Books by selim hilmi özkan
İmparatorluk Çözülürken Umuda Yolculuk [Cebel-i Lübnan ve Çevresinden Amerika'ya Göç], 2022
19. yüzyılın sonlarında imparatorluğun en huzurlu bölgelerinden kabul edilen Cebel-i Lübnan, Beyr... more 19. yüzyılın sonlarında imparatorluğun en huzurlu bölgelerinden kabul edilen Cebel-i Lübnan, Beyrut, Kudüs, Suriye ve çevresinden; başta Amerika kıtası olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine birçok Osmanlı vatandaşı göç etmiştir. Bu çalışmada özelde Cebel-i Lübnan ve çevresinden, genelde Suriye ve Kudüs’ten daha açık bir ifade ile Doğu Akdeniz’de bulunan Lübnan ve Suriye limanlarından veya liman olmayan yerlerden Amerika’ya yapılan resmi ve gayriresmi [kaçak yollardan] yapılan göçlerin nedenleri ve sonuçları ortaya konmaya çalışıldı.
Çalışmamızın mekânsal sınırlarını Lübnan mutasarrıflığının siyasi coğrafyası ve hinterlandı oluşturdu. Çünkü bu göçmenler daha çok Suriye, Beyrut ve bölgedeki limanları kullanmış olsalar da Cebel-i Lübnan ve Suriye ahalisi olarak anılmışlardır. Belgelerde göçmenler için: Lübnanlı, Suriyeli, Cebel-i Lübnan halkından, Cebel-i Lübnan ahalisi, Suriye halkı, Suriye ahalisinden, fellah takımından, Suriyeli fellah gibi birçok tanımlama kullanılmıştır. Bunun yanında Cebel-i Lübnan ve Suriye’den göç edenlerle ilgili Beyrut, Trablus [Şam], Kudüs, Kudüs’ü Şerif, Şam gibi birçok yerleşim yeri de göçmenlerin göçtükleri yerler olarak belgelere yansımıştır. Onun için Suriye ve Lübnan sahillerini kullanarak kaçak veya izinli şekilde göçenlerin tam olarak nereli olduğunu tespit etmek neredeyse imkânsızdır. Bazı belgelerde göçmenler için veya yakalananların adli işlemleri sırasında Suriye Ermeni’si, Suriyeli Müslüman Fellah, Marûnî, Hristiyan ve Müslüman ahali gibi sınıflama yapılmışsa da bu çok genel bir tanımlamadır. Göçmenlerin etnisiteleri, kökenleri ve dini inançları sonra yapılabilecek daha mikro ölçekli bir çalışmada gözler önüne serilebilir. Bu konuda Meryem Günaydın’ın History Studies dergisinde yayımlanan “Fellaheen Smuggling from the Mount Lebanon” isimli makalesi ve Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi’nde yayımlanan “Osmanlı Döneminde Suriye Havalisinden Amerika’ya Göçler” isimli çalışması bu alanda yapılan önemli çalışmalar olarak gösterilebilir. 1 Ayrıca Osmanlı Suriye’si, bugünkü Suriye topraklarını, Lübnan’ın tamamını, Ürdün’ün kuzey bölümünü ve bugünkü İsrail topraklarını kapsayan alana verilen addı. Suriye bir etnisite ve devletin sınırlarını ifade etmenin ötesinde coğrafi bir bölgeyi tanımlıyordu.
Zaman olarak ise mutasarrıflığın kurulduğu tarih olan 1861 yılından, bölgenin Osmanlı egemenliğinden çıkıp Fransız mandasının başladığı 1920 yılına kadar olan dönemi incelemeyi uygun bulduk. Zaten göçler de 1850’li yılların ortalarından bil itibar başlamış ve daha sonraki yıllarda artarak devam etmiştir. Zaman sınırlamasını yapmak elbette mekân sınırlamasını yapmaktan çok daha kolaydır. Fakat zaman sınırlamasını yaparken birçok belgede benzer söylemlerin kullanıldığına şahit olduk. Mesela göçlerin yoğunlaştığı 1890’dan başlayarak neredeyse imparatorluğun dağılışına kadar göçlerin önlenmesi, göçlerin azaldığı, göçlerin artarak devam ettiği, göçlerin bitmek üzere olduğu, tedbirlerin artırılması, görevlilerin ihmalkâr tutumlarının önüne geçilmesi gibi sık sık benzer ifadeler ile göçün önlenmesi ve nedenleri ile ilgili emirler, talimatlar, yapılması gerekenler gibi birçok yazışma vardır. Konsolosluklardan gelen raporlarda, yakalanan göçmenlerle ilgili sayısız bilgi ve mâlumat mevcuttur. Bu yazışmaların tasnifini yapmak ve bir zamana oturtmak elbette çok zor bir işti. Bu nedenle metin içerisinde sık sık kronolojik sorunlar ortaya çıktı. Farklı konularda kullanılan belgeler bir takım kronolojik karmaşıklıklar gibi görünse de aynı belge içerisinde farklı konuların ele alınmış olması ve o belgenin farklı zaman dilimleri veya farklı konu başlıkları altında kullanılması bu sonucu doğurdu. Fakat metin içerisinde tarihsel akış mümkün olduğu ölçüde korunmaya çalışıldı.
Kaynaklarımızı Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, göç edenlerin yazdıkları hatıralar, Amerika Birleşik Devletleri’nde göçmenlerin çıkardıkları gazete ve mecmualar ile Amerika’da yayın yapan Amerikan gazete ve dergileri ile bunlara dayalı daha sonra yapılan çalışmalar oluşturdu. Kaynaklarla ilgili bilgi, giriş bölümünde daha ayrıntılı şekilde açıklandı.
Bu çalışmanın ortaya çıkma aşamasında bana katlanan eşim Lütfiye’ye, sınav hazırlık sürecinde olan büyük oğlum Ramazan Fatih’e, aynı çalışma masasında bilgisayarın başına oyun için oturduğu zaman “Hiç faydalı bir iş yapmayacak mısın?” dediğimde bana her zaman hazır bir cevabı olan küçük oğlum Kerim Alp’e ve henüz bir yaşını yeni doldurup yürümeye başlayarak masanın yanına gelip “Şu bilgisayarını bırak da beni kucakla” dercesine bakan kızım Gülnihal’e sabırlarından dolayı ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca bir proje önerisi ile başlayan çalışmamıza maddi destek sağlayan Yıldız Teknik Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Koordinatörlüğüne, Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi çalışanlarına, İSAM Kütüphanesi çalışanlarına ve adını sayamadığım fakat imkânlarından yararlandığım birçok kurum ve kuruluş ile bana fikrî açıdan her türlü desteği sağlayan dostlarıma da ayrı ayrı teşekkür ederim.
Avrupa Tarihi, 2021
Avrupa’yı oluşturan milletlerin ve bugünkü devletlerin, tarihin çeşitli dönemlerinde bulundukları... more Avrupa’yı oluşturan milletlerin ve bugünkü devletlerin, tarihin çeşitli dönemlerinde bulundukları coğrafi konumlar ve hanedan ilişkilerinin karmaşıklığı sebebiyle, günümüzde elli ülkenin yer aldığı Avrupa kıtasının tarihini yazmak hem metot hem de içerik açısından oldukça zordur. Bu sebeple Avrupa Tarihi isimli bu eserde, Avrupa kıtasında var olan devlet ve kavimlerin ürettikleri ortak değerler üzerinden bir tarih yazımı tercih edilmiş, Avrupa kıtasının mekânsal ve tarihsel değişimi ile siyasal gelişmeler üzerinde durulmuştur.
Eser, tam bir siyasi tarih olmanın ötesinde, Avrupa zihniyetinin doğuşu ve ortak Avrupa kültürünün ortaya çıkması üzerine yoğunlaşmıştır. Ayrıca okuyucunun zihnini hanedanlar arası kavga ve siyasi çekişmeler ile yormak yerine, Avrupa uygarlığının oluşumuna zemin hazırlayan olaylar ve onların altında yatan nedenler özetlenmiştir. Olayların sonuçlarından yola çıkarak, bunların Avrupa toplumu üzerinde bıraktığı tesirler ve gerçekleşen değişimler ön planda tutulmuştur. Haliyle bu çalışma, yalnızca tarihçilerin değil tarihe ilgi duyan okuyucuların da istifade edeceği şekilde kaleme alınmıştır.
KUT - Fırat'tan Tuna'ya 1 , 2021
Bugüne kadar Osmanlı siyasi tarihi ve Osmanlı medeniyeti üzerine birçok eser kaleme alındı. Bunla... more Bugüne kadar Osmanlı siyasi tarihi ve Osmanlı medeniyeti üzerine birçok eser kaleme alındı. Bunların birçoğu alandaki boşluğu dolduracak nitelikte eserlerdir.
İddiamız bu eserlerden daha iyi bir eser ortaya koymak değildir. Bu eserde diğerlerinden farklı olarak, tarihî olaylar kronolojik sıraya uygun şekilde, roman tadında resmedilmeye çalışılacaktır.
Eserdeki olaylar, olgular ve karakterler tarihteki yaşanmışlıklarla birebir şekilde aktarılmaya gayret edilmiştir. Onun için eserde hakikatin ta kendisi ile karşı karşıya kalacaksınız. Fakat hakikatler ortaya konmaya çalışılırken olaylara bir tarihçi gibi değil bir romancı bakış açısıyla bakılmaya gayret edilmiştir.
Bakış açısı, kişiler, zaman ve mekân roman üslubu ile ele alınmaya çalışıldı. Kurgu, tiplemeler, karakterizasyon ve anlatım teknikleri ise esere akıcılık katmak içindir.
Kahramanların yaşam öyküleri aşırılığa kaçmadan ve gerçeklikten ayrılmadan ele alınmıştır. Olayları daha canlı sunmak için bazı yerlerde zaman ve mekân sınırları zorlanmış olup; bazı yerlerde de zaman ve mekânlar birbirine yaklaştırılmıştır. Günümüz dili ile zamanda yolculuk… Eskilerin ifadesi ile tayy-i mekân…
Son not kısmında olay akışı içerisinde verilemeyen bilgiler bilgi notu şeklinde eklenmiş ve siz değerli okurlarımızın bilgilerine sunulmuştur.
Geleceği görmek için tarihi anlamak ve hatta tarihe şahitlik etmek isteyen herkese… Keyifli okumalar…
Osmanlı Devleti ve Diplomasi, 2017
Henry Kissinger “Diplomasi” isimli eserinde “XX. yüzyılda, uluslararası ilişkileri hiçbir ülke Bi... more Henry Kissinger “Diplomasi” isimli eserinde “XX. yüzyılda, uluslararası ilişkileri hiçbir ülke Birleşik Devletler kadar kesin, fakat aynı zamanda kararsız bir şekilde etkilememiştir. Hiçbir toplum, onun kadar başka devletlerin içişlerine karışmama ilkesinde ısrarlı veya kendi değerlerinin bütün dünyaca uygulanması düşüncesine onun kadar ateşli olmamıştır” ifadelerini kullanır. Bu yaklaşım doğru olabilir veya tartışılabilir. Fakat kesin ve tartışmasız bir şey vardır ki, XV ve XVI. yüzyılda hatta XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin dünya siyasetini yönlendirdiği kadar hiçbir devlet dünya siyasetine yön verememiştir. Bu yön verme Birleşik Devletler’in yaptığı şekilde kararsız da değildir. Kendi değerlerini diğer devletlere dayatma veya uygulatma konusunda da Birleşik Devletler kadar ısrarcı da olmamıştır.
Osmanlı Devleti’nin kuruluştaki temel vasfının fetih ve gaza olduğu herkesçe malumdur. Bu hedefini gerçekleştirmek için özellikle XVIII. asra kadar savaş silahına, daha sonra da diplomasi silahına ağırlık verme gereğini duymuştur. Fakat şunu da bilmekte fayda vardır. Osmanlı Devleti beylikten devlet olmaya geçişte siyasetini ve genişleme stratejisini sadece fetihlere dayalı bir genişleme politikası üzerine inşa etmemiştir. Daha bu dönemlerden başlamak üzere devletin temel siyaseti arasında önde gelme, üstünlük ve diplomasi gibi konular da yer almıştır. Selçuklu mirası üzerine kurulan fakat Roma’nın egemenlik alanı üzerinde de hak iddia eden Osmanlı Devleti’nin başarılarını sadece askeri alandaki başarısıyla açıklamak mümkün değildir. Çünkü Osmanlı Devleti tarih boyunca kurulmuş ve tarihe büyük ölçüde yön vermiş önemli ve güçlü devletlerin en başında gelenidir. Aynı zamanda üç kıtayı yüzlerce yıl elinde bulundurabilmiş yegâne devlettir. Bunun yanında birçok medeniyeti, kültürü, dini ve toplumu bir arada sorunsuz bir şekilde tek çatı altında tutmasını başarmıştır. Tüm bunlar Osmanlı Devleti’ni tarihi misyonunu yerine getirme anlamında diğer devletlerden ayırmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti her ne kadar Bizans sınırında kurulmuş bile olsa kısa sürede Balkanlar ve Anadolu’da eş zamanlı bir şekilde genişleyerek hem Asya hem de Avrupa devleti olma yolunda önemli adımlar atmıştır. Ayrıca daha ilk genişlemeye başladığı yıllarda bünyesine Hristiyanları da alarak gelecekte nasıl bir devlet tasavvur ettiğini de daha bu yıllarda göstermiştir. Aynı zamanda Anadolu yönünde de fetihlerini ihmal etmeyerek mirasını devralacağı medeniyete sahip çıkacağının işaretlerini vermiştir. Tüm bunları iyi bir şekilde analiz etmeden Osmanlı’nın kurmuş olduğu ve tasarladığı medeniyetin ne anlama geldiğini anlamlandıramayız. Siz bir medeniyet düşünün ki, o medeniyet tüm insanlığa kucak açsın. Siz bir medeniyet düşünün ki, köyünde veya kasabasında papaz olmak üzere eğitim almaya hazırlanan bir çocuğu, asrının en ileri medeniyet seviyesine ulaşmış ve egemen olduğu coğrafyanın mutlak hâkimi konumundaki devletin en yetkili kişisi konumuna getirsin. Siz bir medeniyet düşünün ki, kuzey steplerinde veya Asya bozkırlarında doğmuş, kaderi onu ancak tarlada işçi olmaya mahkûm etmiş bir kız çocuğunu imparatorluğun en kudretli kimsesi haline getirebilsin. İşte bu medeniyetin altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarında Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devletiydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya; Kosova’dan Halep’e; Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a; Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğini müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne cami külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey Cami Külliyesi, Konya Karapınar Külliyesi, Van’da İshak Paşa Külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslar’a kadar Osmanlı Kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünü, medeniyetini ve halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. Bunların tamamının kılıç zoru ile oluşturulduğun iddia etmek tarih ilmini anlamsızlaştırır.
