı noktalara çeker ve kendisi hakkında
şüphe doğuracak ifadelere başvurur:
“Mütevekkil mütevâzi olur çünkü sâirlerince
devâʻi-i kibirden olan şeyler ki ilm u fazl, câh u
mansıb, servet ü sâmân onun itikadınca hep
Allahu Teâlâ’nın ʻatâyâsıdır. Allahu Teâlâ
isterse o şeyleri başkalarına da verir. Belki de
isterse kendisinin elinden alır o şeylerin hep
hayât-ı fâni ile kâbil-i zevâl olan akıl ile kâim
şeyler olduğunu bildiği için kendisine hiçbir
meziyyet vermez. Hiç bir kimseyi tahkir
eylemez, hiçbir kimseye karşı tahakküm
eylemez, itaat eder. Allah’dan başka kimseden
korkmadığı için korku ile hiçbir kimseye boyun
eğmez. El-hâsıl en hür insan mütevekkil
olandır.”33
Ahmed Râsim’in bu tavrı gerçekten dikkat çekicidir.
Daha İslâm dininin tarifinden itibaren meseleyi sürekli
kaza-kader meselesiyle özellikle de tevekkülle irtibatlı ele
alır. Modernleşme boyunca geliştirilen tevekkülle ilgili
izahı özellikle dışa dönük olarak kendisi de tekrarlarken
başka bir alana intikal eder ve tevekkülün faydalarını ön
plana çıkarır. İlerleyen sayılarda ‘sırr-ı kader’ ve ‘sebk-i
kazâ’ tabirlerini izah ederken tekrar bu meseleye dönüş
yapar. İşin hakikatine vâkıf olmayan vâizlerin İslâm’ın
32
33
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 15 Eylül 1335/1919, 1.
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 15 Eylül 1335/1919, 1.
55
anlaşılmasına verdikleri zarardan bahsederek vâizlerin
tevekkülü anlatırken azmi, kaderi anlatırken duâyı da
anlatmaları gerektiğinden bahisle Müslümanlar arasındaki
yanlış kader telakkisinin müsebbibi olarak vâizleri gösterir.
Doğru İslâm telakkisinin bir rüknü olarak doğru kader ve
tevekkül anlayışını görür. Bu durumu tasvir için şu
ifadelere başvurur:
“Âciz, akl-ı kâsırımca ümîd ediyorum ki kaderi,
tevekkülü inkar edenlerden mâadâ bütün
insanları Cenâb-ı Hak Cehennem’den afv
buyururlar çünkü onlar müşrikîn zümresine
dâhildir. (İnsan kendi azmiyle herşeyi yapabilir)
diye itikad ederek kendilerini Cenâb-ı Hakka
hâlıkiyetde teşrik ederler. Dünyada belâhetlerine
acınacak kimseler var ise ancak onlardır. Aczleri
karşılarında tecessüm eder de yine göremezler.
Şuûnun insanın rüyasında gördüğü gibi
çıkdığını görseler, bilseler acaba yine bu
hakikatleri inkâr ederek ‘inşallah’ demeyi bile
terakkiye mâniʻ görürler mi?!! Bu derse iyi
dikkat edenler merâmımı tamamıyla anlarlar.
(İnşallah) anlarlar da dünkü derste gaflet eseri
olarak sâdır olan “…içindir” tabirinden bir
başka mâna çıkararak dalâlete düşmezler.”34
Hür irade yanlılarını şirkle itham ederek kader ve
tevekkül anlayışını savunan Ahmed Râsim, 14. tefrikada
İbn Teymiye’nin Müslim’de geçen “mü’min-i kavî
mü’min-i zaîfden daha hayırlı ve Allah’a daha
34
56
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 25 Eylül 1335/1919, 1.
Bir sonraki 13. Yazıyı da “(13) yarın inşallah” diye duyurmaktadır. Ahmed
Râsim’in bir önceki yazıda dile getirdiği İslâm’daki ibadet, ukubatın ve
ayetlerde Cennet, Cehennem ve Kıyamet ile ilgili haberlerin maksadına dair
söylediklerine yönelik itirazlar geldiği anlaşılmaktadır.
sevgilidir…” hadisini tesebbüb-tevekkül ekseninde
değerlendirmeye tabi tutar. İbn Teymiyye’den hareketle
meseleyi tevhid, şirk, istiâne zemininde ele alır. İbn
Teymiyye ve Selefîliğin modern İslâm düşüncesindeki
izdüşümü ve bu tesirin en bariz görüldüğü alanlardan biri
olan tevhid-şirk ikileminin tevekkül meselesiyle
birleştirilmesine şahit oluruz.35 15. tefrikada da Hz.
Ömer’in veba dolayısıyla Şam’a girip girmeme tartışması
üzerinden vârit olan ve modernleşme boyunca sık sık
müracaat edilen bir rivayeti değerlendirir.36 Bu hâdiseyle
ilgili müşaverenin sonunda Hz. Ömer’in veba olan yere
girmemeye karar vermesi ve bu durumu teyit eden
Abdurrahman bin Avf’ın rivayet ettiği hadis-i şerifi
nakleder: “Bir yerde tâun olduğunu işittiğiniz vakit oraya
girmeyiniz kendi bulunduğunuz yerde vâkiʻ olduğu vakitde
de ondan kaçarak oradan çıkmayınız.” Bu hadisi farklı bir
şekilde yorumlar: “Bu hadîs-i şerifdeki birinci nehiy tedbir
terk edilmesin için, ikinci nehiy de tevekkül terk edilmesin
içindir.”37
Ahmed Râsim’in tevekkül meselesini iki cepheli
olarak ele aldığı görülür. Birinci olarak dönemdeki
tevekkül tartışmalarında görülen tevekkülün atalet,
tembellik, pısırıklık olarak değerlendirilmemesi gerektiği
ile ilgili anlayıştır. Bu, bütün dönemin dilidir. İkinci olarak
genelde Cihan harbi tecrübesinden sonra daha çok
dillendirilmeye başlayan tevekkül, kaza ve kader
meselelerinin güçlü taraflarına dikkat çekilen yorumlardır.
Ahmed Râsim tevekkülün manasını daha çok bu yönleriyle
ele almıştır. Hatta tevekkülü reddedip insanın mutlak hür
35
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 27 Eylül 1335/1919, 1.
Rıdvan Özdinç, “Allah’ın Kaderine Kaçmak: Veba ve Kolera Etrafında
Tedbir Düşüncesi”, Kelam Araştırmaları (KADER), 12:1 (2014), 306 vd.
37
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 28 Eylül 1335/1919, 1.
36
57
olduğunu iddia edenleri şirkle suçlar. Burada dikkat çeken
başka bir husus vardır. Yazıların tefrika edildiği tarih ve yer
dikkate alındığında ortaya bir şüphe çıkmaktadır. Buna
göre işgal altındaki İstanbul’da İngiliz himayesini savunan
ve İngiliz Muhibleri Cemiyeti azası olan bir ismin Anglikan
Kilisesi’nin sorduğu soruya cevap verirken meseleyi hemen
tevekküle getirmesi ve sık sık tevekkülü tavsiye etmesi ne
anlama gelir? Üstelik bu yazılar İngiliz yanlısı Alemdar
Gazetesi’nde tefrika edilmiştir. Yukarıdaki iktibaslarda net
olarak görüldüğü gibi tevekkülün açıklamasında var olan
izahların bu ilişkilerle irtibatı nedir? Mesela “Halîm olur
mevcudiyet-i şahsiyye veya milliyesi tehlikeye düştükçe
fenalığa karşı sâbır olur (yani kuvve-i gazabiyyesini yıkar),
mukâbele-i bi’l-misle bile kalkışmaz.Ancak müdâfaa-i
mevcudiyet için ızhâr-ı şecâat eder işte o kadar.”, “Hele
(hakka) ki adâvet beslemek onun harîm-i fikrine asla dâhil
olamaz çünkü o hâdisâtın hepsini Allah’dan bilir.
Düşmandan gördüğü fenâlığın âkibet itibariyle hakkında
hayır olabileceğine ve düşmanın ilhâm-ı ilâhî ile dost
olabileceğine ihtimal verir.”, “Âciz kalırsa yine sabr eyler.
Allah’dan ümidini hiçbir vakit kesmez.”, “İstidâdı tahsil
eylediği zaman Allah’ın yardım edeceğini, düşmanlarını
dost eyleyeceğini ümîd eder. Hiç telaş etmez.” Bu ifadelerin
belirttiğimiz şartlar ve ihtimaller dâhilinde farklı siyasî
sâiklerin tesirinden neşet etmiş olabileceğini düşünmek
mümkündür. İngiliz himayesinde yaşamanın ve İngilizlere
karşı çıkmamanın dinî zeminini inşa maksadı aramak abes
olmasa gerektir. Bu tavrını “Dîn-i İslâm’ın İşlemeyi Emr
Eylediği Şeyler” başlığında kelime-i şahadet, namaz, zekat,
oruç ile birlikte zikrettiği cihadın tarifinde de
gözlemleyebiliriz: “hukuk-ı şahsiyesi ve hukuk-ı
milliyesinin müdâfaası için mâlen ve bedenen gücü yettiği
kadar çalışmak.”
58
“Müslümanın Meleklere İmanı” ve “Kitaplara İman”
başlığında Allah tarafından insanlar için indirilen dinin
ortak tevhid dini, bütün Peygamberlerin mesajının ortak ve
hepsinin adının da İslâm olduğunu belirtir. “Dinlerin usûl-i
iʻtikâdiyyesinde ve ahkâm-ı esâsiyyesinde ihtilaf yoktur.
İhtilaf ancak aʻsâr ve eşhâsın ihtilâfıyla muhtelif olan
ahkâm-ı ferʻiyyededir. Bu ahkâm-ı ferʻiyyedeki ihtilâf da
ahkâm-ı şerʻiyyede nesh cereyanından neşet eylemişdir.”
Meseleyi neshe indirgeyen Ahmed Râsim bunu da nazik bir
geçişle izah yolunu tutar. Asırlara göre fayda ve zarar
dengesi değişen emir ve nehiylerin dinin unutulması, tağyir
ve tahrif edilmesiyle birleşmesi durumunda biʻset ve irsâl
gerçekleşmiştir. Bu sebeple öncekilere meşru kılınan bazı
şeyler nesh edilmiştir.38 Muhatapların kaygıları, endişeleri
göz önünde bulundurulan bu satırlarda dinler arasındaki
ayrılığın, gerilimin herhangi bir izine rastlanmaz. Bu aynı
zamanda
dışa
yönelik
geliştirilen
dilin
ortak
hususiyetlerindendir.
Modernleşme
dönemi
boyunca
dinî-itikadî
meselelerin en çok tartışılan konularından biri olan
nübüvvet kurumunu ispat için hudûs delilini bilgi
meselesine uygulayarak istidlâlini kurar. Her bilen bu
bilgiyi bir başka bilenden öğrenmiştir. Bu da silsile
şeklinde Cenâb-ı Hakk’a çıkar. Sonrasında bu meseleye
gelebilecek itiraz olarak bilginin kaynağının havass-ı
selîme ve tecrübe olup olamayacağını tartışır. Buna bilginin
tecrübe ile olmasının imkânsızlığını ilk insanın Allah’tan
ilham almadan kendi başına yaşayamayacağı ya açlıktan ya
da vahşi hayvanların itlâfından yok olacağı teziyle karşı
çıkar. İkinci olarak mucizeler üzerinden nübüvvetin
vukuunu delillendirir. İsbât-ı vâcibde olduğu gibi nübüvvet
38
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 19 Eylül 1335/1919, 1.
59
konusunda da rüyayı misal getirir. Nasıl rüyada bazı
haberler veriliyorsa bunların uyanıkken de verilmesi
mümkündür:
“Rüyâ ki ekser insanlar uyku hâlinde bazı
şeylerin gaybdan haber verilmesi lâyıkıyla
düşünülürse ona kıyas ile fıtraten pek âlî olan
bazı insanlara uyanık iken de bazı şeylerin vahy
u ilham edilmiş olduğuna imân hâsıl olur
(Burada rüyadan murâd [Hakkânî] tabir olunan
rü’yâ-yı sâdıkadır[tabîî], [nefsânî] ve [şeytânî]
tabir olunan yalancı rüyalar değildir).”39
İslâm’ın itikat, ibadet, muamelat ve ukûbat olarak
mükemmel olduğunu ve güzel ahlâkı gaye edindiğini
belirttikten sonra var olan yanlışların ve sıkıntıların
İslâm’dan değil Müslümanlardan kaynaklandığını dile
getirir. İslâm-Müslüman ayrımına varan ve modernleşme
devrinin başat klişelerinden biri olan bu tavrı hülâsa
sadedinde şu ifadeyi kullanır: “Evet, İslâmiyet’in
kendisinde hiçbir ayıp yokdur her ne ki ayıp ise bizim
Müslümanlığımızın keyfiyetindedir.”40
Gerek kıyamet ve ahiret ahvaline dair vârit olan
nassları değerlendirirken gerek de İslâm’ın emir ve
yasaklarını izah ederken hikmet merkezli bir açıklama dili
benimser. Kur’an-ı Kerim’de ve sâir kütüb-i semâviyyede
fenne ve akla muhâlif görünen âyâtdaki ve bazı ehâdis-i
şerîfedeki işkâlâtı hal ve şübühâtı izâle hususunda şöyle bir
mütaalada bulunuyorum diyerek Cennet ve Cehennemle
ilgili haberleri ele alırken daha çok Cehennemle ilgili
haberlerin terbiye ve korkutma gayesi güttüğünü ama
39
40
60
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 20 Eylül 1335/1919, 1.
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 24 Eylül 1335/1919, 1.
aslolanın Allah’ın rahmeti ve bağışlaması olduğunu dile
getirir. Sonrasında şeriatte vârit olan ve batılılar için
anlaşılması ve kabulü zor olan hadleri de bu çerçevede izah
eder:
“Kezâlik şerîât-ı İslâmiyye’nin esas itibariyle
yine ahlâkı, insanlığı muhafaza için sirkate,
şürb-i hamra karşı müdhiş hadler: katʻ-ı yed,
recm, celde gibi ağır cezalar göstermekle
beraber diğer tarafdan cerâim-i mezkûrenin
sübutunu şuhûdda adâleti, ve bâ-husus cürm-i
zinânın sübutunda âdil olmakla beraber şuhûdun
dört olmasını ve fiil-i zinâyı olduğu gibi
görmelerini şart kılmış olmasına dikkat eden
hikmet-şinâslar şeriat-ı İslâmiyye’den daha
mükemmel
bir
kânun-ı
medenî
41
bulunamayacağını teslîm ederler.”
“Dîn-i İslâm’ın Ahkâm-ı Cezâiyyesinden Birinci
Fasıl Kısas Beyânındadır” başlığı altında İslâm yargılama
usulünü izah ederken şahitlik müessesesine ayrı bir
vurguda bulunur. Adaletin esas olduğunu vurgulayan bu
izahlardan sonra özellikle oryantalist tarizlere maruz kalmış
ve batılı bir zihne ters gelebileceğini tahmin ettiği
meselelere dair açıklamalarda bulunur. İslâm’da resim ve
fotoğraf meselesine dair izahlarda bulunan Ahmed Râsim
İslâm’da resimle ilgili bulunan nehyin sebebinin teşbih
olduğunu, teşbih içermeyen ilmî ve idarî amaçlar için resim
ve fotoğrafın caiz olduğunu belirten bir açıklama yapar.
Kısas cezasının fayda ve hikmetini 6 maddede izah eder.
Zina cezasını ele alırken hem cezaların faydalarını ve
maksatlarını hem de nikah, taaddüd-i zevcât, talâk gibi
41
“Anglikan Encümen-i İlmiyyesine Cevâb”, Alemdar, 24 Eylül 1335/1919, 1.
61
meselelerin İslâm’daki yerine dair izahatla birlikte ele alır.
“Hadd-i kazf”, “hadd-i şürb-i hamr” ve “hadd-i sirkat”i
içtimâî ve ahlâkî sonuçları üzerinden açıklar.
Netice
Tefrikanın yarıda kalması ile birlikte dinmodernleşme ilişkilerini görebileceğimiz birçok konuya
eğilemeyen Ahmed Râsim’in var olan yazılarındaki çerçeve
ve dile baktığımız zaman dönemindeki hâkim dilin bir
temsilcisi olduğu görülmektedir. Din terakkiye mâni
değildir, İslâm çalışmayı emreder, yanlış kaza kader
anlayışı Müslümanlardan kaynaklanmaktadır gibi klişelere
bağlı bu dil İslâm’ın emir ve yasaklarının hikmet ve
faydalarına odaklanmış bir bakış açısına sahiptir. İslâmMüslüman ayrımına varan bu dil, tevekkül meselesini ele
alırken döneminden farklılaşır.42 Hikmet merkezli bir
açıklama dilinin hâkim olduğu tefrikada tevekkül üzerinden
geliştirilen mantık farklı bir yerde durmaktadır.
Netice olarak Hoca Râsim Efendi, Anglikan
Kilisesi’nin Meşîhat makamına yönelttiği sorulara ilk
cevabı veren isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Anglikan
Kilisesi’ne verilen cevaplar arasında pek zikredilmeyen bu
teşebbüs, ilk sorunun cevabı tamamlanmadan yarım
kalmıştır. Yazdığı yazılara gelen tepkilerden kamuoyunun
duyarlı olduğu bu meselede daha nitelikli cevapların
verilmesi gerektiği fikrinin etkileri görülür. Râsim Efendi
kısmen Kitâbü’t-Tenvîr’de kısmen de Numûne-i İrfan
Mektebi’nde verdiği derslerden derç ettiği muhtevayla
42
62
İslâm-Müslüman ayrımı ve kaynaklara dönüş fikri ile ilgili bkz. İsmail Kara,
Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi I: Metinler, Kişiler, (İstanbul: Risâle
Yayınları, 1986).
yazılarını kaleme almıştır. Bu anlamda yazıların muhtevası
diğer cevabî metinlerle mukayese edildiğinde sade ve hafif
kalmaktadır. Metinde hâkim olan dil ve mantık,
modernleşmenin tesirleri neticesinde dönemde geliştirilen
ve yaygın şekilde kullanılan retoriğe uygundur. İslâmMüslüman ayrımı, gerçek İslâm’ın bilimle ve modern
hayatla çelişkili olmadığı, İslâm inanç ve pratiklerinin
hikmetleri olduğu etrafında döner. Dönemin yaygın
tartışma alanlarından biri olan irade kaza ve kader meselesi
metinde sıklıkla ifadesini bulur. Özellikle tevekkül
kavramının anlaşılması ve yorumlanması ekseninde
geliştirdiği dille döneminden ayrışan Râsim Efendi’nin bu
kavramı anlama ve yorumlama şekli siyasî ve içtimaî
tercihleriyle şekillenmiş gibidir. İngiliz Muhibleri Cemiyeti
azası ve manda savunucusu birisi olarak tasavvur ettiği
tevekkül anlayışı işgal altındaki İstanbul’da İngiliz yanlısı
Alemdar Gazetesi’nde takdim edildiği şekliyle bu
ilişkilerden etkilenmiş izlenimi vermektedir.
Kaynakça
Akman, Zekeriya. “Anglikan Kilisesi’nin Meşîhat
Kurumuna
Soruları
ve
Bunlara
Verilen
Cevaplar”.Hikmet Yurdu 6, c: 6, sayı: 11, (2013/1),
357-377.
Alp, Burcu Başak. Yerli Kaynaklar Bağlamında İngiliz
Muhipleri Cemiyeti. Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, 2013.
Avni, Ahmed Râsim.Kitâbü’t-Tenvîr. İstanbul: 1334.
Birinci, Ali. “Hoca Râsim Efendi”. Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1989),
18:194-196.
63
Birinci, Ali.Tarihin Gölgesinde: Meşâhir-i Meçhûleden
Birkaç Zat. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2001.
Çaviş, Abdülaziz.Anglikan Kilisesine Cevâb. trc. Mehmed
Akif Ersoy, İstanbul: Evkaf-ı İslamiye Matbaası,
1339-1341; Anglikan Kilisesine Cevap, trc. Mehmed
Akif Ersoy; sdl. Süleyman Ateş, Ankara: Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, 1987.
İzmirli. İsmail Hakkı.el-Cevabü’s-Sedid fi Beyâni Dini’tTevhid. Ankara: Tedkikat ve Te’lifat-ı İslâmiyye,
1339-1341; Anglikan Kilisesine Cevap, sdl. Fahri
Unan, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
1995.
Kara, İsmail.Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi I: Metinler,
Kişiler. İstanbul: Risâle Yayınları, 1986.
Milaslı, İsmail Hakkı.Hakîkat-ı İslam. İstanbul: Hilal
Matbaası, 1341-1343.
Özdinç, Rıdvan. “Allah’ın Kaderine Kaçmak: Veba ve
Kolera
Etrafında
Tedbir
Düşüncesi”.Kelam
Araştırmaları (KADER), 12:1 (2014),306 vd.
Özdinç, Rıdvan.Akıl İrade Hürriyet: Son Dönem Osmanlı
Dinî Düşüncesinde İrade Meselesi. İstanbul: Dergâh
Yayınları, 2013.
64
TÜRKİYE’DE MÜSNEDLER ÜZERİNE YAPILAN
ÇALIŞMALARLA İLGİLİ BİBLİYOGRAFİK BİR İNCELEME
Hayati Ak*
Makale Geliş Tarihi: 4 Ağustos 2018
Makale Kabul Tarihi: 13 Ekim 2018
Öz
Hadis kitapları genellikle konularına göre veya râvi esaslı olarak tasnif edilmişlerdir. Müsnedler, bunlardan râvi esaslı sistemin bir türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu türün ortaya
çıkmasındaki en önemli etken; başlangıçta hadis eserlerinin, Hz. Peygamber’in (sas) hadislerinin yanında Sahâbe ve Tâbiûn görüşlerine de yer vermesidir. Hz. Peygamber’e ait olanı
diğerlerinden ayırmak isteyen bazı muhaddisler, sadece Hz. Peygamber’in (sas) hadislerini
içeren kitaplar yazmaya başlayarak müsned türünün ortaya çıkmasına öncülük etmişlerdir.
Bu türün ilk örneği Tayâlisi’nin (ö.204/819) Müsned’i olarak kabul edilirken, en meşhur örneği Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) Müsned’idir. Ülkemizde de müsnedlerle ilgili birtakım
çalışmalar yapılmıştır. Bu makalede, müsnedlerle ilgili olarak ülkemizde yapılan çalışmalar
incelenerek, onların tanıtımı ve bazı örnekler üzerinden içerik değerlendirmesi yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hadis, Müsned, Hz. Peygamber, Sahâbî, Ahmed b.Hanbel.
A BIBLIOGRAPHIC STUDY ABOUT
THE STUDIES ON MUSNADS IN TURKEY
Abstract
Hadith books are often classified according to their topics or narrators. Musnad books are the
types of narrator-based system. The most significant factor in emergence of this type is that
initial hadith books gave place to the views of sahaba (companions) and tâbiûn (followers) of
Prohet Muhammad (sas) in addition to his hadiths. Several muhaddithun (traditionists) who
want to seperate the hadiths of The Prophet from other words, pioneered the emergence of the
Musnad type by writing books that only contained the hadiths of Prophet Muhammad (sas).
The first example of this type is Musnad of Tayâlisî and the most well-known one is Musnad
of Ahmed b. Hanbel. Several studies have been carried out on musnads in our country. The
goal of this paper is to analyze, introduce and evaluate these studies.
Key words: Hadith, Musnad, Prophet Muhammad, Companions, Ahmed b. Hanbel.
* Yüksek Lisans Öğrencisi, (Danışman: Prof. Dr. Abdullah Aydınlı),Sakarya Üniversitesi, SBE,
Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı,
[email protected].
65
Giriş
Hadis literatüründe, hadislerin râvi adlarına göre tasnif edildiği kitap
türüne “Müsned” adı verilmektedir. Müsned; her bir sahâbinin ya da sonraki
bir şahsın rivayet ettiği hadisleri, sıhhat derecelerine ve konularına bakılmaksızın, râvilerin adı altında bir araya getiren, râvi esaslı hadis tasnif sisteminin
bir türüdür.1
Hicrî 2. asırda Hadis alanında yazılan eserlerin büyük bir kısmı, Hz.
Peygamber’in (sas) hadislerinin yanı sıra Sahâbe ve Tâbiûn’un sözlerine
de yer vermekteydi. Bu durumu gören bazı muhaddisler sadece Hz Peygamber’in (sas) hadislerini içeren eserler yazmayı düşünerek müsned türü
kitapların ortaya çıkmasına öncülük etmişlerdir.2 Bu türün önemli eserlerinin
hicrî 3. asırda tasnif edildiğini söylemek mümkündür. Örneğin Esed b.Mûsâ
el Ümevî (ö.212/827), Abdullah b. Mûsâ el Absî (ö.213/828) ve Ebû Bekr
el-Bezzâr’ın (ö.292/905) Müsned adlı eserleri bu asra ait kitaplardır.3
Hicrî 3. asırdan sonra tasnif edilen müsnedlerin çoğu, ya senedsiz bir hadis kitabındaki hadislerin senedli hale getirilmesi ya da bir âlimin
senedli olarak rivayet ettiği hadislerin, onun adına derlenmesiyle meydana
getirilmiştir. Deylemî’nin (ö.558/1163) Müsnedü’l-Firdevs’i; İbn Hüsrev’in
(ö.526/1132), Müsnedü Ebî Hanîfe gibi eserleri bu yöntemlerle yazılmış örneklerdir.4
Müsnedler, bir yandan kendilerinden önceki hadis çalışmalarını ilk
râvilerine göre tertip etmiş diğer yandan da kendilerinden sonraki hadis kitaplarına kaynaklık etmişlerdir.5
Hicri 2. asrın sonu, 3. asrın başından itibaren birçok müsned yazılmıştır. Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (ö.204/819), “ilk müsned müellifi” olarak kabul
edilirken, bu türün “en meşhur eseri” Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) Müsned’idir.6 Müsnedlerde konu sınırlaması olmadığı için, hatıra gelebilen her
konuda hadis bulmak mümkündür.7
1
2
3
4
5
6
7
66
Ahmet Yücel, Hadis Tarihi, 17. Baskı (İstanbul: İFAV Yayınları, 2014), 87.
Ali Yardım, Hadis II, 2. Baskı (İzmir: DEÜ Matbaası, 1992), 62.
Yardım, Hadis II, 67.
Yardım, Hadis II, 68.
Yardım, Hadis II, 63.
Yücel, Hadis Tarihi, 87.
Yardım, Hadis, II, 67.
1. Türkiye’de Müsnedler Üzerine Yapılan Çalışmalar
Ülkemizde müsnedler üzerine yapılmış olan çalışmaları; tarih sırasına
göre kitaplar, tezler ve -tercümeler de dâhil- makaleler olmak üzere, üç alt
başlık altında ele alacağız. “Devam edenler” de dâhil, tespit edebildiğimiz
bütün çalışmaların listesini verecek, ancak içerik tanıtım ve değerlendirmelerini daha önce de belirttiğimiz üzere, aktardığımız bütün çalışmalar için değil
önemli gördüğümüz bazı örnekler üzerinden yapmaya çalışacağız.
1.1. Kitaplar
1.1.1. A. Kadir Evgin, Buhari’nin Hocası Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî (ö.219/834) ve Müsned’i, İlahiyat Yayınları, Ankara, 2004,
199 sayfa.
A. Kadir Evgin, çalışmasının amacını Humeydî’yi (ö.219/834) ve
Müsned’ini ilim dünyasına tanıtmak olarak açıklamaktadır. Doktora tezi
olarak hazırlanan ve ilgili başlık altında da yer verdiğimiz çalışma, müellifi
tarafından gözden geçirilerek ve adına “Buhari’nin hocası” tabiri ilave edilerek yayınlanmıştır.
Evgin, eserinin Birinci Bölüm’ünde Humeydî’nin hayatı ve hadis ilmindeki yerini işlemiştir. Müellif, İkinci Bölüm’de Humeydî’nin Müsned’ini
tanıtmaya çalışmıştır.
Evgin, Humeydî’nin Müsned’indeki hadislerin büyük bir kısmının
Kütüb-i Sitte’ye yansıdığını tespit etmiştir. Buna göre Humeydî’den; Buhari
821, Müslim 681, Tirmizî 515, Ebû Dâvud 458, Nesâi 442, İbn Mâce de
422 hadis rivayet etmiştir.8 Bu tespitler, Müsned’in, Kütüb-i Sitte’nin önemli
kaynaklarından biri olduğunu göstermektedir. Evgin, eserin muhtevasının da
itikâd, ibadet, muâmelât ve ahlâk konularından oluştuğunu belirtmiştir.
Evgin, eserini Müsned’deki hadislerin râvileri ve Müsned’in kaynaklarıyla ilgili toplam dört adet ek ile zenginleştirmiştir.
8
Abdulkadir Evgin, Buhari’nin Hocası Abdullah b. Zübeyr el Humeydî (ö. 219/834) ve Müsned’i, (Ankara: İlahiyat Yayınları, 2004), 123.
67
1.1.2. Adem Dölek, İshâk b. Râhûye (ö.238/853 ) ve Hadis İlmindeki
Yeri, Beka Yayınları, İstanbul, 2005, 204 sayfa.
Adem Dölek, Hadis ve Fıkıh kitaplarında, rivayetlerine ve fıkhî görüşlerine sık sık yer verilmesine rağmen, İshâk b. Râhûye’nin yeterince tanınmadığını ifade ederek eserini bu sebeple telif ettiğini açıklamaktadır.
Dölek, kitabına İshâk b. Râhûye’nin yaşadığı dönem ve çevreyi tanıttığı, Giriş bölümü ile başlamıştır. Yazar; Birinci Bölüm’de İshâk’ın hayatı
ve ilmî şahsiyeti, İkinci Bölüm’de ise önce müsnedler hakkında sonra da
İshâk’ın Müsned’inin tanıtımı ile ilgili bilgilere yer vermiştir.
Kettâni’den, Müsned’in altı cilt olduğunu nakleden Dölek9, eksik olarak günümüze ulaşan, Müsned’in neşirlerini ve özelliklerini tanıtmaya çalışmaktadır. Müsned üzerine yapılan Zevâid’ler de Dölek tarafından ele alınmıştır.
1.2. Tezler
1.2.1. Doktora Tezleri
1.2.1.1. Kemalettin Özdemir, “Hadis İlminde Abd. b. Humeyd ve
Müntehab Müsnedi”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, SBE, Temel
İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Erzurum, 1980, 128
sayfa.
1.2.1.2. Arif Alkan, “Ahmed b. Hanbel’in Hadis Anlayışı ve Müsned”,
Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Ankara, 1997, 95 sayfa.
1.2.1.3. A. Kadir Evgin, “Abdullah b. ez-Zübeyr el-Humeydi ve Müsned’i”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Kayseri, 1998, 209 sayfa.
1.2.1.4. Zekeriya Tüfekçioğlu, “Hadis Edebiyatında Müsnedler (Hicri
İlk Üç Asır)”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, SBE, Temel İslam
Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, İstanbul, 2012, 266 sayfa.
9
Adem Dölek, İshâk b. Râhûye (ö.238/853) ve Hadis İlmindeki Yeri, (İstanbul: Beka Yayınları
2005 ), 137.
68
Zekeriya Tüfekçioğlu, eserini giriş, iki bölüm ve sonuçtan oluşturmuştur. Giriş’te çalışmanın konusu, metodu ve kaynakları üzerinde durmuştur. Çalışmanın Birinci Bölüm’ünde müsned kavramı, müsnedlerin ortaya
çıkışları, telif metodları ve çeşitleri ile müsnedler üzerine yapılan çalışmalar
gibi konular üzerinde durulmuştur.
Çalışmanın ana gövdesini, 98 adet müsnedin tanıtıldığı İkinci Bölüm
oluşturmaktadır. Yazar, bu bölümde tarihî sıra içerisinde önce tanıtımını yapacağı müsnedin müellifini ardından da eserini ele alıp okuyucuya kısaca
bilgi vermektedir.
Yazar, müsnedlerin tanıtımında; kitabı müellifin mi öğrencilerinin mi
yazdığı, kitabın günümüze ulaşıp ulaşmadığı, ulaştıysa yazma mı matbû mu
olduğu, içerdiği hadis sayısı vb. konularda bilgi vermektedir.
Eserin adında parantez içinde verilen “hicri ilk üç asır” ifadesi, kanaatimizce isabetli olmamıştır. Çünkü eserde tanıtılan müsnedlerin tamamı, Tüfekçioğlu’nun da belirttiği gibi, hicrî 3. asra aittir. Bununla birlikte çalışmanın
müsnedler hakkında genel olarak ve derli toplu bilgiler sunması nedeniyle,
sahasında bir boşluğu doldurduğu söylenebilir. Bize göre, eserin basımının
yapılarak daha geniş kitlelerin hizmetine sunulması yararlı olacaktır.
1.2.1.4. Kahraman Bulgurcu, “Ebû Ya’lâ Ahmed bin Ali el-Mevsilî (ö.
307/919) ve el-Müsned Adlı Eseri”, Doktora Tezi, Necmettin Erbakan
Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim
Dalı, Konya (Devam ediyor).
1.2.2. Yüksek Lisans Tezleri
1.2.2.1. Mustafa Tayyar, “Humeydî’nin Müsned’i ve Hadis Literatüründeki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Temel İslâm
Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Ankara, 2002, 108 sayfa.
1.2.2.2. Ahmet Yılmaz, “Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Yer Alan
ve Uydurma Olduğu İddia Edilen Hadislerin Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim
Dalı, Hadis Bilim Dalı, Konya, 2004, 275 sayfa.
1.2.2.3. Aytekin Yıldız, “Zeyd b. Ali (ö.122/739 ) ve Müsned’i”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri
Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Erzurum, 2004, 107 sayfa.
69
Eserde Hz. Peygamber’e (sas) nispet edilen rivayetler yanında Hz
Ali’ye (ra) nispet edilen mevkuf hadisler ve Zeyd b. Ali’ye (ö.122/739 ) nispet edilen fetvalar da vardır.
Eserin tek râvisi olan Ebû Hâlid, Müsned’i Zeyd b. Ali’den dinlediğini ifade etse de kendisi oldukça ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Eleştirilerde
mezhep taassubu ihtimali bulunsa da Müsned’in (360/970)’lı yıllarda Abdulaziz b. İshâk el Bakkal (ö.363/973 ) tarafından cem edildiğini de10 dikkate
almak gerekmektedir.
Zeyd b. Ali’nin Müsned’i, Zeydiyye Mezhebi’nin görüşlerini yansıtması bakımından önemlidir. Eser, bize göre hakkındaki ihtilaflar göz ardı
edilmeden yararlanılması gereken bir eserdir.
1.2.2.4. Mükremin Işık, “Ebû Dâvud et-Tayâlisî (ö.204/819) ve Müsned’i”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, SBE, Temel İslâm
Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Adana, 2008, 112 sayfa.
Çalışma, giriş dâhil üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm, Tayâlisî’ye kadar hadis ilminin geçirdiği merhaleleri oluşturan hıfz, kitâbet ve tedvin dönemleri gibi hadisle ilgili genel bilgilerden oluşmaktadır. Bu bilgiler
tekrar kabilinden sayıldığından, bir yüksek lisans tezinde bu tür bilgilerin verilmesi, bizce isabetli değildir.
İkinci Bölüm’de Tayâlisî’nin hayatı ve ilmî kişiliği hakkında bilgi verilmiştir. Üçüncü Bölüm ise Tayâlisî’nin (ö.204/819) Müsned’inin tanıtımına
ayrılmıştır.
Tayâlisî’nin (ö.204/819) Müsned’inin, kendisi tarafından kaleme alınmadığı, bununla birlikte âlimlerin çoğuna göre eserin “ilk müsned” olduğu
belirtilmiştir.
Tayâlisî, âlî isnad yönünden önemli bir hadisçi kabul edilmiştir. Eserindeki rivayetlerin çoğu, sema yoluyla alınmıştır. Ayrıca eserinde mükerrer
hadis çok azdır.
10
Aytekin Yıldız, Zeyd b. Ali (ö.122/739 ) ve Müsned’i, (Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2004), 39.
70
Müsned, Tayâlisî’nin rivayetlerinin az bir kısmını içermektedir. Tayâlisî tariki ile; Müslim 31, Tirmizî 108, Nesâî 30, İbn Mâce 18, Ebû Dâvud
ise 14 hadis rivayet etmiştir.11 Bu da Tayâlisî’yi, Kütüb-i Sitte’nin kaynakları
arasında zikretmeye imkân vermektedir.
1.2.2.5. Zhumabek Akhmetov, “eş-Şâşi (ö.335/946 ) ve Müsned’i”,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri
Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Ankara, 2011, 92 sayfa.
Çalışma, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş’te, araştırmanın konusu, yöntem ve kaynakları üzerinde durulmuştur. Birinci Bölüm’de
Şâşi’nin hayatı ve yaşadığı dönemin özelliklerine yer verilmiştir.
Çalışmanın İkinci Bölüm’ünde, Şâşi’nin (ö.335/946) Müsned’i tanıtılmıştır. Müsned’deki hadislerin sema yoluyla alındığı tespit edilmiştir. Çalışmada 21 sahâbîye ait müsnedlerin dökümü, ismi geçen sahâbînin râvileriyle
birlikte verilmektedir. Bunlardan Ali b. Ebi Talib’in (ö.40/661) Müsned’i ile
ilgili bölüm tam değildir. Çalışmada Şâşi’nin Müsned’inin, ismi geçen 20
sahâbînin rivayetlerini topluca görme açısından kolaylık sağladığı tespiti de
yapılmıştır.
1.2.2.6. Bahadır Opus, “Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) Müsned’ine
Yönelik Tenkitlerin Değerlendirmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Erzincan
Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim
Dalı, Erzincan, 2016, 93 sayfa.
Çalışma giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş’te, çalışmanın
amaç ve yöntemi; Birinci Bölüm’de, Ahmed b. Hanbel’in hayatı ve müsnedlere genel bakış konuları ele alınmıştır. İkinci Bölüm’de ise Müsned’e yönelik
tenkitler ve değerlendirmeler konusu işlenmiştir. Ayrıca Irâkî (ö.806/1404) ve
İbnü’l-Cevzî (ö.597/1201) tarafından, Müsned’de geçip mevzû’ hükmü verilen 24 rivayet, İbn Hacer’in (ö.852/1449) el-Kavlü’l-Müsedded adlı eserindeki sıralamaya uyularak tek tek ele alınmıştır.
Ayrrıca Müsned’e, Abdullah’ın ve Katı’î’nin ziyadeleri konusu irdelenmiş; Abdullah’ın ziyadelerinin 229, Katı’î’nin ziyadelerinin ise 4 hadis
11
Mükremin Işık, Ebû Dâvud et Tayâlisî (ö. 204/819) ve Müsned’i, (Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, 2008), 93.
71
olduğu görüşü tercih edilmiştir.12 Ancak bu konuda farklı görüşler de bulunmaktadır. Mesela Ahmet Yücel, Abdullah’ın ve Katı’î’nin ziyadelerinin yaklaşık 10.000 kadar olduğunu kaydetmiştir.13 Dolayısıyla bu konunun ayrı bir
çalışmada incelenmesi yararlı olacaktır.
Tezde incelenen son konu ise, Müsned’in râvileridir. Araştırmacı,
Müsned’in, Hibetullah b. Muhammed’e (ö.524/1129) kadar tek râvisi bulunduğunu tespit etmiştir. Ancak Müsned’i günümüze taşıyan bu râvilerin tamamının güvenilir olduğunu14 ve bu durumun Müsned’e zarar vermediğini
belirtmiştir.15
1.2.2.7. Ramazan Topal, “Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Yer Alan
Siyer Rivayetlerinin Tespiti ve Değerlendirilmesi (Hicret’e Kadar)”,
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi İslâm Tarihi ve Sanatları
Anabilim Dalı, İslâm Tarihi Bilim Dalı, İstanbul, 2016, 235 sayfa.
1.2.2.8. Ahmad Almohamad Alhussein, “Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Ubeydullah-Nafi-İbn Ömer Tarikiyle Gelen Rivayetlerin
Tedkiki”, Yüksek Lisans Tezi, Gümüşhane Üniversitesi, SBE, Temel
İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, Gümüşhane, 2017,
163 sayfa.
1.2.12. Hayyire Yüksek, “Zâhid el-Kevserî’nin el-İmtâ Adlı Eserinde Yer Alan Müsnedü Ebî Hanîfe li’l-Hasen b. Ziyâd’daki 60 Hadîs-i
Şerîfin Tahrîci ve Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üniversitesi, SBE, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim
Dalı, Uşak, 2018, 303 sayfa.
1.2.13. Edilbek Kainazarov, “Ali el-Karî’nin Şerhu Müsned-i Ebî
Hanîfe İsimli Eserindeki Şerh Metodu”, Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı,
Hadis Bilim Dalı, Konya (Devam ediyor).
12
Bahadır Opus, Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) Müsned’ine Yönelik Tenkitlerin
Değerlendirmesi, (Yüksek Lisans Tezi, Erzincan Üniversitesi, 2016), 68-73, 80.
13
14
Yücel, Hadis Tarihi, 87.
15
Opus, Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) Müsned’ine Yönelik Tenkitler, 80.
Bu Râvilerle ilgili bilgi için bkz. Opus, Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) Müsned’ine Yönelik
Tenkitler, 68-72, 76-78.
72
1.2.14. Nurullah Şeker, “İbn Hüsrev ve Müsnedü’l-İmami’l-A’zam
Adlı Eserinin Hadis İlmi Açısından Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, SBE, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Hadis Bilim Dalı, İstanbul (Devam ediyor).
1.3. Makaleler
1.3.1. Muhammed Abdurraûf, “Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) Müsned’i”, Çev. Mücteba Uğur, Diyanet Dergisi, Cilt: XIV sayı: 1, OcakŞubat 1975, 21-33.
Muhammed Abdurraûf, yazısına Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855)
hayatını özetlemekle başlamış ardından Müsned’in tanıtımını yapmıştır.
Yazıda, Müsned’in, Sünnet’in tespitinde bir müracat kaynağı olarak
hazırlandığı, hadislerin sıralanışı, Müsned’deki rivayet lafızları ve zayıf hadisler ile uydurma olduğu iddia edilen az sayıdaki rivayetle ilgili görüşler
üzerinde durulmuştur.
Müsned’e dâhil hadis sahîfelerinden de bahsedilen yazıda, Müsned’te
rivayeti olan sahâbî sayısı hatalı olarak “700’den fazla” ifadesiyle ve yine
Müsned’teki hadis sayısı da hatalı olarak “kırk bine ulaşır” ifadesiyle verilmiştir. Ayrıca Katı’î’nin ismi de, yanlış olarak “Kutay’î” şeklinde yazılmıştır.
Müsned’te rivayeti olan sahâbî sayısı 904, Müsned’teki hadis sayısı da 27.647
olmalıdır.16
Abdurraûf, yazısını Müsned’in önemli kültür hazinelerimizden birisi olduğu ve onunla ilgili daha fazla malumat isteyenlerin bizzat Müsned’in
kendisine başvurmaları gerektiği düşüncelerini ifade ederek bitirmiştir.
1.3.2. Ali Yardım, “Kuzâî (ö.454/1062) ve Müsnedü’ş-Şihâb’ı”, DEÜ
İlahiyat Fakültesi Dergisi, İzmir, 1987, cilt: IV, 285-348.
Merhum Ali Yardım (ö.1427/2006), Mesnevi’deki hadisler üzerine
yaptığı araştırmada Kuzâî’nin (ö.454/1062) ilim çevrelerince gereği kadar
incelenmemiş bir müellif olduğuna dikkat çekmiş, bu sebeple Kuzâî ve Müsned’ini ilim çevrelerine tanıtmaya çalışmıştır.
16
Yücel, Hadis Tarihi, 87.
73
miştir.
Yardım, Müsned’in, faziletlerle ilgili 897 hadis içerdiğini tespit et-
Müsnedü’ş-Şihâb’daki hadislerin senedlerinin hazfedilmesiyle yine
Kuzâî tarafından kaleme alınan Şihâbü’l-Ahbâr adlı kitap da, üzerine Ali
Yardım tarafından yapılan çalışmalarla birlikte, Türkçe’mize kazandırılmıştır.17
1.3.3. Bekir Kuzudişli, “Müsnedlerin Dışında Zikredilen Sahâbîler
Bağlamında Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) Müsned’i: Ebu Hureyre
Örneği”, Hadis Tetkikleri Dergisi, Cilt: VIII, Yıl: 2010, sayı: 2, 6995.
Bekir Kuzudişli çalışmasında, Ahmed b. Hanbel’in meşhur eserinde,
bir sahâbîye ait müsned içerisinde neden başka bir sahâbîye ait rivayetlere de
yer verdiğini, Ebû Hureyre (ö.58/678) özelinde incelemiştir.
1.3.4. Fuat Karabulut, “Şâfiî’nin Risâle’si ile Humeydî’nin Müsned’indeki Rivayetlerin Ortak Kaynakları Bağlamında Değerlendirilmesi”,
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2012, Cilt: XVI,
sayı: 1, 105-129.
Fuat Karabulut, makalesinde Şâfiî ve Humeydî’nin ortak rivayetlerini
incelemiş ve Şâfiî ile Humeydî’nin, eserlerini oluştururken Süfyân b. Uyeyne’nin (ö.198/814) günümüze ulaşmamış kitaplarından faydalandıklarını tespit etmiştir. Bu durumu da hadislerin ilk devirlerden itibaren yazılı kaynaklara sahip olduğuna delil getirmiştir.
1.3.5. S. Kazım Tababatai, “Ahmed’in Müsned’inde Şia’nın Yansımaları”, Misbah, Yaz: 2013, Yıl: 1, sayı: 5, 57-75.
Yazar makalesine Ahmed b. Hanbel ve Müsned’ine yönelik övgülerle
başlamakta ve buradan da sözü, Müsned’deki Ehlibeyt ve özellikle de Hz Ali
(ra) ile ilgili rivayetlere getirmektedir.
