TÜRKİYE SİYASETİNİN SINIRLARI
Siyasal Davranış, Kurumlar ve Kültür
Ersin Kalaycıoğlu’na Armağan
DERLEYENLER
Ali Çarkoğlu, Emre Erdoğan, Mert Moral
Derleyenler: Ali Çarkoğlu, Emre Erdoğan, Mert Moral
TÜRKİYE SİYASETİNİN SINIRLARI
Siyasal Davranış, Kurumlar ve Kültür - Ersin Kalaycıoğlu’na Armağan
‹stanbul Bilgi Üniversitesi Yay›nlar› 711
Siyaset Bilimi 73
ISBN 978-605-399-607-1
1. Baskı İstanbul, Ocak 2023
© İstanbul Bilgi Üniversitesi İktisadi İşletmesi
Yazışma Adresi: Hacıahmet Mahallesi, Pir Hüsamettin Sokak, No:20, 34440, Beyoğlu / İstanbul
Telefon: 0212 311 64 63 - 311 61 34 / Faks: 0212 216 24 15 • Sertifika No: 51672
www.bilgiyay.com
E-posta
[email protected]
Dağıtım
[email protected]
Yayına Hazırlayan Cem Tüzün
Düzelti Gonca Acaray
Tasarım Mehmet Ulusel
Dizgi ve Uygulama Görkem Didem Öztuncer
Baskı ve Cilt Vizyon Basımevi Kağıtçılık Matbaacılık ve Yayıncılık San. Tic. Ltd. Şti.
Beylikdüzü O.S.B. Mah. Orkide Cad. No:1/Z Beylikdüzü İstanbul
Telefon: 0212 671 61 51 / Faks: 0212 671 61 52 • Sertifika No: 52098
İstanbul Bılgı Unıversıty Lıbrary Catalogıng-ın-Publıcatıon Data
İstanbul Bilgi Üniversitesi Kütüphanesi Kataloglama Bölümü Tarafından Kataloglanmıştır.
Names: Çarkoğlu, Ali, compiler. | Erdoğan, Emre, compiler. | Moral, Mert, compiler.
Title: Türkiye siyasetinin sınırları : Ersin Kalaycıoğlu’na armağan / derleyenler Ali Çarkoğlu, Emre Erdoğan, Mert Moral.
Description: İstanbul : İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2023. | Includes bibliographical references.
Series: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları; 711. Siyaset Bilimi; 73.
Identifiers: ISBN: 9786053996071 (paperback)
Subjects: LCSH: Kalaycıoğlu, Ersin --Bibliography. | Political scientists –Turkey --Interviews. | Political science --Turkey --History. | Politics and culture --Turkey. |
Democracy --Turkey. | Turkey --Politics and government --1980-. | Turkey --Foreign relations --21st century.
Classification: LCC: JC273.T87 2023
TÜRKİYE SİYASETİNİN SINIRLARI
Siyasal Davranış, Kurumlar ve Kültür
Ersin Kalaycıoğlu’na Armağan
DERLEYENLER
Ali Çarkoğlu, Emre Erdoğan, Mert Moral
İçindekiler
ix Derleyen ve Yazarlar
xxi Önsöz
Ali Çarkoğlu, Emre Erdoğan, Mert Moral
1 BIRINCI KISIM Söyleşiler
3 Ali Alpar’la Söyleşi
9 Yeşim Arat’la Söyleşi
15 Üstün Ergüder’le Söyleşi
23 Yılmaz Esmer’le Söyleşi
31 Ahmet Evin’le Söyleşi
41 Korel Göymen’le Söyleşi
47 Kemal Kirişci’yle Söyleşi
55 Ali Yaşar Sarıbay’la Söyleşi
63 Sabri Sayarı’yla Söyleşi
67 Binnaz Toprak’la Söyleşi
69 İlter Turan’la Söyleşi
75 Gülnur Kocapınar: Ersin Kalaycıoğlu’nun Öğrencisi Olmak
79 IKINCI KISIM Ersin Kalaycıoğlu’nun Literatüre Katkıları
81 Siyasi Katılımın Dinamikleri ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun Katkıları
Selim Erdem Aytaç
99 Türkiye’de Gündemin Önemli Konuları, 2002-2018
Ali Çarkoğlu
115 Vaka Temelli Karşılaştırmalı Siyaset ve Türkiye Çalışmaları
Hasret Dikici Bilgin
127 Zamanının Bir İnsanı Olarak Sosyal Bilimci: Ersin Kalaycıoğlu’nun Yöntemsel
Tercihlerini Anlamlandırma Denemesi
Emre Erdoğan
155 Neo-Hamidiyenizmin Kavramsal Serüveni
Boğaç Erozan
169 Karşılaştırmalı Bakış Açısından Türkiye’de Siyasi Kurumlar
Özge Kemahlıoğlu
vi içindekiler
185 Kültür Çatışması (Kulturkampf): Coğrafi Kutuplaşma ve Seçmen Davranışı İlişkisi
Üzerine Bir Deneme
Mert Moral
207 Popülizm ve Liberal Demokrasinin Krizi
Osman Şahin
213 Türkiye’de Yanaşmacılık ve Patronajın Tarihsel Dönüşümü
Kerem Yıldırım
231 ÜÇÜNCÜ KISIM Ersin Kalaycıoğlu’nun Çalışma Alanları
233 Dünyadaki Örnekler Işığında Türkiye’de Kutuplaşma
Senem Aydın-Düzgit
249 Türkiye’de Siyasal Kültür: Ekonomi-Politik Bir Analizin İmkânları ve Sınırları
Cemil Boyraz
267 Türkiye’de Rekabetçi Otoriter Rejimin Yükselişi ve Düşüşü
Berk Esen
289 Zamane Siyasetinin “Ruhu”: Neo-Popülizm
M. Asım Karaömerlioğlu
311 Etnik Fay Hatlarının Gölgesinde Demokratikleşme Patinajları
Güneş Murat Tezcür
325 Değişen Sosyal Değerler, Seçmenlerin Çizgisi ve Türkiye’de Demokrasinin
Güçlenmesinin Önündeki Güçlükler
Birol A. Yeşilada
349 DÖRDÜNCÜ KISIM Serbest Katkılar
351 Küreselden Ulusala Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Politikaları
Zühre Aksoy
363 Karşılaştırmalı Siyaset Biliminde Araştırma Yöntemleri: Comparative Political
Studies Dergisinin Analizi (1990-2020)
Aylin Aydın-Çakır, Duygu Merve Uysal
379 Türkiye’de Kadınların Siyasi Temsili: 24. Dönem Kadın Milletvekilleri Üzerine
Bir İnceleme
Marella Bodur Ün
395 Toplumsal Tartışmalarda Ad Hominem
Murat Borovalı
417 Türkiye Kürt Solunun Türkiyelileşmesi: Halkların Demokratik Partisi (HDP)
Ödül Celep
içindekiler
vii
439 Ersin Kalaycıoğlu’nun Kapsamlı Siyasal Modernite Teorisi
Andrew Davıson
453 1920’den 1950’ye Türkiye’yi Temsil Eden Kurucu Kuşakların Biyografik
Özellikleri ve Görev Süreleri Arasındakı İlişki Üzerine: Göçmenlik Örneği
Emre Erol
467 Türkiye, Rusya ve Dağlık Karabağ Savaşı: Olaylar, Sonuçlar ve Görünürdekiler
Wıllıam Hale
483 Baskın Parti Sisteminde Ekonomik Oy Verme
Yasushı Hazama
499 Karşılaştırmalı Siyasette Yöntem Tartışması: Karşılaştırmalı Bölge Çalışmalarının
Latin Amerika Serüveni
Ebru İlter Akarçay
515 Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem: İkili Eleştiri, Denge ve Denetleme Sistemi ve
Toplumsal Dönüşüm
E. Fuat Keyman, Cana Tülüş Türk
531 Türkiye ve Çin Akdeniz’de Ortak mı?
Lenore G. Martın
551 Halkın Sesi Olma İddiası ve Popülist Partiler: Popülist Parti Liderleri ve
Destekçileri Arasındaki Uyum Üzerine Bir Değerlendirme
Sultan Tepe, Mıchael Dırksen, Keıth Sımonds
577 Türkiye’de Pandemi, Partizanlık ve Kutuplaşma: Bir Saha Deneyinin
Düşündürdükleri
Emre Toros
599 Demokrasi Krizini Değerlendirirken Yapabilirlik Olarak Siyasete Katılım
Pınar Uyan-Semerci
617 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Tasarımı ve İktidarın Muhafazası:
Siyaset Bilimi Açısından Bir İnceleme
Alper H. Yağcı
Zamane Siyasetinin “Ruhu”: Neo-Popülizm
M. Asım Karaömerlioğlu
“Bir kralın otoritesi tamamen fizikseldir ve tebaanın eylemlerini onun özel iradesine boyun eğdirmeden kontrol eder; ama çoğunluk aynı anda hem fiziksel hem de ahlaki bir güce
sahiptir; insanların eylemlerine olduğu kadar iradelerine de etki eder ve yalnızca tüm
rekabeti değil, tüm tartışmaları da bastırır.”
Tocquevılle (2006, s. 232), Democracy in America
D
ünya siyaseti 2010’larda derin bir değişime uğradı. Bu yıllarda kendisinden söz ettirmeye
başlayan ve 2016’da küresel hegemonik güç Amerika’da Trump’ın seçilmesiyle artık tüm
dünyayı kasıp kavuran, adeta siyasi bir Zeitgeist (zamanın ruhu) olmuş bir hareket var karşımızda: Popülizm. Amerika’dan Rusya’ya, İngiltere’den Hindistan’a, Türkiye’den Brezilya, Macaristan, Polonya, İspanya, İtalya, Çek Cumhuriyeti ve diğer pek çok ülkeye, popülist partiler gözle
görünür başarılara imza attılar. Nitekim bu konuda yazılan yazı, yapılan araştırma, düzenlenen
konferans, yayımlanan kitap sayısında özellikle 2010 yılından sonra çok ciddi bir patlama söz
konusu. Web of Science, Ebscohost, Proquest gibi büyük veri tabanlarında, Economist, New
York Times gibi dergi ve gazetelerde içinde popülizm geçen yayın sayısının dökümü 2010’lar
başında yaşanan bu kırılmayı çok net biçimde ortaya koymaktadır.1
Aslında popülizm yüz yılı aşkın bir zamandır sahnede. Rusya’da 1870’lerde böyle bir
hareket var: Narodniki. Genç aydınların “halka doğru” adlı hareketi popülizmin ilk ve en özgün
örneklerinden. Daha sonra Amerika’da 1890’larda çiftçilerin kurdukları People’s Party (Halk
Partisi), Birinci Dünya Savaşı sonrası Balkan’larda çıkan pek çok köylü hareketi, 1930’lar Tür1
ProQuest 2000’li yıllarda popülizm araması için 1.544 başlık getirirken, tüm veritabanında bu sözcük 36.921 kez geçiyor.
2010’larda ise bu sayılar sırasıyla 8.164 ve 143.980 oluyor.
290
m. asım karaömerlioğlu
kiye’sindeki devlet güdümlü “halkçılık,” 1950’lerde Latin Amerika’daki bazı siyasi hareketler de
dünyada popülizmin tarihsel örneklerinden sayılabilir.
Ancak şunu unutmamak lazım: Tüm bunlar farklı dönemlerde ortaya çıkmış, farklı
toplumsal dokularda oluşmuş, yalıtık ve birbirlerine pek benzemeyen hareketlerdi. Bazı ortak
özellikleri hiç kuşkusuz vardı, ama ayrımları, farklılıkları çok daha fazlaydı. Siyasi üslupları,
programları, hitap ettikleri toplumsal tabanlar bakımından birbirlerinden çok farklıydılar. Ortaya çıktıkları özgül tarihsel bağlamdaki spesifik iktidar biçimlerine karşı tepkisel tarzda gelişmişlerdi. Bugünkü gibi küresel, eş zamanlı yükselen ve var olan müesses nizamlara karşı köklü
başkaldırılar değillerdi. Hatta, ironiktir, 1967 yılında konuyla ilgili İngiltere’nin prestijli üniversitelerinden London School of Economics’te yapılan bir konferansta popülizm üzerine ortak
kabul gören tek görüş, bu siyasi hareketin herkesin üzerinde anlaşabileceği ortak bir tanımının
yapılamayacağıydı (Ghita ve Gellner, 1969; Canovan, 1981; Mackert, 2018). Daha sonraki
yıllarda da popülizmin nasıl tarif edilebileceği konusunda entelektüel çevrelerde sonu gelmez,
verimsiz tartışmalar sürdü gitti.