Bu çalışmamızda Osmanlı Devleti’ni üstün ve güçlü yapan sebepleri, zirveden çöküşe Osmanlı Devleti’nin diplomatik duruşunu, diplomasi ve dış politika temelinde incelemeye çalıştık. Bu bağlamda çalışmamızı iki kısımdan oluşturduk. Birinci kısımda Osmanlı Devleti’nin diplomasi anlayışını, Karlofça Antlaşması’na kadar Avrupa, Asya ve denizlerdeki siyasi ve askeri üstünlüğünü nasıl devam ettirdiğini ortaya koymaya çalıştık. Ayrıca kuruluş ve yükselme dönemi Osmanlı elçilerinin yurtdışına gitme nedenleri, bunların gittikleri ülkelerde karşılanışları, Osmanlı Devleti’nin gelen elçilere bakışı ve bunlara uyguladığı protokol kuralları hakkında bilgi verdik.
İkinci bölümde Osmanlı Devleti’nin Karlofça Antlaşması sonrası karşı karşıya kaldığı askeri ve siyasi durumu diplomasi çerçevesinde inceledik. Ayrıca 1699 Karlofça Antlaşması sonrası başlayan Osmanlı diplomasisinde nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşandı, onu ortaya koymaya çalıştık. İkinci bölümün bir kısmında da Osmanlı Devleti’nin sürekli diplomasiye geçiş sürecinde dış ilişkilerini nasıl şekillendirmeye çalıştığını göstermeye gayret sarfettik. Son olarak Hariciye Nezareti’nin kurulması ile Re’isü’l-küttablık’tan Hariciye’ye geçişi özelde, genelde ise çalışmanın tamamında bu dönüşümün nasıl tamamlandığını açıklamaya çalıştık.
Bu eseri meydana getirirken beni maddi ve manevi her alanda destekleyen ve isimlerini saymakla bitiremiyeceğim herkese sonsuz teşekkür ederim. Bunun dışında hassaten Başbakanlık Osmanlı Arşivi çalışanlarına ayrı ayrı, eseri son kez okuyarak bana eksikleri gidermemi sağlayan Başbakanlık Osmanlı Arşivi uzmanı Ebul Faruk Önal’a, bu eserin basılmasına katkı sağlayan İdeal Kültür Yayıncılık çalışanları ve özellikle yayınevi sahibi Ahmet Dündar’a teşekkürü bir borç bilirim. Son olarak eşim ve oğullarım Ramazan Fatih ile Kerim Alp’in, kendilerine yeterince zaman ayıramadığım için beni maruz görmelerini ve teşekkürlerin en büyüğünü hak ettiklerini belirtmek isterim.
Toplumları canlı tutan unsurların başında geçmiş ile olan bağları gelir. Bunun için de tarihi sür... more Toplumları canlı tutan unsurların başında geçmiş ile olan bağları gelir. Bunun için de tarihi süreç içerisinde her toplum nereden geldiğini sürekli sorgulamıştır. Bu sorgulamanın bir sonucu tarih ilmi her zaman ön planda olmuştur. Bu nedenle ele almış olduğumuz bu eser de zaman ve mekân sınırları içerisinde tarihin bir döneminin izlerini bulacaksınız. Okuyucu bu eseri incelediği zaman tarihin bu dönemi hakkında detaylı bilgi sahibi olacaktır.
Aydınlanma felsefesi ile birlikte dünya üzerindeki birçok maddi ve manevi olaylar üzerinde etkili olmaya başlayan Avrupa Medeniyeti, Tarihin tasnifi hususunda da baskın bir rol oynamıştır. Bunun için de tarihin tasnifinde Avrupa'nın çok açık bir tesiri ortaya çıkar. Kaleme aldığımız ve tüm yönleri ile ortaya koymaya çalıştığımız Orta Çağ aslında "İslam Kültür ve Medeniyeti" ile "Türk-islam Kültür ve Medeniyeti" açısından tam anlamı ile aydınlık bir dönemi ifade eder. Eğer Orta Çağ, Avrupa Tarihinin geleneksel ve şematik olarak üç bölüme ayrılmasından hareketle ortada kalan çağa verilen isim ise diyecek bir sözümüz yok. Fakat kendi karanlık çağlarını örtmek adına Türk İslam Kültür ve Uygarlığını da kendi çuvallarının içine doldurmak için böyle bir tasnif yapmışlar ise burada yeniden çağları değerlendirmemizde büyük fayda vardır. Bunun için biz de eserimizi iki kısım halinde oluşturarak böyle bir yanlışlığın önüne geçmeye çalıştık.
Orta Çağ Avrupa'nın Rönesans, Reform ve Aydınlanma öncesi karanlıklar içerisinde boğuştuğu dönemi ifade etmektedir. Eser içerisinde kaleme aldığımız Emevi, Abbasi, Memlûk, Selçuklu Medeniyetlerini Avrupa merkezli tasnif edilen Orta Çağ kavramı içerisinde değerlendirmek bu medeniyeti ortaya koyanlara haksızlık olur. Aynı şekilde Roma ve Bizans Medeniyetlerinin belli dönemlerini de Orta Çağ karanlığı içerisine sıkıştıramayız.
Papers by selim hilmi özkan
DergiPark (Istanbul University), Dec 1, 2009
Tarih İncelemeleri Dergisi, 2023
The present study attempts to investigate the resistance of Philippine people against Spanish rul... more The present study attempts to investigate the resistance of Philippine people against Spanish rule in 1521 and American rule in 1898, along with their resistance against the colonialists in the Philippines, island country of Southeast Asia. Additionally, the attitude of the Ottoman Empire towards these controlled and Ottoman-Philippine relations will also be analyzed. The Philippines remained under Spanish rule for several centuries until the Americans arrived. Given that the geographical location of the Philippine islands is on one of the historically important trade route networks stretching from Europe to the Far East and the China Sea, these relations have become more crucial. During this period Captain John P. Finley, the U.S. governor of Zamboanga in the Philippines made a visit to Istanbul and tried to persuade the Ottoman administration that Muslims should not resist the American occupation by using the influence of the caliph on Muslims. The main resources of our research are based on the documents in the Presidential Ottoman Archives and their background. National and international research on the Philippines have also guided us
through our research.
Özet
Bu araştırmada Uzakdoğu’nun ada devletlerinden biri olan Filipinler’in 1898 sonrası Amerika Birleşik Devletleri hâkimiyetine girişi ile birlikte Filipin halkının direnişi ve sömürgecilerle mücadelesi, bu mücadele karşısında Osmanlı Devleti’nin tutumu ve Osmanlı-Filipin ilişkileri incelenecektir. Filipin Adaları’nın bulunduğu konumun, Avrupa’da başlayıp Uzakdoğu ve Çin Denizi’ne kadar uzanan uluslararası ticaret güzergâhının önemli uğrak yerlerinden birisi olması XIX. yüzyılın sonlarında bu ilişkileri daha önemli hale getirmiştir. Bunun yanında işgal boyunca gayrimüslim halkın yanı sıra Müslümanların da direnişi ile karşı karşıya kalan Amerika, bu direnişi kırmak için Osmanlı Devleti’nden yardım istemiştir. Bu süreçte İstanbul’a bir ziyaret gerçekleştiren Amerika Birleşik Devletleri'nin Filipinler'deki Zamboanga valisi Yüzbaşı John P. Finley, halifenin Müslümanlar üzerindeki etkisini kullanarak Müslümanların Amerikan işgaline karşı direnmemeleri konusunda Osmanlı yönetimini iknaya çalıştı. Çalışmamızda araştırma konumuzun kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinde bulunan belgeler ve bunların arka planı oluşturmuştur. Bunun dışında Filipinler üzerine yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırmalar da araştırmamız boyunca bize yol göstermiştir. Son araştırmalar Osmanlı belgeleri ışığında yeniden analiz edilmeye çalışılmıştır.
IBAD Sosyal Bilimler Dergisi, 2022
Uzun yıllar Türkler ile aynı coğrafyada huzur ve barış içerisinde yaşayan Ermeniler, 19. yüzyılda... more Uzun yıllar Türkler ile aynı coğrafyada huzur ve barış içerisinde yaşayan Ermeniler, 19. yüzyılda kısmen kendi istekleri, kısmen diğer devletlerin teşviki, kısmen diaspora Ermenilerinin baskısı ile başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere yurtdışına göç etmeye başladılar. Bunun nedenini de Osmanlı Devleti’nin siyasi baskısına bağladılar. Fakat Osmanlı Devleti bu süreçte kendi vatandaşı olarak gördüğü ne Ermenilerin, ne diğer Hristiyan grupların ne de Müslümanların yurt dışına çıkışından yanaydı. Fakat tüm tedbirlere rağmen 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başlarında göç hadisesi yoğun bir şekilde devam etti. Göç sonrası Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşen Ermeniler, burada oluşturdukları kolonileri ile milli benliklerini korumaya çalıştı. Bu benlik korumada Osmanlı ve Türk düşmanlığı yapmayı ortak hedef olarak belirlediler. Bilhassa diasporanın oluşmaya başlaması ile yerel ve ulusal basında Türklük ve Osmanlı aleyhine sayısız yazı çıkmıştır. Bu haberlerin birçoğu gerçeklikten uzak tamamen Ermeni ve büyük devletlerin çıkarlarına hizmet etmek için ve onların yönlendirmesi ile yapılmıştır. Bu çalışmamızda Osmanlı Arşiv Belgelerinin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nde 1777-1963 yılları arasında yayın yapan ve dijital ortama aktarılan 19.717.204 sayfalık gazete arşivinden 1890-1915 yılları arası anahtar kelimeler üzerinden taranmıştır. Bu bilgiler metin analizi yöntemi ile değerlendirmeye tabi tutulurken konu ile ilgili kitap ve makaleler de incelenmiştir.
Journal of Turkish Studies, 2010
Osmanlı Devleti'nin altı yüzyıllık tarihi boyunca önem verdiği konulardan birisi de eğitim olmuşt... more Osmanlı Devleti'nin altı yüzyıllık tarihi boyunca önem verdiği konulardan birisi de eğitim olmuştur. Çünkü Osmanlı yöneticileri ve aydınları, eğitimin bir milletin ilerlemesinin teminatı olduğunu bilmekteydiler. Bunun sonucu devletin kuruluşundan itibaren eğitim kurumlarının ülke geneline yaygınlaştırılması için gayret gösterdiler. Böylelikle medreselerde verilen eğitimin yanı sıra eğitim dili de önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı Devleti'nin yükselme ve zirve dönemlerinde öğretilen Arapçaya ilave olarak duraklama ve gerileme döneminde, Avrupa'nın üstünlüğünün kabulü ile Batı dillerinden birisini de öğrenme zarureti ortaya çıktı. Bu amaçla modern anlamda açılan okullarda Fransızca başta olmak üzere, bazı Batı dilleri öğretilmeye başlandı.
IBAD Sosyal Bilimler Dergisi, 2022
II. Abdülhamit döneminde yaklaşık olarak 35 bin memur istihdam edildi. Bu durumun bir sonucu olar... more II. Abdülhamit döneminde yaklaşık olarak 35 bin memur istihdam edildi. Bu durumun bir sonucu olarak devlet idaresinde de kurumsallaşma ve bürokrasi ön plana çıktı. Bu sayede devlet idaresinin daha fazla merkeziyetçi bir görünüm kazanmakla birlikte memur istihdamı konusunda bir takım köklü değişiklikler de yapıldı. Bu değişikliklerden biri de memurların tercüme-i hâli niteliğindeki sicil kayıtlarının tutulmasıdır. Bu dönemde memurlar gibi Şeyhülislâmlık (Bâb-ı Meşîhat) tarafından ulemânın da sicil kayıtları tutulmuştur. Bugün İstanbul Müftülüğü Şer’iyye Sicilleri Arşivi’nde toplam 6554 adet Ulema Sicil Dosyası bulunmaktadır. Dosyalarda ulemâya ait maaş cetvelleri, görev yaptıkları yerler, sağlık raporları, vefatından sonra kalanlara maaş bağlanmış ise bunları gösteren belge ve makbuzlar vardır. Ayrıca bu dosyalarda babasının ismi, şöhreti, lakabı, doğum yeri, ailesi ile ilgili bazı bilgiler de bulunmaktadır. Ulema Sicil Dosyalarında Akseki doğumlu altmış dört kişinin kaydı vardır. Bunlar kadı, naip, mahkemelerde kâtip ve muhafız, müftü, müderris, dersiam, camilerde din görevlisi olarak görev yapmışlardır. Bunlar arasında en çok nâib olarak görev yapan görevli vardır. Dosyaların genelinde de sicil kaydı olan en fazla nâib, ondan sonra müftü ve müderrisler gelmektedir. Akseki doğumlu meşihat personelinden beş tanesi müftü olarak görev yapmıştır. Bunlar Kavala Müftüsü Osman Efendi, Antalya Müftüsü Ahmed Hamdi Efendi, Akseki Müftüsü Mehmed Hilmi Efendi, Beyşehir Müftüsü Mehmed Hilmi Efendi ve Manavgat Müftüsü Ali Rıza Efendidir. Bu çalışmada Ulema Sicil Dosyalarına kayıtlı altmış dört kişiden müftü olarak görev yapan beş kişinin biyografilerini ortaya koymaya çalışacağız. Bu sicil dosyalarına İSAM Kütüphanesi Ulema Sicil Dosyaları Veri Tabanında ulaşılabilmektedir. Biz de bu dosyaları İSAM Kütüphanesi veri tabanından elde ettik. Osmanlı ilmiyesinde görev yapan bu şahısların biyografileri sicil kayıtlarındaki metne sadık kalınarak açıklamalı şekilde ortaya konmaya çalışıldı. Bununla birlikte biyografiler ortaya konurken memurların doğum tarihleri ve aile durumları, eğitim durumları, görev yerleri ve maaşları hakkında geniş bir değerlendirme yapılmaya çalışıldı. Memurların almış oldukları maaşlar dönemin fiyatları ile oranlanarak memurların yaşam standartları hakkında da bir izah yapıldı
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi , 2021
Belgrade remained under the rule of many states, including Rome, Serbia, Hungary, and Bulgaria, u... more Belgrade remained under the rule of many states, including Rome, Serbia, Hungary, and Bulgaria, until the Ottoman period. Since the city had long been an important crossroads, it was invaded many times. The fact that it was on the route to connect the Middle and West Europe with Asia Minor also played a key role in the invasion of Belgrade. Along with being on the way of important roads, Belgrade serves as a door for Europe. Known as the key to Europe, Belgrade could be conquered in 1521 by the Ottoman Empire although it was besieged many times. In the following years, Belgrade became one of the most strategic cities of the Ottoman Empire in the Balkans. Further, the city in the position of Captaincy of Danube remained significant in terms of its military, strategical and economical aspects until it was out of the Ottoman Empire’s hands. This study is concerned with the importance of the city to the Ottoman Empire coupled with its economic and military importance, primarily using Ottoman archival documents. Although considerable research has been devoted to this topic, rather less attention has been paid to the political importance of the Belgrade City to the Ottoman Empire in the Europe. To this end, the current study specifically attempts to examine this issue.
