Academia.eduAcademia.edu

FUZÛLÎ BIR KAYGI: SU KASIDESI

2024, Söğüt Dergisi 25. Sayı

FUZÛLÎ BIR KAYGI: SU KASIDESI

RANA SENANUR DOĞAN

"İnsan nadiren aklıyla anlar…" J ung pek çok araştırmacı tarafından zamanının "ruh çözümlemecisi" olarak nitelendirilir. Freud'tan sonra kafası karışan, çıkış yolları arayan psikolojiye nefes aldıran bakışlar ortaya koyar gibidir. Onun "kolektif bilinçdışı"na yönelik tespitleri ve ortaya koyduğu arketipler önce psikolojide sonra da edebiyatta başka okumalara alan açmıştır. İnsan ruhunu ele almanın, hastalıklara dair konuşmanın hatta çözümlemenin yolunu arayan Jung için arketipler suyun ötesindekinin tezahür etmesi gibi bir sırrı ifşa etmektir.

M. Bilgin Saydam "Carl Gustav Jung: Nesnel Ruh'un Şamanı" yazısında şöyle der: "İnsan yaşamının esas gailesi, kendi tedavisidir, yani kendi eksiklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliklerinin ıstırabını azaltmaktır. Bunu başarmak, dünyayı, yeniden ve merkezinde kendisi olmak kaydıyle, yani, kendi dünyası olarak "tamam" etmektir: "Yaratıcılık" dediğimiz, hiç bitmeyecek, yani hiçbir zaman ufkuna ulaşamayacak eylem de budur: "Dünyayı-tamam-etme-eylemi"…" 1 Edebiyat da bu noktada adeta "tamam" olmanın araçlarından birisidir.

Bugün klasik şiirimize baktığımızda modern psikolojinin bazı ekollerinin "hastalıklı" bulduğu pek çok duyguyu şiiri oluşturan sembol ve imajlar olarak buluruz. Acıya müptelalığı mazoşistlikle, rakibe duyulan öfke ve kini sadistlikle, Hâk yolunda çekilen çileyi "hastalıklı ruh" haliyle tanımlayabilir modern psikoloji fakat durum bundan çok daha başkadır.

Jung'un ısrarla üzerinde durduğu o "kolektif bilinçdışı" klasik şairi başka bir personaya büründürür. "İnsanlar diğer hayvanlardan farklı olarak hayatta kalabilmek için deneyimlerini sonraki nesillere aktarırlar. Bu sebeple Jungcu bir açıdan, hayatta kalmak için verdiğimiz tepkilerin atalarımızdan aldığımız bilinçdışından geldiğini söylemek yanlış olmaz. Kolektif bilinçdışının Freud'un bilinç öncesi gibi uykuda bekleyen ve ihtiyaç olduğunda uyanan bir yapısı yoktur. Kolektif bilinçdışı her daim aktiftir ve yalnızca ekstrem olaylarda ve durumlarda değil, günlük hayatımızda da bize yön verir. Ayrıca Jung'a göre atalarımızdan kolektif bilinçdışına kaydedilen tepkiler ve davranışlar tekrarlandıkça hayatımızın daha çok parçası haline gelir." 2 Kolektif bilinçdışı evrensel nitelikler taşımaktadır. Jung'un üstünde durduğu "anne arketipi" gibi tüm kültürlerde bulunan, bir biçimde görünür olan ve gündelik pratikleri etkileyen öğretilerdir. Klasik şiir merkezli bakmaya çalıştığımız bu noktada ise kolektif bilinçdışı bu şiirin ikliminde ortak olarak ele alınan ve şiirin arketipi olarak okunan unsurlardır.

