Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $9.99/month after trial. Cancel anytime.

Mankafa
Mankafa
Mankafa
Ebook224 pages2 hours

Mankafa

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Fransız şair Bodler'in, ‘Albatros’ isimli şiirinde: "Bir kanadın gökyüzünün uzak köşesine, bir kanadın uçsuz bucaksız çayırlara ulaşmaktadır, ey zavallı albatros..." dediği gibi Aydarbek Sarmanbet de bir kanadı gökyüzüne, bir kanadı kırlara erişerek, güzel eserler ortaya çıkarmayı başarmış biridir. Başkalarının ne hissettiğini bilmiyorum ama yazarın her bir eserini okuduktan sonra onun karşısında küçüldüğümü hissettim! Büyük eserlerin hususiyeti burada olsa gerek. Gerçekten de seviyemin düşük olduğunu fark ettim! Uçsuz bucaksız âlemi görünce, meğer insan kendisini öyle hissediyormuş!
Onun eserlerinin özelliği nerede? Bence, onun daha önce çok bilinmemesine rağmen, edebiyat dünyasını baştan beri hazır ve ustalaşmış bir şekilde girmesindedir. Elbette, dışardan bakılınca bu durumu ilk anda fark etmek zordur. Ama gerçekte, kalemde ustalaşmak için türlü ızdırap, hesapsız alın teri talep edilmekte ve o kalemin arkasında eşsiz bir kaderin durduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, yazarımızın eserlerinde açıkça belli olmakta olup, onun, günümüz Kırgız Edebiyatının temsilcilerinin içinden millî özellikleri öne çıkaran bir kalem erbabı olduğu görülmektedir.
Çoyun Ömüraliyev

LanguageTürkçe
Release dateNov 14, 2021
ISBN9781005186876
Mankafa
Author

Aydarbek Sarmanbet

1953 yılında Kırgızistan’ın Isık Göl Eyaletinin, Isık Göl ilçesine bağlı Karaoy köyünde doğdu. Birçok farklı işte çalıştıktan sonra 1986-1992 yılları arasında Kırgız Devlet Üniversitesini dışarıdan bitirerek, gazeteci oldu. Kamvolşik, Dıykanlar, Kırgız Ruhu, Zaman Kırgızistan, Dil ve Keneş gazetelerinde çalıştı. İlk eseri 1967 yılında Kırgızistan Piyoneri gazetesinde yayımlandı. Kırgızistan’da ve uluslararası yarışmalarda birçok ödül aldı. Eserleri Türkçe, Azerice, Türkmence, Uygurca, Kazakça, Gagavuzca, Rusça, Çince gibi dillere çevrilmiştir. Yazar ayrıca Türk, Kazak, Azeri, Gagavuz, Altay, Malkar ve Tatar edebiyatından eserleri Kırgızcaya kazandırmıştır.

Related to Mankafa

Related ebooks

Reviews for Mankafa

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Mankafa - Aydarbek Sarmanbet

    TAKDİM

    USTA KALEM

    Günümüz Kırgız edebiyatının temsilcileri arasında önde gidenleri sayacak olursak, onu ilk beş içindekilerden biri desem az olur. Ama ilk üçe girenlerdendir dersek yanılmayacağımız yazarlardan birinin Aydarbek Sarmanbet olduğunu da söyleyebilirim. Buna onun eserleri şahittir. Son yıllarda kaleme aldığı eserlerini okuduktan sonra yenilikçi, geleceği olan bir kalem üstadının varlığını fark edip, onun, Kırgız edebiyatında kendine has yer edinen bir yazar olduğuna kâni oldum. Aydarbek Sarmanbet, meğer usta bir kalemmiş.

    Fransız şair Bodler'in, ‘Albatros’ isimli şiirinde: Bir kanadın gökyüzünün uzak köşesine, bir kanadın uçsuz bucaksız çayırlara ulaşmaktadır, ey zavallı albatros… dediği gibi Aydarbek Sarmanbet de bir kanadı gökyüzüne, bir kanadı kırlara erişerek, güzel eserler ortaya çıkarmayı başarmış biridir. Başkalarının ne hissettiğini bilmiyorum ama yazarın her bir eserini okuduktan sonra onun karşısında küçüldüğümü hissettim! Büyük eserlerin hususiyeti burada olsa gerek. Gerçekten de seviyemin düşük olduğunu fark ettim! Uçsuz bucaksız âlemi görünce, meğer insan kendisini öyle hissediyormuş!