African and Asian Studies, 2020
Migration has been common throughout human history and has been part of Armenian history for many... more Migration has been common throughout human history and has been part of Armenian history for many centuries in varying degrees. However, at the end of the 19th century and in the early years of the 20th century, Armenians experienced an unprecedented rate of migration. The large outflow caused complications that affected many aspects of the social life of Armenians. They had lived in peace throughout the Anatolian territory without any geographical limitations until the last period of the Ottoman Empire when they began to be radicalized by some countries that wished to make Christian Armenians and Muslims enemies. Consequently, Armenians started to migrate abroad from Anatolia. This article examines the reasons for the migration of the Ottoman Armenians before World War I by reference to Ottoman archival documents.
İnönü University Journal of the Faculty of Education, 2018
The aim of this study is to present the approaches related to neighboring countries in establishm... more The aim of this study is to present the approaches related to neighboring countries in establishment years of Turkish republic through geography textbooks. It was examined that Geography textbooks written for secondary education institutions in that period by means of document analysis from qualitative research designs. The method of content analysis was used for the analysis. The answers to the following questions were searched: (1) With which categorical features was Turkey's neighbors defined in the geography textbooks of the early republican period? (2) Which basic tendencies does the neighboring country perception of the Republic of Turkey contain? Among these findings; the neighboring republic of Turkey is under the influence of global centers of power as it is today. Trade relations with the neighboring republic of Turkey are not sufficiently developed. The new Republic of Turkey is not satisfied with the new political boundaries, including Mosul primarily determined by the First World War. The problems of Turkish communities left behind by the Ottomans are included in the textbooks. As a result, the findings were interpreted by considering the relevant literature. It has been able to obtain important information about Turkey's neighbors through textbooks from the official state resources of the early republican period thanks to this study.
Özet
Stratejik konumu oldukça ön planda olan Basra ve çevresinin önemi, Kanuni döneminde Osmanlı... more Özet
Stratejik konumu oldukça ön planda olan Basra ve çevresinin önemi, Kanuni döneminde Osmanlı idaresine katıldıktan sonra artarak devam etti. Bilhassa Osmanlı Devleti'nin Basra-Halep ticari yolunu kontrol altına alması buranın stratejik önemi biraz daha artırdı. Buna ilaveten coğrafi keşifler sonrası meydana gelen gelişmeler Basra'nın stratejik önemi ile birlikte siyasi, iktisadi ve idari önemini daha da ön plana çıkardı. Bu durumu dikkate alan Osmanlı yönetimi, Basra'nın siyasi, idari ve ticari yönünü düzenlemeye çalıştı. Bunun sebeplerinden birisi Hintli tüccarları yeniden bu bölgeye çekerek iktisadi canlanmayı sağlamaktır. Bunun için Fırat donanması güçlendirildi. Son olarak Fırat donanması " Şad Kaptanlığı " adı altında yeniden yapılandırıldı. Bu çalışmamızda kuruluş tarihi kesin olarak belli olmasa da 1699 tarihinden sonra kullanılmaya başlayan ve merkezi Basra olan " Şad Kaptanlığı " nın önemi açıklanacaktır. Ayrıca buranın kaptanlığını yapan Aşçıoğlu Mehmet Paşa'nın siyasi ve askerî faaliyetleri ile birlikte Basra'nın siyasi, ticari, idari ve stratejik önemi de incelenecektir. Abstract Strategic location of Basra and its neighborhood had been highly prioritized and its importance continued after the region was conquered by the Ottoman during the period of Kanuni. Especially, once Ottoman Empire took Basra-Aleppo trade line under control, the strategic importance of the region highly increased. In addition, the developments after the geographical discoveries brought to the fore of political, economic and administrative importance along with the strategic importance of Basra. Ottoman Empire took these issues into consideration and tried to manage the political, administrative and commercial features of Basra by heavily focusing on the region. One of the reasons of this was to revive the economics by attracting the Hindu merchants to the region. Moreover, Fırat Navy Bu çalışma 20-22 Aralık 2017 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen " 100. Yılında Uluslararası Bağdat (Medînetü's-selâm) ve Kûtü'l-Amâre Sempozyumu " nda sunulan bildiri metninin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.
Abstract
Strategic location of Basra and its neighborhood had been highly prioritized and its importance continued after the region was conquered by the Ottoman during the period of Kanuni. Especially, once Ottoman Empire took Basra-Aleppo trade line under control, the strategic importance of the region highly increased. In addition, the developments after the geographical discoveries brought to the fore of political, economic and administrative importance along with the strategic importance of Basra. Ottoman Empire took these issues into consideration and tried to manage the political, administrative and commercial features of Basra by heavily focusing on the region. One of the reasons of this was to revive the economics by attracting the Hindu merchants to the region. Moreover, Fırat Navy had been strengthened. Finally, political power support was provided to the region of Basra through the establishment of a new captainship called "Şad Captainship". In this study, although the exact establishment date is unknown, it is aimed to show the importance of "Şad Captainship", which was centered around Basra region and started being used after 1699. Furthermore, this study examines political, commercial, administrative and strategic importance of Basra along with the political and military actions of the captain of the region, Aşçıoğlu Mehmed Pasha.
Uploads
Books by selim hilmi özkan
Çalışmamızın mekânsal sınırlarını Lübnan mutasarrıflığının siyasi coğrafyası ve hinterlandı oluşturdu. Çünkü bu göçmenler daha çok Suriye, Beyrut ve bölgedeki limanları kullanmış olsalar da Cebel-i Lübnan ve Suriye ahalisi olarak anılmışlardır. Belgelerde göçmenler için: Lübnanlı, Suriyeli, Cebel-i Lübnan halkından, Cebel-i Lübnan ahalisi, Suriye halkı, Suriye ahalisinden, fellah takımından, Suriyeli fellah gibi birçok tanımlama kullanılmıştır. Bunun yanında Cebel-i Lübnan ve Suriye’den göç edenlerle ilgili Beyrut, Trablus [Şam], Kudüs, Kudüs’ü Şerif, Şam gibi birçok yerleşim yeri de göçmenlerin göçtükleri yerler olarak belgelere yansımıştır. Onun için Suriye ve Lübnan sahillerini kullanarak kaçak veya izinli şekilde göçenlerin tam olarak nereli olduğunu tespit etmek neredeyse imkânsızdır. Bazı belgelerde göçmenler için veya yakalananların adli işlemleri sırasında Suriye Ermeni’si, Suriyeli Müslüman Fellah, Marûnî, Hristiyan ve Müslüman ahali gibi sınıflama yapılmışsa da bu çok genel bir tanımlamadır. Göçmenlerin etnisiteleri, kökenleri ve dini inançları sonra yapılabilecek daha mikro ölçekli bir çalışmada gözler önüne serilebilir. Bu konuda Meryem Günaydın’ın History Studies dergisinde yayımlanan “Fellaheen Smuggling from the Mount Lebanon” isimli makalesi ve Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi’nde yayımlanan “Osmanlı Döneminde Suriye Havalisinden Amerika’ya Göçler” isimli çalışması bu alanda yapılan önemli çalışmalar olarak gösterilebilir. 1 Ayrıca Osmanlı Suriye’si, bugünkü Suriye topraklarını, Lübnan’ın tamamını, Ürdün’ün kuzey bölümünü ve bugünkü İsrail topraklarını kapsayan alana verilen addı. Suriye bir etnisite ve devletin sınırlarını ifade etmenin ötesinde coğrafi bir bölgeyi tanımlıyordu.
Zaman olarak ise mutasarrıflığın kurulduğu tarih olan 1861 yılından, bölgenin Osmanlı egemenliğinden çıkıp Fransız mandasının başladığı 1920 yılına kadar olan dönemi incelemeyi uygun bulduk. Zaten göçler de 1850’li yılların ortalarından bil itibar başlamış ve daha sonraki yıllarda artarak devam etmiştir. Zaman sınırlamasını yapmak elbette mekân sınırlamasını yapmaktan çok daha kolaydır. Fakat zaman sınırlamasını yaparken birçok belgede benzer söylemlerin kullanıldığına şahit olduk. Mesela göçlerin yoğunlaştığı 1890’dan başlayarak neredeyse imparatorluğun dağılışına kadar göçlerin önlenmesi, göçlerin azaldığı, göçlerin artarak devam ettiği, göçlerin bitmek üzere olduğu, tedbirlerin artırılması, görevlilerin ihmalkâr tutumlarının önüne geçilmesi gibi sık sık benzer ifadeler ile göçün önlenmesi ve nedenleri ile ilgili emirler, talimatlar, yapılması gerekenler gibi birçok yazışma vardır. Konsolosluklardan gelen raporlarda, yakalanan göçmenlerle ilgili sayısız bilgi ve mâlumat mevcuttur. Bu yazışmaların tasnifini yapmak ve bir zamana oturtmak elbette çok zor bir işti. Bu nedenle metin içerisinde sık sık kronolojik sorunlar ortaya çıktı. Farklı konularda kullanılan belgeler bir takım kronolojik karmaşıklıklar gibi görünse de aynı belge içerisinde farklı konuların ele alınmış olması ve o belgenin farklı zaman dilimleri veya farklı konu başlıkları altında kullanılması bu sonucu doğurdu. Fakat metin içerisinde tarihsel akış mümkün olduğu ölçüde korunmaya çalışıldı.
Kaynaklarımızı Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, göç edenlerin yazdıkları hatıralar, Amerika Birleşik Devletleri’nde göçmenlerin çıkardıkları gazete ve mecmualar ile Amerika’da yayın yapan Amerikan gazete ve dergileri ile bunlara dayalı daha sonra yapılan çalışmalar oluşturdu. Kaynaklarla ilgili bilgi, giriş bölümünde daha ayrıntılı şekilde açıklandı.
Bu çalışmanın ortaya çıkma aşamasında bana katlanan eşim Lütfiye’ye, sınav hazırlık sürecinde olan büyük oğlum Ramazan Fatih’e, aynı çalışma masasında bilgisayarın başına oyun için oturduğu zaman “Hiç faydalı bir iş yapmayacak mısın?” dediğimde bana her zaman hazır bir cevabı olan küçük oğlum Kerim Alp’e ve henüz bir yaşını yeni doldurup yürümeye başlayarak masanın yanına gelip “Şu bilgisayarını bırak da beni kucakla” dercesine bakan kızım Gülnihal’e sabırlarından dolayı ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca bir proje önerisi ile başlayan çalışmamıza maddi destek sağlayan Yıldız Teknik Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Koordinatörlüğüne, Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi çalışanlarına, İSAM Kütüphanesi çalışanlarına ve adını sayamadığım fakat imkânlarından yararlandığım birçok kurum ve kuruluş ile bana fikrî açıdan her türlü desteği sağlayan dostlarıma da ayrı ayrı teşekkür ederim.
Eser, tam bir siyasi tarih olmanın ötesinde, Avrupa zihniyetinin doğuşu ve ortak Avrupa kültürünün ortaya çıkması üzerine yoğunlaşmıştır. Ayrıca okuyucunun zihnini hanedanlar arası kavga ve siyasi çekişmeler ile yormak yerine, Avrupa uygarlığının oluşumuna zemin hazırlayan olaylar ve onların altında yatan nedenler özetlenmiştir. Olayların sonuçlarından yola çıkarak, bunların Avrupa toplumu üzerinde bıraktığı tesirler ve gerçekleşen değişimler ön planda tutulmuştur. Haliyle bu çalışma, yalnızca tarihçilerin değil tarihe ilgi duyan okuyucuların da istifade edeceği şekilde kaleme alınmıştır.
İddiamız bu eserlerden daha iyi bir eser ortaya koymak değildir. Bu eserde diğerlerinden farklı olarak, tarihî olaylar kronolojik sıraya uygun şekilde, roman tadında resmedilmeye çalışılacaktır.
Eserdeki olaylar, olgular ve karakterler tarihteki yaşanmışlıklarla birebir şekilde aktarılmaya gayret edilmiştir. Onun için eserde hakikatin ta kendisi ile karşı karşıya kalacaksınız. Fakat hakikatler ortaya konmaya çalışılırken olaylara bir tarihçi gibi değil bir romancı bakış açısıyla bakılmaya gayret edilmiştir.
Bakış açısı, kişiler, zaman ve mekân roman üslubu ile ele alınmaya çalışıldı. Kurgu, tiplemeler, karakterizasyon ve anlatım teknikleri ise esere akıcılık katmak içindir.
Kahramanların yaşam öyküleri aşırılığa kaçmadan ve gerçeklikten ayrılmadan ele alınmıştır. Olayları daha canlı sunmak için bazı yerlerde zaman ve mekân sınırları zorlanmış olup; bazı yerlerde de zaman ve mekânlar birbirine yaklaştırılmıştır. Günümüz dili ile zamanda yolculuk… Eskilerin ifadesi ile tayy-i mekân…
Son not kısmında olay akışı içerisinde verilemeyen bilgiler bilgi notu şeklinde eklenmiş ve siz değerli okurlarımızın bilgilerine sunulmuştur.
