Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çan, Ezan, Hazzan…

Resim
“Çan, Ezan, Hazzan” TRT’nin hazırladığı Antakya belgeselinin ismi. Bu üç sözcük çok güzel anlatıyor aslında üç dinin birleştiği, başka başka ama bir arada yaşayan insanların kenti Antakya’yı… Geçtiğimiz hafta sonu, yine sabaha karşı, ıslak ve soğuk bir İstanbul sabahında yollara düştüm. Ve önceden planlanmış bir şekilde Hatay ’a kaçtım, üç güzel insanla birlikte:) Yine gitmeden evvel bir sürü şey okudum, daha evvel gidenlere danıştım, sordum soruşturdum ve yollara düştüm:) Hatay deyince en çok duyduğum şey yemek ve mutfak kültürü oldu elbette:) Hatay ’a iner inmez havaalanından, daha evvel kiraladığımız arabayı aldık ve şehre doğru yola çıktık. İlk izlenimim biraz buruktu açıkçası; garip bir yokluk ve yoksulluk hali çarpıyor göze. Son dönemin karmaşasından, kentin üzerindeki yorgunluktandır belki dedik ve kahvaltı için bolca tavsiye aldığımız Sultan Sofrası ’na vardık. Yöresel lezzetlerle donanmış sofra bizi ziyadesiyle mutlu etti:) Humus, küçük yeşil zeytinler(ki ne dendiğ...

Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye...

Resim
"Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları. Hişt hişt!” Sait Faik Abasıyanık , Türk öykücülüğünün en önemli isimlerinden biridir. Her hikâyesinde insanı, doğayı ve hayatı alabildiğine yalın ve olabildiğince derin anlatır. Zaman zaman bir Sait Faik öyküsü okumak isterim. Pek çok hikâyesini tekrar tekrar okumuşumdur. Birkaç sezondur, İstanbul Şehir Tiyatroları ’nda sahnelenen Sait Faik seçkisine gitmeye niyetleniyor ancak aksilikler, ertelemeler sebebiyle bir türlü oyunu izleyemiyordum. Birkaç bilet yakmışlığım var bu oyun için. En çok da (rahmetli) Savaş Dinçel’den izleyemediğim için üzülürüm… Kısmet geçtiğimiz Cumartesi gününe, Naşit Özcan yorumuna imiş. Şehir Tiyatroları’nın Sait Faik seçkisi, Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye ’yi yağmurlu bir İstanbul öğleden sonrasında, Kadıköy Haldun Taner sahnesin...

Yaz Ajandaya!

Resim
Hayat gündelik telaşlarla, oradan oraya koşturmacalarla hızlı bir şekilde devam etmekte. İş hayatı sorumluluklar, seyahatler… Bazen soluğumun kesildiğini hissediyorum ve kendime nefes alacağım küçük molalar yaratmaya çalışıyorum. Kitaplara, oyunlara, sergilere kaçıveriyorum. Geçtiğimiz haftaki duraklarımdan kısa kısa notlar. Etkinliklerin bir kısmını Facebook ve Twitter ’da da paylaşıyorum aslında ama yine de uçup gitmesinler diye yazmak istedim:) Tanpınar Müzesi . Daha doğrusu, Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi. Uzun zamandır gitmek istediğim müze, Gülhane Parkı’nın yanıbaşındaki Alay Köşkü’nde, müze kütüphaneciliğinin çok güzel bir örneği. Tanpınar’ın peşi sıra giderken pek çok yazara, şaire ve kıymetli kalem sahibine rastlıyorsunuz. Oldukça özenli bir şekilde dekore edilmiş, etkileyici ve huzur veren ve adeta eski zamanlara gitmenize vesile olan bir müze kütüphane. Bir Cumartesi öğleden sonra gittim, müzeyi gezdim, sonra Gülhane Parkı’na nazır bir masasında kütüpha...

Nar Ağacı...

