İnsanı diğer canlılardan ayıran birincil özelliği bir bilince sahip olmasıdır.
Bu özellik aynı za... more İnsanı diğer canlılardan ayıran birincil özelliği bir bilince sahip olmasıdır. Bu özellik aynı zamanda yalan söyleme becerisini de insana özgü yapar. Medya ve iletişim çağı olarak adlandırılan günümüzde ise politik yalanlar daha kolay dolaşıma girmekte ve medyanın desteğiyle geniş halk kitlelerini kolaylıkla manipüle edebilmektedir. Kolay ve hızlı biçimde dolaşıma giren bu yalanlar, insan aklının kendine ve hemcinslerine oynadığı bir oyun mu? Bütün bu soruların yanıtları, geleneksel medyanın yarattığı hakikatin itibar kaybetmesine yol açan tekinsiz bir iklimin ortaya çıkış koşullarının anlaşılmasıyla kısmen verilebilir. Bu tekinsiz iklimde akıl tutulmasına yol açan geleneksel medya kuruluşlarının bıraktığı bakiyeye, yeni iletişim teknolojilerinin yol açtığı sonsuz bilgi kirliliği eklenmiştir. Bu bilgi kirliliği içinde neoliberal hegemonyanın tahrip ettiği demokrasi kültürünü fırsatçı otoriter liderler iyice krize sokmuştur. Hakikatin eğilip bükülmesinde, akıl tutulması yaşayan kitlelerin kolayca maniple edilmesinde internette dolaşan ve doğruluğunu teyit etmenin neredeyse imkânsız hale geldiği bilgi selinin önemli bir rolü vardır. Bu yazı yalan çağına gidilirken, mevcut medya yapılanmasının yaptığı talihsiz katkıları etraflıca inceliyor.
Son yıllarda popülizm, siyaset dilinin, gündelik yaşamın, kamusal alanın ve akademik tartışmaları... more Son yıllarda popülizm, siyaset dilinin, gündelik yaşamın, kamusal alanın ve akademik tartışmaların en popüler kavramlarından biri. Türkiye de bu konuda bir istisna değil. Popülizmin yükselişinden, popülist partilerden, otoriter popülizmden sıkça bahsediyoruz. Siyasi partiler, siyasi liderler, sınıfsal ilişkiler ya da ekonomi politikaları popülizm tartışmalarının odak noktasında yer alıyor sıklıkla. Hala üzerinde yeterince durulmayan noktalardan biriyse medya ve popülizm arasındaki ilişki. Moment Dergi'nin Medya ve Popülizm temalı bu sayısında, tema dışı yazıların yanı sıra, ihmal edilmiş denilebilecek bu alana katkı sunacak birbirinden değerli yazılar var. Moment Dergi'nin bu sayısını tema kapsamındaki Tuğba Taş'ın "Otoritaryen Popülizm ve Amerikan Ajitatörünün Yeni Portresi: Nicholas J. Fuentes" başlıklı makalesiyle açıyoruz. Makalede Amerikalı sosyal medya fenomeni ve Trump destekçisi Nicholas J. Fuentes adlı bir ajitatörün söyleminin içeriği deşifre ediliyor; otoritaryen popülizmin
Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egiliml... more Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egilimler ele alinmaktadir. Darbe surecinde ozellikle kose yazarlarinin darbeyi farkli yollarla nasil mesrulastirdigi uzerinde durulmaktadir. Donemin uc onemli gazetesinin kose yazarlari askeri yonetimin ideolojisine paralel olarak darbe oncesinde parlamentoda yer alan partileri ve politikacilari olumsuzlayarak darbeyi gerekcelendirmislerdir. Calismada ayrica 12 Eylul ve sonrasinda Turkiye’de yasanan ekonomik donusum ve medyanin bu donusum icindeki konumu ele alinmistir. 12 Eylul sonrasinda medyada yasanan yapisal donusum ve ozel radyo ve televizyon kanallarinin 1990’larda yayina baslamasi, cogulculuk ve cesitlilik kavramlari isiginda sorgulanmistir. 12 Eylul darbesi ve medyadaki ticarilesme surecinin demokratik temsil, iceriklerin cesitlenmesi ve kamusal alandaki demokratik tartismayi onemli olcude kisitladigini ve bu sorunlarin gunumuzde de surdugunu gozlemlemek mumkundur. Anahtar Sozcukler: ...
Yürümenin felsefesi olur mu? Frédéric Gros'un Yürümenin Felsefesi (2017) başlıklı kitabını ilk gö... more Yürümenin felsefesi olur mu? Frédéric Gros'un Yürümenin Felsefesi (2017) başlıklı kitabını ilk gördüğümde aklıma gelen ilk soru bu oldu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını köyde geçiren ve uzun yıllar bisiklet dışında bir ulaşım aracının sahibi olmayan biri olarak yürümek benim için çok sıradan bir etkinlikti. Kentli orta sınıf insanlar için bir hayal olan yürüme, çocukluğumda, benim için, evden bahçe ve tarlaya uzanan bazen çok keyifli bazen de mecburi bir yolculuktu. En nihayetinde yürümek, insan için iki ayakla gerçekleşen, tamamen kendi bedensel enerjisine dayalı bir etkinlik. Milyarlarca yıl evvel, insan türünün ilk görüldükleri yer olan Afrika'dan dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılmasına yol açan eylemin de kendisi. İnsanın doğayla, doğada en saf bulunma halini de anlatan bir etkinlik. Bu nedenle aslında yürümek; basit bir eylem değil; belki de günümüzde önemini insanlığın unuttuğu, onu artık sportif bir etkinliğe indirgediği bir var olma biçimi. Zira insan günümüz hız toplumunda ancak yürürken ağırdan alma "hakkı"nı kullanabiliyor. Çünkü gitmeniz gereken yere ancak ağırdan alma lüksünüz olduğu zaman yürüyerek gidebilirsiniz. Yürümenin ise hızla alakası yoktur. Milyarlarca yıl öncesinde, ellerinde navigasyon aletleri olmadan, sadece doğayı dinleyerek ve ona meydan okumak yerine ona uyum sağlayarak, sabırla atalarımızın
Although accepted as an important political sentiment, there is little research on the measuremen... more Although accepted as an important political sentiment, there is little research on the measurement and affects of political cynicism. According to a modern definition, political cynicism is the mistrust generalized from particular leaders or political groups to the political process as a whole. Peter Sloterdijk defined cynicism as ‘‘enlightened false consciousness’’ and diagnosed cynicism as the dominant form of contemporary consciousness. Sharon Stanley moves on from Sloterdijk, Jameson, and Zizek, and claims that contemporary political cynicism is an outcome of postmodernism. In their classic article, Agger, Goldstein and Pearl (1961) probed the concept of political potency alongside political cynicism and argued that the most politically cynical tend to be high on political potency. This paper accepts readers’ comments as a symptom of self-conceived political potency and investigates whether political cynicism goes along with it. In this perspective, the recent earthquake in Van,...
Otobiyografi ya da anı yazarı sadece kendini değil, içinde yaşadığı dönemin konjonktürünü, toplum... more Otobiyografi ya da anı yazarı sadece kendini değil, içinde yaşadığı dönemin konjonktürünü, toplumsal, siyasal ve kültürel iklimini de yazar. Biyografi ya da anılar aslında tarihi ve resmi kaynakların boş bıraktığı noktaları doldurmak işlevi görür. Ancak aynı zamanda yazarının benliğini, anlatıda kurduğu performans üzerinden inşa eden bir işlevi de vardır. Arşiv kültürü çok gelişmemiş Türkiye gibi ülkelerde anılar, önemli bir boşluk da doldurur. Bunun yanında siyasi kırılmaların, toplumsal ve kültürel dönüşümlerin izini de anılar ve otobiyografilerden sürmek mümkündür. Bu çalışmada Türk aydınının otobiyografi ve anılarında oluşturduğu belleği üzerinden bir basın tarihi okuması yapılmaktadır. Ancak bu sadece basın tarihi okuması değil, Türk aydınının belleği üzerinden modernleşme ile aydın arasındaki ilişkinin de okumasıdır. Bunun için özellikle 1930-1990 yılları arasında gazetecilik ya da köşe yazarlığı yapmış kişilerin anı ya da biyografilerine bakılmıştır. Bu kaynaklarda toplumsal, siyasal ve kültürel ayrışmaların nasıl kişisel benlik kurguları üzerinden ortaya çıktığı çözümlenmiştir. Bu araştırma için Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Nadir Nadi ve Hasan Cemal'in anı kitaplarına odaklanılmıştır. Bu anılarda, politik kültür ve modernleşme pratikleri içinde mücadele, hesaplaşma ve çatışma çerçevesinden Türk aydınının benliğinin nasıl kurgulandığı incelenmiştir.
In recent years’ rising political strategy, populism, seems to continue to be discussed for a lon... more In recent years’ rising political strategy, populism, seems to continue to be discussed for a long time. Populist discourse, which has become the main rhetoric of the left and the right that is able to gather the masses around itself like moths to a flame, puts especially the conservative right-wing parties into power in many countries of the world. Modi in India, Macron in France, Trump in the US are the most well known ones of this political movement. For this issue of Moment, Populism and Media, we discussed the latest book by emeritus professor of Lancester University, linguist Ruth Wodak, Politics of Fear. Wodak's book mainly focuses on the reasons and dynamics of the rise of right-wing populism in Europe. We’ve also talked with Wodak about whether the traditional media is able to maintain its fourth-pillar function and the impact of digital platforms on political participation that is becoming more and more effective. We invite you to read this pleasant and seminal interview.
Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egiliml... more Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egilimler ele alinmaktadir. Darbe surecinde ozellikle kose yazarlarinin darbeyi farkli yollarla nasil mesrulastirdigi uzerinde durulmaktadir. Donemin uc onemli gazetesinin kose yazarlari askeri yonetimin ideolojisine paralel olarak darbe oncesinde parlamentoda yer alan partileri ve politikacilari olumsuzlayarak darbeyi gerekcelendirmislerdir. Calismada ayrica 12 Eylul ve sonrasinda Turkiye’de yasanan ekonomik donusum ve medyanin bu donusum icindeki konumu ele alinmistir. 12 Eylul sonrasinda medyada yasanan yapisal donusum ve ozel radyo ve televizyon kanallarinin 1990’larda yayina baslamasi, cogulculuk ve cesitlilik kavramlari isiginda sorgulanmistir. 12 Eylul darbesi ve medyadaki ticarilesme surecinin demokratik temsil, iceriklerin cesitlenmesi ve kamusal alandaki demokratik tartismayi onemli olcude kisitladigini ve bu sorunlarin gunumuzde de surdugunu gozlemlemek mumkundur. Anahtar Sozcukler: ...