    Onun eserlerinin özelliği nerede? Bence, onun daha önce çok bilinmemesine rağmen, edebiyat dünyasını baştan beri hazır ve ustalaşmış bir şekilde girmesindedir. Elbette, dışardan bakılınca bu durumu ilk anda fark etmek zordur. Ama gerçekte, kalemde ustalaşmak için türlü ızdırap, hesapsız alın teri talep edilmekte ve o kalemin arkasında eşsiz bir kaderin durduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, yazarımızın eserlerinde açıkça belli olmakta olup, onun, günümüz Kırgız Edebiyatının temsilcilerinin içinden millî özellikleri öne çıkaran bir kalem erbabı olduğu görülmektedir. Göçmen halkımızın tarih boyunca saklayageldiği yüce ruhu ve karakterini başka yazarlara göre Aydarbek Sarmanbet'in eserlerinde daha çok görebilmekteyim. O, karşısında duran âlemi değil, aynı zamanda etrafında yaşananları da görebilmektedir. Bu özellik ona atalarından gelse gerek. Çünkü o, Kırgız halkının önde gelen, saygın ailelerinin birine mensuptur.

    Eserlerde zorlu durumları, benzeri olmayan karakterleri, farklı tabloları aynı anda ve her yönüyle verebilen gerçek düşünceye sahip kalemi Cengiz Aytmatov'dan başka kimseden görmemiştim. İşte, Aytmatov gibi dünyaca ünlü bir kalemle, Sarmanbet'in eserlerindeki öz ve temel benzerlik burada kendini göstermektedir. Bu, Aytmatov'dan sonraki yeni durum, yeni anlayış ve yeni bakış açısı anlamına gelmektedir. Bu düşüncemizi ispat etmek için Sarmanbet’in ‘Ceza’, ‘Mahluk’, ‘Vatansız’, ‘Tepe’, ‘Nasipsiz’ ve hatta tüm eserlerini örnek olarak saymamız mümkündür.

    Böylesi usta ve her yönüyle pişmiş bir yazar olan Aydarbek Sarmanbet'in, bundan sonra da Kırgız edebiyatına eşsiz katkıda bulunarak, her biri diğerinden güzel olan eserler vereceğine inanıyorum. Buna tecrübesi de kaleminin gücü de yeterlidir.

    Çoyun Ömüraliyev

    Tarihçi, Yazar

    ÖN SÖZ

    AYDARBEK SARMANBET VE MODERN MANKURT…

    1994 yılının aralık ayı olmalıydı. Kırgızistan’ın Isık Göl Eyaletinin başkenti Karakol şehrinde, üniversite eğitimimin yanısıra, başkentte yayınlanan gazetelere yazılar da göndermekteydim. Doğrusu, Kırgızcayı kısa sürede öğrenmem sayesinde, önüme güzel kapılar açılacağını bilemezdim.

    O günlerde en çok haber gönderdiğim gazetenin künyesine bir kişinin daha eklendiğini fark ettim. Ünlü yazarlardan, rahmetli Murza Gaparov gazetenin sahibiydi. Başka bir ünlü yazar Süyörkul Turgunbayev ise gazetenin baş redaktörü olarak görev yapıyordu. Ayrıca S. Abdı Alay, Abdıkerim Muratov gibi yine tanınmış edebiyatçı ve yazarlar da vardı gazetenin künyesinde.