Kolektif bilinçdışını oluşturan unsurlar arasında kültür, toplumsal değerler, ortak tarih ve gelenekler, toplumsal imge ve simgeler, ortak dil ve düşünce dünyasını saymak mümkündür. Tüm bunların edebiyatın da temelini oluşturduğunu göz önünde bulundurursak esasen edebiyat bir tür "kolektif bilinçdışı aynası" konumuna oturtulabilir. Daha önce bu konuda özellikle "arketip" temelli pek çok araştırma kaleme alındı bu yazının amacı arketiplere dayalı bir kolektif bilinci açığa vurmak değil, Fuzûlî temelli bir kaygının kolektif bilinçte neye karşılık geldiğini okumaya çalışmaktır.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde "kaygı" kelimesi şu şekilde tanımlan-maktadır: "Üzücü veya kötü bir şey olacak korkusundan doğan tedirgin edici duygu; düşünce, tasa, küşüm, endişe, gam. /Genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu." Bu tanımlama klasik şiirimizin motif, sembol ve imajlarına hâkim kimseler tarafından okunduğunda bu şiir dünyasında bolca karşılık bulan bir duygu olarak görülecektir. Ancak "gam, keder, üzüntü, çile" gibi haller klasik şiire bambaşka bağlamlar katmaktadır. Klasik şiir bir kültür dünyasını ve düşünce yapısını ortaya koyar. İnsanın hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu temel saiklerden birisi de "anlam"dır. Klasik şiiri oluşturan düşünsel dünya bu anlam arayışını yukarıda sayılan duraklardan geçerek bulmaktadır.

Bugün modern psikolojinin hastalık olarak tanımladığı ve "mükemmel"likten uzak gördüğü bu ruh hali esasen anlamlı bir arayışın duraklarıdır. "Günümüz ruh sağlığı felsefesi, insanın mutlu olması gerektiğini ve mutsuzluğun bir uyumsuzluk belirtisi olduğunu vurgular. Bu tür bir değer sistemi, kaçınılmaz mutsuzluğun getirdiği yükün, bu mutsuzluğa dair mutsuzlukla artmasından sorumlu olabilir." 3 Bu bakış açısından sıyrıldığımızda da kişilik kuramlarının pek çoğunun kaygıyı sağlıklı bir kişiliğin temel öğeleri arasında ele aldığını görürüz.

Füsun Akkoyun bu konuya "Kendini Gerçekleştirme ve Kaygı" yazısında şu şekilde bakmaktadır: "Kişiliğin bir parçası olan sürekli kaygı kendini gerçekleştirme düzeyini etkilememektedir. Genellikle olumsuz olarak bilinen kaygının bireyin yaşamını belirli koşullarda olumlu yönde etkileyebileceği görüşü burada geçerli görülmektedir." 4 Bu mahiyette kaygı, kendini gerçekleştirme ve anlam arayışının olumlu bir tetikleyicisi ve aracı olarak ele alınabilir.

Fuzûlî Türk klasik şiirinin en önemli şairlerindendir. Kendisinden sonra klasik şiir Fuzûlî esintili yeni bir iklim dünyasına girmiştir. Onu özellikle edebiyat alanında bu kadar araştırılır, üzerine konuşulur yapan eserlerindeki imge, simge ve dilin eşsiz uyumu ve kültür dünyasının klasik şiirle en iyi biçimde ortaya konuluyor oluşudur. Fuzûlî ele alacağımız kasidesinde de diğer eserlerinde olduğu gibi Türk-İslâm kültürünün imaj ve sembollerini şiirinin esas teması olarak kullanmaktadır.

Su Kasidesi Fuzûlî'nin Türkçe Divân'ındaki dördüncü kasidesidir ve buradaki başlığı: "Kasīde Der-Na't-ı Hazret-i Nebevī" şeklinde geçmektedir. Kaside "su" redifli olduğu için günümüz kültür dünyasında "Su Kasidesi" olarak bilinmektedir. Na't oluşu ve Fuzûlî'nin şiiri kaleme aldığı coğrafya göz önünde bulundurulduğunda şiir farklı bir bağlam daha kazanır. Susuzluğun ve sıcağın had safhada yaşandığı Irak coğrafyasında sevgisiyle gönlünü ferahlatmak istediği peygamberine "su" redifli bir kaside yazmıştır. Fuzûlî şiirinin sembol ve imajlarındaki derinlik hayatı ve coğrafyasıyla daha anlamlı bir hal almaktadır. Burada bu kasidenin birkaç beyti üzerinden şiirindeki kaygıyı ortaya koymaya ve bu kaygının kolektif bilinçteki yerini okumaya çalışacağız. İlk beyit Su Kasidesi'nin açılış beytidir:

"Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çāre su" "Ey göz, gönlümdeki ateşlere gözyaşından su saçma zira böylesine tutuşmuş ateşlere su çare olmaz." Henüz ortalığa saçılmış bir su yoktur ancak Fuzûlî gamının ve kederinin buradan gelecek bir su damlasıyla yok olma ihtimalinin kaygısını güder. Bu ateşe suyun çare olmayacağını vurgular ancak henüz gerçekleşmeden de bu çabayı engellemek bir ihtimali de ortadan kaldırmak demektir. O ateş yanmalı ve hiçbir su da ona çare olmamalıdır ki yandıkça yetiştirsin, büyütsün, gam ve kederini yeni bir anlamla yeniden ortaya çıkartabilsin.

