Academia.eduAcademia.edu

Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde Zehir

2018, Zehir

YAZARLAR Prof. Dr. Emine Gürsoy NASKALİ, 1973 yılında Oxford Üniversitesi (St. Anne's College) Şarkiyat bölümünden mezun oldu. Doktorasını Türk dili alanında (Sinan Paşa'nın Tezkiertü'l-Evliyası) İstanbul Üniversitesinde yaptı. 1977-1984 yıllarında Helsinki Üniversitesi Asya ve Afrika bölümünde, 1987-1989 yıllarında Oxford Üniversitesinde ders verdi. 1984-2016 yılları arasında Marmara Üniversitesi Fen Fakültesinde öğretim üyesi oldu, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü müdürlüğü, Fen Edebiyat Fakültesi dekanlığı gibi idari görevlerde bulundu. Türk dili, Osmanlıca, Orta Asya Türk lehçeleri ve edebiyatı, destanlar, Kafkaslar, Sibirya, kültür tarihi, yakın dönem siyasi tarih üzerine birçok yayını bulunmaktadır. Uygurca, Kumukça, Kırgızca, Türkmence, Altayca, Osmanlıca metinler neştertmiş, Altay Destanı Maaday Kara ve Manas Destanı'nı yayınlamış, Altayca-Türkçe ve Hakasça-Türkçe sözlüklerini hazırlamıştır. Yassıada Zabıtlarını yayınlamıştır. Yakın dönem tarihimizle ilgili Celal Bayar Arşivinden Serbest Fırka Anıları, Cumhuriyet Tarihi Soyadı Hikayeleri ve Toplu Savunma vb. kitapları vardır. Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisinin sahibidir. Tütün, Tuz, Saç, Ayakkabı, Hapishane, Defin, Av ve Avcılık, Ekmek, Ökzüsler ve Yetimler, Çoban, Veda, Kasap, Ağıt, Temizlik, Geyik, Korku, Yılan, Hediye, Uçmağa Varmak, Beden, Lanet, Hakaret, Yemin, Kahve, Deve, Avare, Yorgan, Kahve - Kırk Yıllık Hatırın Kitabı, Nuh, Argo, Hutbe, Arı ve Bal, Mum, Meyve, At ve Atçılık, Takvim, Renk, Muska, Balık, Çerez, Taş, Kahve Yanında Bir Lokum, Kuş Dili, Mutfak Gereçleri, Kap Kacak, Kartpostal, Ağlamak, Zeytin, Küslük, Yalan, Kanto vb. başlıklarla kültür birikimimizi derleyen uzun soluklu bir dizinin editörüdür. Nevzat ÇAĞLAR, Ocak 1972 Mersin Anamur doğumlu. Anamur'da Cengiz Topel İlkokulu, Anamur Ortaokulu ve Anamur Lisesi'ni bitirdikten sonra, 1994 yılında, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Coğrafya Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Bozyazı 15 Temmuz Milli İrade Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde Coğrafya Öğretmeni olarak çalışmaktadır. Yayın hayatına 2008 yılında Gerçemek (Aydıncık) dergisinde başladı. İçel Sanat, Erciyes, Gerçemek, Çağdaş Türk Dili, Yemek ve Kültür dergilerinde, Ali F. Bilir ve F. Saadet Bilir tarafından hazırlanan Abdülkadir Bulut'a Sevgi Sözleri adlı kitapta, Anamurlu Şair Abdülkadir Bulut'un şiirleri ve Üveyikler Göçerken adlı çocuk romanı üzerine, Emine Gürsoy Naskali editörlüğünde hazırlanan Renk, Çerez, Kuş Dili, Kültürümüzde Taş, Kap Kacak kitaplarında, Anamur ve Bozyazı halk kültürüyle ilgili çeşitli yazıları yayımlandı. Son olarak Haziran 2018'de, Anamur ve Bozyazı Çocuk Oyunları ve Oyuncakları adlı kitabı Kömen yayınları tarafından yayımlandı. Dr. Mehmet Ali TEMİZ, 1984 yılında Antalya'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Antalya'da yaptı. Lisans öğrenimini Süleyman Demirel Üniversitesi Burdur Eğitim Fakültesinde tamamladıktan sonra 2009 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne araştırma görevlisi olarak girdi ve lisansüstü eğitimlerini Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoloji anabilim dalında tamamladı. Biyokimya alanında Etil Alkol ile Oluşturulan Oksidatif Stresli Sıçanlarda Keçiboynuzu Çekirdeği'nin (Ceratonia siliqua L.) Karaciğer Koruyucu ve Antioksidan Etkisi başlıklı yüksek lisans tezini ve Zeytin Yaprağı (Olea europaea L.) Ekstraktı'nın Deneysel Diyabette Antidiyabetik, Antioksidan, 8-OHdG ve Koruyucu Etkilerinin Araştırılması başlıklı doktora tezini hazırladı. 2018 yılından beri Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Teknik Bilimler MYO Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Programında Dr. öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Dr. Metin EREN, 1976 yılında Bitlis'te doğdu. 1998 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünü bitirdi. 