Academia.eduAcademia.edu

ÇANKIRI MEVLEVİHANESİ

ABSTRACT Atabey Cemaleddin Ferruh had built a hospital (Darüssifa) in 1235 in Cankırı, and a madrasah (Darülhadis – known today as Tas Mescit) adjacent to this from its north in 1242. The north wall of the Darüssifa is also the south wall of the Darülhadis. This case implies the idea that when the Darülhadis was built, the Darüssifa was out of use because of an unknown reason. In 1892 with the appointment of Mustafa Nuri Dede to the Mevlevihane of Cankırı it has opened and a house for the sheikh, semahane, stable and kitchen was built in the place of the Darüssifa, the Darülhadis was used a masjid just like before. The administration of the Mevlevihane had used the foundation incomes of the Darüşşifa and the Darülhadis but these incomes have been transferred to the treasury in 1916 after an investigation result showing that this Mevlevihane had no relation with these two foundations. The history of Mawlawiyah in Cankırı is complicated. Even though there is a record in 1430 about the Mevlevihane of Kasim Bey of the Candaroglu, there are no information about Mawlawiyah in the chater of wakfs of the two zaviye built by Kasım Bey. There isn’t any relation determined to Kasim Bey about the Darüssifa and Darülhadis. No information dating earlier than 1892 about the relation between these two buildings and the Mevlevihane were found. The base walls of the octagonal semahane and wall bases of which we think belongs to the Darüssifa have been revealed with the excavation. Key words: Darüssifa (Hospital), darülhadis (madrasah), Mawlawihouse (tekkeh), excavation, repair

150.s.

Giriş 2011 yılında Çankırı Mevlevihanesi'nde, Çankırı Müzesi Müdürlüğü tarafından bilimsel danışmanlığımda bir kazı gerçekleştirilmiştir (1. Fotoğraf). Araştırmamız, bu kazı verilerine ve yapı hakkındaki belgelere dayanarak hazırlanmıştır 1 . Tarihçe Türkiye Selçukluları sultanı Alaaddin Keykubad adına Çankırı'yı idare eden Atabey Cemaleddin Ferruh, 1235 yılında günümüzde Taş Mescit diye bilinen yapının bulunduğu tepeye bir hastane (bimarhane-darüşşifa-darülafiye) yaptırmıştır. Bu yapının kitabesi aynı yere sonradan yapılan Semahanenin kapısı üstünde iken bir onarım sırasında yerinden sökülerek Çankırı Ortaokuluna kaldırılmış, sonra da Darülhadis'in Türbe kısmına getirilmiştir. Kitabenin semahane kapısı üstüne konulması 1893 yılındaki inşaat sırasında olmalıdır. 1914 yılı kışında semahane kapısı üstündeki duvar yıkıldığında kitabe de düşmüş olabilir (bkz. Onarım istekleri bölümü). Ancak 1940 yılında Çankırı Ortaokulu'na konulduğu ve halen kayıp olduğu ileri sürülen (Toruk 1999:20) kitabe Çankırı Kültür ve Turizm Müdürü sayın Mustafa Kemal Karatatar'a göre 2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü elemanlarınca Ankara'da oluşturulan Vakıflar Eserleri Özel Müzesi'ne götürülmüştür. Halen bu müzede 2546 envanter numarasıyla kayıtlıdır. Kitabe, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ndeki onarım dosyasında yer alan fotoğraflarda üstteki sivri kemerli parçası hariç türbe içinde görülmektedir. Yazı çok iyi değildir. Bu yüzden farklı okuyuşlar önerilmiştir:

"-Es-sultan -Emere bi imareti hazihi'd-darü'l afiyeti'l-mecnune fi dari's-sultan -El azam Alaü'd-dünya ve'd-din Ebul Feth Keykubad -bin Keyhüsrev kayyimu emirü'l-müminineanne' ilahü'l-gare -El-abdü'l-fakir el muhtac ila rahmeti rabbih Cemalüddin -Ferruhu'l-lala'l-Atabey il meliki lena fi vakafehü'l-lillahi" (Gökoğlu ,1952, s.338).

151.s.