Bugün ise farklı bir durum var: Popülist hareketler eş zamanlı yükseliyor ve çok sayıda
ilginç ortak özellikler gösteriyor. Günümüze özgü ve nev-i şahsına münhasır bir olguyla karşı
karşıyayız (Moffitt, 2016). O yüzden hem tarihsel analiz açısından hem de kafa karışıklığını
gidermek adına bu hareketlere neo-popülizm demek çok daha uygun olur. Üstüne üstlük bir de
günlük dilde kullanılan popülizm sözcüğü “halk dalkavukluğu”, “popüler olma,” “tüm toplum
kesimlerine seslenebilme” gibi değişik yerleşik anlamlar çağrıştırdığından, farklı bir isimle, neo-popülizm olarak adlandırmak meseleyi netleştirmek, somutlaştırmak ve berraklaştırmak adına şüphesiz daha faydalıdır.2 Ayrıca bambaşka coğrafyalarda, farklı zamanlarda, dolayısıyla
birbirlerinden çok farklı sosyal, kültürel ve demografik yapılarda ortaya çıkan siyasal hareketleri
aynı çatı altında toplamak, tarihsel özgünlüğü ıskaladığından sosyal bilimin en temel yöntemsel
normlarıyla da bağdaşmaz.
İşte bu noktada ilginç bir durumla karşılaşıyoruz: Bugün neo-popülizm neredeyse zamanımızın siyasi Zeitgeist’ı, yani zamanın ruhu olmuş durumda. Her yerde yükselişte ve ortak
karakteristikler sergiliyor. Peki bunun nedeni ne? Ne oluyor da böylesi bir küresel olguyla karşı
karşıyayız? Birbirlerine bağlı hangi fay hatları, hangi dip dalgalar dünyanın pek çok bölgesinde
bu hareketlerin yükselişine neden oluyor? Bir başka deyişle, bu küresel olgunun altında yatan
küresel dinamikler nelerdir? Bu sorulara cevap aramadan önce ilkin günümüz neo-popülizminin
hangi ortak siyasi karakteristikleri haiz olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bir başka deyişle onu
önce en temel ortak özellikleriyle tanımlayabilmek, bu açıdan çok kritik.
2
Neo-popülizm kavramını kullanarak 1930’ların Latin Amerika’sındaki klasik popülizmi 1980’lerin popülizminden ayırmaya yönelik benzer bir girişim için bkz. Kurt Weyland, “Clarifying a Contested Concept: Populism in the Study of Latin
American Politics”, Comparative Politics, c. 34, no.1, 2001, ss. 16-19.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
291
Günümüz Neo-popülizminin Ortak Özellikleri
Bunları yedi ortak paydada toplamak mümkün.
1) Neo-popülizmin geçmişteki popülist hareketlerle önemli bir ortak karakteristiği var:
Onlar hem geçmişte hem de günümüzde siyasi hayatı “halk” ve elitler arasındaki bir mücadele
olarak resmederler. Büyük ölçüde homojen olduğu kabul edilen, kendi içinde farklılaşmamış
bir “halkın” varlığından dem vurulur. O bazen toplumun, bazen de milletin, temel belkemiğidir. Toplumun ahlakı, erdemi, velhasılı güzel olan her şey adeta “halkın” mevcudiyetinde
cisimleşmiştir (Mudde, 2007, s. 23). Olabildiğince geniş ve soyut bir düzlemde tanımlanan bu
“halk” kavramının tam olarak nasıl tarif edileceği, somut hangi kriterlerle tanımlandığı oldukça
muğlaktır (Mudde ve Kaltwasser, 2017, ss. 9-15). Macaristan’da Orban, halkı etnik bazda tarif
ederken, Hindistan’da Modi Hinduizmi halkın temel ortak öğesi olarak ele alır.
Aslına bakılırsa “halkın” nasıl tanımlandığı sadece günümüz için değil, geçmişte de çok
tartışmalı (Canovan, 1981, s. 7; Mudde, 2004, s. 545). “Halkın” en makul ve en işlevsel tarifi,
elitler dışında kalan herkesin halkı oluşturduğu. İşte bu noktada elitlerin nasıl tarif edileceğine göre mesele biraz daha somut bir görünüm kazanır. Nitekim neo-popülist rejimlerin tipik
özelliği, çok güçlü bir anti-elit söyleme yaslanmaları. Bu anlamda halka göre elitlerin nasıl tarif
edildiği, meselenin anlaşılması açısından çok daha kritik.
Anti-elit söylemin tarihi de aslında oldukça eski. İlginçtir, anti-elit söylemi sistematik olarak ilk gündeme getirenlerden birisi “genel irade” kavramının da isim babası Rousseau (Mishra,
2016). Onun yazılarında elitlere karşı yoğun bir nefret ve sert bir eleştiri bulmak mümkün. Peki
elitler kimler? Bu soruya tarihteki farklı popülist rejimler farklı cevaplar verdiler. Hatta bizde de
II. Meşrutiyet döneminde bu soru güncellik kazanmış, Yusuf Akçura sosyo-ekonomik bakımdan
daha “alt” sınıfların, yani yoksulların halkı oluşturduğunu ileri sürerken, Ziya Gökalp elitleri,
kendi deyimiyle güzideleri, eğitimli sınıfa mensubiyet üzerinden tanımlamıştı. Keza Amerika’da
1890’ların popülistleri, elitleri doğu kıyılarındaki finans sermayesi olarak tarif ederken, Rusya’daki Narodnikler devlet adamlarını ve özellikle büyük toprak sahiplerini bu kategoriye dâhil
etmişlerdi.
Nitekim farklı zamanlarda ve coğrafyalarda elitlerin tanımlanması da farklıydı. İlginçtir, günümüz neo-popülist rejimleri ise elitleri çok benzer biçimde tarif etmekteler: Trump’ın,
Erdoğan’ın, Putin’in, Brexit’cilerin söyleminde elitler büyük ölçüde üniversite eğitimli, uzman,
kozmopolit, seküler, “liberal” azınlıklar olarak tanımlanmakta. Onların söyleminde bu elitler
“milli ve yerli” olmayan, halkın çıkarlarına karşıt işler yapan, ona yabancılaşmış, farklı kültürel duyarlılıklara sahip, ülkesinin çıkarlarını umursamayan bir azınlık olarak resmediliyorlar
(Pappas, 2016). İronik olan neo-popülistlerin milyonlarca dolar servete sahip kişileri elit olarak görmüyor olmaları. Örneğin Trump kabinesinin milyar dolar servetli bakanları, Trump’a
oy atanlar tarafından elit olarak görülmüyorlar. Bu tür kişilerin zenginliklerinin ailelerinden
geliyor olması pek çok insan için rahatsız edici değil. Onların hedef aldıkları kitle, “halkın” ço-
292
m. asım karaömerlioğlu
ğunluğu gibi bir sosyo-ekonomik noktadan başlamış, ama toplumsal statü basamaklarını kendi
gayretleriyle, imkânlarıyla zorlamış insanlar. Ağırlıklı olarak kültürel sermayeleriyle bir yerlere
gelmiş, eğitimleriyle, uzmanlıklarıyla yükselmiş insanlar. Türkiye örneği bu konuda çarpıcı. Son
yıllarda iktidara yakın çevrelerde dillendirilen “egitimli insanlara güvenilmemesi” gerektiğine
dair yazılar bu açıdan ilginç.3 Pelikancılar denilen grubun eski başbakan Davutoğlu’nu indirme
operasyonundaki söyleme şöyle bir göz atmak bile yeterli. Zaman zaman Türkiye’de “monşerler” diye aşağılanan hariciye uzmanlarına karşı geliştirilen söylem de benzer biçimde manidar.
Keza Trump’ın “ben iyi eğitimli olmayanları (poorly educated) severim” açıklamasını da aynı
minvalde görebiliriz.4
Neo-popülistler bugün dünyanın hemen her yerinde “bozulmamış” ve her türlü müspet
değeri temsil eden halk ile ülkesine yabancılaşmış, küresel dünya değerlerine yaslanan elitler arasında bir kültür savaşı (Kulturkampf) olduğu iddiasındalar. Bu tür bir kültür savaşı kendilerinin
iddia ettiği gibi mi tecelli ediyor? Burası sorunlu, ama dünyanın pek çok ülkesinde bir Kulturkampf’ın yaşanmadığını inkar etmek ne kadar mümkün (Hunter, 2006; Inglehart ve Norris,
2009)? Inglehart gibi akademisyenlerin böylesi bir kültür kamplaşması üzerine yazıları bu konuda zihin açıcı olabilir (Inglehardt, 2018). Kadınlara, aileye, evliliğe, cinselliğe, evrim teorisine,
iklim değişikliğine, LGBT bireylere bakışta büyük kutuplaşmaların görüldüğü bilinen bir gerçek.
2) Günümüz neo-popülizminin bir diğer özelliği, ünlü yazar Tocqueville’in “çoğunluğun
tiranlığı” kavramını çağrıştıran “çoğunlukçu” yönetim anlayışı. Madem ki “halk” toplumun
büyük çoğunluğudur, öyleyse o çoğunluğun temsilini ele geçirenlerin istedikleri her şeyi yapmaları mübahtır. Neo-popülistler toplum içinde mutlak çoğunluğu oluşturan etnik, dinî, cinsel ve
kültürel kesimlerin değerlerini, isteklerini öne çıkarırlar. Bazen bu durum azınlıkların haklarını
ihlal etme noktasına kadar gider. Bir anlamda güya uzun yıllar kenarda, köşede kalmış olduğu
kabul edilen çoğunluğun azınlığa karşı duyduğu öfkeyi besleyerek gelişirler. Bu noktada J. Stuart
Mill gibi demokrasinin en merkezî, en olmazsa olmaz özelliğinin azınlıkların haklarının güvence
altında olması prensibiyle taban tabana zıt bir konumlanışları vardır.
1945’ten bu yana gördüğümüz ideolojilerin ve sosyal teorilerin büyük bölümü, toplumun
her kesimini en azından söylemsel düzeyde “içselleştirici” tarzda ele alırlardı. Örneğin “Modernleşme Teorisi” gibi aslında her ülkeye her zaman uygulanabilirliği şüpheli bir teori bile bir gün
herkesin “modern” olabileceği gibi “içselleştirici” bir söylem ihtiva ederdi. Neo-popülistler ise
kendileri dışında tarif edilen herkesi “dışsallaştırırlar” (Müller, 2016) “Çoğunlukçu,” ama çoğulcu degillerdir! Üstelik onların hedefledikleri “çoğunluk” kendilerini yeterince desteklemediği
noktada ise iktidarlarını sadece devletin şiddet aygıtları üzerinden gerçekleştirmekten kaçınmazlar. Türkiye, Macaristan, Hindistan, Polonya gibi pek çok ülkede bu konuda uzun zamandır
ciddi bir yol alınmış durumda.
3
4
Eski başbakan Davutoğlu’nu deviren bu ekibin yazdıkları için bkz. https://pelikandosyasi.wordpress.com/.
USA Today, 24 Şubat 2016.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
293
3) Bu “çoğunluğun tiranlığı” anlayışı vulgar ve basit bir demokrasi tanımıyla paralel
gider. Neo-popülistler için demokratik gözükmek çok önemlidir (van Herpen, 2013, s. 173).
Çünkü kendileri iktidara seçimler üzerinden gelmiş hareketler olduklarından dolayı sandığın
meşruiyeti konusu kritik, iki yanı keskin bir bıçaktır.