Son yillarda giderek yayginlasan sosyal paylasim aglari, tasrada/koyde de gundelik yasamin ve sos... more Son yillarda giderek yayginlasan sosyal paylasim aglari, tasrada/koyde de gundelik yasamin ve sosyallesmenin onemli bir parcasi haline gelmistir. Facebook ise tum dunyada oldugu gibi Turkiye’de de diger sosyal paylasim aglari arasinda en fazla kullanici sayisina sahip sosyal agdir. Bu yonuyle Facebook’un ozellikle tasrada da nasil kullanildigi onemli bir konu haline gelmistir.Bu calismada, kentli kullanicilardan farkli olarak genellikle dar sosyallikler ve cemaat iliskileri surduren tasrali/koylulerin Facebook hesabini nasil, ne amacla ve hangi tur sosyallikler kurmak icin kullandiklari uzerine odaklanilmistir. Calisma icin Antalya’nin Elmali ilcesinin Tekke Koyu’nden toplam dokuz kisiyle derinlemesine gorusme yapilmistir. Gorusme icin yari yapilandirilmis sorular hazirlanmis ve etnografik yontem kullanilmistir. Sorularda ozellikle “Facebook’ta ne tur icerikler paylasiliyor, hangi tur icerikler begeniliyor, kimler arkadas olarak kabul ediliyor, Facebook’ta paylasilan icerikler gunde...
Middle East Journal of Culture and Communication, 2012
This article presents a discursive analysis of religious conservative daily newspapers’ response ... more This article presents a discursive analysis of religious conservative daily newspapers’ response to Israeli commandos’ attack on a flotilla of aid ships that were attempting to break an embargo on traffic to Gaza on 31 May 2010. The event not only caused a serious rupture in Israeli-Turkish relations but also resulted in the rise of (already present) anti-Israeli sentiment in the conservative religious sectors of society. Conservative religious media, more specifically the Islamic newspapers, led the anti-Israeli campaign within this process. The authors emphasize that news does not simply represent reality, but, as an active process, works on it. The institutional dependence on regular and reliable institutional sources and the ideological character of language are two major dynamics of this process. The journalistic routine imposes the statements of the institutional sources, or the voice of the powerful, as the only reliable and viable definition of events. The language used in t...
Demokrasinin ve kurumsal endüstriyel medyanın derin kriz içine girdiği günümüzde, gazetecilik mes... more Demokrasinin ve kurumsal endüstriyel medyanın derin kriz içine girdiği günümüzde, gazetecilik mesleği ve bu mesleğin üstlendiği gerçeklerin halka duyurulması görevi giderek daha da hayati bir konu haline gelmiştir. Çünkü başlangıcından beri varlığını dördüncü güç olma niteliğine borçlu olan basın/medya artık bu görevini hakkıyla yerine getiremez olmuştur. Bu nedenle basının üstlendiği bu görevi büyük ölçüde beşinci güç olarak da tanımlanmaya başlanan yurttaş inisiyatifleri ve sivil toplum kuruluşları devralmaya başlamıştır. Ancak gazetecilik mesleğinin tarihsel süreç içinde oluşmuş norm ve değerlerinin gözden geçirilerek bu inisiyatifler tarafından ivedilikle benimsenmesine de ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü bu değerlerden yoksun bir gazetecilik aynı zamanda toplumsal bütünlüğe tehdit oluşturacak bir araca da dönüşme riski taşımaktadır. Bu riskin izlerini yalan haberlerin siyaseti imkânsız hale getirecek derecede yaygınlaşmasıyla yakından gözlemliyoruz. Bu kitap, gazeteciliği hak temelli bir perspektifle Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları arasında yaygınlaştırmayı hedefleyen Avrupa Birliği projesinin somut çıktılarından birisidir. Kitapta kriz içindeki gazetecilik mesleğini hak temelli bir perspektifle yeniden değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu sayede sivil toplum kuruluşlarının hak mücadelelerini kendi haberlerini yaparak etkili bir şekilde kamusal varlık göstermelerini sağlayacak bir perspektif sunmak hedeflenmiştir. Hak mücadelesine adanmış bir gazetecilik, aynı zamanda gerçeklerin ne pahasına olursa olsun dile getirilmesiyle mümkündür. Gerçekleri yaşamı pahasına dile getiren Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’nun anısına kurulmuş olan um:ag Vakfı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu işbirliğiyle çıkarılan bu kitabın hak temelli gazeteciliğin sivil toplum kuruluşları arasında ve bütün toplumsal alanda yaygınlaşmasına vesile olmasını umuyoruz.
İster tüzel olsun isterse de özel kişilik, muktedir olmaktan uzaklaştığı zaman bir varlık saf şid... more İster tüzel olsun isterse de özel kişilik, muktedir olmaktan uzaklaştığı zaman bir varlık saf şiddet haline gelir. Şiddetin kuşkusuz kurucu bir işlevi de vardır. Şiddet kurucu işlevini ancak muktedir bir varlığın elindeyken yerine getirir. Ayrıca şiddetin aynı zamanda hukuku koruyan işleviyle de toplumların, devletlerin ve iktidarların yaşamında önemli bir yeri vardır. Yine aynı zamanda şiddet hukuku tehdit eden bir yanıyla da öne çıkar. Bu yönüyle tehditkâr olduğu anlarda şiddet, hukuku korumak yerine bizzat hukukun kendisi haline gelir. Ancak burada şiddet olarak tezahür eden hukukun evrensel normlara uygun, adilane ve herkese eşit şekilde uygulandığını düşünmemek gerekir. Şiddetin mutlak bir güç haline geldiği yerde keyfilik hüküm sürer. Keyfilik ise özgürlüğün, eylemliliğin, siyasetin ve birlikte yaşamanın en büyük düşmanıdır.
Çok sevilen ve çok ilgi duyulan kişi hem çok kolay gaza gelir hem de çok çabuk incinir. Gaza geli... more Çok sevilen ve çok ilgi duyulan kişi hem çok kolay gaza gelir hem de çok çabuk incinir. Gaza gelir, çünkü kendisini tanımayan pek çok insan çoğu zaman abartılı bir şekilde ona aşırı bir anlam yükler. Çabuk da incinir, zira yüz yüze karşılaşma, oturup iki lafın belini bükme şansı bulamadığınız kişiye çok sayıda insanın beslediği hayranlık, kolaylıkla düşmanlığa da dönüşebilir. Bu düşmanlıkla karşılaşan ünlü birden ne olduğunu şaşırır. Yanı sıra yıllarca severek okuduğunuz bir şair ya da romancıyı, severek dinlediğiniz bir müzisyeni yüz yüze tanıdığınızda her zaman bir şaşkınlık yaşarsınız. Bu şaşkınlığa çoğu zaman ağır bir hayal kırıklığı eşlik eder. Çoğu zaman çok kişinin hayranlıkla okuduğu, sözcüklere, dile hükmeden o dev şair/yazar birden bire cüceleşiverir gözünüzde. Buna bazen eğer kadınsanız şairin en hafif tabirle sırnaşıklığı sebep olur, bazen de sohbet sırasında sarf ettiği nobranca bir cümle. Sebebi ne olursa olsun, artık o şair/yazarı eski büyüsüyle okuyamazsınız. Bu nedenle ben çoğu zaman hayranlıkla okuduğum şair/yazarı yüz yüze tanımayı çok istemem.
Bu raporda öncelikle Türkiye’de iletişim ve haberleşme hakkının ihlaline dair genel bir çerçeve ç... more Bu raporda öncelikle Türkiye’de iletişim ve haberleşme hakkının ihlaline dair genel bir çerçeve çizilecektir. Bu hak ihlaline dair çerçeve çizilirken, hak ihlallerinin yol açtığı bilgi yoksunluğun sebep olduğu sorunlara da işaret edilecektir. Ardından iletişim ve haberleşme hakkının tarihsel ve kuramsal sınırları ifade özgürlüğü tartışması ile karşılaştırmalı olarak çizilecektir. Son olarak Türkiye’de son yıllarda yaşanan iletişim ve haberleşme hakkı ihlali ile ilgili farklı örneklerin farklı ideolojik perspektife sahip gazetelerde nasıl tartışıldığı incelenecektir. Son yıllarda AKP iktidarının her türlü hakkın ihlalini kolayla ve kamuoyu tepkisine aldırmaksızın nasıl gerçekleştirebildiğini anlayabilmek için özellikle iletişim ve haberleşme hakkının ihlaline dair örneklerin kamuoyunda nasıl tartışıldığı önemlidir.
Dario Fo “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” (4) adlı oyununda şöyle der: “Başımız dimdik yürüyoru... more Dario Fo “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” (4) adlı oyununda şöyle der: “Başımız dimdik yürüyoruz. Çünkü boğazımıza kadar boka battık.” Bu sözü gazeteciliğin günümüzde geldiği hale uyarlayabiliriz: Medya organlarının yüzde doksandan fazlasının iktidar tarafından esir alındığı, trollerin gazetecileştiği, gazeteciliğin trolleştiği bir yeni medya ortamında, gazetecilik mesleği boğazına kadar boka batmış durumdadır. Böylesi bir ortamda İsmail Küçükkaya’nın özeleştiri yapmak yerine başını dimdik tutmaya çalışması elbette şaşırtıcı değildir.
Özetle bu zamanın ruhu içinde oluşmuş “amorf gazetecilik normlarını” aşmak için, durup mesafelenmek ve yeni normlar geliştirmeye çalışmak gerekiyor. Bunu yapmak bir hayli zor. Alternatif mecralar bile, endüstriyel üretimin kuyruğuna takılmış bisiklet gibi hem bu kuyruğu bırakıp hem de durursa düşmeyi göze alması gerekir. Düştüğün anda kalkmak zor ama hep birlikte hızla gidilen hedef de pek parlak sayılmaz.
İnsanı diğer canlılardan ayıran birincil özelliği bir bilince sahip olmasıdır.
Bu özellik aynı za... more İnsanı diğer canlılardan ayıran birincil özelliği bir bilince sahip olmasıdır. Bu özellik aynı zamanda yalan söyleme becerisini de insana özgü yapar. Medya ve iletişim çağı olarak adlandırılan günümüzde ise politik yalanlar daha kolay dolaşıma girmekte ve medyanın desteğiyle geniş halk kitlelerini kolaylıkla manipüle edebilmektedir. Kolay ve hızlı biçimde dolaşıma giren bu yalanlar, insan aklının kendine ve hemcinslerine oynadığı bir oyun mu? Bütün bu soruların yanıtları, geleneksel medyanın yarattığı hakikatin itibar kaybetmesine yol açan tekinsiz bir iklimin ortaya çıkış koşullarının anlaşılmasıyla kısmen verilebilir. Bu tekinsiz iklimde akıl tutulmasına yol açan geleneksel medya kuruluşlarının bıraktığı bakiyeye, yeni iletişim teknolojilerinin yol açtığı sonsuz bilgi kirliliği eklenmiştir. Bu bilgi kirliliği içinde neoliberal hegemonyanın tahrip ettiği demokrasi kültürünü fırsatçı otoriter liderler iyice krize sokmuştur. Hakikatin eğilip bükülmesinde, akıl tutulması yaşayan kitlelerin kolayca maniple edilmesinde internette dolaşan ve doğruluğunu teyit etmenin neredeyse imkânsız hale geldiği bilgi selinin önemli bir rolü vardır. Bu yazı yalan çağına gidilirken, mevcut medya yapılanmasının yaptığı talihsiz katkıları etraflıca inceliyor.