2001 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Edebiyatı bilim dalında Bitlis Masalları Üzerine Bir Araştırma başlıklı çalışmasıyla bilim uzmanı unvanını aldı. 2010 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Edebiyatı bilim dalında Van Gölü Havzası Ölüm Gelenekleri ve Türk Kültür Ekolojisi İçerisindeki Yeri başlıklı çalışmasıyla doktor unvanını aldı. 2009-2010 yılları arasında Halep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde Türkçe okutmanı, 2014-2015 yılları arasında Indiana Üniversitesi Folklor ve Etnomüzikoloji Bölümü'nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. 2010-2013 yılları arasında Mardin Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde çalışmalarını sürdürdü. 2013'ten beri Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde sözlü kültür, halk inançları ile ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. Dr. Suzan Akkuş MUTLU, 2004 yılında Pamukkale Üniversitesi, FenEdebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı'nda 2007 yılında Eski Ön Asya Toplumlarında Kölelik Müessesi başlıklı tez ile Yüksek lisansını, 2012 yılında Eski Mezopotamya'da Törenler başlıklı tez ile doktorasını tamamladı. 2009 yılından beri Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü'nde doktor öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Dr. Alpay TIRIL, 1973 yılında Karşıyaka'da doğdu. Ege Üniversitesi'nden Peyzaj Mimarlığı Bölümü'nü bitirdi. Aynı anabilim dalında hazırladığı İzmir İli Güzelbahçe İlçesi Örneğinde Alan Kullanım Kararlarının İrdelenmesi Üzerinde Araştırmalar başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Tarih alanında, Cumhuriyet Döneminde Sinop (19231950) başlıklı teziyle yüksek lisans; Ankara Üniversitesi'nden Sosyal Çevre Bilimleri alanında Akılcı Kullanım Işığında Sulak Alanların Yönetimi: Gediz Deltası Örneği başlıklı teziyle doktora derecesi aldı. 2000-2003 yıllarında Kültür Bakanlığı'nda çalıştı. Halen Sinop Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulunda doktor öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. İrfan POLAT, 1990 Erzurum doğumlu. 2014 yılından beri Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor. 2014 yılında Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'nde Sanatçının İntiharı başlıklı tezle yüksek lisansını tamamladı. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Türk Halkbilimi anabilim dalında doktora öğrenimi görüyor. Berkant ÖRKÜN, 1986 yılında Mersin'de doğdu, ilköğretim ve lise eğitimini Mersin'de bitirdi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans öğrenimi gördükten sonra Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı bölümünde burslu olarak yüksek lisansa başladı. Mersin Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Meslek Folkloru Bağlamında Mersin'de Balıkçılık isimli teziyle yüksek lisansını tamamlamıştır. Halen Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünde doktora öğrencisidir. Medine Sivri ile birlikte çıkardığı Çocuk ve Gençlik Edebiyatında Göstergebilimsel Bir Uygulama: Aytül Akal isimli bir kitabı ve makaleleri vardır. Mine KILIÇ, 1999 yılında KSÜ Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olan Kılıç, ayın üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde Kahramanmaraş Merkez Ağzı adlı teziyle 2001'de yüksek lisansını tamamladı. Milli Eğitim Bakanlığındaki öğretmenlik görevi 19 yıldır Kahramanmaraş ve İstanbul'daki liselerde devam etmektedir. Şu anda Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Doktora Programı öğrencisidir. 147 Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde Zehir Berkant Örkün1 Giriş Kendisini "seyyah-ı âlem ve nedim-i beniâdem" yani "dünya gezgini ve insan dostu" olarak tanımlayan Evliya Çelebi, Semih Tezcan'ın deyimiyle dahî olduğunu çok geç fark ettiğimiz büyük bir dahîdir.2 Nitekim onun büyük eserini, Seyahatname'yi, ilk kez 7 Ocak 1814'te tanıtan Hammer: "… beş yüzyıldan beri Osmanlı ülkesini bu kadar çok gezen devlet adamları ve kadılar arasında yalnızca Evliyâ Efendi kendi seyahatlerini bu kadar ayrıntılı, anlaşılır ve akıcı olarak yazmıştır."3 diyerek onun gözlem yeteneğine vurgu yapmıştır. Bu nedenle Seyahatname araştırmacılar için bitmek tükenmek bilmeyen bir hazine gibidir. Tarihçiler, edebiyatçılar, tıpçılar, mimarlar, dilbilimciler hatta felsefeciler bu hazineden yararlanmakta, dolayısıyla da özgün ve değerli araştırmalar ortaya çıkmaktadır. 