"Kasımi emirü'l müminin Ulu sultan Alauddünya veddin Ebu'l feth Keyhüsrev oğlu Keykubat'ın -Cenab-ı Hak yardımcılarını dostlarını aziz etsin-zamanında bende-i zaif mevlasının rahmetine muhtaç Lala Atabey Ferruhu'l melikiy-yü'l-itaki bu mübarek hasanenin yapılmasını emretmiştir 20 Muharrem 633 (Bu uğurlu hastanenin inşasını dünya ve dinin ziyneti halifenin kaymakamı ve fetihler babası büyük padişah Keykubad bin Keyhüsrev emretti. Atabeyin lalası olan fakir Allah'ın rahmetine muhtac Cemaleddin Ferruh binayı yaptı ve Allah için vakfetti) (Üçok, 1941, s. 145).

Yılmaz Önge (1962, s.251) ise kitabeyi Arap harfleriyle vermiştir: "-Fi tarih-i Muharrem sene selase ve selasin ve sittemiye -Es-sultan -Emere bi imareti hazihi'd-darü'l afiyeti'l-meymuneti fi eyyam-ı devleti -Es-sultanü'l azam Alaü'd-dünya ve'd-din Ebul Feth -Keykubad bin Keyhüsrev ve kasimi emirü'l-müminine e'izze Allah ensara -El-abdü'l-fakir el muhtac ila rahmeti rabbih Cemalüddin Ferruh -El-lal el Atabek el mülki el Ataki vefekah Allah" Cantay'daki (1992:56) okunuş:

"-Es-Sultan -Fi tarih-i Muharrem sene selase ve selasin ve sittemi'e -Emere bi imareti haze'd-darü'l afiyeti'l-meymeneti fi eyyam-ı devlet -Es-sultanü'l azam Alaü'd-dünya ve'd-din ibnü'l-feth -Keykubad bin Keyhüsrev Kasımi eminü'l-müminin eyyeda'llahu ensarehu -El-abdü'z-zaif el muhtac ila rahmeti rabbi Cemalü'd-din Ferruh -El-lala el-atabek el meliki el-ataki ve fakihu'l-lah" Cemaleddin Ferruh 1242 yılında da bu binanın kuzey bitişiğine, halen Taş Mescit diye bilinen Darülhadis-Türbeyi yaptırır. Binanın alt katları türbedir. Selçuklularda 13. yüzyıldan 13 yapıda, yapının bir bölümü türbe olarak düzenlenmiştir (Gündüz, 2006, s. 316, Tablo 1).

Yapının kuzey kapısı üstündeki kitabesi şöyledir (Gökoğlu, 1952, s. 338):

"-Fi sene erbaine ve sitte miye -Emere bi imareti Darü'l-hadis ve'l-makbere el-abdü'l-müteal -El muhtac ila rahmeti rabbihi'l-latif el-Atabey -Ferruh ibni Abdillah fi tarih Muharrem sene selasin ve selasine ve sitte miye 152.s. Türkçesi: Bu Darülhadis ve kabristanı Ulu tanrının kulu ve onun rahmetine muhtaç Ferruh bin Abdullah 633 yılının Muharrem ayında yaptırdı". Son satırdaki tarih kısmı diğer kitabeye aittir, buraya yanlışlıkla konulduğu anlaşılıyor. Önge'deki (1962, s. 253) okunuşu:

"Es-Sultan -Fi sene erbain ve sittemiye -Emere bi imarete darü'l-hadi(s) ve'l makberetü('s-) saidü'l fakir -El-muhtac ila rahmeti rabbihi'l-latif el-Atabey Ferruh bin Abdullah" Darülhadis'in iç mekandan güneye açılan kapısının üstündeki üç satırlık kitabe ise şöyledir (Sönmez, 1989, s. 253):