Ancak onların demokrasi anlayışı sadece seçime gidip oy atmaktan ibaret (Remington,
2012). Seçimlerin adil olup olmadığı kendileri kazandıkları sürece önemsiz. Üstelik seçim sonuçları kendi istedikleri gibi çıkmazsa açık açık seçimleri tanımadıklarını ya da tanımayacaklarını ilan etmekten ve hatta bunu pratiğe geçirmekten çekinmezler.5 Çünkü onlar, Trump’ın da
dediği gibi, unutulan “sessiz çoğunluğun” güya doğrudan temsilcileridirler.6 Eğer bu çoğunluk
kendilerini seçimde desteklemiyorsa mutlaka seçimde bir hile vardır, somut kanıtlar yoksa dahi
illa “birşeylerin” olduğu iddiasındadırlar. Hatırlanacağı gibi, 2016 seçimleri sürerken Trump
seçimde yenilmesi durumunda seçimi tanımayacağını açıkça ilan etmişti. Yine ilginçtir, 2019’da
Demokrat Parti’nin kurmayları 2020 seçimlerini açık ara kazanmaları gerektiğini, böyle olmadığı takdirde Trump’ın 2020 seçim sonuçlarını kabul etmeyeceğinden duydukları kaygıyı dile getiriyorlardı. Trump bu seçimden uzun zaman önce kendi kazanmazsa seçimi tanımayabileceğini
çok net söylemişti. Amerika’da son 200 yılda oluşmuş demokratik değerleri sorgulatan bir lider
kendisi. Nitekim seçim sonuçlarını tanımamak için darbe bile yapmayı göze alabildi! Hem de
Amerika’da! Türkiye’de son İstanbul yerel seçim sonrasında yaşananlar da bu noktada önemli
dersler içeriyor.
Bütün bu “halk,” “seçimler,” “millî irade,” “sandığın kutsallığı” gibi vurgularına rağmen
aslında neo-popülist hareketlerin büyük bölümü çoğulculuğa karşı, özünde tekçi, otoriter ve dışlayıcı hareketler. Onlar için siyaset bir yönetim biçimi değil, adeta bir savaş yürütme biçimi (Hundal,
2019). Geleneksel “liberal” değerlere ziyadesiyle uzaklar: Orban (Dettmer, 2019) ve Putin7 gibiler
liberalizmin iflas ettiğini, bunun iyi bir rejim olmadığını sık sık vurgularlar. Anti-liberal bir demokrasi anlayışı çok net bir biçimde bütün bu hareketlerde baskın biçimde göze çarpar.
Eğer demokrasiyi sadece sandık sonuçlarına indirgeyecek kadar basitleştirmeyeceksek ve
de onu güçler ayrılığına dayalı, bağımsız ve tarafsız yargı ve medyanın var olabildiği, azınlıkların
hakkının korunabildiği ve adil bir seçim sistemi gibi evrensel kriterleri dikkate alarak tanımlayacaksak (Mackert, 2018) ancak o zaman neo-popülistlerinki demokrasi olarak adledilebilir!
Hepsinden önemlisi konulan kurallara herkesin uyduğu ve seçimler sonucunda iktidarın barışçıl
ve doğal bir devrinin mümkün olup olmadığı belki de demokrasi için en temel kriterdir. Böyle
5
6
7
New York Times, 19 Ekim 2016. Ayrıca bkz. https://www.nytimes.com/2019/05/08/opinion/populists-dont-lose-elections.
html?fbclid=IwAR3dnbjzbgCgwmmU1ZbKAZPlv-na3ojd0TRHiowqZw2A1JkXMDNiPzLA0cQ
Trump için bkz. https://www.washingtonexaminer.com/trump-declares-the-silent-majority-is-back-in-business.
Putin’in yorumu için bkz. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48796575. Orban’ın benzer bir yorumu şöyle: “Macar ulusu sadece bir bireyler grubu değil, örgütlenmesi, güçlendirilmesi ve aslında inşa edilmesi gereken bir topluluktur. Ve
bu anlamda, Macaristan’da inşa etmekte olduğumuz yeni devlet, liberal olmayan (illiberal), ve liberal karşıtı (non-liberal)
bir devlettir. Liberalizmin özgürlük gibi temel ilkelerini reddetmez ve birkaç tane daha sayabilirim ama bu ideolojiyi devlet
örgütlenmesinin merkezi unsuru yapmaz, bunun yerine farklı, özel, ulusal bir yaklaşımı içerir.” Bkz. http://2010-2015.
miniszterelnok.hu/in_english_article/_prime_minister_viktor_orban_s_speech_at_the_25th_balvanyos_summer_free_university_and_student_camp .
294
m. asım karaömerlioğlu
bakıldığında Cas Mudde’ın popülizmi “demokratik olmayan liberalizme karşı liberal olmayan
bir demokratik tepki” biçimindeki yaklaşımı son derece sorunludur (Mudde, 2015).
Neo-popülistler için “halk” ile kendileri, özellikle de liderleri arasında hiçbir türlü aracının varlığı istenmediği için “halk” ile bağlantı Twitter gibi doğrudan araçlar kullanılarak,
bizzat liderin kendisi tarafından sağlanmalıdır. Özellikle de siyasal iktidarın sadece bir kişi ya
da kesimde olmasını önlemek için liberal gelenek içinde oluşmuş bağımsız ya da özerk kurumlara saldırırlar (Brubaker, 2018, s. 33). Kendi iktidarlarını denetleyebilecek, dengeleyebilecek
potansiyeli olan her türlü kurumun özerkliğine son vermeye yeltendikleri gibi, daha da önemlisi,
yargı ve medyayı kendilerine bağlamaya büyük önem verirler. Polonya’da 2016’da Hukuk ve
Adalet Partisi’nin yargıyı partiye bağlamaya çalışan kampanyasını ve Macaristan’da Fidesz’in
her türlü denetleyici ve dengeleyici kurumun üzerine gidişi sadece bazı örnekler (Wilkin, 2018).
Türkiye’de Gezi davasında oynanan hukuki komedi tüm dünyanın malumu. Söylemeye gerek
yok ki uluslarüstü kurumlar da neo-popülist eleştiriden ziyadesiyle nasibini alır. Özellikle IMF
gibi uluslararası finans kurumları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve tabii Avrupa Birligi’nin
kendisi onların saldırdığı tipik örnekler.8 Hindistan ve Türkiye gibi pek çok ülkede görüleceği
üzere, bağımsız uluslararası sivil toplum kuruluşları da sürekli onların hedef tahtasındadır (Hundal, 2017).
4) Neo-popülizmin bir diğer özelliği, hem iktidara yönelirken hem de iktidardayken yoğun
bir “düzen karşıtı” söylemle ortaya çıkması. Nitekim liderlerinin çoğu müesses nizam içinden
gelen insanlar değil, hatta kendilerini düzenin kurbanı, mağduru olarak resmetmekteler. Bu kısmen de doğru, çünkü pek çoğu kültürel, ekonomik, siyasi sistemin marjlarından, çeperlerinden
gelen insanlar. Erdoğan, Bolsonaro ve Modi9 için onların içinden geldikleri toplumsal kesimler
bu noktada bize bir fikir verir. Trump’ın 2016’daki konumu da buna güzel bir örnek: Her ne
kadar kendisi Cumhuriyetçi Parti adayı olsa da aslına bakarsanız hem söylemde hem de icraatta
Trump yerleşik müesses nizamın dışında bir politik karakter sergiledi. Kendi partisi içinde bile
aykırı bir ses olduğunu o gün de, bugün de partisiyle ilişkisine baktığımızda görmek mümkün.
Cumhuriyetçi Parti’nin bir bölümünün kendisini desteklemiş olması, onun müesses nizam karşıtı bir kimliği olmadığı anlamına kesinlikle gelmez (Şar, 2019).10 Üstüne üstlük Cumhuriyetçi
Parti yakın zamanlara kadar “muhafazakarlık” iddiasında bir partiydi. Klasik muhafazakarlığın
temel değerleriyle Trump ve onun gibilerin ne kadar uyuştuğu çok tartışmalıdır. Son derece ilginç olan neo-popülizmin hışmına uğrayan sadece klasik liberalizm değil, aynı zamanda klasik
8
9
10
Avrupa Birliği temasının seçimlerde ve tekil ülkelerde nasıl ele alındığına dair genel değerlendirmeler için bkz. Institute
of European Democrats, Rising Populism and European Elections, 2014, https://www.iedonline.eu/download/2014/Rising-Populism-European-Elections-IED--2014.pdf .
The New York Times, May 21, 2019, https://www.nytimes.com/2019/05/21/podcasts/the-daily/india-election-modi.html?showTranscript=1.
Jan-Werner Müller ile söyleşiden, bkz. https://medyascope.tv/2019/05/23/jan-werner-muller-sag-populizm-ile-mucadelenin-yolu-sol-populizm-degildir-turkce-metin-ve-dublaj/?fbclid=IwAR3b6vSb-i7u9Hb6xYPey_opuLEEE9J0gsRKcHcvzsOEr-ADYmjzR-QbD7Q.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
295
muhafazakarlıktır. Türkiye’de eski klasik merkez sağ ve Milli Görüşcülerle AKP arasında çok
ciddi farklar var.
Neo-popülistlerin bu düzen karşıtı söylemleri ve icraatları aslında kitlelerdeki daha derinlerdeki düzene karşı isyana varan hoşnutsuzluğun bir dışavurumu olarak da görülebilir. Onlar
dipten gelen bu dalganın üzerinde yükselirler. Kendilerini düzenin içinde farklı oyuncular olarak
değil, güya oyunun kendisini degiştirici, müesses nizam karşıtı siyasal aktörler olarak tanımlarlar. Nitekim pek çoğu oyunu değiştirmeye de doğrudan yeltenir, var olan siyasal sistemi baştan
aşağı değiştirmeye soyunurlar (Aytaç vd., 2021).
5) Neo-popülislerin bir diğer özelliği, küreselleşme karşıtı bir söylem ve icraata yatkınlıkları.
Nitekim onların gözündeki en büyük düşman olan elitlerin en önemli özelliklerinden biri, küresellik taraftarı olmaları. 2008’deki büyük iktisadi kriz bu anlamda önemli bir tetikleyici oldu. Bu
nedenle neo-popülistler kendilerini küreselleşmeden zarar gören “yerli ve millîcilerin” temsilcisi
ve ülkelerine ihanet ettiklerini düşündükleri elitlerin karşıtı olarak konumlandırıyorlar. Örneğin,
Fransa’da Marine Le Pen, ülkesindeki gerçek ayrımın sağcısıyla solcusuyla “yurtseverler” ile küreselleşme taraftarları arasında olduğu düşüncesinde (Charlemagne, 2016). Bu noktada Neo-popülizm aşırı milliyetçilikle örtüşüyor. Özellikle iktisadi sahada bu küreselleşme karşıtlığı ticaret
savaşlarına yol açıyor ve de neo-popülistler giderek piyasa ekonomisinden uzaklaşan pratikler
sergiliyorlar. Türkiye’de 2021 yılı sonlarındaki ekonomik söylem bu açıdan manidar.
6) Neo-popülistlerin zihinsel dünyası basit, manikin ikilikler üzerinden çalışıyor: İyi ile
kötü, ak ile kara, artı ile eksi, “bizler” ile “onlar.” Onlar hayatı adeta birinin mutlaka kaybedeceği, toplamı sıfır olan varoluşsal bir oyun gibi algılıyorlar. “Bitaraf olan bertaraf olur”
türü söylemlerle kendilerini desteklemeyen her toplumsal kesimi adeta şeytanlaştırıp, düşman
olarak gösteriyorlar (Milliyet Gazetesi, 2010). Muhaliflerine karşı dışlayıcı, ötekileştirici ve yok
edici bir söylemleri var. Dişilik ve erkeklik, yaşlılık ve gençlik, Yin ve Yang gibi zaman zaman
birbirleriyle çelişen, ama zaman zaman da birbirini tamamlayan karşıtlıklar içinden hayatı algılamıyorlar.
Onlarda “Ya bizimlesin, ya da bize karşısın” söylemi çok merkezî ve yoğun olarak mevcut. Üstelik bunu ağırlıklı olarak rasyonaliteden çok, duygulara, içgüdülere seslenen bir söylemle
yapıyorlar. Bu, onlar için kullanışlı çünkü ikilikler üzerinden hayatı algılama insan doğasının
evriminde güçlü biçimde var olmuş bir eğilim. Beyinde herhangi bir uyarının (stimulus) bile ikiye
ayrılarak beynin rasyonalite ve duyguları ilgilendiren bölgelerine gittiği bilinen bir vaka (Wood
ve Petriglieri, 2005, s. 31). Hâl böyle olunca da ikilikler üzerinden düşünmeye yönlendirme kitlelerde çok kolay karşılık bulabiliyor.