Yazar, “Peygamber’in (sas), Ali’nin (ra) Halifeliğini Açıkça Ortaya
Koyması”18 gibi alt başlıklarla düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak
17
18
Ali Yardım, Şihâbü’l- Ahbâr Tercümesi, 2. Baskı (İstanbul: Damla Yayınevi, 2007).
S. Kazım Tababatai, “Ahmed’in Müsned’inde Şia’nın Yansımaları”, Misbah Dergisi 1/5
(Yaz 2013), 65.
74
yazarın kullandığı bazı hadisleri tahrif ettiği görülmektedir. Mesela 45 numaralı dipnot ile s. 65’te verdiği bir hadise “önderiniz” kelimesi, 59 numaralı
dipnot ile s. 69 “h” maddesinde verdiği hadise “ve idarecisin” ifadesi, dipnot olarak verdiği kaynaklarda olmadığı halde, yazar tarafından eklenmiştir.
Bu da, yazara olan güveni sarsmaktadır. Yahut bu durum, yazarın ideolojisini
ortaya koymakta ve kaynakların ideolojik okunmasına da örnek olmaktadır.
1.3.6. V. Dmitri Yermakov, “Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde
Yönetici ve Toplum”, Çev. Kudret Artikbaev, Dini Araştırmalar,
Temmuz- Aralık 2014, cilt: XVII, sayı: 45, 188-193.
Makalede, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde geçen “emir”, “imam”,
“halife”, “sultan” gibi kelimelerin bulunduğu hadisler belirlenerek bazı tespitlere ulaşılmaya çalışılmıştır.
Makaleden anlaşıldığına göre Ahmed b.Hanbel, toplum ve yönetici
konusuyla ilgilenmiş, konuyu çok yönlü olarak ele almıştır. Buna göre, Ahmed b.Hanbel’in, şeriata aykırı davranmayan devlet başkanına itaat edilmesi
ancak adaletsiz devlet başkanına da, hakkın hatırlatılması fikrinde olduğu
söylenebilir.
Makalede Müsned’in, Ahmed b. Hanbel’in şahsi görüşlerinin ve yazıldığı dönemin özelliklerinin de yansıdığı bir eser olduğuna da değinilmiştir.
1.3.7. Emine Demil, “Ebû Dâvud et Tayâlisî’nin (ö.204/819 ) Müsned’i ve Rivayet Uslûbu”, Toplum Bilimleri Dergisi, Ocak, 2015,
399-424.
Emine Demil, makalesine Tayâlisî’nin (ö.204/819) hayatı ve ilmî
kişiliğini ele alarak başlamıştır. Makalede, Tayâlisî’nin hadis otoritesi ve
uzun hadisler uzmanı olduğu, ezberinden rivayette bulunduğu belirtilmiştir.
Tayâlisî’nin ezberden rivayet etmesinde, o zaman Basra’da, kitaptan rivayetin hoş karşılanmıyor oluşunun etkisi olabileceğine dikkat çekilmiştir.
Demil, Tayâlisî’nin kullandığı rivayet lafızlarını, rivayetlerde kullandığı şek ifadelerini ve rivayetlerdeki mübhem râviler konusunu da incelemiştir.
75
Haklarında açıklama yapılan rivayetlere de değinen Demil, Müsned’in, tasnif faaliyetlerinin gelişim döneminin özelliklerini yansıttığını vurgulamıştır.
Demil’in; Müsned’de isnadlarda görülen şek ifadeleri, senedlerde birçok mechul râvi bulunması gibi zafiyetlerin düzeltilmeden nakledilmesini,
isnadların uydurma olmadığına delil göstermesi, oldukça isabetli bir yorum
olmuştur.
1.3.8. Halis Demir, “Ebû Hanîfe’ye Nispet Edilen Hadis Kitapları Kitabu’l-Âsâr ve Müsned”, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 2017, cilt: X, sayı: 20, 121-144.
1.3.9. İbrahim Tozlu, “Tedvin Dönemi Müsned Hadis Çalışmalarına
Genel Bir Bakış ve Hârizmî’nin Câmiu’l-Mesânîd Müsnedlerinin
Tenkîdi”, Turkish Studies = Türkoloji Araştırmaları: International
Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic, 2017, cilt: XII, sayı: 2, s. 205-240.
1.3.10. Necdet Aydoğdu, “Ebû Nuaym el-İsbehânî ve ‘Müsnedü’l-İmâm Ebî Hanîfe’ Adlı Eseri Üzerine”, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 2017, cilt: X, sayı: 20,
213-235.
Sonuç
Müsnedlerin, bir yandan bazı âlimlerin günümüze ulaşmayan bir kısım kitaplarının muhtevasının günümüze taşınması; diğer yandan da kendilerinden sonraki eserlere kaynaklık etmesi yönünden hadis ilmine önemli bir
katkı sağladığı söylenebilir.
Araştırmamız neticesinde, müsnedlerle ilgili çalışmaların genellikle
akademik zorunluluklara bağlı olarak yapıldığı ve bu çalışmaların bir kısmının müsnedleri tanıtmaya yönelik olduğu, bir kısmının da müsnedlerin bazı
yönlerini irdelediği tespit edilmiştir.
76
Aytekin Yıldız’ın “Zeyd b. Ali ve Müsned’i” ile Mükremin Işık’ın
“Ebû Dâvud et Tayâlisî ve Müsned’i” adlı Yüksek Lisans Tezleri, müsnedleri
tanıtan çalışmaların ilk örnekleri olarak karşımıza çıkarken; Bahadır Opus’un
“Ahmed b. Hanbel’in Müsned’ine Yönelik Tenkitlerin Değerlendirmesi” adlı
Yüksek Lisans Tezi ile V. Dmitri Yermakov’un, “Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Yönetici ve Toplum” adlı makalesi müsnedlerin bazı yönlerini inceleyen çalışmalardır. Müsnedlerin bazı yönlerini irdeleyen çalışmalarda, ağırlık noktasını Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inin oluşturduğu da görülmektedir.
Emine Demil’in Tayâlisî’nin Müsned’indeki zafiyetlerin düzeltilmeden nakledildiğini tespit etmesi ve bu durumu isnadların uydurma olmadığına
delil göstermesi, isnad sistemine yönelik bazı eleştirilere cevap olarak değerlendirilebilir.
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’ini tanıtmak üzere Muhammed Abdurraûf tarafından kaleme alınan ve 1975 yılında Mücteba Uğur’un çevirisiyle
Diyanet Dergisi’nde yayınlanan yazıdaki bilgi hataları, müsnedlere yönelik
yeni çalışmaların ne kadar elzem olduğunu göstermesi bakımından önemli bir
örnektir.
Diğer taraftan S. Kazım Tababatai’nin, makalesinde hadisler üzerinde
yaptığı tahrifat, tarihte hadis uydurmacılığına yol açan sebeplerden biri olan
mezhep taassubunun, günümüz hadis çalışmalarına nasıl yansıdığını göstermesi bakımından ilginç bir örnektir.
Müsnedlerin râvi esaslı eserler olması, onlarla ilgili çalışmaları zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte müsnedler, râvi merkezli çalışmalar için
önemli ve temel kaynaklardandır. Kitâb ve bâb başlıklarıyla yorumlanmamış
olmaları, okuyucu ve araştırmacıları belirli bir düşünceye yönlendirmemeleri, müsnedlerin değerini de arttırmaktadır. Ayrıca müsnedlerdeki hadislerlerin, genel olarak takti’, ihtisar ve benzeri yöntemlerle bölünmemiş olması,
hadislerin kendi bağlamlarında ve konu bütünlüğü içerisinde anlaşılmasına
önemli bir katkı sağlamaktadır.
Genelde İslam, özelde Hadis ile ilgili çalışmalarda, Ahmed b. Hanbel’in dışındaki müelliflerin müsnedlerinin oldukça az kullanılıyor olması,
müsnedlerden yararlanmayı kolaylaştıran yeni çalışmalara ihtiyaç duyuldu-
77
ğunu göstermektedir. Bu çalışmaların, müsnedlerle ilgili -seçmeci değil- bütüncül okumalardan ve ayrıntılı incelemelerden sonra yapılması gerektiği de
ifade edilmelidir.
Zekeriya Tüfekçioğlu’nun “Hadis Edebiyatında Müsnedler” adlı
Doktora Tezinin, muhteva yönünden geliştirilerek yayınlanması durumunda, bu sahada yapılacak yeni çalışmalara kılavuzluk edebileceğini söylemek
mümkündür.
Sadece Hz. Peygamber’in (sas) hadislerini içermesi, konu sınırlaması
olmaması, ayrıca üzerlerinde yeterince çalışma yapılmamış olması ve benzeri
sebeplerle müsnedler, Sünnet’in tespit ve günümüze yönelik olarak yorumlanması açısından da keşfedilmeyi bekleyen hadis hazineleri konumundadır.
Kaynakça
Abdurraûf, Muhammed. “Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) Müsned’i”. Çev.
Mücteba Uğur. Diyanet Dergisi 1, (Ocak-Şubat 1975): 21-33.
Akhmetov, Zhumabek. eş Şâşi (ö.335/946) ve Müsned’i. Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi, 2011.
Demil, Emine. “Ebû Dâvud et Tayâlisî’nin (ö.204/819 ) Müsned’i ve Rivayet
Uslûbu” . Toplum Bilimleri Dergisi 9 (17) (Ocak, 2015): 399-424.
Dölek, Adem. İshâk b. Râhûye (ö.238/853) ve Hadis İlmindeki Yeri. İstanbul:
Beka Yayınları, 2005.
Evgin, Abdulkadir. Buhari’nin Hocası Abdullah b. Zübeyr el Humeydî
(ö.219/834) ve Müsned’i. Ankara: İlahiyat Yayınları, 2004.
Işık, Mükremin. Ebû Dâvud et Tayâlisî (ö.204/819 ) ve Müsned’i. Yüksek
Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, 2008.
Karabulut, Fuat. “Şâfiî’nin Risalesi ile Humeydî’nin Müsned’indeki Rivayetlerin Ortak Kaynakları Bağlamında Değerlendirilmesi”. Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1 (2012): 105-129.
78
Kuzudişli, Bekir. “Müsnedleri Dışında Zikredilen Sahâbîler Bağlamında Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855 ) Müsned’i: Ebu Hureyre Örneği-”.
Hadis Tetkikleri Dergisi 2 (2010): 69-95.
Opus, Bahadır. Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) Müsned’ine Yönelik
Tenkitlerin Değerlendirmesi. Yüksek Lisans Tezi, Erzincan Üniversitesi, 2016.
Tababatai, S. Kazım. “Ahmed’in Müsned’inde Şia’nın Yansımaları”. Misbah
Dergisi 5 (2013): 57-75.
Tüfekçioğlu, Zekeriya. Hadis Edebiyatında Müsnedler (Hicri İlk Üç Asır).
Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2012.
Yardım, Ali. “Kuzâî (ö.454/1062) ve Müsnedü’ş-Şihâb’ı”. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 4 (1987): 285-348.
Yardım, Ali. Hadis I-II. 2. Baskı. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Matbaası,
1992.
Yardım, Ali. Şihâbü’l-Ahbâr Tercümesi. 2. Baskı. İstanbul: Damla Yayınevi,
2007.
Yermakov, V. Dmitri. “Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Yönetici ve
Toplum”. Çev. Kudret Artikbaev. Dini Araştırmalar Dergisi 45
(Temmuz - Aralık 2014): 188-193.
Yıldız, Aytekin. Zeyd b. Ali (ö.122/739) ve Müsned’i. Yüksek Lisans Tezi,
Atatürk Üniversitesi, 2004.
Yücel, Ahmet. Hadis Tarihi.17. Baskı. İstanbul: İFAV Yayınları, 2014.
79
BULGARISTAN’DAKİ MEDRESETÜ’N-NÜVVAB’IN
ÖNEMİ VE ETKİSİ ∗
Ali Mehmedov ∗∗
Makale Geliş Tarihi: 30 Ağustos 2018
Makale Kabul Tarihi: 3 Ekim 2018
Öz
Osmanlı hâkimiyetinden sonra Bulgaristan’da kalan Müslüman nüfus için
Osmanlı sonrası dönemde yeni bir medrese olarak Medresetu’n-Nüvvab kurulmuştur. Bulgaristan Müslümanlarının eğitim tarihi içinde, Osmanlı kalıntısı olan Şumnu’daki Nüvvab okulu önemli bir yertutmaktadır.Bu makalede
Medresetü’n-Nüvvab’ın Bulgaristan, Türkiye ve Balkanlardaki etkileri üzerinde durulmaktadır. Nüvvab Okulu müftü vekilleri, naibler yetiştiren bir eğitim
müessesi anlamına gelir. Krallık döneminde Bulgaristan Müslümanlarının en
yüksek eğitim öğretim kurumu olan bu okul bir ihtiyaçtan doğmuştur. 1908
yılında Bulgaristan bağımsızlığını ilân edince, Bulgaristan’daki Müslüman
halkının ilmî, dinî ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak için birçok ilim ve din
adamına ihtiyaç bulunmaktaydı. Halkın ihtiyacı olan gerekli kadroları yetiştirmek için bir eğitim kuruluşuna ihtiyaç duyuldu. İşte bu ihtiyaçları karşılamak
üzere, 1922 yılında Deliorman Bölgesi’nin merkezi sayılan Şumnu şehrinde
“Nüvvab” adında bir okul açıldı. Aslında Medresetü’n-Nüvvab’ın programı
geniş konuları kapsayıcı olarak hazırlanmış, Türk Tarihi ve Türk Edebiyatı Tarihi gibi konuları da ihtiva etmiş olmasına rağmen, Nüvvab Okulu’nu sadece
din okulu diye yanlış tanımlayanlar da olmuştur. Bu medresede Arapça, Türkçe, Fen dersleri ve dinî eğitim yapılıyordu. Çok fonksiyonlu olan Nüvvab Okulu, Bulgaristan Müslümanlarının eğitim hayatında oldukça önemli ve müspet
bir rol oynamış, yıllarca ilmî-dinî ihtiyaçlarını karşılamıştır. Ayrıca Türkiye’ye
göç edenNüvvab mezunlarının faaliyetleri de büyük bir ehemmiyet taşımaktadır. Medresetü’n- Nüvvab’ın dini eğitim hizmetlere katkısı sadece Bulgaristan
ve Türkiye ile sınırlı kalmayıp, aynı zamanda Ezher Üniversitesine benzetilerek Balkanlar’da yaşayan Müslümanlar için de büyük önem arz etmektedir.
Anahtar Kelimeler: İslam, Eğitim-Öğretim, Medrese, Nüvvab
∗
Bu çalışma, Yüksek Lisans Tezimizden istifade edilerek hazırlanmıştır. Bkz. Ali
Mehmedov, “Bulgaristan Şumnu’daki Medresetü’n-Nüvvab’ın İslâm Din Eğitimi Tarihindeki Yeri”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, SBE, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Din Eğitimi Bilim Dalı, Konya.
∗∗
Doktora Öğrencisi, Sakarya Üniversitesi, SBE, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı,
Din Eğitimi Bilim Dalı,
[email protected].
80
THE IMPORTANCE AND EFFECT OF
MADRASATÜ’N NÜVVAB IN BULGARIA
Abstract
The Nüvvab school in Shumen has an important place in the educational
history of Bulgarian Muslims. This deals with the influence of theMedresetü’n-Nüvvab on Bulgaria, Turkey and the Balkans. Medresetü’n-Nüvvab
was a school that raises deputy-muftis and regents. This school, which was
the highest educational institution of Bulgarian Muslims during the period of
the Kingdom, arose because of necessity. WhenBulgaria declared its independence in 1908; the Muslim-Turkish population in Bulgaria needed too many
scholars and clerics in order to meet their scientific, religious and cultural
needs.There was a requirement for scientific and religious foundations in effort
to raise necessary staffs that people needed. To be able to meet these requirements, a school, which is called Nüvvab, was opened in 1922 at the centre of
Deliorman in the city of Shumen. Although the program of the Medresetü-Nüvvab included topics such as Turkish History and Turkish Literature History,
there were also those who wrongly described the Nüvvab School as just a
religious school.This school also taught Arabic, Turkish, science and religious
education. The Nuvvab school had played an important and positive role in
Bulgarian Muslims’ educational life and for years had met the scientific and
religious needs of Muslims. It is also of great importance in the activities of
Nüvvab graduates who migrated to Turkey.
Keywords: Islam,Education-Teaching, Madrasa, Nüvvab
81
Giriş
Eğitim ve öğretim her devlet, ülke veya medeniyette çok önemli bir
yer teşkil eder. Özellikle Osmanlılarda kuruluşundan itibaren toplumun ve
devletin, gerek siyasi-sosyal gerekse ilmi bakımdan, temelinde eğitim kurumlarının etkili olduğu ileri sürülebilir. Osmanlılar bu birikimi büyük oranda
kendisinden önceki İslam devletlerinden miras almışlardır. Osmanlı yönetimi, hâkim olduğu coğrafyadaki bu yapıyı fethettiği topraklara da taşıyarak
gerek İslam’ı tebliğ etme gerekse sonrasında Müslüman olanların dinlerini
kolayca yaşatabilme aşamasında eğitim ve öğretim kurumlarından fazlaca
istifade etmiştir. Osmanlıların fetih siyasetine baktığımızda Balkanlarda bu
durumun önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Bu çalışmanın konusu olan
Bulgaristan’daki Medresetü’n-Nüvvab’abaktığımızda aynıdurumu müşahede
edebiliriz. Nitekim fetih sonrasında Bulgaristan’da camiler, mektepler ve medreseler imar edilmiştir.
Osmanlı hâkimiyetinden sonra bölgedeki Müslüman nüfusun ihtiyacını karşılamak için yeni bir medrese olarak Medresetü’n-Nüvvab
kurulmuştur. Kuruluş amacı naibler yetiştirmek olan bu medrese, Osmanlı
döneminde bölgede olmayan bir okul misyonunu icra etmeye başlamıştır. Bulgaristan’daki İslamȋ eğitim kurumlarının tarihî arkaplanı, Osmanlı dönemi ve
sonrasında Bulgaristan’daki dinî eğitim kurumları, eğitim müesseselerindeki
değişim ve dönüşümler göz önüne alındığında Medresetü’n-Nüvvab, İslam
eğitim tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.
Yaklaşık yetmiş yıl önce kapanmış olmasına rağmen Medresetü’n-Nüvvab’ın Bulgaristan’da etkisinin devam ettiğine; buradaki üç İmam
Hatip Lisesi ile Yüksek İslam Enstitüsünün bu kurumun devamı olduğuna
dair yaygın bir kanaat vardır.
1913 tarihli İstanbul protokolunda öngörülen ve Türk devleti adına
Talat Paşa tarafından imzalanan metne dayanılarak, Medresetü’n-Nüvvab
1922 /1923 ders yılında Şumnu’da açılarak eğitime başlamıştır.
82
Kâdı vekili ve müftü yetiştirmek maksadıyla açılan Medresetü’n-Nüvvab,
tâli ve âli olmak üzere iki bölümden müteşekkildi. Tâli kısmı lise, âli kısmı
ise yüksekokul seviyesinde idi.Bu medresede dinî eğitim yanında Arapça,
Türkçe eğitimi de yapılıyordu.
Bütün Balkan coğrafyasındaetkili olan Medresetü’n-Nüvvab, 27 yılda
öncü bir nesil yetiştirdi. Bunlar Bulgaristan Müslümanlarının kimliklerini,
dillerini ve dinlerini korumalarına yardımcı oldular.
Osmanlı’dan ve ana vatanlarından uzak düşen Bulgaristan Müslümanlarının, kendi ayakları üstünde durmaları, hem dinî hem de millî kimliklerini
korumak için ilim ve irfana büyük önem vermeleri gerekiyordu. Bulgaristan
Müslümanları, bu medresede dinî kadro yetiştirmekle birlikte Müslümanların
muhtaç olduğu öğretmenlerin ve diğer hizmet erlerinin yetiştirilmesini de hedefliyorlardı. Böylece Medresetü’n-Nüvvab kısa bir sürede Bulgaristan’daki
Müslüman varlığının korunmasındaki en önemli etkenlerden biri haline geldi.1
Nüvvab’ın önemini anlamamız açısından bu okulun mezunlarından
Halil Ali Osman Aydoğdu’nun şu hatırası çok önemlidir. Aydoğdu’nun anlattığına göre, Nüvvab’ın mezuniyet töreninde konuşan zamanın Bulgaristan
Eğitim Bakanlığı temsilcisi Profesör Hindalov çok veciz bir şekilde bu okulu
Mısır’daki el-Ezher Üniversitesiyle karşılaştırmış ve şu sözleri söylemiştir:
“Mısır’daki Ezher Üniversitesi dünya Müslümanları için ne ise Nüvvab okulu da Balkanlar’da öyle anılacaktır.”2
1 Osman Kılıç,Kader Kurbanı,(Ankara: 1989), 65-80.
2 Halil Aydoğan, “Medresetün Nüvvab”, Ümit 10 (1996): 6-9.
83
Nüvvâb’ın âli kısmının amacı, müftü ve müftü vekili gibi Bulgaristan
Müslümanlarına üst düzey dinî kadrolar ile şeriat mahkemelerine kâdı ve naip
yetiştirmekti. Bundan dolayı Medresenin bu yönü İslâm dünyasının en büyük
din eğitimi merkezi olarak kabul görenEzher Üniversitesi’ne benzetiliyordu.
1. Medresetü’n-Nüvvab’ın Bulgaristan’a Etkisi
20.yüzyılın ilk yarısında Bulgaristan, sahip olduğu ilim merkezleri ve
yetiştirdiği alimler açısından Balkanların en önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri olmuştur. Bulgaristan’a bu özelliğini kazandıran şey ise hiç kuşkusuz Şumnu yöresidir. İlim ve irfan yuvası olan bu yörede açılan okullar
ve buradan mezun olan talebeler sayesinde İslamiyet günümüze kadar bölgede yaşama imkanı bulmuştur. Bu okulların başında Medresetü’n-Nüvvab
gelmektedir. Nüvvab’dan mezun olan yüzlerce insan, din hizmetlerinde bulundular, İslâmî araştırmalar yaptılar, öğretmenlik yaptılar, basın ve yayın
alanında hizmet ettiler, Osmanlı belgeleri üzerinde çalıştılar, Bulgaristan
Müslümanlarının tarihine katkı sağladılar, toplumsal faaliyetlere öncülük ettiler, 1989 sonrasında da Bulgaristan’daki eğitim ve kültür müesseselerinin
devamlılığına hizmet ettiler.
1.1. Medresetü’n-Nüvvab Mezunlarının Din Hizmetine Katkıları
Medresetü’n-Nüvvab’ın temel amacı Bulgaristan Müslümanlarına din
alanında hizmet verecek kadrolar yetiştirmektir. Okul bu amacını gerçekleştirmiştir. Nüvvab sıralarında yüzlerce imam, hatip ve vaiz yetişerek Bulgaristan’ın dört bir köşesinde Müslüman halkın dini ihtiyaçlarını karşılamışlardır.
Bulgaristan’da değişik dönemlerde sayıları farklı olan Bölge Müftülükleri faaliyet göstermişlerdir. Nüvvab okulu ilk mezunlarını 1926 yılında vermeye başlayınca mezunlar yavaş yavaş bu makamlara oturmaya başlamışlar
ve kısa bir zaman sonra Medresetü’n-Nüvvab’ın yetiştirdiği din adamları
bütün bölge Müftülüklerindegörev almışlardır. Bununla birlikte Bulgaristan
Müslümanlarının en üst dini idare merkezi olan Başmüftülük yönetimi de
84
belli bir süre sonra Nüvvab’ın yetiştirdiği kadrolara emanet edilmiştir. Başmüftü yardımcısı, Başmüfütlük nezdinde bulunan Divan-ı Ali Şer’i (Yükşek
Şeriat Mahkemesi) ve Vakıflar Müdüriyeti görevlisi olarak yıllarca hizmet
veren Nüvvab mezunları vardır. Örnek olarak şu isimler zikredebiliriz: Akif
Osman 1944 öncesinde Başmüftü yardımcısı, Hafız Yusuf Yakup Divan-ı Ali
Şer’i üyesi, Mehmet Halil ve Ahmet Şevki Vakıflar Müdüriyeti Arz Memuru olarak görev yapmışlardır. Ayrıca 1945-1976 yılları arasında Bulgaristan
Müslümanları Başmüftüsü olarak görev yapan sırasıyla Süleyman Ömer,
Akif Osman ve Hasan Adem Nüvvab’ın âli kısmı, 1976-1988 yılları arasında
aynı görevi ifa eden Mehmet Topçu ise tâli kısım mezunudur.3
1.2.Medresetü’n-Nüvvab Mezunlarının Eğitim Hizmetine Katkıları
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Nüvvab okulunun önemli özelliklerinden biri Bulgaristan Müslümanlarının eğitim-öğretim alanında ihtiyaç duyulan yetişmiş eleman ihtiyacını karşılayacak şekilde eğitim faaliyetlerinde
bulunmaktır. 1928 yılında Daru’l-Muallimîn okulunun kapatılması üzerine
okulun bu özelliği üzerinde daha titizlikle durulmaya başlanmıştır. Yürütülen
mücadeleler sonucunda Nüvvab mezunlarına Eğitim Bakanlığı’nca 1927
yılında kısmî, 1932 yılında ise tam öğretmenlik yetkisi verilmesi üzerine
müteakip yıllarda hemen hemen bütün Nüvvablılar eğitim alanında da hizmet
etmişlerdir. İmamlık yapan Nüvvab mezunlarının büyük bir kısmı aynı
zamanda öğretmenlik de yapmıştır. Çünkü o dönemde büyük bir öğretmen
ihtiyacı vardı ve öğretmenlik yapanların çoğu ortaokul mezunu veya ilkokul
mezunuydu, lise ya da yüksek öğrenim görenlerin sayısı ise çok azdı. Nüvvab
mezunları 1944 öncesi ve sonrasında Bulgaristan’ın birçok okulunda duyulan
öğretmen ihtiyacını başarılı bir şekilde karşılamışlardır. Aynı zamanda göçler neticesinde Medresetü’n-Nüvvab’ın eğitim programlarının çok yönlülüğü
sayesinde hayatın her alanında hizmet edebilecek kimseler yetiştirilmişti. Aldıkları eğitim sonucu ciddi bir dil öğrenim sürecinden geçmiş olan Medresetü’n-Nüvvab mezunları Türkiye’ye göçleri sonrasında Vakıflar Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Arşivi, Devlet Kütüphaneleri gibi önemli kurumlarda
hizmetlerde bulunmuşlardır.4
3 İsmail Cambazov, “Bulgaristan Tarihinde Başmüftüler’’Ümit 2 (1995): 8-9
4 İbrahim Hatiboğlu, Bulgaristan Müslümanlarında Dini Islâhat Düşüncesi(2007):96-97.
85
1954’ten sonra medreselere olan ilgi giderek azalmış, köylere yeni yapılan okullarda din derslerine programda neredeyse hiç yer verilmemiştir.Din
eğitimi faaliyetleri sadece imamlara değil, tüm Müslümanlara yasaklandı.
1954-1989 yılları arasındadin eğitiminde daha çok gerileme yaşandı.
1989 yılı ve sonrasındaki Bulgaristan’ın demokratikleşme süreciyle
birlikte din, dil ve kültürel sahalarda elde edilen imkânlar neticesi hizmet
alanına çıkanlar ve yeniden dini hayatın canlanmasına öncülük edenler de
yine Medresetü’n-Nüvvab mezunlarıdır. Kırk yıl önce kapatılmış bulunan
irfan yuvası kurumlar örnek alınarak, Türkiye Diyanet Vakfı’nın destekleriyle yeniden hayata geçirilen Sofya’daki İslâm EnstitüsüileŞumnu, Rusçuk
ve Mestanlı’daki İmam Hatip Liselerini kuranlar, idareci ve hocalar arasında
Nüvvab mezunu olan Yusuf Kerim, Dr. İsmail Cambazov, Doç. Halil Etem,
Kemal Pınarcı, Stanimakalı Abdullah Arif Efendi, Osman İsmailov gibi kimseler bulunmaktaydı.
Eski Medresetü’n-Nüvvab’ın 1990’da yeniden açılıp eğitime başlaması ve “Nüvvab İmam Hatip Lisesi” adını alması, aynı yıllarda Rusçuk’ta da
bir kız-erkek “İmam Hatip Lisesi”nin açılması, Mestanlı’da da bir yıl sonra
“İmam Hatip Lisesi” açılmasıyla Bulgaristan’da bu kültür ocağı yeniden ihya
oldu.
Bu okulun 1990 yılında eski Nüvvab’ın âli kısmını andıracak Sofya
Yarı Yüksek İslâm Enstitüsü ve daha sonra 1998 yılında Yüksek İslâm Enstitüsü olarak kapılarını Bulgaristan Müslümanlarının hizmetine açması da yeni
dönem eğitim tarihinin, önemli dönüm noktalarından biridir.5 Bu dinî eğitim
ve öğretim yaptıran kurumların açılış tarihleri ve açılış biçimleri şöyledir:
1.3. Bulgaristan’daki Dînî Eğitim-Öğretim Kurumları
1.3.1. Şumnu Nüvvab İmam-Hatip Lisesi
5 Bahri İzzet, “Bulgaristan’da Dini Eğitim Sistemi III”, Kalem 3(2001): 13.
86
Bulgaristan’da yaşayan Müslüman topluluğun yetişmiş din elemanlarına olan ihtiyacını karşılamak üzere 1913 yılında Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Muahedenamesine istinaden, Bulgaristan
Müslümanları Başmüftülüğü’nün talebi ve Milli Eğitim Bakanlığının 92.00203 sayı ve 08.08.1990 tarihli emirnamesiyle Şumnu’da Nüvvab Medresesinin yerinde 3 yıllık “Nüvvab İmam Hatip Lisesi açılmıştır.” 1992-1993 eğitim
ve öğretim yılında 4 yıla çıkarılan lisenin adı “Genel Eğitim Dinî Okulu-Nüvvab” olarak değiştirilmiştir. Halen bu isimle eğitim ve öğretim faaliyetlerini
sürdürmektedir.6
1.3.2. Rusçuk İmam-Hatip Lisesi
Bulgaristan Başmüftülüğüne bağlı olarak 1991 yılında eğitim ve öğretime başlayan okul, Milli Eğitim Bakanlığının RD-14-49 sayı ve 31 Temmuz
1992 tarihli emirnamesiyle 4 yıllık resmi lise statüsü kazanmıştır. Söz konusu
emirname 1992 yıl ve 65 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır.
1.3.3.Mestanlı İmam-Hatip Lisesi
Milli Eğitim Kanununun 30/1 maddesine dayanarak Milli Eğitim Bakanlığının 07 Ekim 1992 tarih ve RD-14-72 sayılı emirnamesiyle Mestanlı’da
Başmüftülüğe bağlı özel lise statüsünde İmam-Hatip Lisesi açılmıştır. Söz
konusu emirname 83 No.lu ve 13.10.1992 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmıştır.
İmam-Hatip Lisesinden mezun olan öğrenciler, mesleki eğitimleri
yanında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından verilen genel lise öğrenimi
diplomalarıyla istedikleri yüksek okula gitme imkânına sahiptirler.
6 Vedat S.Ahmed, “Bulgaristan’da Müslüman-Türk Varlığının Korunmasındaki En Önemli Etken Olan
İslâmî Eğitimin Geçmişi ve Bugünü”, Uluslararası Türk Dünyasının İslamiyete Katkıları Sempozyumu
(31Mayıs-1 Haziran 2007),188.
87
1.3.4. Yüksek İslâm Enstitüsü
1993 yılında Başmüftülüğe bağlı özel okul statüsünde 3 yıllık Yarı Yüksek İslâm Enstitüsü olarak eğitim ve öğretime başladı. Dinler Kanunu’nun
14. maddesi ile Bulgaristan Müslüman Topluluğu Tüzüğünün 80. Maddesine
ve Yüksek İslâm Şûrâsı’nın 18.11.1997 tarihli toplantı protokolüne istinaden
P-15 sayı ve 9 Mart 1998 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla 4 yıllık Yüksek
İslâm Enstitüsü oldu.
Yüksek İslâm Enstitüsü mezunları Başmüftülük bünyesinde İmam-Hatip, vâiz, müftü ya da dinî alanda kurum danışmanı olarak görev yapabildikleri gibi, Milli Eğitime bağlı ilk ve orta dereceli okullarda Din Dersi ve Ahlâk
Kültürü dersleri öğretmeni olarak da görev yapabilmektedirler.
Başmüftülüğe bağlı olarak özel dinî okul statüsünde açılan gerek
İmam-Hatip Liselerinin, gerekse Yüksek İslâm Enstitüsünün her türlü eğitim
ve öğretim giderleri ve personel maaşları ile öğrencilerin bursları, okulların
ilk açıldığı yıllarda bazı hayırsever iş adamları ve vakıflar tarafından karşılanmakta idi. Türkiye Diyanet Vakfı ve Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü
arasında imzalanan bir protokol ile söz konusu giderlerin tamamı 1998 yılından beri Türkiye Diyanet Vakfı tarafından karşılanmaktadır.7
1.4.Bulgaristan Türklerinin Tarihine Hizmet Eden Medresetü’n-Nüvvab
Mezunları
Nüvvab Medresesinde okuduktan sonra Bulgaristan Türklerinin tarih
ve kültürüne hizmet eden pek çok kimse vardır. Bunlar gerek yaptıkları ve
yayınladıkları araştırmaları, gerekse yazdıkları anıları ile Bulgaristan Türklerinin tarihini zenginleştirmişler, karanlık sayfalara ışık tutmuşlardır. Bu alanda hizmet veren kişilerin isimleri ve eserlerinden tespit edebildiklerimizi
kaydedelim:
7 Ali Öztürk, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Rumeli’den Bursa’ya Hayatım ve Hatıratım,
(İstanbul, 2004), 55-56.
88
Ahmed Davudoğlu, Ölüm Daha Güzeldi, İstanbul 1979;Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, Ankara 1985; Bulgaristan’da Müslümanlar ve
İslâm Eserleri, tarihsiz; Osman Kılıç, Kader Kurbanı, Ankara 1989, 1993;
Hasan Yeşilova, Bulgaristan Türkleri ve Osmanpazarı (Omurtag) Bölgesi,
Ankara 1997; Hasan Basri Şenyurt, Osmanpazarı (Omurtag) Türkleri, Ankara 2000; Haşim Ertürk – Rasim Eminoğlu, Bulgaristan’da Türk-İslâm Eğitim
ve Kültür Müesseseleri ve Medresetü’n-Nüvvab, edi. Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul 1993; Mehmet Kocabaş, Kızıl Cehennemin İç Yüzü, Bursa 1987;
Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk, Türk Öldük, Ankara 1990; Deliorman
Folkloru, Ankara 1991; Önce Düşünceler Kelepçelendi, İstanbul 2001; Bulgaristan’daki Türkler (1879-1989), Ankara 2002; Yusuf Kerimov – Beytullah
Şişmanoğlu, Atasözleri ve Özlü Sözler, Sofya 1960; Niyazi Hüseyin Bahtiyar,
Çağdaş Rodop Türk Şairlerinden Esintiler (Antoloji), Ankara 1996; Balkanlar’da Türk Ünlüleri, I-II, İstanbul 1999, 2003; Ali Öztürk, Bulgaristan’dan
Türkiye’ye Rumeli’den Bursa’ya Hayatım ve Hatıratım, İstanbul 2004. Ayrıca Vakıflar Dergisi, Türk Kültürü, Tuna, Ümit, Kaynak, Balkan Türklerinin
Sesi, Anayurt, Müslümanlar, Hak ve Özgürlük vb. gazete ve dergilerde Nüvvab’dan feyz alan bir çok müellifin Bulgaristan Türklerinin hayatına dair
yazıları yayınlanmıştır.
2. Medresetü’n-Nüvvab’ın Türkiye’ye Tesiri
Medresetü’n-Nüvvab, Balkan Müslümanlarının kültürel ve sosyal haklarının elde tutulması konusunda çok büyük tesirler icra etmekle kalmamış,
birçok mezununu anavatana göndererek hizmete devam etmelerini sağlamıştır. 1950’de Türkiye’ye göç başlayınca, gerek öğretmenler ve gerekse öğrencilerden birçoğu aileleri ile birlikte Türkiye’ye göç ettiler. Yetişmişliğin
ve üretkenliğin zirvesinde olduğu bir çağda Türkiye’ye gelen bu irfan ordusu
İstanbul, Ankara, Bursa, Eskişehir, Uşak, Isparta, Malatya gibi Anadolu’nun
pek çok şehrinde din hizmetlerine kaldıkları yerden devam etmişlerdir. Nüvvab’da yetişen ilim adamları göç ettikleri Türkiye’de de bir boşluğu doldurmuş, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere Milli Eğitim ve Dış İşleri
Bakanlıklarında da önemli işlere imza atmışlardır. Bazısı İstanbul’da Süleymaniye, Bayazıt ve Köprülü kütüphanelerinde çalışmaya başlamışlardır. Bunlar arasında Niyazi Ergül, Halil Osman, İsmail Öztürk, İbrahim Tanır, Mehmet
Karademir, Mehmet Ünal, Mehmet Gözen ve Mehmet Bekir zikredilebilir.8
8 Aydın Topaloğlu, “Nüvvab Okulu’nun ve Mensuplarından Ahmet Hasan Davudoğlu’nun Bulgaris-
tan’daki İslâm Kültürüne Katkıları”, Balkanlar’da İslâm Medeniyeti Milletlerarası Sempozyumu Tebliğleri, (Sofya, 2000),312; Haşim Ertürk ve Rasim Eminoğlu, Bulgaristan’da Türk-İslam Eğitim ve Kültür
Müesseseleri ve Medresetü’n-Nüvvab. (İstanbul, 1993), 47; Öztürk, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Hayatım,
53.
89
Söz gelimi İstanbul Fındıklı’daki Yüksek İslâm Enstitüsü’nü ziyaret
eden ve başlangıçta bu okul hakkında pek de iyi niyetler beslemeyen devrin cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e okulun edebiyat öğretmeni Nihat Sami
Banarlı şu cevabı vermiştir: “Türkiye’deki dini boşluk korkunç bir uçurum
halini almıştır. Balkanlar’dan gelen bazı arkadaşlar olmasa okulda ders okutacak hoca bulunmayacaktır. Binaenaleyh bu boşluğu doldurmak için bu okul
az bile gelmektedir.“Banarlı’nın bu sözleri çok etkili olmuş ve cumhurbaşkanının bu konudaki fikrini değiştirmesine sebeb olmuştur değişiklik.9Osman
Keskioğlu da“Nüvvablıların inkılâplara uyum sağladıklarını’’10ifade etmiştir.
Medresetü’n-Nüvvab’ı bitirdikten sonra Ezher Üniversitesi’ni bitirip geri gelerek kendi kurumlarında uzun yıllar hizmet eden bazı kimseler baskılarla göçe zorlanmışlardır. Bunların arasında Ahmed Davudoğlu
vardır.1949 yılında Türkiye’ye göç eden ve orada ilâhiyat sahasında derinleşerek birbirinden değerli eserler telif ve tercüme eden Davudoğlu, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğretim görevliliği vazifesi yapmıştır ve 13
Mart 1963’te de müdür olmuştur. 25 Aralık 1964 tarihine kadar bu görevi
sürdürmüş ve daha sonra Arap Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapmıştır.11
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ahmed Davudoğlu çeşitli sahalarda değerli
kitaplar yazmış ve Bulgaristan Müslümanlarına birçok eser bırakmıştır. Bu
eserler Türkiye’de de defaatle basılmış ve yıllarca okunmuştur. Fikirleriyle,
eserleriyle, hayatını anlattığı romanıyla, yapmış olduğu çeviri ve şerhleriyle,
yetiştirdiği âlimlerle, gerek Bulgaristan’da gerekse Türkiye’de, İslâm kültürüne unutulmaz katkılarda bulunmuştur.
Ahmed Davudoğlu’nun sınıf arkadaşı olup Ezher Üniversitesi’nde de
beraber okudukları Osman Keskioğlu eğitimini tamamlayıp Bulgaristan’a
döndükten sonra 1940-1950 yılları arasında Nüvvab’ta öğretmenlik yapmıştır. Türkiye’ye göç edince hayatını din, tarih ve kültür araştırmalarına
9 Ahmet Davutoğlu, Ölüm Daha Güzeldi, (İstanbul: 1979),185.
10 Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, (Ankara:1985), 89.
11 Nihat Engin, “Davudoğlu, Ahmet”,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 1994), 9:52-53; Topaloğlu, “Nüvvab Okulu ve Ahmet Davudoğlu”, 315.
90
adayan Keskioğlu, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nda üyelik yaparak
değerli bir ilim adamı olduğunu ispatlamıştır. Osman Keskioğlu, fıkıh, tefsir,
İslâm hukuku, İslâm tarihi ve düşüncesi ile ilgili yirminin üzerinde telif, onun
üzerinde de tercüme eser vermiştir. Ayrıca Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Vakıflar Dergisi, Diyanet ve İslâm gibi dergi ve gazetelerde
de makaleler yayınlanmıştır.12
Nüvvab okulunun açılışından kapanışına kadar okulda öğretmenlik,
1941-1945 yılları arasında da müdürlük yapan Yusuf Ziyâeddin Ezherî (Ersal) okulun en bilgili ve öğrenciler üzerinde en etkili müderrisi olduğu kabul edilen önemli bir İslâm âlimidir. Aslen Düzceli olan Y. Ziyâeddin Ezherî,
memleketinde ve İstanbul’da uzun zaman öğrenim gördükten sonra 4 yıl da
Ezher Üniversitesi’nde ilim tahsil etmiştir. Türkiye’de vaizlik ve müftülük
yapmış olan Ezherî, 1921 yılında Bulgaristan’a geldikten sonra öğretmenliğe
başlamış ve 1950 yılında tekrar Türkiye’ye dönünceye kadar okul içinde ve
dışında eğitim faaliyetlerini sürdürmüştür. Bununla birlikte İslâmî konularda
daha Bulgaristan’da iken 13 eseri yayınlanmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra ise Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dinî Eserler İnceleme Kurulu’na
alınmış,bu görevleri esnasında da birçok eser hazırlamış,bunlardan altı tanesi
yayınlanmıştır.
Eğitim gördüğü kuruma nispetle Ezherî lakabıyla anılan ve Bulgaristan’da uzun yıllar hizmet ettikten sonra memleketini terk etmek zorunda kalan bir diğer kişi de İsmâil Ezherî’dir. Ankara İlâhiyat Fakültesi’nde Arapça
okutmanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı ve üyeliği de yapmıştır.13
12 Kamil Yaşaroğlu, “Keskioğlu, Osman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV
Yayınları, 2002), 25:309-310; Mustafa Bektaşoğlu, Düzceli Âlim Yusuf Ziyaeddin Ersal Hayatı ve
Eserleri, (Ankara, 2005), s.115; İbrahim Hatiboğlu, “Bulgaristan’da Çok Kültürlü Ortama Geçişte
İslâmî İlimlerin İnşâi Yorumu: Yusuf Ziyaeddin Ezheri Modeli,” Diyanet İlmi Dergi40(2004), 71-84.
13 Hatiboğlu, Bulgaristan Müslümanlarında Dinî Islâhat Düşüncesi, 96.
91
Medresetü’n-Nüvvab mezunları, özellikle göç sonrası dönemde,
hasretleriyle yanıp tutuştukları vatan topraklarını yâd etmek, yaşadıkları
sıkıntılarıunutmamak, vatan topraklarının gelecek nesillere hangi sıkıntılarla miras bırakıldığını hatırlatmak gibi düşüncelerle tarih, eğitim tarihi, şiir,
hâtırât, biyografi ve kısa ansiklopedi türünde pek çok eser yazmışlardır.
Ayrıca Türkiye’ye gelen kişilerin kendi kültürlerini unutmalarını engellemek ve dinî duygularını canlı tutmak maksadıyla dernek, cami, okul, sağlık
kuruluşu gibi müesseseler kurarak gerek kendi hemşerilerine gerekse diğer
insanlara hizmet etmek üzere faaliyet yürüten fedakâr kimseler de vardı.
Bu amaçla Bursa’da faaliyet yürüten Ali Öztürk,14 Mehmet Ali Deniz, Halil
Uzunoğlu gibi kimseler bu tür faaliyetleriyle öne çıkmış önemli şahsiyetlerdir.15
Türkiye’ye göç edenlerden mezunların isimleri ve görev yerleri
aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Bu tablo bize, Bulgaristan’dan göç eden Nüvvab mezunlarının Türkiye’ye geldikten sonra yerleştikleri şehirleri ve icra
ettikleri meslekleri göstermektedir.
- Ahmet Haşim
Adapazarı
Öğretmen
- Ahmet İmamoğlu
İstanbul
Muhasebeci
- Ahmet Ziya
Eskişehir
Öğretmen
- Ali Ergin
Adana
Öğretmen
- Ali Osman Hüseyin
Malatya
Müftü.
- Basri Hasan
Ankara
Emekli Sandığı
- Basri Öztürk
Ankara
Emekli Sandığı
- Basri Ülker
Ankara
Emekli Sandığı
- Bilal Hoca
İzmit
Müftü
14 Öztürk, Bulgaristan’dan Türkiye’ye Hayatım, 83-101.
15 Hatiboğlu, Bulgaristan Müslümanlarında Dini Islâhat Düşüncesi, 97.
92
- Feyzullah Feyzulllah
Bursa
Öğretmen
- Hafız Mehmet
Balıkesir
Öğretmen
- Hafız Nuri
Orhangazi
Müftü
- Halil Yavuz
Ankara
Kurt Lisesi Müdürü
- Haşim Ertürk
İstanbul
Öğretmen
- Hüseyin Kantürk
İstanbul
Öğretmen
- Hüseyin Mülayim
İstanbul
Öğretmen
- Hüseyin Ayan
Konya
Profesör, Edebiyat Fak.