Geleceği görmek için tarihi anlamak ve hatta tarihe şahitlik etmek isteyen herkese… Keyifli okumalar…
Osmanlı Devleti’nin kuruluştaki temel vasfının fetih ve gaza olduğu herkesçe malumdur. Bu hedefini gerçekleştirmek için özellikle XVIII. asra kadar savaş silahına, daha sonra da diplomasi silahına ağırlık verme gereğini duymuştur. Fakat şunu da bilmekte fayda vardır. Osmanlı Devleti beylikten devlet olmaya geçişte siyasetini ve genişleme stratejisini sadece fetihlere dayalı bir genişleme politikası üzerine inşa etmemiştir. Daha bu dönemlerden başlamak üzere devletin temel siyaseti arasında önde gelme, üstünlük ve diplomasi gibi konular da yer almıştır. Selçuklu mirası üzerine kurulan fakat Roma’nın egemenlik alanı üzerinde de hak iddia eden Osmanlı Devleti’nin başarılarını sadece askeri alandaki başarısıyla açıklamak mümkün değildir. Çünkü Osmanlı Devleti tarih boyunca kurulmuş ve tarihe büyük ölçüde yön vermiş önemli ve güçlü devletlerin en başında gelenidir. Aynı zamanda üç kıtayı yüzlerce yıl elinde bulundurabilmiş yegâne devlettir. Bunun yanında birçok medeniyeti, kültürü, dini ve toplumu bir arada sorunsuz bir şekilde tek çatı altında tutmasını başarmıştır. Tüm bunlar Osmanlı Devleti’ni tarihi misyonunu yerine getirme anlamında diğer devletlerden ayırmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti her ne kadar Bizans sınırında kurulmuş bile olsa kısa sürede Balkanlar ve Anadolu’da eş zamanlı bir şekilde genişleyerek hem Asya hem de Avrupa devleti olma yolunda önemli adımlar atmıştır. Ayrıca daha ilk genişlemeye başladığı yıllarda bünyesine Hristiyanları da alarak gelecekte nasıl bir devlet tasavvur ettiğini de daha bu yıllarda göstermiştir. Aynı zamanda Anadolu yönünde de fetihlerini ihmal etmeyerek mirasını devralacağı medeniyete sahip çıkacağının işaretlerini vermiştir. Tüm bunları iyi bir şekilde analiz etmeden Osmanlı’nın kurmuş olduğu ve tasarladığı medeniyetin ne anlama geldiğini anlamlandıramayız. Siz bir medeniyet düşünün ki, o medeniyet tüm insanlığa kucak açsın. Siz bir medeniyet düşünün ki, köyünde veya kasabasında papaz olmak üzere eğitim almaya hazırlanan bir çocuğu, asrının en ileri medeniyet seviyesine ulaşmış ve egemen olduğu coğrafyanın mutlak hâkimi konumundaki devletin en yetkili kişisi konumuna getirsin. Siz bir medeniyet düşünün ki, kuzey steplerinde veya Asya bozkırlarında doğmuş, kaderi onu ancak tarlada işçi olmaya mahkûm etmiş bir kız çocuğunu imparatorluğun en kudretli kimsesi haline getirebilsin. İşte bu medeniyetin altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarında Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devletiydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya; Kosova’dan Halep’e; Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a; Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğini müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne cami külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey Cami Külliyesi, Konya Karapınar Külliyesi, Van’da İshak Paşa Külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslar’a kadar Osmanlı Kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünü, medeniyetini ve halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. Bunların tamamının kılıç zoru ile oluşturulduğun iddia etmek tarih ilmini anlamsızlaştırır.
Bu çalışmamızda Osmanlı Devleti’ni üstün ve güçlü yapan sebepleri, zirveden çöküşe Osmanlı Devleti’nin diplomatik duruşunu, diplomasi ve dış politika temelinde incelemeye çalıştık. Bu bağlamda çalışmamızı iki kısımdan oluşturduk. Birinci kısımda Osmanlı Devleti’nin diplomasi anlayışını, Karlofça Antlaşması’na kadar Avrupa, Asya ve denizlerdeki siyasi ve askeri üstünlüğünü nasıl devam ettirdiğini ortaya koymaya çalıştık. Ayrıca kuruluş ve yükselme dönemi Osmanlı elçilerinin yurtdışına gitme nedenleri, bunların gittikleri ülkelerde karşılanışları, Osmanlı Devleti’nin gelen elçilere bakışı ve bunlara uyguladığı protokol kuralları hakkında bilgi verdik.
İkinci bölümde Osmanlı Devleti’nin Karlofça Antlaşması sonrası karşı karşıya kaldığı askeri ve siyasi durumu diplomasi çerçevesinde inceledik. Ayrıca 1699 Karlofça Antlaşması sonrası başlayan Osmanlı diplomasisinde nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşandı, onu ortaya koymaya çalıştık. İkinci bölümün bir kısmında da Osmanlı Devleti’nin sürekli diplomasiye geçiş sürecinde dış ilişkilerini nasıl şekillendirmeye çalıştığını göstermeye gayret sarfettik. Son olarak Hariciye Nezareti’nin kurulması ile Re’isü’l-küttablık’tan Hariciye’ye geçişi özelde, genelde ise çalışmanın tamamında bu dönüşümün nasıl tamamlandığını açıklamaya çalıştık.
Bu eseri meydana getirirken beni maddi ve manevi her alanda destekleyen ve isimlerini saymakla bitiremiyeceğim herkese sonsuz teşekkür ederim. Bunun dışında hassaten Başbakanlık Osmanlı Arşivi çalışanlarına ayrı ayrı, eseri son kez okuyarak bana eksikleri gidermemi sağlayan Başbakanlık Osmanlı Arşivi uzmanı Ebul Faruk Önal’a, bu eserin basılmasına katkı sağlayan İdeal Kültür Yayıncılık çalışanları ve özellikle yayınevi sahibi Ahmet Dündar’a teşekkürü bir borç bilirim. Son olarak eşim ve oğullarım Ramazan Fatih ile Kerim Alp’in, kendilerine yeterince zaman ayıramadığım için beni maruz görmelerini ve teşekkürlerin en büyüğünü hak ettiklerini belirtmek isterim.
Aydınlanma felsefesi ile birlikte dünya üzerindeki birçok maddi ve manevi olaylar üzerinde etkili olmaya başlayan Avrupa Medeniyeti, Tarihin tasnifi hususunda da baskın bir rol oynamıştır. Bunun için de tarihin tasnifinde Avrupa'nın çok açık bir tesiri ortaya çıkar. Kaleme aldığımız ve tüm yönleri ile ortaya koymaya çalıştığımız Orta Çağ aslında "İslam Kültür ve Medeniyeti" ile "Türk-islam Kültür ve Medeniyeti" açısından tam anlamı ile aydınlık bir dönemi ifade eder. Eğer Orta Çağ, Avrupa Tarihinin geleneksel ve şematik olarak üç bölüme ayrılmasından hareketle ortada kalan çağa verilen isim ise diyecek bir sözümüz yok. Fakat kendi karanlık çağlarını örtmek adına Türk İslam Kültür ve Uygarlığını da kendi çuvallarının içine doldurmak için böyle bir tasnif yapmışlar ise burada yeniden çağları değerlendirmemizde büyük fayda vardır. Bunun için biz de eserimizi iki kısım halinde oluşturarak böyle bir yanlışlığın önüne geçmeye çalıştık.
Orta Çağ Avrupa'nın Rönesans, Reform ve Aydınlanma öncesi karanlıklar içerisinde boğuştuğu dönemi ifade etmektedir. Eser içerisinde kaleme aldığımız Emevi, Abbasi, Memlûk, Selçuklu Medeniyetlerini Avrupa merkezli tasnif edilen Orta Çağ kavramı içerisinde değerlendirmek bu medeniyeti ortaya koyanlara haksızlık olur. Aynı şekilde Roma ve Bizans Medeniyetlerinin belli dönemlerini de Orta Çağ karanlığı içerisine sıkıştıramayız.
Papers by selim hilmi özkan
through our research.
Özet
Bu araştırmada Uzakdoğu’nun ada devletlerinden biri olan Filipinler’in 1898 sonrası Amerika Birleşik Devletleri hâkimiyetine girişi ile birlikte Filipin halkının direnişi ve sömürgecilerle mücadelesi, bu mücadele karşısında Osmanlı Devleti’nin tutumu ve Osmanlı-Filipin ilişkileri incelenecektir. Filipin Adaları’nın bulunduğu konumun, Avrupa’da başlayıp Uzakdoğu ve Çin Denizi’ne kadar uzanan uluslararası ticaret güzergâhının önemli uğrak yerlerinden birisi olması XIX. yüzyılın sonlarında bu ilişkileri daha önemli hale getirmiştir. Bunun yanında işgal boyunca gayrimüslim halkın yanı sıra Müslümanların da direnişi ile karşı karşıya kalan Amerika, bu direnişi kırmak için Osmanlı Devleti’nden yardım istemiştir. Bu süreçte İstanbul’a bir ziyaret gerçekleştiren Amerika Birleşik Devletleri'nin Filipinler'deki Zamboanga valisi Yüzbaşı John P. Finley, halifenin Müslümanlar üzerindeki etkisini kullanarak Müslümanların Amerikan işgaline karşı direnmemeleri konusunda Osmanlı yönetimini iknaya çalıştı. Çalışmamızda araştırma konumuzun kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinde bulunan belgeler ve bunların arka planı oluşturmuştur. Bunun dışında Filipinler üzerine yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırmalar da araştırmamız boyunca bize yol göstermiştir. Son araştırmalar Osmanlı belgeleri ışığında yeniden analiz edilmeye çalışılmıştır.
Stratejik konumu oldukça ön planda olan Basra ve çevresinin önemi, Kanuni döneminde Osmanlı idaresine katıldıktan sonra artarak devam etti. Bilhassa Osmanlı Devleti'nin Basra-Halep ticari yolunu kontrol altına alması buranın stratejik önemi biraz daha artırdı. Buna ilaveten coğrafi keşifler sonrası meydana gelen gelişmeler Basra'nın stratejik önemi ile birlikte siyasi, iktisadi ve idari önemini daha da ön plana çıkardı. Bu durumu dikkate alan Osmanlı yönetimi, Basra'nın siyasi, idari ve ticari yönünü düzenlemeye çalıştı. Bunun sebeplerinden birisi Hintli tüccarları yeniden bu bölgeye çekerek iktisadi canlanmayı sağlamaktır. Bunun için Fırat donanması güçlendirildi. Son olarak Fırat donanması " Şad Kaptanlığı " adı altında yeniden yapılandırıldı. Bu çalışmamızda kuruluş tarihi kesin olarak belli olmasa da 1699 tarihinden sonra kullanılmaya başlayan ve merkezi Basra olan " Şad Kaptanlığı " nın önemi açıklanacaktır. Ayrıca buranın kaptanlığını yapan Aşçıoğlu Mehmet Paşa'nın siyasi ve askerî faaliyetleri ile birlikte Basra'nın siyasi, ticari, idari ve stratejik önemi de incelenecektir. Abstract Strategic location of Basra and its neighborhood had been highly prioritized and its importance continued after the region was conquered by the Ottoman during the period of Kanuni. Especially, once Ottoman Empire took Basra-Aleppo trade line under control, the strategic importance of the region highly increased. In addition, the developments after the geographical discoveries brought to the fore of political, economic and administrative importance along with the strategic importance of Basra. Ottoman Empire took these issues into consideration and tried to manage the political, administrative and commercial features of Basra by heavily focusing on the region. One of the reasons of this was to revive the economics by attracting the Hindu merchants to the region. Moreover, Fırat Navy Bu çalışma 20-22 Aralık 2017 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen " 100. Yılında Uluslararası Bağdat (Medînetü's-selâm) ve Kûtü'l-Amâre Sempozyumu " nda sunulan bildiri metninin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.
Abstract
Strategic location of Basra and its neighborhood had been highly prioritized and its importance continued after the region was conquered by the Ottoman during the period of Kanuni. Especially, once Ottoman Empire took Basra-Aleppo trade line under control, the strategic importance of the region highly increased. In addition, the developments after the geographical discoveries brought to the fore of political, economic and administrative importance along with the strategic importance of Basra. Ottoman Empire took these issues into consideration and tried to manage the political, administrative and commercial features of Basra by heavily focusing on the region. One of the reasons of this was to revive the economics by attracting the Hindu merchants to the region. Moreover, Fırat Navy had been strengthened. Finally, political power support was provided to the region of Basra through the establishment of a new captainship called "Şad Captainship". In this study, although the exact establishment date is unknown, it is aimed to show the importance of "Şad Captainship", which was centered around Basra region and started being used after 1699. Furthermore, this study examines political, commercial, administrative and strategic importance of Basra along with the political and military actions of the captain of the region, Aşçıoğlu Mehmed Pasha.
Çalışmamızın mekânsal sınırlarını Lübnan mutasarrıflığının siyasi coğrafyası ve hinterlandı oluşturdu. Çünkü bu göçmenler daha çok Suriye, Beyrut ve bölgedeki limanları kullanmış olsalar da Cebel-i Lübnan ve Suriye ahalisi olarak anılmışlardır. Belgelerde göçmenler için: Lübnanlı, Suriyeli, Cebel-i Lübnan halkından, Cebel-i Lübnan ahalisi, Suriye halkı, Suriye ahalisinden, fellah takımından, Suriyeli fellah gibi birçok tanımlama kullanılmıştır. Bunun yanında Cebel-i Lübnan ve Suriye’den göç edenlerle ilgili Beyrut, Trablus [Şam], Kudüs, Kudüs’ü Şerif, Şam gibi birçok yerleşim yeri de göçmenlerin göçtükleri yerler olarak belgelere yansımıştır. Onun için Suriye ve Lübnan sahillerini kullanarak kaçak veya izinli şekilde göçenlerin tam olarak nereli olduğunu tespit etmek neredeyse imkânsızdır. Bazı belgelerde göçmenler için veya yakalananların adli işlemleri sırasında Suriye Ermeni’si, Suriyeli Müslüman Fellah, Marûnî, Hristiyan ve Müslüman ahali gibi sınıflama yapılmışsa da bu çok genel bir tanımlamadır. Göçmenlerin etnisiteleri, kökenleri ve dini inançları sonra yapılabilecek daha mikro ölçekli bir çalışmada gözler önüne serilebilir. Bu konuda Meryem Günaydın’ın History Studies dergisinde yayımlanan “Fellaheen Smuggling from the Mount Lebanon” isimli makalesi ve Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi’nde yayımlanan “Osmanlı Döneminde Suriye Havalisinden Amerika’ya Göçler” isimli çalışması bu alanda yapılan önemli çalışmalar olarak gösterilebilir. 1 Ayrıca Osmanlı Suriye’si, bugünkü Suriye topraklarını, Lübnan’ın tamamını, Ürdün’ün kuzey bölümünü ve bugünkü İsrail topraklarını kapsayan alana verilen addı. Suriye bir etnisite ve devletin sınırlarını ifade etmenin ötesinde coğrafi bir bölgeyi tanımlıyordu.
