Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2024, Söğüt Dergisi 25. Sayı
…
5 pages
1 file
Kerbelâ’nın Fuzûlî üzerinde (ve tabi eserlerinde) iki türlü yansıması olduğunu düşünebiliriz: 1. Kerbelâ hâdisesi ve devamında süregiden iktidar savaşları, mezhep çatışmaları açısından, 2. Osmanlıdaki patrimonyal sistem bağlamında merkezden uzaklık ve yalnızlık duyguları açısından...
Türk edebiyatının en kudretli şairlerinden sayılan Fuzûlî'nin telif ettiği Hadîkatu's-Su'adâ, yine şaire ait Dîvân ve Leylâ vü Mecnûn kadar meşhur olmuş bir eserdir. İslâm tarihinde önemli bir yeri olan Kerbelâ hâdisesi ve Hz. Hüseyin'in şehâdeti merkeze alınarak şekillendirilen bu eser, edebiyat tarihimizdeki maktel geleneğinin en mükemmel örneği olarak kabul görmüştür. Bu makalede öncelikle söz konusu eserin muhtevasına temas edilmiş, ardından üslûp özellikleri örnekler üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır. Abstract: Hadîkatu's-Su'adâ written by Fuzȗlȋ who is counted as one of the most mighty poets of Turksh literature is a famous work as much as Fuzȗlȋ's Dîvân and Leylâ vü Mecnûn. This literal work that has been shaped with reference to Karbala that is important in Islamic history and martyrdom of Hz. Hüseyin is approved as the most perfect sample of maktel [murder story] custom in literature history. In this article, content of the mentioned work has been researched first of all and then features of wording has been tried to evaluate by samples.
Qudsi’s Work Entitled Sherh-i Qaside-i Amali, 2017
Türk edebiyatında Arapça ve Farsça akâid-nâmelerin tercüme ve şerhleri önemli bir yekûn tutmaktadır. Çalışmamızda Kudsî’nin Şerh-i Kasîde-i Emâlî adıyla metnini neşrettiğimiz eser, Ali b. Ûşî’nin İslâm dünyasında çok okunan akâid-nâmelerden biri olan Kasîde-i Emâlî adlı eserinin şerhidir. I. Mahmud döneminde yaşayan Kudsî mahlaslı bir âlime ait olduğu iddia edilen bu eserin aslında III. Selim döneminde yaşayan Kudsî mahlaslı bir şaire ait olduğu eserlerinden hareketle ortaya çıkarılmıştır. Çalışmamızda öncelikle Alî b. Ûşî ve bahsi geçen kasîdesinin Türkçe tercüme ve şerhlerinden bahsedilmiştir. Ardından da Kudsî ve şerh metni tanıtılmıştır. Kudsî’nin eserde takip ettiği şerh metodu hakkında bilgiler verildikten sonra metnin latinize edilmiş şekli sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Kudsî, akâid-name, Şerh-i Kasîde-i Emâlî, tercüme, şerh. Translation and commentaries of Arabic and Persian akâid-names in Turkish literature hold an important part. In our work, the work we have published Qudsi’s in the name of Sherh-i Qaside-i Amali is Ali b. Ushi’s a comment of the work of Qaside-i Amali which is one of the most read in the Islamic world. This work, which is alleged to belong to a Qudsi alias scholar living in the period of Mahmud I, it is revealed in motion from his works that a Qudsi alias poet living in the III. Selim period belonged to him. In our work, firstly Ali b. Ushi and mentioned Turkish translations and commentaries of the mentioned verses. Then the Qudsi and the commentary are introduced. The text was presented in latinized form after giving information about the comment method that Qudsi followed in the work. Keywords: Qudsi, akâid-name, Sherh-i Qaside-i Amali, translations, commentary.
Tasavvuf öğretisinde Allah, bilinmek ve sevilmek muradıyla varlığı yaratmıştır. Yaratılmışlar içerisinde onu hakkıyla bilecek ve sevecek tek varlık ise insandır. Hak onun fani bedenine kendi ruhundan üfleyerek onu ebediyen diri kılmıştır. Onun celal ve cemal sıfatlarının kendisine tecelli ettiği insan, ondan, asli vatanından ayrı düşerek dünyaya indirilmiştir. İnsanın o andan sonraki çabası, ayrı düştüğü vatanına ve aslına kavuşmak, yaratılış halkasını tamamlayarak insan-ı kâmil makamına ulaşmaktır.