- Hüsnü H.Basri
Manisa
Öğretmen
- İsmail Hacıoğlu
İstanbul
Öğretmen
- Mehmet Emrullah
Balıkesir
Öğretmen
- Mehmet Ethem
İstanbul
Türk Telekom
- Mehmet Taşkan
Vize
Kaymakam
- Mustafa Yıldız
İstanbul
Öğretmen
- Necib Akarkamcı
Sincab
Öğretmen
- Necip İzzet
Eskişehir
Milli Eğitim Müdür Yard.
- Necmetti Öztürk
İstanbul
Öğretmen
- Nedim Meriç
Aydın
Öğretmen
- Rasim Eminoğlu
İstanbul
Araştırmacı
- Sadık Fahri
Bursa
Öğretmen
- Sadık Tekümit
İstanbul
İmam ve Vaiz
- Salim Savaş
Adana
Öğretmen (Müdür)
93
- Selim Alnıaçık
İzmit, Derince
Öğretmen
- Süleyman Balpınar
Ödemiş
Öğretmen
- Şakir İbrahim
Vize
Müftü
- Şekür Türkel
Eskişehir
Öğretmen (Orta Okul)
- Yusuf Halil Yusuf
Orhangazi
Öğretmen
- Zekeriyya Ali Mehmet Ankara
Milli Eğtitim Bakanlığında16
Buradan anlışıyorki Nüvvab mezunları Türkiye’de çoğunlukla öğretmen
ve din görevlisi olarak hizmet vermişlerdir. Üniversite ve yüksek okullarda
doçentliğe, profesörlüğe kadar yükselmişlerdir.
3. Medresetü’n-Nüvvab’ın Balkanlara Etkisi
Bulgaristan Eğitim Bakanlığı temsilcisi Profesör Vladimir HindalovMedresetü’n-Nüvvab’ın Balkanlara Etkisi konusunda şu sözleri söylemektedir: “Koskoca Balkan Yarımadası’nda bizim Şumen’deki okul gibi bir okul
yoktur ve çok geçmeyecek Sırp Bosna’sı ve Sırp Makedonyası’ndan, Romanya Dobrucası’ndan, Yunanistan Trakyası’ndan ve Kemalist Türkiye’den
Müslüman gençler okumaya geleceklerdir. Kahire’nin Asya’daki bütün müslüman halklar için bir Müslüman ilahi düşünce merkezi olduğu gibi, Şumen
de Balkan Yarımadası’ndaki 3 milyonluk müslüman halkı için böyle bir merkeze dönüşecektir.”17
16 Haşim Ertürk -Rasim Eminoğlu,Bulgaristan’da Türk-İslam Eğitim ve Kültür Müesseseleri ve Medrese-
tü’n-Nüvvab (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, 1993), 47.
T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve
Türk-Bulgar İlişkileri(1913-1938), (Ankara, 2002), Belge 46: 352-353.
17
94
Bulgaristan Müslümanlarının ve Medresetü’n-Nüvvab’ın dini hizmetlere katkısı hicret etmek zorunda kaldıkları Türkiye ile sınırlı değildir.
Medresetü’n-Nüvvab için düşünülen uluslararası konum, okulun Balkanlar’da yaşayan Müslümanlar açısından Ezher’e eşdeğer görülmesiyle daha
genişlemiş ve Nüvvab’ın ali kısım mezunlarından Halil Ali Osman 17 Ekim
1942 tarihinde Üsküp‘te açılan Medrese-i Âliyye’de müdür olarak iki yıl hizmet etmiştir. Yine Nüvvab’ın ȃli kısmından mezun olan İsmail İbrahim de
1943’te Gümülcine’de bir Medrese-i Âliyye’nin açılmasını önayak olmuş,
açık kaldığı bir yıl boyunca da orada müdürlük yapmıştır. Adı geçen iki şahıs
da dahasonra Medresetü’n-Nüvvab’ta hocalık yapmıştır.
Gazetelerde yer alan haberlerden anlaşıldığı üzere, erken bir dönemde
başlayan bu ilişkiler ilerleyen yıllarda da sürmüştür. Medeniyet Gazetesi‘nde
103 sayılı baskıda yer alan habere göre Bosna-Hersek Müslümanlarının kurduğu Saraybosna’daki Gayret Cemiyeti’nin resmi açılışına Medresetü’n-Nüvvab hoca ve mezunlarından on üç kişilik bir heyet iştirak etmiştir.18Bunlar
arasında Emrullah Efendi, Şeyh Ziyaeddin Ezheri, Başmüftü yardımcısı Akif
Osman, Filibe Vaizi Mehmed Fikri ve Medeniyet Gazetesi Başyazarı Hafız
Yusuf Şinasi yer almaktaydılar. Bu ziyaretten sonra Nüvvab’ıntalikısmından mezun olan Hafız Yusuf,Medeniyet’in sayfalarında bir seri gezi hatırası
ile beraber Bosna-Hersek Müslümanlarının durumu, özellikle de kurdukları
cemiyetler hakkında genişçe bilgi vermektedir.19
Ancak Bulgaristan Müslümanlarında Balkanları, özellikle Makedonya Müslümanlarını, en iyi tanıyan ve onlar üzerinde etkisi olan Mehmed
Fikri’dir. Nüvvab’ın tali kısmından mezun olmuş, fakat çeşitli engeller
yüzünden kısm-ı âliyi ikmal edememiştir. Buna rağmen kendisini öyle yetiştirmiş ki, konuşmaları ve yazılarıyla dinleyicilerini ve okuyucularını coşkuya boğmuştur. Mehmed Fikri Medeniyet’in başyazarlığını yaptığı yaklaşık bir sene içinde bütün yazarlık maharetini sergilemiştir. Bu da,
bazılarının rahatsız olmasına sebep olduğu için, Sırbistan sınırı yakınında
Müslümannüfusu az olan Berkofça kasabasına vaiz olarak sürgün edilmiştir.
18 Hatiboğlu, Bulgaristan Müslümanlarında Dini Islâhat Düşüncesi, 98.
19 Bkz. Medeniyet, 1936, sayı 103, 104, 105, 106, 108.
95
1936 yılında Bosna-Hersek’e giden delegasyonda Mehmed Fikri de yer almıştır. Orada Din-i İslam Müdafileri Cemiyeti adına heyecanlı ve ateşli konuşmalar yapmıştır. İstanbul ve ıslâhatçılarla olan ilişkiler de Medresetü’n-Nüvvab mezunlarıyla Balkanlardaki diğer mütefekkirler arasındaki bağların
güçlü kalmasını sağlamıştır. Mehmed Fikri ile Üsküplü şair ve mütefekkir
Abdulfettah Raûf Efendi ve talebesi Kemal Aruçi arasındaki yakın dostluk
bunun bir neticesidir.20
Sonuç
Nüvvab okulu,yıllarca Bulgaristan Müslümanlarının ilmi ve dini
ihtiyaçlarını karşılamış, onların dini hissiyatını beslemiştir. Öyleki Bulgaristan Müslümanlarınınmilli varlıklarınıve benliklerini muhafazaetmelerinde
Nüvvab’ın önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Nüvvab klasik bir medrese ve bir din okulu olarak kalmamış, çok
işlevsel bir eğitim müessesi olmuştur. Bu okulda yetişen yüzlerce öğrencinin mezun olduktan sonrahizmet ettiklerişu alanlara baktığımızda bu husus
çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır:Din hizmetlerinde bulunanlar, İslâmî
araştırmalar yapanlar, eğitim-öğretim hizmetinde bulunanlar, basın ve yayın alanında hizmet edenler, Bulgaristan Türklerinin tarihine katkı sağlayanlar, toplumsal faaliyetlere öncülük edenler, 1989 sonrasında Bulgaristan’da
Türk-Müslüman eğitim ve kültür müesseselerini ihya edenler.
Bir neslin yetişmesinde medresenin“ ne kadar büyük katkılarının olduğu, dolayısıyla Medresetü’n-Nüvvab’ın önemi ve İslâm eğitim tarihindeki yeri mezunlarının sonraki dönemlerde yaptıklarıyla daha net bir şekilde
anlaşılabilir.Bu açıdan Bulgaristan Müslümanlarının eğitim noktasında gurur
duyacakları dönemlerden birinin de, Nüvvab Medresesinin faaliyet gösterdiği
dönem olduğunu söyleyebiliriz.
20 Bkz. Muhammed Aruçi, Kemal Efendi Aruçi-Şiirlerim, (Üsküp, 1999), 25-56.
96
Kaynakça
Ahmed, S. Vedat.Bulgaristan’da Müslüman-Türk Varlığının Korunmasındaki
en Önemli Etken Olan İslâmî Eğitimin Geçmişi ve Bugünü, Uluslararası Türk Dünyasının İslamiyete Katkıları Sempozyumu, 31Mayıs-1
Haziran 2007, Isparta.
Aruçi, Muhammed.Şiirlerim-Kemal Efendi Aruçi. Üsküp: Logos-A, 1999.
Aydoğan, Halil. “Medresetün Nüvvab”. Ümit 10 (1996).
Bektaşoğlu, Mustafa.Düzceli Âlim Yusuf Ziyaeddin Ersal Hayatı ve Eserleri,
Ankara: İmaj A.Ş., 2005.
Cambazov, İsmail. Bulgaristan Tarihinde Başmüftüler. Ümit 2 (1995).
Davudoğlu, Ahmed. Ölüm Daha Güzeldi. İstanbul: Kitsan. 1979.
Engin, Nihat. “Davudoğlu, Ahmet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 9: 52-53, İstanbul: TDV Yayınları, 1994.
Ertürk, Haşim - Eminoğlu, Rasim. Bulgaristan’da Türk-İslam Eğitim ve Kültür Müesseseleri ve Medresetü’n-Nüvvab. İstanbul: İslam Tarih, Sanat
ve Kültürünü Araştırma Vakfı, 1993.
Hatiboğlu, İbrahim. “Bulgaristan’da Çok Kültürlü Ortama Geçişte İslâmî
İlimlerin İnşâi Yorumu: Yusuf Ziyaeddin Ezheri Modeli”,Diyanet İlmi
Dergi 40, (2004).
Hatiboğlu, İbrahim. Bulgaristan Müslümanlarında Dini Islâhat Düşüncesi,
Bursa: Emin Yayınları. 2007.
İzzet, Bahri. “Bulgaristan’da Dini Eğitim Sistemi III”, Kalem. 3, 12. Sofya:
Fahri Beytullov. 2001.
Keskioğlu, Osman. Bulgaristan’da Türkler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. 1985.
97
Kılıç, Osman. Kader Kurbanı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 1989.
Medeniyet, Müstakilü’l-efkâr müslüman gazetesidir. Sofya, 1936.
Öztürk, Ali. Bulgaristan’dan Türkiye’ye Rumeli’den Bursa’ya Hayatım ve
Hatıratım. Bursa: Düşünce Kitabevi, 2004.
T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri(1913-1938). Ankara, Belge 46,
2002.
Topaloğlu, Aydın. “Nüvvab Okulu’nun Mensuplarından Ahmet Hasan Davudoğlu’nun Bulgaristan’daki İslâm Kültürüne Katkıları”. Ed. Ali
Çaksu. Balkanlar’da İslâm Medeniyeti Milletlerarası Sempozyumu
Tebliğleri. Sofya, 2000.
Yaşaroğlu, Kamil. “Keskioğlu, Osman”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 25: 309-310, Ankara: TDV Yayınları, 2002.
98
SULTAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE
(1876-1908) DEDEAĞAÇ
Harun Halil1∗
Makale Geliş Tarihi: 15 Ağustos 2018
Makale Kabul Tarihi: 8 Ekim 2018
Öz
Osmanlı Devleti, Dedeağaç şehrini 1360 yılında fethetmiştir. 1360-1912 yılları arasında Dedeağaç Osmanlı hâkimiyeti altında kalmıştır. Dedeağaç ismini ağacın altında oturan bir dervişten almıştır. 1920 yılında Dedeağaç şehrinin
Yunanistan’a dâhil edilmesiyle birlikte Yunan Kralı I. Aleksandros şehri ziyaret ederek şehre kendi ismini vermiştir. Dedeağaç,Osmanlı Devleti tarafından
ilk fethedildiği yıllarda basit bir balıkçı köyünden ibarettir. 19. Yüzyıl, Dedeağaç şehri için bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü 19. yüzyıl Dedeağaç şehrinin “altın yüzyılı” olmuştur. 19. yüzyılın son çeyreğinde, Dedeağaç,Osmanlı
Devleti dışında İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya-Macaristan
gibi devletlerin nazarında yeni bir anlam kazanmaya başlamıştır. 1860 yılında
Sultan Abdülaziz’in fermanıyla Dedeağaç’a telgrafhane, postane ve Osmanlı
Bankası kurulmuştur. 1878 yılında Sultan II. Abdülhamid Han, Dedeağaç’ın
kaderini değiştirmiştir. Sultan II. Abdülhamid Han, Dedeağaç gibi bir balıkçı
köyünün kaderini yaptığı yatırımlar sonucu değiştirerek Dedeağaç’ı köyden
şehre dönüştürmüştür. Dedeağaç şehrine bir liman inşa edilerek Balkan şehirleri arasında ilgi çekici bir konuma gelmiştir. Liman inşa edilmesiyle birlikte
Dedeağaç şehri Selanik ve Kavala şehirlerinden sonra Balkanların Akdeniz’e
açılan “üçüncü kapısı” olmuştur. 19. Yüzyıl, Dedeağaç şehri için bir dönüm
noktası olmuştur. Böylece Dedeağaç Akdeniz’in önemli ticaret merkezine dönüşmüştür. Ayrıca Dedeağaç İstanbul’a yakın olması hasebiyle stratejik bir öneme sahip olmuştur. Bunun dışında Balkan coğrafyası ile Anadolu coğrafyası
arasında bir köprü görevini üstlenmiştir. Yeni imar faaliyetleri ile Dedeağaç
şehri İzmir, İskenderiye, Beyrut, Yafa, Trablus, Girne, Limasol, Selanik, Pire,
Golos, Atina, Dubrovnik, Marsilya, Napoli, Venedik ve Cebel-i Tarık limanları
ile rekabet etmeye başlamıştır. Hatta Avusturya, Fransa, İtalya, Rusya, İngiltere ve Yunanistan Dedeağaç’a elçilik açmışlardır. Böylelikle diplomatik açıdan
şehir coğrafi konumu itibariyle önemli bir vizyona ve misyona sahip olmaya
başlamıştır. Osmanlı sahil şehirleri arasında bir prototip şeklini alarak rol model olmaya başlamıştır. Büyük Devletler ve Avrupalı entelektüeller nezdinde
“cennet bahçesi” olarak nitelendirilmiştir. Özellikle şehre demiryolu ve tren
istasyonu inşa edilince askeri, iktisadi, coğrafi, ekonomik, stratejik açıdan Selanik-İstanbul’u birbirine bağlayarak kenetlemiştir. Ayrıca Dedeağaç ipek yolu
güzergâhı üzerinde bulunması sebebiyle yabancı devletlerin gözdesi haline gelmiştir. Basiret ve feraset sahibi olan Sultan II. Abdülhamid Han Osmanlı Devleti’nin geleceğinin tehlike altında olduğunu sezerek Dedeağaç Limanı’nı şahsi
1
Yüksek Lisans Öğrencisi, Trakya Üniversitesi, SBE, Balkan Çalışmaları Anabilim Dalı,
[email protected].
∗
99
mülkü yapmıştır. Sultan II. Abdülhamid Han Döneminde; şehre kışla, hastane,
okul, cami, kilise, sebil, hükümet dairesi, karakol, liman, rıhtım, demiryolu,
karayolu, gümrük dairesi, yetimhane, ticaret dairesi, medrese, rüştiye ve elçilik
daireleri inşa edilmiştir. II. Abdülhamid’in yapmış olduğu iktisadi hamleler
sonucu Dedeağaç şehri Avrupalı devletler tarafından gıpta edilecek noktaya
ulaşmıştır. Dedeağaç şehrinin başarısının sırrı Abdülhamid Han’da gizliydi.
Çünkü Sultan II. Abdülhamid Han iktidarda olduğu süre (1876-1909) zarfında
her yıl Dedeağaç şehrine yeni bir yapı inşa ederek, tuğla üstüne tuğla koyarak
şehri zirveye çıkarmanın yanı sıra zirvede kalmasını sağlayarak 19. yüzyılın
mükemmel ve muazzam iktisadi hamlesine imza atmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dedeağaç, İpek Yolu, Balkanlar, Demiryolları, Özel
Mülkler.
DEDEAGAC (ALEKSANDRAPOLIS) DURING THE
REIGN OF SULTAN ABDULHAMID II (1876-1908)
Abstract
The Ottoman State conquered Alexandroupolis city in 1360. The city wa sunder Ottoman rule between the years of 1360-1912. The name of Alexandroupolis comes from the integration of two words a grand father who live dunder a
tree (ie dede=grandfather ağaç= tree in Turkish). In 1920, with the annexation
of Alexandroupolis in to Greekborders, the Greek King Aleksandros visited
the city and gave it his own name. Alexandroupolis was a little fishing village in they ears which conque red by the Ottoman state. But the 19th century
was a turning point for the city and it had a “golden century”. As a matter of
fact, in the last quarter of the 19th century, except from the Ottoman state,
Alexandroupolis began to gain a new meaning in the eyes of state ssuch as
England, France, Italy, Germany and Austria-Hungary. Telegraphy, post office
and Ottoman bank were opened there in 1860 under the fief (firman) of Sultan
Abdülaziz. Sultan II. Abdulhamid Khan changed the fate of the city in 1878.
Sultan II. Abdulhamid Khan changed the fate of the this fishing village by the
in vest ments he made and converting this village to a city. A harbor was builtfor Alexandroupolis, and this has brought the city to a charming position a
mongthe Balkan cities. After the construction of the harbor, the city became the
“third gateway” of the Balkans to the Mediterranean Seaafter Thessaloniki and
Kavala harbors. The 19th century was a turning point for the city and as a result
of it Alexandroupolis has become an important tradecenter of the Mediterranean. Inaddition, dueto the city`sproximity to the capital Istanbul it acquired a
strategi importance. Apart from this, he under took the role of a bridge between
Balkan geography and Anatolian geography. With the new development activities, Alexandroupolis began to compete with the harbors of Izmir, Alexandria,
Beirut, Jaffa, Tripoli, Girne, Limassol, Thessaloniki, Piraeus, Golos, Athens,
Dubrovnik, Marseilles, Naples, Venetian and Gabriel Tariq. Austria, France,
Italy, Russia, England and Greece have even opened embassies in Alexand-
100
roupolis. Thus, diplomati cally, the city has begun to have an important visionand mission based on its geographical conjuncture. It started to become a
model by taking the shape of a prototype between Ottoman coastal cities. It
was described as the “paradise garden” by the Great States sand the European
intellectuals. Especially after the city acquiredrail wayandrail way station, it
was connected with Thessaloniki-Istanbul in terms of military, economic, geographical, economic, strategi cand conjuncture. Inaddition, Alexandroupolis is
located on the route of silk road, and as a result of this it has become a sight of
foreign states. Thanksto Sultan II Abdülhamid Khan`s foresight who realized
that the future of the Ottoman state was in dange rand made the Alexandroupolis harbor his private property. During the Sultan II. Abdulhamid Khan rule this
important city has acquired barracks, hospitals, schools, mosques, churches,
villages, government buildings, patrols, ports, docks, railways, highways, customs offices, orphanages, tradecenters, madrasa, secondary school sand embassy apartments. There sults of the economical developments made by Abdulhamid II. for the city made the Europeans State senvy this beautiful city. Thesecret
of the success of the city belonged to Abdulhamid Khan. Because Sultan II.
Abdulhamid Khan built a news tructure in the city of Alexandroupolis every
year during his reign (1876-1909) and this made it a top city in that period and
also has considered to be the greatest break through of the 19th century.
Keywords:Alexandroupolis, Silk Road, Balkans, Railways, Private Properties.
101
Giriş
Osmanlı akıncıları, 14. yüzyılın ikinci yarısında, yani 1360 yılında
Gazi Evrenos Bey öncülüğünde o dönemde bir köy olan Dedeağaç üzerine bir
sefer düzenlemişlerdir. Osmanlı akıncıları Dedeağaç köyünü mukavemetsiz
olarak teslim almıştır.
19. yüzyılda Dedeağaç şehri ilginç bir değişime sahne olmuştur. Osmanlı Devleti,Anadolu’da yaşayan Yörükleri 1360 yılında Dedeağaç bölgesine iskân etmiştir. Sırbistan ve Bulgaristan’da Ortodoksluk dışında diğer mezheplere mensup olan Hristiyanları güvenlik amaçlı olarak Dedeağaç’a iskân
etmiştir. 19.yüzyıla kadar geçen süre zarfında Dedeağaç’ta Müslümanlar ve
gayrimüslimler huzur içinde bir hayat sürmüşlerdir.2 Coğrafi olarak Dedeağaç Balkanların ve Batı Trakya’nın Güney Batı kısmında yer almaktadır. 19.
Yüzyıla kadar bir balıkçı köyü olan Dedeağaç ağaçlar ve meyvelerle çevrili
bir alana sahipti.
1. 19. Yüzyılda II. Abdülhamid Dönemi Dedeağaç’ında Değişim
1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması sonucu Dedeağaç’ta
bir takım değişiklikler olmuştur. Dedeağaç’ta yaşayan gayrimüslimler ticari
imtiyaz elde etmişlerdir. Yapılan reformlar ile Hristiyan ve Museviler askerlik
hizmetine katılmaya hak kazanmışlardır. Bunun dışında devlet memuru olma
hakkını elde etmişlerdir. 1856 yılında açıklanan Islahat Fermanı neticesinde
Osmanlı Devleti dâhilinde yaşayan Hristiyanlar ve Museviler Müslümanlarla
eşit haklara ve ayrıcalıklara sahip olmaya başlamışlardır. Böylece Osmanlı
Devleti“millet sistemini” pasifize etmiştir. Millet sisteminin yerine Osmanlı
kimliği vurgusu yani Osmanlıcılık akımı ön plana çıkmaya başlamıştır. 1864
yılında Osmanlı Devleti’nin idari sisteminde birtakım değişikliklere gitmiştir. Yeni çıkan Vilayet Nizamnamesi’ne göre eyaletler vilayetlere ve sancaklar da kazalara dönüştürülmüştür. Yeni idari yapılandırmaya göre Dedeağaç
Edirne’ye bağlı sancak iken 1864 yılında Edirne’ye bağlı bir kazaya dönüşmüştür. Böylelikle Dedeağaç 1864 yılından 1920 yılına kadar Edirne’ye bağlı
bir kaza olarak işlevini devam ettirmiştir.
2
M. Nistazapoulou-Pelekidou, ΟιΒαλκανικοίΛαοί (Balkan Halkları),
Θεσαλονίκη: Εκδόσεις Βάνιας, 2000, 45.
102
1870 yılında Dedeağaç’ta Ermeniler, Museviler, Bulgarlar, Türkler
ve Rumlar ile beraber yaşamaktaydılar. Rusya, Balkan coğrafyasında Panslavizm siyaseti gereği Bulgarlar’a destek vermekteydi. Bulgarlar Rusya’nın
Balkanlardaki Panslavizm akımının ileri karakolu misyonunu üstlenmişlerdir. Panslavizm akımı genelde Batı Trakya’ya, özelde ise Dedeağaç’a yansımıştır. Bulgarlar yaşadıkları dağlık bölgelerden aşamalı olarak Dedeağaç’a
yerleşmeye başlamışlardır.
Sultan II. Abdülhamid Han’ın iktidara gelmesiyle birlikte Osmanlı-Rus Harbi patlak vermiştir. 1877-1878 yılında Osmanlı-Rus Harbi başlayınca savaş kısa süre içerisinde Balkan coğrafyasına yayılmıştır. Bulgar komitacıları Rus askerlerine yardım etmişlerdir. Bulgarlar’ın dışında Sırplar,
Karadağlılar ve Rumenler Ruslara yardım etmişlerdir.
Rus orduları Ortaköy, Filibe, Edirne, Dimetoka ve Dedeağaç’ta yaşayan Rumlara kötü muamele etmişlerdir. Rusya’yı arkasına alan Bulgar komitacıları Batı Trakya’da Bulgar olmayanları baskı yoluyla Bulgarlaştırmaya
başlamışlardır. Baskılara dayanamayan 100.000 civarında Müslüman (Tatar,
Çerkez ve Türk) Batı Trakya’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Batı Trakya’yı
terk eden Müslümanlar İstanbul’a göç etmişlerdir. 18 Ocak 1878 yılında Rus
askerleri Dedeağaç’ı işgal etmişlerdir. Dedeağaç’ı işgal eden Ruslar, Bulgar
komitacıların yardımıyla Dedeağaç’taki Müslümanlara zulmetmeye başlamışlardır. Osmanlı-Rus harbinin sonucunda Berlin Antlaşması imzalanmıştır.
Berlin Antlaşması’na göre Bulgaristan’ın güneyinde yani Kuzey Trakya’da
Doğu Rumeli Vilayeti kurulmuştur. Doğu Rumeli Vilayeti,Osmanlı Devleti’ne bağlı özerk bir idari sistemle yönetilmekteydi. Fakat Doğu Rumeli Vilayeti Bulgar komitacılarının aktif olduğu bir bölge olmuştur.
1885 yılında Bulgaristan Doğu Rumeli Vilayeti’ni ilhak etmiştir.
Doğu Rumeli Vilayeti’nin ilhak edilmesiyle birlikte Dedeağaç’ın stratejik
önemi artmıştır. Osmanlı hükümeti Dedeağaç’a asker, silah ve cephane sevk
etmiştir.3
3
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Yıldız, Askeri Maruza (Y..PRK.ASK),114.
103
1888 yılında Dedeağaç sancağında 103 cami, 2 mescit, 2 medrese,
111 ilkokul, 12 tekke, 81 kilise, 6 hamam, 1.595 dükkân, 69 fırıncı, 22 han,
340 yel değirmeni, 3 tuz atölyesi ve 20 çiftlik vardı. Dedeağaç’ta genel olarak
buğday, arpa, susam çavdar, burçak, darı, deri otu, mercimek gibi çeşitli tahıl
ürünleri yetiştirilmiştir. Bunların dışında pamuk, tütün, üzüm, keten ve zeytin
gibi meyve ve sebzeler yetiştirilmiştir Dedeağaç’ta yıllık 500.000 kilo buğday yetişmiştir. Sofulu Kazası’nda ipek üretimimi yapılmıştır. Dedeağaç’ın
köylerinde koyun, domuz ve yaban öküzü yetiştirilmiştir. Dedeağaç’ın köylerinde kaliteli halılar üretilmiştir. Dedeağaç çevresinde 40.000 dönüm çam,
meşe, kayın ve akça ağaçları vardı.4
1.1. Dedeağaç’ın Köyden Şehre Dönüşmesi
Dedeağaç balıkçı köyü iken az sayıda insanın yaşadığı sulak bir yerdi.
Bölgede tarım arazilerinin az olması sebebiyle tarım alanları yetersiz durumdaydı. Bunun dışında tarlaları sulamak için yeterli miktarda su bulunmadığından, ekilen tohumlarverimli ürün vermemekteydi. Şehre ulaşım konusunda
birtakım sıkıntılar yaşanmıştır. Mesela Gümülcine-Dedeağaç arası karayollarının az ve bozuk olması, şehirlerarası ulaşımı ve daha da önemlisi ticareti
zorlaştırmıştır. Dedeağaç’ta demiryolu bulunmadığı için İstanbul ile bağlantısında kopukluklar yaşanmıştır. Dolayısıyla Dedeağaç’a demiryolu inşa etmek gerekli olmuştu. Şehirde bir liman olmaması tüccarların da zararına idi.
Ayrıca Dedeağaç’ta dalgakıran olmamasından dolayı denizden taşan dalgalar
insanlara, hayvanlara ve evlere zarar vermekteydi. Bunun için Dedeağaç’a bir
liman inşa edilmesi zaruri olmuştur. 1877 yılında Dedeağaç merkezinin toplam nüfusu 1.200 civarındaydı. Daha sonraları şehir geliştikçe şehrin nüfusu
da değişmiştir. Dedeağaç’ın nüfusu 1883 yılında 3000, 1895’te 4000 ve 1908
yılında 5.000’e kadar yükselmiştir.5
“1878 yılında Dedeağaç şehri kurulmaya başlamıştır. Edirne-Dedeağaç tren yolunun inşası önemini kaybetti. 20. yüzyıl başlarında memurlar
dışında tamamen Rumlardan oluşan 4.000 kişilik nüfusunun 3.250’si Rumca, 750’si Türkçe konuşuyordu. Kasaba içinde en önemli olan yerler Agios
4
Şemseddin Sami,“Dedeağaç”,Kamusül-Alam Ansiklopedisi, (İstanbul: 1306/1887),
3: 2.123-124.
5
Maria, Demircidi, Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη- Η Ιστορία Της Πόλης
Από Το 1860 Εως Το 1920, (Yüksek Lisans Tezi, Aristoteles Üniversitesi, 2009),47.
104
Grigorios, kale içindeki Agios Nikolaos, Panagia, Timios Prodromos, Panagia Keharitomeni, gemiciler locasının inşa ettirdiği Agia Kiriaki, küp imalatçıları locasının inşa ettirdiği Agios Vlasios ve kale içindeki Hrisopiği olmak
üzere 17 kilise vardı. Yerleşimin dışında Agios Panteleimon, Panagia Skaloti
ve Agios Athanasios manastırları bulunuyordu.”6
Dedeağaç şehrine muhacirlerin Bulgar komitacıların zulmünden kaçan muhacirlerin gelmesiyle birlikte şehrinnüfusu artmıştır. Dedeağaç’a gelen
yabancıların en çok ilgisini çeken kaplıcalar olmuştur. Yabancı gözlemciler,
tuttukları raporlarda Dedeağaç kaplıcalarından çıkan suyun birçok hastalığa
şifa olduğunu anlatmışlardır. Her gün civar şehir ve köylerden binlerce insan
Dedeağaç kaplıcalarını ziyaret etmiştir. 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın başlarında, Dedeağaç kaplıcaları Almanya’daki Baden ve Fransa’daki
Bourbon kaplıcalarından daha kaliteli ve temiz bir ortama sahip olmuştur.
Dolayısıyla Avrupa devletlerindeki diğer kaplıcalardan daha prestijli bir konuma sahip olmuştur.7
Dedeağaç Kazası’nın kuzeybatısında Gümülcine Sancağı, kuzeydoğusunda Sofulu Kazası, güneydoğusunda Enez Kazası ve güneyinde Ege
Denizi ile sınırı bulunmaktadır. Dedeağaç Kazası beş nahiyeden oluşmaktaydı. Bunlar Semadirek, Makri, Ferecik, Şahinler ve Doğanhisar nahiyeleridir. Ayrıca 42 köy ve 21.266 kişiden oluşmaktaydı.8 Dedeağaç’ta inşa edilen
hükümet binasının bitişiğine güzel bir bahçe yapılmıştır. Yeni yapılan bahçe
Avrupaların gözlerini o kadar çok kamaştırmıştır ki bahçeyi“Garden Miracle-Sihir Bahçesi” olarak adlandırmışlardır. 1883 yılında Dedeağaç hükümet
dairesi tamir edilmiştir. Dimetoka’daki devlet memurları yeni tamir edilen
Dedeağaç hükümet dairesine getirilmiştir. 1887 yılında Dedeağaç’a ticari ve
6
Ari Çokona, 20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşmeleri,
(İstanbul:Literatür Yayınları, 2017), 23.
7
Sacide Nur Akkaya, Sultan II. Abdülhamid Döneminde Toplumsal Hayat, (İstanbul: Kitabevi
Yayınları, 2018), 52.
8
Sami, “Dedeağaç”, 3:2.123-2.124.
105
askeri yönden katkıda sağlaması için telgrafhane inşa edilmiştir.9Bu dönemde
Dedeağaç’taki “asar-ı terakki” yani yeniden yapılan eserler Avrupa’da dahi
nadirdir.10
1884 yılında Dedeağaç’ın öneminin artmasıyla kaza olan Dedeağaç
sancak merkezi haline gelmiştir.11 Sultan II. Abdülhamid döneminde Dedeağaç sancağında 103 cami, 2 mescit, 6 hamam, 22 han, 340 değirmen, 3 un
fabrikası ve 20 Çiftlik bulunmaktaydı. Dedeağaç halkı üzüm yetiştiriciliği,
zeytincilik, koyun-keçi-sığır besiciliği, tütün yetiştiriciliği, ipek böcekçiliği
ve balıkçılık ile ilgilenmekteydiler. 1889 yılında şehirdeki güvenliği tesis etmek için bir kışla ve bir telgrafhane inşa edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid’in
emriyle 1892 yılında Dedeağaç’ın Küçük Derbent köyüne bir Bulgar kilisesi inşa edilmiştir. Dedeağaç merkezinde ikamet eden kalan Museviler için 2
sinagog inşa edilmiştir. 1894 yılında Dedeağaç’taki mahkeme binası restore
edilmiştir. Dedeağaç esnafı ve tüccarları 1887 yılında Anadolu’da meydana
gelen kuraklıktan dolayı bölgeye yardım göndermişlerdir.
1889 yılında Dedeağaç Mutasarrıflığı Dedeağaç-Makri güzergâhına
20 adet köprü inşa edilmiştir. Semail Pınar köprüsüne Hamidiye ve Kavacık köprüsüne Mecidiye adları verilmiştir. Ayrıca 12,5 km² karelik yere taş
döşenmiştir. Sultan II. Abdülhamid Miralay Bekir Nizami Beyi 1893 yılında Dedeağaç-İskeçe, İskeçe-Siroz ve Siroz-Selanik hattını teftiş etmesi için
görevlendirmiştir. 1895 yılında Dedeağaç’taki Yunanistan muavin konsolosunun Varna’daki muhbirinden Bulgar komitacıları Dedeağaç tren raylarını
havaya uçuracağı bilgisini almıştır. 1896 yılında Dedeağaç’ın merkezinde
ikamet eden Bulgarlar bir Bulgar kilisesi inşa etmiştir. Yunan muavin konsolos da bu ihbarı Osmanlı hükümetine bildirmiştir. 1898 yılına Dedeağaç’taki
Avrupalı nakliyat acenteleri deniz nakliyatında tekel oluşturmak istemişlerdir.
Fakat Osmanlı hükümeti buna engel olmuştur. Avusturyalı Lloyd(Avusturyalı
nakliyat acentesi) şirketi yaptığı yanlışta ısrar etmesi sonucu uyarılmıştır.
9
10
11
BOA,DH..MKT., 111.
Akkaya, Sultan II. Abdülhamid Dönemi,52.
Osmanlı Belgelerinde Batı Trakya, İstanbul:T.C Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü Yayınları, 2009, 20.
106
Selanik-Dedeağaç demiryolu hattının inşasıyla prestiji daha da artan Dedeağaç’a fakirleri tedavi etmek için hastane açılmıştır.12 1895 yılında
Dedeağaç’ın sancağının toplan nüfusu 70.400 civarındaydı. Nüfusun 29.431
Türk, 24.973 Rum, 15.602 Bulgar, 285 Ermeni, 48 Musevi ve 70 Katolik’ten
oluşmuştur. Dedeağaç’ın merkezi 4000 kişiden oluşmuştur.13
1.2. Dedeağaç’ta Demiryolu İnşası
1878 yılında Dedeağaç şehrinin kurulmasındaki en önemli faktörlerden birisi demiryolu hattıdır. Dedeağaç’ta liman olması demiryolu ihtiyacını
doğurmuştur. Çünkü yurt içinde ve veya yurt dışından gemilerle Dedeağaç
Limanı’na gelen ticaret ürünleri limanda tren vagonlarına yüklenerek Balkanlara, Selanik’e ve İstanbul’a nakledilmiştir. Her yıl 104 Fransız ticaret
gemisi Dedeağaç Limanı’nda demirleyerek Osmanlı Devleti’nden aldıkları
tahıl ürünlerini Fransa’ya ihraç edilmiştir. Osmanlı Hükümeti Fransa’dan
yıllık 2.312.500 frank gelir elde etmekteydi. 1878 yılında İstanbul-Dedeağaç
demiryolu hattı inşa edilmiştir. 1882 yılında Osmanlı Devleti Fransız Banker Rene Beaudou’ya Dedeağaç-Selanik, Dedeağaç-Ferecik-Sofulu-Dimetoka-Edirne-Mustafa Paşa demiryolu hattının imtiyazını vermiştir. Demiryolu
ihalesini Fransız Tafel şirketi üstlenmiştir. 1887 yılında yapımı hızlanan Dedeağaç-Selanik hattı tam olarak 1897 yılında tamamlanmıştır. Demiryolunun
inşa edilmesiyle birlikte Dedeağaç şehri uluslararası ticaret şehrine dönüşmüştür.14
1.3.Dedeağaç’ta Limanİnşası
1878 yılında Dedeağaç şehrinin kurulmasındaki en önemli faktörlerden biri Dedeağaç Limanı’nın inşa edilmesidir. 1878 yılında Fransız Şark Demiryolları şirketi Tafel Dedeağaç Limanı’nın inşaat imtiyazını almıştır. Fransız demiryolları şirketi Tafel Limanı’ yapımı için 200.000 frank harcamıştır.
12
13
14
Osmanlı Belgelerinde Batı Trakya, 310.
Demircidi, Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη, 45.
Demircidi, Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη,48.
107
1880 yılında Dedeağaç Limanı’ inşa edilmesiyle birlikte şehre bir deniz feneri
inşa edilmiştir. Deniz fenerinin inşa edilme sebebi gece vakti limana yaklaşan gemilerin deniz fenerine göre limana yanaşmasıdır. Deniz fenerinde bir
nöbetçi bulunmaktaydı. Nöbetçinin görevi limana yaklaşan gemileri Osmanlı
Hükümeti’ne bildirmekti. Çünkü Dedeağaç Limanı’na gelen gemiler düşman
veya kaçak gemiler olma ihtimali yüksekti. 1897 yılında Dedeağaç şehri akyel esmesi sonucu denizden gelen dalgalar Dedeağaç şehrine yayılarak şehir
sular altında kalmıştır. 20. yüzyıl başlarında Dedeağaç Limanı gelişmekte çok
mesafe kat etmiştir’ ki Dedeağaç Limanı’na yılda 104 Fransız ticaret gemisi
gelmekteydi.15
1902 yılında denizden gelen dalgaların şehri sular altında bırakmasından dolayı Dedeağaç Limanı’na dalgakıran inşa edilmiştir. Böylelikle Dedeağaç’ta sel felaketinin olması bertaraf edilmiştir. 1905 yılında Dedeağaç
Limanı Şark Demiryolu şirketi tarafından temizlenmiştir.16 Dedeağaç Limanı’nın öneminin artması Tekirdağ ve Enezlimanlarının prestijini azaltmıştır.
Coğrafyacı Schradere göre 1889 yılında Dedeağaç Limanı yıllık ihracatı ve
ithalatı 61.000.000 franktı. O dönemde İstanbul Limanı’nın yıllık ihracatı ve
ithalatı 45.000.000 frank ve Selanik Limanı’nın yıllık ihracatı ve ithalatı 3,6
milyon frank değerindeydi. Dedeağaç Limanı’na yılda toplam 483 ticaret gemisi gelmekteydi. Yaklaşık olarak 649.698,72 ton buğday, tahta ve meşe odunu Dedeağaç Limanı’ndaki gemilere yüklenerek Selanik, Kavala, İstanbul,
İzmir, Marsilya, Roma, Amversa, Hamburg, Londra, Varna, Kahire, Magosa,
Beyrut ve Hayfa limanlarına gönderilmekteydi.17
2. 20. Yüzyılın Başlarında Dedeağaç
1895 Dedeağaç’ın merkezine Sultan II. Abdülhamid’in emriyle inşa
edilen Dedeağaç Camii, Sultan’ın Dedeağaç’taki mührü olmuştur adeta. Yeni
yapılan cami Sultan II. Abdülhamid’in Dedeağaç şehrine armağanıdır. 1906
yılında Dedeağaç’ın merkezinde ikamet eden Rumlar için bir Rum Orto15
16
Demircidi, Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη,54.
17
Demircidi, Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη,54.
Nusret Çam, Yunanistan’daki Türk Eserleri, (Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 2000),47.
108
doks kilisesi inşa edilmiştir.18 Muhteşem bir mimariye sahip olan caminin
avlusu mevcuttur. Caminin avlusunda Osmanlı’ya yıllarca hizmet etmiş olan
Osmanlı’nın en önemli komutanlarından olan Faik Hüseyin Paşa’nın türbesi
bulunmaktadır.19
1903 yılında Bulgar komitacıları Doğu Rumeli’yi işgal ettikten sonra
Batı Trakya’ya yönelmişlerdir. Bulgarlar’ın Batı Trakya’yı işgal etmelerinin
iki sebebi vardı. Birincisi sebebi Batı Trakya’da yaşayan Bulgarları boyunduruk altında yaşamaktan kurtarmaktı. İkinci sebebi ise Batı Trakya’yı Bulgaristan topraklarına dâhil ederek Akdeniz’e ulaşmaktı. Dedeağaç bir liman
kenti olduğu için Bulgaristan için altın değeri taşımaktaydı. 1903 Mayıs’ında
Bulgar Komitacıları Dedeağaç’taki Rum Metropolitliği’ni ve Rum Konsolosluğu’nu havaya uçurmayı planlamıştı. Fakat Osmanlı Hükümeti Bulgar
komitacıları herhangi bir saldırı teşebbüsüne karşı tedbir alarak Bulgar komitacılarının planlarını suya düşürmüştür. 20
1904 yılında Yunanlı komutan Pavlos Melas’ın Bulgar komitacılara
tarafından suikasta uğramasıyla “Makedonya Mücadelesi” (1904-1908) başlamıştır. Makedonya mücadelesinin Batı Trakya’ya bir takım yansımaları
olmuştur. 1870 yılında Bulgar Eksarhlığı’nın kurulmasıyla Rum Ortodoks
Kilisesi ve Bulgar Eksarhlığı arasında meydana gelen husumet, 1903 yılında
Makedonya meselesinin başlamasıyla daha da şiddetlenmiştir. Artık “Kiliseler Meselesi” Makedonya mücadelesine dâhil edilmiştir. Bulgaristan Rum
Ortodoks Kilisesi’nin Batı Trakya’daki nüfusunu kırmak maksadıyla Bulgar
Eksarhlığı’na yardım ederek bölgede okul ve kilise açmak istiyordu. Aynı
şekilde Yunanistan Devleti de Batı Trakya’daki Bulgar nüfuzunu engellemek
için Rum Ortodoks Kilisesi’ne destek vermekteydi. Dolayısıyla Rum Ortodoks Kilisesi Batı Trakya’ya daha çok kilise ve okul açmak arzusundaydı.
18
43.
İsmail, Bıçakçı, Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri, (İstanbul:IRCICA Yayınları, 2003),
19
Millet Gazetesi, “Sultan II. Abdülhamid’in Dedeağaç’taki İzleri – I”, http://milletgazetesi.
gr/view.php?id=10810.
20
BOA, Y..PRK.KOM., 1.
109
Batı Trakya’da Bulgaristan-Yunanistan arasında bölgeye nüfuz etme çekişmesi yaşanmaktaydı. İngiliz, Fransız ve İtalyan şirketleri Dedeağaç bölgesindeki yeraltı zenginliklerini keşfetmek için bölgede detaylıca bir saha çalışması yapmışlardır. Avusturya, Fransa, İtalya, Rusya, İngiltere ve Yunanistan
Dedeağaç’a elçilik açmışlardır. Böylelikle diplomatik açıdan şehir üstlendiği
coğrafi konjonktürü itibariyle önemli bir vizyona ve misyona sahip olmaya
başlamıştır. Osmanlı sahil şehirleri arasında bir prototip şeklini alarak rol model olmaya başlamıştır.
1903 yılında Dedeağaç’taki Yunan konsolosluğu Ferid Paşa’ya telgraf çekerek Dedeağaç’ınDoğanhisar Köyü’nde Bulgar komitacıların Bulgar
köylüleri silahlandırdığını ve civar köylerdeki Bulgar komitacıları desteklediğini ihbar etmiştir.21 Aynı yıl içerisinde Kösemesçit-Çobanköy arasındaki
tren istasyonu Bulgarlar tarafından dinamitle havaya uçurulmuştur. Olayın
failleri kısa sürede yakalanarak cezalandırılmıştır. Dedeağaç’a dolaylı olarak
öğretmen ve papazlar göndermiştir. Buna paralel olarak Yunanistan bölgeye
Öğretmen ve papazlar göndermiştir. Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının
30. yıldönümünde Dedeağaç’ta çeşitli faaliyetler düzenlenmiştir. Dedeağaç
halkı Sultan II. Abdülhamid Han için dua etmişlerdir. Bunların dışında Dedeağaç’ta 4 ibtidai (İlkokul), kız rüştiyesi, içme suyu hattı ve askerler için
ahırlar için açılış merasimleri düzenlemiştir.22
1907 yılında Bulgar çeteleri,Dedeağaç’ın Ilıca Köyü’ne baskın düzenlemişlerdir. Fakat düzenledikleri baskın başarısız olmuştur. Osmanlı Hükümeti, 1908 yılında Rumların Bulgarlara aşağılayıcı tavırlarda bulunmalarını önlemek için Dedeağaç metropoliti ile görüşmüştür. Aynı yıl içerisinde
Dedeağaçlı bir Rum kadın Dedeağaç metropolitinin gönderdiği rahip ile
görüştükten sonra İslam dinini seçmiştir. 1908 yılında Osmanlı Devleti II.