Zaman olarak ise mutasarrıflığın kurulduğu tarih olan 1861 yılından, bölgenin Osmanlı egemenliğinden çıkıp Fransız mandasının başladığı 1920 yılına kadar olan dönemi incelemeyi uygun bulduk. Zaten göçler de 1850’li yılların ortalarından bil itibar başlamış ve daha sonraki yıllarda artarak devam etmiştir. Zaman sınırlamasını yapmak elbette mekân sınırlamasını yapmaktan çok daha kolaydır. Fakat zaman sınırlamasını yaparken birçok belgede benzer söylemlerin kullanıldığına şahit olduk. Mesela göçlerin yoğunlaştığı 1890’dan başlayarak neredeyse imparatorluğun dağılışına kadar göçlerin önlenmesi, göçlerin azaldığı, göçlerin artarak devam ettiği, göçlerin bitmek üzere olduğu, tedbirlerin artırılması, görevlilerin ihmalkâr tutumlarının önüne geçilmesi gibi sık sık benzer ifadeler ile göçün önlenmesi ve nedenleri ile ilgili emirler, talimatlar, yapılması gerekenler gibi birçok yazışma vardır. Konsolosluklardan gelen raporlarda, yakalanan göçmenlerle ilgili sayısız bilgi ve mâlumat mevcuttur. Bu yazışmaların tasnifini yapmak ve bir zamana oturtmak elbette çok zor bir işti. Bu nedenle metin içerisinde sık sık kronolojik sorunlar ortaya çıktı. Farklı konularda kullanılan belgeler bir takım kronolojik karmaşıklıklar gibi görünse de aynı belge içerisinde farklı konuların ele alınmış olması ve o belgenin farklı zaman dilimleri veya farklı konu başlıkları altında kullanılması bu sonucu doğurdu. Fakat metin içerisinde tarihsel akış mümkün olduğu ölçüde korunmaya çalışıldı.
Kaynaklarımızı Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, göç edenlerin yazdıkları hatıralar, Amerika Birleşik Devletleri’nde göçmenlerin çıkardıkları gazete ve mecmualar ile Amerika’da yayın yapan Amerikan gazete ve dergileri ile bunlara dayalı daha sonra yapılan çalışmalar oluşturdu. Kaynaklarla ilgili bilgi, giriş bölümünde daha ayrıntılı şekilde açıklandı.
Bu çalışmanın ortaya çıkma aşamasında bana katlanan eşim Lütfiye’ye, sınav hazırlık sürecinde olan büyük oğlum Ramazan Fatih’e, aynı çalışma masasında bilgisayarın başına oyun için oturduğu zaman “Hiç faydalı bir iş yapmayacak mısın?” dediğimde bana her zaman hazır bir cevabı olan küçük oğlum Kerim Alp’e ve henüz bir yaşını yeni doldurup yürümeye başlayarak masanın yanına gelip “Şu bilgisayarını bırak da beni kucakla” dercesine bakan kızım Gülnihal’e sabırlarından dolayı ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca bir proje önerisi ile başlayan çalışmamıza maddi destek sağlayan Yıldız Teknik Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Koordinatörlüğüne, Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi çalışanlarına, İSAM Kütüphanesi çalışanlarına ve adını sayamadığım fakat imkânlarından yararlandığım birçok kurum ve kuruluş ile bana fikrî açıdan her türlü desteği sağlayan dostlarıma da ayrı ayrı teşekkür ederim.
Eser, tam bir siyasi tarih olmanın ötesinde, Avrupa zihniyetinin doğuşu ve ortak Avrupa kültürünün ortaya çıkması üzerine yoğunlaşmıştır. Ayrıca okuyucunun zihnini hanedanlar arası kavga ve siyasi çekişmeler ile yormak yerine, Avrupa uygarlığının oluşumuna zemin hazırlayan olaylar ve onların altında yatan nedenler özetlenmiştir. Olayların sonuçlarından yola çıkarak, bunların Avrupa toplumu üzerinde bıraktığı tesirler ve gerçekleşen değişimler ön planda tutulmuştur. Haliyle bu çalışma, yalnızca tarihçilerin değil tarihe ilgi duyan okuyucuların da istifade edeceği şekilde kaleme alınmıştır.
İddiamız bu eserlerden daha iyi bir eser ortaya koymak değildir. Bu eserde diğerlerinden farklı olarak, tarihî olaylar kronolojik sıraya uygun şekilde, roman tadında resmedilmeye çalışılacaktır.
Eserdeki olaylar, olgular ve karakterler tarihteki yaşanmışlıklarla birebir şekilde aktarılmaya gayret edilmiştir. Onun için eserde hakikatin ta kendisi ile karşı karşıya kalacaksınız. Fakat hakikatler ortaya konmaya çalışılırken olaylara bir tarihçi gibi değil bir romancı bakış açısıyla bakılmaya gayret edilmiştir.
Bakış açısı, kişiler, zaman ve mekân roman üslubu ile ele alınmaya çalışıldı. Kurgu, tiplemeler, karakterizasyon ve anlatım teknikleri ise esere akıcılık katmak içindir.
Kahramanların yaşam öyküleri aşırılığa kaçmadan ve gerçeklikten ayrılmadan ele alınmıştır. Olayları daha canlı sunmak için bazı yerlerde zaman ve mekân sınırları zorlanmış olup; bazı yerlerde de zaman ve mekânlar birbirine yaklaştırılmıştır. Günümüz dili ile zamanda yolculuk… Eskilerin ifadesi ile tayy-i mekân…
Son not kısmında olay akışı içerisinde verilemeyen bilgiler bilgi notu şeklinde eklenmiş ve siz değerli okurlarımızın bilgilerine sunulmuştur.
Geleceği görmek için tarihi anlamak ve hatta tarihe şahitlik etmek isteyen herkese… Keyifli okumalar…
Osmanlı Devleti’nin kuruluştaki temel vasfının fetih ve gaza olduğu herkesçe malumdur. Bu hedefini gerçekleştirmek için özellikle XVIII. asra kadar savaş silahına, daha sonra da diplomasi silahına ağırlık verme gereğini duymuştur. Fakat şunu da bilmekte fayda vardır. Osmanlı Devleti beylikten devlet olmaya geçişte siyasetini ve genişleme stratejisini sadece fetihlere dayalı bir genişleme politikası üzerine inşa etmemiştir. Daha bu dönemlerden başlamak üzere devletin temel siyaseti arasında önde gelme, üstünlük ve diplomasi gibi konular da yer almıştır. Selçuklu mirası üzerine kurulan fakat Roma’nın egemenlik alanı üzerinde de hak iddia eden Osmanlı Devleti’nin başarılarını sadece askeri alandaki başarısıyla açıklamak mümkün değildir. Çünkü Osmanlı Devleti tarih boyunca kurulmuş ve tarihe büyük ölçüde yön vermiş önemli ve güçlü devletlerin en başında gelenidir. Aynı zamanda üç kıtayı yüzlerce yıl elinde bulundurabilmiş yegâne devlettir. Bunun yanında birçok medeniyeti, kültürü, dini ve toplumu bir arada sorunsuz bir şekilde tek çatı altında tutmasını başarmıştır. Tüm bunlar Osmanlı Devleti’ni tarihi misyonunu yerine getirme anlamında diğer devletlerden ayırmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti her ne kadar Bizans sınırında kurulmuş bile olsa kısa sürede Balkanlar ve Anadolu’da eş zamanlı bir şekilde genişleyerek hem Asya hem de Avrupa devleti olma yolunda önemli adımlar atmıştır. Ayrıca daha ilk genişlemeye başladığı yıllarda bünyesine Hristiyanları da alarak gelecekte nasıl bir devlet tasavvur ettiğini de daha bu yıllarda göstermiştir. Aynı zamanda Anadolu yönünde de fetihlerini ihmal etmeyerek mirasını devralacağı medeniyete sahip çıkacağının işaretlerini vermiştir. Tüm bunları iyi bir şekilde analiz etmeden Osmanlı’nın kurmuş olduğu ve tasarladığı medeniyetin ne anlama geldiğini anlamlandıramayız. Siz bir medeniyet düşünün ki, o medeniyet tüm insanlığa kucak açsın. Siz bir medeniyet düşünün ki, köyünde veya kasabasında papaz olmak üzere eğitim almaya hazırlanan bir çocuğu, asrının en ileri medeniyet seviyesine ulaşmış ve egemen olduğu coğrafyanın mutlak hâkimi konumundaki devletin en yetkili kişisi konumuna getirsin. Siz bir medeniyet düşünün ki, kuzey steplerinde veya Asya bozkırlarında doğmuş, kaderi onu ancak tarlada işçi olmaya mahkûm etmiş bir kız çocuğunu imparatorluğun en kudretli kimsesi haline getirebilsin. İşte bu medeniyetin altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarında Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devletiydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya; Kosova’dan Halep’e; Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a; Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğini müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne cami külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey Cami Külliyesi, Konya Karapınar Külliyesi, Van’da İshak Paşa Külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslar’a kadar Osmanlı Kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünü, medeniyetini ve halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. Bunların tamamının kılıç zoru ile oluşturulduğun iddia etmek tarih ilmini anlamsızlaştırır.
Bu çalışmamızda Osmanlı Devleti’ni üstün ve güçlü yapan sebepleri, zirveden çöküşe Osmanlı Devleti’nin diplomatik duruşunu, diplomasi ve dış politika temelinde incelemeye çalıştık. Bu bağlamda çalışmamızı iki kısımdan oluşturduk. Birinci kısımda Osmanlı Devleti’nin diplomasi anlayışını, Karlofça Antlaşması’na kadar Avrupa, Asya ve denizlerdeki siyasi ve askeri üstünlüğünü nasıl devam ettirdiğini ortaya koymaya çalıştık. Ayrıca kuruluş ve yükselme dönemi Osmanlı elçilerinin yurtdışına gitme nedenleri, bunların gittikleri ülkelerde karşılanışları, Osmanlı Devleti’nin gelen elçilere bakışı ve bunlara uyguladığı protokol kuralları hakkında bilgi verdik.
İkinci bölümde Osmanlı Devleti’nin Karlofça Antlaşması sonrası karşı karşıya kaldığı askeri ve siyasi durumu diplomasi çerçevesinde inceledik. Ayrıca 1699 Karlofça Antlaşması sonrası başlayan Osmanlı diplomasisinde nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşandı, onu ortaya koymaya çalıştık. İkinci bölümün bir kısmında da Osmanlı Devleti’nin sürekli diplomasiye geçiş sürecinde dış ilişkilerini nasıl şekillendirmeye çalıştığını göstermeye gayret sarfettik. Son olarak Hariciye Nezareti’nin kurulması ile Re’isü’l-küttablık’tan Hariciye’ye geçişi özelde, genelde ise çalışmanın tamamında bu dönüşümün nasıl tamamlandığını açıklamaya çalıştık.
Bu eseri meydana getirirken beni maddi ve manevi her alanda destekleyen ve isimlerini saymakla bitiremiyeceğim herkese sonsuz teşekkür ederim. Bunun dışında hassaten Başbakanlık Osmanlı Arşivi çalışanlarına ayrı ayrı, eseri son kez okuyarak bana eksikleri gidermemi sağlayan Başbakanlık Osmanlı Arşivi uzmanı Ebul Faruk Önal’a, bu eserin basılmasına katkı sağlayan İdeal Kültür Yayıncılık çalışanları ve özellikle yayınevi sahibi Ahmet Dündar’a teşekkürü bir borç bilirim. Son olarak eşim ve oğullarım Ramazan Fatih ile Kerim Alp’in, kendilerine yeterince zaman ayıramadığım için beni maruz görmelerini ve teşekkürlerin en büyüğünü hak ettiklerini belirtmek isterim.
Aydınlanma felsefesi ile birlikte dünya üzerindeki birçok maddi ve manevi olaylar üzerinde etkili olmaya başlayan Avrupa Medeniyeti, Tarihin tasnifi hususunda da baskın bir rol oynamıştır. Bunun için de tarihin tasnifinde Avrupa'nın çok açık bir tesiri ortaya çıkar. Kaleme aldığımız ve tüm yönleri ile ortaya koymaya çalıştığımız Orta Çağ aslında "İslam Kültür ve Medeniyeti" ile "Türk-islam Kültür ve Medeniyeti" açısından tam anlamı ile aydınlık bir dönemi ifade eder. Eğer Orta Çağ, Avrupa Tarihinin geleneksel ve şematik olarak üç bölüme ayrılmasından hareketle ortada kalan çağa verilen isim ise diyecek bir sözümüz yok. Fakat kendi karanlık çağlarını örtmek adına Türk İslam Kültür ve Uygarlığını da kendi çuvallarının içine doldurmak için böyle bir tasnif yapmışlar ise burada yeniden çağları değerlendirmemizde büyük fayda vardır. Bunun için biz de eserimizi iki kısım halinde oluşturarak böyle bir yanlışlığın önüne geçmeye çalıştık.
Orta Çağ Avrupa'nın Rönesans, Reform ve Aydınlanma öncesi karanlıklar içerisinde boğuştuğu dönemi ifade etmektedir. Eser içerisinde kaleme aldığımız Emevi, Abbasi, Memlûk, Selçuklu Medeniyetlerini Avrupa merkezli tasnif edilen Orta Çağ kavramı içerisinde değerlendirmek bu medeniyeti ortaya koyanlara haksızlık olur. Aynı şekilde Roma ve Bizans Medeniyetlerinin belli dönemlerini de Orta Çağ karanlığı içerisine sıkıştıramayız.
through our research.
Özet
Bu araştırmada Uzakdoğu’nun ada devletlerinden biri olan Filipinler’in 1898 sonrası Amerika Birleşik Devletleri hâkimiyetine girişi ile birlikte Filipin halkının direnişi ve sömürgecilerle mücadelesi, bu mücadele karşısında Osmanlı Devleti’nin tutumu ve Osmanlı-Filipin ilişkileri incelenecektir. Filipin Adaları’nın bulunduğu konumun, Avrupa’da başlayıp Uzakdoğu ve Çin Denizi’ne kadar uzanan uluslararası ticaret güzergâhının önemli uğrak yerlerinden birisi olması XIX. yüzyılın sonlarında bu ilişkileri daha önemli hale getirmiştir. Bunun yanında işgal boyunca gayrimüslim halkın yanı sıra Müslümanların da direnişi ile karşı karşıya kalan Amerika, bu direnişi kırmak için Osmanlı Devleti’nden yardım istemiştir. Bu süreçte İstanbul’a bir ziyaret gerçekleştiren Amerika Birleşik Devletleri'nin Filipinler'deki Zamboanga valisi Yüzbaşı John P. Finley, halifenin Müslümanlar üzerindeki etkisini kullanarak Müslümanların Amerikan işgaline karşı direnmemeleri konusunda Osmanlı yönetimini iknaya çalıştı. Çalışmamızda araştırma konumuzun kaynaklarını Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinde bulunan belgeler ve bunların arka planı oluşturmuştur. Bunun dışında Filipinler üzerine yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırmalar da araştırmamız boyunca bize yol göstermiştir. Son araştırmalar Osmanlı belgeleri ışığında yeniden analiz edilmeye çalışılmıştır.