Son yıllarda popülizm, siyaset dilinin, gündelik yaşamın, kamusal alanın ve akademik tartışmaları... more Son yıllarda popülizm, siyaset dilinin, gündelik yaşamın, kamusal alanın ve akademik tartışmaların en popüler kavramlarından biri. Türkiye de bu konuda bir istisna değil. Popülizmin yükselişinden, popülist partilerden, otoriter popülizmden sıkça bahsediyoruz. Siyasi partiler, siyasi liderler, sınıfsal ilişkiler ya da ekonomi politikaları popülizm tartışmalarının odak noktasında yer alıyor sıklıkla. Hala üzerinde yeterince durulmayan noktalardan biriyse medya ve popülizm arasındaki ilişki. Moment Dergi'nin Medya ve Popülizm temalı bu sayısında, tema dışı yazıların yanı sıra, ihmal edilmiş denilebilecek bu alana katkı sunacak birbirinden değerli yazılar var. Moment Dergi'nin bu sayısını tema kapsamındaki Tuğba Taş'ın "Otoritaryen Popülizm ve Amerikan Ajitatörünün Yeni Portresi: Nicholas J. Fuentes" başlıklı makalesiyle açıyoruz. Makalede Amerikalı sosyal medya fenomeni ve Trump destekçisi Nicholas J. Fuentes adlı bir ajitatörün söyleminin içeriği deşifre ediliyor; otoritaryen popülizmin
Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egiliml... more Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egilimler ele alinmaktadir. Darbe surecinde ozellikle kose yazarlarinin darbeyi farkli yollarla nasil mesrulastirdigi uzerinde durulmaktadir. Donemin uc onemli gazetesinin kose yazarlari askeri yonetimin ideolojisine paralel olarak darbe oncesinde parlamentoda yer alan partileri ve politikacilari olumsuzlayarak darbeyi gerekcelendirmislerdir. Calismada ayrica 12 Eylul ve sonrasinda Turkiye’de yasanan ekonomik donusum ve medyanin bu donusum icindeki konumu ele alinmistir. 12 Eylul sonrasinda medyada yasanan yapisal donusum ve ozel radyo ve televizyon kanallarinin 1990’larda yayina baslamasi, cogulculuk ve cesitlilik kavramlari isiginda sorgulanmistir. 12 Eylul darbesi ve medyadaki ticarilesme surecinin demokratik temsil, iceriklerin cesitlenmesi ve kamusal alandaki demokratik tartismayi onemli olcude kisitladigini ve bu sorunlarin gunumuzde de surdugunu gozlemlemek mumkundur. Anahtar Sozcukler: ...
Yürümenin felsefesi olur mu? Frédéric Gros'un Yürümenin Felsefesi (2017) başlıklı kitabını ilk gö... more Yürümenin felsefesi olur mu? Frédéric Gros'un Yürümenin Felsefesi (2017) başlıklı kitabını ilk gördüğümde aklıma gelen ilk soru bu oldu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını köyde geçiren ve uzun yıllar bisiklet dışında bir ulaşım aracının sahibi olmayan biri olarak yürümek benim için çok sıradan bir etkinlikti. Kentli orta sınıf insanlar için bir hayal olan yürüme, çocukluğumda, benim için, evden bahçe ve tarlaya uzanan bazen çok keyifli bazen de mecburi bir yolculuktu. En nihayetinde yürümek, insan için iki ayakla gerçekleşen, tamamen kendi bedensel enerjisine dayalı bir etkinlik. Milyarlarca yıl evvel, insan türünün ilk görüldükleri yer olan Afrika'dan dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılmasına yol açan eylemin de kendisi. İnsanın doğayla, doğada en saf bulunma halini de anlatan bir etkinlik. Bu nedenle aslında yürümek; basit bir eylem değil; belki de günümüzde önemini insanlığın unuttuğu, onu artık sportif bir etkinliğe indirgediği bir var olma biçimi. Zira insan günümüz hız toplumunda ancak yürürken ağırdan alma "hakkı"nı kullanabiliyor. Çünkü gitmeniz gereken yere ancak ağırdan alma lüksünüz olduğu zaman yürüyerek gidebilirsiniz. Yürümenin ise hızla alakası yoktur. Milyarlarca yıl öncesinde, ellerinde navigasyon aletleri olmadan, sadece doğayı dinleyerek ve ona meydan okumak yerine ona uyum sağlayarak, sabırla atalarımızın
Although accepted as an important political sentiment, there is little research on the measuremen... more Although accepted as an important political sentiment, there is little research on the measurement and affects of political cynicism. According to a modern definition, political cynicism is the mistrust generalized from particular leaders or political groups to the political process as a whole. Peter Sloterdijk defined cynicism as ‘‘enlightened false consciousness’’ and diagnosed cynicism as the dominant form of contemporary consciousness. Sharon Stanley moves on from Sloterdijk, Jameson, and Zizek, and claims that contemporary political cynicism is an outcome of postmodernism. In their classic article, Agger, Goldstein and Pearl (1961) probed the concept of political potency alongside political cynicism and argued that the most politically cynical tend to be high on political potency. This paper accepts readers’ comments as a symptom of self-conceived political potency and investigates whether political cynicism goes along with it. In this perspective, the recent earthquake in Van,...
Otobiyografi ya da anı yazarı sadece kendini değil, içinde yaşadığı dönemin konjonktürünü, toplum... more Otobiyografi ya da anı yazarı sadece kendini değil, içinde yaşadığı dönemin konjonktürünü, toplumsal, siyasal ve kültürel iklimini de yazar. Biyografi ya da anılar aslında tarihi ve resmi kaynakların boş bıraktığı noktaları doldurmak işlevi görür. Ancak aynı zamanda yazarının benliğini, anlatıda kurduğu performans üzerinden inşa eden bir işlevi de vardır. Arşiv kültürü çok gelişmemiş Türkiye gibi ülkelerde anılar, önemli bir boşluk da doldurur. Bunun yanında siyasi kırılmaların, toplumsal ve kültürel dönüşümlerin izini de anılar ve otobiyografilerden sürmek mümkündür. Bu çalışmada Türk aydınının otobiyografi ve anılarında oluşturduğu belleği üzerinden bir basın tarihi okuması yapılmaktadır. Ancak bu sadece basın tarihi okuması değil, Türk aydınının belleği üzerinden modernleşme ile aydın arasındaki ilişkinin de okumasıdır. Bunun için özellikle 1930-1990 yılları arasında gazetecilik ya da köşe yazarlığı yapmış kişilerin anı ya da biyografilerine bakılmıştır. Bu kaynaklarda toplumsal, siyasal ve kültürel ayrışmaların nasıl kişisel benlik kurguları üzerinden ortaya çıktığı çözümlenmiştir. Bu araştırma için Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Nadir Nadi ve Hasan Cemal'in anı kitaplarına odaklanılmıştır. Bu anılarda, politik kültür ve modernleşme pratikleri içinde mücadele, hesaplaşma ve çatışma çerçevesinden Türk aydınının benliğinin nasıl kurgulandığı incelenmiştir.
In recent years’ rising political strategy, populism, seems to continue to be discussed for a lon... more In recent years’ rising political strategy, populism, seems to continue to be discussed for a long time. Populist discourse, which has become the main rhetoric of the left and the right that is able to gather the masses around itself like moths to a flame, puts especially the conservative right-wing parties into power in many countries of the world. Modi in India, Macron in France, Trump in the US are the most well known ones of this political movement. For this issue of Moment, Populism and Media, we discussed the latest book by emeritus professor of Lancester University, linguist Ruth Wodak, Politics of Fear. Wodak's book mainly focuses on the reasons and dynamics of the rise of right-wing populism in Europe. We’ve also talked with Wodak about whether the traditional media is able to maintain its fourth-pillar function and the impact of digital platforms on political participation that is becoming more and more effective. We invite you to read this pleasant and seminal interview.
Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egiliml... more Ozet: Bu calismada 12 Eylul 1980 askeri darbesi sirasinda ve sonrasinda Turk medyasindaki egilimler ele alinmaktadir. Darbe surecinde ozellikle kose yazarlarinin darbeyi farkli yollarla nasil mesrulastirdigi uzerinde durulmaktadir. Donemin uc onemli gazetesinin kose yazarlari askeri yonetimin ideolojisine paralel olarak darbe oncesinde parlamentoda yer alan partileri ve politikacilari olumsuzlayarak darbeyi gerekcelendirmislerdir. Calismada ayrica 12 Eylul ve sonrasinda Turkiye’de yasanan ekonomik donusum ve medyanin bu donusum icindeki konumu ele alinmistir. 12 Eylul sonrasinda medyada yasanan yapisal donusum ve ozel radyo ve televizyon kanallarinin 1990’larda yayina baslamasi, cogulculuk ve cesitlilik kavramlari isiginda sorgulanmistir. 12 Eylul darbesi ve medyadaki ticarilesme surecinin demokratik temsil, iceriklerin cesitlenmesi ve kamusal alandaki demokratik tartismayi onemli olcude kisitladigini ve bu sorunlarin gunumuzde de surdugunu gozlemlemek mumkundur. Anahtar Sozcukler: ...
Son yillarda giderek yayginlasan sosyal paylasim aglari, tasrada/koyde de gundelik yasamin ve sos... more Son yillarda giderek yayginlasan sosyal paylasim aglari, tasrada/koyde de gundelik yasamin ve sosyallesmenin onemli bir parcasi haline gelmistir. Facebook ise tum dunyada oldugu gibi Turkiye’de de diger sosyal paylasim aglari arasinda en fazla kullanici sayisina sahip sosyal agdir. Bu yonuyle Facebook’un ozellikle tasrada da nasil kullanildigi onemli bir konu haline gelmistir.Bu calismada, kentli kullanicilardan farkli olarak genellikle dar sosyallikler ve cemaat iliskileri surduren tasrali/koylulerin Facebook hesabini nasil, ne amacla ve hangi tur sosyallikler kurmak icin kullandiklari uzerine odaklanilmistir. Calisma icin Antalya’nin Elmali ilcesinin Tekke Koyu’nden toplam dokuz kisiyle derinlemesine gorusme yapilmistir. Gorusme icin yari yapilandirilmis sorular hazirlanmis ve etnografik yontem kullanilmistir. Sorularda ozellikle “Facebook’ta ne tur icerikler paylasiliyor, hangi tur icerikler begeniliyor, kimler arkadas olarak kabul ediliyor, Facebook’ta paylasilan icerikler gunde...