Resim
10 yıl önce ayrıldığım bir şehre gitmek üzere yola çıkarken çantamdaydı. Havaalanında uçağı beklerken, fotoğrafını çekip, “Yol arkadaşım” notuyla twitterda paylaştım ve kapağını açtığımda, ilk bölümün başında şöyle yazıyordu: YOL ARKADAŞIM Garip bir gülümseme yerleşti yüzüme... Okumaya başladım; daha ilk birkaç sayfada bir kaç satırın altını çizdim; sonra kalemi bıraktım, okumaya daldım... Su gibi aktı hikaye; içimde akan iki ırmak Setterhan ve Zehra... Ve yollardayken, içimden geçip giden, görmeyi dilediğim şehirler: Tebriz, Bakü, Yezd, Batum ve çocukluğumun kenti Trabzon... Nar Ağacı, Nazan Bekiroğlu ’nun, 5 yıl aradan sonra bize anlattığı yeni hikayesi, yeni romanı... Yusuf ile Züleyha ile tanışmıştım Nazan Bekiroğlu’yla... Ama ne tanışmak.... Yusuf ile Züleyha’nın pek çok cümlesini ezbere biliyorum şu an... Dönüp dönüp kaçtığım başucu kitaplarımından biri... Ve sonrasında La, Cümle Kapısı , Nun Masalları, İsimle Ateş Arasında... Ve diğerleri... Bütün kitapla...

Güzel Atlar Ülkesi...

Resim
Kapadokya... Pers dilinde " Güzel Atlar Ülkesi " manasını taşıyormuş, bu toprakların adı...   Henüz yola çıkmadan okudum bunu ve daha o dakika, daha evvel yalnızca geçip gittiğim o toprakları tekrar görmek, biraz soluklanmak   için can atmaya başladım... Seyahat öncesi gideceğim yerle, oranın insanlarıyla, kültürüyle ilgili şeyler okumayı seviyorum. Kapadokya gezisini planlarken, 1,5 günlük dar vaktimize neleri sığdırmamız gerektirdiğini araştırırken bloglar keşfettim, başka seyahat planlarının kapısını açtım, memleketin güzelliğine, tarihine bir kez daha şaştım kaldım. Ve çok güzel bir kitap okudum: Gürsel Korat’ın   Taş Kapıdan Taçkapıya Kapadokya kitabı , bölgeyi gezmeden önce okunacaklar sırasının baş köşesinde... Okudum, notlar aldım, nerelere gidilecek, neler görülecek listeledim, arkadaşlarımla konuştum ve biletleri aldık; yola çıktık. Sabah 6 uçağına yetişmek için, henüz hava aydınlanmamışken, ıslak bir İstanbul sabahında yollara düştük. Kayseri’ye inip...

Hayat İşte...

Resim
Ne zaman zorlu bir döneme girsem kitaplara kaçıyorum. Su içer gibi kitap okuduğum günler hep büyük telaşlarıma, şaşkınlıklarıma ve acılarıma denk gelir… Uyku ve hikayeler dışında kaçacak yerim olmadığından belki; belki de başkalarının cümlelerinde teselli bulduğumdan… Yine çok okuduğum günler… Masamda birikmiş kitapların sayısı azalıyor, yürüyüş yaparken uğradığım kitapçıdan alıp çıktığım hikayenin sonu geliyor bir iki fincan kahvede. Şiirle, öyküyle, sözcüklerle tutunmaya çalışıyorum işte… Şu an elimde Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde var. Mahir Ünsal Eriş ’in çocukluğa dair, eski-mesin istediğimiz- güzelliklere dair sıcacık, naif öyküleri. Çocukluğa, büyümeye ve hayalkırıklığına dair. Barış Bıçakçı ve Emrah Serbes’in yanında bir yer edindi aklımda Mahir Ünsal Eriş. Tam da büyümek üzerine kafa yorduğum şu günlerde, nasıl da vaktinde geldi Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde. Ruh durumuna göre kitap tavsiyelerinin yer aldığı bir blogda kitap önerileri yazmaya başladım bu...

Notalar, renkler, sözcükler...