    O günlerde künyeye eklenen isimse Aydarbek Sarmanbet’ti. Redaktör yardımcılığının yanı sıra, politika haberlerinden sorumluydu. İnsanın aklına, işin içinde politika varsa onun haberini yapan birine de politikanın karmaşası bulaşmış olmalı şeklinde bir fikir gelebilir. Gerçeği söylemek gerekirse, ilk başlarda ben de gazetenin politika haberleri bölümünü yönetecek olan Aydarbek Ağabeyin öyle birisi olduğunu düşünmüştüm. Arada bir Bişkek’e gider, gazeteyle ilgili çeşitli toplantılara katılır, gazetenin mutfağında çalışanlarla, diğer eyaletlerden gelen muhabir ve temsilci arkadaşlarla tanışır, fikir alışverişinde bulunurduk. İşte öylesi bir toplantı için bir kere daha Bişkek’e geldiğimizde, epeydir aklıma takılan soruların cevabını bulma adına fırsat yakalamış oldum. Onu, ilk defa yenilenen yayın kuruluyla tanışma faslında gördüm. Uzuna yakın boylu ne fazla kilolu ne de zayıf, esmer ve Kırgızlarda çok rastlanmayan bıyıklarıyla doğrusu bana biraz soğuk gelmişti! Sohbet etmiş, yakından tanışma fırsatı bulmuştuk ama galiba politika muhabirliği onun yüzünün karşısındakine soğuk gelmesine yol açmaktaydı. İlk tanıştığım biri hakkında kolay kolay önyargı taşıyan biri değildim ama onun hakkında edindiğim bu ilk izlenimlerle Isık Göl’ün yolunu tuttum…

    Sonraki günlerde, biz yine uzaktan haber göndermeye, arada bir Bişkek’teki toplantılara katılmaya devam ettik. Bu şekilde 1997 yılının yazına kadar çalıştık. O yıl üniversite eğitimim sona erdi. Bölümüm farklı da olsa gazetecilikte devam etme yolunu seçtim. Esasen ortaokul yıllarımdan beri şiir yazardım. Bunu devam ettirmenin yanı sıra, yıllardır çalıştığım gazetede ek olarak deneme tarzı yazılarım ve çevirilerim de yayınlanmaktaydı. İşte o kaleme aldığım yazılar üzerinde fikir teatisinde bulunmak, Kırgız edebiyatı, kültürü ve tarihiyle ilgili kitaplar ve yapmakta olduğum çeviri metinleri arasında kaybolmak, damağımda ayrı bir tat bırakıyordu. Şiirleri ve denemelerimi doğrudan Kırgızca olarak kaleme aldığım için onların redakte etmede, eksik gedik kısımlarını gözden geçirmede birlikte çalıştığım edebiyatçı ağabeylerden yardım alırdım.

    Fikrine müracaat ettiğim ağabeylerden biri de Aydarbek Sarmanbet’ti. Ama aslında şöyle düşünmekteydim: Politika üzerine yazılar kaleme alan, çoğunlukla parlamento ve bakanlıklarda haber kovalamakla meşgul olan birisinin, benim gibi başka ülkeden gelen birinin, âcizane kaleme aldığı edebî metinlerle ne işi olabilirdi ki! Anlayacağınız, onun asıl mesleği gazetecilik olduğu için edebiyatı ondan uzak görüyordum. Bu konuda yanıldığımı çok sonra anlayacağımın farkında olmadan… İbrahim öyle değil de böyle yap. Şurasını şöyle düzelt. Burasına bunu ekle. gibilerinden yaptığı tavsiyelerin bir kısmını dikkate aldığım, bir kısmını da elimdeki çalışmaya göre -işin doğrusu- göz ardı ettiğim olurdu.

    Böylece Aydarbek Ağabeyle aynı binada iki yıl kadar birlikte çalıştık. O, daha sonra başka bir gazeteye geçti. Bazen çarşıda pazarda karşılaştığımızda, fırsat buldukça fikir teatisinde bulunmaya devam ederdik. Bazen ortak bir tanıdığımızın verdiği bir davette ya da düğün-dernekte karşılaştığımızda eski mesai arkadaşlığından ziyade, ağabeyle kardeşin karşılaştığı gibi bir araya gelir, hal-hatır sorduktan sonra edebiyattan da laf etmeden ayrılmazdık.