Kaside-i Bürde that is formed by the deep love felt for the Prophet. In our literature, one of those who translated this work into Turkish by showing the translation of poems by dozens of poets such as Kemal Pashazade, Leâlî, Ahmed-i Rıdvan, Şemseddin Sivâsî and Nahîfî is Fazli, known as the Pasha Palace teacher. In this study, firstly, information about Kaside-i Bürde was given, then written text of the translation is included based on the five copies determined after focusing on the form and content features of the translation, which consists of 161 couplets written by Fazlî, who attracted attention with its more literary identity compared to the translations that are preceded.
Milli Saraylar Dergisi / Journal of National Palaces, 2019
Üsküdar, eski İstanbul’un en önemli yerleşim merkezlerinden birisidir. İstanbul’dan 100 yıl kadar önce Türkler Üsküdar’ı yurt edinmiş ve buraya yerleşmiştir. İstanbul’un hemen karşısında yer alan Üsküdar, ulaşımı kolay ve nispeten daha ferah bir havaya sahip olması nedeniyle çok eski tarihlerden beri hanedanların ve varlıklı kesimlerin genellikle yaz aylarında tercih ettikleri bir bölge olmuştur. Asya Yakası’nda, Boğaz boyunca oldukça geniş bir alana yayılan Üsküdar’ın birçok yerinde eski saray kalıntıları, binaları veya kayıtları mevcuttur. Bu makalenin amacı, günümüze ulaşan veya ulaşmayan izleriyle, kalıntılarıyla, bütün bu saray, köşk, kasır gibi yapıların genel bir resmini çıkarmaktır. Anahtar kelimeler: Üsküdar Sarayı, Dersaâdet, Evliyâ Çelebi, Şerefâbâd, Rüstem Paşa, Kavak, Balyan, Melling, Mâbeyn, Küçüksu, Beylerbeyi Üsküdar is one of the most important settlements in Istanbul. Turks made homeland and settled here about 100 years before Istanbul. This region, located just across Istanbul was preferred by dynasties and upper classes mostly in summer seasons for having easy transport and fresh air compared to Istanbul side. Therefore, there are many palace buildings, ruins or at least records about them in Üsküdar which spread throughout Bosphorus on the Asian side. The purpose of this paper is to reveal a general information about these palaces, mansions and pavilions and their extant and nonextant ruins and traces. Keywords: Üsküdar Sarayı, Dersaâdet, Evliyâ Çelebi, Şerefâbâd, Rüstem Paşa, Kavak, Balyan, Melling, Mâbeyn, Küçüksu, Beylerbeyi
Fuzûlî, kendi ‘ben’liğine şiirlerinde özellikle değinen, bu itibarla ‘ben’ zamirini çok kullanan bir divan şairidir. Fuzûlî’nin bu hususiyeti üzerinde yeterince durulmadığından yapılan bu çalışma ile Fuzûlî’nin şiirlerinde ‘ben’liğin nasıl yer aldığı incelenmiştir. İnceleme yapılırken içinde ‘ben’ zamiri ve bu zamirin ek alan “bana, beni, benim, bende, benden” şekillerinin yer aldığı beyitler dikkate alınmıştır. Şiirdeki kelimelere gelen iyelik ve şahıs eklerinin de ‘ben’i karşıladığı muhakkak olmakla birlikte çalışmada ‘ben’ vurgusu esas alınmıştır. Fuzûlî’nin ‘ben’liği, şiirlerinde birtakım sıfatlarla iç içe yer almaktadır. Bu sıfatlar ve bunların şiirlerde yer alış biçimleri bütün olarak incelendiğinde şairin ‘ben’liğinin temel niteliği ortaya çıkmaktadır: Âşık. Dolayısıyla söz konusu olan ideal manada bir âşığın ‘ben’liğidir. Âşık’ın öncelikle sahip olduğu sıfatlar acz, fakr, gamlı olma, zayıflık, kölelik gibi onun şahsî benliğinin ortadan kalkmasını sağlayacak sıfatlardır. Şahsi ‘ben’liğinden kurtulan ve böylece sevgiliye yaklaşan, hatta sevgilinin varlığında yok olan ve var olan âşık, artık o’nun diliyle ‘ben’ diyebilir. Bu ‘ben’, kendini öven bir ‘ben’dir. Fuzûlî’nin şairliğinden bahsettiği, ‘ben’liğine şair olarak atıfta bulunduğu beyitler, ayrı bir kategori oluşturmakla birlikte, muhteva itibariyle yukarıda bahsedilen çerçeve dâhilinde yer almaktadır. Fuzûlî’nin şiirlerinde kendi beşerî varlığına işaret eden bir ‘ben’liğe pek az tesadüf edilebilir. Bu, büyük ölçüde âşığın sevgili karşısında sahip olduğu acziyet dolayısıyla görünür haldedir.