''Kendinize kıyak geçtiğiniz bir akşam olsun bu akşam.'' diyordu Sezen Aksu sahnede. Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’ni tamamen dolduran kalabalıktaki herkes ise kendi içinde dolanmaktaydı muhtemelen bu sırada. Ben de bir köşede şarkıların taşıyıp yanıbaşıma bıraktığı geçmişime göz kırpmaktaydım… Her Sezen şarkısı nasıl da denk düşer yürüdüğümüz yollardan bir an’a… Sezen Aksu şarkılar söyledikçe, hikayeler dinliyor, içimdekilerle hesaplaşıyor ve kendi hikayemi temize çekiyordum bir nevi… Notalar, sözcükler, dizeler, renkler… Nasıl oluyor da böylesi anlatıyor o tarifi imkansız sandığımız hallerimizi? Bizi hiç bilmez insanlar koca koca sahnelerde veya küçük odalarda nasıl bir araya getirebiliyorlar aklımızdan, kalbimizden geçip gidenleri? Sanat, bir nevi efsun belki de… Kitaplar, şarkılar, tablolar… Ne çok şey var okunacak, dinlenecek ve görülecek… Hakeza yürünecek yollar… Masamda kitaplar, dvdler biriktikçe, ben koşturmaca arasında yeterince ilgi gösteremeyin...

Yürümek...

Resim
‘’Arkadaşlarımı bilmiyorum ama yürüyüşler çok verimli benim için. Hem dışarda görünüyorsun hem içeriye kaybolabiliyorsun.’’ Cahit Zarifoğlu-Yaşamak Ofis hayatında sağlıklı yaşam konusunda ipuçları veren bir eğitime katıldım geçtiğimiz aylarda. Mesai, trafik, hareketsiz yaşam döngüsü arasında kendimiz için yapabileceklerimizden, doğru duruş, egzersiz ve beslenmenin öneminden bahseden fitness uzmanı Serhat Sıdal , Intelligence Fitness(IF) felsefesini anlatıyordu. Sonra katılımcılardan biri bir soru sordu; esasında şartlardan yakındı ve spor yapamamasının sebeplerini sıraladı. Serhat Hoca, sabırla her sebep için bir çözüm sundu, küçük değişiklikler önerdi; her çözüm karşısında bir sorun daha eklendi bu diyologa. Evim uzak, bilgisayarım şurada duruyor, iş yoğun, ama çocuğum var… cümlelerini duydukça kendime döndüm; ben, dedim, aynı böyle yapmıyor muyum, bahaneler sıralamıyor muyum sürekli? O olmaz, bunu yapamam, yok yetiştiremem… derken bahaneler üretmekle geçirmiyor muyum çokça zam...

Düşün'sek Taşın'sak Güzel Şeyler Yapsak Hep:)

Yine uzun zaman oldu, blogu ihmal ettim... Hep kendime kızıyorum; bir daha yapmayacağım diyorum ama koşturmacalar arasında dağılıyorum bazen. Aslında sanırım pek çok şey için aynı şeyi hissediyoruz; hep birşeyleri yapmak isteyip bahaneler bulup erteliyoruz. Oysa ertelemeyenler, bahane bulmayanlar ve vazgeçmeyenler başarılı oluyor. Beni bu blog yazısını yazmaya iten de işte böyle hiç yorulmayan, bahane bulmayan ve başarılı olan bir arkadaşım oldu:) Selim Çavuş , Düşün Taşın Derneği başkanı. Yeni projelerini öğrenince, çabalarına, giderek daha büyük ve daha iyi işler yapma yolundaki çalışmalarına ve enerjilerine hayran oldum. En çok kitap okuma etkinlikleriyle bildiğim, birkaç kez birlikte kitap okuduğum Düşün Taşın şimdi Türkiye'nin her yerinde var olmak, kalabalık ve güçlü bir ekip olmak için yola çıkıyor. Güzel birşeyler yapmak istiyorsanız, bence bir Düşün'ün Taşın'ın ve katılın:) Detaylı bilgi aşağıda efendim:) Düşün Taşın Derneği Edirne’den Karsa 81 İl’den 81...