Meşrutiyetin ilan edilmesiyle kendi rızasıyla birlikte Makedonya Mücadelesi
son bulmuştur. Ertesi yıl yani 1909 yılında Sultan II. Abdülhamid’in tahtan
indirilmesiyle birlikte Dedeağaç’ın gelişimi de durmuştur.
21
22
110
BOA, Y.A..HUS., 95.
Osmanlı Belgelerinde Batı Trakya, 362.
Sonuç
Dedeağaç 19. yüzyılda köyden şehre dönüşerek adeta bir çağ atlamıştır. 19. yüzyılın başlarında basit bir balıkçı köyünden ibaret olan Dedeağaç,
yeniçağın başlarında(20.yüzyıl) hızlıca gelişme kaydetmiştir. Dedeağaç’ın
gelişmesinde iki önemli faktör öncelikli rol oynamıştır. Bu faktörlerden biri
demiryolu inşası, diğeri ise liman inşası olmuştur. Yeni devlet dairelerinin
yapımı Osmanlı Devleti’nin hem kendi tebaasına, hem de diğer devletlere
karşı kudretini kanıtlamasıyla bağlantılıdır. Osmanlı hükümeti Dedeağaç’ın
gelişmesine önem vermesinin en mühim sebebi, İstanbul-Selanik hattı üzerinde stratejik bir noktada bulunması ve bu güzergâhın güvence altına alınarak Batı’dan gelecek her tür hamleye mahal vermemesidir. Dedeağaç şehri
modern bir şehir statüsü kazanmasıyla beraber, Avrupa Devletleri nezdinde
prestijini arttırmıştır.
Sultan II. Abdülhamid Han Dedeağaç’a bir liman ve dalgakıran inşa
etmesiyle Dedeağaç’ı ticaret merkezine dönüştürerek, Akdeniz’in önemli bir
şehri, aynı zamanda limanı olmasına vesile olmuştur. Şehre tren yolu ve istasyonu inşa ederek de Dedeağaç’ın ticari konumunu güçlendirmiştir. Şayet
Sultan II. Abdülhamid Han Dedeağaç’a bu yatırımları yapmasaydı Dedeağaç
belki de bir balıkçı köyünden ibaret kalacaktı. Bunlarla yetinmeyip şehre bir
cami ve bir de okul inşa etmiştir.
1904 yılında “Makedonya Meselesinin” başlamasıyla birlikte Dedeağaç halkı huzursuz olmuştur. Çünkü Dedeağaç şehrinde Rumlar ve Bulgarlar
beraber iç içe yaşadıkları için Makedonya mücadelesinin başlamasıyla birlikte Bulgarlar ve Rumlar birbirlerinin azılı düşmanları haline gelmişlerdir.
Osmanlı Hükümeti, Rumları ve Bulgarları barıştırmak için epeyce çaba sarf
etmiştir. Osmanlı Devleti’nin gösterdiği hassasiyetten dolayı, Dedeağaç merkezinde ve köylerinde Rumlar ve Bulgarlar arasında kanlı çatışmaların yaşanılması engellenmiştir. Dedeağaç LimanıOsmanlı Devleti’nin en önemli
liman kentlerinden biri haline gelmiştir. Zira Dedeağaç Osmanlı Devleti’nin
diğer liman kentlerine nazaran daha gelişmiş durumdaydı. Avrupalı ve Balkan devletlerinin nezdinde, Dedeağaç Limanı Balkanların Akdeniz’e açılan
“üçüncü kapısı” olarak görülmekteydi.
111
Kaynakça
Akkaya, Sacide Nur. Sultan II. Abdülhamid Döneminde Toplumsal Hayat,
İstanbul:Kitabevi Yayınları,2018.
Anexitilo.“Παλιές Φωτογραφίες Της Αλεξανδρούπολης”. Erişim: 20 Eylül
2018, https://www.anexitilo.net/2015/08/blog-post_11.html.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye, Mektubi Kalemi(DH..
MKT),111.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi(BOA),Yıldız, Askeri Maruza(Y..PRK.ASK),
114.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Yıldız, Hususi Maruzat(Y.A..HUS), 95.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi(BOA), Yıldız, Komizyonlar Maruzatı(Y..PRK.
KOM), 1.
Bıçakçı, İsmail, Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri, İstanbul:IRCICA Yayınları, 2003.
Çam, Nusret.Yunanistan’daki Türk Eserleri, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000.
Çokona, Ari.20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşmeleri, İstanbul:Literatür Yayınları,2017.
Demircidi, Maria. Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη- Η Ιστορία Της
Πόλης Από Το 1860 Εως Το 1920, Yüksek Lisans Tezi, Aristoteles Üniversitesi, Selanik, 2009.
E-evros.“DedeağaçCamisi”. Erişim: 20 Eylül 2018, http://www.e-evros.gr/tr/
pages/20400/dedeagac-camisi.
Millet Gazetesi.“Sultan II. Abdülhamid’in Dedeağaç’taki İzleri-I”. http://milletgazetesi.gr/view.php?id=10810.
Nistazapoulou-Pelekidou, Οι Βαλκανικοί
Θεσαλονίκη:Εκδόσεις Βάνιας, 2000.
112
Λαοί
(Balkan
Halkları),
Osmanlı Belgelerinde Batı Trakya, İstanbul:T.C Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü Yayınları, 2009.
Sami,Şemseddin,“Dedeağaç” Kamusül-Alam Ansiklopedisi.Cilt III. İstanbul: 1306/1887.
EKLER
Resim 1
1878 yılında Dedeağaç’ın bir balıkçı Köyünden bir şehre dönüşmesi.23
23
Demircidi, Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη- Η Ιστορία Της Πόλης Από Το 1860
Εως Το 1920, 138.
113
Resim 2
20. Yüzyıl Başlarında Dedeağaç Limanı.24
24
Demircidi, Από Το Δεδέαγατς Στην Αλεξανδρούπολη- Η Ιστορία Της Πόλης Από Το 1860
Εως Το 1920, 143.
114
Resim 3
Dedeağaç Deniz Feneri 1880 yılında inşa edilmiştir.25
25
Anexitilo, “Παλιές Φωτογραφίες Της Αλεξανδρούπολης”, Erişim: 20 Eylül 2018, https://
www.anexitilo.net/2015/08/blog-post_11.html.
115
Resim 4
Dedeağaç Camii 1895 yılında İnşa edilmiştir.26
26
E-evros, “Dedeağaç Camisi”. Erişim: 20 Eylül 2018, http://www.e-evros.gr/tr/pages/20400/
dedeagac-camisi.
116
Resim 5
Dedeağaç Camii’nin Tamirat Kitabesi.27
27
E-evros, “DedeağaçCamisi”, Erişim: 20 Eylül 2018, http://www.e-evros.gr/tr/pages/20400/
dedeagac-camisi.
117
Resim 6
Faik Hüseyin Paşa’nın Türbesi.28
28
E-evros, “DedeağaçCamisi”, Erişim: 20 Eylül 2018, http://www.e-evros.gr/tr/pages/20400/
dedeagac-camisi.
118
17. YÜZYIL ŞAİRLERİNDEN TULÛ‘Î VE RAHŞİYYE’Sİ
Ozaj Suliman1∗
Makale Geliş Tarihi: 18 Mayıs 2018
Makale Kabul Tarihi: 3 Ekim 2018
Özet
Bu makalede 17. yüzyıl şairlerinden Tulû‘î’nin hayatı, eserleri ve özelde
Rahşiyye isimli eseri değerlendirilecektir. Tulû‘î’nin 17. yüzyılda kaleme
aldığıRahşiyye İstanbul Köprülü Kütüphanesi Türkçe Yazmalar bölümünde 362/35 numarayla “Kasâid-i Nef’î ve Tulû‘î ve Âli” adı ile kayıtlıdır.
Eser 138 beyit olup kaside nazım şekliyle telif edilmiştir. Aruz ölçüsünün
“fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Uzun Arapça ve Farsça terkiplerle örülü eserde 17. yüzyılın önemli akımlarından Sebk-i
Hindî’nin etkisi görülmektedir. Şair, Rahşiyye’de adından da anlaşıldığı gibi
17. yüzyıl padişahlarından IV. Murad’ın atlarını meth etmektedir. Çalışmada
ayrıca Rahşiyye’nin çevriyazım metni araştırmacıların istifadesine sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: 17. Yüzyıl, Tulû‘î, Kaside, Rahşiyye, IV. Murad
TULUI AS A SEVENTEENTH CENTURY
POET AND HIS RAKHSHIYA
Abstract
This article investigates the life and works of Tului who is one of seventeenth
century poets.It especially focuses on his work named Rakhshiya which is
registered under the title of “Kasâid-i Nafaî and Tulû‘î and Âli” in Turkish manuscript part of Istanbul Köprülü Library. Its registration number is
362/35. The work is comprisedof 138 verses which authored in qasidah and
the aruz prosody form as failatun / failatun / failatun / failun. The authorwho used long Arabic and Persian phrases in his work Rakhshiya has been
influenced by one of seventeenth century movement named Sebk-i Hindi.
1
∗
Dr. Öğr. Üyesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, ozaysuleyman@
hotmail.com.
119
The poet in his work Rakhshiya which it can be understood from its name
eulogized the horses of Murad IV. Here it is presented the transcription text
of Rakhshiya to the researchers.
Key Words: 17 century, Tului, Qasidah, Rakhshiya, Murad IV.
1. Tulû’î’nin Hayatı
Rahşiyye’nin müellifi olan Tulûèî’nin hayatı hakkında, şuara tezkirelerinde yaptığımız incelemelerde herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Fakat aynı
mahlası kullanan Kalkandelenli İbrahim Tulû’î hakkında şuara tezkirelerinde
özet bilgiler bulunmaktadır. Buna göre Kalkandelenli İbrahim Tulû’î 16. Yüzyılda, III. Murad döneminde, bugün Makedonya sınırları içinde bulunan Tetovo(Kalkandelen) şehrinde yaşamış, daha sonra Arnavutluk’a tayin edilmiş ve
burada suda boğularak vefat etmiştir.2 Rahşiyye’nin müellifi olanTulû’î’nin
hayatı hakkında ise bir başka eseri olan Paşa-nâme’den çıkarımlarımızla yetinmek durumundayız. Paşa-nâme’den hareketle Tulû’î’nin 17. Yüzyılda, IV.
Murad döneminde, İstanbul’da saraya yakın bir hayat yaşadığını anlıyoruz.
Şairin Paşa-nâme isimli eserinden aldığımız aşağıdaki beyitlerden hareketle,
dönemin padişah’ı IV. Murad’ın Tulû’î’ye hil’at giydirdiği ve şairin dönemin
vezirlerinden Kenan Paşa ile görüşüp Paşa-nâme isimli mesnevîyi kaleme
alma hususunda ondan telkin aldığı anlaşılmaktadır.
Şairin Sultan IV. Murad’dan hil’at giydiğini ve Onun iltifatına mazhar
olduğunu gösteren beyitler şunlardır:
2
Kalkandelenli İbrahim Tulû’î hk. bilgi için bkz. Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-şu’arâ: İnceleme-Metin, (haz. Filiz Kılıç), (İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü,2010), 2: 652; Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şu’arâ, (haz. İbrahim Kutluk), (Ankara: Türk Tarih Kurumu, Yayınları, 1989),
2: 585-86; Riyâzî, Riyâzu’ş-şu’arâ, Süleymaniye Ktp. Lala İsmail 314, 89a; Şemseddin Sâmî, Kâmûsu’l-A’lâm, (İstanbul: 1311), 4: 3017; Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî Yahud Tezkire-i Meşâhîr-i Osmâniyye, (haz. Mustafa Keskin, Ayhan Öztürk, Hamdi Savaş, Havva Kurt), (İstanbul: Sebil Yayınları,
1996), 3: 288; Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, Divân Şairlerinin Muhtasar Biyografileri, Bizim
(haz. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı), (Ankara, Büro Yayınları, 2001), 2: 593; Mehmet Tahir Efendi,
Osmanlı Müellifleri, (İstanbul: Meral Yayınları, 1972),2: 413, 419.
120
yazma
(86)
Medhinde didim Hazret-i Hünkâr’a kasâid
TahtındaVelî gördüm anıñ nice fevâid
(87)
İhsân ile lutf eyledi bir hilat-i fâhir
Bir şâire olmadı bu ihsân-ı nevâdir
(88)
El-minnetü lillâh ki olup mâdih-i hünkâr
Evsâf-ı cemilinde olup nâzım-ı dûr-bâr
(89)
Eşâr-ı revân-bahş ile kıldım nice inşa
Eltâf-ı şehenşâhı beni eyledi ihyâ
Şairin Kenan Paşa ile görüştüğü ve Kenan Paşa’nın eseri
hususunda şairi teşvik ettiğine dair beyitler şunlardır:
(117) Bu sözleri gûş eylicek Hazret-i Paşa
[...]3 didi nazım ile eyle bunı inşâ
(118) Ben dahi o gün destime aldım […] hâme
[...] ile safha-i safha-i âlemde bu nâme
(119) [Emr itdi]4 adl nâme-i paşa kodum anın
Eğlenceleri ola cihanda nudemânın
(120) Gûş eylediler adlini paşa-yı kerimin
İbretle nazar olına ahvâligarimin
Yukarıda vermiş olduğumuz beyitlerden hareketle Tulû’î’nin XVII.
yüzyılda IV. Murad döneminde yaşadığı anlaşılmaktadır.
3
Yoğun nemlenmeden dolayı mürekkep akması sonucu okunamayan yerleri köşeli parantez
içine aldık (Yazarın notu).
4
Metin tamiri yapılan kelimeleri köşeli parantez içine aldık (Yazarın notu).
121
2. Tulû’î’nin Eserleri
Yaptığımız araştırmada Tulû’î’nin üç eserine ulaştık. Bunlar; Paşa-nâme, Rahşiyye ve Pesendîde-nâme adlı eserlerdir. Şimdi sırasıyla bunları
görelim.
2.1. Paşa-nâme
Tarafımızdan doktora tezi olarak çalışılan eser, İngiltere Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Bölümü’nde “Sloane 3584” numara ile kayıtlıdır.
Araştırmalarımız sonucunda eserin başka nüshasına ulaşamadık. Eser H.
1040 / M. 1630 tarihinde istinsah edilmiştir.5
2179 beyitten oluşan eser, nestalik hatla kaleme alınmış, her sayfa 15
satır olarak istif edilmiş ve 79 varakla telif edilmiştir. Eserde ayrıca 5 adet
minyatür bulunmaktadır. Eser aruz ölçüsünün Hezec bahrinin “mef’ûlü /
mefâ’îlü / mefâ’îlü / fa’ûlün” kalıbı ile telif edilmiştir.
Eser IV. Murad’ın vezirlerinden Kenan Paşa’nın Rumeli ve Karadeniz
coğrafyasında devlet düzenini bozan, halka zulmeden eşkıya ile yaptığı mücadeleleri konu edinir.
Paşa-nâme’nin ilk ve son beyitleri şunlardır:
(1)
Hamd idelüm Allâh’a ki âgâz-ı sühandır
Hamd eylemek ehl-i süḫana resm-i kühendir
(2179) Dâyim ola devletle sa’âdetle mükerrem
Düşmenleri mekhûr ola ahbâbı müsellem
2.2. Rahşiyye
Makalemizin konusu olan Rahşiyye İstanbul Köprülü Kütüphanesi
Türkçe Yazmalar bölümünde 362/35 numarayla“Kasâid-i Nef’î ve Tulûî ve
Âli” adı ile kayıtlıdır.6
5
Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı,“yazmalar.gov.tr, Erişim: 24 Ekim 2018,http://www.
yazmalar.gov.tr/eser/pasa-name/91987
6
Tulû’î, Rahşiyye,İstanbul Köprülü Kütüphanesi Türkçe Yazmaları bölümünde 362/35,
Varak numarası, 96b-99b.
122
Tulûèî’nin Rahşiyyesi 96b-99b varakları arasındaki sayfaların kenarlarına yazılmıştır. Tulû’î’ye ait olan Rahşiyye “Kaside-i Tulû’î Der-Vasfı Esbân-ı Şâh-ı Cihan Sultan Murad Han” başlığını taşımaktadır. Bu eser adından
da anlaşıldığı gibi IV. Murad’ın atlarını methetmek için kaleme alınmıştır.
Kaside 138 beyitten müteşekkildir. Aruz ölçüsünün “feilâtün / feilâtün / feilâtün / feilün” kalıbı ile telif edilmiştir.
Rahşiyye’nin ilk ve son beyitleri şunlardır:
(1)
Gel ey kilk-i güher-pâş-ı cevâhir-isâr
Dürer-i medh-i şehen-şâhı döküp eyle nisâr
(138) Germ ü serd ile felek eylemesün âzürde
‘Iyd-ı nev-rûz ola eyyâm-ı zemistânı hezâr
2.3. Pesendîde-nâme
Tulû’î’nin bir diğer eseri olan Pesendîde-nâme, Fransa Milli
Kütüphanesi Türkçe Yazmalar bölümünde “Renaudot / Saint Germain-despres, 611” numara ile kayıtlıdır. Eser IV. Murad’ın Bağdat seferi hakkında
telif edilmiştir. H. 1048 / M. 1638 yılında kaleme alınan eser H. 1050 / M.
1648 tarihinde istinsah edilmiştir. 16 varaktan oluşan eserde nestalik hat tercih edilmiştir.7
IV. Murad’ın Bağdat seferini anlatan bu eser 89 beyit olup kaside nazım şekli ile kaleme alınmıştır. Aruz ölçüsünün “fâilâtün / fâilatün / fâilâtün
/ fâilün” kalıbı ile telif edilen kaside uzun Arapça ve Farsça terkiplerle örülüdür. Manayı zorlayan alışılmamış bağdaştırmalarla Sebk-i Hindî üslübuyla
kaleme alınan kaside çarpıcı ve dikkat çekici bir anlatıma sahiptir. Bağdat
seferini bir şairin kaleminden okumak isteyen araştırmacılar için mühim bir
eserdir. Kaside hakkında bir makale yayımlanmıştır.8
7
, Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı “yazmalar.gov.tr”,Erişim: 24 Ekim 2018, http://www.
yazmalar.gov.tr/detay_goster.php?k=125373
8
IV. Murad’ın Bağdat seferi hakkında yazılmış Bir Kaside: “Tulû’î’nin Pesendîde-nâmesi”, Özer Şenödeyici, Halil Sercan Koşik, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2/1 (Haziran
2014), 133-150.
123
Pesendîde-nâme’nin ilk ve son beyitleri şunlardır:
(1)
Müjde kim sâhib-kırân-ı şark u garb u ins ü cân
Gâlib-i düşmen olup a’dâya virdi kesr-i şân
(89)
Hak Te’âlâ devlet ü ‘ömrinfirâvân eyleye
Bed-sikâl-i câhı olsun hâr u zâr u nâ-tüvân 9
3. Tulûèî’nin Edebî Kişiliği
Çalışmamızın konusu olan Rahşiyye’nin müellifi Tulûèî’nin edebî
kişiliğini eserleri Paşa-nâme, Rahşiyye ve Pesendîde-nâme’den hareketle
öğrenmekteyiz.Mezkûr eserlerden hareketle şairin divan şiiri geleneğine hâkim olduğu görülmektedir. Tulû’i’nin özellikle kaside ve mesnevî nazım şekline yatkın olduğu bu türde kaleme aldığı eserlerinden anlaşılmaktadır.
Rahşiyye’nin müellifi Tulû’î’nin Arapça ve Farsça’ya vâkıf bir şair
olduğu görülmektedir. Bu çalışmanın konusu olan Rahşiyyede de şair pek çok
Arapça ve Farsça kelime tercih etmiştir. Şairin eserleri incelendiğinde içinde
yaşadığı yüzyılın akımı Sebk-i Hindî10’den etkilendiği görülmektedir.
3.1. Kasidenin Tahlili
Şiirin başlığı “Kasîde-i Tulû’î der vasf-ı Esbân-ı Şah-ı Cihân Sultan
Murâd Han”dır. Şiir rahşiyye türünde kaleme alınmıştır.
Tulûèî’nin Rahşiyyesi 138 beyitten oluşan bir kasidedir. Tulû’î şiirini
biraz uzunca yazmış bilinen kaside beyit sayısının üzerine çıkmıştır. Bu durum şairin mesnevî nazım şekline yatkınlığını ve methiyedeki ustalığını yansıtmaktadır.
Şiirde ahenk bütünlüğü aruz ölçüsünün fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün /
fâilün kalıbı ile sağlanmıştır. Şiirde redif kullanılmamış beyitler arasındaki
âhenk bağı kafiye ile sağlanmıştır.Şiirde –âr sesleri kafiye olarak tercih edilmiştir. Şair şiirin uzunluğundan kaynaklanan yeknesaklığı kırmak için kafiye
değişikliğine gitmiş şiirin sonuna doğru bazı beyitlerde –ât seslerini kafiye
olarak kullanmıştır.
9
10
124
Şenödeyici, Koşik, a.g.m., s. 133-150.
İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, 9. B.,
(İstanbul, L&M, Yayıncılık), 406.
Tulû’î’nin Rahşiyyesi döneminin edebî akımlarından oldukça etkilenmiştir. 17. yüzyılda etkili olan Sebk-i Hindî uslûbu Tulû’î’de kendini güçlü bir
şekilde hissettirmektedir. Şiir Arapça, Farsça kelimelerin çokluğu, anlaşılırlığı zorlaştıran uzun terkipler, imgeler,mecazlarve alışılmamış bağdaştırmalar
ile Sebk-i Hindî uslubunun pek çok özelliğini yansıtmaktadır.Kasidesanatkârane bir uslup ile yazılmış teşbih, istiare, telmih, tenasüp, mübalağa gibi söz
sanatları ile tezyin edilmiştir. Şiir incelendiğinde Türkçe kelimelerin oranının
oldukça düşük olduğu görülecektir. Fiiller ve bazı edatlar dışında hemen hemen bütün kelimeler Arapça veya Farsçadır.
Sonuç
Rahşiyye’nin müellifi Tulû‘î’nin hayatı hakkında şuara tezkirelerinde
ve biyografik kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Şairin 17. yüzyıl şairi olduğunu eserlerinden yaptığımız çıkarımlarla anlıyoruz.
Şair Tulû‘î’nin eserleri incelendiğinde 17. yüzyılın edebî geleneğine
vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. Tulû‘î’nin özellikle IV. Murad’ın atlarını övmek için kaleme aldığı Rahşiyye isimli eserinde, Sebk-i Hindî akımına vâkıf
olduğu Arapça ve Farsça terkipleri sıkça kullandığı görülmektedir.
Şairin diğer eserleri Paşa-nâme ve Pesendîde-nâme incelendiğinde
Tulû‘î’nin 17. yüzyılın edebî geleneğine vâkıf olduğunu ve şiir zevkinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır.
Bu çalışma ile Tulû’î’nin daha önce üzerinde çalışma yapılmamış
Rahşiyye’si araştırmacıların istifadesine sunulmuştur.
125
Kaynaklar
Çelebi, Kınalızâde Hasan, Tezkiretü’ş-şu’arâ. (haz. İbrahim Kutluk), Ankara:
Türk Tarih Kurumu, Yayınları, 1989.
Kalkandelenli İbrahim Tulû’î hk. bilgi için bkz. Âşık Çelebi,
Meşâ’irü’ş-şu’arâ: İnceleme-Metin. (haz. Filiz Kılıç), İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 2010.
Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, C. II, İstanbul: Meral Yayınları,
1972.
Pala, İskender, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü.İstanbul:L&M, Yayıncılık,
406.
Riyâzî, Riyâzu’ş-şu’arâ, Süleymaniye Ktp. Lala İsmail.
Sâmî, Şemseddin, Kâmûsu’l-A’lâm, İstanbul: C. IV, 1311.
Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Ahmed Paşa Bölümü, Demirbaş No: 00362030.
Süreyya, Mehmed, Sicill-i Osmânî Yahud Tezkire-i Meşâhîr-i Osmâniyye, (haz. Mustafa Keskin, Ayhan Öztürk, Hamdi Savaş, Havva Kurt),
İstanbul:C. III, Sebil Yayınları, 1996.
Şenödeyici, Özer, Koşik, Halil Sercan, “IV. Murad’ın Bağdat seferi hakkında
yazılmış
Bir Kaside: Tulû’î’nin Pesendîde-nâmesi”, Akademik
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2/1(Haziran 2014):133-150.
Tulû’î, Rahşiyye, İstanbul Köprülü Kütüphanesi Koleksiyonu, Kayıt Numarası: 362/35, Varak Numarası: 96b-99b, Süleymaniye Kütüphanesi
Tuman, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî, Divân Şairlerinin Muhtasar Biyografileri, Bizim (haz. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı), Ankara: C. II, Büro
Yayınları, 2001.
126
İnternet Kaynakları
Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, “yazmalar.gov.tr” Erişim: 24. Ekim 2018.
http://www.yazmalar.gov.tr/eser/pasa-name/91987
Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, “yazmalar.gov.tr” Erişim: 24 Ekim 2018.
http://www.yazmalar.gov.tr/detay_goster.php?k=125373
Ek :
Rahşiyye’nin Çevriyazısı
1.
Gele ey kilk-i güher-pâş-ı cevâhir-isâr
Dürer-i medh-i şehen-şâhı döküp eyle nisâr
2.
Rişte-i nazma getür lülü-yı mensûr […]
Pây-ı sultân-ı cihan-bâna olup gevher-bâr
3.
TÀ ki evrâd-ı zebânıñ ola hersubh u mesâ
Medh-i esbân-ı Hudâvend-i hümâyûn-etvâr
4.
Ki dimiş bir kulına eyleyüp ihsân-ı amim
Nazma esbân-ı havâsım getürüp eyle katar
5.
İltifât-ı şeh-i Cem-câh ile mezun olıcak
Bir kaside dimiş amma ki serâpâ düşvâr
127
6.
Pilten-i esb-i sebükrûhsemender-tıynet
Cibillidür lügat ammâki peri gibi uçar
7.
Atsalar tir iremez gerdine hengâm-ı şitâb
Nizezerk etseler cibillidür aña kâr
8.
Bâda nisbetle sebükter görinür cismiveli
Cebel-i Kâf’akadem bassavirir zahmet-i bâr
9.
Yetemez eşheb hâbile hayâl-i insân
İki edhemki odur merdüm-i çeşme bidâr
10.
Atsa zerrin cirid pâdişah dırahşı olur
Kevkeb-izü-zeneb ü mihr-i sipihr reh-vâr
11.
Demi ardınca gulâmân saâdet rahşın
Her biri câme-i zerrin ile nice seyyâr
12.
Hükm ederler ki güneş eyledi tahvìl-i esed
Binse arslan tursın şâh-ı celilü’l-mikdâr
13.
Seherìazm-i cered etse nola mihri cihân
Olur elbette tuluitdügi dem saşa-bâr
128
14.
Ol ki zerrìn ceredyine gubâr içre olur
Necm-i sâkıb gibikim ola dırahşân şeb-i târ
15.
Subh-dem eylese şâm alacası şehle zuhûr
Olşafakdır şeh-i âlemaña mihr-i nevvâr
16.
Eyle çâbük kireha itse eger rakibinin
Eşk-iGülgünsaçılurdidelerinden cuy-bâr
17.
Sürsedağlardelisin kuha cered zerk-i ümit
Kürre-ihâki geçüp itmeye mâhın karâr
18.
İtse irhâyı inân râyeti ol dìde görür
Çarh urur kuy-ı zemìn niteki çarh-ı devvâr
19.
Top idüp cismini per-tâb idicek[…]
Kuyı galtân gibi kim ola serâpa hem-vâr
20.
Tünd rahş der-kâbüzre tüb atsa cered
Sad-i Vakkâsokunun sırrını eyle izhâr
129
21.
Nice medh eyleyeyin Hazret-i Paşa torısın
Yel-i zeyn-püşser-â-ser ki ser-â-pâ zerkâr
22.
Mûyı oldeñlü mülâyim ki harìr u muhmel
Aña nisbetle huşunetde hemânbister-i hâr
23.
Dagıdubkâkül-i müşkìnini isterse edeb
Eylemez cânib-iözür [...] zâr
24.
Nedir ol gamze-i dilkeş müje-i tìr-endâz
Ol nişanla komaz […]
25.
Bül-aceb dilber-i esmerdir o keyfiyyet ile
Gâh mestâne ider âşıkı gâh huşyâr
26.
Zìb u zìnetle ya hod ola arus-ı keş-mìr
Gösterür raht-ı murassaanı pür nakş u nigâr
27.
Bârekellâh zihì rahş-ı hümâyün ki aña
Mihr-i feyyâż ata zıll-iHudâ ola süvâr
28.
Pâdişah-ı felek-evrengmelâik-avân
Han Murâd-ı zafer-encâm ü saadet ensâr
130
29.
Yek ütâzitdügi dem uran ejder-timsâl
Bâd-pâdır ki ola nakl-i feşânında şerâr
30.
Tayy-ı arż itmede mâhir o kadar kim guyâ
Sitem-i hâr eşkini tûl-i zemìne tûmâr
31.
Şeyb-ı pâlâd beraber nitekim seyr-i burâk
Deşt ü vâdìdesaña [denk] düldülreftâr
32.
Berg-i güldür kim olup bâd ile mercân perrân
Gehì tâvus-ı cinân ü gehì kebkeb-i kühsâr
33.
[Cilve-ger] olsa eger kâse-i tanbûr üzre
[…] tagyìr virüp bir zemìne âheng evtâr
34.
[...] o kadar peyker kûhuyla ki ger
[...] emvâcı şikest itmeye peybend-i katâr
35.
[…] meselâ kapu agası torısı
[…] ki hejìriñ koparır kellesini olsa dü-çâr
131
36.
[…] dìv-nejâd olsa ‘aceb mi ki çeker
Bir dilâver ki ola Hamza’dan artık sad-bâr
37.
[…] şâm kadar eşheb subha’yâd
Yidemez ablak-ı tünd ile aña leyl ü nehâr
38.
[...] tìr-i każa ki idüp per-tâbı
Yetişür saydınaankadır olursa tayyâr
39.
[Germ] ile itse şitâb ayagı altında zemìn
Bahr-i sìm-âb gibi zelzeleden eyne firâr
40.
[...] idüp nerm ileâheste hıram itse eger
Pây-ı […] nı anıñ itmeye tahrìk-i gubÀr
41.
[…] oglı toğrusuda ne çekermiş göresin
Şehsüvâr oldugı esnâdaidince ılgar
42.
Berr u bahraña tayanmaz yetişür […]
[…]
43.
[…]nıñ vaãfın idenler rûşen […]
Kim hafidir dahi alan bu deñlü esrâr
132
44.
[çüst ü çâbük] o kadar kim meselâ çekmez elem
Tayy-ı ‘arż etmeye ger olsa cihân [neşr-i zâr]
45.
[Tek ü tâz] itmedeteng eyler iken […]
Girse […] idervüsatle yinemedâr
46.
Dil-nüvaz sıfat-ı reşk ü sabâdır
İhtizâz itse olur gayret-i bâd-ı gülzâr
47.
Dil-nüvâz olsa nolaâşık-ı dildâyeye kim
Ref’ider hâtırıâşıkda komaz gussa-yâr
48.
Nedir ol perçem-i dem sanki [kattâs] […]
Nedir ol çeşm-i siyeh âhû-yı ter-i tatar
49.
[O celâlì] […] itse celâliyle şitâb
Anı żabt eyleyemez kimse kemer kim Hünkâr
50.
Şüphe-i ra’d ile pertâb idicek sâikadır
Kim anıñ pâyinehem-pâ olamaz ‘unsur-u çâr
133
51.
Cibil-i torı ile […] ‘azm idicek meydâna
sañki sìmurga binüp rezme gelür sâmsüvâr
52.
Ol mesìhâyıhayâlim ki müdâm-ı endìşem
Seyri pür evc-i semâvât ü hazìz-i aktar
53.
Ol kelìmim ki kelâmım kelìmât-ı mevzûn
Yed-i Beyżâyı żamìrinde‘asâ hâme-i mâr
54.
Ben hìç ‘aybına bir kimseniñ olmam nâzır
Benim ol kuvvet-i kudsiyye-i ism-i settâr
55.
Mantıku’t-tayr-ı ma’rif ki benim ‘asrımda
Beytimiñ her birisi külbe-i hulk-ı‘attâr
56.
Tab’-ı pür-feyżime her lahza hücûm-ıma’nâ
Sanasın ebr-i girânbâr u nüzûl-iemtâr
57.
İdeli mülk-i me’âniyi musahhar oldu
Kuvvet-i nutkuma huddâm-ısuhanhidmetkâr
58.
Açsa şeh-bâz-ı hayâlim per-i endìşe olur
Murg-ı ma’nâyı şikâr itmege hâmem minkâr
134
59.
Mihr-i lütfuñ baña da zerre kadar feyż itse
Gün gibi ‘âleme eş’ârım iderdim iş’âr
60.
Hükmüñe nazm-ı le’âli-i der-i mensûrı
Deler elmas sebük-dest-i hayâlim şeb-târ
61.
Bu kadar güfte-i nâ-süfte dürr-i manzûmı
Kâlib-i nesre de ifrâğ idebilmez inşâr
62.
Mecma’-ül-bahr-i cevâhir sadef-i i’rfânım
Ğayrıñ eş’ârı benim şi’rime nisbet enhâr
63.
Şu’arâdan söz alup mahrem-i eş’âr itmem
Tab’ımıñ zâdeleri cümle benât-ı ebkâr
64.
Müteşâ’ir şu’ar’ menzilini kat’ idemez
Esb-i tâzìye beraber mi olur lâşe himâr
65.
Böyle mi eyler idim medhiñi ‘âlemde eger
Semi’ ‘ikbâl-i hümâyûñuna irse güftâr
135
66.
Gûşvâr eyler idim kûş-ı kabûl-i‘arşa
Dürer-i medhiñi kim her biri dürr-işehvâr
67.
Tûti-inâdire-sencim beni redd itme ki ben
Şâh-i tecrìd-i ümìd üzre kalambûtìmâr
68.
Hizmet-i bâb-ı hümâyûn ile mümtâz oldum
Ki teberdâr idim evveldeğil idim bì-kâr
69.
Soñradan seyr ü seyâhat baña gâlib oldı
Ki varup ka’beye sürdümhurrem […]
70.
Sürüldüm rûm u ‘acem mülküne tahsìle varup
Hâtıra gelmedihiç‘ilmi taleb […]
71.
Baña lütf it ki seyahatle cihandìde benim
Seyr idüp dehri dolaşdum komadım şehr ü diyâr
72.
Pây-ı himmetle gezüp turfe-i ‘acâyib urdum
Arab u rÿm u èacem Özbek ü hind ü farfar
73.
Zer-i hâlis ki kelâmımdır anı ‘arż iderin
Tab’-ı nakkâd şeh-i ‘âdil olursa mi’yâr
136
74.
Nice şeh eyledi eltâf-ı firâvân-ı ‘azìz
Cins-i ‘irfân ki düşüp zillete olmuş idi hı’vâr
75.
Mâh-ı hurşìd-eser çarh-ı bülend-devlet
Neyyir-i saltanat-efrûz-ımünevver-dìdâr
76.
[…] ile çıkup gün gibi devrân itse
Yeke tâz olsa kovuphalka kemiyyet ferrâr
77.
Kendüsi mihr-i felek rahşı şu’â’ı nìze
Halka-i encümü bir bir düşürür nìze güzâr
78.
Dest-i çâlâk o kadar kim meselâ nìze-i[…]
Geçirür okgibi ger halka olursa sûfâr
79.
Gözini yumsa nişân eylese igne diken
Ser-i nìze geçer ondan nitekim zerrin târ
80.
[…] halka-i dilnìzesine
[…] pür eyler tenini zerd ü nizâr
137
81.
[…] zâhir olup eylese âheng-i cirid
Vüzerâ gösteremez kendilerin encüm-dâr
82.
[…] Àdem nice tâkat getürür
Nerm ile ursa olur kühl-i sıfâhan ahcâr
83.
[…] merdâne ciridöyle deler cevşini kim
Şâh-ı merdânla san hâke kakıldı mismâr
84.
[…] çıksa cirid seyrine sultân-ı cihân
Halk-ı ‘âlem yığılup cümle tolar bâm u kenâr
85.
[...] ki vere nûr ile dünyâya server
[…] raks itmege kâdir oldı nâçâr
86.
[…] görmek elemi olmasa vardır lâbüdd
Pâdişâh ile cirid oynamağa meyl-i kibâr
87.
[…] gül güzel ammâ nidelüm ‘âlemde
Hâtıra hâr-ı cefâ virmese her giz âzâr
88.
[…] seyr o kadartevsencâhı kim anıñ
Ola mı seyrisa’yi kemiyyet efkâr
138
89.
[…] dìde cennet-keş olurdı dâim
Pâre-i himmeti olsaydı eger kâm-ı şumâr
90.
[…] şemşìr cihangìr-i idi pereste
Bebri sahrâda vü deryâda […] bìmâr
91.
[…] sìrâb olana nâr-ı cahìm
Ede tağyìr-i tabi’at ola bâğ-ı gülnâr
92.
[…] sûzân oluna [...]
Ola hâşiyyet ile şu’le-i fevvâre-i nâr
93.
Devr-i ‘adlinde sitem kimseye itmez kimse
Dil-i ‘uşşâka kemerçeşm-i dildâr
94.
Basamaz taşra kadem dâire-i emrinden
Kasr eder dest-i tecâvüz felek-i nâ-hencâr
95.
Serverâ pâdişehâ mihr-i kevâkib sìmâ
Ey hümâyûn-ı halef dûde-i[…]vakâr
139
96.
Tûtì-i nâtıka medhiñle olurdı gûyâ
Gitse ‘âyine-i sad-pâre-i dilden işkâr
97.
Benim ol ‘ârif-i kudsì nefes-i rûhânì
Tab’ımıñ pâye-i ednâsı fünûn-ı eş’âr
98.
Vezìr-i şâh-ımemâlik semm-i berâhìm
Ki rûzı ‘ıyddir anıñ leyâli-i kadr u berât
99.
Halìl hân-ı keremdir o şehr-i halìl
Rikâbım […] fermân ederse […]
100. Hejìr-ibebr ü beyân-ı Rüstem şecâ’atin
Cellâdı kabża-i mâr oldı kamçı […]
101. ‘Atâsı sattına sìmurg-veş[…] sîmurg
Sehâ vü ceredi […] zìb u […]
102. ‘Acem ‘Arab şu kadar aldı halìl-i ihsân
Berâta vâsıl olurdı eger verseberât
103. Bu lütfa düşmeye mażhar revâmıdır ‘âli
Virilse [...] bir içimsu gibi[…]
140
104. Bì-aded tìğ-ı zebân ile târ u mâr ile ben
‘İnâyet eyle [...] âlây
105. Kuluna şöyle bir […] bağışla sultânım
Yığılup […] itdikçe […]
106. Atâsı tâzı olması kişne […] cinsi ola
O baş […] yoğ ola aña ğayrıñanlar […]
107. Ğazâda kan saça tìğim salup te’âlì şerer
Bahar feth u żafer mevsimi düşe cemât
108. Virirseñ eger eyü ver ki cüst ü çâbük ola
Eger koşulsa […] kovsa hasmına […]
109. Ben aña devlet olam ol baña burak şest
Bula yeñi olmaya ammâ ki devletin [dırâz]
110. Atâ deminde hezârât yanıñda bir […]
Sehâña rahtı mükemmel tavìle muhtasâr
141
111. Piyâde kaldım eyâşehsüvâr-ı sâhib tìğ
İ’nâyet eyle baña boynını kemer tutar […]
112. Gazâda mażhar olakan içinde gülgûne
Geceyle hilat-işebdìze mâ sadak[…]
113. Şu şartla niçe âdemler öldürüp rûyı
Hayat bahş ola kebk-i deri […]
114. Neheng bahrda hoşdur semender Àteşde
Bu hâk de gürk dür hevâda […] [âtda]
115. Olurdı sofra-i ni’met baña kabun […]
Fakìre Hażret-i zâtıñdan erer […]
116. Mürüvvet eyle bu ma’zûl rüzgâra […]
Bir at ki mansıb-ı ‘âli ola [...] rât
117. […] anıñ gibi bes ola [idi adû]
Eyü nişânlu gerek […]
118. Hemân elümde gerekdür zimâmı gibi hüşyâr
Donı güzel donlı […]
142
119. Çayır zamânı baña bir gök ât münâsibtir
Egerçi mâmelekim hâşiyyeti gönle berât
120. Çuluyla gelse dahi gerçicül himmettir
Sehâ budur ola kâmil eger uyan eger ât
121. Niçe şeh ehl-i dile hıżr-ı hidâyet oldı
Sitem-i fakr u felâketden iderken zinhâr
122. Nice şeh buldısühan-verkeremiyle devlet
Nekbet itmiş iken ikbâl u sa’âdet idbâr
123. Söz tamâm oldı Tulû’idemidir eyle du’â
Yegdir ìcâz-ı kelâm eyleme artuk iksâr
124. Tâ ola bâd-ı sabâ rahş-ı Süleymân-ı zamân
Tâ ola rahş-ı Süleymân ile ‘ankatayyâr
125. Tâ ki arslan torısı mihre esed burcu ola
Tâ anıñ na’li ola mâh u kevâkib mismâr
143
126. […] deren lakab u tevsen-ikahruñ tündi
Leked-i na’li ile cism-i hâsûd ola figâr
127. Şehre-i rahşı celâliñle celâlì ger ola
Şerer-i mıhı ilekûr ola çeşm-i eşrâr
128. İki edhem-regin dayim ola pâ-mâli
Tíre-gûn taht-ı ‘acem dìn-i sipâh-ı küffâr
129. Reşk-imercânıñ ide çeşmini mahmil ki müdâm
Gerden-i düşmene tesbìh ola eşk-i hûnbâr
130. […] mihr-i deme olsun felek saltanata
Der-i râyundahased itmeğe çarh-ı gaddâr
131. Kanda ‘azm eyler iseñ olmasun eksik dâyim
Dil-nüvâz ile sürahi iki yâr-ı gam-hâr
132. [Bile] dağlar delisin bağla surâhìden ırak
Kim o keyfiyyet ile neşve olunmaz inkâr
133. Degmeye zahm-ı nażar kör ola çeşm-i bed-hâh
Hıfz ide Hażret-i Hak cümle belâdan her bâr
144
134. Saçlı Hûri ile pâşâ-yı mükerrem torısın
Ki dinür Hûr u Melek değmeğe zahm-ı enzâr
135. Sıdk [u] ihlâsgümân itse Tulû’ì ne ‘aceb
Koma bir tìr-i du’âdır ki i’câbet-âsâr
136. Ol ki şehzâde-i âli Güher-i devletidür
Bâğ-ı ‘âlemde ola devlet ile berhurdâr
137. Yimeye bâd-ı muhâlif o gül-i saltanata
Levni ondan yeg olup ‘ömri ola sâl-i hezâr
138. Germ ü serd ile felek itmesün âzürde
‘Iyd ü nevrûz ola eyyâmı zemistânı hezâr
145
İSLAM VE YAHUDİ GELENEĞİNDE PEYGAMBERLER VE
PEYGAMBERLİK
William M. Brinner∗
Çev. Salih İnci∗∗
Makale Geliş Tarihi: 20 Temmuz 2018
Makale Kabul Tarihi: 27 Eylül 2018
Özet
İslam ve Yahudilik, dünya tarihinin monoteist karakterli iki önemli dinidir. Her iki
din de Semitik kökenli olmaları nedeniyle benzer dini kavram ve fenomenlere sahiptir.
Peygamberlik de bu ortak dini fenomenlerden birisidir. Çevirisini yaptığımız bu makalede
yazar, her iki dindeki peygamberlik olgusunu mukayese etmekte, benzer ve farklılıklarına
dikkat çekmektedir. Yazar, Hz. Musa›nın ve Hz. Muhammed’in peygamberliklerinin kendi
temel kutsal metinlerinden (Kur’an – Tanakh) ve geleneklerinden hareketle toplumları
tarafından nasıl büyük bir onur içinde kabullenildiğine vurgu yapmaktadır.
Yazara göre, Müslümanlar ve Yahudiler, Hz. İbrahim’in bütün peygamberlerin atası
olduğunu kabul ederler. Ancak Yahudilere göre Hz. Musa en büyük peygamberdir ve peygamberlik çağı Malaki (M.Ö. 5. yy) ile son bulmuştur ve yeni bir peygambere ihtiyaç yoktur.
Oysa Müslümanlara göre ise Hz. Muhammed (SAV) peygamberlerin sonuncusudur. Yazara
göre bir diğer önemli fark ise, peygamberlerin Tanrıya ve toplumlarına karşı olan davranışlarıyla ilgilidir. Örneğin Yahudi peygamberlerinin sözleri hukuk için temel bir kaynak oluşturmadıkları gibi, onların hayatları da kendilerine tabi olanlar için bir rol model olma özelliği
taşımazlar. Yine Yahudilikte peygamberler zaman zaman tanrı Yahova ile tartışırlar. Oysa
bunların İslam inancı açısından düşünülmesi bile mümkün değildir. Yazar, makalesinde bu
görüşlerini, her iki dinin kaynaklarından verdiği değişik örnekler üzerinden giderek detaylı
bir şekilde irdelemeye çalışmıştır.
Bu çalışma, William M. Brinner’ın “Prophets and Prophecy in the Islamic and Jewish Traditions”, Studies in Islamic and Judaic Traditions, II, ed. W.M. Brinner and S.D. Ricks, (Atlanta Georgia: ScholarsPress,1989), 63-82’de yayımlanmış makalenin çevirisidir. Brinner (1924- 2010),
California Üniversitesi’nin Yakın Doğu Bölümü’nde emekli olana kadar (1991) Arap Tarihi, İslam
ve Yahudilik üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır. En önemli çalışması, Taberi’nin Tarihu’l-Umem
ve’l-Mülük (Peygamberler ve Hükümdarlar) adlı eserin ikinci cildinin İngilizce çevirisidir. Bkz.