7) Günümüz neo-popülizminin meyvesi olan bir kavram var: “Gerçek ötesi” (Kalaycıoğlu, 2018). İngilizcede “post-truth” deniliyor. Siyasetçilerin göz göre, gerçeklerle alakalı olmayan
yalanları söyleyebilmeleri ve bundan herhangi bir hicap duymamaları! Geçmişte ideolojilerin
merkezde olduğu siyaset yapma biçiminde daha çok fikirlerin, projelerin ve iddiaların uygunlu-
296
m. asım karaömerlioğlu
ğu, işlevselliği tartışılırdı. Burada tartışma sözcüğü önemli. Tartışılacak bir şeyler olurdu! Günümüzün neo-popülist liderleri gerçeklere aykırı ve herkesin gözünün içine bakarak gerçekleri
tahrif edip, üstüne üstlük inanılmaz yalanlarla ortaya çıkabiliyorlar. Her türlü komplo teorisini
her şeyi açıklayabilen sihirli bir değnekmişcesine sunuyorlar. Örneğin Trump ve Bolsonaro’nun
koronavirüs üzerine söylediklerine bir bakın! Onlar için önemli olan bu yalanlara ve komplo
teorilerine kendi taraftarlarının inanması; diğer kesimin zaten inanmayacağını biliyorlar. Bu anlamda siyasal hegemonyalarının olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Hegemonya sizi desteklemeyenlerin bile gözünde bir saygınlığınızın, bir karizmanızın olması olarak tarif edilirse neo-popülistlerin hegemonya gibi bir dertlerinin olmadığını söylemek mümkün.
Geçmişe göre bugün internet sayesinde bir enformasyon patlaması yaşıyoruz. Aslında bu
patlama özellikle 2000’li yıllarda TV kanallarındaki muazzam artışla da kendini göstermişti. Eskiden bilgi basın, üniversite, bilim insanları gibi aracılar (isterseniz elitler diye de okuyabilirsiniz)
üzerinden kitlelere ulaşırdı. Böyle olduğu için de asgari düzeyde de olsa gerçekler araştırılır, belirli süzgeçlerden geçirilerek ileri sürülürdü. Bugün genelde internet, özellikle sosyal medya sayesinde her konu hakkında neredeyse sonsuz bilgi olması ve yayılma hızının akıl almaz boyutlara
ulaşması, aslında bilginin güvenilebilirliğini, araştırılabilmesini ve nihayetinde gerçeklikle alakasını son derece sorunlu hale getirdi. Üstelik 280 karaktere sığdırılmak durumunda kalınması da
meselelerin gri, sofistike ve çok yönlü biçimde ortaya konulabilmesini engellediği için bilgi ve
iddialar büyük ölçüde basit ikilikler üzerinden aktarılmaya başlandı. Böylesi ikilikler üzerinden
kurulmuş bilgi aktarımı ise zaten söylemlerini ve pratiklerini bu tarzda kuran neo-popülistlere
yarayan bir durum.
Dahası Facebook, Twitter gibi sosyal medya ağları kendi çıkarlarına uygun belirli algoritmalar kullanıyorlar. Bu algoritmalar birbirlerine benzeyen insanları bir araya getiriyor, benzemeyenler ise birbirlerine dokunabilecek mecralardan uzaklaşıyorlar. Bu durum da derin bir
kutuplaşma getiriyor çünkü insanlar artık gerçeklikleri sadece kendi gruplarının prizmasından
görmeye başlıyorlar.
Geçerken şunu da not etmek lazım: Siyasi söyleminde “Halk” sözcüğü geçen her hareketi
basitçe neo-popülist olarak nitelendirmek çok yanlış. Bugün bu akım etrafında kavramsallaştırılan Yunanistan’daki Syriza ve İspanya’daki Podemos gibi dışlayıcı değil, içselleştirici sosyal
hareketlerin bu yazı bağlamında kullanılan tanıma girmeleri zor. Neo-popülizm illa anti-neo-liberalizme indirgenemez (Mackert, 2018, s. 7). Ayrıca sol popülist olduğu iddia edilenlerin elit
düşmanlığı çoğu zaman spesifik kesimlere karşı oluşuyor, her daim genel bir elit düşmanlığı
söylemi mevcut değil (Rooduijn, 2014, s. 589). Üstelik onlarda yukarıda gördüğümüz türden
“post-truth” (gerçek ötesi) tarzında bir söyleme pek rastlanmıyor.
İşte yukarıda tasvir etmeye çalıştığım bu küresel neo-popülizm acaba dipten gelen bir
takım dalgaların bir sonucu olmasın? Ya da isterseniz dipten gelen fay hatlarının diyelim? Tüm
dünyayı sardığı için de muhtemelen küresel nedenleri olabilir mi? Asıl büyük sorular sanki burada gibi.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
297
Neo-popülizmin Yükselişinin Altındaki Küresel Sebepler
Bu hareketin yukarıda sergilenen temel ortak özellikleri varsa ve günümüzde dünyayı küresel
ölçekte sarsıcı etki yaratabiliyorsa, peki o zaman adeta bir virüs gibi yayılan neo-popülizmin
altında yatan küresel nedenler nedir? Adeta birbirlerine küresel olarak bağlanmış fay hatları,
isterseniz dip dalgalar da denebilir, olmalı ki bunlar dünyanın pek çok bölgesinde benzer sarsıntılara yol açmalı. Hâliyle sarsıntının hissedildiği farklı yerlerin yapısı ve kültürü buralarda ortaya
çıkan sonuçları da farklılaştıracaktır. Neo-popülizmi anlamak için bu küresel sebepleri bulmak,
onları analiz etmek son derece önemli. Öte yandan bu fay hatlarını anlamak aynı zamanda onların yarattığı bu siyasi harekete karşı alternatifler geliştirebilmek için de çok kritik, çok elzem.
Bu noktada altı küresel fay hattından söz etmek mümkün.
1) Bunlardan ilki, günümüz dünyasında siyasette ve iktisatta çokça konuşulan bir konu
olan “merkezin çöküşü” olgusu. İktisadi hayatta orta sınıfların çöküşü teması her ne kadar uzun
zamandan beri tartışılıyorsa da son yıllarda bu çöküşün derinliğinin ve hızının artması ve gelir
dağılımının pek çok ülkede bozulması bilinen bir vaka (Elliott, 2019). OECD’nin 36 zengin ülkede
yaptığı araştırma, orta sınıfların düşüşünü gösteriyor (OECD, 2019; Humphries, 2019). Yapay
zeka gibi son dönem teknolojilerinin çok sayıda “nitelikli” işgücünü tasfiye etme potansiyeli bugün
artık gerçekleşmek üzere. Son dönem teknolojilerinin ürettiği zenginliğin toplumun en eğitimli ve
en yetenekli çok küçük bir kesimine aşırı bir orantısızlıkla aktığını görüyoruz (Fukuyama, 2012).
İşin daha da ilginç yanı günümüzde her düzeyde “merkezin” çökmesi.11 Muhtemelen hayatın hemen her veçhesinde, örneğin sporda, sosyal medya popülerliğinde, internet sitelerinin
tıklanma oranlarında, yeteneğin coğrafi dağılımında gözlemlenebiliyor. Hızlanan çevrimler sadece vasatla iyi arasındaki farkı değil, iyi ile en iyi arasındaki farkı da derinleştirmesi açısından
çağımızın bir vakası. Orta katmanların yok oluşu, büyük ölçüde onların çıkarlarını temsil eden
merkezin de fiilen çöküşüne katkıda bulunuyor. Merkezin çöküşü bir anlamda zamanımızın
ilginç evrensel karakteristiklerinden biri.
Merkezin ortadan kaybolmasının bir nedeni, internetin gelişimiyle birlikte, geçmişin kitle
toplumunun yerini ağ toplumuna (network society) bırakması. Kitle toplumu Gauss dağılımında
olduğu gibi ortalamaya, medyana yakınsar. Böyle bir dağılımda merkezde olanlar, orta katmanlar büyür, gelişir. Bununla birlikte, internet çağının ağ toplumu, az kişinin çok büyük başarıya
imza atmasına daha uygun. Çok takipçili hesapların daha hızlı büyümesi ve çok daha etkili
olması gibi düşünebiliriz. Merkezi olmayan karar verme tarzı, ironik olarak, örneğin internet
trafiğinin birkaç internet sitesi tarafından muazzam bir şekilde tekelci konuma girmesinde görüldüğü gibi, çok az sayıda olanın orantısız başarısına yol açabiliyor. Bu durum “kazanan her
şeyi alır” (the winner takes it all) tarzı bir mekanizmayı besleyip böylece merkezin çöküşünü
hızlandırabiliyor (Huberman, 2001).
11
Bu konuda zihin açıcı bir deneme için bkz. Mohamed A. El-Erian, “The World Order: Saving the shrinking middle,” Financial Express, [New Delhi], 5 Nisan 2018.
298
m. asım karaömerlioğlu
Günümüzde merkezin neredeyse yok olmasının bir başka nedeni başta internet olmak
üzere, her türlü iletişim ve sosyal akışkanlık sonucu evrimsel seçilim baskılarının, aşırı hız yüzünden çok hızlı kutup üretmesi olabilir. Seçilimi bir sınav ya da oyun gibi düşünürsek, oyun
ne kadar çok ve hızlı oynanırsa oradaki dağılım o kadar uçlara toplanma eğilimi gösterecektir.
Bu denli hızlı kutup oluşumu ise doğal olarak merkezin varlığına bir tehdit. Böylesi bir ortamda
merkezde kalıcı bir istikrarın sağlanması giderek zorlaşır. Hızla evrilen sistemlerdeki çok yönlü
ve dinamik değişim, her türlü sosyal ve siyasal denge durumunu sürekli aşındıracağı ve yeniden
biçimleyeceği için doğal olarak merkezin varlığı sürekli kaygan ve kararsız bir zemin üzerinde
oynamak durumunda kalıyor (McIntosh ve Phipps, 2014).
Öte yandan, varoluşsal sorunların yaşandığı, ayakta kalmanın sıkıntılı olduğu dönemlerde de merkez daha çok çöküyor. Zor sınavlarda görülen bir olguyu hatırlatan bir şey bu. Sınav
zorlaştıkça en yetenekliler diğerlerine göre farkı açarlar. Ekonomilerin küçüldüğü, kaynakların
azaldığı, pandemi gibi afetlerin olduğu ortamlar böyle “zor” ortamlar. 2008’den beri yaşanan
ağır ressesyon bu açıdan önemli. Bir de şunu unutmayalım: “Hayat ve memat” seçimlerinin olduğu yerler doğal olarak iki seçenekli bir durumu pekiştireceği için uzun dönemde yüzde 50’lik
bir olasılığı dayatacaktır. Bu da son yıllarda gözlemlediğimiz yüzde 50-50 bölünmüş seçimleri
karşımıza daha sık çıkaracaktır.
Siyasete döndüğümüzde gözlemlenen merkez sağ ve merkez sol olarak bilinegelen siyasal
mecraların çöküşü (The Economist, 2017, s. 13). Dünya Değerler Araştırması gibi pek çok araştırma, dünyada merkezin hızla çöktüğünü gösteriyor. Örneğin Türkiye’de 1990 yılında insanların yüzde 44’ü kendisini merkezde tanımlarken bu oranın 2011 yılında yüzde 28,2 düzeyine
düşmesi çok manidar.12 Pek çok ülke için benzer oranlar mevcut.
1945’ten 2010’lara kadar siyasette genelde ortada geniş bir merkez olur, bu merkeze bağlanmış irili ufaklı çeşitli kutuplar görülürdü. Aşırı sağ, aşırı sol, ayrılıkçı, etnik hareketler bunlar
arasında sayılabilir. Merkez kendi etkileriyle ya da karşılaştığı tepkilerle sistemi bir biçimde dengede tutardı. Bugünkü dünya adeta merkezin olmadığı ve iki kutbun birbirine büyüklük olarak çok
yaklaştığı gergin bir halata benzetilebilir. Böylesi iki kutuplu gergin bir halattan oluşan düzeneğin
sistemik istikrar göstermesi imkânsız değilse bile çok zor ve uzun vadede sürdürülebilmesi mümkün değil. Böylesi gergin bir halatın sürekli gerginlik doğurması ise işin doğası.