Bursa'da Zaman...

‘ Bursa’da bir eski cami avlusu, Küçük şadırvanda şakırdıyan su; Orhan zamanından kalma bir duvar… Onunla bir yaşta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü İçinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çeşmenin serinliğinden Ovanın yeşili göğün mavisi Ve mimarîlerin en ilâhisi. ’ Diye başlar Tanpınar ’ın Bursa’da Zaman şiiri... Bursa ... Tanpınar’ın Beş Şehir’inden biri. Benim bu zamana dek uzun yolculuklarda kısa molalar vermekten öteye geçemediğim şehir... Nihayet şeytanın bacağını kırdım ve geçtiğimiz Pazar günü, Bursa’ya kaçtım :) Sabah 7’de Kabataş İdo İskelesi’nde başlayan yolculuk için erkenden , gün daha ağarmadan sokaklara çıkınca ve saba makamının huzuru sararken içimi anlamıştım aslında bu kısa gezinin bana iyi geleceğini :) Güzelyalı’da feribottan inince zeytin ağaçlarıyla kaplı yollardan geçtik ve ilk durağımız Cumalıkızık köyüne vardık. 700 yıllık bir köy, 7 kızık beyinin kurduğu köylerden biri ve Cuma namaz...

Sanki Bugün Nisan...

Nisan geldi işte! En sevdiğim ay:) Erguvanlar açacak yakında ve ben uzun yürüyüşler yapacağım yine Aşiyan’dan boğaza doğru… İçimde bir mutluluk; bütün telaşların ötesinde bir huzur ve az biraz dinginlik var. Gönlümün en sevdiğim mevsimi işte:) Koşturmacalar son sürat devam etmekte. Yine biriktirdim yazılacakları… Çalışma masam notlar, gittiğim oyun-film-film sergi broşürleriyle dolu. Ve ‘Bunu mutlaka yaz!’ ünlemlerinin yer aldığı post-it’ler var elbette… Blog yazmayı bu denli severken, önemserken ve isterken; yazamamaya bahane bulur bulmaz susturuyorum kendimi. ‘Şşşt !’ diyorum kendime, ‘Bahaneler üreteceğine otur iki satır yaz! Şikayet etmekten ve söylenmekten vazgeç yahu…’ Sonra ‘Ama...’ diye yanıtlıyorum kendimi ve bahaneler sıralıyorum… İçimde konuşan sesler arasında kalakalıyorum ve tembelliğe devam ediyorum. Dilerim Nisan üzerimdeki ve kalemimdeki rehaveti alıp götürür:) Hem bu aralar güzel arkadaşlarımdan şahane öneriler, güzel fikirler geliyor! Geziler, projeler, eğiti...

Not Defterinden...

Resim
Uzun uzun yazılar yazmak istiyorum aslında… Aklıma gelenler, gördüklerim, hissettiklerim üzerine bir sürü cümle kurmak istiyorum… Oysa koşturmacalar, telaşlar arasında hep erteliyorum yazılacakları. Kısa kısa geçiyorum her şeyin üzerinden… Uzun uzun anlatmak için, daha derin içerik üretmek için zihinde demlemek gerekiyor sanırım yaşananları… Kafa yormak gerekiyor, vakit harcamak, emek vermek… Şu çılgın koşuşturma arasında oradan oraya savruluyoruz oysa, hep bir yetişme telaşıyla… Demlenmeye vakit öyle az ki… O yüzden, şimdi yine, kısa kısa geçiyorum içimde birikenlerin üzerinden…  Rumeli Feneri'nde akşamüstü...   Ara sıra kaçmalı şehrin gürültüsünden… Öyle çok da plan program yapmadan yola çıkmalı, sessiz sakin köşeler keşfetmeli… İyi geliyor ruha :) Tam da o iyileşmeye ihtiyacım varken, bir Cumartesi keyfi yaptık, İstanbul’un sakin köşelerine sığındık… Aslında planda Pera Müzesi’nde sergi ve sinema varken biz atladık Kireçburnu ’na gittik! Leyla ile Mecnun...