    Şunu belirtmeliyim ki Aydarbek Ağabey ilk gördüğüm günlerden, başka kurumlarda çalışırken karşılaştığımız günlere kadar benim gözümde her nedense, hep yalnız kalmış, sessizliğe bürünmüş biri olarak görünürdü. Bendeniz de aslında yalnızlığı, sessizliği seven biriyim. Acaba bundan dolayı kalp kalbe karşı geldiği için mi varmıştım böyle bir karara, doğrusu bilemiyorum…

    Ancak, sonraki yıllarda onun bu yalnız ve sessiz adamlığının, aslında bir istiridyenin inci oluştururken ki sessizliğine eşdeğer olduğunu anlayacaktım. Ben, 1999 yılının güzünde Türkiye’ye döndüm. Uzun bir süre, onunla bağlantım koptu. Ta ki 2008 yılında Türk Dünyasının ortak edebiyat dergisi Kardeş Kalemler’in sayfalarında onun bir yazısını gördüğüm güne kadar. Meğer o yıl, Avrasya Yazarlar Birliği’nin düzenlemiş olduğu Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışmasına Aydarbek Ağabey de katılmış. Yarışmaya gönderdiği çalışma Kardeş Kalemler’de çıkıyordu.

    Onunla yeniden irtibata geçtim. Hece Dergisi’ne hazırladığım Kırgız hikâye dosyası için onun ‘Alıcı Kuş’ adlı hikâyesini çevirdim. Sonra biraz daha kurcalayınca, Aydarbek Ağabeyin, o yalnız ve sessiz adamın, yıllardan beri ortaya çıkması için vaktini beklediği incilerinden haberdar oldum, birer birer. Mesela, Kımça Bel (İnce Bel) / 1988, Ala Too’nun Gülleri (antoloji) / 1989, Cüke Balban (Cüke Pehlivan) / 2007, Kırgızistan’ın Iyık Cerleri (Kırgızistan’ın Kutsal Yerleri) / 2008, Angemeler (Hikâyeler) / 2009, Taasiri Küçtüü Tabıp (Tesiri Güçlü Tabip) / 2009, Mekensiz (Vatansız) / 2011, Kuban, Böbök (Sevin, Bebek) / 2012 gibi. Bu kitaplarına ek olarak eserlerinin tam listesi kitabın arkasında, yazarın hayatı ve eserleri kısmında verilmiştir.

    Onun bu yönünü geç öğrendiğim için hayıflandım ama bu bilgiye geç ulaşmamın sebebini de buldum: Nasıl ki istiridyeler paha biçilmez taşlardan biri olan inciyi oluşturma aşamasında, ortalığı velveleye vermezler. Aynen onun gibi Aydarbek Ağabey de hikâyeleri yayınlandıkça ya da kitapları okurlarıyla buluştukça kendi kendinin reklamını yapmıyordu. Dolayısıyla benim de uzun yıllar boyunca haberim olmamıştı…

    Aydarbek Sarmanbet’in başka bir özelliğini de çok sonraları öğrendim. O, Kırgız edebiyatına başka dillerden eser kazandıran bir çevirmen ve Sovyet sonrası dönemde eserleri başka dillere en çok çevrilen edebiyatçılardan biri olarak da ön plana çıkmaktadır. Onun eserleri Türkçe, Azerice, Türkmence, Uygurca, Kazakça, Gagavuzca, Rusça, Çince gibi dillere çevrilmiştir. Yazar, bunun yanısıra, Yunus Emre, Sebahattin Ali, Peyami Safa gibi Türk edebiyatçılarının, Abay Kunanbayev, Muhtar Şahanov, Ulıkbek Yesdaulet, Talgan Kenesbayev gibi Kazak edebiyatçıların, Eyvaz Zeynalov, Ali Abbas gibi Azeri edebiyatçıların, Todor Zanet’in Gagavuzca eserlerini Kırgızcaya kazandırmıştır.

    Aydarbek Sarmanbet, Kırgızistan’da ve uluslararası yarışmalarda günümüze kadar çeşitli ödüllere layık görülerek, son yıllarda Kırgız edebiyatında en çok ödül kazanan edebiyatçılardan biri olmuştur. Başlıcalarını, yazarın hayatı ve eserleri kısmında görebilirsiniz. Yazar, Kırgızstan Yazarlar ve Gazeteciler Birliği’nin üyesi olup, günümüzde serbest çalışmaktadır.