Bu metaforu resmederek anlatalım. Solda (Şekil 1a) merkezin (sosyal, kültürel, siyasal
veya ekonomik olabilir) çok zayıfladığı, birbirlerine yakın güçleri olan ağırlıklı olarak çift kutuplu bir sistem. Doğası gereği gergin ve istikrarsız. Günümüzde pek çok ülkede şahit olduğumuz
pek çok vakayı bu metafor içinde değerlendirmek mümkün. Sağdaki (Şekil 1b) ise merkezin
görece büyük ve içinde farklı güç odaklarını barındırabilen ve de irili ufaklı çok sayıda kutbun
var olduğu bir sistem. Burada kutupların halat üzerinden sistemik sarsıcı darbeleri bir anlamda
12
World Values Survey, 1990, s. 42 ve World Values Survey, 2012, s. 40. Her ikisi için de bakınız http://www.worldvaluessurvey.org/WVSDocumentationWV2.jsp. Türkiye hakkında bu konuda uzun soluklu değişim için bkz. Çarkoğlu, A. ve
Kalaycıoğlu, E. (2021). Fragile But Resilient?: Turkish Electoral Dynamics, 2002-2015. University of Michigan Press.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
299
büyük merkez tarafından soğrulabiliyor. Burada kutuplar ne kadar aşırıya kaçarsa kaçsın, hatta
zaman zaman kutuplardan merkeze giden bazı halatlar kopsa dahi sistem merkezdeki güçler
tarafından dengede tutulabilme kapasitesine sahip. Sağdaki bu metaforik şekil daha çok 1945
sonrası yaygın gördüğümüz ve neo-popülizmin yükselişi öncesi dünyayı resmediyor.
Şekil 1
Zayıf merkez, ağırlıklı çift kutupluluk
Şekil 1a
Güçlü merkez, zayıf çok kutupluluk
Şekil 1b
Bugün merkezin ve orta katmanların yok oluşu, çağımızda demokrasiye en büyük tehdit,
çünkü demokrasi zaman içinde insanların değişik seçenekler içinde gidip gelmelerine dayanan,
tabiri caiz ise söz konusu ara, orta katmanların merkezde sistemin işlemesi için adeta kolaylaştırıcı ya da tampon işlevi gördükleri bir siyaset biçimi. Günümüzün neo-popülist partileri bir
anlamda bu merkezin çöktüğü dünyanın ürünleri ama onlar bir kere iktidar olunca kendileri de
bu çöküşü hızlandıran bir etki yaratıyorlar.
2) Neo-popülizmin yükselişinin altında yatan temel nedenlerden biri de dünyanın pek
çok ülkesinde göze çarpan ve zamanımıza özgü özellikler sergileyen derin kutuplaşma, hatta
yaygınlaşan çift kutupluluk (50-50 bölünme) durumu. İktisadi hayatta zaten uzun zamandır
böyle bir duruma aşinalık vardı ama daha da korkutucu olanı sosyal ve kültürel kutuplaşmanın
da ayyuka çıkması. Böylesi derin bir kutuplaşma ortamının olduğu bir dünyada neo-popülistler
gibi kutuplaştırıcı siyasetçilerin öne çıkması şaşırtıcı değil.
Kutuplaşma belirli grupların kendi iç homojenliği artarken, kendi dışındaki gruplarla da
heterojenliğin artması ve de çok az sayıda büyük grubun kutupları oluşturması (Esteban ve Ray,
1994, s. 824). Kutuplaşmanın bir nedeni onlarca yıldır “kimlik siyaseti” denilen tarzın baskınlığı. “Kimlik siyasetinin” merkezinde insanların neredeyse değiştirmeleri imkânsız olan özellikleri
duruyor. Öyle olunca bu tür bir siyaset tarzının hâkim olduğu ülkelerde olan seçimlerde insanlar
eğer partilerin kendi kimliklerini temsil ettiğini düşünürlerse oy verme tercihlerini kolay kolay
değiştirmiyorlar (Iyengar vd., 2019, s. 134). Dahası yaşam tarzı farklılıklarının sosyal ve siyasal
eksen oluşturduğu durumlarda, ki bunu da bir kimlik siyaseti biçimi olarak düşünmek gerek,
“dostlar” ve “düşmanlar” biçimindeki varoluşsal tehditlerin oluşma potansiyeli artıyor. Bu durum yine bipolar bir yapının oluşmasına katkıda bulunuyor. Pandemi gibi varoluşsal tehdidin
300
m. asım karaömerlioğlu
küresel olarak yükseldiği dönemlerde derin bir sosyal ve siyasal kutuplaşmanın zemini bir süreliğine perçinleşebiliyor (Schmitt, 2007, s. 26-7, s. 49).
Bu noktada Cass Sunstein’in grup kutuplaşması kavramını da hatırlamakta fayda var:
Ona göre kendi grubunuzda ne kadar çok iletişim kurarsanız, daha önce sahip olduğunuz inançlarınızı pekiştirme eğiliminiz o kadar artıyor. Genel olarak internetin ve özellikle sosyal medyanın rolü burada çok önemli. “Gizemli” algoritmalar ve kişisel konfora eğilim nedeniyle, insanlar
kendileri gibi olan diğer insanlarla çevrimiçi iletişim kurma eğilimindedir ki bu da daha fazla
kutuplaşmaya yol açıyor. Doğaldır ki, kutuplaşmış bir ortamda, “post-truth” siyasetinin ardındaki bir başka sebep olan “olgusal olarak kolayca kanıtlanabilir sorular üzerinde bile kamusal
tartışmalara” sık sık tanık oluyoruz (Somer ve McCoy, 2019, s. 14). Aşı karşıtlığı bu konuda
çok somut bir örnek.
Elbette kutuplaşma dünya tarihinde ilk kez görülen bir olgu değil. Ancak günümüzde
yaşandığı haliyle geçmişte görülen pek çok örneğe göre çok daha derin ve radikal özellikler
sergiliyor. Geçmişteki kutuplaşmaların pek çoğu Fransız Devrimi sonrası şekillenen ideolojiler
ekseninde belirginleşiyordu. Bu kutuplaşmalar ağırlıklı olarak sağ-sol eksenli ideolojik kutuplaşmalardı. 1945 sonrası bu ideolojiler reel politiğin Soğuk Savaş bağlamındaki gereksinimlerinin
de etkisiyle tüm dünyayı belirleyebilmişti. Reel sosyalizm ve kapitalizm arasındaki rekabet ve
mücadele büyük ölçüde dünya siyasetinin ana rotasının da çizilmesini beraberinde getirmişti.
1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında ise “liberal demokrasinin” mutlak hâkimiyeti
güya köklü bir şekilde yerleşiyor gibi görünüyordu.
Oysa günümüzde kitlelerin mobilizasyonunda artık bu ayrımlar eskisi kadar etkili değil.
Bugün sağ-sol ayrımları geçmişe göre çok daha silik, çok daha muğlak. Ana ayrım noktasını
artık ideolojiler belirlemiyor. Bu ideolojilerin bir rolü olmadığı ve artık anlamsızlaştığı anlamına hiç şüphesiz gelmiyor, ama artık ana eksen olmaktan çıkmış durumdalar. Neo-popülizm
bildiğimiz tarzda bir dünya görüşü ya da ideoloji değil, en fazlasından Cas Mudde’ın tabiriyle
“ince-merkezli” bir ideoloji (Mudde, 2007, s. 23). Bunun yerine din (Abramowitz ve Saunders,
2008, s. 542), etnisite, kimlik, aile ve cinselliğe yaklaşım, yaşam biçimi gibi idealar, projeler,
ütopyalar dünyasından çok “doğuştan,” özsel niteliklere ve farklı ahlak anlayışlarına (Lakoff,
2002, s. 152) vurgu yapan ayrımlar öne çıkmış durumda. Renklerini bu niteliklerden alan bir
“kabile siyaseti” tarzının küresel ölçekte derin bir kutuplaşmaya yol açışına şahit oluyoruz.
Ancak tüm bu söylenenler neo-popülizmin kendine has özgün, farklı bir ideolojisi olmadığı anlamına kesinlikle gelmez. Faşizm ne kadar bir ideoloji ise, onu da bir ideoloji olarak değerlendirmemek için ortada bir neden yok.
Günümüz kutuplaşmasının başka özgül görüngüleri de var. Örneğin 1960’lı ve 70’li yıllarda göze çarpan siyasi kutuplaşmalar daha çok elitler arasında ya da elitlerle devlet arasında
cereyan ediyordu. Bugün ilginç olan büyük kitlelerin karşı karşıya gelmeleri. Çok sayıda insan
artık kendi ülkesinin pek çok vatandaşı ile aynı havayı solumak, ortak kamusal alanlarda birlikte olmak istemiyor; beraber yaşama istenci geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde azalmış durumda.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
301
“Pasaport ticareti,” belki de dünya tarihinde ilk kez, ne yazık ki, büyük bir ekonomik sektör
oldu. Bugün birbirlerine daha az güvenen, birbirlerinin yaşam tarzlarını kendilerininkine tehdit
olarak algılayan büyük kitlelerden söz etmek mümkün.
Dahası, neo-popülizmin toplumsal ikilikler üzerinden siyaset yapma anlayışı referandumları siyasal seçim mekanizmasının asli unsuruna dönüştürme eğilimi taşıyor. Referandum tekniği
neo-popülizmin bütün hayatı ikilikler üzerinden okuma tarzına çok uygun. Louis Bonaparte
Fransa’sında görülen tarzda referandum yapma alışkanlığı hızla yayılıyor ve, ilginçtir, pek çok
referandum ve seçim sonucunun Amerika, Türkiye, İngiltere gibi ülkelerde yüzde elli oranında
dağıldığına şahit oluyoruz. Birbirlerine yakın bir çift kutupluluğu daha sık gözlemliyoruz. Bu
son derece tehlikeli bir gidiş! Neo-liberallerin başka bir bağlamda 1980’lerde dillendirdikleri
“aslında toplum diye bir şey yoktur” şiarı maalesef başka bir biçimde 21. yüzyılın yeni sosyal
dinamikleriyle tam anlamıyla gerçekleşmeye başlıyor.
Amerika’da yakın dönemde görülen kutuplaşma, çeşitli araştırmalarla ortaya çıkıyor ve
ilginç bazı noktalar görülüyor. Hem kitleler hem elitler bazında hem de siyasal partilerin birbirine her düzeyde uzaklaşması anlamında kutuplaşmanın derinleştiği saptanıyor.13 PEW Araştırma
Merkezi gibi kuruluşların verileri Amerikan seçmeninin sadece siyasi görüşler açısından değil,
yaşam biçimi açısından da giderek birbirlerinden uzaklaştığını ortaya koyuyor.14 Devletin rolü,
ırk ayrımcılığı, göçmenlik, ulusal güvenlik, çevre meseleleri gibi temel siyasi değerler üzerine
Obama döneminde rekor düzeylere ulaşan siyasi ayrımlar Trump ile daha da büyük sıçrama
yapmıştı.15 Üstelik, eskiden siyaset “ortalama” vatandaşın daha az gündemindeyken şimdilerde
onların da giderek siyasallaştığı, neredeyse militanlaştığı gözlemleniyor. Uzmanlar bunda sosyal
medyanın ve yaygınlaşan eğitim fırsatları nedeniyle eğitimli seçmenin daha fazla siyasallaşmaya
yatkın olmasının etkili olduğu kanısındalar (Lepore, 2013). Daha kötüsü, özellikle dinsellik ve
sekülerlik ekseninde olduğu gibi pek çok kültürel veçhede ayrımlar artıyor ve derinleşiyor (Abramowitz ve Saunders, 2008, s. 542).