The History of al-Tabari II, Prophets and Patriarchs, State University of New York Press, 1987.
Çevirideki görüşler, tümüyle makalenin yazarına aittir. Yazarın, özellikle, İslam’la ilgili olarak
katılmadığımız görüşlerini tartışmak bu çevirinin sınırlarını aşacağından bu konuya girmedik.
Onun yerine konuyla ilgili farklı görüşler içeren eserleri, yazarın kendi dipnotları ile karışmaması
için, özel bir işaretle (*) gösterdik. Yine konuya dair kendi küçük şerhlerimiz için de aynı işareti
kullandık. Çeviri de geçen (Hz, as. vb) şeklindeki saygı ifadeleri ve makaledeki başlıklar orijinal
metinde olmayıp tarafımızdan konulmuştur. Ayrıca metindeki parantez içi bilgiler de bize aittir.
Yazarın makale boyunca kullandığı “God” kavramını İslam’la ilgili konularda “Allah” şeklinde
çevirmeyi tercih ettik. Burada, çeviriyi kontrol eden kıymetli meslektaşım M. Bilal Yamak’a çok
teşekkür ederim. (Çev. notu)
∗
∗∗
Doç. Dr., Kırklareli Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi,
[email protected].
146
Anahtar Kelimeler: İslam, Yahudilik, Peygamberler, Hz. Muhammed, Hz.
Musa.
PROPHETS AND PROPHECY IN THE ISLAMIC
AND JEWISH TRADITIONS
Abstract
Islam and Judaism are two important monotheistic religions in world history.
In both Islam and Judaism have similar religious phenomena and concepts
due to their semitic origin. Prophethood is one of these common religious
phenomena. In this article we have translated, author William Brinner, compares the prophethood in both religions and draws attention to similarities and
differences. The author emphasizes how the Prophet Moses and Mohammad
were accepted by their communities in a great honor in terms of their basic
scriptures (Qur’an – Tanakh) and traditions.
According to author, Muslims and Jews recognize that Abraham was the ancestor of all prophets. However, there are some differences between two of
them. According to Jews, Moses is the greatest prophet and prophetic age had
been closed with Malakai (BC 5th) and that they had no need of a new prophet.
However, the Muslim community claimed that the last prophet is a Mohammed
(Peace be upon him). According to the author, another important difference is
the behavior of the prophets towards God and their societies. In terms of Jews
words of the prophets dont form the basis for law, nor do the lives of their serve
as models for others to follow. In Judaism, also prophets sometimes argue with
Yahweh. But these are virtually unthinkable in the Islamic belief. The author,
in his essay, tried to examine these views in detail through different examples
from the sources of both religions.
Key Words:Islam, Judaism, Prophets, Mohammad, Moses.
147
Giriş
Aşkın ve müteâl olan yaratıcı bir varlığa inanç; kudretli, yüce, görünmez ve bu sıfatları nedeni ile de tarif edilemez yaratıcı ile insanlık arasında
bir iletişim vasıtasının (aracının) olmasını zorunlu kılmıştır. Bu yüzden, seçilmiş insanlar aracılığıyla yaratıcının iradesini insanlığa bildirmek üzere gönderildiklerine inanılan peygamberler ve bu bağlamda peygamberlik müessesesi, vahye dayalı monoteist dinlerin önemli ve benzersiz fenomenlerinden
birisidir.1 Bu konuya Yahudi ve İslam geleneği perspektifinden bakarak çeşitli
açılardanyaklaşmak mümkündür. Yaygın olan bir yaklaşım, peygamberliğin
oluşumunu, İlahi gücün, bu yolla,beşeri alana müdahalesi olarak tanımlamaktadır. Bir başka yaklaşım tarzı da peygamberlik iddiasında bulunan kişinin
şahsiyetine yönelikolup, onu bir takım tıbbi, patolojik durumlarla açıklamaya çalışarak, ona farklı sebepleratfederek, peygamberin mesajının tabiatını
tartışan yaklaşımlardır.2Bu makale öncelikli olarak dindar Yahudi ve Müslümanların kendi gelenekleri içinde peygamberlerinin rolüne bakış açılarını
merkeze alarak konuya yaklaşmayı tercih etmiştir.
Yaygın olarak kabul edilen görüşe göre peygamberlik Yahudilikle başlamıştır.Bizim Yahudilikte “Klasik Peygamberlik” olarak tanımladığımız ve
kendilerine yazılı kutsal metinlerin atfedildiği Yahudi peygamberleri İşaya,
Amos ve Yeremya gibi şahsiyetlere ulaşıncaya kadar değişik evrelerden geçerek olgunlaşma ve gelişim sürecini takip etmiştir.3Farklı tarzlarda da olsa hem
1
Örnek olarak bk. Huston Smith, The Religions of Man, (New York: Harper and Row, 1964),
241.
2
Abraham J. Heschel, The Prophets, (Philadelphia: Jewish Publication Society,1962.),398- 403.
Bu çalışma, Kitab-ı Mukaddespeygamberlerinin davranışlarını, psikozlu kimseler olarak karakterize eden Max Weber’e verilen cevaplar niteliğindedir. Onun (Weber)vardığı sonuç, “bu peygamberler uyumsuz kişilerdi bu yüzünden de çok acı çekmişlerdi.- Çünkü sahip oldukları bu psikolojik
özelliklerinden dolayı kendilerinden nefret edilirdi.”şeklindedir. s. 408. 393. O, bunu söylerken W.O.E.
Oesterley ve T.H. Robinson’un, An Introduction to the Books of the Old Testament (London: Macmillan, 1934, s. 350) adlı eserinden kaynak gösterir. “Peygamber Hoşea bazı saplantıları yüzünden çok acı
çekmiştir ki kendisinde var olan büyük korku onu bu tür düşüncelere zorlamıştır” der. Daha sonra
s. 395’de T. H. Robinson’dan alıntı yaparak (Yahudi peygamberleri) Amos ve Yeremya gibi gönülsüz,
isteksiz insanların, kendi dönemlerindeki saralık, delilik belirtileri taşıyan eskatiklerden (münzeviler)
ayırt edilebilir kimseler olduklarını söyler. (Prophecy and the Prophets, New York 1923, s. 36.) Peygamber Hz. Muhammed de (as) bu tip değerlendirmelerden ayrı tutulmamıştır. Tor Andrae’nın Hz.
Muhammed’in peygamberliğinin sara nöbetleri sonucu olduğunu söyleyenlerin hücumlarını çürütmek üzere yazdığı eserde (Mohammed: The Man and His Faith, New York:Harper and Brothers, 1960,
50-51), yine Norman Daniel’in orta çağ Hıristiyan yazarlarının Hz. Muhammed ve onun peygamberliği hakkındaki olumsuz davranışların tarihini ele aldığı eserde de bu görülür. (Norman Daniel,Islam
and the West: The Making of an Image, Edinburgh, The University Pres, 1960).
3
Hristiyanlar İşaya’nın kehanetlerini, beklenen Mesih’in (Hz.) İsa olduğu iddiasını desteklemek üzere kullanırlarken, Müslümanlar da Hz. Muhammed’in geleceğinin Yahudi ve Hristiyanlar
148
Hıristiyanlık hem de İslam, bu erken nübüvvet geleneğini kabul etmiş,dahası
her iki gelenek de onun içinde, gizli ya da açık bir şekilde,kendi misyonlarının tasdik edilebileceğine dair izler bulmuşlardır.4
Aslında hem Yahudilik hem de İslam’da peygamberlik için kullanılan
terim aynıdır. İbranice’de “navi”, Arapça’da ise “nebi” kullanılır. Sonuncusu
öncekinden türetilmiş olabilir, fakat her ne şekilde olursa olsun muhtemelen
her ikisi de konuşmak, bildirmek, ileri gelmek, birden ortaya çıkmak, alçak
gönüllü güvenilir olmak gibi anlamlar içeren Semitik ortak bir kökene dayanmaktadır.5 Burada bu kelimelerin Eski Yakındoğu’daki muhtemel benzerlerinin izini sürmek gereksizdir, çünkü bu,incelenen konunun kapsamı dışındadır.
Belki burada vurgulanması gereken şey, yüzyıllar boyunca İslam’la Yahudilik
arasında yakın kültürel ilişkiler bulunmasına rağmen, hiç birinin, her bir gelenekteki bu müşterek fenomenin gelişiminin farkında olmadığı, hatta ilgi dahi
duymadıklarıdır. Bu konuda çarpıcı bir örnek A.J. Hescel’in The Prophetsadlı kitabında yer almaktadır. Hescel, farklı kültürlerdeki benzer fenomenlerin
varlığını incelerken, (Hz.) Muhammed’den söz arası bahsedip geçer ve bunun
dışında İslam’ı da tamamen görmezlikten gelir.6
tarafından tahrif edilmiş olan hem Eski Ahid’de hem de Yeni Ahid’deki kehanetlerde önceden haber
verildiğini (müjdelendiğini) iddia etmişlerdir. Tahrifle ilgili olarak aşağıdaki 13. dipnota bakılabilir.
4
Bk. Shalom M. Paul, “Prophets and Prophecy” Encyclopedia Judaica I-XVI. (Jerusalem: Keter
Publishing, 1971), XIII/1151-1175. Paul, burada klasik öncesi peygamberleri klasik dönem peygamberleri ile mukayese ederek ele alır. (s.1154-1164.) Daha sonra klasik peygamberlik olgusunu inceler.
(s. 1164-1171) Huston Smith ise peygamberleri; “Grup Peygamberleri”, “Yazar Peygamberler Öncesi
Ferdi Peygamberler” ve “Yazar Peygamberler” olarak peygamberlik hareketlerini üç bölümde ele alır.
Religions of Men, s. 243.
5
Kelimenin etimolojisi net değildir. Klasik İbrani kutsal kitap sözlükleri bu kelimeyi aynı şekilde çok net olmamakla birlikte Arapça, Akkad’ça ve diğer Semitik dillere dayandırırlar. Bk. F. Brown,
S. R. Driver, C.A. Briggs, A Hebrew and English Lexicon of the Old Testament,(Oxford:Claredon Pres,
1975),611-612. Sonuç olarak bu türemiş bir kelimedir. Edward William Lane, An Arabic-English Lexicon,I-VIII, (London & Norgate, 1893) isimli eserinde “naba’a” kelimesini ele almış, o, bunun düşük
ve zayıf bir ses olduğunu ifade etmiştir.Nebi peygamber,Tanrı ve görülmeyen şeylerle ilgili insanlığa
haberler veya bilgiler getirendir. (1:8:2752-2753). The Oxford Universal Dictionary, (üçüncü edisyonu)
(Oxford:Clarendon Pres, 1955) “Prophet” kelimesinin Grekçe etimolojisini irdelerken; ileri, dışarı
anlamına gelen “Pro”nun önce anlamındaki “befor” ve için manasına gelen “for” anlamında olduğunu;
“Phetes”in (konuşan anlamına gelen) speaker olduğunu, bu yüzden Tanrı’nın isteklerini açıklayan veya
yorumlayan manasına Tanrı hakkında, Tanrı için konuşan denildiğini söyler.s. 1600.
6
Bk. Heschel, The Prophets, s. 440. O, burada,Hz. Muhammed ve Zarathustra (Zerdüşt)
gibilerini peygamber olarak zikreder ve “Biz İsrail peygamberlerinde kişilik ve şahsiyetleri bakımından
diğerleri ile karşılaştırılabilecek benzerlikler ve paralellikler bulabiliriz, çünkü gerçekten İbranilerin dini,
diğer semitik dinlerle birçok şeyi paylaşmaktadır.” der. (s. xiv). Fakat bu, (onda) yaygın olarak gelişmiş
bir düşünce değildir.
149
1. Yahudilik’te Peygamberlik
Yahudilikte Peygamberlik, Hz. İbrahim ve Hz. Musa’dan sürgün sonrası döneme kadar devam eden uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Fakat, Tekvin 20/7’de Gerar kralı Abimelek’in bir vizyonunda Tanrı tarafından “nebi”
olarak çağrılan Hz. İbrahim, Yahudiler tarafından bir peygamber olarak
değil, İsrail’in Patriyarklarından (göçebe kabile reisleri, İbrani ataları) biri
olarak kabul edilir. Hz. Musa’nın, Kitab-ı Mukaddes’te “nebi” olarak adlandırılışına gelince, genellikle araştırmacılar Detoronomist (Tesniye) kaynaktaki meşhur “Ve Tanrının kendisine yüz yüze öğrettiği Musa gibi bir başka
peygamber gelmedi” cümlesinde olduğu gibi, bunun geç dönem İsraillilerin,
erken dönemle ilgili kullanımları olabileceğini kabul ederler.7 Yüzyıllar sonra
Müslüman bir çevrede yaşamış olan Maymonides’in (V. 1204) Yahudiler
için detaylı bir şekilde kaleme aldığı iman esaslarında -muhtemelen Hz. Muhammed hakkındaki İslâmi söylemlere karşı doğrudan bir cevap olarak bunu,
Musa’nın en büyük peygamber oluşunu, tekrarlamıştır.8 Bununla birlikte Hz.
Musa, Yahudilerce sade bir peygamberden ziyade o, halkının en büyük lideri
ve kanun koyucusu olarak görülmektedir.
Peygamberlerin oğulları olarak bilinen vecd halinde dolaşan grup peygamberleri gibi “klasik dönem öncesi” meşhur peygamberlikle, yazılı metne
sahip “klasik dönem peygamberleri” arasında ayırım yapan araştırmacılar,
klasik dönemi; M.Ö. sekizinci yüzyılın ortalarında Amos’la birlikte başlayan
ve üç asır sonra,(sürgün sonrası peygamberleri Haggay, Zekarya ve Malaki
ile) sona eren bir dönem olarak tarihlendirirler. Böylece İsrail’de bütün bir
peygamberlik dönemi, tam olarak, yedi yüz yıllık bir döneme yayılmış olur.
Biz büyük peygamberlerin hayatları hakkında çok az şey biliyoruz.
Peygamberlerle ilgili ayrıntılı biyografik bilgi verildiği durumlarda ise, genellikle bunlar peygamberin peygamberliği dönemindeki özel bir olayı vurgula7
Tesniye 34/10. O, (Hz. Musa) ilk kez Pentateuch’de (Tora = İlk beş kitap) “Navi” olarak isimlendirilir, diğer bir bölüm için Tesniye 18/15’e bakılabilir.
8
Maymonides, bütün halkın kolayca anlaması için, insanları yanlış anlayışlardan sakındırıp
temiz bir imana sahip olmalarına yardımcı olması için temel Yahudi inanç ve hukukunu içeren on üç
maddelik iman esaslarını (‘ikkarim) ortaya koymuştur. Bu, muhtemelen ilk olarak bir akide (amentü)
şeklinde ancak on altıncı yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu esaslardan yedincisi şöyledir: “Ben Hz. Musa’nın
tam bir imana sahip hakiki bir peygamber ve peygamberlerin de en büyüğü olduğuna, her iki konuda da
onun diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerinin Hz. Musa’yı takip ettiklerine iman ederim” Bkz. A.
Altmann “Articles of Faith” EJ. 3/655-656
150
mak için zikredilmiş istisnai durumlardır.9 Sadece erken dönem şahsiyetler
arasında Musa’nın, Samuel’in ve Elijah’ın durumlarıyla ilgili – otantik veya
efsanevi- biyografik ayrıntılar oldukça çoktur. Bunlar daha sonra onu meşhur
kılan peygamberin şahsiyeti, kanun koyuculuğu, yargılayıcılığı, siyasi hareketi ve liderliği ile ilgili bize bilgi vermektedir. Diğer yandan Amos, İşaya,
Yeremya ve Hezekiel gibi peygamberlerin hayatları hemen hemen tamamıyla
halkın siyasi, dini ve sosyal şartları içinde anlatılır. Peygamberler genellikle,
olaylarda gizlenmiş olan ilahi mesajları keşfederek onları yorumlarlar, izah
ederler ve bunları kitlelere karşı vaaz, yöneticilere de öğüt şeklinde aktarırlar. Özellikle onlar tek Tanrı olan Yahve’nin vazgeçilmez mesajını açıklarlar,
vaazlarında onun sevgisini, isteklerini ve ikazlarını anlatmada ortak hareket
etmekle birlikte, her biri bu mesajı farklı bir şekilde taşır. Çünkü onların her
biri tarihte farklı bir sosyal ve siyasi dönemde yaşamıştır. Birisi, bir yerde tehdit eder, ikaz eder, tatlı sert uyarır, küçük görmekle beraber hakaret de eder.
Diğeri ise, Tanrı’nın sevgisini vurgular, insanların yaşadıkları acılara birlikte
üzülür ve onları teselli etmeye çalışır. Bazıları Tanrı’nın muhteşem vizyonu
hakkında konuşurken diğerleri de kurtuluş, milletin yeniden ihyası ve evrensel bir mesihi çağın gelişini vaat eder.
Yahudiler arasında Yahudi kutsal kitabı olarak bilinen Tanakh metninin
kanonizasyonuneticesinde, peygamberliğin sona erdiği düşüncesinin (İlahi
Vahyin İsrail’den kaldırılmış olduğu fikri = Shekhinah) kabulüyle beraber,
biblical dönem sonrası öğreticileri ve bilginleri, Talmudik dönemin sonundan
ortaçağın erken dönemlerine kadar, peygamberlik hakkında çeşitli görüşler
ileri sürmüşlerdir.10 Buna göre:
1- Hz.Musa İsrail peygamberlerinin en büyüğüdür, O’ndan sonra hiç
kimse İlahi vahyin tabiatını tam olarak anlamada veya kendisinin sahip olduğu ruhsal kabiliyetleriyle Tanrıyla iletişime geçmede onun kadar başarılı
olamamıştır. Buna rağmen burada İşaya’ya bir üstünlük verme veya ikisini
bir görme eğilimi ortaya çıkar.Buna göre sadece Musa ve İşaya peygamber9
Mesela Yahudilikteİşaya’nın bilinmeyen bir kadın peygamberden çocuk sahibi olması ve
çocuğun ismi (İşaya, 8),Hoşea’nın evlendiği bir fahişe kadından bahsedilmesi (Hoşea,1), belkide daha
anlamlısı mesleği bir çoban ve çınar ağaçları bakıcılığı olan Amos’un hakkındakibilgiler gibi (Amos,
1/1, 7/14.).
10
Peygamberlik ve peygamberlerle ilgili Rabbilerin görüşleri Talmud ve Midraş da açıklanmıştır. Bk. Louis I. Rabinowitz, “Prophets and Prophecy in the Talmud” EJ. 13/1175-1176.
151
liklerinin farkındadırlar. Musa sadece İsrailoğulları’nı muhatap alırken, İşaya
tüm insanlığa seslenmiştir.
2- Bu prensipten hareketle burada doğal olarak varılan sonuç; Musa’dan
sonraki peygamberler herhangi bir dini yenilik veya orijinal dini doktrinle
sorumlu olmamışlardır. Yahudi din adamları olan Rabbilere göre diğerlerinin
fonksiyonu, Tora’nın öğretilerini açıklama ve izah etmekle sınırlandırılmıştır.
Bu görüş genellikle “Babaların Ahlakı” olarak isimlendirilen Mişna’nın Avot
bölümünde ifade edilir ki bu bölüm; “Musa Torayı Sina’da aldı ve onu Yeşu’ya
verdi, Yeşu kavmin yaşlılarına verdi, yaşlılar peygamberlere ve peygamberler de Büyük Meclis’in (sözü edilen meclis sürgünden dönüşten sonraki Ezra
döneminde oluşturulan yüksek dereceli din adamları meclisidir.) adamlarına
verdi” sözleriyle başlar.11 Bu yüzden (Musa dışındaki) peygamberler sadece
Tora’da kaydedilmiş olan vahyin taşıyıcıları ve tebliğcileridirler.
Yahudi din adamları sayısız peygamberlerin geldiğine inanırlar fakat
onlar sadece nesillerin geleceği ile ilgili olarak kaydedilmiş olan gerekli mesajı getirmişlerdir. Bu yüzden Rabbiler, kırk sekiz erkek peygamber, yedi
kadın peygamber ve içinde Job (Eyüp) ve üç arkadaşının da bulunduğu toplam yedi tane yabancı (Centile = Yahudi olmayan) peygamber ismi sayarlar. Yahudilikte, Musa ile başlayan Peygamberlik, herkesçe bilinen biri isim
olan Malakiile sona erer. Bu, Babil sürgünü dönüşüne denk gelen bir zaman
dilimidir. Yeni dönem, sürgün öncesinden çok daha farklı, yeni sosyal ve siyasal durumlara cevap verecek kurumlara ihtiyaç duyulan bir andır. Bu bakımdan, basitve sıradan bir olay değildir. Bu yönüyle Malaki, “peygamberlik
mührü” olarak bilinen büyük finale hizmet eden bir şahsiyettir.
2. İslam’da Peygamberlik
İslam’da ise tamamen farklı bir görüntü vardır. Allah’ın sınırsız gücüne
ve aşkın tabiatına vurgunun yanı sıra, Müslümanlar açısından son peygam11
Avot 1/1. Bu genellikle Pirkei Avot olarak bilinir, Nezik’in dokuzuncu bölümünde, Mişna’nın
dördüncü kuralıdır.
152
ber olan Hz. Muhammed’in(as) rolü de çok önemlidir.İslam’ın inanç ikrarı
olan şahadet, Allah’ınihsan ettiği mesajla insanoğlunun ilişkisinin en önemli
göstergesidir ki, bu mesajın elçisi, Arap Yarımadasının sakinlerine ve nihayet tüm insanlığa gönderilmiştir: O mesaj “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur
ve Hz. Muhammed (as) Allah’ın elçisidir.” Buna karşı Yahudilik’te bu ikrar
(shema’); “İşit, o İsrailin Tanrısı, bizim Tanrımız olan Yahve’dir” şeklindedir. (Yahudilikteki) Yazılı Kutsal metinlerde ne Hz. Musa’nın ne de diğer
peygamberlerin herhangi birisinin ilahi mesajlarının mükemmelliğinden bahsedilemez. İslam’a göre ise Hz. Muhammed (as),yegâne benzersiz bir peygamberdir, aynı zamanda o, peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra bir
daha peygamber gelmeyecektir.12 Vahiy, onun getirmiş olduğu kutsal kitaptır
ki, sadece o kusursuz olabilir. Peygamber, bizzat kendisi onu okumadı, fakat
o, ona Arapça olarak peyderpey sözlü olarakvahyedildi. Bu yüzden vahiy tam
anlamıyla Allah’ın sözleridir ve Hz.Muhammed’in rolü bir aracı olarak onu
kendi muhataplarına ve nihayet tüm insanlığa ulaştırmaktır. Fakat Hz. Muhammed’le, kendisinden önce gönderilen peygamberler arasında da bir bağ
mevcuttur.
İslam, peygamberlik kavramının kendi hususi mülkü olduğunu iddia
etmez. Aslında, önceki dönem peygamberlerinin – tamamı olmamakla
birlikte- çoğu İsrailoğulları arasından çıkmıştır. Fakat buna rağmen bu,
Müslümanların,(Yahudi) Kutsal kitap peygamberlerinin tamamına inandıkları veya onları okumaya teşvik ettiği anlamına gelmez.Çünkü Müslümanların
inancında, Yahudilerin ve Hıristiyanların orijinal doğru olan vahyi
değiştirdikleri ve tahrif ettikleri kabul edilir ki, bu tahrif bazen yazılı metinlerde, bazen de ilahi vahyin yanlış olarak yorumlanması şeklinde olmuştur.13
Bu yüzden Müslümanlar için Kitab-ı Mukaddes peygamberleri hakkındaki haberler mümkünse Kur’an’dan veya başka İslami kaynaklardan gelen
rivayetlerle desteklenmelidir.
12
“O Allah’ın elçisi ve peygamberlerin mührüdür.” (Ahzap,33/40). Bu ayet,Hz. Muhammed’in
Allah tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu olduğunu beyan etmektedir.
13
Müslüman bilginler, Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarını ifade etmek üzere “Tahrif ”
terimini kullanırlar.Bu, hem kelimelerin gerçekten değiştirilmiş olduklarını, hem de kelimelerin yorumunda yapılan değişiklikleri ifade eder. Bk. F. Buhl, “Tahrif ”, Shorter Encyclopedia of Islam (bundan
sonra kısaca SEI denecektir) s.560-561, ed. H.A.R. Gibb, J.H.Kramers,(Leiden: Brill, 1961.)
153
Erken dönemlerden itibarenMüslümanlar, Kur’an’da peygamberlerle ilgili boşluklara devamlı referanslarda bulunarak bunları doldurmak ihtiyacını
hissetti. Kısaca İslam, sanki Hz.Muhammed’inortaya çıkışına zemin hazırlamak için kutsal bir tarih oluşturma ihtiyacını duymuştu. Peygamberlikle ilgili
birçok kavram, Yahudilik’ten türetilmiş olmakla birlikte Müslümanlar, kendi Peygamberleri Hz. Muhammed’in insanlığın başlangıcından bu zamana
kadar geçen önceki peygamberleri tasdik edip sonunda peygamberliği sona
erdirdiğine inanırlar.
Müslümanlar en azından iki açıdan peygamberlikle ilgilendiler.Birincisi, ilmi açıdan nübüvvetin yerini veya Allah’ın planlarını tahmini olarak
anlamaya ve tanımlamaya çalışan felsefik/teolojik denemelerdir.14 Bir diğeri
de daha çok popüler, folklorik tarzda ele alınmış olupAllah tarafından insanlığa gönderilmiş olan çeşitli peygamberlerin hayatlarını ve o toplumun her
bir ferdinin o mesaja karşı olan sorumluluğunu anlatan, bu peygamberlerden
her birini vazifesi mucibince ele alan, genellikle kronolojik sıraya uyularak
yapılan anlatımlardır. Bu hikâyeler “Kısası Enbiya” olarak bilinen İslami dini
edebiyatın önemli bir tarzını oluşturmuştur.15
İslam’da bu peygamberlerden bahsedildiğinde, burada peygamberlik
fenomeni ile ilgili olarak tartışacağımız Kur’an’ın da kullandığı iki terim akla
gelmelidir. Bunlar; önceden de zikredildiği gibi “nebi” (çoğulu “Nebiyyun”
ya da “Enbiya”) veya “Resul” (çoğulu “Rusul”) kavramlarıdır.Her iki terimle
de Hz. Muhammed ifade edilmiş ve bu iki terim arasında tam olarak belli bir
ayırım yapmak mümkün olmamakla birlikte bu ayırım daha çok peygamberin vahyi tecrübesi ile ilgili olarak kullanılmıştır. Kısaca bu fark Yahudiler
ve Hıristiyanlar gibi hemen hemen tüm Ehl-i Kitab’ın da kutsal metinleri
içinde bulunup peygamber olarak zikredilen şahsiyetlerle ilgilidir. Kur’an’ın
bir suresinde aşağıdaki isimlerden peygamber olarak bahsedilir. Bunlar; “İbrahim, İshak (İsaac), Yakup (Jacop), Nuh (Noah), Davut, Süleyman, Eyüp
(Job), Yusuf (Joseph), Musa, Harun (Aaron), Zekeriyya (Zachariah), Yahya
(John), İsa (Jesus), İlyas (Elijah), İsmail (Ishmael), Elyasa (Elisha), Yunus
14
Nübüvvet meselesi Müslüman filozofların felsefi sistemlerinde temel bir unsurdu Bk. Macit
Fahri, A History of Islamic Philosophy, (Studies in Oriental Culture, 5), (New York: Columbia University Pres, 1970).
15
Bk. T. Nagel, “Kısas-ı Enbiya”, Ensyclopaedia of Islam, (bundan sonra kısaca EI denilecektir)
5/ 180-181, new edition (Leiden: E.J. Brill, 1960).
154
(Jonah), Lut (Lot) olmak üzere on sekiz tanedir. Bupeygamberlerin zikredildiği aynı surenin bir başka ayetinde de “İşte onlar kendilerine bilgelik, kitap
ve peygamberlik verdiklerimizdir.” buyrulmaktadır.16
Kur’an’da yer alan öncelikli olarak zikredilen peygamberlerden Hz.
İbrahim ve Hz. Musa ile İlyas (Elijah), Elyasa (Elisha), ve Yunus (Jonah)
dışındakilerden hiç biri Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde peygamber olarak
görülmezler. Diğer yandan İslam’da peygamber olarak zikredilen örneğin
Hz. Adem, Nuh, Lut, İshak, Yusuf ve Davud gibi şahsiyetler Kitab-ı Mukaddes geleneğinde bir peygamber olarak değil, fakat patriyarklar (göçebe kabile
reisleri), dindar atalar ve krallar olarak kabul edilirler.
İslami literatürde “nebi”nin konumu açıktır ve onun öncelikli rolü, uyarıcı ve öğüt verici olmasıdır. Diğer yandan Rasul veya elçi, ümmetin veya
toplumunun lideri olarak tanımlanır ve o, onları cennete ulaştırmak için rehberlik eder.Bazı bilginler bu düşünceyi,taksim edilmiş milletlerin arasına
gönderilen ve aralarında on iki Havarinin de bulunduğu elçilerle ilişkilendirerek Hıristiyani bir kavrama bağlarlar ki, bu havarilerin her biri değişik
toplumlara kutsal metinleri ulaştırmakla vazifelendirilmişlerdir.
Özellikle Hz. Nuh, Lut, İsmail, Musa, Şuayb (Midyan kâhini ve Musa’nın kayınpederi Yetro ile özdeşleştirilir) Hud, Salih ve İsa “Rasul” olarak
kabul edilir.17 Bu sekiz kişiden her biri kendi halkına tebliğ etmek üzere bir
vahiy getirmiştir, Hz. Hud ve Salih de İslam’dan önceki farklı Arap kabilelerine gönderilmişlerdir. Rasuller arasında sadece Hz. Adem, Nuh, İbrahim,
16
Ayetin tam metni şu şekildedir: “Bu, kavmine karşı Bizim İbrahim’e vermiş olduğumuz
hüccetimizdir. Biz dilediğimizi derecelere yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir. Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve her birini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce
hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf ’u, Musa’yı, Harun’u da... İşte
iyi işler yapanları böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da... Hepsi iyilerdendir.
İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut’u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık. Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da (üstün kıldık). Onları seçtik ve doğru yola ilettik.” (Enam, 6/
83-87).
17
Bk. A.J.Wensinck, “Rasul” SEI, 469-470.
155
Musa, İsa ve Hz. Muhammed, aynı zamanda bir şeriat getiren peygamberler
olarak bilinir. Gördüğümüz gibi listedeki peygamberler ve elçiler üst üste gelmektedir, bu nedenle yukarıda zikredilen altı peygamberde olduğu gibi peygamberin bir şeriat getirmesi de mümkün olabilmektedir. Yine bu nedenledir
ki nebi ve rasul arasındaki farklı isimlendirmeler ve onların fonksiyonları çok
net değildir.18∗
Kur’an’dan (ve Hz. Muhammed’den) sonraki dönemlerde dindar halk
literatüründe “Kısası Enbiya” veya “Peygamberlerin hayatları” olarak bilinen bir anlatım türü İslam dünyasında gelişti ve bunlar IX. ve XI. Yüzyıllarda
yazıya geçirildi. Bu yazım türünde, çeşitli peygamberler ve elçilerle ilgili
kapalı veya açık bilgiler Kur’an’a dayalı olarak detaylı bir şekilde işlendi.
Oluşan bu literatürde sıklıkla Yahudi Midraşı’nın, Hıristiyan apokrif kaynaklarının veya eski yakın doğunun bir takım folklorik geleneklerinin izleri de
görülmekteydi.
Yahudi geleneğinin kaynakları, erken dönem Yahudilikten “İsrailiyyat”
adıyla İslam’a, Hıristiyanlığa ve diğer kaynaklara dönüştürülürken, bunların birbirleriyle son derece kolay bir şekilde uyuştukları söylenemez.19 Bu
sonraki kıssalarda Kur’an’da kendilerinden bahsedilen Zülkifl, Zülkarneyn
(genellikle Büyük İskender’le özdeşleştirilir), Lokman Hekim (sık sık Aesop,
Jirjis veya Aziz George ile ilişkilendirilir) gibi bazı şahsiyetler vardır. Aynı
şekilde Sure 18’de esrarengiz bir isim olarak Hızır’a işaret edilir ki o, burada
Müslüman yazarlar tarafından Hz. Musa’nın isimsiz bir yol arkadaşı olarak
anlatılır.20 Onun ismi altında geniş bir mitoloji ve yakın doğu efsaneleri türe∗
18
Müslüman bilginler çok kaba bir tasnifle “Resul”ü kendisine bir şeriat verilen, “Nebiyi” ise
önceki şeriatlerle amel eden şeklinde tanımlamışlardır.
19
Bu ilk israiliyyat ve Yahudi geleneğinin kaynakları arasında en çok göze çarpan isimler;
Yemenli Ka’b al Ahbar ve Mekkeli Abdullah ibni Selam’dır. Ka’b için Bk.: H.Z. Hirschberg, EJ 10/488;
M.Schmitz, EI 4/316-317. Abdullah ibni Selam için Bk.: J.Horovitz, EJ 2/54, EI 1/52.
20
Kehf suresinde bu karşılaşma hakkında bilgiler verilir. Bk.Kehf, 18/ 66-83. Bu kıssanın Yahudi versiyonu ile ilgili bir hikaye onuncu yüzyılda Tunuslu Rabbi Nissim been Jacob ibni Shahin tarafından ortaya atılır ve burada olayın kahramanları R. Joshua ben Levi ile Elijah olarak zikredilir. Bu eser
W. M. Brinner tarafından, An Elegant Composition concerning Relief after Adversity, adıyla Arapçadan
tercüme edilmiştir, s. 13-16. (Yale Judaica Series, 20) (New Haven: Yale University Pres, 1977).(Konuyla ilgili Türkçe bir çalışma için bk. Yasin Meral, “Musa-Hızır Kıssası ve Kıssanın Yahudi Kökeniyle
156
tilmiş ve bunlar Hindistan’a kadar uzanmış ve hatta onun orada “iyilik nehri”
olarak bilinen yerde ortaya çıktığından bahsedilmiştir. Hızır, İlyas, İsa ve İdris’le (son üçü İslam’da peygamberler arasında sayılır) birlikte dörtlü bir grup
oluştururlar ki bunlar ölümü tatmamış kişilerdir.21
En azından, dini yaymak için cami cami dolaşıp halkalar şeklinde dini
derslerin verildiği çok özel bir çevrenin22 oluşturmuş olduğu bu kıssa literatürü,X. ve XI. Yüzyıllardaki akılcı Mutezile’nin meydan okumalarına karşı
bir cevap olarak Eşari bilginlerinin ortaya çıkmasıyla aynı dönemde gelişmiştir.23 Bir yönüyle bunlar, Ortodoks (sahih İslam) inancının formüle edilmesi
girişimlerine yol açmıştır. Bu dönemde oluşturulan en erken iki risalelerden
biri olan ve Ebu Hanife’ye aidiyeti tartışmalı olan eserde,peygamberlikle ilgili maddelerde şunlara değinilmektedir:
“Bütün peygamberler gizli ve açık her türlü günahtan, inançsızlıktan ve
kötü fiillerden korunmuşlardır. Fakat onların hayatlarında dil sürçmeleri ve
küçük hatalar (zelle) olabilir.” “Hz. Muhammed (as) bilinçli olarak seçilmiş
ve tercih edilmiş Allah’ın sevgilisi, kulu, dostu ve peygamberidir. O gençliğinde dahi hiçbir zaman ne putlara hizmet etmiş ne de onlara inanmıştır. Ve
o asla gizli veya açıktan günah işlememiştir.”24
Müslümanlar, Hz. Muhammed’le ilgili yarı mucizevi bir hayat hikâyesine,25onun söz ve fillerinden26 oluşan kayıtlı belge ve dokümanlara daİlgili İddiaların Değerlendirilmesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 55/2 (2014), 129-150.
21
22
23
Bk. A.J.Wensinck, “Hızır” EI, 4/902-905.
Bk. Charles Pellat, “Kıssa” EL 5/186; id., “Kasas” EI 4/733-35
Bu mücadele ile ilgili özet bilgi için Bk. W. Montgomery Watt, Islamic Philosophy and Theology (Edinburgh: The University Press, 1962) 2/58-90.
24
Fıkhı Ekber, (naklen) II, A.J.Wensinck, The Muslim Creed: Its Genesis and Historical Development (London : Cass, 1962), 192.
25
İslamda Hz. Peygamberin hayat hikayesini anlatan bu eser Siretü Rasulullah veya Siretü Nebi
olarak bilinir. Eserin İngilizce tercümesi için Bk. Alfred Guillaume, The Life of Muhammed: A Translation of Ibni Ishak’s Sirat Rasul Allah (Oxford: Oxford University Pres, 1955) Bundan sonra kısaca Sira
denecektir.
26
Hadis, sahabeler tarafından sözlü olarak nakledilen Hz. Peygambere ait olan söz, fiil ve tasdikleri içerir. Bu, en azından hadis kaynaklarının ideal bir tanımıdır. Hadis koleksiyonları hakkında
batılı bilim adamlarının teorileri için Bk. Joseph Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence
(Oxford:Clarendon Pres, 1959) ve “On the Development of the Hadith” Ignaz Goldziher, Muslim Studies, ed. ve tr. S.M.Stern, 2/17-251.(London; George Allen and Unwin, 1971).
157
yalı geniş bir geleneksel bilgilere sahiptirler. Müslümanlar açısından diğer
peygamberler, kendilerine saygı gösterilmesi gereken kişiler olmakla birlikte daha geri planda görülürler. Kur’an’da onların biyografilerinden parça parça bölümler şeklinde bahsedilirken, (Kur’an’ın dışındaki) - İslam dini
geleneğinde yukarıda isimleri zikredilen bu peygamberler hakkında sık sık
“İsrailiyyat” veya “Yahudi uydurması” olarak eleştirilen kaynaklardan alınan
ayrıntılı bilgiler de yer alır.27 Müslüman kaynakların bu Yahudi kaynaklarına
dayanmadığı (itirazı), dindar Müslümanların en önemli argümanlarından birisidir ki onlar bunun böyle görünmesini hiç arzu etmezler. Çünkü (Yahudi
literatürüne dayalı) bu kaynaklarda İslam’da peygamber olarak kabul edilen
sıradan halkın ve kralların hayat hikâyeleri hakkında ayıplanacak detaylı bilgiler yer alır. (Bu bilgiler Müslüman bilginlerce yorumlanarak aktarılır.) Mesela Maturidi (d. 944) tarafından kaleme alınan bir eserde (Yahudi kaynaklarında kral Davud’la Urya arasında geçen olayla ilgili olarak) şöyle bir cümle
yer alır: “Davud’un karısı Uryay’la evliliği gibi Peygamberlerde hata olarak
görülen şeyler vahiy gelmeden öncedir.”28(Yahudi literatüründe Peygamberlerle ilgili olarak anlatılan) Utanılacak detaylar, yukarıda verilen örnekteki
gibi, ya izah edilebilecek bir durumda olmalıdır ya da aleni olarak bu şekilde
suçlanan (peygamber) hikâyelerinin kaynağı güvenilir değildir şeklinde değerlendirilir.*
Bütün peygamberlerin veya elçilerin biyografilerinde en dikkat çekici
şey, ana konulardaki benzerliktir. Peygamber yalnız tek olan Tanrı’ya ibadet
etmeye ve diğer tüm tanrıları terk etmeye çağırır, o peygamber, muhtemelen
çok küçük bir çoğunluk dışında toplumu tarafından reddedilir, peygamberle
birlikte birkaç dürüst insan da toplumun tümü tarafından kötü bir şekilde cezalandırılarak dışlanır.
Bazı evrensel tarihçiler, özellikle onlardan biri olan Taberi’nin (V. 310/
27
28
G. Vajda, Israiliyyat, EI, 4/211-212.
Maturidi’nin itikad esasları için Bk.(İslam, içerisinde 39 numara) ed. John A. Williams, 186187 (New York; George Braziller, 1962).
* Konyla ilgili olarak Bk. Salih İnci, Eski Ahit’te Peygamberlere İsnad Edilen Ahlaki Zaaflar/Günahlar ve
Kur’an’ın Peygamberlik Anlayışı (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2001.
158
923),Dünya Tarihi’nde olduğu gibi,(Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mulûk) eserlerini, dünyanın ve tüm evrenin yaradılışıyla başlatırlar, erken Yahudi ve Pers
gelenekleriyle devam ettirerek, olaylarıHz. Muhammed’in ortaya çıkışı ve
erken Arap geleneğinin arka planındaki tarihi sürece kadar getirirler.29 Bu
tür çalışmalara mükemmel bir örnek olarak Kisai (V. 189/805) ve Sa’lebi
(V. 427/1035) tarafından sadece bu işe tahsis edilmiş iki önemli koleksiyon
sayılabilir.30∗Bu ikisinden ilki henüz tam olarak tanınmış değildir, bununla
birlikte son yıllarda yapılan oldukça iddialı bir çalışma, onun dokuzuncu yüzyıl gramercileri tarafından bilinen benzeri bir çalışmasıyla, sözü edilen aynı
eserin kastedilmiş olabileceğini göstermektedir.31 Diğer yandan Sa’lebi daha
çok bilinir ve onun yaşadığı dönem on birinci yüzyılın başlarına kadar tarihlendirilmektedir.32 Bu iki metin arasındaki önemli farklar şöyle sıralanabilir:
1- Sa’lebi’nin önem sırası daha çok Yahudi Kutsal metinlerinden
alınmış figürlerle Yeni Ahitteki Hud, Salih gibi Arap peygamberler ve Lokman, Üzeyir gibi yabancı şahsiyetleri içerir.
2- Sa’lebi’nin aksine Kisai’nin temel dayanağı israiliyattır ki o, bu kaynaklardan açıkça söz ederken bu hikâyelerle ilgili Müslüman alimlerin ve
önceki gelenekçilerin yazdıklarını tercih eder.
3- Kisai’nin kullanmış olduğu kaynaklar, aynı şekilde bazı yorumlar
incelendiğinde, onun Şii bir eğilimi olduğu görülür.
4- Açıkcası Kisai’nin hikâyeleriyle beraber kıssalarının dramatikliği
29
Taberi’nin Ta’rikh al Rusul ve’l-Mülük (A History of the Messengers and the Kings) adlı
muazzam dünya tarihi, on dokuzuncu yüzyılda bir Avrupalı bilim adamının editörlüğünde yayımlandı. (Bk. aşağıdaki 35. dipnot) Taberi’nin İngilizce’ye tercümesi projesi şu an için otuz sekiz cilt olarak
gözükmekte.
30
∗
Kastedilen eserler; Ali b. Hamza Kisâî, el-Bed’ü fî Kısasi’l-Enbiyâ (thk. I. Esenberg, Kirchain
1922); Ebu İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim es-Sa'lebi en-Nisaburi, 'Ara'isü 'l-mecalis (Kaşaşü’l-enbiya, Nefa'isü '1-'ara'is). Eser birçok yerde basılmıştır. Bunlar; Kahire 1297, 1303, 1306; Bombay
1306; İstanbul 1282; Kazan 1903; Leiden 2002 (Bu son baskı makalenin yazarı, M. Brinner, tarafından
ingilizceye çevrilerek yapılmıştır. (Çevirenin notu).
31
Bk. T. Nagel, “El-Kisai”, EI, 5/196. Yazar burada bunun bir önceki yüzyıla atfedilen “orta çağdaki
popüler İslam kıssa geleneğini” resmeden bir çalışma olduğunu öne sürer. Bu çalışma W.M.Thackston
tarafından The Tales of the Prophets of al- Kisa adıyla tercüme edilmiştir. (Boston: Twayne, 1978).
32
Ebu Ishak Ahmed ibni Muhammed bin Ibrahim al-Sa’lebi, C. Brockelmann, Geschichte
der arabischen Literatur, 2. ed., 1/350 (Leiden : E.J. Brill, 1943). Onun bir diğer çalışması olan Arais
al-Mecalis’in henüz ilmi bir baskısı (edisyon kritiği) yapılmadı. İngilizce çevirisi bu makalenin yazarı
tarafından hazırlanmıştı.
159
göz önüne alındığında onun,Sa’lebi’nin öncelik verdiği şeylerin karşısında
olduğu görülür ve yine onun kıssalarında iktibas ettiği kaynakların otantik
olduğu anlaşılır.
3. Bazı Peygamber Kıssalarındaki Farklılıklar33∗
İki gelenekteki peygamberin rolü incelendiğinde bizim düşüncemiz,
peygamberin rolü, fonksiyonu, Tanrıyla ve toplumuyla olan ilişkisi göz önüne
alındığında, bu kadar çok benzerliklerine rağmen, Yahudi ve Müslümanların
kavramlarının birbirinden ödünç alınmış kavramlar olduğu anlamına gelmeyeceğidir. Birkaç peygamberin kıssası incelendiğinde (onların durumlarının)
şu üç önemli konuyla ilgili olduğu görülebilecektir: 1- İlahi vahye davet ve
her peygamberin bireysel sorumluluğu, 2- Peygamberin imtihana tabi olması
ve onun yükümlülüğü, 3- Peygamberin toplumunun cezalandırılması veya
helak edilmesidurumunda buna karşı tepkisi. Biz bütün bunların, iki dini toplumun peygamberlerinin hayatlarıyla ilgili olabileceği görüşündeyiz.
