Academia.eduAcademia.edu

Hat Sanatında Eğitim ve İcazet Geleneği

Klasik Sanatlar Yıllığı 2015

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI SANAT ESERLERİ Genel Koordinatör Dr. Yüksel Salman Koordinasyon Yunus Akkaya Yayın Yönetmeni Ahmet Zeki Yavaş Ali Osman Tobay Editör Doç. Dr. Fatih Özkafa Bilim ve Sanat Kurulu Prof. Dr. Faruk Taşkale Prof. Dr. Nusret Çam Doç. Dr. Fatih Özkafa Doç. Dr. Mehmet Memiş Yrd. Doç. Hüseyin Öksüz Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Gündüz Yrd. Doç. M. Savaş Çevik Ali Toy Ahmet Zeki Yavaş Halkla İlişkiler ve Medya Tanıtım Zeynep Şişman Graik Tasarım Bünyamin Patacı Fotoğraf ve Dijital Tarama Hüseyin Kalın Baskı Takip İsmail Derin Baskı Hazırlık Ali Çınkı Baskı Acar Basım ve Cilt San. Tic. A.Ş. Tel: 0212 422 18 34 1. Baskı, İstanbul 2016 Bu Eser Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun desteği ile yayımlanmıştır. Klasik Sanatlar Yıllığı 2015 kitabında yer alan yazıların içeriğinin sorumluluğu yazarlarına aittir. © Diyanet İşleri Başkanlığı © İstanbul Klasik Sanatlar Merkezi İletişim Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü Basılı Yayınlar Daire Başkanlığı Tel: (0 312) 295 72 93 - 94 Faks: (0 312) 284 72 88 e-posta: [email protected] www.diyanet.gov.tr 3 HAT SANATINDA EĞİTİM ve İCAZET GELENEĞİ Doç. Dr. Mehmet MEMİŞ* * Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Türk İslam Sanatları Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Resim 1: Reisü’l-hattâtîn Kamil Akdik’in Sülüs-Nesih Çıkartmaları kezi haline gelmiş olan İstanbul’daki uygulamalar bu konuda takip edilen yöntemle ilgili yeterli kanaati oluşturmaktadır. ‘Hat’ kelimesi Arapça’da yazı, çizgi, çığır, yol, hudut gibi anlamlara gelmektedir. “Hüsn-i Hat” ise tarihi süreci içerisinde oluşan estetik kaidelerine ve ölçülerine bağlı kalınarak, Arap alfabesiyle yazılan güzel yazıları ifade eder. Sanatkârına da “hattat” denir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu sanatla yalnız Arapça metinler yazılmayıp Türkçe, Farsça gibi bu alfabeyi kullanan başka lisanlarda da eserler verilmeye devam edilmektedir. Arap yazısı, İslamiyet’in gelişiyle birlikte yepyeni bir gelişme seyrine girmiş, ilâhi vahyin yazım vasıtası olarak gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. İlhamını Kur’an-ı Kerim’den ve Hz. Peygamber (a.s.) in tavsiyelerinden alan kâtipler (hattatlar), “Allah güzeldir güzelliği sever”1 hadisini de düstur edinerek, bir ibadet heyecanıyla üzerine titredikleri güzel yazıyı gittikçe geliştirmişler ve başka kültürlerde benzeri olmayan bir sanat dalı haline getirmişlerdir. Zamanla alanını genişleten hat sanatı, yalnız dinî metinlerle sınırlı kalmamış, yazının kullanıldığı hemen her sahada kendini göstererek mimaride, kitaplarda, evrakta ve tablolarda bir güzellik unsuru olarak varlığını devam ettirmiştir. Emeviler ve Abbasiler döneminde önemli merhalelerden geçerek uzun bir olgunlaşma devresi yaşayan hat sanatı, asıl tekâmülünü