Middle East Journal of Culture and Communication, 2012
This article presents a discursive analysis of religious conservative daily newspapers’ response ... more This article presents a discursive analysis of religious conservative daily newspapers’ response to Israeli commandos’ attack on a flotilla of aid ships that were attempting to break an embargo on traffic to Gaza on 31 May 2010. The event not only caused a serious rupture in Israeli-Turkish relations but also resulted in the rise of (already present) anti-Israeli sentiment in the conservative religious sectors of society. Conservative religious media, more specifically the Islamic newspapers, led the anti-Israeli campaign within this process. The authors emphasize that news does not simply represent reality, but, as an active process, works on it. The institutional dependence on regular and reliable institutional sources and the ideological character of language are two major dynamics of this process. The journalistic routine imposes the statements of the institutional sources, or the voice of the powerful, as the only reliable and viable definition of events. The language used in t...
Demokrasinin ve kurumsal endüstriyel medyanın derin kriz içine girdiği günümüzde, gazetecilik mes... more Demokrasinin ve kurumsal endüstriyel medyanın derin kriz içine girdiği günümüzde, gazetecilik mesleği ve bu mesleğin üstlendiği gerçeklerin halka duyurulması görevi giderek daha da hayati bir konu haline gelmiştir. Çünkü başlangıcından beri varlığını dördüncü güç olma niteliğine borçlu olan basın/medya artık bu görevini hakkıyla yerine getiremez olmuştur. Bu nedenle basının üstlendiği bu görevi büyük ölçüde beşinci güç olarak da tanımlanmaya başlanan yurttaş inisiyatifleri ve sivil toplum kuruluşları devralmaya başlamıştır. Ancak gazetecilik mesleğinin tarihsel süreç içinde oluşmuş norm ve değerlerinin gözden geçirilerek bu inisiyatifler tarafından ivedilikle benimsenmesine de ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü bu değerlerden yoksun bir gazetecilik aynı zamanda toplumsal bütünlüğe tehdit oluşturacak bir araca da dönüşme riski taşımaktadır. Bu riskin izlerini yalan haberlerin siyaseti imkânsız hale getirecek derecede yaygınlaşmasıyla yakından gözlemliyoruz. Bu kitap, gazeteciliği hak temelli bir perspektifle Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları arasında yaygınlaştırmayı hedefleyen Avrupa Birliği projesinin somut çıktılarından birisidir. Kitapta kriz içindeki gazetecilik mesleğini hak temelli bir perspektifle yeniden değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu sayede sivil toplum kuruluşlarının hak mücadelelerini kendi haberlerini yaparak etkili bir şekilde kamusal varlık göstermelerini sağlayacak bir perspektif sunmak hedeflenmiştir. Hak mücadelesine adanmış bir gazetecilik, aynı zamanda gerçeklerin ne pahasına olursa olsun dile getirilmesiyle mümkündür. Gerçekleri yaşamı pahasına dile getiren Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’nun anısına kurulmuş olan um:ag Vakfı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu işbirliğiyle çıkarılan bu kitabın hak temelli gazeteciliğin sivil toplum kuruluşları arasında ve bütün toplumsal alanda yaygınlaşmasına vesile olmasını umuyoruz.
İster tüzel olsun isterse de özel kişilik, muktedir olmaktan uzaklaştığı zaman bir varlık saf şid... more İster tüzel olsun isterse de özel kişilik, muktedir olmaktan uzaklaştığı zaman bir varlık saf şiddet haline gelir. Şiddetin kuşkusuz kurucu bir işlevi de vardır. Şiddet kurucu işlevini ancak muktedir bir varlığın elindeyken yerine getirir. Ayrıca şiddetin aynı zamanda hukuku koruyan işleviyle de toplumların, devletlerin ve iktidarların yaşamında önemli bir yeri vardır. Yine aynı zamanda şiddet hukuku tehdit eden bir yanıyla da öne çıkar. Bu yönüyle tehditkâr olduğu anlarda şiddet, hukuku korumak yerine bizzat hukukun kendisi haline gelir. Ancak burada şiddet olarak tezahür eden hukukun evrensel normlara uygun, adilane ve herkese eşit şekilde uygulandığını düşünmemek gerekir. Şiddetin mutlak bir güç haline geldiği yerde keyfilik hüküm sürer. Keyfilik ise özgürlüğün, eylemliliğin, siyasetin ve birlikte yaşamanın en büyük düşmanıdır.
Çok sevilen ve çok ilgi duyulan kişi hem çok kolay gaza gelir hem de çok çabuk incinir. Gaza geli... more Çok sevilen ve çok ilgi duyulan kişi hem çok kolay gaza gelir hem de çok çabuk incinir. Gaza gelir, çünkü kendisini tanımayan pek çok insan çoğu zaman abartılı bir şekilde ona aşırı bir anlam yükler. Çabuk da incinir, zira yüz yüze karşılaşma, oturup iki lafın belini bükme şansı bulamadığınız kişiye çok sayıda insanın beslediği hayranlık, kolaylıkla düşmanlığa da dönüşebilir. Bu düşmanlıkla karşılaşan ünlü birden ne olduğunu şaşırır. Yanı sıra yıllarca severek okuduğunuz bir şair ya da romancıyı, severek dinlediğiniz bir müzisyeni yüz yüze tanıdığınızda her zaman bir şaşkınlık yaşarsınız. Bu şaşkınlığa çoğu zaman ağır bir hayal kırıklığı eşlik eder. Çoğu zaman çok kişinin hayranlıkla okuduğu, sözcüklere, dile hükmeden o dev şair/yazar birden bire cüceleşiverir gözünüzde. Buna bazen eğer kadınsanız şairin en hafif tabirle sırnaşıklığı sebep olur, bazen de sohbet sırasında sarf ettiği nobranca bir cümle. Sebebi ne olursa olsun, artık o şair/yazarı eski büyüsüyle okuyamazsınız. Bu nedenle ben çoğu zaman hayranlıkla okuduğum şair/yazarı yüz yüze tanımayı çok istemem.
Bu raporda öncelikle Türkiye’de iletişim ve haberleşme hakkının ihlaline dair genel bir çerçeve ç... more Bu raporda öncelikle Türkiye’de iletişim ve haberleşme hakkının ihlaline dair genel bir çerçeve çizilecektir. Bu hak ihlaline dair çerçeve çizilirken, hak ihlallerinin yol açtığı bilgi yoksunluğun sebep olduğu sorunlara da işaret edilecektir. Ardından iletişim ve haberleşme hakkının tarihsel ve kuramsal sınırları ifade özgürlüğü tartışması ile karşılaştırmalı olarak çizilecektir. Son olarak Türkiye’de son yıllarda yaşanan iletişim ve haberleşme hakkı ihlali ile ilgili farklı örneklerin farklı ideolojik perspektife sahip gazetelerde nasıl tartışıldığı incelenecektir. Son yıllarda AKP iktidarının her türlü hakkın ihlalini kolayla ve kamuoyu tepkisine aldırmaksızın nasıl gerçekleştirebildiğini anlayabilmek için özellikle iletişim ve haberleşme hakkının ihlaline dair örneklerin kamuoyunda nasıl tartışıldığı önemlidir.
Dario Fo “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” (4) adlı oyununda şöyle der: “Başımız dimdik yürüyoru... more Dario Fo “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” (4) adlı oyununda şöyle der: “Başımız dimdik yürüyoruz. Çünkü boğazımıza kadar boka battık.” Bu sözü gazeteciliğin günümüzde geldiği hale uyarlayabiliriz: Medya organlarının yüzde doksandan fazlasının iktidar tarafından esir alındığı, trollerin gazetecileştiği, gazeteciliğin trolleştiği bir yeni medya ortamında, gazetecilik mesleği boğazına kadar boka batmış durumdadır. Böylesi bir ortamda İsmail Küçükkaya’nın özeleştiri yapmak yerine başını dimdik tutmaya çalışması elbette şaşırtıcı değildir.
Özetle bu zamanın ruhu içinde oluşmuş “amorf gazetecilik normlarını” aşmak için, durup mesafelenmek ve yeni normlar geliştirmeye çalışmak gerekiyor. Bunu yapmak bir hayli zor. Alternatif mecralar bile, endüstriyel üretimin kuyruğuna takılmış bisiklet gibi hem bu kuyruğu bırakıp hem de durursa düşmeyi göze alması gerekir. Düştüğün anda kalkmak zor ama hep birlikte hızla gidilen hedef de pek parlak sayılmaz.
Yirmi yılı aşkın bir zamandır, etik tartışmalarında ciddi bir patlama
yaşıyoruz. Tıp etiği, çevre... more Yirmi yılı aşkın bir zamandır, etik tartışmalarında ciddi bir patlama yaşıyoruz. Tıp etiği, çevre etiği, biyomedikal etik, siyaset ve etik, hukuk ve etik... Bütün mesleklerin, eylemlerin ya da kavramların yanına mutlaka etik kavramını getirmeden konuşamaz hale geldik. Etik üzerine tartışmaların yoğunlaştığı bu son zamanlarda, Oğuzhan Taş’ın Gazetecilik Etiğinin Mesleki Sınırları, Profesyonellik, Piyasa ve Sorumluluk başlıklı kitabı dikkat çekici bir çalışma olarak 2012 yılı içinde İletişim Yayınları tarafından basıldı.
Yürümenin felsefesi olur mu? Frédéric Gros'un Yürümenin Felsefesi (2017) başlıklı kitabını ilk gö... more Yürümenin felsefesi olur mu? Frédéric Gros'un Yürümenin Felsefesi (2017) başlıklı kitabını ilk gördüğümde aklıma gelen ilk soru bu oldu. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını köyde geçiren ve uzun yıllar bisiklet dışında bir ulaşım aracının sahibi olmayan biri olarak yürümek benim için çok sıradan bir etkinlikti. Kentli orta sınıf insanlar için bir hayal olan yürüme, çocukluğumda, benim için, evden bahçe ve tarlaya uzanan bazen çok keyifli bazen de mecburi bir yolculuktu. En nihayetinde yürümek, insan için iki ayakla gerçekleşen, tamamen kendi bedensel enerjisine dayalı bir etkinlik. Milyarlarca yıl evvel, insan türünün ilk görüldükleri yer olan Afrika'dan dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılmasına yol açan eylemin de kendisi. İnsanın doğayla, doğada en saf bulunma halini de anlatan bir etkinlik. Bu nedenle aslında yürümek; basit bir eylem değil; belki de günümüzde önemini insanlığın unuttuğu, onu artık sportif bir etkinliğe indirgediği bir var olma biçimi. Zira insan günümüz hız toplumunda ancak yürürken ağırdan alma "hakkı"nı kullanabiliyor. Çünkü gitmeniz gereken yere ancak ağırdan alma lüksünüz olduğu zaman yürüyerek gidebilirsiniz. Yürümenin ise hızla alakası yoktur. Milyarlarca yıl öncesinde, ellerinde navigasyon aletleri olmadan, sadece doğayı dinleyerek ve ona meydan okumak yerine ona uyum sağlayarak, sabırla atalarımızın binlerce yıl içinde kat ettiği yolları günümüzde saatler içinde kat ediyoruz. Ancak bu sabırla oluşan kadim bilgeliğin şaşmaz bir yön duygusunun olduğunu Wade Davis (2015, s. 40-42) Polinezya halkları arasındaki deneyimlerinden aktarıyor. Yayıldığı alan
Ömürlük Yaslar
Siyasi Cinayetleri Yakınları Nasıl Hatırlıyor?