Stratejik konumu oldukça ön planda olan Basra ve çevresinin önemi, Kanuni döneminde Osmanlı idaresine katıldıktan sonra artarak devam etti. Bilhassa Osmanlı Devleti'nin Basra-Halep ticari yolunu kontrol altına alması buranın stratejik önemi biraz daha artırdı. Buna ilaveten coğrafi keşifler sonrası meydana gelen gelişmeler Basra'nın stratejik önemi ile birlikte siyasi, iktisadi ve idari önemini daha da ön plana çıkardı. Bu durumu dikkate alan Osmanlı yönetimi, Basra'nın siyasi, idari ve ticari yönünü düzenlemeye çalıştı. Bunun sebeplerinden birisi Hintli tüccarları yeniden bu bölgeye çekerek iktisadi canlanmayı sağlamaktır. Bunun için Fırat donanması güçlendirildi. Son olarak Fırat donanması " Şad Kaptanlığı " adı altında yeniden yapılandırıldı. Bu çalışmamızda kuruluş tarihi kesin olarak belli olmasa da 1699 tarihinden sonra kullanılmaya başlayan ve merkezi Basra olan " Şad Kaptanlığı " nın önemi açıklanacaktır. Ayrıca buranın kaptanlığını yapan Aşçıoğlu Mehmet Paşa'nın siyasi ve askerî faaliyetleri ile birlikte Basra'nın siyasi, ticari, idari ve stratejik önemi de incelenecektir. Abstract Strategic location of Basra and its neighborhood had been highly prioritized and its importance continued after the region was conquered by the Ottoman during the period of Kanuni. Especially, once Ottoman Empire took Basra-Aleppo trade line under control, the strategic importance of the region highly increased. In addition, the developments after the geographical discoveries brought to the fore of political, economic and administrative importance along with the strategic importance of Basra. Ottoman Empire took these issues into consideration and tried to manage the political, administrative and commercial features of Basra by heavily focusing on the region. One of the reasons of this was to revive the economics by attracting the Hindu merchants to the region. Moreover, Fırat Navy Bu çalışma 20-22 Aralık 2017 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen " 100. Yılında Uluslararası Bağdat (Medînetü's-selâm) ve Kûtü'l-Amâre Sempozyumu " nda sunulan bildiri metninin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.
Abstract
Strategic location of Basra and its neighborhood had been highly prioritized and its importance continued after the region was conquered by the Ottoman during the period of Kanuni. Especially, once Ottoman Empire took Basra-Aleppo trade line under control, the strategic importance of the region highly increased. In addition, the developments after the geographical discoveries brought to the fore of political, economic and administrative importance along with the strategic importance of Basra. Ottoman Empire took these issues into consideration and tried to manage the political, administrative and commercial features of Basra by heavily focusing on the region. One of the reasons of this was to revive the economics by attracting the Hindu merchants to the region. Moreover, Fırat Navy had been strengthened. Finally, political power support was provided to the region of Basra through the establishment of a new captainship called "Şad Captainship". In this study, although the exact establishment date is unknown, it is aimed to show the importance of "Şad Captainship", which was centered around Basra region and started being used after 1699. Furthermore, this study examines political, commercial, administrative and strategic importance of Basra along with the political and military actions of the captain of the region, Aşçıoğlu Mehmed Pasha.
Osmanlı Devleti’nin Anadolu topraklarının büyük bir kısmını egemenliğine
almadan önce fethettiği toprakların başında Balkan toprakları gelir. Balkan
topraklarından da Bulgaristan ve Sofya, Osmanlı topraklarına en erken katılan
yerlerdendir. Bu fetihler sonucu başlayan Balkanlar’daki ve Sofya’daki Osmanlı
egemenliği 500 yıldan fazla sürmüş ve bu süre zarfında Balkanlar ile birlikte Sofya
şehri de bir ilim ve kültür şehri haline gelmiştir. Türkler Balkanlar’da ilerlerken
burada kurdukları egemenliğe paralel olarak yeni yerleşim yerleri kurdukları
gibi yerleştikleri şehir, kasaba ve köyleri de şenlendirmişler ve ekonomik olarak
zenginleştirmişlerdir. Ayrıca yerel halk ile bütünleşerek şehirlerin kültürel anlamda
zenginleşmesine de katkı sağlamışlardır. Bu süreçte Sofya, Balkanlar’ın en önemli
ilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Sofya Osmanlı döneminde
vakıfları, camileri, hanları, hamamları ve Türk-İslam şehirlerinin ayrılmaz bir
parçası olan kendine özgü çarşıları ile bölgenin merkezi konumundaki önemli
şehirlerinden birisi olmuştur.
Abstract
The Balkan lands are the first that the Ottoman Empire has conquered before it ruled
over a large part of the Anatolian’s territory; Bulgaria and Sofia were the earliest
places participating the Ottoman territory. The Ottoman rules began in the Balkans
and Sofia as a result of this conquest has lasted over 500 years and during this time,
Sofia along with the Balkans has become a city of science and culture. The Turks in
the Balkans where they have established the rule that moves parallel to the built up
areas, where they have settled as they establish new settlements cities, towns and
villages ordered their jollify and economically enriching. They have also contributed
to the enrichment of the cities culturally by integrating with the local population
of those cities. In this process, Sofia has become the most important scientific and
cultural cities of the Balkans. Sofia has been one of the major cities of the region’s
central location in the Ottoman era with its foundations, mosques, inns, baths and with
its unique market which is an integral part of the Turkısh Islamic cities.
Türklere Anadolu’nun kapısını açan Malazgirt(1071) savaĢından itibaren baĢlayan Türk-Ermeni iliĢkileri, XIX. yüzyılın sonlarına kadar uyumlu bir Ģekilde devam etmiĢtir. Fakat XIX. yüzyılın ortalarına doğru gerginleĢmeye baĢlayan Türk-Ermeni iliĢkileri bu yüzyılın sonlarına doğru çatıĢmaya dönüĢmüĢtür. Buna dıĢ baskılar da eklenince Ermeniler Osmanlı devletine karĢı isyan hareketine kalkıĢmakta tereddüt etmemiĢlerdir. Bu durum yüzlerce yıl beraber yaĢayan iki toplumu birbirine düĢman ettiği gibi Ermenilerin vatan olarak kabul ettiği Anadolu topraklarının dıĢına göç etmelerine de neden olmuĢtur. Ermenilerin kendi istekleri ile göç ettikleri ülkelerden birisi de Gürcistan olmuĢtur. Ermenilerin Gürcistan’ı tercih etmelerinin birçok nedeni vardır. En temel neden ise buranın demografik yapısını değiĢtirmek ve Osmanlıya karĢı bir hareket üssü olarak kullanmaktır.
Bu çalıĢma ile 1878 sonrası Rusya’nın kontrolüne geçen Gürcistan coğrafyasına Ermeni göçünün sebepleri ve sonuçları araĢtırılacaktır. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin genelde Osmanlı sınırları dıĢına, özelde ise Gürcistan coğrafyasına yapılan göçlere bakıĢı ve göçler karĢısında takındığı tavır ortaya konmaya çalıĢılacaktır. Bu bağlamda Gürcistan ve Tiflis’e yapılan göç hareketi Osmanlı Devleti tarafından önemle takip edilmiĢtir. Bu açıdan Gürcistan coğrafyasına yapılan Ermeni göçü ayrı bir önem arz etmektedir.
Principality of the Ottoman Empire in transition to nationalization process was
the most important expansion area of Europe. After the Hungary Victory won
by Süleyman the Magnificent in 1526 the whole Hungary came under the rule
of the Ottoman State. Under these circumstances, Habsburg dynasty fought
with the Ottoman Empire for many years for the territory of Hungry. But it is
difficult to say that Austria had an impact on Hungry during the siege of Vienna
until the last time. Because of the failure of the second Siege of Vienna while
Turkish- Austrian relations gain a new dimension to the situation Hungarians
began to arouse concern. Under these circumstances the Ottoman Empire loses
sovereignty in Hungary while the Hungarians nobles especially with King
Tokeli İmre, Transylvanians and Hungarians who want to live in the Ottoman
territory allowed. These are created for the private living areas. The Ottoman
Empire not only settled Hungarians on its lands but also entitled economic and
religious freedom as meeting the needs of all kinds. While thıs study examine the
relationship between the Ottoman Empire and Austria-sovereignty struggle of the
Turkish-Austrian in Hungary and its impact on relationship between ottoman and
Austria will be exposed to with archival documents and its reflections in treaties.
I believed that this study will fill an important gap in this area.
Öz
Osmanlı Devleti’nin beylikten devletleşme sürecine geçişte en önemli genişleme
alanı Avrupa olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526 yılında kazandığı
Macaristan zaferi sonrası tüm Macaristan Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına
girdi. Bu durum karşısında Habsburg hanedanı Macaristan’daki egemenliğini
kaybetmek istemediği için uzun yıllar Osmanlı Devleti ile Macaristan toprakları
için mücadele etti. Fakat Avusturya’nın II. Viyana kuşatmasına kadar geçen
zaman zarfında Macaristan üzerinde etkili olduğunu söylemek zordur. II.
Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Türk –Avusturya
ilişkileri yeni bir boyut kazanırken Macarların durumu da endişe uyandırmaya
başladı. Bu durum karşısında Osmanlı Devleti, Macaristan’daki egemenliğini
kaybederken, Macar asilzadeleri bilhassa Kral Tökeli İmre ve Erdelliler ile
birlikte Macarlardan isteyenlerin Osmanlı topraklarında yaşamalarına izin verdi.
Bunlar için özel yaşam alanları oluşturdu. Osmanlı Devleti, Macarları Osmanlı
topraklarına iskân ederek her türlü ihtiyaçlarını karşıladığı gibi ekonomik ve dini
özgürlük tanıdı. Bu çalışmada Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki ilişkiler
incelenirken Macaristan’daki Türk-Avusturya hâkimiyet mücadelesi ve bunun
Osmanlı-Avusturya ilişkileri üzerindeki etkisi arşiv belgeleri ve ahitnamelerdeki
yansımaları ile ortaya konacaktır.
The ancient name of Alanya is Caracesium. The city was situated in the ancient region of Pamphylia together with other major cities such as Perge,Side and Aspendos. Alanya was conquered by the Anatolian Seljuk ruler Alaeddin Keykubad in 1221. The conquest of the city reinforced the State in terms of its commercial relationships. After being an Ottoman province in 1471, Alanya continued to possess economical and commercial significance. Agricultural products are historically important features of Alanya and they
contributed to the development of textile and weaving industry. Most important agricultural products are
wool. cotton and flax. Since Iivestock is another important activity products like wool and goat's hair were also used. By referring to historical documents, this study explores the products of Alanya which are used in textile industry during the 16 th century. This study focuses not only on production conditions of the products in Alaiye textile industry but also concerns sub-industry products used in textile industry. Reference of
the study consists of the record book (tahrir defteri) numbered 990 including the years 1500 and the record book (tahrir defteri) numbered 172 belonging to the years 1555.
Keywords: Alanya, Textile. Cotton, Linen, Wool. Mohair, Silk.
ÖZET
Alanya, antik çağda Caracesium adıyla Perge, SideveAspendosgibi önemli şehirleri ile birlikte Parnphylia bölgesinde yer almaktaydı. Alaiye 1221 tarihinde Anadolu Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad tarafından feth edilerek Türk hakimiyetine girdi. Şehir Selçuklu hakimiyetine girmesi ile birlikte uluslararası ticarette Selçuklu Devletine yeni bir güç katdı. Alanya 1471tarihinde Osmanlı hakimiyeti altına girdikten sonra da eski ekonomik ve ticari önemini karumayadevametti. Diğer Anadolu şehirleri gibi Alaiye ve çevresinde de üretilen önemli ürünler arasında tarım ürünleri gelmektedir. Bu ürünler Alaiye'de tekstil ve dokuma sanayisinin gelişmesinde katkı sağlamıştır. Bunlar arasında yün. pamuk ve keten tohumu gibi ürünleri sayabiliriz. Hayvancılığın da önemli bir geçim kaynağıolması sebebi ile hayvandan elde edilen yün. tiftik gibi ürünlerin de
tekstil sanayisinde kullanılmasını sağlamıştır. Bu çalışmamızda XVi. yüzyılda Alaiye sancağında üretilen ve tekstil sanayisinde kullanılan ürünlerin üretim durumları ile birlikte tekstil sanayisinde kullanılan yan sanayi ürünleri üzerinde de durmaya çalışacağız.Çalışma konumuzun kaynağını 1500yıllarını kapsayan 990 numaralı tahrir defteri ile 1555yıllarına ait 172 numaralı tahrir defteri oluşturacaktır.
Anahtar Kelime/er: Alanya, Tekstil, Pamuk, Keten, Yün, Tiftik, İpek.
The cultural values which they created have reached to the present day without interruption. The data in the Ottoman Tahrir books provides us with the necessary information and documents on this issue. We can learn a variety of subjects from Tahrir books such as the population of the region, ethnic structure, economic status, and manufactured products.
ÖZET
Oğuzların Orta Asya’dan Batıya doğru hareketleri ile birlikte Anadolu’ya doğru büyük bir Türk göç dalgası yaşandı. Bu göçler sonucu Anadolu’ya gelen Türk kabile ve boyları, gelmiş oldukları yerleri vatan olarak kabul edip yerleşmeye başladılar. Bunun sonucu Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Tomarza ve Kayseri çevresine de Oğuz boyuna mensup Türkler yerleşerek, buraların Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağladılar. Bu Türkleşme ve İslamlaşma ile birlikte Anadolu’da, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devleti gibi cihan devletleri başta olmak üzere birçok Türk devleti kurulmuştur.
Anadolu’da kurulan devletlerin bırakmış oldukları kültürel değerler günümüze kadar kesintisiz gelmiştir. Osmanlı dönemi için tahrir defterlerindeki veriler bu konuda bizlere gerekli bilgi ve belgeleri sunmaktadır. Tahrir defterlerinden Anadolu’ya gelen boyların iskân durumları başta olmak üzere nüfus ve ekonomik durumlarını, bölgenin etnik yapısını ve bunların yetiştirdikleri ürünleri öğrenmekteyiz.
The most important incident which had played a vital role in Ottoman’s life was
the Viana Siege.İn that term , at the ends of seventeenth century. The Ottoman
Empire had to fight with European states İncluded Russia during sixteen years.