Osmanlı döneminde tamamlamıştır. II. Bayezid’in hat hocalığını da yapmış olan Şeyh Hamdullah, ön1 14 Müslim, İman, s.147 celeri Abbasi döneminin ünlü hattatı Yâkût üslubunda yazarken, II. Bayezid’in de teşvikiyle, Yâkût’un saray hazinesinde muhafaza edilen eserleri üzerinde derin araştırma ve incelemeler yaparak yeni bir tarz ortaya koymuştur. Osmanlı zevkine daha uygun gelen bu tarz, sonraki asırlarda Hafız Osman, İsmail Zühdi, Mustafa Rakım, Kazasker Mustafa İzzet, Mehmet Şevki Efendi, Sami Efendi gibi ekol sahibi hattatlar ve daha nice üstatlar eliyle, daima gelişerek 20. Yüzyıla taşınmıştır. Osmanlı’nın devamı yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ciddi manada kültür erozyonu yaşadığı bu yüzyılda hat sanatı da zor dönemler geçirmiştir. 1912 yılında vefat eden ünlü hattat Sami Efendi’nin talebeleri Hasan Rıza, Ömer Vasfi, Aziz Efendi, İsmail Hakkı Altunbezer, Kamil Akdik, Necmeddin Okyay, Nazif Bey, Neyzen Emin ve Hulusi Yazgan gibi üstatların yanında; Nuri Korman, Kemal Batanay, Halim Özyazıcı, Hamid Aytaç ve Ali Alparslan gibi son dönemin önde gelen hattatları sayesinde zamanımıza intikal etmiştir. Bu üstatların ve bilhassa 1982’de vefat eden merhum Hâmit Aytaç’ın talebeleri ve onların yetiştirdiği hattatlar eliyle bugün de başarıyla sürdürülmektedir. Osmanlı öncesi döneme ait bu sanat dalında takip edilen eğitim sistemi ve uygulamaları hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.2 Ancak 15. yüzyılın sonlarından itibaren hat sanatının mer2 Muhittin SERİN, Meşk, DİA. c. 29, s. 372, Ankara, 2004. Yetenekli çocuklara güzel yazı öğretmek maksadıyla, sıbyan mektepleri programlarında yazı meşki derslerinin bulunduğu bazı vakfiyelerden anlaşılmaktadır. Tanzimat devrinde ibtidâî, rüşdî ve idâdî mekteplerinin programlarında da hüsn-i hat meşki mevcuttu.3 Bu ders bazen kıraat hocası tarafından bazen de belirli günlerde ayrı bir hoca tarafından verilmekteydi. Kadrosunda hocası bulunmayan mekteplerde, hayırseverler tarafından ücreti ödenerek hat hocası görevlendirildiği de olmuştur. Çoğunlukla amatör kişiler tarafından verilen bu derslerin amacı, hattat yetiştirmekten ziyade, eli bir derece ölçülü yazmaya alıştırmaktı. Nitekim sıbyan mektebinde başladığı hat dersini kabiliyetiyle devam ettirip ilerleten önemli hattatlar da çıkmıştır. Sanat gayesiyle hat öğrenimine ise gençlik çağlarında başlamak adeti daha yaygındır. Hat üstatları resmi daire veya medrese, mektep gibi eğitim kurumlarında hat eğitim ve öğretimi yaptıkları gibi, evlerinde de herhangi bir maddi karşılık beklemeden dersler vermişlerdir. Ancak bir mektep ya da vakıf kurumu bünyesinde ders veren hocalara aylık veya günlük ücret ödenirdi. Varlıklı kimselerin çocukları ve aile fertleri için bir hat hocasını haftanın belirli günlerinde konaklarına davet etmeleri yoluyla da hat öğretimi yapılıyordu. Böyle durumlarda hocanın kararlaştırılan ücreti alması tabii sayılırdı.4 3 Muhittin SERİN, Meşk, DİA. c. 29, s. 372. 