Giriş Mitolojik, teolojik, antropolojik ve etnolojik metinlerde insanın öyküsüyle ilgili bir takım düşünceler ileri sürülür. İlk insanın ya da insan topluluklarının oluşumunda etkili olan faktörler birbirinden farklı yaklaşımlara göre ele...
moreGiriş Mitolojik, teolojik, antropolojik ve etnolojik metinlerde insanın öyküsüyle ilgili bir takım düşünceler ileri sürülür. İlk insanın ya da insan topluluklarının oluşumunda etkili olan faktörler birbirinden farklı yaklaşımlara göre ele alınır. Örneğin Adem ile başlayan insanın öyküsü, teolojik minvalde sürdürülür. Ya da insanın atası olarak homo sapien'in kabul edilmesi, öyküsünün de antropolojik bir okumaya tabii olmasını gerektirir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Ancak burada önemli olan Aristoteles'in insan için yaptığı politikon zoon tanımlamasına göre politik insanın öyküsünü ortaya koymaktır. İnsanın politik bir hayvan olması sosyal ve kültürel bir varlık olarak anlaşılmasını gerektirir. Bunun için insanın öyküsü ethosa dayandırılmalıdır. Hayy Bin Yakzan ya da Robinson Crusoe gibi uç durumları anlatan karakterlerde bile ethosun gerekliliğine vurgu yapılır. Bu anlamda ethos, başkalarıyla bir arada olma sorunsalı etrafında dolanır. Başkalarıyla birlikte olma, aile gibi küçük bir grubun zorunlu ilişkilerinin bir sorunsalı olmayabilir ancak daha büyük ölçekte farklı gruplarla etkileşimde bulunan politik toplumun önemli bir sorunudur. Bu anlamda birlikte yaşam düşüncesi, bir arada olmayı gerekli kılan ilişkiler bütününü kapsar. Bu düşünce yardımlaşma duygusu, ihtiyaç durumu, tanıma-tanınma diyalektiği ve yaşama doğrudan ya da dolaylı yönelmişlikle ilgilidir. Politik tarzda olan "birlikte yaşamın olanağı", siyaset felsefesi için büyük bir önem taşır. Çünkü olanaklılık durumu, aynı zamanda olanaksızlığın olumsuzlamasını da içerir. Yani olanaklılığın olumlanması, olumsuzlanan bir durumun varlığını da teyit eder. Böylece birlikte yaşamın olanaklılığı, aynı biçimde birlikte yaşamın olanaksızlığını ya da onun çatışkılarını da akla getirir. Siyaset felsefesinin rolüyse birlikte yaşam düşüncesi ve birlikte yaşam olanağının araştırılmasına yöneliktir. Antik Yunan'dan modern düşünceye bakıldığında, birlikte yaşam politikası, Platon ve Aristoteles tarafından etraflıca tartışılmış olup modern döneme kadar sürüklenmiştir. Platon ve Aristoteles'in politik görüşleri, polisin yaşam deneyimine uygundur. Buna göre Platon Devlet'te, mevcut politik ortama yani demokrasi pratiğine karşın ideal bir yönetim tarzını ortaya koyar. İdeal yönetiminde filozoflar kraldır; herkes doğuştan farklı özlere ve yeteneklere sahiptir. Ayrıca Platon insanların doğuştan altın, gümüş veya tunç yaradılışlı olarak doğduklarını iddia eder. Devletin göreviyse bu farklılığa uygun yurttaşlar yetiştirmektir. Böylece Platon'da birlikte yaşamın formülü, herkesin hakkına razı olmasıyla olanaklıdır. Buna paralel olarak Aristoteles, erdemli bir yaşamın (phronesis) * Adem Yıldırım, Ankara Üni. DTCF Sistematik Felsefe ve Mantık ABD, Arş. Gör. Bu yazı Felsefe Dünyası Dergisi'nin Sayı: 57 , (2013/1) 156-184 sayfa aralığında yayımlanmıştır. olanaklılığı üzerinde durur. Sınıfsal farklılıklar, birlikte yaşamın olanağını sağlar. Yani herkesin sınıfına uygun yaşamı, birlikte yaşamayı olumlar. Platon ve Aristoteles'in görüşlerine bakıldığında birlikte yaşam düşüncesinin politik tartışması, akla dayalı bir tasarımı öngörür. Aklın kılavuzluğundaki yaşamın politik olanağıysa bilgelik ve mutluluk etiğiyle ilgilidir. Çünkü onlara göre phronesis, mutlu olmanın temel kuralıdır. Bu durumda toplumsal problemlerin kaynağının araştırılması için harcanan çaba, politika yerine etikle olanaklıdır. Ya da birlikte yaşam üzerine ortaya konulan görüşler, etik-politik ilişki içinde incelenmelidir. Bu anlamda