Yahudilerce dini bakımdan İslam da ki Hz. Muhammed gibi önemli bir
konumda gşrülen Yahudi peygamber (Hz.) Musa’yı, Müslümanlar da büyük
peygamber olarak bilirler. Musa’ya vahye dilen çıkış kitabı şu cümlelerden
oluşur: “Ve şimdi gel, benim kavmimi, İsrail oğullarını Mısırdan çıkarmak
için seni Firavun’a göndereyim.”34Musa bu çağrıya bir biri ardınca devem
eden ve her biri Tanrı tarafından cevaplanan dört itirazla karşılık verir. Birincisi : “Ben kimim ki Firavun’a gidip İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarayım.”
İkincisi: “Ben İsrailoğullarına gittiğim zaman onlara, atalarınızın Tanrısı
beni size gönderdi dediğimde onlar bana O’nun adı nedir derlerse ben onlara
ne söyleyeceğim?” Tanrıona ismini açıkladıktan sonra Musa üçüncü itirazını
∗
33
Yahudi ve İslamdaki peygamberler ve peygamberlik anlayışı için bk. Ömer Faruk Harman,
“Yahudilikte Peygamberlik ve Peygamberler”, İslam Tetkikleri Dergisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi, IX, İstanbul, 1995; Harman, “Yahudi ve Hristiyan Kutsal Metinlerinde Peygamberlik ve
Peygamber Evlilikleri”, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, Hz Peygamber ve Aile Hayatı, (İSAV, İstanbul,
1989); Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1996); Sinanoğlu, Mustafa, Kitab-ı Mukaddes’de ve Kur’an’da Nübüvvet (Basılmamış Doktora
tezi) Marmara Ünv. Sos. Bil. Enst. İstanbul, 1995. Ayrıca bu makalede adı geçen tüm peygamberlerle
ilgili olarak (neredeyse tümü Ömer Faruk Harman tarafından kaleme alınan) Diyanet İslam Ansiklopedisinin ilgili maddelerine bakılabilir. (Çev. notu).
34
160
Çıkış, 3/10.
yükseltir :“Fakat işte bana inanmayacaklar ve sözümü dinlemeyecekler, çünkü Rab sana görünmedi diyecekler.” Tanrı Musa’nın elindeki asayı bir yılana
dönüştürerek ona bir mucize verdi ve Musa’nın elinden kayarak hareket etmeye başladı. Kendisine yüklenen bu vazifeden kaçınmak için yaptığı tüm bu
çabalar sonuç vermeyince Hz. Musa, tartışmadaki kararlılığı açıkça görünen
bir tarzda dördüncü kez itirazını yükseltti :“Aman Ya Rab, ben ne dün, ne
evvelki gün, ne de kuluna söylediğin vakitten beri söz adamı değilim, çünkü
ben ağzı ağır, dili ağır bir adamım.” Onun bu öfkesi içinde Musa halkının dili
bağlı lideri olurken,Tanrı Musa’nın erkek kardeşi Harun’a konuşma vazifesini verdi35. Biz biliyoruz ki tüm bunlar yanan bir çalının etrafında olan manzaraydı, Musa’nın yüzü korkudan sararmış ve O, Tanrı’nın görüntüsünden
korkmuş bir vaziyetteydi. Fakat o bu korkusuna rağmen Tanrıyla tartışmış ve
bu sorumluluktan kurtulmak için mümkün olan bütün bahaneleri kullanmıştı.
İbn-i İshak’ın (V. 151/768) eserine İbni Hişam (V. 218/833) tarafından
yapılan es-Siretü ‘n-nebeviyye adlı şerhte,benzer şekilde, bir peygamber olarak Hz.Muhammed’inhayatının ele alındığı bu eserde, açıkça (onun yaşadığı)
iç çatışmasının bir portresi ve bunun sebep olduğu karışıklık anlatılır.
“Cebrail Allah’ın emrini bana getirdi. O bana ‘Allah’ın elçisi’ olduğunu söyleyerek geldi. Ben uykudayken üzerinde
bazı şeylerin yazılmış olduğu bir sahifeyle geldi ve bana
‘oku’ dedi. Ben nasıl okuyabilirim dedim. O beni o kadar
sıktı ki sanki öleceğimi düşündüm, sonra beni bıraktı ve
‘oku’ dedi”. Üçüncü kez bu ilahi emir verildikten sonra
Hz. Muhammed (as) “nasıl okuyabilirim” diye aynı cevabı
verdi ve o sadece “Cebrail’in elinden kendimi kurtarmak
için bunu söyledim” dedi. En sonunda Melek tekrar aynı
şeyi yaptı ve “Yaratan Rabbinin adıyla oku ki O insanı kan
pıhtısından yarattı. Kerem sahibi Rabbinin adıyla oku ki O
kalemle öğretti ve insana bilmediğini öğretti”.36 “Böylece
35
36
Çıkış, 3/11- 4/10.
* Çoğunlukla bu iki tarih kitabında yer verilen ve hadislerde de farklı lafızlarda geçen bu
rivayetin ravilerinden Vehb b. Cerîr (206/821), babası Cerîr b. Hâzim’in (170/786) ve özellikle de Numan b. Râşid ile ilgili bir takım ciddi tenkitler dolayısıyla hadisin zayıf olduğuna dair değerlendirmeler
vardır. Geniş değerlendirme için bk. Hüseyin Kahraman, Mehmet Şakar, “Hz. Peygamber’in İlk Vahyin
Akabinde İntiharı Düşünmesi ile İlgili Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat
161
onu okudum ve Cebrail gözden kayboldu.” buyurdu.37
Bu olayın bir versiyonunu onuncu yüzyılın sonunda Taberi’nin çalışmasında buluruz ki orada daha çok onun duygu yoğunluğunu yansıtan bir
konuşma vardır:
“Allah’ın yarattıkları arasında şair veya mecnun kadar nefret ettiğim olmamıştır. Hatta bunlara bakmaya bile tahammül edememişimdir. Bana en uzak olan insanlar bunlardır.
Kendi kendime ‘Kureyş yaşadığım bu olayı asla işitmemeli.
Dağın tepesine çıkar, kendimi oradan atıp intihar edersem
huzura kavuşurum’ dedim.* Kırk yaşıma geldiğimde aynı
şekilde dağa çıktığımda gece yarısı olduğunda göklerden
“Ey Muhammed! Ben Allah’ın elçisi ve vahiy meleği
Cebrail’im” diye bir ses işittim. Konuşan sesi görmek için
başımı göğe çevirdiğimde Cebrail’i bacakları ufukta iki
yana açık, bu kelimeleri tekrar eden bir insan şeklinde gördüm. Ne ileri ne geri hareket etmeden ona bakakaldım (buraya Taberi, “beni amacımdan vazgeçirdi’ ilavesini yapar)
Sonra yüzümü ondan çevirdim, fakat gökyüzünün her ne
tarafına baktımsa önceki gibi O’nu gördüm ve Hatice beni
aramak için hizmetçilerini gönderene kadar ne ileri ne de
geri hareket etmeden orada durmaya devam ettim.”38
Yine Yahudilikte bazı Kitab-ı Mukaddes peygamberleri, kendilerine yapılan çağrıya karşı gelerek isteksiz davranmışlardır. Mesela İşaya, verilen bu
vazifeden dolayı kendisinin rahatlatılmasını istediğinde, konuşmadan önce
O’nun dudakları kömürle yakılarak temizlenmişti çünkü ağzı temiz değildi,
denilmişti.39 Yeremya “Ben küçük bir çocuğum, bu yüzden konuşamam” demişti40 ve Yunus Tanrı’nın çağrısından kurtulmak için Tarsus’a kaçmıştı.41
Fakültesi Dergisi, 26/1, (2017) 151-189.(çev. notu)
Alak, 96/1-5.
37
38
Sira, 106.
39
40
41
Işaya, 6/6-7.
Taberi, Annales, Prima Series, M. De Goeje, ed. 3/1150. (Leiden: E.J.Brill, 1881-1882). (Eserin aslı için bk. İbn İshak, Sîret, 1. Baskı, thk. Ahmed Ferid el-Mezîdî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
2004, s.168; Taberî, Târîh, I, 532-533. (Çev. notu)
162
Yeremya, 1/6.
Yunus, 1/3.
Kısas’da peygamberlerin çoğu, bunu beklenmedik bir olay veya (Yahudiliğin tersine) Allah’a şükredilmesi gereken bir durum olarak kabul ettikleri için, güvenilir kişiler olarak görülürler, onlar Cebrail tarafından
vazifelendirildiklerinde, öne çıkarlar ve (itiraz etmeksizin) mesajı yaymaya
başlarlar. Hz. Yunus’un bu genel resmin dışında olduğunu not etmek ilginç
olacaktır. Kisai’nin versiyonunda biz şunları okuyoruz: “Allah Yunus’la konuşarak ona ‘Seni Ninova şehrine peygamber olarak seçtim’ deyince Yunus;
‘Başkasını gönder’ diye cevap verir. Allah, ‘Yunus git ve sana yerine getirmen emredilen şeyi yap ve emredilene karşı itaatsizlik etme’ diye seslenir.”42
Sa’lebi’nin anlatımındaki hikâyede gemi ve balinayla anlatılanlar, olayların
Kitab-ı Mukaddesteki anlatım sırasına terstir ve olay Ninovalı’ların pişman
olarak Tanrıdan tevbe etmesi şeklinde gelişir. Daha sonra Yunus’un kızgınlığı yatışır ancak burada O, Yahudi versiyonunda olduğu gibi peygamberlik
yapmaktan kaçınmaz. Burada önemli olan bir hususu da not etmek gerekir
ki oda alışılagelmiş şekliyle Tanrı, vahiy meleği Cebrail vasıtasıyla değil de
doğrudan Yunus’la konuşmuştur.
Yahudilikte Tanrı bir peygamberi kişisel olarak imtihan ve deneme
için seçtiğinde onların bu sıkıntılara karşı farklı tepkiler verdiklerini görürüz. İslam’da Eyüp (peygamber)olarak bilinen kişi Yahudi geleneğinde bir
peygamber olarak görülmez. Aslında günümüz Yahudi din adamları arasında Eyüb’ün bir Yahudi olup olmadığı yada, çoğunlukla Yahudi düşünürlerce
görüşleri Kutsal kitapta açıklanan birisi olup olmadığı konusunda farklı düşünceler vardır.43 O, başına gelen sıkıntılı bir imtihan neticesinde çocuklarını,
malını mülkünü kaybeder, son derece maddi acı ve ıstıraplara maruz kalır.
Kitab-ı Mukaddes’te o,Tanrıyı suçlamayı reddeden biri olarak kabul edilir,
fakat aynı zamanda o kaderine karşı öfkelidir ve bu İlahi hüküm karşısında
kendi kendini haklı çıkarmaya çalışır. Onun muhteşem edebi konuşmasının
sonunda Tanrının kendisine olan gazabına karşı davranışlarında kavgacı bir
resim tasvir edilir. Bazı modern Kitab-ı Mukaddes bilginleri onun kitabıyla
ilgili tahlillerinde, onun doğum günüyle ilgili lanetlerine ve sahip olduğu dürüst konuşmalarıyla ilgili olarak onu “sabırlı Eyüp” ve “sabırsız Eyüp” diye
ikiye ayırdıkları görülür.44
42
43
44
Thackston, Kisai, 322.
Bk. Israel Ta-Shma, “Job, Book of,” EJ, 10/124-125.
H.L.Ginsberg, “Job, Book of,” EJ, 10/112-122.
163
Buna karşın Kısas-ı Enbiya’da Eyüb’ün başına gelen kötülükte Allah’ın hükmünün sorgulanması söz konusu değildir. Gerçekte bu,Allah’ın da
müsadesiyle, şeytanın bir eylemidir ki o, Eyüp’te olduğu gibi insanoğlunun
en çok sevdiği şeyleri kaybettiğinde, son derece bedeni acı ve ıstıraplarla
karşılaştığında mukavemet edemeyeceğini, Allah’a olan inancında ve şükründe hala sadık kalamayacağını ve dolayısıyla insanoğlunun Allah’a karşı
itaatkar olamayacağını kanıtlamak ister. Fakat Eyüp bunu başarır, ziyaretçileri de aynı şekildedir, o, bütün konuşmalarında hiçbir zaman Allah’ın gücünü
ve iyiliğini sorgulamaz. (Kitab-ı Mukaddes’in) Eyüp kitabındaki akli meydan
okuyuşlar,hikâyenin Kısas versiyonunda tamamen kaybolur ve Eyüp, tamamen itaatkar, mükemmel bir mümin prototipiyle sunularak diğer peygamberler gibi takdim edilir.
Bütün bunların içinde muhtemelen en büyük imtihan,Tanrı’nın İbrahim’den oğlunu kurban etmesi emridir ki bu, Kitab-ı Mukaddeste de,
Kur’an’ın kabul ettiği şekliyle yer almaktadır. Ancak Müslüman bilginler,
özellikle Kisai ve Taberi döneminde, imtihanın hangi oğulla – İsmail’le mi
yoksa İshak’la mı- olduğu konusunda tartışmışlar olmuştur, detaylarda büyük
farklılıklar olmakla birlikte biz, İbrahim’in cevabında iki izahta da dikkate
değer bir benzerlik buluyoruz.45 Gerçek bir mümin olan Hz. İbrahim,Allah’ın
bu ağır emrine itaat eder ve bu duygu İslami bir terimle “hakiki bir mümin”
olarak ifade edilir. Fakat ilginç olan şudur ki İshak, bazı Yahudi tefsirlerinde
ve Midraş literatüründe Müslüman versiyonlarında olduğu kadar çok fazla
aktif değildir. İslami rivayetlerde, şehitliği arzulayan, hatta onu kaybetmekten
dolayı endişelenen anne ve babasını cesaretlendiren İshak, Kitab-ı Mukaddes
anlatımında daha pasif bir rol oynar. İslami kıssalarda şeytan her birinde ayrı
ayrı İshak’ı, İbrahim ve Sara’yı ayartarak, Allah’ınemrini yerine getirmek isteyen İbrahim’in ona itaatini engellemeye çalışırken, Yahudi versiyonlarında
ise şeytanın rolü farklıdır. Burada da İbrahim,Tanrı’nın emrini yerine getirmekte azimlidir. Yahudi hukukundaki lekeli bir kurbanın takdim edilmesinin
yasak olduğunu iyi bilen şeytanın kurnazlıkları ve açıkçası onun konuyla ilgili
bu inancından dolayı İbrahim, şeytanın kurbanını geçersiz ve kabul edilemez
bir hale getirmek için İshak’a bir zarar vermesinden dolayı endişe duyar. Bu
yüzden İbrahim,İshak’ı şeytandan korumak zorunda olduğunu hisseder, bazı
(Efsanevi Yahudi) rivayetlerde ise İbrahim’in şeytanının planını boşa çıkar45
The History of Tabari: Patriarchs and Prophets, tercüme: William M. Brinner, Cilt 2, S. 82-92
(Albany: State University of New York Press, 1987), olayın kahramanının İshak olduğu ile ilgili olarak
bkz S. 92-97, İsmail olduğu ile ilgili olarak da Bk. Thackston, Kisai, 160-162.
164
mak için İshak’ı bir tabutta gizlediği anlatılır.46 İbrahim, İshak’ı bağladıktan
sonra (bu yüzdendir ki Yahudilerce bu kıssanın adı “İshak’ın bağlanması”
diye bilinir) onu kesmeye başlar ve ilk kandamlası aktığında, aniden onun
yerine bir koç gönderilir.
Kavimlerin peygamberlerine karşı gelmeleri ve günahları sebebiyle
helak edilmeleri konusuna geldiğimizde, peygamberin onları yüz yüze kaldıkları bu son nedeniyle ikaz ettiklerini görürüz. İslam’daki peygamberlik
tipolojisine baktığımızda,Hz. Nuh, bir nevi bütün peygamberleri ideal bir
kişilik olarak temsil eder ve halkını böylesi bir cezalandırmadan kurtarmak
için, mesajını açıkça son ana kadar yaymaya çalışmasıyla,Hz. Muhammed’in
özelliğinin ilk habercisi gibidir.Hz. Nuh, Allah tarafından ahlaksız ve kötü
bir kavme gönderilmiştir. Onlar onu dinlemezler hatta onunla sözlü olarak
alay ederler ve ona fiziki işkencedebulunurlar, onun,“tevbe etmezlerse mutlak
surette kendilerini bekleyen kötü son”la ilgili mesajına gülerler. Biz, halkın
onun mesajını dikkate almaması sebebiyle Nuh’un kendisi ve ailesi dışında,
tüm insanlığın helak edileceğinden dolayı, onun nasıl bir tepki verdiği ile
ilgili hiçbir şey bilmiyoruz. Burada hem Kutsal Kitabın hem de Kur’an’ın
verdikleri örneklerde, bu kavimlerin ne kadar azgın ve kötü olduklarının vurgulanması dışında insanlığın bu talihsiz sonu hakkında (peygamberlerin) sessiz kalmaları oldukça ilginçtir. Kısasta başka bir yerde Hud, Salih, Zülkifl
ve diğer peygamberlerin kavimleri, Allahtarafından kendilerine gönderilen
peygamberlerin sözlerine kulak asmayıp kendi kötü yollarında ısrar ettikleri
için helak edildiklerine dair resim de aynıdır.
İnsanlığın helak edilmesine karşı kayıtsız görünmenin istisnası olarak
tek başına İbrahim açık bir şekilde ayak diretir. O, yeğeni Lut’un yaşamış
olduğu şehrin de içinde bulunduğu ahlaksız beldenin sakinlerinin helak edileceği ile ilgili Tanrı’nın planını öğrenince,Tanrıy’la pazarlık yaparak şehir
sakinlerini - en azından onlar içindeki ahlaklı olanları- kurtarmaya çalışır. Bu,
her ne kadar Kisai’de olmasa da Taberi’nin Kısas’ında ve Sa’lebi’de olduğu
46
Bk. Louıs Ginzberg, The Legends of the Jews, 5/249. n. 234 (Philadelphia: Jewish Publication
Society,1955).
165
gibi hem Kitab-ı Mukaddeste, hem de Midraşta onun tartışmasının detayları yer alır. Ana hatlarıyla olay şöyle gerçekleşir; İbrahim Tanrıya; “Şayet o
şehirde birçok dürüst insan olsa, yine de o şehri helak edecek misin” diye
sorar. Tanrı’nın bir miktar olumlu cevabı İbrahim’i memnun eder fakat bu
şehirlerin kötü sonunu engelleyemez Burada şu da not edilmelidir ki, Yahudi
izahlarında İbrahim direk olarak Tanrıyla tartışırken Kısas’da ise bu tartışma
şehirlerin helak edileceği hakkındaki kötü haberleri getirdiği gibi İbrahim’in
yaşlılık döneminde kendisine bir oğul verileceği şeklinde iyi haberleri getiren vahiy meleği ile (Cebrail) olur. Kısas’taki hikâyenin anlatım biçiminde
Allah’ın iradesinin Hz. İbrahim tarafından sorgulandığından söz etmek oldukça zordur, bu,Hz. İbrahim’in kıssasında görülmez, fakat burada Lut’un
misyonu (Yahudilikte olduğundan) ayrıdır, o, İslam’da halkına gönderilmiş
bir peygamberdir. Onlar Lut’un mesajını reddettiklerinde Lut ve onun ailesi
(onun kötü karısı hariç) kurtulmuştur, burada emredilen şeye karşı açıkça bir
muhalefetten ya da Allah’ın iradesinin sorgulanmasından söz edilmez47
Yahudi peygamberlik literatüründe, tartışmaktan da öte Tanrı’nın emrine karşı meydan okuma olayı ile ilgili bir başka örnekte Amos’un kitabında
bulunur:
“RAB bana şunu gösterdi: Kralın payına düşen otlar biçilmişti. Otlar yeniden yeşermeye başlarken RAB sürüyle çekirge yaratıyordu. Çekirgeler ülkedeki yeşil bitkileri yiyip
bitirince: ‘Ey RAB, niyaz ederim halkını bağışla!’ dedim,
‘Yakup (soyu) buna nasıl dayanır? Zaten küçük bir halk!’
Bunun üzerine RAB nadim oldu. ‘Gerçekleşmeyecek bu’
dedi. RAB Yehova bana şunu gösterdi: Baktım, RAB halkını cezalandırmak için ateşi çağırdı. Ateş enginleri yakıp
tüketti, karayı yakıp tüketmeye başladı. O zaman, ‘Ya rab,
niyaz ederim bırak!’ dedim, ‘Yakup soyu buna nasıl dayanır? Zaten küçük bir halk!’ Bunun üzerine RAB nadim
oldu. RAB Yehova , ‘Bu da gerçekleşmeyecek’ dedi”48
47
48
Bk. Thackston, Kisai, 155-159; Tabari, Annales, 2/111-125.
Amos 7/1-6
* Yazar burada “tartışma”, “pazarlık etme” anlamına gelen Bargain kelimesini kullanır. Biz onun yerine
“diyalog” kelimesini tercih ettik.
166
Burada Yahudi geleneğinde peygamberlerin davranışları ile ilgili olarak verilen iki örnek İslam inancı bağlamında, gerçekte düşünülmesi bile
mümkün olmayan şeylerdir ki bunlar; bir peygamber bile olsa,Tanrı’nın emrine bir insan tarafından meydan okuma ve Tanrının bir olay hakkında verdiği
bir hükümden sonra pişmanlık duymasıdır. Bununla birlikte Kur’an’da değil, fakat peygamberin biyografini anlatan Siret’de, Peygamber Hz.Muhammed’in ümmetinin şartlarını daha iyileştirmek için Allah’la olan diyaloğunu*
anlatan bir rivayeti burada görmek mümkündür. Bu olay Hz.Muhammed’inruhsal dünyasında bir zirve olarak görülen göklere yükselişinde, Mirac’ında
meydana gelen bir hadisedir. Olay aşağıdaki şekliyle anlatılır:
“Melek onu alır yedinci semaya ve Allah’ın katına varıncaya kadar her bir semayı dolaşır. Orada kendisi üzerine bir
günde elli vakitlik bir ibadet vazifesi verilir. Hz. Peygamber
(as) olayı şöyle anlatır: ‘Ben dönüşte Hz. Musa’ya uğradım.
O bana Allah’ın bana ne kadar bir ibadet vazifesi yüklediğini sordu, ben elli olduğunu söylediğimde o, namaz ağır bir
ibadettir ve senin ümmetin de zayıftır, bu yüzden Rabbine
geri dön ve ondan senin ve ümmetin için bu sayıyı azaltmasını iste dedi. Ben öyle yaptım ve Allah bunu on vakit
azalttı. Tekrar Hz. Musa’ya gittim ve o yine aynı şeyi söyledi ve bu durum böylece gece ve gündüz toplam beş vakte
ininceye kadar devam etti. Hz. Musa bana gene aynı şekilde
öğüt verince ben, Rabbime gittim ve utanıncaya kadar bu
sayıyı azaltmasını istedim, artık bir daha gidemem, diye cevapladım. Senin ona karşı bunları (beş vakit ibadeti) doğru
ve dürüst bir şekilde yerine getirmene karşılık elli vakitlik
bir ibadet sevabı verilecektir.” denildi.49
Bu basit bir durum değildir, çünkü şu anki anlayışa kıyasla,Allah’ın
vermiş olduğu bir emri çok daha müsamahakar olmaya doğru azaltmaya çalışması son derce alışılmamış bir olaydır, burada açıkça kabul etmek gerekir
ki Hz. Muhammed (as), Hz. Musa tarafından teşvik edilmiş ve o da utanıncaya kadar buna devam etmiştir. Bu yüzden bu örnek, sadece geleneksel dini
inançtaki Allah’ın isteğine boyun eğme açısından değil, aynı zamanda eşit
49
Siret, 186-187.
167
derecede geleneksel - ve belki de daha güçlüsü- toplumsal utanma mekanizmasıyla peygamberin davranışlarını uzlaştırma olarak görülebilir.
Sa’lebi’nin Kısası Enbiya’sı peygamberlerin zamanlarındaki hikâyelerden oluşur, fakat onların çoğunluğunda beş peygamberin kişisel özellikleri
merkezi bir yere sahiptir ki bunlar; Hz. Nuh, İbrahim, Yusuf, Musa ve İsa’dır.
Daha önceden de ifade ettiğimiz gibi, Nuh’un erken dönemi,Hz. Muhammed’le paralellik arz eder ki, bu dönem,Hz.Muhammed’inhalkına öğüt vermede başarılı olmasıyla (Nuh’tan) ayrılır. Gerçek İslam’ı tebliğ eden ve Allah’ın emrine kendini teslim eden ilk peygamber olarak sunulan kıssada Hz.
İbrahim, Allah’ın emrini yerine getirmek için oğlunu kurban eden örnek bir
şahsiyet olarak kabul edilir. Hz.Muhammed’inMedine’ye hicretinden sonra
onun mesajındaki sürekli vurgu,Hz. İbrahim’in dinine dönüştür. Bu yüzden
onun Miraç hadisesi dönüşünden sonra, sahabelerinin ondan yedi kat semada karşılaşmış olduğu çeşitli peygamberleri tasvir etmesi istendiğinde onun
“bana bu kadar çok benzeyen bir insanı hiç görmedim, bu babam İbrahim’di”
demesi çok şaşırtıcı değildir.50
Belki de Kısas’taki bütün hikâyelerin en popüleri, Midraşik süslemelerle birlikte muhtemelen içindeki birçok renkli maceralarından dolayı Hz. Yusuf’un kıssasıdır. Bu hikâyede onun rüyaları ve kardeşlerinin tepkileri; köle
olarak satılması; güçlenmesi ve kardeşlerine kendisine yapılan kötülüğü göstermek için yaptıkları, fakat bunlar içinde en önemlisi yoğun bir şekilde onun
bir kadınla yaşadığı imtihanı, onun ıslahı ve tabiki Hz. Yusuf’un iffetliliğine
yapılan vurgu önemlidir. Burada Allah’a olan inancı sebebiyle bir kadının
cinsel cazibesine karşı duran Hz. Yusuf, iffetli ideal bir erkeğin sembolüdür.
Hz. Musa’ya gelince o büyük bir mücadeleci rolündedir. O, fonksiyonu
ve yaptığı işlerde bir devrimci, kanun adamı ve toplumunun lideri olarak tam
Hz. Muhammed (as) gibi’dir. Biz burada Miraçta anlatılan bir başka olaydan hareketle Hz. Muhammed’in Hz. Musa’dan daha üstün tutulduğunu anlıyoruz. Hz. Muhammed,Hz. Musa’yı ağlarken gördüğünde sebebini sorunca
onun “Senin ümmetinin çoğu benim ümmetimden önce cennete girecektir.”
50
168
A.g.e, 186.
diye cevap verdiğini görüyoruz.51
İslam’da (Yahudilikle karşılaştırılınca) en tartışmalı konu Hz. İsa hakkındadır. İslam, Hz. İsa’nın peygamberliğine karşı olan Yahudilerle tartışır,
fakat bu tartışma Yahudilerin onun ulûhiyetine karşı olmaları ile ilgili değildir, çünkü İslam Hz. İsa’yı kendisine Tora ile eşit bir konumda olan İncil’in
veya Müjde’nin verildiği bir peygamber olarak kabul eder. Ancak bununla
birlikte diğer yandan Hz. İsa iffetli Meryem’e52, kutsal bir doğumla Allah
tarafından gönderilen Allah’ın bir kelimesidir, birçok yerde sert ifadelerde
açıkça onun Tanrı’nın oğlu olmadığı53 ve çarmıhta da ölmediği54 bildirilir.
Bu yüzden inkarnasyon, ve kutsal haçtaki kurban aracılığıyla kurtuluş gibi,
Hıristiyanlıktaki önemli temalar, İslam tarafından reddedilir. Ancak yine de
peygamber Hz. İsa bir mesihtir ve (bazı hadislere göre) büyük kıyamet alameti olarak ikinci kez gelecektir.55
Bütün bu belli belirsiz olan figürlerin üstünde yüce peygamber Hz. Muhammed’in çizilen resmi açıkça büyük öneme sahiptir. Onun ölümüyle birlikte ilahi vahiy sona ermiş, böylece Kur’an tamamlanmış ve artık bundan sonra
bir ilave yapılması söz konusu değildir.Burada şuna da işaret etmek gerekir
-Hadisolarak ifade edilen ve sözlü olarak nakledilen- Hz. Muhammed’in sözlerinin ve eylemlerinin yazıya geçirilmesiuzun bir zaman almıştır.56
51
Khatip al-Tibrizi, Muhammed ibni Abdullah (fl.1337), Mishkat al Maşabih, terc. James Robson, 1/1266. (Lahore: Sh. Muhammed Ashraf, 1981).
52
“Meryem: «Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan dokunmamıştır. Ben iffetsiz de
değilim» dedi.” Meryem 19/20.
53
“Çocuk edinmek asla Allah›ın şanına yakışmaz. O bundan münezzehtir.” Meryem, 19/35. “
(O)Doğurmamış ve doğurulmamıştır.” İhlâs 112/3.
54
“Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi.” Nisa 4/
157.
55
56
Bk. G.C.Anawati, “Isa,” EI, 81-82.
Bk. 25. dipnot.
169
4. Yahudilik ve İslam’da Peygamberlik Anlayışıyla İlgili Farklılıklar
Biz bu noktada İslam ve Yahudi dini geleneğinde peygamberlerin oynadıkları rollerde büyük zıtlıklar görmekteyiz. İster tek başına, isterse Sinagog’ta ibadet etsin, dindar bir Yahudi için peygamberlerin sözleri her zaman,
her yerde önemlidir. İbadetlerde, peygamberlerin kitaplarından alınmış bölümlerden oluşan ifade ve cümleler yer alır. Bunlar sadece ayinlerde okunan
peygamberlerin kinayeli sözleri değildir, aynı zamanda gerçeği öğrenmek
isteyen birisine Kitab-ı Mukaddes metinleri hakkında bilgi verenanlatımlardır. Onların dillerindeki bu şiirsel tasvirlerin çağlar boyunca kullanılması,İbraniceyi etkilemiştir.Bu da, son dönemlerde İbranicenin yeniden konuşma
dili olarak canlanmasına sebep olmuştur. Sinagog’taki ayinde Hz. Musa’nın
beş kitabının da içinde olduğu Tora’dan okunan haftalık bölümler, önemli
bir yere sahiptir. Bunlarınbir kısmında farklı anlatım tarzları olsa da, hemen
hemen peygamberlerin kitaplarındakilerle paralellik gösterdiği söylenebilir.
Tora ile birlikte tüm bunlar, haftalık okunan özel bir bölümü oluştururlar. Bu
metinlerde görkemli Yom Kipur ve Kefaret Günütörenlerine, eski uzun sürgün
günlerinin hatırasına yapılan tapınak törenlerine, Büyük Hahamın kendisinin ve halkının günah itirafında, ıssız vadilere günah keçisinin salıverilmesi57günlerine, İşaya’dandoğru ve halis bir ibadet yerine, daha çok ayinlerin
dışsal görünümlerine önem verenlerin cezalarına dikkat çeken ve böylece
faydasız ibadetleri ifşa eden, bir dizi değişik konulara dair parçalar bulunur.
Bunlardan birinde şöyle yazar:
“Diyorlar ki, ‘Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, İsteklerimizi denetlediğimizi neden fark etmiyorsun? “Bakın, oruç
tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, işçilerinizi eziyorsunuz.
Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, şiddetli yumruklaşmayla
bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmakla sesinizi yükseklere duyuramazsınız. İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın
isteklerini denetlemesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış
gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı
oruç, RABBİ hoşnut eden gün diyorsunuz? Benim istediğim
oruç, haksız yere incire, boyunduruğa vurulanları salıvermek,
ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak gördüğünüzü giydirir,
yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz.”58
57
58
170
Levililer 16.
İşaya, 58/3-7.
Kitab-ı Mukaddes peygamberlerinin bu tür sözleri Tanrı tarafından
vahye dilmiş ve tabiî ki Tanrı adına söylenmiştir, fakat bunlar hala peygamberlerin sözleri olarak görülür ve yıldan yıla, haftadan haftaya tekrar edilir, kutsal ve değerlidir. Fakat peygamberin sözleri onun kişiliğinden çok
ayrı değerlendirilir ve dindar bir Yahudi tarafından peygamberin hayatı taklit edilebilecek örnek bir hayat olarak düşünülmez.Kitab-ı Mukaddesteki peygamberlerin hayatlarına detaylı bir şekilde baktığımızda, onları
diğer insanlara karşı geçimsiz, huysuz, sert ve kendilerini takip eden bütün
bir halkı için felaket getirebilecek bir tip olarak buluruz. Öfke, sabırsızlık,
Tanrıyı sorgulama ve Tanrıyla tartışma,Kitab-ı Mukaddes peygamberlerinin birçoğunun tipik özelliğidir. Burada şaşırtıcı olan şey şudur ki, yukarıda geçen peygamberler gibi, hahamlar ve bilge yöneticiler de ne hukuki
değişiklikten ne de dini doktrinden sorumlu değildirler.
İstisnai ilginç bir durum bu konuyu destekler. Hem Müslüman hem
de Yahudi dünyası için en büyük entelektüel tartışmaların yapıldığı onuncu
yüzyıl ortalarında bu polemiklerin ortasında yer alan Sadyo Gaon (V. 942)
olarak da bilinen Yahudi bilgin Sadya bin Yusuf El Feyyumi,* Mısır’dan
Bağdat şehrine göç eder. O, geniş bilgisi, teolojik ve felsefi çalışmalarıyla
akılcı Mutezileden almış olduğu düşünceleri Yahudiliğe katmıştır ve yine
o, Rabbinik öğretinin en büyük merkezlerinden birinin yöneticisi olmuştur.
Onun Arapçaya çevirdiği Kitab-ı Mukaddesi günümüzde Arapça konuşan
Yahudiler tarafından hala standart bir metin olarak kullanılmaktadır. Tercümenin önsözünde Sadya Gaon, ana hatlarıyla Yahudi hukukunun ve pratiğinin üç temel esasının veya kaynağının olabileceğine işaret etmiştir. Tabiî
ki ana kaynak Hz. Musa’ya vahyedilen Tora’dır. Tora’nın arkasından ilk
prensip veya model olan insan aklı (akıl yürütme) yer alır ki, vahyin desteğiyle mantıksal olarak Tanrının varlığı, eşsizliği ve mutlak yaratıcılığı idrak
edilebilir. Torah ve ikinci önemli kaynak olan akıldan sonra,(Bütün Yahudi
alimleri içerisinde) sadece Sadya Gaon’a ait olan üçüncü bir prensip daha
vardır.Bu prensip, Yahudilik dışı tesirlerin etkisiyle (özellikle İslam) Sadya
Gaon’da görülmüş olabilir. O burada derki:
171
Tora’dan ve geleneksel peygamberlik bilgisinden daha
sonraki bir diğer örnek (kaynak) ise, insanların kendilerine
emredilen şeyleri yerine getirmek için takip edecekleri yollar arasında, yeni bir olayla karşılaşıncabu konu hakkında
onların (yani peygamberlerin) nasıl düşündükleridir.59
Bu ilginç fikir, bir Yahudi bağlamında düşünüldüğünde –Tanrının
emirlerini yerine getiren peygamberlerin yolu veya bir sünnet şeklinde ifade
etmek- diğer iki temel esasla birlikte önemli bir basamaktır. Torah ve insan
aklı, İslam’ın derin etkisini yansıtmaktadır.Bu, sadece Sadya’nın felsefi ve
teolojik spekülasyonlarını değil, aynı zamanda onun Yahudi pratiğinin gerisindeki prensiplerle ilgili düşüncesinin de merkezini oluşturur. (Goan’ın bu
şekilde düşüncesine rağmen) Yahudi ve Müslümanlar arasında peygamberlerin rolüne dair büyük farklılıkların olduğu söylenmelidir. Sadya Gaon’un
(Yahudiler üzerinde)büyük prestiji olmasına rağmen, onun (peygamberlerin
söz ve fillerinin üçüncü bir kaynak olduğu şeklindeki) düşüncesi,Yahudilerce
asla kabul görmemiş ve bu düşünce sadece - yaygın olarak kullanılan -Kitab-ı Mukaddes’in tercümesinin giriş kısmında yazılı olarak kalmıştır.
Yakından incelendiğinde, İslam’daki peygamberlik anlayışının Yahudilikten büyük oranda farklıolduğu görülür.Çünkü bütün Müslümanlar,Kur’an’ın tamamının veya her bir cüzünün Hz. peygamberin değil,
gerçekte Allah’ın kelamı olduğunu bilirler. Burada Arap dilinin en büyük başarısı bütün Müslümanlara özellikle de Arapça konuşan Müslümanlara eşsiz
lenguistik bir model olarak hizmet etmiş olmasıdır. O, sadece bir şiir değil,
aynı zamanda manzum ifade tarzıyla yüce öğütler içeren ve çağlar boyunca
kendisine kulak verenler üzerinde derin etkiler bırakan bir kitaptır. Bu farklılıkların ilki,Kitab-ı Mukaddes’in aksine Kur’an’ın peygamberin sözlerini
ihtiva eden bir koleksiyon olmadığıdır.
59
* Geniş bilgi için bk. Muhammed Ali Bağır, Yahudi Düşünür Sadya Gaon Hayatı,
Eserleri, İnanç Tarihindeki Yeri (İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş, 2015)
Saadia ben Josef al- Feyyumi, Ouvres Completes, ed. J. Derenbourg, 1/3. (Paris: Ernest Leroux, 1893).
172
Gerçekte biz, hadis külliyatlarında anlatılan Hz. Peygamberin sözlerini
okuduğumuzda, onları düz, basit bulabilir, bundan başka bir şiirdeki nüktelerden çok daha fazla kutsal bir öğüt veya vahiy olarak herhangi özel bir
linguistik tesirden yoksun olduğunu görebiliriz.Aşağıda Hz.Muhammed’in
örnek karekteri ile ilgili iki kısa hadis, onun vermiş olduğu öğütlerin bir kısmının niteliğini bize gösterir niteliktedir:
İbni Ömer’den rivayet edilen bir hadiste Allah’ın Resulü
şöyle buyurmuştur: “Bu dünyada gösterişli giyinene Ahiret
gününde Allah Teâlâ tarafından hakirlik elbisesi giydirilecektir.”60
Ebu Zer anlatır: Allah’ın Resulü bize geldi ve “Allah katında
en sevimli amel nedir, biliyor musunuz” dedi. Birisi “namaz
ve zekat”, bir başkası “cihad” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (as): “Allah katında en hayırlı amel, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir” buyurdu.61
Burada açıktır ki,Hz. Peygamberin örnek davranışları, fazilet olarak
Müslümanlara telkin edilmektedir. Hz. Peygamberin kendileri için ortaya
koymuş olduğu bu modelin o dönemdeki sıkı takipçileri ve sonraki inanlar
açısından, onun sözlerinde şiirsel bir belağatın bir önemi yoktur. Kitab-ı Mukaddesteki peygamberlerin sözleriyle Hz.Muhammed’e (as) ait olsun veya
olmasın, ondan yapılan günlük konuşma diline ait özlü sözler arasındaki
yüksek edebi dil açıktır. Bu dikkat çekici farklılığın sebebi nedir? Kısaca,
Yahudilere göre (kutsal kitap metinlerini oluşturan) peygamberlerin sözleri, insan ahlakı ve davranışları için vahyedilmiş temel formlardır ve bunlar, kişilere ait tesellilerin veya ulusal üzüntülerin kaynağı olma vazifesini
görmektedir. Bu sözler önemlidir, fakat onlar, hukuk için temel bir kaynak
oluşturmadıkları gibi, peygamberlerin hayatları da kendilerine tabi olanlar
için bir rol model olma özelliği taşımazlar.
60
61
Khatip al-Tibrizi, Mishkat, 1/917.
Khatip al-Tibrizi, Mishkat 1/1043.
173
Diğer yandan Müslümanlar için, bütün peygamberlerin sözlerinin
içeriği ve şekli Hz. Muhammed’inkiler kadar önemli değildir. Hz. Muhammed’in konumuna gelince, onun sözleri, kayda geçirilmiş olan hayatının
temelini oluşturur.Yine onun bu sözleri, amelle desteklenerek örneklik teşkil eder. Onun sözel ifadeleri,filleri ile birlikte kabul edilir ve Müslümanlar
için bir model olma vazifesi görür. Hz. Muhammed bir örnektir ve (söz ve
fillerden oluşan) o örnekliğe,“Sünneti Nebi”, “Sünnet” veya “Peygamberin
yolu” diye tabi olunur. İslam’da sünnet, Kur’an’la birlikte hukukun yaygın
iki önemli kaynağından biri (ikincisi) olarak kabul edilir.
174
Sonuç
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz;Farklı anlatım biçimleri olsa da, Peygamberlerin bir çoğu, her iki dinde de müşterek olan figürlerdir. Buna karşın,Yahudilik ve İslam,peygamberlerin rollerine karşı farklı bakış açıları ve
tavırlar göstermeleri bakımından birbirlerinden ayrılırlar.Yahudilikte peygamberlerin sözleri; cezalandırma, telkin, iyilik, umut ve rahatı içerir, fakat
kadın ve erkek peygamberler birer model veya birer örnek olarak görülmezler. Bu ise, hemen hemen İslam’daki inancın tam tersidir. İslam’da Peygamberlerin sözleri Kur’an’da yer alan ve merkezi bir öneme sahip olan Allah’ın
sözlerinden ayrı olarak kabul edilir.Fakat bir Müslümanın hayatı, peygamber
Hz.Muhammed’in (as)emsalsiz örnekliğine (üsve-i hasene) dayanır.
Yahudi ve Müslüman dini geleneğinde öne çıkan bir başka husus da,
peygamberlerin fonksiyonlarıyla ilgili olarak Tanrı’nın emirlerine itaat veya
– sadece bir anlık bile olsa-isyan etme bağlamındaki farklı algılayışlar ve
Tanrının sözlerini sorgulamadaki farklı bakış açılarıdır.Çoğunlukla “İslam”
kelimesi,Allah’ın isteklerini, tümüyle kabul etme, boyun eğme, teslim olma
anlamına gelir. Biz bu tanımlamayı, peygamberlerin hayatlarını anlatan
İslami kıssalarda ve Yahudi geleneğindeki diğer tarihi figürlerde görmekteyiz. Bir kaç istisna hariç, İslam’da bunu (peygamberliği) sadece peygamberler yaparlar,62∗kendilerini gönüllü olarak Allah’a adarlar, onlar, ilahi emirlerle ilgili bir sualle karşılaştıklarında, genellikle doğrudan değil,Allah ve insan
arasında bir aracı varlık olarak bulunan melekeler vasıtasıyla yaratıcıyla
muhatap olurlar. Buna karşılık biz İsrail adının menşei ile ilgili olarak arka
planda Kitabı Mukaddesteki şu hikâyeyi görmekteyiz:
“Yakup yalnız başına kaldı, seher sökünceye kadar bir adam
onunla güreşti. Onu yenemediğini görünce, uyluğunun başına dokundu ve onunla güreşirken Yakup’un uyluk başı
incindi. (Yakup) dedi ki: Bırak gideyim, çünkü seher vakti
oluyor. (O) dedi: Beni mübarek kılmadıkça seni bırakmam.
Ve ona dedi: Adın nedir? O dedi, Yakub. Ve dedi; Artık sana
Yakup değil, ancak İsrail denilecek, çünkü sen Tanrıyla ve
insanlarla uğraşıp yendin. Yakup sorup dedi: Rica ederim,
62
∗
Yahudilikte İslam’dan farklı olarak peygambere benzer fonksiyon icra eden, Tanrıyla bir
şekilde görüşen; kral, kohen / kâhin, hikmetli kişi vb. başka figürler de vardır. Yeremya 18/18;Hezekiel
7/27. (çev.)
175
adını bildir. (O) dedi: Adımı niçin soruyorsun? Ve orada
onu mübarek kıldı.”63
Yahudi geleneğinde sıradan bir olay olarak görülen Tanrıyla güreşen
bir insan tasvirinin, İslam’da hemen hemen düşünülmesi bile mümkün değildir.
Burada son özet olarak şu söylenebilir; Kitabı Mukaddes rivayetlerindeki çoğu isimler, farklı bir bakışla değerlendirilse de, İslam geleneğinde
peygamber olarak görülürler ve İslam’da Allah’ın emirlerine karşı boyun
eğen bu peygamberlerin davranışlarına vurgu, merkezi bir öneme sahiptir.
Diğer yandan Yahudiliğe gelince, peygamberin davranışlarında - ki bazı durumlarda sözleri ile davranışları arasında bir zıtlık olsa bile-Tanrıyla olan
ilişki biçimlerinde ahlaki ve mantıki bir çaba (sorgulama)içinde oldukları
görülür.Hatta bu,Tanrıyla insan arasındaki bir mücadele boyutuna kadar varır ki, bu yüzden İsrail kelimesinin anlamı da, yukarıdaki rivayette anlatıldığı
gibi, bu anlama (yani Tanrıyla mücadele eden) gelir.64∗Kısaca, her bir dini gelenek, kendi davranışlarını peygamberlerin imajında bulur veya kendi bakış
açısında bir peygamber tasavvurunu yansıtır.
63
64
Tekvin 32 /24-30
∗
Her iki dine isim olan “İslam” (Teslim olma) ve “İsrail” (Tanrıyla mücadele etme) kelimelerinin birbirleri ile zıt anlamlar içermesi oldukça dikkat çekicidir. Burada sonuç kısmıyla ilgili olarak
şunu vurgulamak gerekir ki, kronolojik olarak daha önce gelen Yahudilik, İslam gibi kendisinden
hemen önceki bir diğer dini gelenek olan Hıristiyanlığın bir Peygamberi - Hz. İsa’yı Tanrılaştırması
tecrübesine şahitlik etmemiştir. (Kur’an’da geçen ve Yahudi kaynaklarında zikredilmeyen “Üzeyir’in
Allah’ın oğlu olması” meselesi ise tüm Yahudi tarihinde lokal bir olay olarak görülebilir). Dolayısıyla
İslamda, Hz Muhammed’in (ve diğer peygamberlerin) beşeriliğine dair rivayetler, bir anlamda
Hıristiyanlığın beşeri Tanrılaştırmasına karşı bir cevap olarak da okunabilir. Sonuçta Yahudilik, bir
takım ahlaki zaafları nedeni ile peygamberleri sıradanlaştırırken, Hıristiyanlıkta tam aksine onu
Tanrılaştırmış, İslam ise, her iki dindeki aşırılıklara bir cevap olarak, başta “ismet” sıfatı olmak üzere,
peygamberlikle ilgili bazı ilkeler / sıfatlar ortaya koyarak kendi nübüvvet anlayışını oluşturmuştur.