4 M.Uğur DERMAN, Hattat, DİA. c.16, s.494, İstanbul, Hat sanatı, usta-çırak (hoca-talebe) ilişkisi içinde, meşk usulüyle öğretilen bir sanat dalıdır. Osmanlı döneminden günümüze intikal eden meşk murakka’ları,5 hocaların talebe çalışmalarına yaptıkları çıkartmalar, hattat silsileleri ve icazetnameler bu eğitimin köklü bir disiplin içinde ve sistemli bir şekilde yürütüldüğünü göstermektedir. Klasik hat eğitiminde zamanımızda da aynı usul geçerliliğini sürdürmektedir. Meşk, öğrenmek için yapılan çalışma ve alıştırmayı ifade ettiği gibi, talebenin örnek alması için hocasının ders olarak yazdığı numune anlamına da gelir. Hocadan bu numuneyi almaya meşk almak, onu örnek alarak yapılan çalışmaya da meşk etmek denir.6 Talebe, verilen dersi çalışarak yazısını hocasına gösterir. Hocası da hatalı bulduğu harf veya kelimelerin hemen altına, nokta ölçülerini ve kaidelerini göstererek doğru şekillerini yazar. Hattın estetik ölçüsü noktadır. Her yazı çeşidinin, yazıldığı kamış kalemden çıkan, kendine mahsus bir noktası vardır. Harlerin boyları, kavisleri, meyilleri ve aralarındaki mesafeler nokta ölçüsüyle tespit edilir.7 Hocanın doğrusunu göstermek için talebenin meşkinin altına yaptığı şekillere çıkartma denir (Resim 1) Talebe hocasının tarif ve tavsi1997. 5 Murakka’: Yaklaşık bir kitap sayfası boyutundaki kıt’aların bir araya getirilmesiyle oluşan yazı albümleridir. (M. Uğur Derman, İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı, s. 39, İstanbul, 1992). 6 Ferit DEVELLİOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s. 754, Ankara 1992; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğ, s. 492, İstanbul, 1993. 7 M. Uğur DERMAN, a.g.e., s. 41. 15 yeleri doğrultusunda aynı bölümü tekrar çalışıp yazarak bir sonraki derse getirir. İstenilen seviyeye gelene kadar bu böyle devam eder. Genellikle hat derslerinin haftada bir defa olmak üzere belirlenen günde yapılması adettendir. Talebeye verilen meşkler tek satır olarak çalışılır ve bu esasa göre hazırlanır. Ancak sülüs ve nesih çoğunlukla birlikte çalışıldığı için, her ikisinden birer satır yazılır. Satırların altına konulan ve “çalışma” anlamına gelen, sin, ayn, yâ harlerinin bitişik halde üsluplaştırılmış hali olan “sa’y” işareti (Resim 4), yazan üstadlara göre farklılık arzeder. Hatta bu işaretlerden meşkin kime ait olduğunu anlamak mümkün olabil- Resim 2: Nazif Bey’in Sülüs-Nesih “Rabbiyessir” ve “Hurûfât” Meşki hayırla tamamına erdir.” niyazıyla Allah’tan yardım dileyerek başlanmış olur. Bu dua satırı aynı zamanda hat öğretiminde aşılması gereken ilk baraj mahiyetindedir. Yani meşke başlayan talebenin sabrı, istidat ve kabiliyeti müsaitse bu barajı geçip meşke devam edebilecek; değilse hem kendisinin hem de hocasının emeğini zayi etmemek için burada bırakacaktır. Nesih meşklerinde “Rabbi yessir…” duası yerine “Besmele” ile veya doğrudan harlerle başlanıldığı da görülmektedir. mektedir.8 Bu usülde yapılan dersler, müfredât ve mürekkebât olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. Müfredât meşki, ayrı ayrı harlerin ve ikili olarak birbirleriyle birleşik şekillerinin çalışıldığı merhaledir. Sülüs-nesih dallarında müfredat meşkine harlerden önce “Rabbi yessir ve lâ tuassir rabbi temmim bi’l-hayr” duâsıyla başlamak adet olmuştur. (Resim 2) Böylece uzun ve zahmetli bir çalışmaya “Rabbim kolaylaştır, zorlaştırma, 8 16 M. Uğur DERMAN, Hattat, DİA. c. 16, s. 495, İstanbul, 1997. Resim 3: Kazasker Mustafa İzzet’nin Sülüs-Nesih Müfredat Meşki Resim 4: Hulûsi Efendi’nin Ta’lik “Hurûfât” Meşki Sülüs ve nesih yazıları, her ikisinden birer satır yazılmak suretiyle, genellikle birlikte çalışılır ve aynı hoca tarafından öğretilir. Farklı zamanlarda ayrı hocalardan meşk edildiği de olmuştur. Bazen de önce biriyle başlayıp daha sonra ikincisi eklenerek devam edilir. “Rabbi yessir” duasından sonra, her iki yazı türüyle de alt alta, ayrı satırlar halinde elibâdaki harler teker teker yazılır. Noktayla değişen harlerden yalnız biri, bir harfin başka şekillerde yazılışları varsa o şekilleri de ayrıca gösterilir. Bundan sonra yine elibâdaki sıraya göre her harfin diğer harlerle birleşik şekilleri çalışılır (Resim 3) Ancak elif, dal, re, vav gibi başta birleşmeyen bazı harler yazılmadığı gibi, şekilleri aynı olup noktayla değişen Resim 5: Halim Efendi’nin Celî Dîvâni Hurûfât Meşki Resim 6: Halim Efendi’nin Dîvâni Hurûfât Meşki Resim 7: Halim Efendi’nin Rik’a Hurûfât Meşki harlerden de yalnızca ilk gelenle diğer harlerin bitişik şekilleri yazılır. zamanda öğrenilmiştir.9 Divanî, celî divanî ve rik’a yazılarının müfredât meşklerinde de önce harlerle başlayıp aynı yolun izlendiği görülmektedir. (Resim 5,6,7) Diğer yazılara nazaran öğrenilmesi daha kolay olduğundan, Rik’a yazısı günümüzde de yeni başlayanlar için tercih edilen bir yazı türüdür. Ta’lik hattı, ayrıca ve çoğunlukla da ayrı bir hocadan ders alarak öğrenilir. Çünkü birçok dalda aynı kudrette yazmak ve ders vermek mümkün değildir. Nitekim meşhur Osmanlı hattatlarının kimi sülüs-nesihte, kimi ta’lîkte, kimi de celî yazılarda üstünlük göstermiştir. Geçmişte, ta’lîk öğretiminde de müfredât aşamasında hemen hemen aynı yol takip edilmiştir. Yalnız meşke harlerle başlamak adet olmuştur. (Resim 4) Divanî, celî divanî ve tuğra, Dîvân-ı Hümâyun’da öğretilen yazılardır. Rik’a ise sanat yazısı mahiyetinde değildir. El yazısı olarak önce mekteplerde, daha sonra da resmî dairelerde daha kısa Hat meşki alanların içinde, sebat edemeyenler ve yeterli kabiliyeti bulunmayanlar, müfredât çalışmaları sırasında kendiliğinden elenir. Bu merhaleyi aşanlar ise mürekkebât meşkleriyle yollarına devam eder. Mürekkebât meşklerinde harf ve kelimelerin satır nizamına göre aldığı şekiller, kompozisyon kuralları, hareke ve tezyînî işaretlerin satır içinde yerleştirilmeleri öğ9 M. Uğur DERMAN, S. Sabancı Müzesi Hat Koleksiyonundan Seçmeler, İstanbul, 2002, s. 38. 