FUZÛLÎ BIR KAYGI: SU KASIDESI
RANA SENANUR DOĞAN
"İnsan nadiren aklıyla anlar…" J ung pek çok araştırmacı tarafından zamanının "ruh çözümlemecisi" olarak nitelendirilir. Freud'tan sonra kafası karışan, çıkış yolları arayan psikolojiye nefes aldıran bakışlar ortaya koyar gibidir. Onun "kolektif bilinçdışı"na yönelik tespitleri ve ortaya koyduğu arketipler önce psikolojide sonra da edebiyatta başka okumalara alan açmıştır. İnsan ruhunu ele almanın, hastalıklara dair konuşmanın hatta çözümlemenin yolunu arayan Jung için arketipler suyun ötesindekinin tezahür etmesi gibi bir sırrı ifşa etmektir.
M. Bilgin Saydam "Carl Gustav Jung: Nesnel Ruh'un Şamanı" yazısında şöyle der: "İnsan yaşamının esas gailesi, kendi tedavisidir, yani kendi eksiklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliklerinin ıstırabını azaltmaktır. Bunu başarmak, dünyayı, yeniden ve merkezinde kendisi olmak kaydıyle, yani, kendi dünyası olarak "tamam" etmektir: "Yaratıcılık" dediğimiz, hiç bitmeyecek, yani hiçbir zaman ufkuna ulaşamayacak eylem de budur: "Dünyayı-tamam-etme-eylemi"…" 1 Edebiyat da bu noktada adeta "tamam" olmanın araçlarından birisidir.
Bugün klasik şiirimize baktığımızda modern psikolojinin bazı ekollerinin "hastalıklı" bulduğu pek çok duyguyu şiiri oluşturan sembol ve imajlar olarak buluruz. Acıya müptelalığı mazoşistlikle, rakibe duyulan öfke ve kini sadistlikle, Hâk yolunda çekilen çileyi "hastalıklı ruh" haliyle tanımlayabilir modern psikoloji fakat durum bundan çok daha başkadır.
Jung'un ısrarla üzerinde durduğu o "kolektif bilinçdışı" klasik şairi başka bir personaya büründürür. "İnsanlar diğer hayvanlardan farklı olarak hayatta kalabilmek için deneyimlerini sonraki nesillere aktarırlar. Bu sebeple Jungcu bir açıdan, hayatta kalmak için verdiğimiz tepkilerin atalarımızdan aldığımız bilinçdışından geldiğini söylemek yanlış olmaz. Kolektif bilinçdışının Freud'un bilinç öncesi gibi uykuda bekleyen ve ihtiyaç olduğunda uyanan bir yapısı yoktur. Kolektif bilinçdışı her daim aktiftir ve yalnızca ekstrem olaylarda ve durumlarda değil, günlük hayatımızda da bize yön verir. Ayrıca Jung'a göre atalarımızdan kolektif bilinçdışına kaydedilen tepkiler ve davranışlar tekrarlandıkça hayatımızın daha çok parçası haline gelir." 2 Kolektif bilinçdışı evrensel nitelikler taşımaktadır. Jung'un üstünde durduğu "anne arketipi" gibi tüm kültürlerde bulunan, bir biçimde görünür olan ve gündelik pratikleri etkileyen öğretilerdir. Klasik şiir merkezli bakmaya çalıştığımız bu noktada ise kolektif bilinçdışı bu şiirin ikliminde ortak olarak ele alınan ve şiirin arketipi olarak okunan unsurlardır.