Nehir Durna ve Tezcan Durna
Bu kita... more Ömürlük Yaslar Siyasi Cinayetleri Yakınları Nasıl Hatırlıyor? Nehir Durna ve Tezcan Durna Bu kitap, politik gerekçelerle suikasta uğrayan aydın ve gazeteci yakınlarıyla yapılan görüşmelere dayanıyor. Türkiye gibi ifade ve iletişim özgürlüğü ile demokratik hak ve taleplerin farkındalığının zayıf olduğu ülkelerde halka gerçekleri anlatmak için çabalayan gazetecilerin ve aydınların çeşitli nedenlerle ve bazı güç odakları tarafından öldürülmesine yeterince güçlü bir toplumsal tepki verilmemiştir. Uğur Mumcu ve Hrant Dink cinayetleri başta olmak üzere bazılarına verilen güçlü tepkilerse cinayetlerin gerçek faillerinin bulunmasına ya da etkili bir yargılamayla sonuçlanmasına vesile olmamıştır. Neredeyse kısa Türkiye tarihi içinde işlenen hiçbir siyasi cinayetin asıl failleri açıkça saptanıp cezası verilmemiştir. Fail diye yakalananlar genellikle eylemin sadece görünürdeki yüzü, ancak asıl azmettiriciler ve cinayetlerin gerçek nedeni asla ortaya çıkarılamamıştır. Bu tür cinayetlerle ilgili olarak giderek daha da yaygınlaşan ve kanıksanan cezasızlık pratikleri, toplumdaki adalet duygusunu da derinden yaralamış ve bir nevi yenilgi kültürü ile öğrenilmiş çaresizlik ortaya çıkarmıştır. Bu çaresizliğin belki de birincil muhatabı siyasi cinayete kurban gidenlerin yakınları olmuştur. Ne var ki, hem kayıpla ilgili olarak hem de kayıp sonrasındaki dava süreçleri, anmalar ve kayba tutulan yaslarla ilgili olarak kayıp yakınlarının dünyasına pek dikkat çekilmemiştir. Bu kitap bir anlamda sadece bir araştırma, akademik bir merak ve bilimsel bir çalışma değil, aynı zamanda politik maktul yakınlarıyla birlikte acıyla nasıl başa çıkılabileceğine dair bir öğrenme ve birbirini sağaltma deneyimi olarak görülmelidir. Bu nedenle kitabın acıları deşmek, yaraları yeniden kanatmak değil, aynı yaraların yeniden açılmaması için neler yapılması gerektiğine dair yol gösterici olmak gibi bir meramı vardır. Umarız bu meramımız gerçeğe dönüşür. Bu kitap faili meşhur ve meçhul olan politik maktullerin aziz hatıralarına adanmıştır.
Demokrasinin ve kurumsal endüstriyel medyanın derin kriz içine girdiği günümüzde, gazetecilik mes... more Demokrasinin ve kurumsal endüstriyel medyanın derin kriz içine girdiği günümüzde, gazetecilik mesleği ve bu mesleğin üstlendiği gerçeklerin halka duyurulması görevi giderek daha da hayati bir konu haline gelmiştir. Çünkü başlangıcından beri varlığını dördüncü güç olma niteliğine borçlu olan basın/medya artık bu görevini hakkıyla yerine getiremez olmuştur. Bu nedenle basının üstlendiği bu görevi büyük ölçüde beşinci güç olarak da tanımlanmaya başlanan yurttaş inisiyatifleri ve sivil toplum kuruluşları devralmaya başlamıştır. Ancak gazetecilik mesleğinin tarihsel süreç içinde oluşmuş norm ve değerlerinin gözden geçirilerek bu inisiyatifler tarafından ivedilikle benimsenmesine de ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü bu değerlerden yoksun bir gazetecilik aynı zamanda toplumsal bütünlüğe tehdit oluşturacak bir araca da dönüşme riski taşımaktadır. Bu riskin izlerini yalan haberlerin siyaseti imkânsız hale getirecek derecede yaygınlaşmasıyla yakından gözlemliyoruz. Bu kitap, gazeteciliği hak temelli bir perspektifle Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları arasında yaygınlaştırmayı hedefleyen Avrupa Birliği projesinin somut çıktılarından birisidir. Kitapta kriz içindeki gazetecilik mesleğini hak temelli bir perspektifle yeniden değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu sayede sivil toplum kuruluşlarının hak mücadelelerini kendi haberlerini yaparak etkili bir şekilde kamusal varlık göstermelerini sağlayacak bir perspektif sunmak hedeflenmiştir. Hak mücadelesine adanmış bir gazetecilik, aynı zamanda gerçeklerin ne pahasına olursa olsun dile getirilmesiyle mümkündür. Gerçekleri yaşamı pahasına dile getiren Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’nun anısına kurulmuş olan um:ag Vakfı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu işbirliğiyle çıkarılan bu kitabın hak temelli gazeteciliğin sivil toplum kuruluşları arasında ve bütün toplumsal alanda yaygınlaşmasına vesile olmasını umuyoruz.
Basın sanayi, yüz yıldır büyük bir değişim içinde. Kalem, yerini daktiloya bırakmış, telefonun ye... more Basın sanayi, yüz yıldır büyük bir değişim içinde. Kalem, yerini daktiloya bırakmış, telefonun yerini teleks almış, baskı makinalarının yerini ise ofset tesisleri alıyor. Bilgisayarlar daktiloların, telekslerin ve baskı makinalarının pabuçlarını çoktan dama atmış. Uzaktan kumandalı bilgisayarlarla donanmış ofset tesisleri yine de kalemin yerini tutamaz. Uğur Mumcu Her devrin iletişim teknolojisi, yazı, hakikat ve gazetecilik mesleğinin pratiklerini dönüştürüyor. Uğur Mumcu, bu dönüşüme 1980’lerde çarpıcı şekilde işaret ediyordu. Günümüzde de yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesi ve gazetecilikteki dijital dönüşüm, bir yandan gazetecilik için yeni olanaklar sunarken, yeni yeni eşitsizliklerin üretilmesi ile gazetecilerin sadık kalması gereken gerçeklerin itibarsızlaşmasına da yol açıyor. Yeni iletişim teknolojileriyle bir yandan bilgi hızla yayılabilirken, diğer yandan da yalan çabucak kitlelerin zihinlerini ele geçirebiliyor. İçinde bulunduğumuz tarihsel dönem, tam da bu nedenle yalanın belki de en itibar gördüğü dönem olarak değerlendirilebilir. Yine bu nedenle gerçekleri halka iletebilecek bir gazeteciliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Gazetecilik mesleğindeki dönüşümün yol açtığı sorunların yanı sıra, Türkiye’deki mevcut siyasi iklim ve ekonomik zorluklar nedeniyle giderek işlevsiz hale gelen geleneksel ana akım gazeteciliğe alternatif olan yeni gazetecilik pratikleri arayışı da sürüyor. Bu durum, gazetecilik mesleğinde yeni sorunlara ve krizlere yol açarken, var olan etik tartışmalara yenileri ekleniyor. Bu kitap, çok boyutlu bir yaklaşımla sayısal eşitsizlikleri ele alırken, gazeteciliğin geleceğini etik değerler, eğitimin niteliği, yeni gazetecilik modelleri ve yalan haberle mücadele temaları etrafında tartışıyor. Elbette bu tartışılan sorun alanlarına örneklerden yola çıkarak etkili çözüm önerileri de getiriyor.
Mevcut iktidar ilişkilerinin ürettiği haber değerleri, büyük ölçüde toplumsal barışa ve kamusal s... more Mevcut iktidar ilişkilerinin ürettiği haber değerleri, büyük ölçüde toplumsal barışa ve kamusal selamete tehdit oluşturmaktadır. Okuyacağınız “2019 Türkiye Yerel Seçim Süreci’nde gazetelerde üretilen ayrımcı dili gazeteler üzerinden incelemeyi” hedefleyen bu raporun sonuçları da bu tehdidin varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye medyasının neredeyse tamamına yakınını ele geçiren ve denetim altına alan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz böylesi bir tarihsel dönemde, habercilik artık toplumsal barışı ve insan haklarını savunan sivil toplum kuruluşlarının hakkıyla yapabileceği bir iş haline gelmiştir. Böylesi tarihsel bir dönemde, köklü bir gazetecilik eğitimi ve yayıncılık deneyimi bulunan Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag), hak temelli gazeteciliği, yine hak temelli çalışan sivil toplum örgütleri üstünden bütün topluma yaygınlaştırmayı hedef alan bir projeyi hayata geçirmiştir. Hak temelli gazetecilik, nesnellik, tarafsızlık, dengelilik gibi liberal gazetecilik normlarına uygun davranmanın ötesine geçerek, “haktan yana taraf olmayı” gerektirir. İnandığı demokratik toplum idealleriyle, haberlerinde yer verdiği konu ve başlıklarla araştırmacı gazeteciliğin en seçkin örneklerini hayata geçirmiş ve bunun için yaşamını feda etmiş Uğur Mumcu, geride bıraktığı eserlerle yıllardır zor koşullarda gazetecilik yapmaya çalışan gençlere ilham olmaya devam etmektedir. um:ag ise Mumcu’nun ölümünün ardından ailesi tarafından kurularak bu ilhamın kurumsal bir simgesi olmayı başarmıştır. Bu raporda ele alınan olumsuz örnekler, hak temelli gazetecilik için bir başlangıç izleği oluşturacağı ümidiyle incelenmiştir. Kuşkusuz doğruyu yapmak için yanlışın ne olduğunu ve neden yanlış olduğunu öncelikle bilmek gerekir. Bu raporun amacı da budur. Yanlışı göstererek, doğru olanın nasıl yapılacağını insanların anlayabilmesidir hedeflenen. Bu bir başlangıç adımıdır. Avrupa Birliği tarafından desteklenerek hazırlanan bu raporun, bir anlamda yine proje kapsamında um:ag bünyesinde verilecek hak temelli gazetecilik eğitimlerine temel oluşturacağı düşünülmektedir.