(Çev. notu).
176
Sempozyum Tanıtımı
OSMANLI İLİM, DÜŞÜNCE VE SANAT DÜNYASINDA
BALKANLAR 07-09 MAYIS 2014
EDİRNE
Mustafa Necip Yılmaz1∗
Makale Geliş Tarihi: 13 Eylül 2018
Makale Kabul Tarihi: 10 Ekim 2018
BALKANLAR’IN KALBİNE YOLCULUK
Balkanlar, tarihî süreç içerisinde milletimiz için hep çok önemli bir
yer olmuştur. Osmanlı Devleti, bir cihan devleti olma yolunda hâkimiyetini
öncelikle Balkanlar’da sağlamlaştırmış ve buradan aldığı güçle etkisini
yaygınlaştırmıştır. Devletin yıkılma süreci de Balkanlar’daki başarısızlıkların
ardından gelmiştir. Bu yüzden günümüzde de geçerliliğini koruyan
“İstanbul’un güvenliği Balkanlar’dan başlar.” sözü tarih boyunca bir strateji
olarak benimsenmiştir. Uzun sayılabilecek bir süre Balkanlar’da hâkimiyetini
sürdüren Osmanlı Devleti döneminde, bölgede ilim, kültür ve düşünce
alanlarında çok önemli şair, sanatkâr, devlet ve fikir adamları yetişmiştir.
Balkanlar’ın Osmanlı dönemindeki durumu ilgili araştırmalar yaygın bir
şekilde yapılmaktadır ve yapılmaya da devam edecektir. Ancak ilim, kültür
ve düşünce alanlarında yapılan araştırmalar diğer alanlara göre biraz daha az
gibidir. Bu eksikliği gidermek ve Balkanlar’la ilişkileri tekrar geliştirmek,
arada gönül köprülerini yeniden kurmak için Trakya Üniversitesi yoğun bir
çaba göstermektedir. Trakya Üniversitesi bünyesinde bir İlahiyat Fakültesi’nin
kurulması Balkanlar’la ilişkilerin çok özel bir şekilde gelişmesinin yolunu
açmıştır. Süreç içerisinde yapılan bilimsel faaliyetler Balkanlar’la ilişkilerin
daha düzeyli bir şekilde ilerlemesine katkı sağlamıştır. Bu yöndeki
faaliyetlerden biri de Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öncülüğünde
7-10 Mayıs 2014 tarihleri arasında Balkanlar’dan ve Türkiye’den birçok
ilim adamının katılımıyla Edirne’de gerçekleştirilen “Uluslararası Osmanlı
İlim, Düşünce ve Sanat Dünyasında Balkanlar” konulu sempozyumdur.
Sempozyumun hayata geçmesinde Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin
1
∗
Dr. Öğr. Üyesi, Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
[email protected]
177
kurucu dekanı Prof. Dr. Hüseyin Sarıoğlu’nun gayretleri kayda değerdir.
Sempozyum Başbakanlık Tanıtma Fonu desteği ile Trakya Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi, İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV) ve İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi İslam Araştırmaları Merkezi tarafından organize edilmiştir.
Gerçekleştirilen sempozyumun bildiri metinleri Başbakanlık Tanıtma
Fonu’nun katkılarıyla Ensar Neşriyat tarafından basılmıştır (Osmanlı İlim,
Düşünce ve Sanat Dünyasında Balkanlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 2014).
Tefsir, Hadis, Kelam, İslam Felsefesi, Tasavvuf, Mimari, Kültür, Sanat,
Edebiyat ve Musiki alanlarında sunulan tebliğler, geçmişten günümüze ilmî
açıdan Balkanlar’ın ruh dünyasını önümüze sermektedir. Bu açıdan kitabın
sayfaları arasından adeta Balkanlar’ın kalbine yolculuğa çıkılıyor gibidir.
1. Balkan Ülkelerindeki Osmanlı Kültür Mirası
Prof. Dr. Zeki İbrahimgil - Arş. Gör. Funda Naldan tarafından
sunulan “Balkan Ülkelerindeki Osmanlı Kültür Mirası Üzerine Genel
Bir Değerlendirme” başlıklı tebliğde Osmanlı Devleti’nin tarihi süreç
içerisinde Balkanlar’daki fetihlerin ardından uyguladığı iskân politikası ve
imar faaliyetleri ele alınmaktadır. Osmanlı Devleti’nin genel bir politikası
olarak fethedilen yerlere Müslüman Türk unsurlar göç ettirilmek suretiyle
Türkleşmesi ve İslamlaşması sağlanıyordu. Osmanlı döneminde Arnavutluk,
Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Macaristan,
Makedonya, Romanya, Sırbistan, Yunanistan’ın nüfus yapısı ve inşa edilen
cami-mescit, tekke-zaviye, türbe, han, bedesten, arasta, medrese, kütüphane,
imaret, köprü, su kemeri, han, hamam, kale, kule,-ocak, burç gibi mimari
eserler ve bu eserlerin süreç içerisinde geçirdikleri değişimler ele alınan
tebliğde günümüzdeki faaliyetler ve restorasyon çalışmaları hakkında da bilgi
verilmektedir. Mimari faaliyetlerle fethedilen yerlere Osmanlı-Türk şehir
dokusu anlayışı hâkim kılınmıştır. Bu şekilde Balkanlar’a yeni bir yaşam
tarzı, ticari hayat ve yeni bir bakış açısı gelmiştir. Bölge bölge inşa edilen
mimari eserler ele alınmakta ve bu eserlerden resimlerle birlikte örnekler
sunulmaktadır.
Arnavutluk’ta Tiran Ethem Bey Camii, Vlora Yeni Camii, Berat
Hünkâr Camii Medresesi ve Kütüphanesi, Berat Kalesi, İşkodra Buşatlı
178
Mehmet Paşa Camii; Bosna Hersek’te Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Camii,
Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Bedesteni, Saraybosna Baş Çarşı; Bulgaristan’da
Filibe Hüdavendigâr Camii, Sofya Banyabaşı Camii, Şumnu Şerif Halil Paşa
Camii, Sofya Mahmut Paşa Camii; Hırvatistan’da Drniş Terzi Balcı Camii,
Cakova Memi Paşa Camii, Split Klis Balı Bey Camii, Zagreb Yeni Camii;
Karadağ’da Bar Ömer Beşoğlu Camii, Podgorica Camii, Podgorica Saat
Kulesi; Kosova’da Piriştine I. Sultan Murat Türbesi, Priştine Fatih Camii, Gazi
Mehmet Bey Mektebi, Prizren Sinan Paşa Camii; Macaristan’da Budapeşte
Sokullu Mustafa Paşa Hamamı, Estergon Kalesi, Budapeşte Gül Baba
Türbesi; Makedonya’da Manastır Haydar Kadı Camii, Üsküp Fatih Köprüsü,
Sultan Murat Camii, Alaca Camii, Manastır Yeni Camii, Pirlepe Çarşı Camii;
Romanya’da Sultan Abdülmecit Camii, Babadağ Ali Paşa Camii, Hırşova
Sultan Mahmut Camii; Sırbistan’da Belgrad Bayraklı Camii, Belgrad Ali Paşa
Türbesi, Semendre Kalesi, Niş Kale İçi Camii, Belgrad Kalesi; Yunanistan’da
Selanik Ayasofya Camii, Selanik İshak Bey Camii, Selanik Bedesten,
Yanya Ali Paşa Camii, Rodos Kanuni Sultan Süleyman Camii resimleri ile
birlikte örnek verilen mimari eserlerden bazılarıdır. Tebliğde Balkanlar’daki
mimari eserler hakkında istatiskî bilgilere de yer verilmektedir. Buna göre
Balkanlar’da Osmanlı hakimiyet döneminde 15.846 eser inşa edilmiştir. Bu
eserlerin ülke ülke sayıları verilmekte ve ayakta kalanların sayısı istatiskî
olarak sunulmaktadır. Bu verilere göre ayakta kalan Osmanlı eserlerinin oranı
% 42’dir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı, Tika, İrcica,
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından ayakta kalan 25 tarihî eserin
restorasyon çalışmaları sürmektedir.
Balkanlar’daki kültürel doku farklı tebliğlerde inceleme konusu
yapılmıştır. Priştine Ünivesitesi’nden Prof. Dr. İrfan Morina “Osmanlı’dan
Sırbistan’da Kalan Türk İzleri”ni, Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hamza
Keleş “Balkanlar’da Muslihiddin Bin Abdulgani Vakıf Eserleri ve Vakıfları”nı,
Bulgaristan Bilimler Akademisi’nden Prof. Dr. Lyubomir Mikov “Bulgaristan
Osman Pazarı (Omurtag) Bölgesindeki Bazı Köy Camilerinin Nakkaş İmzası
Olan Duvar Yazı ve Resimleri”ni ele almışlardır.
179
2. Balkanlar’da Tasavvuf ve Tarikatlar
Balkanlar’da kalıcılığı sağlayan en önemli araçlardan biri tasavvuf
ve tarikatlardır. Tasavvuf ve tarikatların etkinliği diğer bölgelere oranla
Balkanlar’da biraz daha fazladır. Bu husus sempozyumda sunulan tebliğlerde
bir kez daha vurgulanmıştır. Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd.
Doç. Dr. Nurullah Koltaş “Balkanlar’da Tasavvufun Yayılışını Hızlandıran
Etmenler: Reaksiyoner Bir Tavır Olarak Bogomilizm” adlı tebliğinde
tasavvufun hızlı yayılışının izini sürerek Bogomilizm’in süreç içerisinde
bu yayılışa etkisini ortaya koymaktadır. M.S. 10. yüzyılda ortaya çıkan
Bogomilizm, Katolik inancının birçok unsurunu reddettiğinden Bulgarlar,
Makedonlar, Sırplar ve Boşnaklar bu düşünceyi kolayca benimsemişlerdir.
Bogomiller’in ibadet biçimleri, münzevî yaşam biçimi ile tasavvufî
öğretideki paralellikler aralarında bir korelasyonun kurulmasını mümkün
kılmaktadır. Koltaş, Bogomiller’in inançları ile tasavvufî ilkeler arasında
karşılaştırmalar yaparak Bogomilizm’in Balkanlar’da tasavvufun yayılışına
zemin hazırladığını belirtmiş ve bu konuda örnekler sunmuştur. Koltaş,
ayrıca Bogomiller’in irfanî (gnostik) anlayışa sahip olduklarını ve Tanrı’nın
varlığının ilhamla kavranabileceğine inandıklarını, bunun da tasavvufta
keşfe tekabül ettiğini belirtmiştir. Balkanlar’ın İslamlaşması hakkındaki bu
inceleme çok farklı bir açıdan tarihî süreci anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Yörenin tasavvufî karakterinin baskınlığı, sempozyumda sunulan tebliğlerde
de kendini göstermiştir. “Balkanlar’da Tasavvuf ve Tarikatler” başlığıyla
tüm Balkanlar’daki tarikatlar Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Kadir Özköse tarafından çok ayrıntılı bir şekilde ele alınarak yeni bir bakış
açısıyla sunulmuş, Gümüşhane Üniversitesi’nden Doç. Dr. Selami Şimşek
“Osmanlı’nın Balkanlar’daki Önemli Kültür Merkezlerinden Biri Filibe’de
Tasavvuf ve Tarikatler” tebliğiyle Filibe’deki tasavvuf ve tarikatları incelemiş,
gazeteci Eyüp Salih ise “Makadonya’da Tasavvuf Alanında Etkili Olan
Halvetilik ve Pir Mehmed Hayati Halveti Asitanesi” tebliğiyle Makedonya’da
Halvetilik’in izini sürmüştür.
3. Balkanlar’da İlim ve Fikir Hayatı
Balkanlar siyasî, sosyal ve iktisadî açıdan etkili olan bir yöre olmanın
yanında fikrî açıdan da Osmanlı’ya hizmet etmiş onlarca fikir adamının
yetiştiği bir bölgedir. Bunların en önemlilerinden biri de hiç kuşkusuz Filibeli
Ahmet Hilmi’dir. Ahmet Hilmi bu önemine binaen sempozyumda değişik
açılardan inceleme konusu yapılmıştır. Necmettin Erbakan Üniversitesi
180
öğretim üyelerinden Prof. Dr. İbrahim Coşkun “Filibeli Ahmet Hilmi’nin
Allah Tasavvuru” adlı tebliğinde Mutlak Varlık’ın tasavvuru konusunda
tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan anlayışlar hakkında bilgi verdikten sonra
Filibeli’nin Vahdet-i Vücut düşüncesini ele almıştır. “Şehbenderzâde Filibeli
Ahmet Hilmi’nin İslam Tarihi Eseri Merkezinde Tarih Metedolojisiyle İlgili
Görüşleri Üzerine” adlı tebliğde Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adem
Apak Filibeli’nin tarih felsefesi anlayışını ortaya koymuştur. Yine “Filibeli
Ahmet Hilmi ve Materyalizme Yönelttiği Eleştiriler” tebliğiyle Trakya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr. M. Necip
Yılmaz materyalizmin tarihî sürecini ana hatlarıyla ortaya koyduktan sonra
materyalizmin Osmanlı Devleti’ne girişini ele alarak Osmanlı düşünce dünyası
üzerine yaptığı etkilere değinmiştir. Osmanlı Devleti savaş meydanlarında
aldığı yenilgilere bir çözüm bulabilmek için giriştiği arayışalar Batı ile
ilişkilerin her alanda geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. Batı’daki bilimsel
gelişmelerden istifade etme isteği, yapılan tercümeler, orduyu modernize
etmek amacıyla gelen yabancı askeri uzmanlar Batı biliminin yanında
Batı’da ortaya çıkan felsefî anlayışların ülkeye girişinin yolunu açmış ve bu
gelişmeler bazı Osmanlı aydınlarını da etkilemiştir. Bu felsefi akımlardan
biri de materyalizmdir. Hoca Tahsin, Beşir Fuat, Ahmet Mithat Efendi’nin
faaliyetleri materyalizmin Osmanlı düşünce dünyasına girişine zemin
hazırlamış; Ahmet Şuayb, Baha Tevfik, Ethem Necdet, Celal Nuri, Subhi
Ethem, Memduh Süleyman ve Abdullah Cevdet’in fikri mücadeleleriyle
sistemli bir fikir hareketi haline gelmiştir. Yılmaz tebliğinde Celal Nuri’nin
materyalizmi savunmak için yazdığı Tarih-i İstikbal adlı eserine Filibeli
Ahmet Hilmi’nin verdiği cevapları ortaya koyarak değerlendirmiştir. Ahmet
Hilmi materyalizmi savunmak için sunulan delilleri tek tek ele alarak yine
Batı’da ortaya konan bilimsel gelişmeler ışığında çürütmektedir. Bu konuda
yazdığı Huzur-i Akl ü Fende Maddiyyûn Meslek-i Dalaleti ve Allah’ı İnkâr
Mümkün müdür Yahut Huzur-i Fende Mesalik-i Küfür adlı eserleriyle
materyalist fikirleri eleştirmiş ve ortaya atılan iddiaların bilimsel bir temelden
yoksun olduğunu ispat etmiştir. Celal Nuri materyalizm ile İslam dini arasında
kurduğu paralellik anlayışını komik bulan Ahmet Hilmi kâinattaki düzenin ve
hayatın anlaşılabilmesi için bir Vücûd-i Mutlak’a ihtiyaç olduğunu, bu inkâr
181
edilirse ilim ve fennin, kültür ve medeniyetin hiçe indirilmiş olacağını, bütün
bilgilerin hezeyana dönüşeceğini belirtmektedir.
“İslami Zaviyeden Mehmet Akif’te Vatan, Millet ve Tarih Şuuru”
adlı tebliğinde Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr.
Muhammet Altaytaş tarih şuuruyla kavimlerin millet olabildiği gerçeğini
dile getirerek Mehmet Akif Ersoy’un vatan, millet ve tarih şuuru konusuna
bakışını ortaya koymuştur. Mehmet Akif, birlik ve beraberliğin en büyük
düşmanının kavmiyetçilik olduğu görüşündedir. Akif’e göre, Müslümanların
ittihadının imanlarının bir gereği olduğu ve bu sebeple ırkını milliyetinin
önüne geçirmek itikadi bir meseledir ve küfr ile eşdeğerdir:
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine
“Arnavutluk” ne demek? Var mı şeriatta yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri,
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkes’e, Yahut Kürt’e,
Acemin Çinli’ye ruchani mi varmış? Nerde!
Mehmet Akif’e göre farklı kavimleri tek millet altında bir araya getiren
İslamiyet’tir. Bu yüzden kavmiyet fikri çözülmeye sürükleyen bir anlayıştır.
Kavramların içinin boşaltıldığı, gerçek anlamlarını kaybettiği günümüzde
milliyetçilik de kendi anlam dünyasından koparılmıştır. Altaytaş tebliğinde
Mehmet Akif’in görüşlerinden hareketle evrenselci bakış açısının toplumları
köklerinden kopardığını ve tarihsizleştirdiğini belirtmiştir.
Osmanlı Devleti’nin tarihin en uzun hüküm süren devletlerinden
bir olması yönetim anlayışının bir sonucudur. Yıkılma süreci de yönetim
anlayışındaki bozulmalardan meydana gelmiştir. Devletin halkın dinî,
siyasî ve eğitime dönük ihtiyaçlarını karşılayabilen çözümler üretmesi,
asırları aşan bir süre hizmet üretmesine sebep olmuştur. Bu konuda belki
de en önemli örnek, dinî hayatın şekillenmesine öncülük eden ve büyük
halk kitleleri üzerine etkisi olan ve yaygın bir şekilde dininin öğretilmesini
sağlayan Mızraklı İlmihal’dir. Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ öğretim
üyelerinden Doç. Dr. Arif Aytekin “Osmanlı Döneminde Balkanlar’ın Dini
Hayatında Mızraklı İlmihal” adlı tebliğinde Balkanlar’da Mizraklı İlmihal’in
182
izini sürmüştür. Yöreye yaptığı gezilerde gerek din görevlileri ve gerekse
halk ile yaptığı söyleşilerde elde ettiği veriler ışığında Mızraklı İlmihal’in
din öğretimindeki etkilerini incelemiştir. Kitab’ın yazarı Kutbuddin İznikî
1418 yılında vefat etmiş bir âlimdir. Eser uzun yıllar halkın başucu kitabı
olmuştur. Türkiye’deki kütüphanelerde olduğu gibi Aytekin yaptığı gezilerde
Balkanlar’da da nüshalarına da erişerek eserin yaygınlığını ve kitleler
üzerindeki etkisini ortaya koymuştur.
“Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Eserleri ve Kelami Görüşleri”
adlı tebliğiyle Tetova Devlet Üniversitesi’nden Doç. Dr. Süleyman Baki;
Fatih Camii kürsü müderrisliği, Dolmabahçe Valide Sultan Camii vaizliği,
kürsü şeyhliği ve daha birçok camide vaizlik yapan aynı zamanda Hukuk
Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapmış olan Manastırlı İsmail Hakkı’nın
kelamî görüşlerini ele almıştır. İsmail Hakkı’nın bu konuda yazmış olduğu
Telhisu’l-Kelam fî Berâhin-i Akaidi’il-İslam, kelam alanında yazılmış olan
önemli eserlerden biridir. “Balkanların Zor Dönemi ve Medeniyet Gazetesi ve
Bir makale: Nifak ve Münafıklar”- adlı tebliğiyle İnönü Üniversitesi öğretim
üyelerinden Prof. Dr. Fikret Karaman Bulgaristan da Osmanlıca olarak 19
Ağustos 1993-15 Ağustos 1944 yılları arasında 375 sayı yayınlanmış olan
Medeniyet Gazetesi hakkında bilgi verip makaleyi kısmen sadeleştirerek
sunmuştur. “Bulgaristan’da Yayınlanmış Olan İntibah Gazetesi ve Burada
Çıkan Hadis Yorumları” başlıklı tebliğiyle Sakarya Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nden Doç. Dr. Erdinç Ahatlı 1927-1931 yılları arasında 84 sayı
yayınlanmış olan İntibah Gazetesi’nde yer alan hadis yorumlarını mercek
altına almoştır. Ahatlı, gazetenin yayını ile ilgili bilgiler verdikten sonra
Necib Mustafa Asım tarafından yapılan hadis yorumlarını değerlendirmekte
ve kaynakları hakkında bilgi vermiştir.
“Hersekli Arif Hikmet ve Osmanlı Dinî Modernleşmesi” tebliğiyle
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Özdinç
dinî modernleşme konusunda Arif Hikmet’in bakış açısını ortaya koymuştur.
“Edirne Daru’l-Hadis Müderrisi Sinan Paşa ve Hadis Kültürü üzerinde
Bir Değerlendirme; Tazarru’nâme Örneği” başlıklı tebliğiyle Uludağ
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adil Yavuz, “Yusuf b. Muhammed eş-Şumnî
ve el-İm’an fi Cem’il-Kur’an Adlı Eseri” adlı tebliğiyle Sofya Yüksek
183
İslam Enstitüsü’nden Dr. Sefer Hasanov, “İlim ve Devlet Adamı Giritli
Sırrı Paşa’nın Tabakat ve Âdâb-i Müfessirîn Adlı Eseri” tebliğiyle Ezher
Üniversitesin’nden Prof. Dr. Abdulaziz Muhammed Awadallah Balkanlar’da
ilim hayatını merkeze almışlardır.
4. Balkanlar’da Edebî Hayat, Musiki ve Eğitim
Balkanlar deyince ilk akla gelen şeylerden biri de şiirdir. Balkan
kökenli onca şair gönül dünyamızı aydınlatmıştır. Trakya Üniversitesi Balkan
Araştırma Enstitüsü’nden Öğretim Görevlisi Djuneis (Cüneys) Nureski
“Şuara Tezkirelerine Göre Osmanlı Döneminde Makedonya’da Yetişmiş
Mutasavvıf Divan Şairleri” adlı tebliğinde mutasavvıf divan şairlerini mercek
altına almıştır. Atâ, Bâli Efendi, Şeyh Abdülkadir Efendi, Hemdemî, Adlî
Efendi, Fennî, Vecdî, Eminî, Talibî, Hulusî Efendi, Hafız, Akif Mehmet Paşa,
Faik Mehmed Bey, Kemaluddîn Perri Dede hakkında bilgi verilen tebliğde
adı geçen şairlerin şiirlerinden de örnekler verilmiştir. Nesebi, Şeyh Ahmet
Yesevi’ye dayanan Üsküplü şair Atâ’nın bir rubaisi şöyledir:
Hor bakma fakir ü dervişe
Ne bilürsin ki şahzade ola
Nemed içre misal-i âyine
Zihni Ruşen zamiri sade ola.
Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Ramadan
Doğan’ın “Niyazi Mısrî’nin Makedonya Üsküp Milli Kütüphanesi’ndeki
Cönklerde Yer Alan Şiirlerine Dair” adlı tebliğinde, Niyazi Mısrînin
şiirlerine yer vererek onun Edirne’ye davet edilişi hakkında bilgi vermiştir.
Niyazi Mısrî’nin şöhretini ve kerametlerini duyan Fazıl Ahmet Paşa onu
IV. Mehmet adına Edirne’ye davet etmiştir. Niyazî Mısrî bu davete icabet
ederek 40 gün Edirne’de ikamet etmiştir. Daha sonra IV. Mehmet Niyazi
Mısrî’yi tekrar davet etmiş ve ona bir mektup yazmıştır. Mektubun son
kısmı şöyledir: “Saadetle teşrif buyurursanız başımız üstünde yeriniz vardır.
Devlet-i Aliyye’min ber-karar olması ve Asakir-i İslam’ın mensur olmasının
duası rica olunur.” Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd.
Doç. Dr. Necdet Şengün “Balkanlar’da Edirneli Bir kadı Şair: Nazır İbrahim
Gülşeni” adlı tebliğiyle bir şairin gönül dünyasıyla bizleri buluşturmuştur.
184
“Bir Devrin Unutulmaz Eseri: Zağra Müftüsünün Hatıraları” tebliğiyle
Trakya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Rıdvan Canım uzun yıllar etkisi süren acı
hatıraların sayfalarını aralamış ve eserin içeriğini ele almıştır. İnsan geçmişini
ne kadar iyi bilirse geleceği o kadar güven içinde yaşar. Balkan savaşları
sonrasında yaşanan acıların gözyaşı sağanağıdır “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra”.
Bu anlamda yaşanan acıların hatırlanması yarınların inşasında çok önemli
uyarılar içermektedir.
Balkanlar’da yetişen şairlerin etkileri dün olduğu gibi bugün de
sınırları aşan bir boyuttadır. Son dönemin en büyük şairlerinden biri kuşkusuz
Yahya Kemal Beyatlı’dır. Sohag Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sabri Tevfik
Hammam “Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiirleri, Arapça Çevirileri ve Arap Şiiri
Üzerindeki Etkileri” adlı tebliğiyle Beyatlı’nın Arap şiiri üzerindeki etkilerini
irdelemiştir. Türkçe’nin, tarihî süreç içerisinde Balkan dilleri üzerinde etkisi
apaçıktır. “Arnavutça Sözlüklerdeki İslami Terminolojisinin Özellikleri:
Sorunlar ve İhtiyaçlar” adlı tebliğleriyle Prof. Dr. Lındıta Xhanarı - M.
A. Jonida İlhan İslami terminolojinin Arnavutça sözlüklerdeki yerini ele
almışlardır. 1635’te yazılan Arnavutça sözlükte 73 Türkçe kelimeden sadece
biri dinî kavram ifade ederken, 1908 yılına gelindiğinde 13798 kelimeden
oluşan Arnavutça Bashkım Biriliği’nin Fialuer i Rii i Shcypes sözlüğünde
1675 Türkçe köken kelime yer almakta olup bunların 131 kelimesi İslami
terminoloji ile ilgilidir. Tebliğde tarihî süreç içerisinde yazılan Arnavutça
sözlükler hakkında bilgi verilerek İslami terminolojinin bu sözlüklerdeki
yansımaları ortaya konmaktadır.
“Bulgaristan Örneği Işığında Balkanlar’da Osmanlı Medrese
Kütüphaneleri” adlı tebliğiyle Doç. Dr. Orlin Sabev, “Anadolu’yu Aydınlatan
Balkan Kökenli Âlimler ve Türkiye Yazma Eser Kütüphanelerindeki Eserleri”
adlı tebliğiyle Bekir Şahin, “Osmanlı’nın Son Döneminde Makedonya’da
Türkçe Dini Eğitim Müfredatı” adlı tebliğiyle Prof. Dr. Fadıl Hoca, “1913
Atina Antlaşması İle 1924 Lozan Antlaşması Dönemleri Arasında Batı
Trakya’da Osmanlı Eğitim Sistemi” adlı tebliğiyle Chousein Bostantzi farklı
açılardan Balkanlar’daki eğitim ve kültür hayatını hakkında bilgi vermişlerdir.
185
Balkanlar denince akla gelen önemli unsurlardan bir diğeri de musikidir.
Cami musikisi ise apayrı bir coşkunun tezahürüdür. “Makedonya’da Cami
Musikisi” adlı tebliğiyle Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim
üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Abbas Jahjai yüzyıllarca gönül dünyalarına sürur
veren terennümlere değinmiştir. Cami musikisinin en önemli unsurlarından
biri hiç kuşkusuz mevliddir. Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ı
Balkanlar’daki Türk, Boşnak, Arnavut, Pomak halkları arasında beğenilmiş
ve sevilerek okunmuştur. Bunun yanında Arnavutça mevlidler de yazılmıştır.
Abbas Jahjai bu mevlitlerin önemlileri hakkında da bilgi vermiştir. Bunlardan
bazıları şunlardır: Hasan Zyko Kamberî’nin Mevlidi, İsmail Floqı’nin
Mevlidi, Hafız İslam Çelebi Mevlidi, Hafız Ali Korça’nın Mevlidi, İdriz
Lamaj’ın Mevlidi vb. Sala, Bayram ve Cuma Salası, Cenaze Salası, Salat-i
Ümmiyye, Temcid, Ezan, İlahi, Şuğul gibi cami musikisinin diğer unsurları
hakkında da bilgiler veren Jahjai bazı ilahilerin notalarına yer vermiştir.
Hem hüzünde hem de sürurda insana oluşun sırlarını açan terennümler
hayata anlam katabilmenin yegâne kaynağı olsa gerektir. Osmanlı medeniyeti
bu yüzden asırları aşan bir zaman diliminde dili, rengi, dini ayrı tüm halklara
bir hayat nizamı sunmuştur. Bu kitapta yer alan incelemeler bu gerçeği bir kez
daha bütün yönleriyle ortaya koymuştur.
186
Kitap Tanıtımı
MÜNÂSEBÂTÜ’L-KUR’ÂN
Âyet ve Sûreler Arasındaki İrtibatı Yeniden Düşünmek,
Yazar: Mustafa Şentürk (Ankara: İlâhiyat Yayınları, 2015)
İhsan Koç*
Makale Geliş Tarihi: 21 Eylül 2018
Makale Kabul Tarihi: 11 Ekim 2018
Bilindiği gibi, Kur’an İlimleri; Kur’ân’ın tefsîri ve kırâatlerinden
yazımına, i’câzından sebeb-i nüzûlleri, nâsihi-mensûhu ve i’râbına kadar
Kur’an’ı anlamaya yarayan dîn ve dil ilimleri olarak kabul edilegelmiştir.
Bir Kur’an ilmi olarak Münâsebâtü’l-Kur’ân’ın, Kur’an’ı anlama ve
yorumlamada önemi açıktır.
Münâsebâtü’l-Kur’an; Âyet ve Sûreler Arasındaki İrtibatı Yeniden
Düşünmek adlı çalışma, öncelikle ilgili alana, sonra da Kur’an’ı anlama
çabalarına yardımcı olmak iddiasıyla yazılmış bir eserdir.
Çalışma, Önsöz ve Giriş’ten sonra “Tarih ve Tarih Bağlamında”
Münâsebâtü’l-Kur’ân’ın ele alındığı Birinci Bölüm ile Münâsebâtü’lKur’ân’ın Kur’ân İlimleri ile ilişkisi ve Tefsîr’e katkısının ele alındığı
“yeni(den) bir tasnîf önerisinin” yapıldığı İkinci Bölüm ve Sonuç’tan
oluşmakta; ayrıca geniş bir Kaynakça ile eser nihayete ermektedir.
Yazar Mustafa Şentürk Önsöz’ünde kitabın ortaya çıkış
gerekçesini, Tefsirde “usul” kavramının diğer İslâmî ilimlere nazaran
daha geç dönemde kullanılması ve Kur’an ilimlerinin bazılarının yeniden
ele alınma ihtiyacı olarak açıklamaktadır. Tefsir geleneğinde münâsebat
ilminin Kur’an’ın nazmı ve tertibindeki i’cazını temel aldığını fakat
Kur’an içi münâsebetler ve münâsebâtın diğer Kur’an ilimleriyle
ilişkisine, Kur’an’ı anlamaya ve yorumlamaya olan katkısına yeterince
temas edilmediğini belirten yazar, çalışmasının bu boşluğu giderme
amacı taşıdığını belirtmekte ve esere dair iddiasını şu cümleler ifade
* Yüksek Lisans Öğrencisi, (Danışman: Doç. Dr. Mustafa Şentürk), Trakya Üniversitesi, SBE, Temel
İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Tefsir Bilim Dalı,
[email protected].
187
etmektedir: “Çalışmadaki bazı hususlar yeni, bazı hususlar var olanı
yeni(den) bir bakış açısıyla ele alma, bazıları ise tartışmaya açık olup
alanın uzmanlarının iddiamızı güçlendirecek katkıları gibi iddiamızı
çürütecek karşı delil ve görüşlerini de dinlemeye ve onlardan istifade
etmeye hazırız”.
Eserin Giriş’indeMünâsebâtü’l-Kur’an’ın ilk olarak Bağdat’ta İbn
Ziyad en-Nisâburi (324/936) ile kullanılmaya başladığı belirtilmiş,
Burhânüddin İbrahim b. Ömer el-Bikâi (885/1480) başta olmak üzere, bu
alanda ilk akla gelen isimlere ve alana katkılarına temas edilmiştir.
Kitapta, Münâsebatü’l-Kur’an ilmine “yeni(den) bir bakış açısı”
getirilmesi noktasındaki gerekçesi, münâsebet ilminin Kur’an’ın
Kur’anla tefsiri ve konulu tefsir bağlamındaki ayetlerle ilişkisinin ihmal
edilmiş olması olarak açıklanmıştır.
Müellife göre Münâsebâtü’l Kur’an ilmi, Kur’an-ı Kerim hakkında
i’mali fikir için önemli, ancak sübjektif olup mutlak değildir; bir
kuramdır ama temelsiz de değildir.
Yazar, Münâsebatü’l Kur’an konusuna i’caz ve belağat ekseninde
değil anlam ve yoruma katkı ekseninde yaklaşmaktadır. Bu sebeple bir
taraftan gelenekten farklı olarak yeniden bir tasnifi amaçlar, diğer
taraftan da geleneğin birikimini de göz ardı etmez. Bunun bize göre en
bariz delili, yazarın; Maturidi (333/944), Zemahşeri (538/1144), Razi
(606/1210) ve Bikâi (885/1480) gibi alanın öncü müfessirlerine ve
Zerkeşi (794/1391) ve Suyuti (911/1505) gibi usulcülere müracat
etmesidir.
“Tarih ve Tarif Bağlamında” alt başlığını taşıyan Birinci Bölüm’de
Münâsebet İlmi’nin tarihî gelişim süreci işlenmektedir. Araştırmacılar
için önce temel kaynak eserlerin sonra da günümüzdeki tebliğ, makale ve
tezlere kadar tâlî kaynakların neredeyse tamamı sunulmuştur.
188
Yazar, Münâsebatü’l-Kur’an ilmini “yeniden düşünme” esasına
dayanan bir bakış açısıyla ele almanın ve yeni bir tanım getirmenin
gerekliliğini savunuyor. Münasebetin gelenekteki ve modern dönemde
yapılan tanımlar gibi, sadece peş peşe gelen ayet ve sureler arasında değil
Kur’an-ı Kerim’in bütün ayetlerinde ses, söz, cümle, konu, kıssa ve
hüküm irtibatı göz önünde bulundurulmak suretiyle kurulması gerektiğini
düşünüyor. Yazara göre teoride Münâsebâtü’l-Kur’an ilminde ihmal
edilen bu yön pratiğe de yansımış ve her ne kadar konulu tefsir
bağlamında ihmal edilen konulara zaman zaman değinilmiş olsa da
münâsebât bağlamında değinilmemiştir.
Yazar daha sonra tasnifinde de göstereceği üzere Münâsebâtü’l
Kur’an ilmi açısından kelimelerin birbiri ile olan ilişkisini eserde iki
yönlü ele almaktadır. Birincisi metin içi ki bu lafız bütünlüğüdür, ikincisi
metin dışıdır ki bu da lafızların ortaya çıktığı sosyo-kültürel ortamla
ilişkisidir. Bu sebeple yazar Kur’an’ın bütünü içerisindeki ses, söz,
cümle, konu, kıssa ve hüküm irtibatının ihmal edilmemesi gerektiğini
ifade edip, tanımını da bu ifadeleri üzerine inşa ediyor. Yazarın yeni(den)
getirdiği tanım eserde şu şekilde ifade ediliyor:
“Münâsebâtü’l Kur’an: Kur’an’ın ayet, sure ve(ya) bütününü;
‘ilişkisizlikleri’ ya da hissî ve -daha çok- aklî olmak üzere, karşıt -ve
daha çok- paralel‘ilişkileri’ temelinde; ses, söz, cümle, konu, kıssa ve
hüküm gibi mana irtibatlarını; tamamlayıcılık, sebep, sonuç, genel-özel ve
farklılaşma gibi açılardan göstermektedir”.
Müellif, İkinci Bölüm’de: Münâsebâtü’l-Kur’ân’ın Kur’ân ilimleri
ile ilişkisini ve tefsîre katkısını ele alıyor, daha sonra yeni(den) bir tasnîf
denemesinde bulunuyor.
Bölümün başında Münâsebâtü’l Kur’an ilminin; Kur’an’ın tertibi,
nazmı ve i’cazı ile belâgat, diyalektik ve semantik ile mecaz, garip,
mübhem, vücuh-nezair, müteradif ve ezdat kelimelerle, müşkil,
müteşabih, mücmel, umum-husus, mutlak-mukayyed ve neshe konu
189
ayetlerle ilişkisini örnekleme dayalı ve çeşitli tahliller yapmak suretiyle
başarılı bir şekilde konu ediniyor. Ancak zikredilen Kur’an ilimlerini ayrı
başlıklar altında tasnif edilmemiş olması okumayı ve takibi zorlaştırıyor.
Burada ele alınan her bir konunun ayrı ayrı başlıklar altında işlenmesi
okuma ve anlamayı daha kolaylaştırabilirdi.
Belâgat ve Münâsebâtü’l Kur’an ilişkisini belagat ilminin bir dalı
olan Tenasüb’e Rahman Sûresi 5. ayet اَ� ﱠ� ْ��ُ َو ْا��َ َ� ُ� �ِ ُ� ْ��َ� ۖ ٍنörneğinde ay
ve güneşin uyumuyla, İtilâf Sanatı’na En’am Sûresi 103. ayette ُ��ُ َ� �ُ ْ� ِر
َْ ك
ُ �� ۘ ُر َوھُ َ� �ُ ْ� ِر
�ُ ��۪ َ��ْ�� ۚ َر َوھ َُ� ا��ﱠ ۪���ُ ْا
َ �ْ َ�“ ْاlatif” olma ve gözlerin onu
َ ��ا
görememesiyle, lafız-mana uyumuna ise Yusuf Sûresi 10. ayetteki َُواَ ْ��ُ�ه
� ْا��ُ�ﱢ
ِ َ��َ��َ ��۪ (ğayabe ve cübb) kelimelerinin uyumunu göstermiştir.
Yazar, Kur’an’da diyalektik metodun biçim ve yöntem olmak üzere iki
şekilde kullanıldığını, birincisinindiyalektik üslup diğerinin ise diyalektik
anlatım olduğunu ifade eder. Üslûp diyalektiği ile ifade biçimini, yani bir
ifade tarzından diğerine,bir muhatabtan diğerine geçmeyi; anlatım
diyalektiği ile isekonu anlatım ve(ya) işleyiş biçimini, bir konudan
çoğunluklazıddı olmak üzere diğer konuya geçmeyi, böylece
karşıtlarıberaber düşün/dür/meyi kasteder. Bunu da iman-küfür, tevhidşirk, hayır-şer vb. zıt kavramlar birlikte kullanılması ile örneklendirir.
Mecaz, garip, mübhem, vücuh-nezair, müteradif ve ezdat
kelimelerle münâsebât ilminin ilişkisini ele alırken kelimeleri sadece
içinde bulundukları ayet bağlamında değil daha iyi anlaşılmasını
sağlamak için Kur’an bütünlüğünde ve etimolojik tahlillerini yaparak ele
almaktadır. Tartışmalı konulardan biri olan Kur’an’da mecaz var mıdır
sorusuna da cevap veren yazar, Bakara Sûresi 187. ayette “siyah iplik,
beyaz iplik” meselesine Hz. Peygamber’in (sas) getirdiği izahla
örneklendiriyor.
Kur’an’da müşkil, müteşabih, mücmel, umum-husus, mutlakmukayyed ve neshe konu ayetlerde münâsebet ilişkisini açıklarken yazar;
müşkilin kavramsal dokusunu oluşturan ihtilaf, tearuz, tenakuz, ibham,
teşabüh, hafa ve icmal ile nâsih-mensuhun ilişkili olduğu umum-husus ve
mutlak mukayyedi kavram ve kapsam olarak daha iyi anlamak için,
190
Münâsebâtü’l-Kur’an ilmine müracaat edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Bu minvalde dehşetli azaba düçar olan inkarcıların duyu organlarının
mühürlenmesi meselesini ele alan Bakara 23. ayeti; Mutaffifin 14, Nisâ
155, Câsiye 23. ayetlerle açıklıyor.
Mutlakın takyidi meselesini yazar İsra Sûresi 59. ayetle
örneklendirirken, nâsih-mensuh’un Münâsebâtü’l Kur’an ile ilişkisini
Enfal 65 ve 66. ayetler ile Bakara Sûresi 240. ve 234. ayetler üzerinden
inceliyor ve bu dört ayette de nesh ilişkisinin olmadığını ileri sürüyor.
Çünkü ona göre bu ayetler usul âlimlerinin tespit ettiği nesh şartlarını
taşımamaktadırlar.
Münâsebâtü’l-Kur’an’ın tefsire katkısını ise Kur’an’ın Kur’an’la
tefsiri, sure tefsiri ve konulu tefsir ile ilişkisi bağlamında ele alıyor.
Yazar klasik eserlerde yer alan ve icmâl-tafsîl, umûm-husûs,
aklîlik-hissîlik vb. alâka çeşitlerinden biriyle veya sebep-müsebbeb, illetmâlûl, benzerlik-zıtlık gibi zihnî bağlarla mâna irtibatını göstermek
şeklindeki tasnifin; dilbilim temelinde yapıldığını ve “münasebet
çeşitleri” olarak değerlendirilebileceğini söyler. “Münâsebâtü’l-Kur’an
çeşitlerinin” ise âyet ve sûreler temelinde ele alınması gerektiği ifade
edip “yeni(den)” tasnif denemesinde bulunur. Buna göre Münâsebâtü’lKur’an; ayet içi, ayetler arası, sure içi, sureler arası ve Kur’an içi
münasebet şeklinde tasnif edilir.
Ayetler arası münâsebet denilince akla olarak siyak-sibak ilişkisi
gelir. Gelenekte olduğu gibi bu ilişkinin sarih olduğu peş peşe gelen
ayetler değildir yazarın değinmek istediği nokta. Sûre içinde peş peşe
gelmese de birbiri ile münasebeti olan ayet kümelerinin ilişkilerini
açıklama çabasındadır. “Tematik yaklaşım” da denilebilecek bu
yaklaşımın müfessirler arasında farklılık gösterebileceğini, bunun en
bariz örneğinin Yasin Sûresi’ni Elmalılı’nın beş, Hicâzi’nin sekiz, esSâidî’nin iki, Seyyid Kutub’un ise üç konu olarak ele alması olduğunu
ifade etmektedir.
191
Literatürde sure içi münasebet denildiğinde, surenin ismi ile
muhtevası ve başı ile sonu arasındaki ilişki anlaşılmaktadır. Oysa yazara
göre bu mümkün olmakla birlikte, zorunlu bir durum değildir. Ona
göreKur’an’ın bütün ayetleri ve konuları arası bir münâsebet olabilir.
Yazarın Münâsebâtü’l-Kur’an açısından burada getirdiği açılım,
aslında “Kur’an içi münâsebet” önerisidir. Bu bağlamda konuyu
Kur’an’ın ismi ve muhtevası arasındaki ilişkiyi kurarak ele alıyor.
Akabinde Kur’an’ın nazmı ve te’lifindeki i’cazı açısından ayet ve
sûrelerin birbirleriyle uyumunu gösterme çabasının Kur’an içi konu,
anlam, hüküm ve kıssauyumu ile bütünlük uyumunun ihmal edildiğini
beyan ediyor ve Kur’an’da var olan kelime, cümle ve konuların
birbirleriyle “alakasız” olmadığını, aralarında semantik bir ağ
bulunduğunu zikrediyor.
Yazarın Kur’an’ın konu bütünlüğünden kastı, Kur’an’ın farklı
yerlerinde bulunan aynı konudaki farklı kelime, ayet, kıssa, hüküm ve
konuları bir araya getirmek ve Kur’an’ın bütünlüğü çerçevesinde
münâsebet aramaktır.
Sonuç olarak yazar ele aldığı Münâsebâtü’l Kur’an ilmini yeniden
tanımlama ve tasnif etme gayesini çarpıcı ve ilginç örnekler çerçevesinde
ele alarak araştırmacıya/okuyucuya bu gerekliliğin sebebini açıkladığı
gibi sonucunu da gösteriyor.
Çalışmanın, Münâsebâtü’l Kur’an ilmi konusunda ve/ya Konulu
Tefsir bağlamında bir çalışma/okuma yapacak olanların başucu eseri
olma niteliğinde olmaya aday bir eser olduğu söylenebilir.
192
RUMELİ İSLÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
ﻣﺠﻠﺔ ﺍاﻟﺪﺭرﺍاﺳﺎﺕت ﺍاﻹﺳﻼﻣﻴﯿﺔ/Journal of IslamicStudies
Yayõm ve Yazõm İlkeleri / Writing and Publishing Principles
GENEL İLKELER
GENERAL PRINCIPLES
- Rumeli İslâm Araştõrmalarõ Dergisi, Trakya
Üniversiteler BirliğiÕne (T†B) mensup
Trakya †niversitesi, Kõrklareli †niversitesi,
Namõk Kemal †niversitesi ve ‚anakkale
Onsekiz Mart †niversitesi İlahiyat
FakŸlteleri tarafõndan, Trakya †niversitesi
İlahiyat FakŸltesi šncŸlŸğŸnde çõkarõlõr.
- Hakemli ve uluslararasõ bir İslâm
araştõrmalarõ alan dergisidir.