Türkiye’de 2017’de yapılan bir araştırma, kutuplaşmanın niteliğini ve boyutlarını gözler
önüne sermesi açısından ürkütücü. En büyük iki partinin 20 şehirde il başkanlarının internet
sitelerinden fotoğrafları alınıyor ve katılımcılara “bu fotoğraflardaki kişi sizce hangi partidendir?” sorusu yöneltiliyor. Katılımcılar yüzde 75 oranında doğru tahminde bulunuyor! Toplumsal kutuplaşmanın derinliği sarsıcı bir şekilde kendini gösteriyor.16
Bkz. Sahil Chinoy, “What happened to America’s Political Center of Gravity?” New York Times, 26 Haziran 2019.
Bkz. https://www.pewresearch.org/fact-tank/2014/06/12/7-things-to-know-about-polarization-in-america/
Bkz. PEW Research Center report: “The Partisan Divide on Political Values Grows Even Wider,” https://www.people-press.
org/2017/10/05/the-partisan-divide-on-political-values-grows-even-wider/, ve “America Divided,” The Economist, c. 429,
no. 9116, (3 Kasım 2018), s. 11.
16 Bkz. https://t24.com.tr/haber/vurur-yuze-ifadesi-akpli-mi-chpli-mi-bir-tanesi-kutuplasma-arastirmasindan-ilginc-sonuclar,400805. Türkiye’de siyasetcilerin nasıl kutuplaştırma pratikleri yapmasının kronolojik bir dökümü için bkz. Murat
Somer, “Turkey: The Slippery Slope from Reformist to Revolutionary Polarization and Democratic Breakdown,” The
Annals of the American Academy of Political and Social Science, c. 681, no.1, 2019, s. 42-61.
13
14
15
302
m. asım karaömerlioğlu
Öte yandan bu kutuplaşma kendisini coğrafi eksende de belli ediyor. ABD, Rusya, Türkiye ve İngiltere gibi yerlerde son yıllardaki seçim ve referandum sonuçları coğrafi olarak derin bir
ayrışmanın yaşandığını gösteriyor. Neo-popülistler metropollerde ve özellikle de kıyı bölgelerinde zayıflar. Kıyılar ağırlıklı olarak kozmopolitizmin ve küreselleşmenin yoğun olarak gözlemlendiği bölgeler. Denizden uzaklaşıp iç bölgelere gidildiğinde neo-popülistlerin etki alanlarının
genişledigi görülüyor. Coğrafyanın genelde kültüre, özelde de kadın-erkek ilişkilerinin kültürel
niteliğine etkisi bilindiği için bunu kültürel bir ayrışma olarak okumak elbette mümkün.
Büyük kentler ise çeşitlilik, farklılık demek. Farklı kültürleri, farklı değerleri görmek empatiyi, hoşgörüyü ve yaratıcılığı artıran bir etki yaratıyor. Metropollerin enformasyon çağının
ve bilgi ekonomisinin merkezleri olması ve daha çok ekonomik ve kültürel fırsatlar sunması bu
bölgelere tüm dünyadan en yetenekli ve birikimli gençleri çekmesi de bu şehirlerdeki sosyal ve
kültürel hayatı daha çok deneyime açık, kozmopolitan ve küreselleşmeyle uyumlu hale getiriyor.
Hâliyle buralardaki sosyo-kültürel hava kırlardan ve kasabalardan farklı bir görünüm arz ediyor. Kendi içine kapanan küçük yerleşim merkezleri homojenleştikçe hayat tarzlarından siyasal
değerlere kadar pek çok konuda muhafazakârlaşıp, daha fazla etnosentrist pozisyona yerleşiyorlar (Wilkinson, 2019).17 Neo-popülistlerin metropollerdeki güçleri daha zayıf. Trump’ın ve
Brexit’çilerin seçim kazandığı bölgelerin analizi bunu net bir biçimde gösteriyor.18 Türkiye’de de
benzer bir durum var.
3) Neo-popülizmin yükselişi dünyada liberal düzenin çöküş boyutlarına ulaşan krizine de
bir tepki. Özellikle Batı ülkelerinde19 ve az çok çoğulcu bir siyasi geleneğin var olageldiği yerlerde bu durum çok belirgin. Fiiliyatta değilse bile söylemde çoğulculuğun baskın olduğu 1945
sonrası dünyada seçimlere dayanan demokrasilerde büyük artış kaydedilmişti. 1970’te 35 kadar
seçimlerin yapılabildiği ülke varken bu rakam 2005’te 120’ye ulaşacaktı (Fukuyama, 2018).20
Bugün bu “liberal” gelenek Rusya’ya karşı ittifak temelinde yeni yeni canlansa bile hala derin bir
bunalım yaşamakta. Bu bunalım kendisini üç ayak üzerinde net bir şekilde göstermekte; siyasi,
iktisadi ve ahlaki.
Siyaseten baktığımızda neo-popülizmin bugün liberal geleneğin en güçlü olduğu Avrupa ve Amerika’da gözlemlenmesi rastlantı değil. İşin yüzeydeki siyasi çalkantılarını bir kenara
koyalım. Liberal çoğulcu gelenek ekonomide olduğu gibi, siyasette de kendi çıkarını savunan,
rasyonel bir bireyin var olduğu savı üzerinden temellenmişti. Oysa dünya tarihinin çok büyük
bir bölümünde bu “birey” neredeyse hiç var olmadı. İnsan doğası yüz binlerce yıldır aile, aşiret,
kabile, kavim gibi küçük ve ağırlıklı olarak akrabalık temelinde oluşmuş yapılar içinde yaşanan
evrimsel süreç içinde oluştu. O nedenle liberal düşüncenin tahayyül ettiği bireyin en başından
17
18
19
20
Bkz. https://niskanencenter.org/blog/the-density-divide-urbanization-polarization-and-populist-backlash/
Brexit için bkz. https://www.bbc.com/news/uk-politics-36616028. 2020 Amerikan seçimleri için bkz. https://en.wikipedia.
org/wiki/2020_United_States_elections.
“Britain’s missing middle,” The Economist, c. 423, no. 9043, Haziran 2017, s. 13.
Bkz. https://www.afr.com/opinion/how-to-tame-the-populists-20180129-h0ppg2.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
303
beri zaten evrimsel temelleri çok zayıftı. Rasyonel davranması gereken bireylerin bugünün modern dünyasında bile evrimsel doğasından getirdiği “bizden” ve “bizden olmayan” ayrımı üzerine hayatını bina etmekteki direnci öyle kolay kırılabilecek cinsten değildi. Türkiye’de sıkça
kullanılan “bizim mahalle” metaforu bu açıdan manidar.
Öte yandan 18. yüzyılda temelleri atılan bir ideolojinin bugünkü demografik gelişmeleri
ne kadar içselleştirip soğurabildiği de ayrı bir sorun. Az eğitimli ve aşırı dinsel kesimler hem
erken evleniyorlar hem de çok çocuk yapıyorlar. Bu, bütün dünyada bilinen bir vaka. İnsanların da siyasi düşünceleri asıl olarak ergenlik döneminde neredeyse tamamlanmış oluyor. Bu da
psikoloji biliminin az sayıda ortak kabul gören bulgularından bir tanesi. Bu nedenle aile hem
“fıtrat” hem de eskilerin “terbiye” dediği iki koldan birden etkisini hissettiriyor. Liberalizmin bu
tür sorunlarla baş edebilmesi epeyce zor, hatta bugüne kadar işi iyi bile idare ettiği söylenebilir.
Öte yandan Batı felsefesinin ve liberalizmin uzun zamandır gündeminde tuttuğu özgürlük
meselesi de artık yetersiz ve giderek daha çok sorunlu. Bu mesele büyük kitlelerin özgürlüklerinden yoksun olduğu konjonktürlerde önemli ve işlevseldi. Keza Inglehart’ın “post-materyalist”
dediği maddi kaygıların ötesindeki ihtiyaçlarının öne çıktığı toplumlar için de geçerli olabilir
(Inglehart, 1977). Dolayısıyla bu mesele biraz zamanın koşulları ve mekânın sınırları tarafından
belirleniyor. Jose Ortega y Gasset’in “mass-men” dediği büyük kitleler liberal geleneğin vaat
ettigi o özgürlüğü bir kere elde ettiklerinde başkaları için de bu özgürlüğü reva görecekler mi?
Dünyadaki pek çok tarihsel deneyim bu konuda müphem, hatta gayet de menfi. Özgürlük ve
insan hakları gibi evrensel taleplerin iktidar bir kere ele geçirildikten sonra, kendi kabilesinin iktidarının nimetlerden faydalandığı bir ortamda çok da önemsenmeyebileceği ortaya çıktı. Özellikle de insan hakları gibi taleplerin ülkelerine göç eden insanlara uygulanıp uygulanmamasına
ne kadar özen gösterme marjı var? Karmaşık sorunlar.
Neo-popülizm liberal geleneğin temsil krizine de verilmiş bir cevap olarak yükseldi, yükseliyor. Bu anlamda yukarıda bahsedilen ve onun müesses nizama olan taktiksel karşıtlığı da
anlaşılabilir. Kitlelerin çok uzun zamandır taleplerine teknokratik ve bürokratik bir şekilde bakan ve onların temel meselelerini çözemeyen “eski düzen” elitlerine uzun yıllardır biriken bir
tepki olarak da neo-popülizmin yükselişi bir vaka.21 Bu durum, onların söylem ve pratiklerde
lidere olan vurguyu da açıklaması açısından önemli. Güvensizlik ve belirsizlik ortamları her
zaman güçlü lider arayışını perçinliyor. Nitekim Türkiye gibi elitlerin önemli olduğu bir yerden
her şeyi ama her şeyi “meslekten siyasetçilerin” belirlediği bir ortama evrildik. Bu da diplomasi
gibi, ekonomi gibi uzman görüşü gerektiren alanlarda felaketlere yol açıyor. Bu durum örneğin
Türkiye’de 2021 yılı sonlarında büyük bir ekonomik çöküntünün en önemli nedeni.
Üstüne üstlük son 30 yıldır “siyaseten doğruculuk” safsatası altında liberal elitlerin önemli mevzuları insanların rahat rahat tartışmasının önünü tıkayan ifade özgürlüğüne düşman tavrının yarattığı tepkileri ve sorunları da görmek gerek.
21
Ünlü iktisatçı Krugman’ın New York Times’da toplumlarını bu noktada nasıl anlayamadıklarını itiraf ediyor: “Bildiğimiz
şey, benim ve muhtemelen The New York Times okurlarının çoğu gibi insanların içinde yaşadığımız ülkeyi gerçekten anlamadıkları.” Bkz. https://www.nytimes.com/interactive/projects/cp/opinion/election-night-2016/the-unknown-country.
304
m. asım karaömerlioğlu
Liberalizmin ekonomik ayağında yaşananların neo-popülizme verdiği itkiyi ise uzun uzadıya tartışmaya bile gerek yok, ancak onların yükselişini sadece ve esas olarak ekonomik nedenlere bağlamak kesinlikle çok yanlış. Trump’ı destekleyenlerin hanehalkları ortalama geliri Clinton’ı destekleyenlerden yüksekti. Ekonomik sorunlar hiç kuşkusuz neo-popülistlerin muhalefette
olduğu ülkelerde önemli bir ivme yarattı ancak bu hareketlerin yükselişinde ekonomik nedenler
kültürel nedenlere göre ikincildir. Aksi takdirde Hollanda, Avusturya ve İsviçre gibi işsizliğin
görece az olduğu yerlerde bu işin yükselişini nasıl açıklayacağız?! 2008 küresel krizi ve bunun
için geliştirilen sözde önlemlerin tüm dünyada büyük tepkiler yarattığı ise bir vaka. Kendisi
bu kriz sayesinde iktidara gelen Obama’nın Amerika’da bankaları kurtarması ve finans sisteminden hemen hiç kimsenin cezalandırılmaması geniş tepkiler topladı. Avrupa’da ortaya çıkan
istikrarsızlık, servet eşitsizliği, kemer sıkma programları, Almanya merkezli kredi sağlamanın
koşullara bağlanması gibi meseleler insanları giderek artan ölçüde müesses nizamı sorgulamaya
itti. “Ahbap-çavuş” kapitalizmi denilen olgunun yaygınlaşması ve tüm dünyada yolsuzluğun ayyuka çıkması piyasa ekonomisinin ve onu fetişleştiren liberal geleneğin derinden sorgulanmasını
getirdi. Bugün ticaret savaşları denilen ekonomik milliyetçiliğin dünyanın pek çok bölgesinde
yükselişine tanıklık ediyoruz. Üstüne şimdilerde pandemi döneminde bir de aşı savaşları eklendi.