Bu raporda öncelikli olarak üretilmiş olan haberler üzerinden yaratılan hak ihlallerini, ayrımcıl... more Bu raporda öncelikli olarak üretilmiş olan haberler üzerinden yaratılan hak ihlallerini, ayrımcılıkları ve nefret ve düşmanlaştırma üreten haber dilini deşifre etmeye çalıştık. Raporu 24 Haziran 2018’de yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Seçimleri dönemine odaklanarak hazırlamamızın en önemli nedeni, seçim dönemlerinde kitleleri harekete geçirmek ve konsolide etmek için siyasi liderlerin muarızlarını kolaylıkla hedef haline getirdiklerini düşünmemizdi. Özellikle Türkiye’de son dört-beş yıldır her türlü kimlik ve farklılıklar üzerinden yoğun bir kutuplaşma-kutuplaştırma süreci yaşıyoruz. Kürt-Türk, dindar/Müslüman-seküler/laik, muhafazakâr-muhafazakâr olmayan, savaş yanlısı-barış yanlısı, terör destekçisi-vatansever gibi hakikat sonrası dönemin (post-truth era) anlamlandırma pratiklerini zorlayan bir biçimde pek çok karşıtlık, hem iktidar hem de muhalefet kanadının söylemleriyle yoğun bir biçimde üretiliyor. Bu raporda da, gazetelerde üretilen haberler üzerinden bu tür karşıtlıkların pek çok izdüşümünü tespit ettik. Gazetelerde üretilen haberlerde karşımıza çıkan kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı, nefret üreten farklı kategorilere ulaştık. Bu kategorileri ana başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz: 1- Yabancı Düşmanlığı 2- Mültecilere yönelik ayrımcı dil ve nefret söylemi 3- Yahudilere yönelik nefret söylemi 4- Yunanistan’la gerilim 5- Kültürel Ayrımcılık 6- Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı 7- İnanç ve etnik köken ayrımcılığı 8- Yeni bir ayrımcı söylem olarak terör destekçiliği 9- Gazetecilik faaliyetlerine yönelik ayrımcılık 10- Emek hareketine yönelik ayrımcılık
Aşkın Halleri: Aşk Üzerine Disiplinler arası Bir İnceleme, 2020
Aşk çok sayıda ve çeşitli söylemsel bağlamlarda kurulan bir şey olarak daima hem söylemi kışkırtı... more Aşk çok sayıda ve çeşitli söylemsel bağlamlarda kurulan bir şey olarak daima hem söylemi kışkırtıyor hem de sürekli çoğalan bu söylemlerde dağılıp gidiyor. Bu nedenle tüm bu farklı söylemsel bağlamlardan geçerek onun hakikatine varmaya çalışınca elimizden sürekli kaçan bir şey aşk. Hakkında ne kadar çok konuşulursa, simgesel olarak ne kadar fazla sarılıp sarmalanırsa, o kadar çok belirsizleşiyor. Bu niteliğiyle, aşk, bir yandan benlik, öznellik, cinsel fark, toplumsal cinsiyet, cinsellik, haz, arzu ve zevk; öte yandan yasa, yasak ve toplumsal düzen, uygarlık ve kültürle ilgili farklı düzlemlerde içiçe geçen çok girift şekilde işleyen asli bir terim olarak öne çıkıyor. Bütün bu düzlemleri kapsayacak ve ilişkisel olarak değerlendirebilecek bir bakış açısı geliştirmek mümkün olmadığı için, aşk gerçekliği daima alacakaranlıkta kalmaya mahkûm. Bu nedenle tek yapabileceğimiz şey, aşkı çevreleyen farklı düzlemlerdeki tezahürlerine odaklanarak, farklı ve kısmi bakış açılarından kalkarak onun karmaşık gerçekliğini biraz olsun aydınlatmaya çalışmak olabilir.
AŞKIN HALLERİ AŞK ÜZERİNE DİSİPLİNLERARASI BİR İNCELEME, 2019
Aşk çok sayıda ve çeşitli söylemsel bağlamlarda kurulan bir şey olarak daima hem söylemi kışkırtı... more Aşk çok sayıda ve çeşitli söylemsel bağlamlarda kurulan bir şey olarak daima hem söylemi kışkırtıyor hem de sürekli çoğalan bu söylemlerde dağılıp gidiyor. Bu nedenle tüm bu farklı söylemsel bağlamlardan geçerek onun hakikatine varmaya çalışınca elimizden sürekli kaçan bir şey aşk. Hakkında ne kadar çok konuşulursa, simgesel olarak ne kadar fazla sarılıp sarmalanırsa, o kadar çok belirsizleşiyor. Bu niteliğiyle, aşk, bir yandan benlik, öznellik, cinsel fark, toplumsal cinsiyet, cinsellik, haz, arzu ve zevk; öte yandan yasa, yasak ve toplumsal düzen, uygarlık ve kültürle ilgili farklı düzlemlerde iç içe geçen çok girift şekilde işleyen asli bir terim olarak öne çıkıyor. Bütün bu düzlemleri kapsayacak ve ilişkisel olarak değerlendirebilecek bir bakış açısı geliştirmek mümkün olmadığı için, aşk gerçekliği daima alacakaranlıkta kalmaya mahkûm. Bu nedenle tek yapabileceğimiz şey, aşkı çevreleyen farklı düzlemlerdeki tezahürlerine odaklanarak, farklı ve kısmi bakış açılarından kalkarak onun karmaşık gerçekliğini biraz olsun aydınlatmaya çalışmak olabilir. Aşkı çevreleyen somut bağlamlarla ilgili çok sayıda değerli analiz içeren bu derleme tam olarak bunu hedefledi. Yazıların tümünü okuduğumuzda aşkın ne olduğunu değil, aşkın her şey olduğunu; tutarlı, bütünlüklü tek bir şey olmadığını, çok biçimli ve çelişkili olduğunu çok daha iyi anlamaya başlıyoruz. Derlemedeki yazıların büyük çoğunluğu yakın dönem Türkiye toplumundan seçilen belirli bağlamlarda aşk, kadın temsili, evlilik, mahremiyet ve yakın ilişkiler gibi alanları kapsayan söylemlere odaklanıyor ve ağırlıklı olarak medya bağlamında ele alınan bu söylemler eleştirel olarak inceleniyor. Kısaca elinizdeki kitap “aşkın hallerine” dair bir perdeyi aralama girişimi olarak düşünülebilir. Perdeyi aralamak bizden, aralanan perdenin arkasına göz atmak siz okuyuculardan.
İLETİŞİM HAKKI VE YENİ MEDYA TEHDİTLER VE OLANAKLAR, 2019
Dünyada ve Türkiye’deki otoriterleşme eğilimleriyle ortaya çıkan sansür olgusu ve bilgi akışının ... more Dünyada ve Türkiye’deki otoriterleşme eğilimleriyle ortaya çıkan sansür olgusu ve bilgi akışının önüne set çekme girişimleri yaygınlaşırken, iletişim teknolojileriyle bu olumsuz girişimler aşılmaya çalışılıyor. Otoriter yönetimler, bilgi akışı önüne geleneksel yollarla engeller koymanın olanaksız olduğunu fark ederek, akan bilgilerin içindeki hakikate halel getirecek bulandırma yollarına başvuruyor. Bu hakikati bulandırma ve erişilen bilgilerin inanılırlığını kuşkulu hale getirme eğilimine son zamanlardaki moda deyimle hakikat sonrası (post-truth) da deniyor. Ancak içinden geçtiğimiz zamanlarda üstümüze neredeyse sınırsız bir sel gibi akan bilginin içinden işimize yarayacak olanlarını ayırt etmekte güçlük çekme halimizi anlamak için sanırız daha farklı kavramlara ihtiyaç var. Zira hemen hemen her mecrada önümüze çıkan bilgiler, görüntüler, reklamlar birer manipülasyon aracına dönüşebiliyor. Bir taraftan bizlerin karakter analizleriyle- beğenilerimizi, siyasi eğilimlerimizi, duygu durumlarımızı ve daha pek çok parametreyi bir araya getirerek- ziyaret ettiğimiz, müdavimi olduğumuz sitelerde, arama motorlarında karşımıza çıkacak olan sonuçlarda neredeyse kişiye özel sonuçlarla karşı karşıya bırakıyor bizi. Bu gelişmeler, sadece gündelik hayatımızı ve kişisel tercihlerimizi değil, aynı zamanda bizler hakkında karar vermeye yetkili kıldığımız kişilerin kimler olacağına dair seçimlerimizi de etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarıyor. Son ABD Başkanlık seçimlerinde Cambridge Analytica ve Facebook marifetiyle seçmenler üzerinde yapılan manipülasyon, durumun ne kadar ciddi olduğunu bir kez daha anlamamızı sağladı. Bu gelişmeler eşliğinde düşündüğümüz zaman, “iletişim hakkı” ya da “hak odaklı iletişim”in ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Günümüzde iletişim özgürlüğü, düşündüklerini ifade etme özgürlüğünün yanında, kişinin hayatıyla ilgili önemli bilgilere sağlıklı bir biçimde erişebilme özgürlüğünü de kapsıyor. Elinizdeki kitap da iletişim hakkına odaklı farklı perspektiflerden yazılmış makale ve raporları içeriyor.