17 Resim 12: Şevki Efendi’nin Sülüs “Sübhaneke” ve Nesih “Kaside-i Bür’e” Kıt’ası Resim 8: Şevki Efendi’nin Meşk Murakkaından retilir. Sülüs-nesihte Arapça “Temmeti’l-hurûf bi avnillâhi’l-meliki’r-raûf” (Allahın yardımıyla harler tamamlandı) ibaresi (Resim 8), ta’likte ise Farsça “Çün halâsî zi-müfredât âmed / Vakt-i meşk-ı mürekkebât âmed” (Müfredât tamamla- Resim 10: Şevki Efendi’nin Meşk Murakkaından ridir. İslâmiyet’i henüz kabul etmiş olan Arap şairi Ka’b, hicri 9, miladi 630 yılında Hz. Peygamber’e karşı bizzat bir şiir okumuş, bundan memnun kalan Hz. Peygamber (a.s.) da sırtındaki hırkasını çıkarıp Ka’b bin Züheyr’e hediye etmiştir.10 Bu sebeple Kasîdetü’l-Bürde (Hırka Kasidesi) adıyla tanınan bu metin, kitap ya da 18 harlerle başlayan kaside, bir satır sülüs, iki satır nesih ve tekrar bir satır sülüs tertibiyle yazılmıştır. IRCICA tarafından baskısı da yapılmış olan Mehmet Şevki Efendi’nin bu tarzdaki meşk murakkaı günümüzde sülüs-nesih çalışanların temel başvuru kaynakları arasındadır. (Resim 14) Sülüs-nesih mürekkebâtında yazılan metinlerden biri de “Elif Kasidesi” olarak bilinen manzumedir. Arap alfabesindeki sırasıyla, her mısraı “elif” ten başlayıp “ye”ye kadar devam eden nınca mürekkebât meşkinin vakti geldi.) beyti (Resim.9) ilk mürekkebât meşki olarak yazılır. Bilahare satır çalışmalarında melekeyi artırmak için daha uzun metinler de yazılmıştır. Bunlar daha ziyade Hz. Muhammed (a.s)’e övgü olarak yazılmış hilye ve kasidelerdir. Sülüs-nesih mürekkebât meşklerinde yazılan metinlerden biri Ka’b bin Züheyr’in Kasîdetü’l-Bürde adlı ese- Resim 13: Mehmet Şeik Bey’in “Kaside-i Bür’e” Mecmuası Bu eser Kasîdetü’l-Bürde ismiyle meşhur olmuş; ancak Ka’b bin Züheyr’in kasidesiyle karıştırılmaması için Osmanlı kültür muhîtinde Kasîdetü’l-Bür’e şeklinde anılmıştır.11 (Resim 12,13). Resim 9: Mehmed Es’ad Yesârî’nin Ta’lik Meşk Murakkaından Bundan sonra bazı dua ve hadisler, yazı hakkında hikmetli sözler, tarih düşürmede kullanılan “Ebced hurûfâtı” ve kasîdeler yazılarak hattat adayının satır nizamında yazı yazma becerisi geliştirilir. Hz. Ali’ye atfedilen “Güzel yazı, hocanın öğretiminde gizlidir, kemâle ermesi çok yazmakla, devamı da İslâm dini üzere bulunmakla olur” ifadesi, “Sübhâneke Duası” (Resim 10) ve “EûzüBesmele” sıklıkla yazılan ibarelerdir. Resim 15: Hulûsi Efendi’nin Ta’lik “Besmele Kasidesi” Resim 11: Kazasker Mustafa İzzet’in “Kaside-i Bürde” Murakkaı Son Kıt’ası murakka’ şeklinde birçok defa yazılmıştır. (Resim 11) Hırka hâlen Topkapı Sarayı Müzesi’nde, ismini kendisinden alan Hırka-i Saâdet Dairesi’nde bulunmaktadır. Osmanlı hattatlarının, seçme beyitlerini ve Türkçe manzum tercümelerini mürekkebât meşklerinde yazdıkları diğer bir kaside, Mısırlı şair Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin (ö.695/1296)(?) Hz. Peygamber için yazdığı el-Kevâkibü’d-dürriyye fî medhi hayri’l-beriyye adlı manzumesidir. 