    Onun hikâyelerinde konu zenginliği vardır: Günlük hayatın sıradan bir kesitinin yanında, sıra dışı sayılacak olaylar, insanların dünya görüşünü yansıtan durumlar, aşk, doğa… Aklınıza, Zaten bu konuları her bir yazar öyle ya da böyle eserlerine almaktadır. Onun için bu yazarın da aynı konuları işlemesi sıradan bir durumdur. gibi bir düşünce gelebilir. Alıcı Kuş’ta işlenen olayın ekolojik, trajik ve toplumsal sonuçlarına baktığımız zaman şöyle bir sonuçla karşılaştığımızı görürüz: Rahmetli Cengiz Aytmatov da eserlerinin birçoğunu Kırgızistan’ın ya da Kazakistan’ın gözden ırak bir köşesinde cereyan eden herhangi bir olaya dayanarak kaleme almıştır. ‘Gün Olur Asra Bedel’ romanında Kazak bozkırlarında, ‘Ak Gemi’ romanında Kırgızistan’ın Isık Göl’ünde okuru karşılar, gelecekle-geçmişi, problemle-çözümü harmanlayarak onlara farklı bir boyutta bir kitap okuma süresini yaşatır. Okur, kitabı bitirip kapağını kapadığı zaman bile, kendini hâlâ kâh Sarı Özek’te, kâh Isık Göl’ün dağlarında dolaşıyor hisseder. İşte Aydarbek Ağabey de Cengiz Aytmatov’un izinden gidercesine, Alıcı Kuş hikâyesinde okurunu Kırgız Ala Toolarına (Dağlarına) götürür, adeta evcilleştirilen kartalın (hikâyedeki alıcı kuşun) terbiyecisi kılığına sokar, ya da terbiyecisine boyun eğen kartalın kanatlarına oturtarak, sanki Zümrüd-ü Ankâ kuşunun kanatlarına binip dört bir yanı dolaşmışçasına bir duyguyla baş başa bırakır. Okur, Alışı Kuş’ta olduğu gibi olaylara salt Isık Göl’de sıradan yaşanan bir olay olarak bakmaz. Kendinden bir şeyler de bulur.

    Kısacası, Aydarbek Ağabeyin her hikâyesinde, her okur kendin ait bir şeyler olduğunu hissedecektir.

    Malkişi (Mahlûk) hikâyesini okuduğunuzda, günümüzde hemen her bir evde karşımıza çıkma olasılığı yüksek olan bir duruma dikkatimizi çeker: Cep telefonu ve internetle aşırı derecede içli dışlı olan bir nesil var karşımızda. Öyle ki hikâyede geçtiği üzere babasının ölümü bile onları internetten, cep telefonundan koparamamaktadır! İşte Aydarbek Sarmanbet, günümüzde herkes tarafından bilinen bir sorun olmasına rağmen, kimsenin çözüm önerisi sunmadığı bu konuya, eserlerinin birçoğunda eğilerek, Cengiz Aytmatov’un dünya edebiyatına kazandırdığı mankurtun modern versiyonu olan mahluk karakterine vurgu yapmakta ve insanların tedbir almasını istemektedir.

    Kitapta yer alan diğer hikâyelerin yorumunu siz değerli okurlara bırakıp, sözü daha fazla uzatmadan, Aydarbek Sarmanbet Ağabeye, bundan sonraki günlerinde de bol bol esere imza atmasını ve izinden gittiği rahmetli Cengiz Aytmatov’un eserleri gibi dünya edebiyatında kendine yer edinecek eserlere imza atarak, kardeş Kırgız halkının adını bir kere daha dünyaya duyurmasını temenni ediyoruz. Bu vesileyle elinizdeki bu kitabın hazırlanmasından basılmasına kadar, her kimin emeği geçmişse teşekkürlerimizi bildiriyor, bu kitabın, kardeş Türkiye ve Kırgızstan arasındaki kültürel bağların daha da sağlamlaşmasına vesile olmasını diliyoruz…