Son yıllarda popülizm, siyaset dilinin, gündelik yaşamın, kamusal alanın ve akademik tartışmaları... more Son yıllarda popülizm, siyaset dilinin, gündelik yaşamın, kamusal alanın ve akademik tartışmaların en popüler kavramlarından biri. Türkiye de bu konuda bir istisna değil. Popülizmin yükselişinden, popülist partilerden, otoriter popülizmden sıkça bahsediyoruz. Siyasi partiler, siyasi liderler, sınıfsal ilişkiler ya da ekonomi politikaları popülizm tartışmalarının odak noktasında yer alıyor sıklıkla. Hala üzerinde yeterince durulmayan noktalardan biriyse medya ve popülizm arasındaki ilişki. Moment Dergi'nin Medya ve Popülizm temalı bu sayısında, tema dışı yazıların yanı sıra, ihmal edilmiş denilebilecek bu alana katkı sunacak birbirinden değerli yazılar var. Moment Dergi'nin bu sayısını tema kapsamındaki Tuğba Taş'ın "Otoritaryen Popülizm ve Amerikan Ajitatörünün Yeni Portresi: Nicholas J. Fuentes" başlıklı makalesiyle açıyoruz. Makalede Amerikalı sosyal medya fenomeni ve Trump destekçisi Nicholas J. Fuentes adlı bir ajitatörün söyleminin içeriği deşifre ediliyor; otoritaryen popülizmin siyasal alandaki gücünü söylemsel düzeyde nasıl ürettiği, hangi araç ve taktiklerin kullanıldığı anlaşılır hale getirilmeye çalışılıyor ve 1940'ların Amerikasının ajitatörüylee günümüz ajitatörü arasında bağlantı kuruluyor. Bunun için söz konusu ajitatörün Twitter sayfaları, YouTube kanalı, kişisel web sitesi ve çeşitli kişilere verdiği röportajlarındaki açıklamaları temel alınıyor. Tuğba Taş çağdaş bir ajitatörün otoritaryen söylemini Frankfurt Okulu'nun kavram repertuvarından yararlanarak analiz ediyor. Emre Erdoğan ve Tuğçe Erçetin ise "Popülist Liderlerinin Başarısına Medya Sistemleri Perspektifinden Bir Bakış: Birleşik Krallık, Hollanda ve Türkiye Karşılaştırması" başlıklı kapsamlı makalelerinde popülist aktörlerin medyada neden ve nasıl görünür olduklarını ve medyayı nasıl kullandıklarını ele alıyorlar. Yazarlar, Hallin ve Mancini'nin üçlü sınıflandırmasından (liberal, demokratik korporatist ve kutuplaşmış
I~ kültürw@iletişim cultureacommunication 2006 9(1) • yaz/summer ki, iletişim, kültür eleştirisi ... more I~ kültürw@iletişim cultureacommunication 2006 9(1) • yaz/summer ki, iletişim, kültür eleştirisi ve toplumsal düşünce alanlarında
I~ kültürw@iletişim cultureacommunication 2006 9(1) • yaz/summer ki, iletişim, kültür eleştirisi ... more I~ kültürw@iletişim cultureacommunication 2006 9(1) • yaz/summer ki, iletişim, kültür eleştirisi ve toplumsal düşünce alanlarında üretilen en iyi eleştirel yazıları yayınlamaya adanmış disiplinlerarası akademik bir dergidir. kl, eleştirelliği, aklın sınır ve imkanlarının araştırılması yolunda her türlü dogma karşıtlığı olarak tanımlar.
In recent years' rising political strategy, populism, seems to continue to be discussed for a lon... more In recent years' rising political strategy, populism, seems to continue to be discussed for a long time. Populist discourse, which has become the main rhetoric of the left and the right that is able to gather the masses around itself like moths to a flame, puts especially the conservative right-wing parties into power in many countries of the world. Modi in India, Macron in France, Trump in the US are the most well known ones of this political movement. For this issue of Moment, Populism and Media, we discussed the latest book by emeritus professor of Lancester University, linguist Ruth Wodak, Politics of Fear. Wodak's book mainly focuses on the reasons and dynamics of the rise of right-wing populism in Europe. We've also talked with Wodak about whether the traditional media is able to maintain its fourth-pillar function and the impact of digital platforms on political participation that is becoming more and more effective. We invite you to read this pleasant and seminal interview.
Kültür insan türünün doğayı dönüştürerek ürettiği ve anlam verdiği maddi ve soyut ürünlerin topla... more Kültür insan türünün doğayı dönüştürerek ürettiği ve anlam verdiği maddi ve soyut ürünlerin toplamıdır; aynı zamanda dilin oluşmasını ve insanlar arasındaki iletişimi mümkün kılan anlamlar bütünüdür. Bu açıdan bakıldığı zaman dil, anlamlar, temsil, ideoloji ve iletişim süreçlerini belirleyen temel unsurdur denilebilir. Bu yazının temel sorunsalı da bütün diğer unsurlarla kültür arasındaki ilişki ve bu ilişkiye dayanan iletişimin toplumsal yapısını anlamaya çalışmaktır. Yazıda öncelikle kültür, dil, temsil, ideoloji arasındaki ilişkinin iletişimi nasıl mümkün kıldığı üzerinde duruluyor. Ardından da bu iletişim sürecinde toplumsal iktidar ilişkilerinin nasıl tezahür ettiğine değiniliyor. İletişim, elbette tek boyutlu ve tek yönlü bir süreç değildir. Öncelikle iki insan arasında, ardından da toplumsal olarak işler ve toplumsal olan boyutunu kitle iletişim araçları mümkün kılar. İşte bu kitle iletişimi konusu, dili oluşturan sözcüklerin şeffaf taşıyıcılar olmadığını, egemen güç ilişkilerini meşrulaştıran ideolojileri de ürettiğini kabul etmeyi gerektirir. Bu kabulden yola çıkarak, gazete, televizyon, yeni iletişim teknolojileri gibi kitle iletişim araçları üzerinden yayılan mesajlara eleştirel bir bakışla yaklaşmak gerekir. Böylesi bir bakışın neden gerektiğinin ve neden demokratik bir toplum için önemli olduğunun gerekçeleriyle yanıtlarını arayan bu yazıda, yanıtlar kuramsal, pratik, evrensel ve yerel örneklerle serimleniyor.
Criticizing Alternative Media While Mainstream Media Collapses, 2023
The main problem of liberal press theories - even more so of the enlightenment tradition- in thei... more The main problem of liberal press theories - even more so of the enlightenment tradition- in their approach to freedom, was the misconception that freedom could flourish where there was no oppression. It has become clear over the years that this is not the case. The main problem with this approach was that it defined freedom within the framework of the negative freedom approach (Berlin, 2003). In reality, oppression does not only restrict freedom, but also the existence of a liberating system and structure for the emergence of a free idea, its defense, dissemination, and even the ability to think of freedom as an imagination before it emerged. There may be no pressure, but if you do not establish and guarantee a healthy communication environment where people can share their thoughts as they wish, thoughts can easily be drowned out by one-way communication or uniform content produced with commercial interest. This short article is a preliminary discussion on the importance of approaching concepts, institutions and actions such as mass communication, the institutional structure of media organizations, the conditions of symbolic production in the media, and the ethical values of the journalism profession. It examines the opportunities created by digital technologies that profoundly transform conventional news-making and mainstream media-production from a positive freedom perspective. Keeping this positive freedom perspective in mind, it aims to make concrete suggestions. These suggestions can undoubtedly be further improved, layered and deeply scaled for varying contexts. Thus, the authors hope to trigger a timely and challenging debate as such.
Uploads
Papers by Tezcan Durna
Bu özellik aynı zamanda yalan söyleme becerisini de insana özgü
yapar. Medya ve iletişim çağı olarak adlandırılan günümüzde ise politik
yalanlar daha kolay dolaşıma girmekte ve medyanın desteğiyle geniş halk
kitlelerini kolaylıkla manipüle edebilmektedir. Kolay ve hızlı biçimde dolaşıma giren bu yalanlar, insan aklının kendine ve hemcinslerine oynadığı bir oyun mu? Bütün bu soruların yanıtları, geleneksel medyanın yarattığı hakikatin itibar kaybetmesine yol açan tekinsiz bir iklimin ortaya çıkış koşullarının anlaşılmasıyla kısmen verilebilir. Bu tekinsiz iklimde akıl
tutulmasına yol açan geleneksel medya kuruluşlarının bıraktığı bakiyeye,
yeni iletişim teknolojilerinin yol açtığı sonsuz bilgi kirliliği eklenmiştir.
Bu bilgi kirliliği içinde neoliberal hegemonyanın tahrip ettiği demokrasi
kültürünü fırsatçı otoriter liderler iyice krize sokmuştur. Hakikatin eğilip
bükülmesinde, akıl tutulması yaşayan kitlelerin kolayca maniple edilmesinde internette dolaşan ve doğruluğunu teyit etmenin neredeyse imkânsız hale geldiği bilgi selinin önemli bir rolü vardır. Bu yazı yalan çağına gidilirken, mevcut medya yapılanmasının yaptığı talihsiz katkıları etraflıca inceliyor.
Bu kitap, gazeteciliği hak temelli bir perspektifle Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları arasında yaygınlaştırmayı hedefleyen Avrupa Birliği projesinin somut çıktılarından birisidir. Kitapta kriz içindeki gazetecilik mesleğini hak temelli bir perspektifle yeniden değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu sayede sivil toplum kuruluşlarının hak mücadelelerini kendi haberlerini yaparak etkili bir şekilde kamusal varlık göstermelerini sağlayacak bir perspektif sunmak hedeflenmiştir.
Hak mücadelesine adanmış bir gazetecilik, aynı zamanda gerçeklerin ne pahasına olursa olsun dile getirilmesiyle mümkündür. Gerçekleri yaşamı pahasına dile getiren Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’nun anısına kurulmuş olan um:ag Vakfı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu işbirliğiyle çıkarılan bu kitabın hak temelli gazeteciliğin sivil toplum kuruluşları arasında ve bütün toplumsal alanda yaygınlaşmasına vesile olmasını umuyoruz.
Özetle bu zamanın ruhu içinde oluşmuş “amorf gazetecilik normlarını” aşmak için, durup mesafelenmek ve yeni normlar geliştirmeye çalışmak gerekiyor. Bunu yapmak bir hayli zor. Alternatif mecralar bile, endüstriyel üretimin kuyruğuna takılmış bisiklet gibi hem bu kuyruğu bırakıp hem de durursa düşmeyi göze alması gerekir. Düştüğün anda kalkmak zor ama hep birlikte hızla gidilen hedef de pek parlak sayılmaz.
Bu özellik aynı zamanda yalan söyleme becerisini de insana özgü
yapar. Medya ve iletişim çağı olarak adlandırılan günümüzde ise politik
yalanlar daha kolay dolaşıma girmekte ve medyanın desteğiyle geniş halk
kitlelerini kolaylıkla manipüle edebilmektedir. Kolay ve hızlı biçimde dolaşıma giren bu yalanlar, insan aklının kendine ve hemcinslerine oynadığı bir oyun mu? Bütün bu soruların yanıtları, geleneksel medyanın yarattığı hakikatin itibar kaybetmesine yol açan tekinsiz bir iklimin ortaya çıkış koşullarının anlaşılmasıyla kısmen verilebilir. Bu tekinsiz iklimde akıl
tutulmasına yol açan geleneksel medya kuruluşlarının bıraktığı bakiyeye,
yeni iletişim teknolojilerinin yol açtığı sonsuz bilgi kirliliği eklenmiştir.
Bu bilgi kirliliği içinde neoliberal hegemonyanın tahrip ettiği demokrasi
kültürünü fırsatçı otoriter liderler iyice krize sokmuştur. Hakikatin eğilip
bükülmesinde, akıl tutulması yaşayan kitlelerin kolayca maniple edilmesinde internette dolaşan ve doğruluğunu teyit etmenin neredeyse imkânsız hale geldiği bilgi selinin önemli bir rolü vardır. Bu yazı yalan çağına gidilirken, mevcut medya yapılanmasının yaptığı talihsiz katkıları etraflıca inceliyor.