Görüldüğü üzere Atabey Cemaleddin, kitabelerine göre tarihleri ve işlevleri farklı iki ayrı yapı inşa ettirmiştir. Ancak Osmanlı döneminde bile bu iki yapı birbiriyle karıştırılmıştır. Kastamonu Evkaf Memurluğunun 30 Eylül 1916 tarihli yazısından iki binanın aynı yapı olduğu ve sonradan Mevlevihane olarak kullanılmaya başlandığının kabul edildiği anlaşılıyor (Ata 1995:183-185, 70/47). Bu yanlış Cumhuriyet dönemi araştırmalarında da devam etmiştir (Yıldız, 2008, s. 54 ;Köse, 2009, s. 19 Gökoğlu (1952, s. 339) 1952 yılının hemen öncesinde Taş Mescid'i askeriye kullandığı için inceleyemediğini belirtiyor. VGM arşivi Çankırı Taş Mescit dosyasındaki tarihsiz, Etüt Proje Şubesi Müdürlüğü'ne başlıklı rapora göre 1963 yılı onarımında cephe kaplamalarının çoğu, batı duvarının üst kat bölümü ve batı tonozu yenilenmiş, kubbe kasnağı ve kubbe taş kaplanmış, istinat duvarları, kuzey bölümde merdiven eklenmiş, kuzey giriş basamakları elden geçirilmiştir. 1977 yılında da beton subasman yapılıp kubbe derzleri yenilenmiştir. İki yapının ilişkisini açıklayacak kesin bilgilere sahip değiliz. Darülhadis neden pencerelerini de kapatacak şekilde diğer yapının kuzey duvarına bitiştirilmiştir? İlk akla gelen ihtimal yer darlığıdır. Mevcut tepenin alanı dardır. Şimdiki bina eski yapının kuzey duvarının kuzeyinde kalan dar bir düzlük ile tepenin en eğimli eteğinde yapılmak zorunda kalınmıştır. Bu yüzden de avlusuz, küçük bir yapıdır. 13. yüzyıl Türkiye'sindeki aynı işleve sahip medreseler genellikle avluludur (Toruk, 2002). Burada arazinin dar ve eğimli olması yüzünden avludan vazgeçildiği anlaşılıyor. Darüşşifanın kırk sene önce altı odasının harap halde ancak duvarlarının kaldığı (Ünver, 1938, s. 22) ve bunların Nuri Dede zamanında ortadan kaldırıldığı ifadesi (Önge, 1962, s. 252) Eğer böyle idiyse şimdiki yapının güney duvarı aynı zamanda ilk yapının kuzey duvarı olduğu için bu duvarın iki uçtan güneye doğru dönen parçalarının olması gerekmektedir. Bugün için böyle bir iz yoktur. İz vardı ama 1963 onarımında mı ortadan kaldırıldı? Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün onarımı öncesinde kazı yapılmadığı, onarım gerektiği gibi belgelenmediği için olabilecek izler de ortadan kalkmıştır.

Bütün bu ihtimaller hesaba katıldığında şimdilik ilk bina bir şekilde (deprem?) harap olduğu için onun kuzey duvarı da kullanılarak Darülhadis'in yaptırıldığını, bilemediğimiz bir sebeple Darülafiye kalıntılarına dokunulmadığını söyleyebiliriz. Bu yüzden darüşşifanın, mevlevihanenin ilk çekirdeğini oluşturduğu görüşüne (Haksever, 2012, s. 30) katılmıyoruz.

Çizim 3: Taş Mescit ve Darüşşifa (Metin Sözen'den)

İki yapıdan Darülafiyenin bir deprem sonucu yıkılıp Darülhadis'in sağlam kalmasını Darülafiyenin zemine iyi oturtulmaması ve moloz taşla yapılması, Darülhadis'in ise kesme taştan olması ve zemine iyi bağlanmasıyla açıklamak (Önge, 1962, s. 251) kısmen doğrudur. Öncelikle eski binanın sadece kuzey duvarı kalmıştır, onun da dış yüzüne şimdiki bina yapıldığı için dıştan kesme taş kaplama olup olmadığını bilmiyoruz. İkincisi Darülafiyenin oturduğu alan daha düzdür. Sadece batı yönde az bir eğim vardır. Darülhadis ise hem batı hem de kuzeyde eğimli bir araziye oturmuştur. Üstelik tepenin üst kısmı da kayalıktır. Yani zemin açısından darülafiyenin konumu daha iyidir. Darülhadisin sağlam kalmasını iki katlı (fevkani) olmasına bağlamak (Sözen, 1972, s. 122) doğru bir açıklama değildir. Binalar tek veya iki katlı oldukları için sağlam veya çürük olmazlar. Darülhadis'in eski fotoğrafları, kuzey cephe dışındaki cephelerde taş işçiliğinin kuzeydeki kadar iyi olmadığını gösteriyor.

Bu yapının veya her ikisinin ne zaman Mevlevihane olarak kullanılmaya başlandığı da diğeri kadar çetin bir meseledir.