    İbrahim TÜRKHAN

    Edebiyatçı, çevirmen

    05.10.2021

    ALICI KUŞ

    Başındaki gümüş gibi beyaz karlar güneş ışıklarıyla parlayan, beyaz bulutların sardığı zirveleri göğü yırtarcasına yükselerek heybetli bir şekilde uzanan kutsal Ala Toolar…¹ Hemen onun dizinin dibinde kutsallığı ondan geri kalmayan masmavi Isık Göl. Gökyüzünden bakıldığında, ormanlı dağlarla çevrilmiş olan göl, çukur bir kapta sağa sola sallanan cıva gibi görünmekte. İşte o kutsal vadideki yüksek, düz zirveli dağın yamacını kaplarcasına birbiri ardı sıra tekrarlayarak öten kartalın sesi yankılandı. Ürkütücü ve hükmedici sesle etraftaki diğer hayvanların hepsi birden irkildi. Kalp atışları hızlanıp, damarları iyice belirginleşerek gökyüzüne doğru hepsi birlikte bakmaya başladılar. Çünkü o ses, gökyüzünün padişahı kartala aitti! Bugünkü ötmesi özellikle hâkim ve acı dolu seziliyordu. Acaba neden?

    Kuzey Ala Tooların en büyüğü ve en heybetlisi olarak bilinen Kessenir’in ‘Kartal Yuva’ diye adlandırılan dik, pürüzsüz zirvesinin yamacına yaptığı yuvasında yaşlı kartal kanatlarını açarak yeniden öttü. Tepesinde uçsuz gökyüzü, arkasında gökle yarışan dağ, önünde ta ileride dalgalanarak uzanmakta olan göl duruyor. Bu geniş, ucu bucağı bellisiz, göreni kendine hayran bırakan çevreyi o, son defa görmekte olduğuna kendisi inanmasa bile, kalbine belli belirsiz malum olmuştu. Hayatını eninde sonunda kaybedip, bir daha dönmemek üzere gidecek olmasına hangi canlı inanır ki zaten. Böylesi büyük bir nasibi kim bırakıp da giderim der ki?

    Zavallı ümit sonuna kadar bitmezmiş meğer! Ama o büyük hakikate boyun uzatmamaya çare de yok! Bir gün o büyük acı, her bir canlının başına gelmeden bırakmaz. Kim olursa olsun, herkesin sonunda dikkati, bu dünyadan gitmeye çevrilir. Acı gerçeği kim ne şekilde karşılar? Ecel ile karşı karşıya geldiği zaman kimi yenilir ya da kimi dünyadan göçmekte olduğu anda da son defa büyük bir zafer elde ederek gider. Kulun nasıl biri olduğu işte bu noktada saklı!

    Uzun kanatları güçten düşüp, döş kemikleri iyice belirginleşip, arkasına doğru hareket etmeye bile zorla güç yetiren kartalın dış görünüşü iyice çirkinleşse de gözleri her zamanki gibi delercesine bakmakta ve heybetli görünüyor. Ah keşke! Dipsiz gökyüzünü kat edercesine uçarak, hükümranlığını devam ettirdiği o eski günleri, gençliği… Hiç olmazsa ömrünün yarı yolu olsa şimdi elinde! O uzun zamanların şöyle bir kısa bölümü bile geri gelse keşke! Kanatlarını olabildiğince gererek, dünyanın sahibi kendisiymişçesine uçsuz gökyüzünü göz açıp kapayıncaya kadar dolaşıp, hüküm verircesine ötmez miydi, önüne kattığı diğer canlıların yüreğini ağzına getirerek… Ama ne yazık ki her bir dakikasına paha biçilemeyecek kadar kıymetli olan ömür elde iken o kadar da kıymeti bilinmiyormuş meğer.

    Her şeye rağmen büyüklük makamının verdiği korku hemen kaybolmuyormuş! Kartalın hüküm veren ötmesinden sonra dağ fareleri bir anda toparlanıp inlerine girdiler, uzun kulaklı tavşanların yürekleri titreyerek, gözleri fal taşı gibi açıldı; hatta Ala Too’nun gözden ırak vadilerinde kendi hükümdarlığını sürdürmekte olan boz kurtlar bile rahatsız olarak gökyüzüne bakmaktan kendilerini alamadılar. Hayır. Gökyüzünde kanatlarını iki yana açarak, ıslık sesleri çıkarıp uçup korku salan karaltı yok ortada. Öyleyse gökyüzünün padişahı neden acı acı öttü acaba? Daha başka ne gibi bir belayı başlarına

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1