- Nisan ve Ekim aylarõnda (İlkbaharSonbahar) olmak Ÿzere yõlda iki defa
yayõmlanõr.
- TŸrkçe, Arapça, İngilizce ve Balkan
dillerinde makale yayõmlanõr. Yabancõ dilde
yayõmlanacak makalelerden uzun TŸrkçe
šzet istenir.
- Dergi bilimsel makale, araştõrma notlarõ ve
raporlarõ, çeviri makale, kitap ve
sempozyum tanõtõm vb. yazõlarõ içerir.
- Gšnderilen bŸtŸn makaleler hakem, yayõn
ve danõşma kurullarõndan geçtikten sonra
yayõmlanõr.
- Yazõsõ yayõmlanan yazarlar, telif hakkõnõn
Rumeli İslâm Araştõrmalarõ DergisiÕne ait
olduğunu kabul etmiş sayõlõr.
- Yazõlarõn bilimsel, dil ve hukžk”
sorumluluğu yazarõna aittir.
- Yazõlar kaynak gšsterilmeden
yayõmlanamaz, çoğaltõlamaz.
- Yazarlar, gšnderecekleri Word belgesinde
ad, soyad, kurum ilişkisi,cep telefonu ve eposta adreslerini bildirip yazõlarõn takibini
[email protected] veya dergipark
web adresinden yapabilirler.
- Makale ve çeviri makaleleri yayõmlanan
araştõrmacõlar derginin ilgilisayõsõna ait PDF
formatõndaki basõmõnõ derginin sitesinden
- Rumeli Journal of Islamic Studies
published under the leadership of
Trakya University Faculty of
Theology with the cooperation of the
Faculties of Theology of Kõrklareli
University, Namõk Kemal University
and ‚anakkale Onsekiz Mart
University, all of which are the
members of Trakya Universities
Association (TUB).
- It is an international, peer-reviewed
journal dedicated to the field of
Islamic Studies.
- It is published twice a year in April
and October (Spring-Autumn).
- Rumeli Journal of Islamic Studies
publishes articles in Turkish, Arabic,
English and in Balkan languages. A
long Turkish summary is required
from authors of the articles will be
published in foreign languages.
- The journal consists of scholarly
articles, research notes, reports and
translations as well as book and
symposium reviews.
- The submissions are published
subsequent to being reviewed by the
peer reviewers, the editorial and the
publication boards.
- The authors who published their
articles are deemed to have accepted
that the copyright belongs to Rumeli
Journal of Islamic Studies.
- The authors are scientifically,
linguistically and legally responsible
for their works.
- The articles cannot be published or
copied without showing their source.
- Authors can follow the publication of
193
ve/ya dergipark web adresinden
indirebilirler.
194
YAYIM İLKELERİ
their submitted manuscripts
through
[email protected] or
dergipark by providing
name, surname, information about
his-her instition, phone number andemail adress.
- Contributors will download PDF
format copy from our web siteor
dergipark web adressafter published.
PUBLISHING PRINCIPLES
¥ Rumeli İslâm Araştõrmalarõ Dergisi’de
yayõmlanmasõ istenen araştõrmalar bilimsel,
šzgŸn ve alanakatkõ yapma šzelliklerine sahip
olmalõdõr. Gšnderilen yazõlar daha
šnceyayõmlanmamõş, yayõmlanmak Ÿzere
başka dergiye gönderilmemişveya yayõm için
kabul edilmemiş olmalõdõr. Ayrõca
yayõmlanmõş biraraştõrmayla bŸyŸk oranda
benzerlik gšsteren yazõlar dadeğerlendirmeye
alõnmaz. Herhangi bir bilimsel toplantõda
sunulmuş veyayõmlanmamõş olan yazõlarda,
toplantõnõn adõ, yeri ve tarihi dipnotolarak
belirtilmelidir.
¥ Rumeli İslâm Araştõrmalarõ Dergisi’ne
gönderilen araştõrmalar, editšrler tarafõndan
genel olarakşekil ve içerik yšnŸnden
incelenerek dergide yayõnlanmaya değer
olupolmadõğõna karar verilmekte ve uygun
araştõrmalar daha sonrakonunun uzmanõ (kör)
iki hakeme gšnderilir. Hakemler bilimsel ve
teknikaçõdan yaptõklarõ objektiflik esasõna
dayalõ değerlendirmeyi ÒHakem
Değerlendirme Raporu”yla editörler kuruluna
bildirir.
¥ Bir araştõrmanõn yayõmlanõp
yayõmlanmamasõ, hakemlerin
belirttikleriÒYayõmlanabilirÓ,
ÒDŸzeltmelerden sonra yayõmlanabilirÓ
veÒYayõmlanamazÓ seçenekleriyle sunulan
görüşlerle karara bağlanõr.
¥ Bir araştõrmanõn yayõmlanabilmesi için en az
iki hakemin olumluolmasõ gerekir.
¥ İki hakem tarafõndan ÒyayõmlanamazÓ
görüşŸ bildirilen yazõlaryayõmlanmaz.
¥ Bir olumlu bir olumsuz rapor durumunda
ŸçŸncŸ hakeme başvurulur.
¥ ÒDŸzeltmelerden sonra yayõmlanabilirÓ
seçenekli durumlardaaraştõrma mŸellifin
tashihine sunulur, tashih edilmiş
¥Articles submitted for the consideration
of publication in Rumeli Journal of
Islam Studies must be scientific and
original and written according to the
commonlyaccepted academic standards.
They should also contribute to the
areaconcerned. Articles published
elsewhere in any form, partial or
whole,will receive no consideration at
all. If a paper is submitted to a
conference but not published, the
conference name, place and date hasto
be stated as a footnote.
¥Articles submitted for the consideration
of publication are subject toreview of
the editorial board in terms of technical
and academic criteria.Following the
decision of the editorial board, the
articles are then sent totwo referees
known for their academic reputation in
the respectivearea. The referees send
their reports to the editorial board via
the ArticleEvaluation Form.
¥Upon their decision, the article will
either be published in the journal orsent
to the author for modification/correction
or rejected.
¥The article can only be published if the
two referees agree in theirdecision on its
publication.
¥If the two referees disapprove the
article, it cannot be published.
¥If one referee approves and the other
disapproves, the editorial boardmay
send it to a third referee for the final
decision.
¥If the referee(s) requested corrections
before publication, the article issent to
the author for correction, the corrected
nŸshanõnyayõmlanmasõna editšrler kurulu
karar verir.
¥ DŸzeltmelerden sonra yeniden gšrmek
isteyen hakemlere araştõrmatekrar sunulur.
manuscript is publishedupon the
decision of editorial board.
¥If the referee wants to see the corrected
article again, it is sent back tohim.
¥Makalelerin DergiparkÕa yŸklenme ya da
dergi mail adresine gšnderilme tarihi
Ÿzerinden ÒMakale Geliş TarihiÓ, ikinci
hakemden olumlu rapor aldõğõ tarih Ÿzerinden
de ÒMakale Kabul TarihiÓ belirtilir.
¥The acceptancedate of thearticles is
based on the approval report from these
condreferee.
YAZIM İLKELERİ
WRITING PRINCIPLES
¥ Yazõlar, Microsoft WordÕde yazõlmõş olarak
e-posta ile (çeviriler orijinalmetinleri ile
birlikte, resim, şema ve tablolar d‰hil)
editšregšnderilmelidir.
¥ Gšvde metinleri, (kaynakça, resim, şekil,
harita, vb. ekler d‰hil) en fazlaotuz (30) sayfa,
Microsoft Office Word (2007-2016)
programõndaTimes New Roman fontu ile 12
punto bŸyŸklŸğŸnde, 1,15 satõr aralõklõ,iki
yana yaslõ ve hecelenmiş yazõlmalõ ve docx
olarak kaydedilmişolmalõdõr. Sayfa kenar
boşluklarõ; Ÿst 2,5, sağ 2,5, sol 2,5 ve alt 2,5
cmayarlanmalõdõr.
¥ Dipnotlar, 10 punto Times New Roman, 1
satõr aralõklõ, iki yana yaslõ vehecelenmiş
olmalõdõr.
¥ Makale başlõklarõ TŸrkçe ve İngilizce olarak
yazõlmalõdõr. Altbaşlõklarda otomatik
numaralandõrma yapõlmamalõ, elle
yapõlmalõdõr.
¥ Makalelerin 150 kelimelik TŸrkçe šzŸ ve bu
šzŸn (abstract) İngilizceçevirisi, yabancõ
dildeki makalelerin ise geniş (1.5-2 sayfa
kadar) TŸrkçe ve kõsa (150 kelimelik)
İngilizce šzleriverilmelidir.
¥ Yedi (7) kelimelik anahtar kelimeler
(Keywords), İngilizce ve TŸrkçeolarak
verilmelidir.
¥ TercŸme edilen bir makalenin orijinal başlõğõ
ve bibliyografik bilgileri,TŸrkçe metinde
başlõğõn sağ Ÿst kenarõna eklenecek bir
simgevasõtasõyla dipnotlar alanõnda
belirtilmelidir.,
¥ Manuscripts must be submitted to the
editor via e-mail (translationswith their
original texts, pictures, drawings and
tables) containing thetext in Microsoft
Word (2007-2016).
¥ The article (including appendix of
pictures, drawings, maps etc.)should not
be longer than thirty (30) pages (Times
New Roman12, interspaces 1,15,
margins 2,5).
¥ Turkish abstracts for English and nonTurkish articles, Englishabstracts for
Turkish articles, should be submitted
English in 150words. Turkish and
English keywords 7 (seven pieces) also
should besubmitted.
¥ Footnotes, should Times New Roman
10, interspaces 1, justified andspelled.
¥ The title of the articles should be given
in Turkish and English.Subtitles
shouldnÕt be numbered automatically; it
should be typed manually.
¥ Around 150-words abstract of the
articles and English translation ofthe
abstract should be submitted for the
Turkish articles. Turkish andEnglish
abstracts should be submitted for foreign
language articles.
¥ There should be Keywords consisting
of five both in Turkish andEnglish.
¥ Original title of a translated article and
its bibliographic informationshould be
stated with a footnote attached to the
main title.
¥ Editor has got the right to do minor
changes in terms of spelling etc.Spelling
book of the Turkish Language Council
¥ TercŸme edilen makalenin Rumeli İslam
Araştõrmalarõ Dergisinde yayõnlanabilmesi
için çevirmenin makale sahibinden aldõğõ izni
195
gšsterir belgeyi sunmasõ gerekmektedir.
¥ Editšr, yazõlarõn iml‰ vs. ile ilgili kŸçŸk
değişiklikler yapma hakkõnasahiptir. İmlâ ve
noktalama açõsõndan, makalenin ya da
konununzorunlu kõldõğõ šzel durumlar dõşõnda,
TŸrk Dil KurumuÕnun İml‰Kõlavuzu esas
alõnmalõdõr.
¥ İml‰da, şapkalõ ve transkriptli kelimelerin
yazõlõşõnda birliktelikkontrolŸ yapõlmalõdõr.
¥ Metin içinde vefat tarihi verilecekse(š.
425/1033) şeklinde olmalõdõr.
¥ Makalenin sonunda Òtam kaynakçaÓ
verilmelidir.
¥ …zler, derginin
https://ilahiyat.trakya.edu.tr/ve
http://dergipark.gov.tr/ siteleri aracõlõğõyla
uluslararasõ bilimdŸnyasõna sunulmaktadõr.
should be the mainreference for spelling
and punctuation unless there are
specialsituations of the article.
¥ Author should be consistent in using
diacritical letters and words
withtranscripts.
¥ If the dates of death are to be included,
they should be as follows: (d.425/1033)
¥ Each article should include a
ÒbibliographyÓ at the end.
¥ Abstracts of articles are also published
in the web site of the journal:
https://ilahiyat.trakya.edu.tr/ ve
http://dergipark.gov.tr/ siteleri
accessible by the international academic
community.
ATIF SİSTEMİ
FOOTNOTE WRITING
PRINCIPLES
¥ Rumeli İslâm Araştõrmalarõ DergisiÕnde atõf
yöntemi olarak İsnad Atõf Sistemi
kullanõlmaktadõr. Bkz:
http://www.isnadsistemi.org/
¥ a.g.e., a.g.m., a.yer. gibikõsaltmalarõ
kullanõlmamalõdõr.
¥ Aynõ dipnottaki atõflarõn arasõ virgŸl ile
ayrõlarak virgŸl, šncesinebirleştirilip
sonrasõnda boşluk bõrakõlmalõdõr. Kaynaklar
arasõ noktalõvirgŸl ile ayrõlmalõdõr.
¥ Kaynakça, metnin sonunda yazarlarõn
soyadõna veya meşhur adõnagšre alfabetik
olarak yazõlmalõdõr.
¥ Kaynakçada, Arap isimleri çok
uzatõlmamalõ.
¥ CMS (Chicago ofManual Style) should
be used as the reference systemin the
articles.
¥ ThereshouldnÕtbe abbreviations such
as idem, ibid etc.
¥ References to the same footnote should
be separated with commas,there should
be a space after the commas. There
should be asemi-colonbetween the
references.
¥ The bibliography should be written at
the end of the text, listed in theorder of
the surnames of authors.
¥ Arabic names of the authors in the
bibliography should not be too longand
the prefix ÒalÓ before the names of the
authors should not be written.
¥ If there are more than one authors, all
of them should be included with out
abbreviation.
¥ Dates of death of the authors should
not be included in thebibliography.
¥ If there are more than one works of an
author, they should be orderedaccording
to the alphabetic book. Instead of the
name of the author, Ò------Ó (six n
dashes) should be included after the first
work of the sameauthor.
¥ Page intervals and (if there are)
volume numbers of
¥ Kaynakçada, Yunanca, Sõrpça vb. Balkan
dillerinden olan eserlerin TŸrk okuyucusunun
da okuyabileceği şekilde TŸrkçe harflerle
eserlerin parantez () içinde yazõlmalõdõr.
¥ Kaynakçada, varsa iki, Ÿç veya daha çok
yazar, açõk olarakzikredilmelidir.
¥ Kaynakçada, mŸelliflerin vefat
tarihiverilmemelidir.
¥ Kaynakçada bir yazarõn birden fazla yayõnõ
olmasõ halinde eserlerin alfabetik sõralamasõna
göre sõralanmalõ ve alt alta Ò------,Óşeklinde
(altõ tane orta tire ile)yazar ismi verilmeden
sõralanmalõdõr.
¥ Basõlmõş sempozyum bildirilerinin,
196
ansiklopedi maddelerinin ve
kitapbšlŸmlerinin yayõnlandõklarõ eser
içerisinde yer aldõklarõ sayfa aralõklarõ,(varsa)
cilt numaralarõ kaynakçada verilmelidir.
publishedsymposium proceedings,
encyclopedia entries and book
chaptersshould be included in the
bibliography.
1. Kitap
İlk geçtiği yerde: Yazar(lar)õn soyadõ/meşhur
adõ ve adõ, eserin tamismi (italik), (varsa)
tercŸme edenin, tahkik edenin, hazõrlayanõn
veyaeditšrŸn adõ ve soyadõ, (varsa) yayõnevi,
baskõ sayõsõ, basõm yeri, basõmyõlõ, (varsa)
Roma rakamla cilt sayõsõ ve sayfa numarasõ.
Eserde olanlarbu sõraya gšre yazõlõr.
Eserin yayõnevi, baskõ sayõsõ (varsa), basõm
yeri ve yõlõ biliniyorsayazõlmalõdõr. Basõm yeri
yoksa Òyy.Ó basõm tarihi yoksa ty.
Kõsaltmasõkullanõlmalõdõr.
Ciltlerin baskõ tarihleri farklõ ise ilk geçtiği
yerde tŸm ciltlerin baskõtarihleri birlikte
verilir. (Kahire 1934-1962).
İkinci geçtiği yerde: Yazar(lar)õn soyadõ,
anlamlõ kõsaltõlmõş eser adõ(italik), (varsa)
Roma rakamla cilt sayõsõ ve sayfa numarasõ
veya aralõğõ.
Kaynakçada: Bibliyografik kŸnyeler, ilk
geçtiği yerdeki gibi tam olarakverilmeli.
Varsa iki, Ÿç veya daha çok yazar, açõk olarak
zikredilmeli.Ancak cilt sayõsõ ve sayfa
numarasõ yazõlmamalõ.
1. Book
First Reference: Surname or famous
name of the author of the book,name of
the author, book title (italic), name and
surname of thetranslator or editor and so
on, number of edition, printing place
anddate, volume (with Roman numerals)
and page. If the volumesÕ printdates are
different, dates all the volumes are
stated together (Cairo1934-1962).If the
printing place of the book has not
known it should be written asÒw.placeÓ,
if the printing date of the book has not
known it should bewritten as Òw.dateÓ.
Tek Yazarlõ:
* †lken, Hilmi Ziya, İslam Felsefesi Tarihi,
İstanbul †niversitesi EdebiyatFakŸltesi,
İstanbul 1957, II, 28-29.
- †lken,İslam Felsefesi Tarihi,II, 28-29.
* Gšrmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin
Anlaşõlmasõ ve YorumlanmasõndaMetodoloji
Sorunu,Türkiye Diyanet Vakfõ Yay. II. bs.
Ankara 2000, s. 102.
- Gšrmez,Metodoloji Sorunu,ss. 24-33.
* Ahmed Cevdet Paşa, Kõs‰s-õ Enbiy‰ ve
Tev‰r”h-i Hulef‰, sad. Ali Arslan,Arslan Yay.
İstanbul 1980, I, 34.
- Ahmed Cevdet Paşa,Kõs‰s-õ Enbiy‰,I, 34.
* Ankarav”, İsmail, Minh‰cuÕl-fukar‰ Fakirlerin Yolu-, haz. SaadettinEkici, III. bs.
İnsan Yay. İstanbul 2011, s. 405.
- Ankarav”,Minh‰cuÕl-fukar‰, s. 405.
İki Yazarlõ:
Second Reference: Surname of the
author(s), abbreviated name of thebook
(italic), number of the volume with
Roman numerals (if there is),page
number/interval.
In the Bibliography: Bibliographic
information should be the same asthe
first reference. If there are more than
one authors, all of them shouldbe
included without abbreviation.
Single Author:
* †lken, Hilmi Ziya, İslam Felsefesi
Tarihi, İstanbul Üniversitesi
EdebiyatFakŸltesi, İstanbul 1957, II, 2829.
- †lken,İslam Felsefesi Tarihi,II, 28-29.
* Gšrmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin
Anlaşõlmasõ ve
YorumlanmasõndaMetodoloji
Sorunu,TŸrkiye Diyanet Vakfõ Yay. II.
ed. Ankara 2000, p. 102.
- Görmez, Metodoloji Sorunu,pp. 24-33.
* Ahmed Cevdet Paşa, Kõs‰s-õ Enbiy‰
ve Tev‰r”h-i Hulef‰, simp. by AliArslan,
Arslan Yay. İstanbul 1980, I, 34.
- Ahmed Cevdet Paşa,Kõs‰s-õ Enbiy‰,I,
34.
197
* Ali, Kecia-Leaman, Oliver, Islam:
TheKeyConcepts, Routledge,London/New
York 2008, s. 155-58.
- Ali,-Leaman,Islam: TheKeyConcepts, s.
155-58.
†ç veya Daha ‚ok Yazarlõ:
* Topaloğlu, Bekir vd. İslam’da İnanç
Esaslarõ, Marmara Üniversitesiİlahiyat
FakŸltesi Vakfõ Yay. İstanbul 1998, s. 25.
- Topaloğlu vd.İslam’da İnanç Esaslarõ, s. 25.
Arapça Eserler:
¥ Arapça eser adlarõnõn ilk harfi bŸyŸk,
diğerleri kŸçŸk yazõlõr. Aradageçen šzel
isimlerin ilk harfi ise bŸyŸk yazõlõr. Varsa eser
šnŸndeki ÒelÓtakõlarõ kŸçŸk harfle yazõlõr,
araya tire konur ve alfabetik
sõralamadadikkate alõnmaz. Yazar šnŸndeki
ÒelÓ takõlarõ yazõlmaz (Bağdadî, elFarkbeyne'l-fõrak).
* Tahâvî, EbûCa’fer, Şerhumüşkili’l-âsâr, thk.
Şuayb Arnavut,Müessesetü’r-Risâle, I. bs.
Beyrut 1994, X, 234.
- Tahâvî,Şerhumüşkili’l-âsâr,X, 234.
* Zehebî, Muhammed, et-Tefsîrve’lmüfessirûn, MektebtüVehbe, Kahirety. II, 265.
- Zehebî,et-Tefsîrve’l-müfessirûn,II, 265.
* Cüveynî, İmâmü’l-Harameyn, el-İrşâd ilâ
kav‰tõÕõl-edille fi usûli’l-i‘tikâd,thk. M. Yûsuf
Mûsâ ve A. Abdülhamid, Mektebetü’l-Hancî,
Kahire1369/1950, s. 181.
- Cüveynî,el-İrşâd, s. 181.
* R‰z”, Fahruddin, Mefâtîhu’l-gayb: etTefsîru’l-kebîr, thk. M. Muhyiddin
Abdülhamid Kahire 1934-1962), I, 45.
- R‰z”, Mefâtîhu’l-gayb,II, 35.
‚eviri:
* İzutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Dini ve Ahlaki
Kavramlar, çev. Sel‰hattinAyaz, Põnar Yay.
İstanbul ty., s. 125.
-İzutsu,Kur’ân’daDini ve Ahlaki Kavramlar,
s. 125.
2. Makale
İlk geçtiği yerde: Yazar(lar)’õn
198
* Ankaravî, İsmail, Minhâcu’l-fukarâ Fakirlerin Yolu-, PreparedbySaadettin
Ekici, III. ed. İnsan Yay. İstanbul 2011,
p. 405.
- Ankaravî,Minhâcu’l-fukarâ, p. 405.
Two Authors:
* Ali, Kecia-Leaman, Oliver, Islam: The
Key Concepts, Routledge,London/New
York 2008, p. 155-58.
- Ali,-Leaman,Islam: The Key
Concepts,p. 155-58.
Three and More Authors:
* Topaloğlu, Bekir et.al. İslam’da İnanç
Esaslarõ, Marmara Üniversitesiİlahiyat
FakŸltesi Vakfõ Yay. İstanbul 1998, p.
25.
- Topaloğlu et.al. İslam’da İnanç
Esaslarõ,p. 25.
Works in Arabic:
In the Arabic books’ names, the first
letter of the first word and propernouns
should be written in capital letters; the
other letters should bewritten in
lowercase letters.The prefix ÒalÓ before
the names of the authors should not be
written.(Bağdadî, el-Fark beyne’l-fõrak).
* Tahâvî, EbûCa’fer, Şerhumüşkili’lâsâr, ver. by
ShuaybArnavut,Müessesetü’r-Risâle, I.
ed. Beyrut 1994, X, 234.
- Tahâvî, Şerhumüşkili’l-âsâr, X, 234.
* Zehebî, Muhammed, et-Tefsîrve’lmüfessirûn, MektebtüVehbe,
Kahirew.date II, 265.
- Zehebî, et-Tefsîrve’l-müfessirûn, II,
265.
* Cüveynî, İmâmü’l-Harameyn, elİrş‰dil‰kav‰tõÕõl-edille fi usûli’l-i‘tikâd,
ver.by M. YûsufMûsâ and A.
Abdülhamid, Mektebetü’l-Hancî,
Kahire1369/1950, p. 181.
- Cüveynî, el-İrşâd, s. 181.
* R‰z”, Fahruddin, Mefâtîhu’l-gayb: etTefsîru’l-kebîr, ver. by
M.MuhyiddinAbdülhamidKahire 1934-
soyadõ/meşhur adõ ve adõ, makalenintam ismi
(tõrnak içinde ve dŸz metin), derginin
kõsaltõlmõş adõ (italik),(varsa) çeviren, (varsa)
basõm yeri, (varsa) cilt sayõsõ, (varsa)
sayõnumarasõ, (varsa) basõm yõlõ, sayfa
numarasõ veya aralõğõ. Makalehakkõnda
olanlar bu sõraya gšre yazõlõr.
İkinci geçtiği yerde: Yazar(lar)õn soyadõ,
makalenin anlamlõ kõsaltõlmõşadõ (tõrnak içinde
ve dŸz metin), sayfa numarasõ veya aralõğõ.
Kaynakçada: Bibliyografik kŸnyeler, ilk
geçtiği yerdeki gibi tam olarakyazõlmalõ.
Varsa iki yazar açõk, Ÿç veya daha çok yazar
varsa ilk yazaryazõlõp diğerleri Òvd.Ó olarak
zikredilmeli. Dergilerin tam ismi vekõsaltmasõ
italik yazõlmalõ. Sayfa aralõğõ verilmeli.
* Karapõnar, Fikret, ÒHadis Şerhlerinde
Kullanõlan Yorumlama BiçimleriÔÉOruç
bana aittirÉÕ Hadisi …rneğiÓ,Marife, 9/1
(2009): 57-60.
- Karapõnar, ÒHadis Şerhlerinde Kullanõlan
Yorumlama BiçimleriÓ, s. 89.
* Okumuşlar, Muhiddin, ÒDin Eğitiminde
Etkin Bir Yšntem OlarakHikayeÓ,SÜİFD,
21(2006): 239.
- Okumuşlar, ÒDin Eğitiminde Etkin Bir
Yšntem Olarak HikayeÓ, ss. 239-245.
* …ztŸrk, Mustafa, ÒTefsirde Zahir-B‰tõn
DŸalizmi ya da Tasavvufi
AşõrõYorumÓ,İsl‰miy‰t,Ankara, 2/3 (1999):
34-45.
- …ztŸrk, ÒTefsirdeZahir-Bâtõn DŸalizmiÓ, s.
48.
* †nal, İsmail Hakkõ, ÒSeçmeci ve Eleştirel
Yaklaşõm veya Hz.PeygamberÕi (s.a.v.)
AnlamakÓ,İAD,Ankara, 10/1-2-3 (1997): 4250.
- †nal, ÒSeçmeci ve Eleştirel Yaklaşõm veya
Hz. PeygamberÕi AnlamakÓ, s.49.
* Yõldõrõm, Ahmet, ÒHadisleri Anlamada İşârî
YorumÓ, SDÜİFD, Isparta,13 (2004): 13-36.
- Yõldõrõm, ÒHadisleri Anlamada İşârî
YorumÓ, ss. 16-18.
* Ebž Gudde, AbduÕl-Fett‰h, ÒHalkuÕl-KurÕ‰n
Meselesi, Raviler,Muhaddisler, Cerh ve TaÕdil
Kitaplarõna TesiriÓ, çev. MŸcteba
Uğur,AÜİFD,Ankara, 20 (1975): 307-321.
1962), I, 45.
- R‰z”, Mef‰t”huÕl-gayb, II, 35.
Translation:
* İzutsu, Toshihiko, KurÕ‰nÕda Dini
veAhlakiKavramlar, trans. BySel‰hattin
Ayaz, Põnar Yay. İstanbul w.date, p.
125.
-İzutsu,KurÕ‰nÕda Dini
veAhlakiKavramlar, p. 125.
2. Article
First Reference: Surname of the writer
of the article, name of thewriter, article
title (italic and in quotes), title of journal
or book (italic),name of the translator-if
it is a translation, printing place and
date,volume or year, issue number,
page.
Second Reference: Surname of the
author(s), abbreviated title of thearticle
(in quotation, plain text), page number/
interval.
In the Bibliography: Bibliographic
information should be the same asthe
first reference. If there are two authors,
their names should bewritten without
abbreviation. If there are three or more
authors, thefirst author should be written
and the others should be abbreviated
asÒet. al.Ó Full name of the journals and
their abbreviations should bewritten in
italic. Page intervals should be included.
* Karapõnar, Fikret, ÒHadis Şerhlerinde
Kullanõlan Yorumlama
BiçimleriÔÉOruç bana aittirÉÕ Hadisi
…rneğiÓ,Marife, 9/1 (2009): 57-60.
- Karapõnar, ÒHadis Şerhlerinde
Kullanõlan Yorumlama BiçimleriÓ, p.
89.
* Okumuşlar, Muhiddin, ÒDin
Eğitiminde Etkin Bir Yšntem
OlarakHikayeÓ,SÜİFD, Konya, 21
(2006): 239.
- Okumuşlar, ÒDin Eğitiminde Etkin Bir
Yšntem Olarak HikayeÓ, pp. 239-245.
199
- Ebû Gudde, ‘‘Halku’l-Kur’ân Meselesi,
Raviler, Muhaddisler, Cerh veTa’dil
Kitaplarõna TesiriÕÕ, s. 307.
3. Ansiklopedi Maddesi
* Kandemir, M. Yaşar vd. ÒAhmed b.
Hanbel”, TŸrkiye Diyanet Vakfõ
İslamAnsiklopedisi, İstanbul 1989, II, 78.
(Maddenin iki yazarõ açõkça yazõlõr, Ÿçveya
daha çok yazar varsa ilk yazar yazõlõp diğerleri
vd. olarak zikredilir.Ancak kaynakçada açõk
olarak yazõlmalõ).
- Kandemir vd. ÒAhmed b. HanbelÓ, DİA, II,
79.
* Schacht, Josef, ÒMurtedÓ,İslam
Ansiklopedisi,MEB Yay. İstanbul 1998, II,66.
- Schacht, ÒMurtedÓ,İA,II, 67.
4. Kitap BšlŸmŸ, Basõlmõş Bildiri Kitabõ
* Fazlur Rahman, ÒRevivaland Reform in
Islam”, The Cambridge Historyof Islam, ed.
Peter MalcolmHolt vd. Cambridge
UniversityPress,Cambridge 1970, II, 632–56.
- Fazlur Rahman, ÒRevivaland Reform in
IslamÓ, II, 635.
* Karluk, Sadõk Rõdvan, ÒKõbrõsÕõn AB
Üyeliği ABÕyi Bšler mi?Ó, AvrupaBirliği
Üzerine Notlar, ed. Oğuz Kaymakçõ, Nobel
Yayõn Dağõtõm, Ankara2005, ss. 263-287.
- Karluk, ÒKõbrõsÕõn AB †yeliği ABÕyi Bšler
mi?Ó, s. 277.
* Ağõrman, Cemal, ÒRiv‰yet Farklõlõklarõ ve
Hadislerin
AnlaşõlmasõndaRiv‰yetFarklõlõklarõnõn RolŸÓ,
Günümüzde Sünnetin
AnlaşõlmasõSempozyumu, 20-30 Mayõs 2004
Bursa, KurÕ‰n Araştõrmalarõ Vakfõ, Kurav
Yay. Bursa 2005, ss. 117-137.
- Ağõrman, ÒRiv‰yet Farklõlõklarõ ve
Hadislerin Anlaşõlmasõnda
Riv‰yetFarklõlõklarõnõn RolŸÓ, s. 124.
5. Tez
İlk geçtiği yer ve kaynakçada: Tez yazarõnõn
adõ ve soyadõ, tez adõ(italic), yŸksek lisans
veya doktora tezi olarak kabul yõlõ, enstitŸ
adõ,sayfa.
Dadan, Ali, İsl‰m Tarihi Kaynaklarõnda
Türkler -Câhiliye DönemindenEmevîler’in
200
* …ztŸrk, Mustafa, ÒTefsirde ZahirB‰tõn DŸalizmi ya da Tasavvufi
AşõrõYorumÓ,İslâmiyât,Ankara, 2/3
(1999): 34-45.
- …ztŸrk, ÒTefsirde Zahir-B‰tõn
DŸalizmiÓ, p. 48.
* Ünal, İsmail Hakkõ, ÒSeçmeci ve
Eleştirel Yaklaşõm veya Hz.PeygamberÕi
(s.a.v.)AnlamakÓ, İAD,Ankara, 10/1-2-3
(1997): 42-50.
- †nal, ÒSeçmeci ve EleştirelYaklaşõm
veya Hz. PeygamberÕiAnlamakÓ, p.49.
* Yõldõrõm, Ahmet, ÒHadisleri
Anlamada İş‰r” YorumÓ, SDÜİFD,
Isparta,13 (2004): 13-36.
- Yõldõrõm, ÒHadisleri Anlamada İşârî
YorumÓ, pp. 16-18.
* Ebž Gudde, AbduÕl-Fett‰h, ÒHalkuÕlKur’ân Meselesi, Raviler,Muhaddisler,
Cerh ve TaÕdil Kitaplarõna TesiriÓ, trans.
by. MŸcteba Uğur,AÜİFD,Ankara, 20
(1975): 307-321.
- Ebû Gudde, ‘‘Halku’l-Kur’ân
Meselesi, Raviler, Muhaddisler, Cerh
veTaÕdil Kitaplarõna TesiriÕÕ, p. 307.
3. Encyclopaedia Entry
* Kandemir, M. Yaşarvd. ÒAhmed b.
Hanbel”, TŸrkiyeDiyanetVakfõ
İslamAnsiklopedisi, İstanbul 1989, II,
78. (Two authors of the entry are
writtenwithout abbreviation. If there are
three or more authors, the first
authorshould be written and the others
should be abbreviated as Òet. al.Ó, butnot
in the bibliography.)
- Kandemirvd. ÒAhmed b. HanbelÓ,
DİA, II, 79.
* Schacht, Josef,
ÒMurtedÓ,İslamAnsiklopedisi,MEB Yay.
İstanbul 1998, II,66.
- Schacht, ÒMurtedÓ,İA,II, 67.
4. Book Chapter and Published
Symposium Proceedings
* Fazlur Rahman, ÒRevival and Reform
in Islam”, The Cambridge Historyof
Islam, ed. Peter Malcolm Holt vd.
Cambridge University Press,Cambridge
1970, II, 632–56.
Sonuna Kadar-, Basõlmamõş Doktora tezi,
NecmettinErbakan †niversitesi Sosyal
Bilimler EnstitŸsŸ, Konya 2013, s.
67.(kaynakçada sayfa numarasõ yazõlmaz)
İkinci geçtiği yerde:Dadan,İslâm Tarihi
Kaynaklarõnda TŸrkler, s. 67.
6. Kur’an ve Kitab-õ Mukaddes
a.Ayet:
* Bakara 2/22. (ilk rakam sure numarasõnõ,
ikinci rakam ise ayetnumarasõnõgšsterir).
b.Kitab-õ Mukaddes:
* Tekvin 34:21; Matta 7:6.
7. Hadis-i Şerif
KŸtŸb-i Sitte, Concordance sistemine gšre
verilmelidir.
a.BšlŸm (kitap) adõndan sonra b‰b numarasõ
verilenler:
Buh‰r”, EbžD‰vžd, Tirmiz”, İbnM‰ce, Nes‰”,
D‰rim”
* Buh‰r”, İman 21 (112); Tirmiz”, Sal‰t 2
(321). Parantez içindekirakamlar hadis
numarasõ olup tercihe bağlõdõr.
b.BšlŸm (kitap) adõndan sonra hadis numarasõ
verilenler:
MŸslim ve M‰lik
* MŸslim, Zek‰t 21 (245) bu son rakam
baştan sona kitabõn tamamõnõnsõralõ
hadisnumarasõ olup tercihe bağlõdõr.
c. Bunlarõn dõşõndaki hadis kitaplarõnda cilt ve
sayfa numarasõverilmelidir:
* AbdŸrrezzak, Musannef, II, 214 (2345);
Ahmed b. Hanbel, MŸsned, V,567 (3467).
Parantez içindeki rakamlar baştan sona kitabõn
hadisnumarasõ olup tercihe bağlõdõr.
8. Online Kaynak
İlk geçtiği yer ve kaynakçada: Yazar soyadõ,
adõ, adres çubuğunda yeralan ibare olduğu
gibi yazõlmalõ ayrõca sonuna erişim tarihi
eklenmedir.Adresteki kšprŸ kaldõrõlmalõdõr.
* Varol, Mehmet BahaŸddin, ÒDijital
Ortamda Siyer Anlatõm
ve…ğretimiÓ,http://www.sonpeygamber.info/d
ijital-ortamda-siyeranlatim-ve-ogretimitespitler-problemler-teklifler, (et. 08.07.2015).
* Eşitgin, Dinçer, ÒBŸyŸme Romanõ
- Fazlur Rahman, ÒRevivaland Reform
in IslamÓ, II, 635.
* Karluk, Sadõk Rõdvan, ÒKõbrõsÕõn AB
†yeliği ABÕyi Bšler mi?Ó,
AvrupaBirliği †zerine Notlar, ed. Oğuz
Kaymakçõ, Nobel Yayõn Dağõtõm,
Ankara2005, pp. 263-287.
- Karluk, ÒKõbrõsÕõn AB †yeliği ABÕyi
Bšler mi?Ó, p. 277.
* Ağõrman, Cemal, ÒRiv‰yet
Farklõlõklarõ ve Hadislerin
AnlaşõlmasõndaRiv‰yet Farklõlõklarõnõn
RolŸÓ, GŸnŸmŸzde SŸnnetin
AnlaşõlmasõSempozyumu, 20-30 Mayõs
2004 Bursa, KurÕ‰n
AraştõrmalarõVakfõ,Kurav Yay. Bursa
2005, pp. 117-137.
- Ağõrman, ÒRiv‰yet Farklõlõklarõ ve
Hadislerin Anlaşõlmasõnda
Riv‰yetFarklõlõklarõnõn RolŸÓ, p. 124.
5. Thesis
First Reference and in the
Bibliography: Name and Surname of
theauthor of the thesis, name of the
thesis (Italic), acceptance year as an
MAor PHD thesis, name of the institute,
page.
* Dadan, Ali,
İsl‰mTarihiKaynaklarõndaTŸrkler C‰hiliyeDšnemindenEmev”lerÕinSonuna
Kadar-, unpublished Doctoral Thesis,
NecmettinErbakan
†niversitesiSosyalBilimlerEnstitŸsŸ,
2013, p. 67 (no pagenumber in the
bibliography).
Second Reference:Dadan,
İsl‰mTarihiKaynaklarõndaTŸrkler, p. 67.
6. Qur’anand Bible
a.Verse:
* Bakara 2/22. (the first number shows
the number of the sourah andthe second
number shows the verse/ayah)
b.Bible:
* Tekvin 34:21; Matta 7:6.
7. Hadith
References from KutubSittah should be
201
(Bildungsroman) Kavramõ EtrafõndaAşk-õ
Memnu ve Roman Kişisi Nihal”, Millî Eğitim
Dergisi, S. 162,
Ankara2004,http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/
dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/162/esitgin.htm
, (et. 29.08.2015).
* ‚ukurova †niversitesi TŸrkoloji
Araştõrmalarõ Merkezi, ‚ukurova†niversitesi,
http://turkoloji.cu.edu.tr, (et. 29.08.2015).
(KšprŸ kaldõrõlmalõdõr)
* Milli KŸtŸphane, Milli KŸtŸphane,
http://www.mkutup.gov.tr, (et.29.08.2015).
* Horata, Osman, Prof. Dr. Osman
Horata,http://www.turkoloji.hacettepe.edu.tr/o
sman.shtml, (et.14.04.2005).
9. Yazma Eserler
* GŸl‰b‰d”, Ebž Bekir, Maâni’l-Ahbâr,
Topkapõ MŸzesi KŸtŸphanesi, III.Ahmed Bšl.
nu:538.
- GŸl‰b‰d”,Maâni’l-Ahbâr,III. Ahmed Böl.
nu: 538, vr. 30/a.
10. Yazarõ Olmayan Eserler
Yazarõ belirtilmeyen kitap, ansiklopedi vb.
eserlerde, eserin ismi ile diğerbilgiler yazõlõr.
* Türkçe Sözlük I,TŸrk Dil Kurumu Yay.
Ankara 1988, s. 234.
* İml‰ Kõlavuzu, TŸrk Dil Kurumu Yay.
Ankara 2000, s. 304.
202
in accordance withConcordance.
a.Number of chapter after the name of
the book:
Buh‰r”, EbžD‰vžd, Tirmiz”, İbn M‰ce,
Nes‰”, D‰rim”
* Buh‰r”, İman 21 (112); Tirmiz”, Sal‰t
2 (321). Numbers in bracketgiven as
hadith number from beginning of the
book, it is optional.
b.Number of hadith after the name of
the book:
Muslim veM‰lik
* MŸslim, Zek‰t 21 (245) this number in
bracket given as hadithnumber from
beginning of the book, it is optional.
c. Others should be referred with the
number of the volume and page:
* AbdŸrrezzak, Musannef, II, 214
(2345); Ahmed b. Hanbel, Müsned,
V,567 (3467). Numbers in bracket given
as hadith number frombeginning of the
book, it is optional.
8. Online Source:
First Reference and in the
Bibliography: The information on
theaddress bar should be written as it is,
besides, access date should beadded at
the end.Hyperlink should be removed
from web addresses.
* Varol, Mehmet BahaŸddin,
ÒDijitalOrtamdaSiyerAnlatõmve…ğretim
iÓ,http://www.sonpeygamber.info/dijital
-ortamda-siyer-anlatim-veogretimitespitler-problemlerteklifler, (ad.
08.07.2015).
* Eşitgin, Dinçer, ÒBŸyŸmeRomanõ
(Bildungsroman) KavramõEtrafõndaAşkõ Memnuve Roman Kişisi Nihal”,
MillîEğitimDergisi, I. 162, Ankara2004,
http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergile
r/Milli_Egitim_Dergisi/162/esitgin.htm,
(ad.29.08.2015).
*
ÇukurovaÜniversitesiTŸrkolojiAraştõrm
alarõMerkezi,
Çukurova†niversitesi,http://turkoloji.cu.
edu.tr, (ad. 29.08.2015).
* MilliKŸtŸphane, MilliKŸtŸphane,
http://www.mkutup.gov.tr,
(ad.29.08.2015).
* Horata, Osman, Prof. Dr. Osman
Horata,http://www.turkoloji.hacettepe.e
du.tr/osman.shtml, (ad. 14.04.2005).
9. Hand-written Manuscripts
* Gülâbâdî, EbûBekir, Maâni’l-Ahbâr,
TopkapõMŸzesiKŸtŸphanesi,
III.AhmedSection. no: 538.
- Gülâbâdî,Maâni’l-Ahbâr, III.
AhmedSection. no: 538,leaf30/a.
10. Works without authors
For the works whose authors are not
stated, other information with thename
of the work is written.
* TürkçeSözlükI, TŸrkDilKurumu Yay.
Ankara 1988, p. 234.
* İml‰Kõlavuzu, TŸrkDilKurumu Yay.
Ankara 2000, p. 304.
Kõsaltmalar Dizini
ABD
Arş.
Gör.
BD
Bk/bk
z.
Böl.
b.
bs.
C.
çev.
DİA
Doç.
Dr.
dn.
d.
Dr.
drl.
ed.
EI2
et.
Fak.
H.
haz.
hz.
İA
Ana bilim dalõ
Araştõrma Gšrevlisi
Bilim dalõ
Bakõnõz
Bölüm
Bin, ibn
Baskõ,basõm
Cilt
Çeviren
TŸrkiye Diyanet Vakfõ İslam
Ansiklopedisi
Doçent Doktor
Dipnot
Doğum tarihi
Doktor
Derleyen
Editör
Encyclopaedia of Islam Second
Edition
Erişim Tarihi
Fakülte
Hicri
Hazõrlayan
Hazreti
İslam Ansiklopedisi
Karşõlaştõrõnõz
Abbreviations List
AD
Anon.
Asst. Prof.
Assoc.
Prof.
b.
BCE
bib.
CE
cf.
ch.
comp.
d.
da.
DIA
dpt.
Dr.
ed.
EI2
etc.
f.
Fac.
fn.
H.
i.a.
IE
Anno domini
Anonymus
Assistant Professor
Associate Professor
Bin, ibn (“son of” in
Arabic)
Before Common Era
Bible, biblical
Common Era
confer, compare (Òsee, by
way of comparisonÓ)
Chapter
Compiled by
Death date
Date accessed
Turkish Religious
Foundation Islamic
Encyclopaedia
Department
Doctor
Editor (pl. eds.),edition,
edited by
Encyclopaedia of Islam
Second Edition
Et ceteras
Field
203
Krş/kr
ş.
M.
MÖ.
MS.
nşr.
Nu.
ö.
Öğr.
Gör.
Prof.
Dr.
(r.a)
s.
S.
(s.a)
sad.
ss.
thk.
ty.
Ü.
vb.
vd.
vs.
vr.
Yay.
Yrd.
Doç.
Dr.
yy.
Miladi
Milattan önce
Milattan sonra
Neşir
Numara
Ölüm tarihi
Öğretim Görevlisi
Profesör Doktor
Radõyallahuanh
Sayfa
Sayõ
Sallallahu aleyhi ve sellem
Sadeleştiren
Sayfa aralõğõ
Tahkik eden
Basõm tarihi yok
Üniversite
Ve başkasõ, ve başkalarõ, ve
benzer(ler)i
Ve devamõ, ve diğerleri
Vesaire
Varak
Yayõnõ, yayõnlarõ, yayõncõlõk
Yardõmcõ Doçent Doktor
Basõm yeri yok
NOT: Burada yer almayan kõsaltmalar için
TDK Kõsaltmalar Dizini esas alõnmalõdõr.
204
issue
leaf
no.
p.
PhD
pp.
pre.
Prof.
pub.
(r.a)
Res. Assist.
(s.a.w)
simp.
TA
trans.
univ.
v.
ver.
vol.
w.date
w.place
Faculty
Footnote
Hijri
Among other things
Islamic Encyclopedia
Issue
Leaf (manuscriptsheet)
Number
Page
Doctor of philosophy
Page range
Prepared by
Professor
Publication, publisher,
published by
Radiyallahuanh
Research Assistant
SallallahuAlaihiWasalla
m
Simplified by
Teaching Assistant
Translated by
University
Verse
Verification (tahqiq),
verified by
Volume
No date of publication
Without publication
place
Other abbreviations should be used
according to The Chicago Manual of
Style (16th edition)