Osmanlı geleneğinin zaman içinde Çankırı'yı fetheden Karatekin Bey ve daha sonra Çankırı'yı Alaaddin Keykubad adına yöneten Atabey Cemaleddin Ferruh'u şeyh olarak kabul ettiği anlaşılıyor (Demirtaş, 2012, s. 57). Üstelik Taş Mescid'in (Darülhadis) eskiden kilise olduğu gibi yanlış bir bilginin zaman içinde resmi belgelerde bile yer bulması dikkat çekicidir (Beyoğlu, 2010, s. 42 (Ata, 1995, s. 203-206

Candaroğullarından Süleyman Paşa'nın (beyliği 1309-1339) Kastamonu

Mevlevihanesi'ndeki türbede bulunan sandukasında "hadim-i âli Mevlana Candari Süleyman Paşa aleyhir-rahmeti" yazdığına (Gökoğlu, 1952, s. 148, 326) bakılırsa Kastamonu Mevlevihanesi Süleyman Bey'in 1309-1339 yıllarındaki beyliği sırasında yapılmış olmalıdır ve bu durumda en erken Mevlevihanelerden biridir. Ulu Arif Çelebi'nin (1312-1319) Menteşeoğlu, Germiyan, Aydınoğlu, Eşrefoğlu, Sahip Ataoğlu beylikleriyle arasının iyi olduğu ve buralarda birer Mevlevihane kurduğu biliniyor (Tanrıkorur, 2000, s. 61). Menakıbü'l Arifin'e göre Kastamonu'da Süleyman Paşa'yı muhtemelen 1320 yılından önce iki kere ziyaret etmiştir (Yücel, 1980, s. 60

Mevlevihane

Nuri Dede'nin Konya'daki merkeze 20 Kasım 1912 günlü yazısında (Ata, 1995, s. 203-206, 70/56) 1887 yılında Çankırı Mevlevihânesi'ne tayin olduğunda binaların harap ve arsa hükmünde olduğunu, 54.454 kuruşluk onarım isteğini vilayet idare meclisinden geçirip İstanbul'a gittiğini ve belgelerini onaylatarak onarımı yaptırdığını belirtiyor. Masrafın 5.000 kuruşunu 2. Abdülhamit Han kendi parasından karşılamıştır (Talay, 1991, s. 378). Onarım tutarı Çankırı'da belirlendiğine ve aslında bir onarım değil yeni yapılar inşa edildiğine göre, Abdülhamit'in Mevlevilere ilgi göstermediği ve yapılan işin ancak tekkeyi ayakta tutacak kadar olduğu yorumuna (Haksever, 2012, s. 44) katılmıyoruz.

1797 tarihli padişah beratındaki "…Şeyh Cemaleddin fevt olup yeri hali ve hıdmet-i lazimesi müddet-i vafireden berü mahlul ve muattal olmağın …" ifadesiyle Mehmed Emin Halife'nin atanması (Ata, 1995, s. 57), burasının uzun yıllardır harap durumda olduğunu düşündürüyor. Yılmaz Önge'nin verdiği Darülafiye kalıntılarının Nuri Dede zamanındaki onarımda kaldırıldığı bilgisi ve Nuri Dede'nin 1887 yılında geldiğinde binalar harap ve arsa mesabesinde ifadesi, padişah beratında tarif edilen durumla uyuşmaktadır.