Russia had attempted to struggle with Ottoman to obtain the Black Sea, the Crimea
and the Caucasus in that term of war and afterwards. Of that attack Russia had
captured the castle by attacking Azak in 1696. Russia not only had been content with
having it (the castle of Azak) but also captured the Bosporus and tried to go down
the Black Sea. The fact that the castle of Azak had been left to Russia with the
accora of Karlofça and İstanbul had endarger the fact of having the Black Sea of the
Ottoman Empire. The Ottoman State had have recourse to same measures the send
away Russia from Azak castle at the beginning of eighteeth century.
Key Words: The Ottoman, Russia, The Black Sea, Azak, The Accord of
Karlofça, The Accord of İstanbul, The Crimea
ÖZET
XVII. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nin hayatına yön veren en önemli
olay II. Viyana kuşatmasıdır. Osmanlı Devleti bu dönemde 16 yıl boyunca
Rusya’nın da içinde yer aldığı Avrupalı devletler ile savaşmak zorunda kalmıştır.
Rusya, bu savaş dönemi ve sonrasında Karadeniz, Kırım ve Kafkasları ele geçirmek
için Osmanlı ile mücadeleye girişmiştir. Bunun ilk hamlesi olarak 1696 yılında
Azak’a saldırarak kaleyi ele geçirdi. Rusya, Azak Kalesini almakla yetinmeyip, Kerç
Boğazını da ele geçirip Karadeniz’e inmek için çaba harcamıştır. Karlofça ve
İstanbul Antlaşmaları ile Azak Kalesi’nin Ruslara bırakılması Karadeniz’in Osmanlı
denizi olmasını tehlikeye sokmuştur. Osmanlı Devleti, XVIII. Yüzyılın başlarında
Rusları Azak Denizinden dışarı çıkartmamak için bir takım tedbirlere başvurmuştur.
Anahtar Kelimeler : Osmanlı, Rusya, Karadeniz, Azak, Karlofça Antlaşması, İstanbul
Antlaşması, Kırım, Kafkasya
British’s first relations with Ottoman were fillied on economic and commercial areas. While Ottoman State was fighting the West after the second Viana siega in 1683, England preferred to stay neutral. However, because of the conflicts between England and France. England struggled to finish the war between Ottoman and Austria and to let Austria and were freely against France. British ambassador William Trumbull, known with his political studies rather than his commercial activities made great effort to end the war. On the other hand, although Peget, who was appointed for Trumbull positian and provided reconiliation during the signing of Karlowitz Agreement tried to here England stay neutral, Austria and Venedik didn’t do so. British began to interested in the Ottoman empire and the Middle East to make profit both commercial and politic after the Karlowitz Agreement. In this term, England was getting inclined to Emparializm. For this aim, England tried to secure Indian commercial way.
Özet:
İngiltere’nin Osmanlı ile ilk münasebetleri XIV. asrın sonları ile XV. asrın baslarında
ticari ve iktisadî alanda olmustur. Đngiltere, Osmanlı Devleti’nin 1683 II. Viyana
kusatmasından sonra batı ile savastığı dönemde, tarafsız kalmayı tercih etmistir. Ama buna rağmen, Fransa ile aralarındaki düsmanlıktan dolayı Osmanlı ile Avusturya arasındaki savasın bitmesi ve Avusturya’nın Fransa’ya karsı daha serbest hareket edebilmesi için büyük gayret göstermistir. Osmanlı coğrafyasında ticari faaliyetlerden ziyade siyasi çalısmaları ile tanınan İngiliz büyük elçisi William Trumbull (1686–1691) Đngiltere’nin menfaatleri icabı savasın bitmesi için büyük gayret göstermistir. Trumbull’un yerine atanan ve Karlofça Anlasmasının imzalanması sırasında arabuluculuk yapan Peget (1692–1702) ise, Đngiltere’nin tarafsız kalması için uğrasmıs ise de Avusturya ve Venedik tarafı bir tutum izlemistir. Karlofça
antlasması sonrası dönemde Đngiltere, ticari ve siyasi çıkarları için Yakın Doğu ve Osmanlı Devleti ile daha fazla ilgilenmeye basladı. Bu dönemde Đngiltere yavas yavas emperyalizme kaydı. Bu amaçla da Hindistan ticaret yolunun güvenliğini sağlamaya yöneldi.
ler kurarak yerleşik vaziyete geçmelerine zemin hazırlamıştır. Bu durumun doğal bir sonucu Anadolu ve Rumeli'de şehir iskânından farklı olarak sadece tarım ile uğraşanların ve geçimlerini buradan temin edenlerin oluşturdukları küçük iskân birimleri olarak köyler kurulmuştur. Bazı köylerde değirmen ve tahînhâne gibi küçük işletmelerde bu lunmaktadır. Bu durum bize köylerin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kadar da olsa sanayi tesislerine de sahip olduğunu göstermektedir.
Şehir hayatının pek yaygın olmadığı klasik dönemde, köylerde çiftçiliğin dışında halkın hayatını idâme ettirebilmek için bazı ek işlere yönelmiş olduğu da sıkça görülen bir konudur. Köylüler arasında imam, şeyh, bakırcı, demirci, semerci, hallaç gibi meslek sahibi çiftçiler olduğu gibi; vergiden tamamen veya kısmen muaf olan kale mülâzımları, sayyâdân denilen kuşçular, küreci denilen madenciler, devlet adına pirinç eken çeltükçüler, önemli yollar üzerinde geçitlerin güvenliğini sağlayan derbentçiler, cami mülâzımları ve zâviyedårlar bulunmaktadır. Vergi defterlerinde bazen bir köyün tamamı veya önemli bir kısmı cemaat-1 ulemå veya záviyedar olarak yazılmış, vergilerden de muaf tutulmuşlardır. Osmanlı Devleti köy ünitesini önemsediği için, köylerde sağlam bir teşkilatlanma söz konusu olmuştur. Ülke topraklarını özel mülkiyete vermeksizin, kamu adına elinde tutan ve devlet indinde tarımsal üretimin temel unsuru olan köylü/çiftçinin, vergi ödeyen ve ödediği bu vergi ile de kapıkulu ocakları hariç bütün devlet bürokrasi sini besleyen bir konumu vardır. Bu bakımdan, devlet-toplum ilişkileri bağlamında köylünün konumu vazgeçilmez bir nitelik taşır.
Fakat konar-göçerlerin hareketleri, nüfusun arttığı ve devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde, yerleşik köylü yerini ve yurdunu terk etmiştir. Nüfusun fazla olmadığı ve tarım alanının görece geniş olduğu ilk devirlerde, devlet otoritesi de güçlü olduğundan, konar-göçerlerin hareketleri bir sıkıntı oluşturmazken, ne yazık ki sonraki dönemler de işler değişmiştir. Yerleşik köylü, eşkıya baskını ve konargöçerlerin ekinlerine zarar vermesi ile mücadele etmekten se, kolay olanı tercih ederek yerini yurdunu terk etmişlerdir. Tüm bunların sonucu XIX. yüzyılın sonlarına doğru, XVI. yüzyılda önemli bir üretim merkezi olan köylerin yok olduğunu görüyoruz. Bu çalışmamızda bu köyleri tespit etmeye çalışacağız.
onu bilenlerden öğrenmelidir. Doğruluğu kanıtlanmamış bilgilere itibar etmemelidir. Yalnız tarihi olayları sıralamamalı, onu okuyan kimseler ders çıkarmalıdır. Tarihi kaleme alırken hissiyata kapılmamalıdır. Ayrıca tarihçi kolay anlaşılır bir lisan kullanmalıdır. Naîmâ başta olmak üzere Osmanlı tarihçilerini etkileyen ve tarih yazımını yeni bir yöntem getiren İbn Haldûn’un fikirleri özgündür. İbn Haldûn, Aristoteles ve Platon başta olmak üzere ortaçağ İslâm düşünürleri tarafından bilinen Yunan filozoflarından esinlenmemiştir. O, eserinde yalnızca kendi
çıkarım ve gözlemlerine yer vermeye çalışmıştır.
ekonomik uzantısı üzerinde durulmaktadır. Ama Türkler bozkır illerinde yaşadıkları müddet zarfınca siyasi, dini, sosyal organizasyonları tamamlayarak bunu Karahanlı, Gazneli ve Selçuklular döneminde yerleşik hayata geçerek açıkça ortaya koymuşlardır. Türklerin bozkır kültürü dediğimiz üstün bir kültür ve medeniyete sahip olduklarını gözden kaçıran yerli ve yabancı bilim adamları, böylelikle Türklerin
medeniyete hizmet edemediklerini dünya medeniyetinin oluşmasında bir katkılarının olmadığını bilerek veya bilmeyerek yine aşikâr veya gizli olarak ifade etmeye çalışmaktadırlar. Selçuklu Devletinin kurucusu olan Oğuz Türkleri X. yüzyıla İslam dinini kabul etmiş olarak girdiler. Bundan sonra kurulan Türk-İslam Devletleri, İslam dininin hâkim bulunduğu bölgelerde mevcut kültür çevresi değerleriyle Bozkır Türk Kültürü siyasi, sosyal, hukukî ve örfinin birbiri ile kaynaştığı kendine has karaktere sahip teşekküller meydana getirmişlerdir. Karahanlılar ile başlayan bu geçiş ve gelişme dönemi Selçuklular ile tamamlanmıştır. Bu çalışmamızda Türklerin bozkır ilinden İslami döneme geçişte nasıl bir devlet ve millet görüşüne sahip oldukları değerlendirilecektir. Bu sayede bozkır kültürü ile İslami döneme geçiş aşmasındaki değişim ve dönüşüm kısaca izah edilecektir.
The Oghuz Turks, the founder of the Seljuk State, entered the 10th century as accepting Muslims. The Turkish-Islamic States established after that formed unique entities with the existing cultural values and the political, social, legal and customary of the Steppe Turkish Culture in the regions where the Islamic religion prevails. This process started with Karahanlılar and continued with Great Seljuk, Principalities (Beyliks) and Anatolian Seljuk.
In this study, it is tried to reveal how the Turkish state idea was formed from steppe to the Islamic period. At the same time, the factors that have an impact on the Turkish culture will be compared with the influence of Turkish culture on Iran in particular and the interaction with other civilizations in the region.
Islam was the first religion to regulate the law of slavery, to treat the slaves as humans in social life and to give them many rights. In the first half of the 7th century, Islam introduced and exercised the rights of the slaves, which Europe considered in the 20th century but could not put into action, as a social institution. Although Islam did not abolish slavery, it tried to put the slave’s rights on the legal ground. The first practice, which can be called slavery in the Ottoman Empire, was seen in the conquests of the Balkans after the conquest of Edirne during the reign of Murad I. The Ottoman State regulated the rights of slaves according to Islamic law. The Ottomans punished those who had unlawfully enslaved or had a hand in it.
In this study, rather than the historical development of slavery, we will try to look at the practice in the Ottoman legal system. There have been many studies on this subject. Unlike these studies, the legal basis of slave trade and enslavement and its implementation in the Ottoman Empire will be put forward. We will use Ottoman documents and reviews written on this subject as our resources.
To that end, people have migrated from one continent to another, from country to country, or internally inside the same country. In case of Lebanese Arabs, they migrated from their homeland especially to the United States of America, European countries, and other countries for reasons that were political, religious and
economic, but freedom and permanency were also important. A great wave of migration took place in the Ottoman period before World War I when the empire was beginning to dissolve as populations resettled after the creation of many new states. In addition to this, the large outflow created complications that affected
many aspects of the social life of Lebanese people. Because Lebanon has been a significant center of migration and emigration throughout history. The country is at the heart of a global diaspora of about 14 million people of Lebanese descent scattered around the world.
There are millions of migration documents in the Ottoman Archives, especially related to the nineteenth century. These documents related especially immigrant that migrated from Ottoman territory to other countries during the late nineteenth and early twentieth centuries. There were including these, Armenians, Yezidis, Maronite, Yacoubian, and Lebanon Arabs. This essay examines the reasons for this migration of the Lebanese Arabs before World War I, primarily using Ottoman archival documents. Actually, this study is based on two pillars: one of them is the Ottoman archives and the archives of other countries, to where the Lebanese Arabs migrated mostly.
Turkization and Islamization of Anatolia have come until today. These stories were inscribed especially
by the proliferation of the Islamic philosophy- mysticism during the nineteenth century. In this way,
menâkıbname tradition has been emerged/come out. One can find many things related with the ideas,
actions, lifestyles, the level of education; in short, about the civilization of the Turkish society in these
menâkıbnames.
Turkish Seljuk Empire has made contributions to the world civilization and to Turkish civilization in
particular. Especially the stories inscribed during the age of Turkish Seljukian present information about
the educational aspect of the society living in Anatolia. Local traditions, social issues, life-styles and
society’s outlook on education are among the fields that can be found in these menâkıpnames. In this
study, we attempt to reveal the importance of these menâkıpnames for the history of education via the
menâkıpnames that are inscribed or colloquially verbalized. During the study, we principally referred
to the basic sources on Islamic History and Seljukian History. We made use of the assessments and
evaluations of the scientists and intellectuals such as Prof. Dr. Fuad Köprülü, Prof. Dr. Mikâil Bayram
and Prof. Dr. A. Yaşar Ocak who have conducted significant studies in this field of research.
Bu çalışmada Urfa’nın kültür ve medeniyet merkezi olarak tarihi süreçteki serencamı hakkında bilgi verilecektir. Fakat şunu da ifade etmek gerekir ki bugün milletimizin yüksek düzeyde düşünmeye ihtiyacı vardır. Medeniyet çerçevesi sarsılmıştır. Kültürde bölünme vardır. İki yüz elli yıldır süren değişmeler, beklenen gelişmeyi, düşünce verimliliğini ve ilerlemeyi sağlayamamıştır. Bilim zihniyeti doğmamış, bilimsele araştırmalar yerli ve milli hale gelememiştir . Bu çalışmada ilave olarak bir nebze de olsa bugün Avrupa’ya ödünç verdiğimiz yerli milli kültür ve medeniyeti nasıl oluşturduğumuzu ve buna kaynaklık eden merkezlerden birisi olan Urfa’nın kültür ve medeniyet katkısı üzerinde duracağız.
The purpose of this essay is to explain Mameluk, Karamanids and Ottoman sovereignty over the Alâiye principalities, primarily using Ottoman archival documents and books. Besides, we will use first land registration [tapu tahriri] about Alâiye whose date is 1475. Thus Seljugs, Mameluks and Karaman effects should be appearent in Alâiye.