10 Kenan DEMİRAYAK, Kasîdetü’l-Bürde, DİA, c.24, s. 567. Resim 14: Şevki Efendi’nin Sülüs-Nesih “Elif Kasidesi” 11 Mahmut KAYA, Kasîdetü’l-Bürde, DİA, c.24, s. 568. Resim 16: Hulûsi Efendi’nin Ta’lik “Besmele Kasidesi” 19 İranlı büyük mutasavvıf ve şair Abdurrahman Molla Câmî’nin Besmele Kasidesi, besmelenin her harfi için bir beyit olmak üzere 19 beyitten oluşmuştur. Bu Farsça şiir de Osmanlı ta’lik hattatları tarafından talebelerine örnek olarak biçok defa yazılmıştır. (Resim 15,16) Hâkânî Mehmet Bey’in hicri 1007, miladi 159899 yılında yazdığı Hilye adlı eseri, Türk edebiyatında hilye türünün ilk ve en önemli örneğidir. Hilye kelimesi, bu eserden sonra özellikle Hz. Peygamber’in vücut yapısı ve sıfatları hakkında meydana getirilen eserlerin genel adı olmuştur. Besmele hakkında bir manzumeyle başlayan eser, ardından yirmi iki beyitte söze besmeleyle başlamanın gereğinden ve besmelenin sır- Resim 17: Mehmet Sadullah Efendi’nin “Hilye-i Hâkânî” Kıt’ası larından söz eder. Daha sonra Hz. Ali’nin hilyeyle ilgili rivayetinden, hilyenin faziletlerinden bahseder. Eserde Hz. Peygamberin vücut yapısına dair özelliklerini açıklayan beyitlere de yer verilmiştir. Bu mesnevînin seçme beyitleri, Osmanlı ta’lik hattatları tarafından mürekkebât meşklerinde çoğunlukla tercih edilmiştir.12 (Resim 17) İslâm Peygamberi’nin vasılarıyla ilgili olarak muteber kaynaklardan nakledilen rivayetlerden biri 17. asrın sonlarında, ilk defa Hafız Osman tarafından duvara asılmak üzere levha haline ge12 Mustafa UZUN, “Hakânî Mehmed Bey”, DİA, c. 15, s.167. 20 tarafından konulan17 ve çoğunlukla bir yemek ziyafetiyle biten icazetname geleneği asırlarca titizlikle uygulanmıştır. Resim 18: Şevki Efendi’nin Sülüs-Nesih “Hilye-i Şerif” Kıt’ası tirilmiştir.13 Klasikleşen hilye formu dışında, bu metnin de mürekkebat meşklerinde sülüs ve nesih satırlar halinde çalışıldığı görülmektedir. (Resim 18) Zikredilen meşk silsilesini başarıyla tamamlayan talebe, bu alanda önemli bir merhale kazanmış demektir. Ancak hattat adayının bir örneğe bağlı kalmadan, kendi beceri ve gayretiyle daha önce taklit ettiklerine benzer numuneler meydana getirebilmesi gerekir. Bu maksatla yine hocasının denetiminde, genel kaideler çerçevesinde, daha önce yazılmamış metinlerden satır düzenlemeleri, farklı formlarda istif ve kompozisyon çalışmaları yaparak ustalığını ortaya koyar. Bu süreç, düzenli bir devamlılık kaydıyla, talebenin kabiliyet ve çalışma temposuna bağlı olarak dört beş yılı alır. Artık aday, icazet almayı hak etmiştir. Usule göre hocası tarafından kendisine icâzet verilir. İcâzetnâme, ilimde ve yazıda tahsilini bitirenlere verilen şehâdetnâme anlamında kullanılan bir tabirdir. Arapça mezuniyet, ruhsat manalarına gelen “icâzet” ile Farsça mektup, kitap demek olan nâme’nin birleşmesinden meydana gelir ve izin belgesi demektir.14 Yazıların altına imza konurken “ketebehû” (bunu yazdı) tabiri kullanıldığı için hattat icazetnamelerine “Ketebe Kıt’ası” adı da verilmiştir. Bu belgeyi alan bir hattat yazacağı yazılara “ketebe” (imza) koyma yetkisini kazanmış olur. Resim 20: Ta’lik