Tüm bunlar olurken, teknolojik gelişmeler nedeniyle pek çok kişinin artık iş bulma umutlarının
giderek azalacağı da hesaba katılınca neo-popülistlerin bu tür ciddi toplumsal ve ekonomik
sorunlar üzerinden daha da nemalanacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Pandemi
olmasaydı Amerika’da Biden seçimi kazanabilir miydi? Biraz zor gibi görünüyor.
Liberal düzenin ahlaki boyutta da ağır yaralar aldığı bir dönemden geçiliyor. 1980’lerden
beri neo-liberalizm denilen ve denetimsiz rekabetin ayyuka çıktığı bir dönemde pek çok kişi
her türlü yoldan zengin olmayı ve her türlü bencilliği meşru görmeye başladı. Neo-liberalizmin
eşitsizlik yaratan boyutları çok vurgulanageldi ama onun yarattığı ahlaki çöküntü yeterince incelenmedi. Neo-popülistlerin son 20 yılda dünyada uygulanan iktisat politikalarının yarattığı bu
ahlaki çöküntüyü kendilerine siyasi sermaye olarak aldıklarını not etmek lazım.
Kutuplaşan toplumlarda her türlü ortak hissiyat ve davranış kalıpları erozyona uğradığı
için ortak bir ahlak çıkarmak da çok zor. Eğer ahlak binlerce yıldır bir toplumun en temel toplum sözleşmesi olduğu düşünülürse, meselenin ne kadar önemli olduğu su götürmez bir gerçeklik
olarak karşımızda durur. Adam Smith ve Charles Darwin’in iktisadın bile en temel noktasını
ahlakın teşkil ettiğine dair tezlerini bu bağlamda yeniden düşünmenin zamanıdır!
4) Neo-popülizmin dünya çapında yükselişinin altında yatan bir diğer dip dalga, dış göç
olgusu. Bilindiği gibi gerek daha iyi bir hayat, gerekse de siyasi ve dinî/mezhepsel çalkantılardan
kaçma gibi nedenler yüzünden göç hareketlerinin çok arttığı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle
2015 yılında ve sonrasında Avrupa’ya yönelen göçmen akımının buralarda neo-popülist partiler tarafından istismar edilmeye son derece müsait ciddi hoşnutsuzluklar yarattığını biliyoruz
(Savio, 2016). (Ukrayna’lı göçmenlerin o toplumlar üzerindeki etkisini zaman içinde göreceğiz.)
Göçmenlerin çoğunun bambaşka bir kültürel havuz olan İslam coğrafyasından gelmesi, işleri
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
305
iyice zorlaştırıyor. Müslüman göçmenlerin genellikle kendi aralarında evlenip yaşadıkları ülkelerin kültürlerine karışmamalarının yaygınlığı bilindiğinden göçmenler sorunu neo-popülistlerin
nemalandığı önemli bir sorun yumağı olarak karşımızda duruyor. Onlar doğurganlık oranları
gibi demografik verilerle bir korku atmosferi yaratıyor (Krastev, 2016). İslami terör örgütlerinin
Avrupa’daki eylemleri de her şeyi bir kat daha karmaşıklaştırıyor, onların “halkı” dışsal kötü
insanlardan koruma söylemini besliyor. Brexit sürecinde “Türklerin Avrupa Birliği’ne girmek
üzere” olduğu yaygarasını hatırlayalım. Keza Trump’ın Meksika sınırına duvar örme gibi meselelerle göçmen korkusunu sürekli gündemde tutması. Bu tür durumların yaygınlaşması da tabii
“bizden” olanlarla “bizden olmayanlar” olarak ayrılan gruplar arasındaki çelişkiyi neo-popülistlerin sonuna kadar kullanmasını kolaylaştıran bir ortam sağlıyor.
5) Bir diğer dipten gelen dalga küreselleşme ve onun getirdiği ekonomik ve kültürel sorunlar. Nitekim yukarıda da gördüğümüz üzere “millîci ve yerlici,” yani “bizim buradan olan,”
tarzı anlayışların küreselleşmeyi kendilerine bir günah keçisi olarak aldıkları aşikâr. Küreselleşmeden çıkarı olan toplumsal kesimler ile küresel kültürel değerlere eklemlenme kapasitesi olanlara karşı ciddi bir Kulturkampf’ın tüm dünyada gözle görülür bir şekilde yükseldiğine tanıklık
ediyoruz. Velhasılı küreselleşmenin getirdiği derin ama çok bariz sorunları hiç kuşkusuz bir dip
dalga olarak not etmek gerekiyor.
6) Nihayet dipten gelen son dalga, Amerika’nın artık küresel hegemonyasını kaybetmesidir. Bu durum Ukrayna savaşına kadar geçerliliğini korudu. Giderek “izolasyonist ” bir konuma
çekilen bir süper güçtü Amerika. Örneğin Rusya saldırısı karşısında müttefiki Baltık ülkelerini
savunmayacağını açıkladıklarını hatırlayalım.22 Oysa Amerika, yukarıda bahsedilen liberal uluslararası sistemi de ayakta tutan güçtü. Dünya sistemini düzenleyen, ona normlar biçen, kurallara
bağlı bir ticaret sistemi kuran, müttefikleriyle Soğuk Savaş’ta güvenlik anlaşmaları imzalayan
ve sonrasında “terörle mücadele” adına ittifak kuran bir ülke. Onun sahneden çekilmesinin ve
hatta bunu neo-popülist bir rejimi, yani Trump’ı, iktidara getirerek yapmasının derin etkileri yaşandı. Nasıl ki toplumların kendi içindeki hegemonik güç ve denge ilişkilerinin yıkılması
neo-popülizmin yolunu açmışsa, hegemonik gücün uluslararası düzlemde yokluğunun küresel
anlamda kaos ve istikrarsızlık yaratan bir etkisi olması aşikârdı. Bu durumun kendisini “millî ve
yerlici” diye tanımlayan bölgesel devletlerin güçlenmesine katkısı önemli. Ama daha da önemlisi
Çin’in her alanda yükselmesi ve Amerika’nın bu yükseliş karşısında çatışmacı ve sıfır toplamlı
bir oyun kurgusunun işe yarayacağına inanması.23 Trump sonrası Biden’ın ABD hegemonyasını
ne ölçüde değiştirebileceğini ise zaman gösterecek.
22
23
“Putin, Trump and the DNC,” The Economist, 30 Temmuz 2016, bkz. https://www.economist.com/united-states/2016/07/30/signal-and-noise.
The Economist, c. 431, no. 9143, 18 Mayıs, 2019, s. 11.
306
m. asım karaömerlioğlu
Sonuç: Neo-popülizmin Geleceği
Neo-popülizmin dünya çapında eşzamanlı yükselişi ve ortak özelliklere sahip olması, yukarıda
tartışılan dipten gelen altı dalganın bir yansıması. Aslına bakılırsa bu altı dalganın kümülatif
etkisi bize başka bir gerçeği daha gösteriyor: 1945 sonrasında kurulmuş ve yaklaşık 80 yıllık
bir tarihsel çevrimin sonuna gelmiş durumdayız. İdeolojileriyle, kurumlarıyla, iktisadi hayatıyla,
dünya sistemiyle, uluslararası ilişkileriyle, iletişim araçlarıyla, insan-çevre ilişkileriyle 1945’te
kurulan “liberal uluslararası düzen” sallanıyor (Fukuyama, 2018, s. 1). Rusya’nın Ukrayna’yı
işgali ise bu süreci olağanüstü hızlandıracaktır.24
Neo-popülizm aslında bu büyük tarihsel çevrimin son evresinin siyasal biçimi ve de kendisi yeni bir dönemin habercisi olmaktan çok, yaklaşık 80 yıllık çevrimin son yıllarının derin
problemlerine verilmiş bir tepkiden ibaret. Zaten her düzeyde kutuplaşmış dünya sistemini ayrıştırıcı ikilikler üzerinden kurduğu söylemiyle daha da derin kutuplaşmalara sürükleyeceği için
hegemonik özellik arz edemeyecek.
Üstelik şunu da unutmamak lazım: Neo-popülizmin kurulmasına katkıda bulunduğu kutuplaştırıcılık, ortalama vatandaşı geçmişte pek görmediğimiz ölçüde politikleştirmiş, günlük
siyasetteki gelişmelere duyarlı kılmış durumda. Kitlelerin bu denli siyasallaştığı bir ortamda tüm
ülkeye seslenebilme özelliği gerektiren hegemonik çekim merkezi olmak hayal değilse bile imkânsıza yakın. Pek çok ülkede tüm ülkeyi temsil edebilen kurumlar, semboller, kişiler bulmak
giderek zorlaşıyor. Türkiye’deki partili cumhurbaşkanı buna iyi bir örnek. Bu anlamda neo-popülizme karşı gelişecek hareketlerin birleştirici bir söylemi başarıyla hayata geçirebilmeleri çok
kritik ve elzem görünüyor.
Neo-popülistlerin “millî ve yerlici” perspektiflerinin küresel dünyanın sorunlarına cevap
vermesi beklenemez. Aşı olayı bu konuda da çok öğretici bir süreç yaşattı tüm dünyada. Bu tür
hareketler doğası gereği çatışmacı bir rotada ilerlemek zorundalar. Sürekli hareket halinde olması gereken bir bisiklete benzetilebilir: Kutuplaştırma ve ayrıştırma yapmadan ayakta kalamaz,
durduğu anda kendi kendisini düşürecektir. Çatışmacı, kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı hareketlerin
ne ulusal ne de uluslararası hegemonya kurmaları eşyanın doğasına aykırı. Hegemonya boşluğunu devlet şiddeti ile doldurmaları büyük ihtimal.
Steve Bannon gibi adeta bir “popülist enternasyonel” kurma sevdasında olanların gözden
kaçırdıkları bir şey var: Günümüz popülizmi dışlayıcı karakterlere sahip. Aşırı milliyetçi, yerlici
ve içe dönük bir siyasi felsefe ve pratikte dünya sistemini yönetebilecek bir ideolojik vizyon çıkması imkânsız. Basit bir örnekle açayım: Neo-popülist hareketlerin altını çizdikleri bir husus, her
ailenin çok sayıda çocuğa sahip olması. Erdoğan’ın, örneğin, yıllardır vurguladığı gibi üç çocuk
minimum beklenti. Ancak bütün dünyada herkes bu beklentiyi ciddiye alsa dünya nüfusunun bu
inanılmaz artışını bu gezegenin taşıyabilmesi mümkün değil. Uluslararası sistemde hegemonik
olabilecek bir ideoloji, ancak insanlığın ortaklıklarına vurgu yapan, evrenselci özelliklere sahip
24
Bu konuda Birikim dergisine yaptığım değerlendirme için bkz. “Savaş: Eski Dünya Düzeninin son düzlüğü,” https://birikimdergisi.com/guncel/11003/savas-eski-dunya-duzeni-sonlandirirken.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
307
bir ideoloji olabilir, neo-popülist rejimlerden asla uluslararası dayanışma çıkmayacağı gibi olsa
olsa işin sonu savaşlara giden kaotik, çatışmacı bir dünya çıkabilir. Rus işgaliyle görülen de bu
minvaldedir.
Tüm dünyada yapılan çalışmalar, yeni gelen kuşakların 1945 ile 1980 arası doğan kuşaklardan ciddi farklılıklar gösterdiğine işaret ediyor. Bu farkların en önde gelenlerinden biri, hemen her konuda çeşitliliğe, farklılığa açık kuşaklar olmaları. Neo-popülistlerin gençler arasında
güçleri her yerde zayıf! Brexit’çilerin, Trump’ın, Erdoğan’ın ve Putin’in bu konudaki desteklerinin zayıflığı biliniyor. Geleceği temsil eden kesimlerde tutunamayan hareketlerin gelecekte uzun
süre ayakta kalabilmeleri zor görünüyor. Kaldı ki kendi nitelikli insanlarıyla, isteyen elitleriyle
diye de okuyabilir, sürekli kavga eden bir ülkenin ekonomisinden kültürel cazibesine kadar pek
çok alanda gelecekte güçlü olabilmesi hiç kolay değil.