Özet
Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ savaşı sonrası zayıflayıp, Anadolu’nun İlhanlı nüfuzuna girmeye başlaması ile birlikte Anadolu’da yer yer Anadolu Türkmen beylikleri olarak da bilinen beylikler ortaya çıkmaya başladı. Anadolu Selçuklu Devleti bu tarihten sonra Moğollara bağlı hale geldi. Selçuklu egemenliğinin zayıfladığı bu dönemde birçok Türkmen beyi bağımsız olarak hareket etmeye başladı. Bunun sonucu olarak yeni kurulan beylikler Anadolu’da Bizans’a karşı da mücadele etmeye başladılar. Bu dönemde Antalya ve Alâiye çevresi de Hamidoğulları, Tekeoğulları ve Karamanoğulları egemenliği altına girdi. Özellikle Karamanoğulları’nın egemenliği Alâiye’de XIV. yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Bu sure zarfında bir ara Karamanoğullarına bağlı müstakil bir Alâiye beyliği de bölgede egemenlik kurmuştur. Alâiye’nin stratejik öneminden dolayı bölgenin uç büyük devleti olarak Karamanoğulları, Memlukler ve Osmanlılar Alâiye üzerinde mutlak egemenlik kurmak istemişlerdir. Bilhassa Osmanlı Devletinin Anadolu beyliklerini tek tek ele geçirmeye başlaması Alâiye Beyliğini endişelendirmiştir. Bu durum karşısında bilhassa Osmanlı tehlikesinin şehirde hissedilmeye başlamasından sonra Alâiye Beyi olan Karaman b. Savcu Mısır Memlûklu Devleti ile de sıkı bir işbirliğine girdi. Hatta Karaman Bey, Alâiye'yi 5000 dinar karşılığında Memlûklu devletine sattı (1426). Böylece bu tarihten sonra Alâiye Beyliği Memlûklu Devletinin nüfûzu altına girmiş oldu. Ancak şehir, yine bu devlete tabi olarak Karaman beyi ve oğulları tarafından bir valilik seklinde idare olunmaya devam edildi.
Bu çalışmamızda dönemin kaynaklarından yararlanarak Alâiye’nin 1471 yılında tam anlamı ile Osmanlı egemenliğine girmesine kadar gecen zaman zarfında Osmanlı-Memluk ve Karamanoğulları arasındaki Alâiye üzerinde hâkimiyet kurma cabaları üzerinde durulacaktır. Ayrıca Alâiye’nin 1475 yılındaki ilk tahririnden de yararlanılarak Selçuklu ve Karamanlı izleri ortaya konmaya çalışılacaktır.
Özet
Bu çalışmanın amacı çok kültürlü ve çok inançlı toplumlarda tarih yazımı ve tarih eğitimini açıklamaktır. Son yıllarda birçok ülke giderek daha fazla çok kültürlü ve çok inançlı bir duruma gelmiştir ve bu durumda artarak devam etmektedir. Bunun için de bu toplumlarda tarih yazımı ve tarih eğitimi daha fazla önem kazanmaktadır. Tarih ve tarih eğitimi bilhassa kültürel grup ve toplulukların eğitiminde daha fazla önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Tarih eğitiminin temel bir amacı da çok kültürlü toplumlarda ana kültür içinde yaşayan farklı kültürel grupların kendi kültür ve tarihini öğrenmelerine imkân sağlayabilmektir. Çok kültürlülüğün temel diğer bir prensibi de homojenliğe, tekdüzeliğe ve kültürel formların standardizasyona karşı olmasıdır. Çok kültürlülük ana kültür içerisinde yaşayan diğer kültürlerin kendini ayırt edici özelliklerinin ortaya çıkarılmasına olanak sağlar. Onları korur. Onlara fırsatlar sağlar. Çok kültürlü toplumlarda bu kültürler ve gruplar bazen birlikte kalmıştır. Bazen de ayrılmışlardır. Dolayısıyla, dünyamız tarihsel süreç içinde birçok kültüre, ırka ve dine ev sahipliği yapmıştır. Yapmaya da devam edecektir. Anahtar Kelimeler: tarih yazımı, tarih eğitimi, çok kültürlülük, çok dinlilik, tarih müfredatı.
has performed Grand viziership between the years of 1692-1702. Hüseyin Paşa has charitable works done during this
time. One of these works is Islamic-Ottomarı social complex,
situated in Mimar Ayas neighborhood at the corner of Horhor
street and Saraçhane street at the beginning of Sarachane and
his Library in social complex. The library is in a separate part
from Islamic ottoman social complex. With its feature, it has
pioneered the libraries built like this in the eighteenth century.
The library has given service as a charitable organization together
with mosque, ottoman elementary-primary school and
Muslim theological school in social complex.
Hüseyin Paşa has taken care of not only Islamic-ottomarı social
complex but also the library during his life. The Library of
Amcazade Hüseyin Paşa is famous in Istanbullibraries. It has
been known that the library, had a collection of about 500 books
in its establishment, has gotten rich by means of compensations
granted in later times.
During the attempt ofbonding the libraries in Istanbul, books
of libraries conveyed first to Beyazıt State Library and Public
library in Faith in 1929, have been transferred Süleymaniye
library in 1936.Today these books are protected in the act of a
separate part in Süleymaniye library.
Key Words: Culture, Library, Charitable Organization, Amcazade
Hüseyin Paşa, Book.
ÖZ
1644 yılında Samsun Vezirköprü'de doğan Amcazade Hüseyin
Paşa, 1697-1702 yılları arasında sadrazamlık yaptı. Hüseyin
Paşa, bu dönem zarfında birçok hayır eseri yaptırdı. Bu eserlerden
birisi de Mimar Ayas Mahallesi Saraçhane başındaki Horhor
Caddesi ile Saraçhane Sokağı köşesindeki külliyesi ve külliye içerisindeki
kütüphanesidir. Kütüphane külliyeden ayrı bir bölüm
halindedir. Kütüphanenin bu özelliği, XVIII. yüzyılda yapılan
kütüphanelere de öncü olmuştur. Kütüphane, külliye içerisinde
bulunan mescit, sıbyan mektebi ve medrese ile birlikte vakıf olarak
hizmet verdi. Hüseyin Paşa hayatında külliye ile birlikte kütüphane
ile de yakından ilgilenmeyi ihmal etmedi.
İstanbul kütüphaneleri içerisinde Amcazade Hüseyin Paşa
Kütüphanesi meşhurdur. Kurulduğunda 500 civarında kitaptan
meydana gelen kütüphane daha sonraki tarihlerde yapılan
bağışlarla zenginleşti. Bu kütüphanenin kitapları, İstanbul'daki
kütüphanelerin birleştirilmesi çalışmaları sırasında önce
Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ne. 1929 yılında da Fatih'teki
Millet Kütüphanesi'ne nakledildi. 1936 yılında da Süleymaniye
Kütüphanesine aktarıldı. Bu kitaplar bugün Süleymaniye kütüphanesinde
ayrı bir bölüm halinde muhafaza edilmektedir.
Anahtar Kelimeler. Kültür, Kütüphane, Vakıf, Amcazade
Hüseyin Paşa, Kitap.
gösterdi. 18. yüzyılın sonlarından itibaren klasik eğitim sistemi yanında yeni sistem (usûl-i cedîd) dediğimiz veya modern usulle eğitim yapan kurumların açılması bu dönemde daha da yaygınlaştı. İlk önce Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun (1773) ve Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun (1795) ile askerî alanda başlayan bu yenileşme daha sonra özellikle İkinci Mahmud ile birlikte sivil alana kaydı. Abdülhamid
döneminde ise ülke sathında yaygınlaştı.
üretiminin yanında devlet yönetiminin sacayağından (ilmiye, seyfiye, kalemiye) birini de oluşturmaktaydı. İlginç bir şekilde II. Mahmud’dan itibaren devlet ve bürokrasi tercihlerini yeni açılan okullardan yana koydu.1 Bu dönemden sonra giderek ulemanın devlet yönetimindeki etkisi ve rolü ile toplum nezdindeki itibarı sürekli bir irtifa kaybı gösterdi. Tanzimat dönemi eğitim reformları içerisinde medreseye özgü yapılan neredeyse hiçbir yeniliğe, ıslaha rastlanmaz. Üstelik bu kurumlar, reformların önündeki engellerden biri olarak görülür. 1848’de açılan rüşdiyeler ile toplumun eğitilmesinde önemli bir çığır açan Osmanlı Devleti, bu okullara medreseden personel temin etmişti. İstenilenlerin bu kadro ile yapılamayacağı anlaşılarak rüşdiyelere yine devletin kendi isteği doğrultusunda personel yetiştirmek için 1848’de Dârülmuallimîn açılmıştır. Aynı tarihlerde yüksek eğitimin de medreseden kaydırılması için Dârülfünûn’un açılması öngörülmüştür. Yine aynı düşüncelerin ve beklentilerin bir gereği olarak, devlet bürokrasisinin medreselilere kapatılması ve toplumsal hayatın din eksenli yapısının, seküler eksenli bir yapıya tahavvülünü sağlamak için hukukun ve hukuk yapıcıların (İslâm uleması) da bir şekilde tasfiyesi öngörülmüştür. Bu niyetin gerçekleşmesi için yapılan ilk işlerden birisi 1869’da Darülfünûn’un üç bölümünden biri olarak İlm-i Hukuk’a yer verilmesi, ardından 1874’te Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi içinde Mekteb-i Hukuk şubesinin açılması, en son olarak da Dârülfünûn’un 1900’deki açılışından sonra başlı başına bir hukuk fakültesinin ihdâsıdır. Gelinen bu noktada Tanzimat öncesi ve
sonrası uygulamalar ile medreselerin yanında yeni meslek okullarının önemi arttı. Sultan Abdülhamid devrine gelindiğinde ise bu süreçte bir hayli yol alınmıştı. Yenisini yapmak, ümitsiz durumdaki eskiyi düzeltmekten daha kolaydı. Bu yüzden Sultan Abdülhamid de selefleri gibi, ölümle sonuçlanacak kaderlerine terk ettikleri medreseleri, alternatif modern eğitim kurumlarıyla kuşatmayı seçti. Bilhassa Abdülhamid döneminde meslek okullarının yaygınlaşması medreseler alternatif eğitim alanının önünü açtı.
Bu çalışmamızda Vakıflar Genel Müdürlüğü Envanter kayıtları temel alınarak, Balıkesir ve çevresinde kurulan vakıflar incelenecektir. Bu sayede Balıkesir ve çevresi hayır işlerinin nasıl organize edildiği ve ne kadar vakıf kurulduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır. Vakıflarla ilgili tapu tahrir, evkaf, hurufat defterleri ve sicillerde çok geniş bilgi ve malumat vardır. Buradaki bilgiler birçok çalışmaya da kaynaklık etmiştir. Fakat bu çalışmanın kaynak sınırlılığını Vakıflar Genel Müdürlüğü Envanter Defterleri, mekân sınırlarını ise günümüz Balıkesir vilayetini idari sınırları oluşturmuştur. Balıkesir’de kurulan vakıflar arasında envanter kaydında olmayan bazı vakıfların olduğunu da unutmamak gerekir.
Foundation culture is an inseparable part of Turkish and Islamic civilization. This institution, which has religious, social, cultural and economic dimensions, has been widely used in geographies where Turkish and Islamic cultures are dominant. Thanks to this institution, which became widespread especially in the Ottoman period, many religious and social institutions such as mosques, masjids, madrasahs, hospitals, schools, fountains, waterways were built by the wealthy or non-wealthy part of the society and their continuity was ensured. Foundations were established by all segments from the highest administrator of the state to the individual in the lowest part of the Ottoman period as well. In other words, the income flows to these foundations, sometimes in the form of movables and sometimes in the form of real estates such as fields, vineyards, gardens, inns, baths, covered bazaars and shops.
In this study, the foundations established in and around Balıkesir will be examined based on the inventory records of the General Directorate of Foundations. In this way, it will be tried to reveal how the charity works in Balıkesir and its surroundings are organized and how many foundations are established. There is much information about the foundations in the tax registers, waqf registers, and court registers. These resources have been used to be in a lot of studies. However, the resource limitation of this study was the Inventory Books of the General Directorate of Foundations, and the administrative borders of today's Balıkesir province constituted the spatial boundaries. It should not be forgotten that among the foundations established in Balıkesir, there are some foundations that are not recorded in the inventory.
mekânsal değişikliklerle birlikte toplumlar, yaşamsal anlamda teknolojik, yönetim ve egemenlik haklarının kullanımı konusunda veya günümüzün ifadesiyle demokratik yönde hep iyiye doğru değişim göstermişlerdir. Elbette bu değişim zaman içerisinde düz bir düzlemde devam etmemiştir. İnişli-çıkışlı, ilkel veya ileri diyebileceğimiz bir şekilde olsa da genelde hep daha önceki sistemlerden daha iyi yönde bir gelişme kaydetmiştir. Yani toplumlar önceki bir aşamadan sonraki bir aşamaya geri dönülmez bir ilerleme kaydetmişlerdir (Cornforth, 1987: 33). Bu ilerleme teknik ve üretim de olduğu gibi düşünce, yönetim ve hâkimiyetin kaynağı konusunda da gelişme kaydetme şeklinde olmuştur. Elbette bu değişim çok da kolay olmamış; bireyler ve toplumlar bu yolda birçok bedel ödemişlerdir. İşte bu bedel sayesinde genelde ilerleme, bir adım ileri yönde ve gelişme şeklinde olmuştur. Eğer bu gelişme, belirli bir yönde değil de rastlantısal bir yönde olsaydı toplumlar bir önceki pratik uygulamalara dönebilir; kölelik yeniden gelir; kadınlar seçme ve seçilme haklarını kaybedebilir; Avrupalılar veya dünyanın herhangi bir yerinde egemenliği eline geçirenler kendilerini kral
veya imparator ilan edebilir/di (Fukuyama, 2016: 108). İlerleme veya bir buluş rastlantısal olsa bile uygun bir zaman ve zemine ihtiyaç duymuştur. Elverişli şartlar oluştuğu zaman gelişme ve değişme yaşanmıştır. Gelinen bu noktada yeni teknikler ve ilerlemeler her zaman kullanıcılarına güç ve yarar sağlamıştır (Cornforth, 1987: 34).
The grand period of Belgrade after conquered by Ottoman Empire in 16th century. In this period, it became one of the most important cities of the Ottoman Empire in the Balkans. Furthermore, it was counted as one of the best cities in Europe. Belgrade has been an important city in terms of trade as much as military and strategic point of view. The city in the position of captaincy of Tuna stayed significant in terms of its military, strategical and economical aspects until it was out of the Ottoman Empire’s hands.
This article examines, it was aimed to focus on the effect of Belgrade on the conquests of the Ottoman Empire in addition to its economic and military importance, primarily using Ottoman archival documents.