Hattıyla “İcazetnâme” Kıt’ası Resim 19: Sülüs-Nesih “İcâzetnâme” Kıt’ası yazar. Bazen hocasının bir yazısını taklit edebileceği gibi kendi tertibi olan yeni bir yazı da yazabilir. Bu metinler genellikle sülüs-nesihte kıt’a veya hilyedir. (Resim 19) Kur’an-ı Kerim’in bir cüzünü veya tamamını yazarak alınmış veya hattat şeceresini gösteren bir mecmua şeklinde hazırlanmış icâzetnâmeler de vardır.15 Ta’lik hattında ise icazetnameler daha çok mâil kıt’a şeklindedir. (Resim 20) İcazet levhası olarak talebe çoğunlukla eski üstatlardan birinin eserini itinayla taklit ederek Hattat ünvanını alacak aday için bir icazet cemiyeti tertip edilir. Bu merasimi, varlıklı olanlar konaklarında, diğerleri ise yakınlarındaki büyük camilerden birinde yapar. Gelecek misafirler için konakta yemekler pişirilir, çeşitli hazırlıklar yapılır.16 Merasim sırasında icâzetnâme yazısı, asıl hocasının yanı sıra, orada hazır bulunan ve zamanın diğer üstatlarından oluşan jüriye arz edilir. Bu hattatlardan birkaçı kendilerine ayrılan yerlere tasdik cümlelerini yazar. Asıl hocası, genellikle isminin önüne “ene muallimuhû” (ben onun hocası) ibaresini koyarak tasdik eden diğer hattatlardan ayırt edilmesini sağlamış olur. Osmanlı kaynaklarına göre ilk defa Zeynüddin Abdurrahman ibnü’s-Sâiğ (ö. 845/1442) 13 M. Uğur DERMAN, İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı, s. 40, İstanbul, 1992. 15 M. Uğur DERMAN, Hattat, DİA, c. 16, s. 496; Muhittin Serin, Meşk, DİA, c. 29, s. 374. 14 M. Zeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c.2, s. 1920, İstanbul, 1993. 16 Yusuf BİLEN, Hat Sanatı Eğitim ve Öğretiminde Hoca-Talebe Münasebeti, EKEV Akademi Dergisi, sayı: 44, s. 129, Yaz, 2010. Aklâm-ı sittenin diğer nevileri olan muhakkak, reyhânî ve tevki’ yazıları terk edilmiş olduğu için öğretilmesi konusundaki bilgiler azdır. Tuğra, divanî ve celî divanî ise dışarıda pek kullanım alanı bulunmadığından yalnız Dîvân-ı Hümâyun’da öğretilen yazılardır. Sanat yazısı mahiyetinde olmayan rik’a, el yazısı olarak mekteplerde ve resmî dairelerde öğretilmiştir. Hat sanatında en son merhale olan celî yazı için ayrıca icazet verme adeti olmamakla beraber, istisna kabilinden bazı örnekleri vardır. İcâzetnâmelerde kullanılan dil Arapça’dır. Nadiren Türkçe yazılanlara da rastlanır. Yazı sülüs-nesih ise tasdik cümleleri rikâ’ (hatt-ı icâze) ile, ta’lîk ise hurde ta’lîk ile yazılır. Medresetü’l-Hattâtîn mezunlarına verilen resmî icâzetnâmeler ise talebe hangi tür yazıyı öğrenmiş olursa olsun, daima divanî yazıyla yazılmış, altına da hocanın mührü basılmıştır.18 Tasdik işlemi tamamlanan icâzetnâme, bir müzehhip tarafından tezhip edilerek levha haline getirilir ve yukarıda bahsedildiği gibi düzenlenen bir merasimle talebeye takdim edilir. İcâzet merasiminden sonra hoca-talebe münasebeti bitmez, ta ki ikisinden biri hayata veda edinceye kadar. 17 M. Uğur DERMAN, Hattat, DİA, c. 16, s. 497. İstanbul, 1997. 18 M. Uğur DERMAN, age, s. 496-497. 21