Kolektif bilinçdışını oluşturan unsurlar arasında kültür, toplumsal değerler, ortak tarih ve gelenekler, toplumsal imge ve simgeler, ortak dil ve düşünce dünyasını saymak mümkündür. Tüm bunların edebiyatın da temelini oluşturduğunu göz önünde bulundurursak esasen edebiyat bir tür "kolektif bilinçdışı aynası" konumuna oturtulabilir. Daha önce bu konuda özellikle "arketip" temelli pek çok araştırma kaleme alındı bu yazının amacı arketiplere dayalı bir kolektif bilinci açığa vurmak değil, Fuzûlî temelli bir kaygının kolektif bilinçte neye karşılık geldiğini okumaya çalışmaktır.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde "kaygı" kelimesi şu şekilde tanımlan-maktadır: "Üzücü veya kötü bir şey olacak korkusundan doğan tedirgin edici duygu; düşünce, tasa, küşüm, endişe, gam. /Genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu." Bu tanımlama klasik şiirimizin motif, sembol ve imajlarına hâkim kimseler tarafından okunduğunda bu şiir dünyasında bolca karşılık bulan bir duygu olarak görülecektir. Ancak "gam, keder, üzüntü, çile" gibi haller klasik şiire bambaşka bağlamlar katmaktadır. Klasik şiir bir kültür dünyasını ve düşünce yapısını ortaya koyar. İnsanın hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu temel saiklerden birisi de "anlam"dır. Klasik şiiri oluşturan düşünsel dünya bu anlam arayışını yukarıda sayılan duraklardan geçerek bulmaktadır.
Bugün modern psikolojinin hastalık olarak tanımladığı ve "mükemmel"likten uzak gördüğü bu ruh hali esasen anlamlı bir arayışın duraklarıdır. "Günümüz ruh sağlığı felsefesi, insanın mutlu olması gerektiğini ve mutsuzluğun bir uyumsuzluk belirtisi olduğunu vurgular. Bu tür bir değer sistemi, kaçınılmaz mutsuzluğun getirdiği yükün, bu mutsuzluğa dair mutsuzlukla artmasından sorumlu olabilir." 3 Bu bakış açısından sıyrıldığımızda da kişilik kuramlarının pek çoğunun kaygıyı sağlıklı bir kişiliğin temel öğeleri arasında ele aldığını görürüz.
Füsun Akkoyun bu konuya "Kendini Gerçekleştirme ve Kaygı" yazısında şu şekilde bakmaktadır: "Kişiliğin bir parçası olan sürekli kaygı kendini gerçekleştirme düzeyini etkilememektedir. Genellikle olumsuz olarak bilinen kaygının bireyin yaşamını belirli koşullarda olumlu yönde etkileyebileceği görüşü burada geçerli görülmektedir." 4 Bu mahiyette kaygı, kendini gerçekleştirme ve anlam arayışının olumlu bir tetikleyicisi ve aracı olarak ele alınabilir.
Fuzûlî Türk klasik şiirinin en önemli şairlerindendir. Kendisinden sonra klasik şiir Fuzûlî esintili yeni bir iklim dünyasına girmiştir. Onu özellikle edebiyat alanında bu kadar araştırılır, üzerine konuşulur yapan eserlerindeki imge, simge ve dilin eşsiz uyumu ve kültür dünyasının klasik şiirle en iyi biçimde ortaya konuluyor oluşudur. Fuzûlî ele alacağımız kasidesinde de diğer eserlerinde olduğu gibi Türk-İslâm kültürünün imaj ve sembollerini şiirinin esas teması olarak kullanmaktadır.
Su Kasidesi Fuzûlî'nin Türkçe Divân'ındaki dördüncü kasidesidir ve buradaki başlığı: "Kasīde Der-Na't-ı Hazret-i Nebevī" şeklinde geçmektedir. Kaside "su" redifli olduğu için günümüz kültür dünyasında "Su Kasidesi" olarak bilinmektedir. Na't oluşu ve Fuzûlî'nin şiiri kaleme aldığı coğrafya göz önünde bulundurulduğunda şiir farklı bir bağlam daha kazanır. Susuzluğun ve sıcağın had safhada yaşandığı Irak coğrafyasında sevgisiyle gönlünü ferahlatmak istediği peygamberine "su" redifli bir kaside yazmıştır. Fuzûlî şiirinin sembol ve imajlarındaki derinlik hayatı ve coğrafyasıyla daha anlamlı bir hal almaktadır. Burada bu kasidenin birkaç beyti üzerinden şiirindeki kaygıyı ortaya koymaya ve bu kaygının kolektif bilinçteki yerini okumaya çalışacağız. İlk beyit Su Kasidesi'nin açılış beytidir:
"Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çāre su" "Ey göz, gönlümdeki ateşlere gözyaşından su saçma zira böylesine tutuşmuş ateşlere su çare olmaz." Henüz ortalığa saçılmış bir su yoktur ancak Fuzûlî gamının ve kederinin buradan gelecek bir su damlasıyla yok olma ihtimalinin kaygısını güder. Bu ateşe suyun çare olmayacağını vurgular ancak henüz gerçekleşmeden de bu çabayı engellemek bir ihtimali de ortadan kaldırmak demektir. O ateş yanmalı ve hiçbir su da ona çare olmamalıdır ki yandıkça yetiştirsin, büyütsün, gam ve kederini yeni bir anlamla yeniden ortaya çıkartabilsin.