ilkçağın birlikte yaşam düşüncesinin felsefi dayanakları, etiko-politik bağlamı içinde akla dayanırken Ortaçağ'da skolastik düşüncenin hâkimiyeti söz konusudur. Skolastik düşüncede, bütün çabalar Tanrının varlığını ve inayetini doğrulamaya dayanır. Her şey Tanrı'nın öğretilerine dayandırılırken insanlardan istenense buna mutlak itaattir. Bu durumda Tanrıya borçlu olan insanlar, skolastik inancın gereklerine uygun hareket etmeli ve ona göre bir yaşam sürmelidirler. Böylece birlikte yaşam düşüncesi, politik bir tartışmadan öte teolojik angajmanlar olan dayanışma, yardımseverlik, kardeşlik ve dindaşlık gibi duygulara dayanır. İnsanlar arasındaki ilişkilerin boyutu seküler düzeyden uzaktır. Böyle bir durumda siyaset alanından mahrumiyet söz konusudur. Kilisenin bu etkisine karşı Rönesans ve sonrasında modern dönemin seküler siyaset düşüncesi, tarihsel bir zorunluluk olarak açığa çıkar. Bu durumda siyaset felsefesinin en önemli tartışması olan birlikte yaşamın olanaklılığı, Antik düşünce ve Ortaçağ skolastik öğretisinden ziyade modern dönemin bir ürünü olarak karşımıza çıkar. Çünkü insanların doğuştan suçlu oldukları (asli günah), yüce bir varlığa borçlu oldukları ve sınıfsal bir yapının içinde doğdukları düşüncesinin yerine herkesin doğal olarak eşit olduğu modern paradigma hâkimdir. Kısaca antik düşünce ve skolastizm öğretisinde birlikte yaşamın politikası için herkesin eşitliği söz konusu değildi. Ancak modern dönemin sorunsalı olan birlikte yaşamın olanağı tartışması, siyaset felsefesinin en önemli problemi haline gelir. Bu problem herkesi ilgilendiren bir niteliğe sahip olduğu için doğal hak, mülkiyet, eşitlik, demokrasi, halk gibi kavramlar çerçevesinde tartışılır. Böylelikle birlikte yaşam olanağının yasası aranmaya başlanır. Bu anlamda birlikte yaşamın olanaklılığının hipostazı herkesin eşitliğidir. Eşitlik düşüncesi, 17. yüzyılda Locke, Hobbes ve Spinoza ile başlayarak Aydınlanmaya değin siyaset felsefesinde tartışılır. Çünkü modern paradigmanın dayanağı, insan merkezli bir dünya tasarımıdır ki bu tasarım Tanrı, sınıf, inanç ve toplumsal hiyerarşinin alaşağı edildiği bir düzene dayanır. Herkes aynı düzlemde kendi tarihini, ortak akla dayanarak oluşturduğu kurumlarla, inşa etmeye çabalar. Burada akıl merkezli bir dünya görüşünün hakimiyeti söz konusudur. Aklın merkeze alınması, 17. yüzyıl siyaset felsefesi düşünürlerinin hemfikir olduğu bir dayanak noktasıdır. Ancakparantez içinde-Aydınlanmayı farklı açılardan anlamlandıran J.J.Rousseau için akıl, birlikte yaşamın politikası için birincil nitelikte değildir. Ona göre duygular, birlikte yaşamı olanaklı hâle getiren birincil niteliklerdir. Akıl ancak duyguların harekete geçirilmesi dolayımında önemli olabilir. Bu durumda "birlikte yaşam düşüncesinin politikası bir icat mı yoksa rastgele ortaya çıkmış, kendiliğinden oluşan bir durum mudur?" sorusuna Aydınlanma, aklın kendiliğinden bulduğu bir keşfi olduğunu söyleyerek cevap verecektir. Rousseau'nun yanıtı ise, modern düşüncenin politik yaklaşımı bağlamında bunun bir icat olduğu yönündedir. Çünkü birlikte yaşam düşüncesi, duygusal bir birlikteliğe dayanır. Bu birlikteliğin kurumsal bir biçime kavuşturulması, aklın kavramsal icadıyla olanaklıdır. Öykülemek gerekirse şöyle denebilir: İnsanlar doğada yaşarken kendi özgürlüklerine uygun olarak her şeyi kendi başlarına yaparlar. İhtiyaç durumu özgürlüklerin kısıtlanması anlamına gelir. Bu kısıtlama da, birlikte yaşamı erteleyen bir özelliğe sahiptir. Böylece doğal yaşama karşı yapılan her dışsal müdahale, kendiliğindenliğin gereği olarak değil, toplumsal düzeni biçimlendirmeye dönük kurgulanmış eylemin bir sonucudur. Bu kurgusal müdahale, "birlikte yaşam olanağı"nı doğallıktan uzak ya da doğadan koparılmış bir biçime dönüştürür. Rousseau'nun bu görüşü