Bu durumda Nuri Dede'nin 1893 yılı onarımıyla ayağa kaldırdığı Mevlevihane'nin bu tarihten önce ne durumda olduğu sorusuna yanıt bulmak gerekiyor. Nuri Dede'nin sözünü ettiği harap binalar Darülafiye kalıntısı ile kötü durumdaki Darülhadis binası mı idi? 1893 yılındaki bir onarım mıdır, yeni bina imali midir? Semahane, şeyh evi-derviş hücreleri, aşevi, ahır önceden vardı onarıldılar mı yeni mi yapıldılar? Eğer vardı harap durumda idilerse varlığından söz edilen Darülafiye / darüşşifa kalıntısı neredeydi? Son şeyh Hasip Dede'nin 22 Aralık 1912 tarihli yazısındaki, "… inşası yiğirmi seneyi tecavüz itmesiyle …" ifadesi bilerek kullanıldıysa, 1893 onarımının yeni inşaat olarak kabul edildiği anlaşılıyor. Çankırı'lı Astarlızade Mehmed Hilmi Efendi'nin (1878-1962) dergahın müceddeden tamir edildiğini söylemesi (Aşkar, 2005, s. 35) onarım değil yeni inşaat olduğunu gösteriyor (Bu inşaatta kullanılan malzemeler için 1. Eke bakınız). Müceddeden ifadesi mevcut bir binayı yıkıp yeniden yapmak için de kullanılır. Dolayısıyla binalar yeni yapılmıştır fakat yerlerinde bina olup olmadığı konusu yine de kesinleşmiş olmuyor. Bir semahane, üç hücre ve bir şeyh dairesinden ibaret Mevlevihanenin 1892 yılında müceddeden tamir edildiği ifadesini (Üçok, 1930, s. 182) yeniden yapma olarak anlamak gerekiyor. 11 Eylül 1888 tarihli belgedeki "…tecdiden inşası …" (BOA Y.MTV.35/10) ve 13 Aralık 1893 tarihli belgedeki "…Kengırı 164.s. Mevlevihanesinin inşaatı hitam bularak …" ifadesiyle açılışının yapılacağının bildirilmesi durumu kesinleştiriyor (BOA Y.A. HUS. 286/32). 11 Eylül 1888 tarihli belgeden şeyh Mustafa Nuri Dede'nin istediği inşaat bedelinin 54.000. kuruş olduğu ve bu tarihte henüz inşaata başlanmadığı anlaşılıyor. Bu durumda yeni Mevlevihane yapımının 1889-1893 yılları arasında gerçekleştiğini kabul edebiliriz. Tanrıkorur (2000, s. 65) tarihini 1886 yılı civarı olarak verdiği onarımı Çankırı Mevlevihanesi' nin ikinci kuruluşu olarak kabul etmiştir.

1893 yılı inşası ve henüz yayınlanmayan 1894 yılı onarım-inşası sonunda biçimlenen Mevlevihane bir avlu etrafındaki dört yapıdan meydana gelmiştir ( çizim 4). Kabaca bir dikdörtgen alanın kuzeyinde 1235 tarihli Darülhadistürbe, doğu kanadının güney ucunda Şeyh evi ve ziyaretçi odaları, batı kanadında derviş hücreleri ve ahır, güney kanatta bütünüyle çıkıntı teşkil eden sekizgen semahane, semahanenin hemen kuzey bitişiğinde şeyh evi ile birleşen aş evi ve ortada bir şadırvanlı havuz. Bu yapılar topluluğunun ana kapısı kuzey doğu köşede, Darülhadis'in doğu duvarı bitişiğindedir. İkinci bir kapı ise güney batı köşede semahane ile ahır arasındadır. Bütün bu yapılar inişi güneyden kuzeye doğru olan eğimli bir arazideki kayalık bir tepe üstüne kuruludur. Tepenin doğu ve kuzey yönlerdeki eğimi daha fazladır.

165.s.

167.s. Şeyh Evi:

Eldeki tek fotoğraftan evin kuzey ve doğu cepheleri görülebilmektedir. Eğimden dolayı evi düz bir alana oturtabilmek için doğu cephesi boyunca neredeyse bir kat yüksekliğinde bir moloz taş örgülü bir temel duvarı yapılarak doğudaki eğim tepe yüzeyi ile eşitlenmiş ve üstüne iki katlı ev oturtulmuştur. Fotoğraftan ve tamirat defterindeki bilgilerden evin ahşap çatkı arası kerpiç dolgulu olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Kırma çatılı yapıda doğu yön ön cephedir. Zemin ve birinci katta dokuzar düşey dikdörtgen pencere yer alır. Zemin katın düz olmasına karşılık üst katta ortada bir çıkma bulunur. Üst kattaki dokuz pencereden üçü çıkmada diğer üçer tanesi ise çıkma dışındaki yüzeylerdedir. Bu cephe tipi karnıyarık da denilen iki yüzlü iç sofalı plan tipini düşündürüyor. Doğu cephesinde görülen çıkma, doğu-batı ekseninde uzanan sofaya ait olmalıdır. Sofanın doğu ve batısında ikişer tane yan yana oda bulunabilir. Alt kattan üst kata çıkışı sağlayan basamaklar orta sofaya çıkıyor olabilir. Fotoğrafta kuzey cephenin doğu yarısında alt katta yan yana dört, üst katta doğu uçta yan yana iki tane düşey dikdörtgen pencere yer alıyor. Kurguladığımız plan, bu tür cepheye sahip binalarda genellikle kullanılır. Ama kesin değildir. Merdiven kovasının iki oda arasında, üst kattaki sofanın ortada değil de köşede olması da mümkündür. Planda bu ev haremlik ve ziyaretçi odaları olarak gösterildiğine göre üst kata şeyh evi alt kata ziyaretçi odaları diyebiliriz. Kullanımda böyle bir fark olabildiğine göre hem alt hem de üst katta hela yer almalıdır. Fotoğraftan görünen cephelerde, hela olmadığı anlaşılıyor. Çünkü hela pencereleri oda pencereleri kadar büyük yapılmaz.