Bu kitap, gazeteciliği hak temelli bir perspektifle Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları arasında yaygınlaştırmayı hedefleyen Avrupa Birliği projesinin somut çıktılarından birisidir. Kitapta kriz içindeki gazetecilik mesleğini hak temelli bir perspektifle yeniden değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu sayede sivil toplum kuruluşlarının hak mücadelelerini kendi haberlerini yaparak etkili bir şekilde kamusal varlık göstermelerini sağlayacak bir perspektif sunmak hedeflenmiştir.
Hak mücadelesine adanmış bir gazetecilik, aynı zamanda gerçeklerin ne pahasına olursa olsun dile getirilmesiyle mümkündür. Gerçekleri yaşamı pahasına dile getiren Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’nun anısına kurulmuş olan um:ag Vakfı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu işbirliğiyle çıkarılan bu kitabın hak temelli gazeteciliğin sivil toplum kuruluşları arasında ve bütün toplumsal alanda yaygınlaşmasına vesile olmasını umuyoruz.
Özetle bu zamanın ruhu içinde oluşmuş “amorf gazetecilik normlarını” aşmak için, durup mesafelenmek ve yeni normlar geliştirmeye çalışmak gerekiyor. Bunu yapmak bir hayli zor. Alternatif mecralar bile, endüstriyel üretimin kuyruğuna takılmış bisiklet gibi hem bu kuyruğu bırakıp hem de durursa düşmeyi göze alması gerekir. Düştüğün anda kalkmak zor ama hep birlikte hızla gidilen hedef de pek parlak sayılmaz.
yaşıyoruz. Tıp etiği, çevre etiği, biyomedikal etik, siyaset ve etik,
hukuk ve etik... Bütün mesleklerin, eylemlerin ya da kavramların
yanına mutlaka etik kavramını getirmeden konuşamaz hale geldik.
Etik üzerine tartışmaların yoğunlaştığı bu son zamanlarda, Oğuzhan
Taş’ın Gazetecilik Etiğinin Mesleki Sınırları, Profesyonellik, Piyasa ve
Sorumluluk başlıklı kitabı dikkat çekici bir çalışma olarak 2012 yılı içinde
İletişim Yayınları tarafından basıldı.
Siyasi Cinayetleri Yakınları Nasıl Hatırlıyor?
Nehir Durna ve Tezcan Durna
Bu kitap, politik gerekçelerle suikasta uğrayan aydın ve gazeteci yakınlarıyla yapılan görüşmelere dayanıyor. Türkiye gibi ifade ve iletişim özgürlüğü ile demokratik hak ve taleplerin farkındalığının zayıf olduğu ülkelerde halka gerçekleri anlatmak için çabalayan gazetecilerin ve aydınların çeşitli nedenlerle ve bazı güç odakları tarafından öldürülmesine yeterince güçlü bir toplumsal tepki verilmemiştir. Uğur Mumcu ve Hrant Dink cinayetleri başta olmak üzere bazılarına verilen güçlü tepkilerse cinayetlerin gerçek faillerinin bulunmasına ya da etkili bir yargılamayla sonuçlanmasına vesile olmamıştır. Neredeyse kısa Türkiye tarihi içinde işlenen hiçbir siyasi cinayetin asıl failleri açıkça saptanıp cezası verilmemiştir. Fail diye yakalananlar genellikle eylemin sadece görünürdeki yüzü, ancak asıl azmettiriciler ve cinayetlerin gerçek nedeni asla ortaya çıkarılamamıştır.
Bu tür cinayetlerle ilgili olarak giderek daha da yaygınlaşan ve kanıksanan cezasızlık pratikleri, toplumdaki adalet duygusunu da derinden yaralamış ve bir nevi yenilgi kültürü ile öğrenilmiş çaresizlik ortaya çıkarmıştır. Bu çaresizliğin belki de birincil muhatabı siyasi cinayete kurban gidenlerin yakınları olmuştur. Ne var ki, hem kayıpla ilgili olarak hem de kayıp sonrasındaki dava süreçleri, anmalar ve kayba tutulan yaslarla ilgili olarak kayıp yakınlarının dünyasına pek dikkat çekilmemiştir. Bu kitap bir anlamda sadece bir araştırma, akademik bir merak ve bilimsel bir çalışma değil, aynı zamanda politik maktul yakınlarıyla birlikte acıyla nasıl başa çıkılabileceğine dair bir öğrenme ve birbirini sağaltma deneyimi olarak görülmelidir. Bu nedenle kitabın acıları deşmek, yaraları yeniden kanatmak değil, aynı yaraların yeniden açılmaması için neler yapılması gerektiğine dair yol gösterici olmak gibi bir meramı vardır. Umarız bu meramımız gerçeğe dönüşür. Bu kitap faili meşhur ve meçhul olan politik maktullerin aziz hatıralarına adanmıştır.
Bu kitap, gazeteciliği hak temelli bir perspektifle Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları arasında yaygınlaştırmayı hedefleyen Avrupa Birliği projesinin somut çıktılarından birisidir. Kitapta kriz içindeki gazetecilik mesleğini hak temelli bir perspektifle yeniden değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu sayede sivil toplum kuruluşlarının hak mücadelelerini kendi haberlerini yaparak etkili bir şekilde kamusal varlık göstermelerini sağlayacak bir perspektif sunmak hedeflenmiştir.
Hak mücadelesine adanmış bir gazetecilik, aynı zamanda gerçeklerin ne pahasına olursa olsun dile getirilmesiyle mümkündür. Gerçekleri yaşamı pahasına dile getiren Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’nun anısına kurulmuş olan um:ag Vakfı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu işbirliğiyle çıkarılan bu kitabın hak temelli gazeteciliğin sivil toplum kuruluşları arasında ve bütün toplumsal alanda yaygınlaşmasına vesile olmasını umuyoruz.
Uğur Mumcu
Her devrin iletişim teknolojisi, yazı, hakikat ve gazetecilik mesleğinin pratiklerini dönüştürüyor. Uğur Mumcu, bu dönüşüme 1980’lerde çarpıcı şekilde işaret ediyordu. Günümüzde de yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesi ve gazetecilikteki dijital dönüşüm, bir yandan gazetecilik için yeni olanaklar sunarken, yeni yeni eşitsizliklerin üretilmesi ile gazetecilerin sadık kalması gereken gerçeklerin itibarsızlaşmasına da yol açıyor. Yeni iletişim teknolojileriyle bir yandan bilgi hızla yayılabilirken, diğer yandan da yalan çabucak kitlelerin zihinlerini ele geçirebiliyor. İçinde bulunduğumuz tarihsel dönem, tam da bu nedenle yalanın belki de en itibar gördüğü dönem olarak değerlendirilebilir. Yine bu nedenle gerçekleri halka iletebilecek bir gazeteciliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Gazetecilik mesleğindeki dönüşümün yol açtığı sorunların yanı sıra, Türkiye’deki mevcut siyasi iklim ve ekonomik zorluklar nedeniyle giderek işlevsiz hale gelen geleneksel ana akım gazeteciliğe alternatif olan yeni gazetecilik pratikleri arayışı da sürüyor. Bu durum, gazetecilik mesleğinde yeni sorunlara ve krizlere yol açarken, var olan etik tartışmalara yenileri ekleniyor.
Bu kitap, çok boyutlu bir yaklaşımla sayısal eşitsizlikleri ele alırken, gazeteciliğin geleceğini etik değerler, eğitimin niteliği, yeni gazetecilik modelleri ve yalan haberle mücadele temaları etrafında tartışıyor. Elbette bu tartışılan sorun alanlarına örneklerden yola çıkarak etkili çözüm önerileri de getiriyor.
1- Yabancı Düşmanlığı
2- Mültecilere yönelik ayrımcı dil ve nefret söylemi
3- Yahudilere yönelik nefret söylemi
4- Yunanistan’la gerilim
5- Kültürel Ayrımcılık
6- Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı
7- İnanç ve etnik köken ayrımcılığı
8- Yeni bir ayrımcı söylem olarak terör destekçiliği
9- Gazetecilik faaliyetlerine yönelik ayrımcılık
10- Emek hareketine yönelik ayrımcılık
Aşkı çevreleyen somut bağlamlarla ilgili çok sayıda değerli analiz içeren bu derleme tam olarak bunu hedefledi. Yazıların tümünü okuduğumuzda aşkın ne olduğunu değil, aşkın her şey olduğunu; tutarlı, bütünlüklü tek bir şey olmadığını, çok biçimli ve çelişkili olduğunu çok daha iyi anlamaya başlıyoruz. Derlemedeki yazıların büyük çoğunluğu yakın dönem Türkiye toplumundan seçilen belirli bağlamlarda aşk, kadın temsili, evlilik, mahremiyet ve yakın ilişkiler gibi alanları kapsayan söylemlere odaklanıyor ve ağırlıklı olarak medya bağlamında ele alınan bu söylemler eleştirel olarak inceleniyor.
Kısaca elinizdeki kitap “aşkın hallerine” dair bir perdeyi aralama girişimi olarak düşünülebilir. Perdeyi aralamak bizden, aralanan perdenin arkasına göz atmak siz okuyuculardan.
Bu gelişmeler eşliğinde düşündüğümüz zaman, “iletişim hakkı” ya da “hak odaklı iletişim”in ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Günümüzde iletişim özgürlüğü, düşündüklerini ifade etme özgürlüğünün yanında, kişinin hayatıyla ilgili önemli bilgilere sağlıklı bir biçimde erişebilme özgürlüğünü de kapsıyor. Elinizdeki kitap da iletişim hakkına odaklı farklı perspektiflerden yazılmış makale ve raporları içeriyor.
İletişim, elbette tek boyutlu ve tek yönlü bir süreç değildir. Öncelikle iki insan arasında, ardından da toplumsal olarak işler ve toplumsal olan boyutunu kitle iletişim araçları mümkün kılar. İşte bu kitle iletişimi konusu, dili oluşturan sözcüklerin şeffaf taşıyıcılar olmadığını, egemen güç ilişkilerini meşrulaştıran ideolojileri de ürettiğini kabul etmeyi gerektirir. Bu kabulden yola çıkarak, gazete, televizyon, yeni iletişim teknolojileri gibi kitle iletişim araçları üzerinden yayılan mesajlara eleştirel bir bakışla yaklaşmak gerekir. Böylesi bir bakışın neden gerektiğinin ve neden demokratik bir toplum için önemli olduğunun gerekçeleriyle yanıtlarını arayan bu yazıda, yanıtlar kuramsal, pratik, evrensel ve yerel örneklerle serimleniyor.
and actions such as mass communication, the institutional structure of media organizations, the conditions of symbolic production in the media, and the ethical values of the journalism profession. It examines the opportunities created by digital technologies that profoundly transform conventional news-making and mainstream media-production from a positive freedom perspective. Keeping this positive freedom perspective in mind, it aims to make concrete suggestions. These suggestions can undoubtedly be further improved, layered and deeply scaled for varying contexts. Thus, the authors hope to trigger a timely and challenging debate as such.