"Ravza-i kūyuna her dem durmayup eyler güzār Āşık olmış galibā ol serv-i hoş-reftāre su" "Su, daima sevgilinin semtinin bahçesine doğru akıp gidiyor. Galiba o da o serviye benzeyen nazlı nazlı giden güzele âşık olmuş." Fuzûlî'nin eserlerinde âşıkların şahı Fuzûlî'dir. Rakipler düşmandır, kötüdür, beddua edilir hatta meydan okunur cinstendir. Âşk ikliminde adı her daim âşıklığın başında anılan Mecnûn'a "Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var /Âşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var." 5 beytiyle meydan okuyuşu da bundandır. Yukarıda verdiğimiz beyit kasidenin 11.beytidir ve bu beyitte de su dahi rakip olarak görülebilir.

Fuzûlî'nin yeni kaygısı istediği yere akıp gidebilen, her yere girip-çıkabilen suyun sevgilinin semtinin bahçesinden süzülüp sevgiliye ulaşması ya da yeni bir âşık olarak Fuzûlî'ye rakip çıkmasıdır. Bu durum Fuzûlî'yi korkutur çünkü onun sevgiliye ulaşma imkânı neredeyse yok gibidir ancak su sevgilinin ellerine değebilir, abdest alırsa dudaklarına ulaşabilir, Fuzûlî için asla gerçekleşmeyecek o kavuşma su için mümkündür. Bu durum âşığı çileden çıkarır. Ne yazık ki bu kaygı sonunda gerçekleşir ve bir sonraki beyitte Fuzûlî'nin korktuğu başına gelmiştir:

"Su yolın ol kūydan toprağ olup dutsam gerek Çün rakībümdür dahı ol kūya koyman vara su" "O semtten, o bahçeden toprak alıp suyun yolunu tutsam gerek, zira su rakibimdir o semte varmasına izin vermem." Fuzûlî'nin bir amacı vardır, amacı bu kaygıyı besler ve sonunda kaygısıyla beraber görünür hale gelir. Tüm klasik şairlerin amacı sevgilinin huzurunda bir karşılık bulmak, "âşık-ı sâdık" makamına ulaşmak, rakiplerini eleyerek mânâ aleminin padişahı, sözün tek sahibi olmaktır. Klasik şiirimizde kolektif bilinç burada ortaya çıkar. Ortak bir hedef, kültürel öğeler, dil, üslûp ve bilincin oluşmasına katkı sağlamıştır. Her şairin bir öncekinden öğrendiği vardır, bu şiirinin yükselişinde bir tuğla görevi görür. Kendi anlam arayışında da gam, keder, kaygı ve ızdırap araçsallaşır. Şiir bu duyguları sağaltır, kolektif bilinci ortaya koyar ve şairin amacına eşlik eder.

Acı, gam, keder ve kaygı âşıklık diyarının eşlikçisidir. Tüm bunlar hayattan çıkartıldığında pürüzsüz ama yapay, plastik var oluşların modern zamanlarda deneyimlendiğini görüyoruz. Klasik şiirin kolektif bilinci şiirle bu duyguları sağaltabiliyorken, bu acıların ve duyguların olmadığı modern hayat bu duyguların yerine yapay hedefler koymakta, "mükemmelik" anlayışını temel anlam arayışının hedefi kılmaktadır. Tüm bunlar günümüz insanında "kaygısızlık kaygısı" ya da "işsizlik nevrozu" gibi hastalıklı ruh halleriyle görünür hale gelir. İçe dönmeye, kendine dönmeye ve acı çekerek iyileşmeye duyduğumuz ihtiyaç temelde insan olduğumuzu anlama ihtiyacımıza da dayanır. İnsanız ve anlamak çoğu zaman akılla değil, duyguyla olur. Neyse ki edebiyat tam da buradan beslenir ve bu duyguları görünür kılar.