Yüksel Arslan (2012) arşiv belgesine göre iki, A. Üçok'a göre (1930, s. 181-182) üç odalı olabileceğini söyler: "…Çankırı Mevlevi hanesi: 38 sene evveline kadar haraptı, şeyhi Nuri dedenin gayretile bir sema hane, üç hücre ile bir şeyh dairesinden ibaret olmak üzere müceddeden tamir edilmiştir". Ancak buradaki üç hücre ifadesini şeyh evinin oda sayısı değil derviş hücrelerinin sayısı olarak düşünmek daha doğrudur. İki oda ihtimali için gösterilen 23 Ekim 1912 tarihli belgede (Ata, 1995, s. 65-69, nu. 69/12) dergahtaki eşyalar sayılmıştır. Eşyalardan söz edilirken selamlık odası, fevkani harem odası, fevkani küçük oda, fevkani diğer oda diye dört odanın adı geçer. İki katlı şeyh evinde selamlık odasını zemin katta düşünebiliriz. Diğer odalar fevkani diye belirtildiğine göre üst katta olmalıdırlar. Bu durum cephe düzenine göre üst katın dört odalı düzende olabileceği görüşümüzü destekler. Selamlık da üst katta ise aynı planda zemin kattaki dört oda sözü edilen (Ata, 1995, s. 53, nu. 69/1) ziyaretçi odaları olabilir. Önge (1962, s. 252) bu bina için on üç odalı demiş ancak bir kaynak göstermemiştir. Eğer doğruysa zemin katta daha fazla ziyaretçi odası elde edebilmek için odaların küçültülüp daha çok sayıda yapılmış olması gerekiyor. Sofa doğu-batı yönde uzanıyorsa bunun iki yanında genelde ikişer oda yer alır.

168.s.

Üst katta dört oda var ise alt katta sekiz veya alt ve üst katlarda altışar oda bulunmalıdır. Evin doğu cephesinin fotoğrafında zemin katta doğu kısmındaki üç pencere birbirine yakındır ve aynı odaya açıldığını gösterir. Bu büyük odanın kuzeyinde bir odalık yer kalır ve zemin katta sofanın doğusunda iki, en fazla üç oda yer alabilir. Bu durumda sofanın batı kanadında altı oda yer almalıdır, bu da çok zordur. Odaların konumunu sofa belirlediği için alt ve üst katların planlarının genelde uyumlu olması gerekir. Böyle bir durumda da alt kata dokuz oda sığdırmak kolay değildir. Bu yüzden eldeki fotoğraf ve genel plan itibarıyla bu yapının on üç odalı olma ihtimali azdır. Ancak aş evi ile şeyh evi bir L planı oluşturmaktadır. Yorumlarımız fotoğraftan görülebilen şeyh evi kısmı için geçerlidir. Aş evi fotoğraftan görülmemektedir şeyh evi ile içerden geçiş olup olmadığını ya da kaç odası bulunduğunu bilmiyoruz. Mevcut durumda şeyh evinin alt ve üst katlarda dörderden sekiz odası olduğunu söyleyebiliriz. Kalan beş oda aş evine ait ise o zaman on üç oda ifadesi doğru olur.

Aş Evi: Fotoğrafta görülmemektedir. Planda aş evi ve şeyh evi (haremlik) bir L oluşturmaktadır. Plandaki çatı çizimine bakılırsa aş evi de iki katlıdır. Ancak planda çatı eğimi kuzeye ve güneye doğru iken fotoğrafta semahane kapısının hemen önünde, plana göre aşevi olması gereken kısımdaki çatının eğimi doğu ve batı yönlerdedir. Bir onarım sonucu bu biçimi almış olabilir.