"Ravza-i kūyuna her dem durmayup eyler güzār Āşık olmış galibā ol serv-i hoş-reftāre su" "Su, daima sevgilinin semtinin bahçesine doğru akıp gidiyor. Galiba o da o serviye benzeyen nazlı nazlı giden güzele âşık olmuş." Fuzûlî'nin eserlerinde âşıkların şahı Fuzûlî'dir. Rakipler düşmandır, kötüdür, beddua edilir hatta meydan okunur cinstendir. Âşk ikliminde adı her daim âşıklığın başında anılan Mecnûn'a "Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var /Âşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var." 5 beytiyle meydan okuyuşu da bundandır. Yukarıda verdiğimiz beyit kasidenin 11.beytidir ve bu beyitte de su dahi rakip olarak görülebilir.
Fuzûlî'nin yeni kaygısı istediği yere akıp gidebilen, her yere girip-çıkabilen suyun sevgilinin semtinin bahçesinden süzülüp sevgiliye ulaşması ya da yeni bir âşık olarak Fuzûlî'ye rakip çıkmasıdır. Bu durum Fuzûlî'yi korkutur çünkü onun sevgiliye ulaşma imkânı neredeyse yok gibidir ancak su sevgilinin ellerine değebilir, abdest alırsa dudaklarına ulaşabilir, Fuzûlî için asla gerçekleşmeyecek o kavuşma su için mümkündür. Bu durum âşığı çileden çıkarır. Ne yazık ki bu kaygı sonunda gerçekleşir ve bir sonraki beyitte Fuzûlî'nin korktuğu başına gelmiştir:
"Su yolın ol kūydan toprağ olup dutsam gerek Çün rakībümdür dahı ol kūya koyman vara su" "O semtten, o bahçeden toprak alıp suyun yolunu tutsam gerek, zira su rakibimdir o semte varmasına izin vermem." Fuzûlî'nin bir amacı vardır, amacı bu kaygıyı besler ve sonunda kaygısıyla beraber görünür hale gelir. Tüm klasik şairlerin amacı sevgilinin huzurunda bir karşılık bulmak, "âşık-ı sâdık" makamına ulaşmak, rakiplerini eleyerek mânâ aleminin padişahı, sözün tek sahibi olmaktır. Klasik şiirimizde kolektif bilinç burada ortaya çıkar. Ortak bir hedef, kültürel öğeler, dil, üslûp ve bilincin oluşmasına katkı sağlamıştır. Her şairin bir öncekinden öğrendiği vardır, bu şiirinin yükselişinde bir tuğla görevi görür. Kendi anlam arayışında da gam, keder, kaygı ve ızdırap araçsallaşır. Şiir bu duyguları sağaltır, kolektif bilinci ortaya koyar ve şairin amacına eşlik eder.
Acı, gam, keder ve kaygı âşıklık diyarının eşlikçisidir. Tüm bunlar hayattan çıkartıldığında pürüzsüz ama yapay, plastik var oluşların modern zamanlarda deneyimlendiğini görüyoruz. Klasik şiirin kolektif bilinci şiirle bu duyguları sağaltabiliyorken, bu acıların ve duyguların olmadığı modern hayat bu duyguların yerine yapay hedefler koymakta, "mükemmelik" anlayışını temel anlam arayışının hedefi kılmaktadır. Tüm bunlar günümüz insanında "kaygısızlık kaygısı" ya da "işsizlik nevrozu" gibi hastalıklı ruh halleriyle görünür hale gelir. İçe dönmeye, kendine dönmeye ve acı çekerek iyileşmeye duyduğumuz ihtiyaç temelde insan olduğumuzu anlama ihtiyacımıza da dayanır. İnsanız ve anlamak çoğu zaman akılla değil, duyguyla olur. Neyse ki edebiyat tam da buradan beslenir ve bu duyguları görünür kılar.
Tarih araştırmaları dergisi, 1997
Air Power Australia Analyses, 2005
MATEC web of conferences, 2021
Processo Civil Pragmatista Democrático: Adequada Metodologia para Solução de Conflitos, 2023
Studies in Spanish and Latin American Cinema, 2021
Fundația Regală pentru Literatură şi Artă, Bucureşti, 1942
Physics Letters B, 2018
Transtext(e)s Transcultures 跨文本跨文化, 2006
Meta: Journal des traducteurs, 1995
Statistical papers, 2018