Her büyük tarihsel çevrimin sonu sancılı geçer. 1930’lar dünyasını bu bağlamda hatırlamakta fayda var. Neo-popülist rejimler etki değil, tepki rejimleri. Eski dünya düzeninin krizinin
içinden filizleniyorlar ve muhtemelen 2020’lerin ortalarından sonra kurulacak yeni bir dünya
düzeniyle de varoluşları sönümlenecek. Umalım ki bu zor süreç yumuşak geçsin. Trump’ın Amerika’da yenilgisi son derece önemli. Keza bu hareketin ilk ve en güçlü örneklerden Türkiye’deki
AKP iktidarının son İstanbul seçimlerindeki ağır yenilgisi de çok dikkat çekici.
Pandemi ise tüm dünyadaki tüm süreçleri hızlandırdığı gibi muhtemelen iktidardaki neo-popülist hareketlerin çöküşünü de hızlandırabilir. Trump şimdiden gitti, Johnson ve Bolsonaro yolda. Diğerleri için de zorlu bir süreç başladı. Yeni bir dünya düzeninin, isterseniz yeni bir
dengenin de diyebilirsiniz, nasıl oluşacağını zaman ve güçler dengesi gösterecek.
Kaynakça
Abramowitz, A. I. ve Saunders, K. L. (2008). Is Polarization a Myth?. The Journal of Politics, 70(2), 542.
Abramowitz, A. I. ve Saunders, K. L. (2008). Is Polarization a Myth?. The Journal of Politics, 70(2), 542.
America Divided. (2018). The Economist, c. 429, no. 9116, (3 Kasım 2018), s. 11.
Anonim. (2014). Prime Minister Viktor Orbán’s Speech at the 25th Bálványos Summer Free University and
Student Camp. http://2010-2015.miniszterelnok.hu/in_english_article/_prime_minister_viktor_orban_s_speech_at_the_25th_balvanyos_summer_free_university_and_student_camp
Anonim. (2016). Putin, Trump and the DNC. The Economist, 30 Temmuz 2016. https://www.economist.com/
united-states/2016/07/30/signal-and-noise
Anonim. (2019). The Rise of Modi: India’s rightward Turn. The New York Times, May 21, 2019, https://www.
nytimes.com/2019/05/21/podcasts/the-daily/india-election-modi.html?showTranscript=1.
Aytaç, S. E., Çarkoğlu, A. ve Elçi, E. (2021). Partisanship, elite messages, and support for populism in power.
European Political Science Review, 13(1), 23-39.
Balıkçı, E. (2018). What’s Wrong with Institutions? A Short History of the Clash between IRAs and Turkish
Populists. Populism, 1(2), 146-171.
Britain’s missing middle. (2017). The Economist, c. 423, no. 9043.
Brubaker, R. (2018). Why Populism?. Gregor Fitzi, Jürgen Mackert, Bryan S. Turner (der.). Populism and the
Crisis of Democracy: Volume 1: Concepts and Theory içinde. Routledge.
308
m. asım karaömerlioğlu
Canovan, M. (1981). Populism. Harcourt Brace Jovanovich.
Çarkoğlu, A. ve Kalaycıoğlu, E. (2021). Fragile But Resilient?: Turkish Electoral Dynamics, 2002-2015. University of Michigan Press.
Charlemagne, (2016). The Polarization of Europe. The Economist, 419(8995), 32.
Chinoy, S. (2019). What happened to America’s Political Center of Gravity?. New York Times, 26 Haziran 2019.
de Tocqueville, A. (2006). Democracy in America. (H. Reeve, Çev.). Harper Perennial Modern Classics.
Dettmer, J. (2019). Orban pressess on with illiberal democracy. Voice of America, 10 Nisan 2019. https://www.
voanews.com/europe/orban-presses-illiberal-democracy.
Doherty, C. (2014). 7 things to know about polarization in America. https://www.pewresearch.org/fact-tank/2014/06/12/7-things-to-know-about-polarization-in-america/
El-Erian, M. A. (2018). The World Order: Saving the shrinking middle. Financial Express. 5 Nisan 2018.
Elliott, L. (2019). The demise of the middle classes is toxifying British politics. The Guardian, 3 May 2019.
Erdoğan: Bitaraf olan bertaraf olur. (2010). Milliyet Gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/erdogan-bitaraf-olan-bertaraf-olur-siyaset-1277904/
Esteban, J. M. ve Ray, D. (1994). On the Measurement of Polarization. Econometrica, 62(4), 824.
Fukuyama, F. (2012). The Future of History: Can Liberal Democracy Survive the Decline of the Middle Class?.
Foreign Affairs, 91(1), 53-61.
Fukuyama, F. (2018). How to tame the populists. Financial Review. 6 Şubat 2018. https://www.afr.com/opinion/
how-to-tame-the-populists-20180129-h0ppg2
Fukuyama, F. (2018). Populist Surge. The American Interest, 13(4), 1.
Ghita, I. ve Gellner, E. (der.). (1969). Populism: Its Meanings and National Characteristics. The Macmillan
Company.
Huberman, B. (2001). The Laws of the Web: Patterns in the Ecology of Information. MIT Press.
Humphries, W. (2019). Middle class shrinking due to stagnant wages and job fears. The Times, 11 Nisan 2019,
s. 2.
Hundal, S. (2017). Trump is tame compared to India’s newly strengthened prime minister Narendra Modi. The
Independent. https://www.independent.co.uk/voices/indian-election-narendra-modi-bjp-donald-trump-far-right-a7635086.html
Hunter, J. D. (2006). The Enduring Culture War. J. D. Hunter ve A. Wolfe (der.). Is There a Culture War? A
Dialogue on Values and American Public Life (ss. 10-16) içinde. Pew Research Center.
Inglehardt, R. F. (2018). The Cultural Evolution. Cambridge University Press.
Inglehart, R. (1977). The Silent Revolution: Changing Values and Political Styles Among Western Publics. Princeton.
Inglehart, R. ve Norris, P. (2009). The True Clash of Civilization. Foreign Policy, Kasım. https://foreignpolicy.
com/2009/11/04/the-true-clash-of-civilizations/.
Iyengar, S., Lelkes, Y., Levendusky, M., Malhotra, N. ve Westwood, S. Y. (2019). The Origins and Consequences
of Affective Polarization in the United States. Annual Review of Political Science, 22, 134.
Kalaycıoğlu, E. (2018). Gerçek-Ötesi Siyaset. Sarkaç. https://sarkac.org/2018/01/gercek-otesi-siyaset/
Karaömerlioğlu, M. A. (2022). Savaş: Eski Dünya Düzeninin son düzlüğü. Birikim Dergisi. https://birikimdergisi.
com/guncel/11003/savas-eski-dunya-duzeni-sonlandirirken
Krastev, I. (2016). The Unraveling of the Post-1989 Order. Journal of Democracy, 27(4), 92.
Lakoff, G. (2002). Moral Politics: How Liberals and Conservatives Think. The University of Chicago Press.
Lepore, J. (2013). Long Division: Measuring the polarization of American politics. The New Yorker, 24 Kasım
2013.
Mackert, J. (2018). Is there such a thing as populism?. G. Fitzi, J. Mackert, B.S. Turner (der.). Populism and the
Crisis of Democracy: Volume 1: Concepts and Theory içinde. Routledge.
Marcel van Herpen, M. (2013). Putinism: The Slow Rise of a Radical Right Regime in Russia. Palgrave.
McIntosh, S. ve Phipps, C. (2014). Depolarizing the American Mind: How America Can Grow Beyond Its Currently Polarized Politics. https://www.culturalevolution.org/docs/ICE-Depolarizing-American-Mind-Abridged.pdf
Mishra, P. (2016). The Anti-Élite, Post-Fact Worlds of Trump and Rousseau. The New Yorker. 14 Kasım.
zamane siyasetinin “ruhu”: neo-popülizm
309
Moffitt, B. (2016). The global rise of populism: performance, political style, and representation. Stanford University Press.
Mudde, C. (2004). The Populist Zeitgeist. Government and Opposition, 39(3), 545.
Mudde, C. (2007). Populist Radical Right Parties in Europe. Cambridge University Press.
Mudde, C. (2007). Populist Radical Right Parties in Europe. Cambridge University Press.
Mudde, C. (2015). The Problem with Populism. The Guardian, 17 Şubat 2015, www.theguardian.com/commentisfree/2015/feb/17/problem-populism-syriza-podemos-darkside-europe.
Mudde, C. ve Kaltwasser, C. R. (2017). Populism: A Very Short Introduction. Oxford University Press.
Müller, J. W. (2016). What is Populism?. University of Pennsylvania Press.
OECD. (2019). Under Pressure: The Squeezed Middle Class. OECD Publishing. https://doi.org/10.1787/689afed1-en.
Pappas, T. S. (2016). Distinguishing Liberal Democracy’s Challengers. Journal of Democracy, 27(4), 22-36.
https://0-search-proquest-com.library.stlawu.edu/central/pubidlinkhandler/sng/pubtitle/Journal+of+Democracy/$N/33874/DocView/1843039618/fulltext/EF8260ABD3CA48BAPQ/42?accountid=14076..
PEW Research Center. (2017). The Partisan Divide on Political Values Grows Even Wider. https://www.people-press.org/2017/10/05/the-partisan-divide-on-political-values-grows-even-wider/
Remington, T. F. (2012). Parliament and the Dominant Party Regime. S. K. Wegren (der.). Return to Putin’s
Russia (ss. 45-62) içinde. Rowman and Littlefield.
Rooduijn, M. (2014). The Nucleus of Populism: In Search of the Lowest Common Denominator. Government
and Opposition, 49(4), 589.
Şar, E. (2019). Sağ popülizm ile mücadelenin yolu sol popülizm değildir – Jan-Werner Müller ile söyleşi. https://medyascope.tv/2019/05/23/jan-werner-muller-sag-populizm-ile-mucadelenin-yolu-sol-populizm-degildir-turkce-metin-ve-dublaj/?fbclid=IwAR3b6vSb-i7u9Hb6xYPey_opuLEEE9J0gsRKcHcvzsOEr-ADYmjzR-QbD7Q
Savio, R. (2016). Who gives a damn about democracy?. New Internationalist, 490, 36-37.
Schmitt, C. (2007). The concept of the Political. (Çev., G. Schwab).
Somer, M. (2019). Turkey: The Slippery Slope from Reformist to Revolutionary Polarization and Democratic
Breakdown. The Annals of the American Academy of Political and Social Science, 681(1), 42-61.
Somer, M. ve McCoy, J. (2019). Transformations through Polarizations and Global Threats to Democracy. Annals of the American Academy of Political and Social Science; Thousand Oaks, c. 681, no. 1, 14.
The Economist. (2019). c. 431, no. 9143, 18 Mayıs, 2019.
Weyland, K. (2001). Clarifying a Contested Concept: Populism in the Study of Latin American Politics. Comparative Politics, 34(1), 16-19.
“Vurur yüze ifadesi, AKP’li mi, CHP’li mi bir tanesi”; ‘kutuplaşma’ araştırmasından ilginç sonuçlar... (2017).
T24.
https://t24.com.tr/haber/vurur-yuze-ifadesi-akpli-mi-chpli-mi-bir-tanesi-kutuplasma-arastirmasindan-ilginc-sonuclar,400805
Wilkin, P. (2018). The Rise of ‘Illiberal’ Democracy: The Orbánization of Hungarian Political Culture. Journal
of World Systems Research, 24(1), 24.
Wilkinson, W. (2019). The density divide, urbanization, polarization and populist backclash. https://niskanencenter.org/blog/the-density-divide-urbanization-polarization-and-populist-backlash/
Wood, J. D. ve Petriglieri, G. (2005). Transcending Polarization: Beyond Binary Thinking. Transactional Analysis
Journal, 35(1), 31.
World Values Survey. (1990). http://www.worldvaluessurvey.org/WVSDocumentationWV2.jsp
World Values Survey. (2012). http://www.worldvaluessurvey.org/WVSDocumentationWV2.jsp