169.s. da moloz taş örgü ile bir duvar örülüp oturma alanı düzlendikten sonra kuzey kısmına tek katlı derviş hücreleri, güney kısmına da ahır yerleştirilmiştir. Fotoğrafa göre alt duvar Darülhadis'in batı duvarından 1 m. kadar çıkıntılıdır. Ahırın olduğu bölümde bu alt duvar batıya doğru tekrar çıkma yapar. Üstteki derviş odalarının olduğu kısımda iki köşede üçer pencereli birer çıkma yer alır. Planda bu çıkmalar görülmemektedir. Aradaki cephede de iki pencere görülüyor. Yalnız ahırın batı cephesinde taşma yoktur. Derviş hücrelerinin plan düzeni anlaşılamıyor. Şeyh evinde olduğu gibi orta eksendeki sofanın iki yanında bu sofaya açılan ikişer oda düzeni mümkündür. Köşelerdeki iki çıkma bunu düşündürüyor. Çıkmalardaki üçer pencerenin arasındaki dolu kısımlar çok dardır. Bu durum üç pencerenin de aynı odaya açıldığını gösteriyor. Bu durumda eğer ortada sofa varsa batı cephesinde en fazla iki, diğer cephede de iki olmak üzere dört odadan söz edebiliriz. Zayıf bir ihtimal ile Mevlana dergahı, Karaman, Eskişehir, Afyonkarahisar, Antep, Bursa, Üsküdar, Bahariye Mevlevihanelerinde olduğu gibi (Tanrıkorur, 2000, s. 125) önlerindeki direkli sundurma ile doğrudan avluya açılan yan yana oda düzeni de mümkündür. Mevlevihanenin "…bir semahane, üç hücre ile bir şeyh dairesinden ibaret olmak üzere müceddeden tamir edildiği" ifadesindeki (Aşkar, 2005, s. 35) üç hücre derviş odaları olduğunu düşünüyoruz. Her iki bölüm de ahşap çatkı arası kerpiç dolguludur. Ahırın batı cephesi penceresizdir. Semahane: Semahane sekizgen planlıdır. Kazı ile çıkan sonuçlardan biri sekizgenin kuzey kenarının düz değil bir eyvan gibi çıkıntılı olmasıdır. Mevlevilikte son cemaat yeri olarak kullanılan ve başmaklık denilen bu giriş kısmından batıya doğru kuzey batı cephesi sağır, batı cephesinde altta büyük 170.s. iki, üstte daha küçük iki tane, güney batı cephesinde cephenin doğu ucunda altta bir düşey dikdörtgen pencere yer alır. Hemen üstünde biraz daha büyük kadınlar kısmı kapısı ile kapının batısında küçük ve dar bir düşey dikdörtgen pencere vardır. Güney cephesi batı cephesine benzer. Altta iki tane büyük, üstte ise diğerinden farklı olarak üç tane küçük pencere yer alır. Güney doğu cephe tam anlaşılamamaktadır. Batı cephesi ile eş olduğunu düşünebiliriz. Diğer cepheler fotoğraftan görülmemektedir. Doğu cephesinin batı ve güney cepheleri gibi altta iki büyük, üstte iki küçük pencereli, kuzey doğu cephesinin ise kuzey batı cephesi gibi sağır olduğunu kabul edebiliriz.

Fotoğraf 4: Semahane (Çankırı İl Kültür Müdürlüğü Arşivi) (Üçok, 1941, s. 122) İç mekan iç içe iki sekizgen halinde düzenlenmiştir. Ahşap parmaklıklarla ayrılan ve sema çukuru denilen içteki sekizgenin zemini ahşaptır ve mutrip heyetinin yer aldığı dıştaki sekizgen alandan daha aşağıdadır. Mutrip heyetinin durduğu dıştaki sekizgen alanın üst katı kadınlara ayrılan kafestir. Kafes de ahşap parmaklıklarla sınırlanmıştır. Dışta, güney-batı cephesindeki kapısına, fotoğrafın çekildiği zamanda bile yıkılmış olan basmaklarla çıkılır. Semahane'nin iç fotoğrafı olarak gösterilen (Arslan, 2012, s 9) Samsun Mevlevihanesi'ne aittir (Tanrıkorur, 2000, s. 270