1 2 3 Berkant Örkün, Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Doktora Programı Öğrencisi. İstanbul. Semih Tezcan, (2011). "Evliya Çelebi'nin Doğum Günü". M. Sabri Koz (ed.). Evliyâ Çelebi Konuşmaları içinde (s. 283-291) Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. Joseph von. Hammer, (1814). "Türkçe Bir Seyahatnâmenin İlginç Bulunuşu". Çev. Nuran Tezcan. M. Sabri Koz (ed.) Evliyâ Çelebi Konuşmaları içinde. (s. 268-274). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. 148 Zehir Bu araştırmanın amacı da Seyahatname'de geçen zehir ile ilgili kavramları, olayları ve bilgileri belirlemek ve bu bağlamda on yedinci yüzyıl Osmanlı toplumunda, Evliya Çelebi'nin dilinden zehrin nasıl algılandığını ve bütünüyle zehir kültürünü tüm yönleriyle ortaya koymaktır. Çalışma sırasında, Seyahatname'nin on cildi de taranmış ve zehirle ilgili olan ifadeler ele alınmış ayrıca Seyahatname'de geçen zehir ile ilgili anlatılar çeşitli başlıklarla sınıflandırılarak verilmiştir. Evliya Çelebi ve Zehir İnsanoğlunun; bitki, mineral ve hayvansal orijinli zehirleri çok eski zamanlardan beri bildiği kaynaklardan anlaşılmaktadır. Bu kaynaklardan en eskisi milattan önce 1500'lü yıllara dayanan ve Mısır Hekimliği hakkında bilgi veren Ebers papirusu'dur (Güley-Vural: 1976: 6).4 O çağlardan bu yana zehirli bitkiler, hayvanlar ve zehirli ilaçlar ve bunlara karşı geliştirilen çeşitli panzehirler insanoğlu için önemli bir merak konusu olmuştur. Gördüklerini en ince ayrıntılarına kadar anlatmayı seven Evliya Çelebi de insanoğlu için bu kadar önemli bir olguya eserinde oldukça yoğun bir biçimde yer vermiştir. Örneğin Çelebi, bazı bölgelerde ölümlerin önemli bir kısmının zehirlenme vakalarından kaynaklandığını şu sözlerle ifade etmiştir: "Ammâ hikmet-i Hudâ halkı tâ'ûndan ölmezler. Ekseriyyâ ishâl ve zehîr ve hummâ-yı muhrıka ve ağrı hastalığından yollanırlar." (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 8. Kitap s. 301) (Ama Allah'ın hikmeti halk veremden ölmez. Genellikle ishal, zehir, tifo ve ağrı hastalığından ölürler.) Çelebi'nin de söylediği gibi onun döneminde zehirlenme vakaları tâ'ûndan yani verem hastalığından bile daha yaygın görülmektedir. Bu ise zehrin toplumsal anlamdaki önemini bize göstermektedir. 4 Güley, Mustafa: Vural, Nevin (1976). Toksikoloji. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları. Ankara. 149 Ayrıca, Çelebi'nin zehirle ilgili anlatılarına bir bütün halinde bakıldığında, zehrin hem sakınılan hem de işlevsel olarak kullanılan, temel olarak iki yönü olduğu görülecektir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde Zehirle İlgili Kullanılan Terimler On yedinci yüzyılda üç kıtayı baştanbaşa gezen Evliya Çelebi zehir için Seyahatname'de daha çok; zehir, zehirnâk, zehri-mâr, semm-i helâhilli (öldürücü zehir), ağu gibi terimler kullanmıştır. Bu terimlerden zehri-mâr, bağlamsal olarak metnin kimi yerlerinde sadece yılan zehri anlamında ifade edilse de özellikle deniz, göl ve ırmak suyunun zehirli olduğunu anlatmak için sadece "zehir" anlamında kullanılmıştır. "Bu dahi Azak denizi kenârında bir zehr-i mâr sulu yerdir." (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 8. Kitap s. 2) (Bu yer Azak denizi kenarında yılan zehri gibi zehirli sulu bir yerdir.) Bilindiği gibi Farsça -nâk eki sonuna geldiği Farsça ve Arapça kelimelere -li anlamı katan bir ektir. Dolayısıyla zehirnâk ise "zehirli" anlamına gelmektedir. "...bu cebelde zehirnâk hayvânâtlar olmaz derler." (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 3. Kitap, s. 111) (…bu dağda zehirli hayvanlar olmaz derler) Semm-i helâhilli ise Arapça bir tamlama olup "öldürücü zehir" olarak kullanılmıştır. Bu tamlama metinde oldukça fazla kullanılmıştır. "Sarımsak olur, ammâ fenâ olur ve semm-i helâhil kadar âdemi helâk eder sümûmiyyeti vardır." (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 270) (Sarımsak olur ama fena olur ve öldürücü zehir kadar etkili, insanı fenalaştıran acısı vardır.) 150 Zehir Ağu kelimesi ise Eski Türkçede zehirli anlamına gelmektedir. Bu kelime diğer kelimelere göre daha az kullanılmıştır. "Ammâ bu Nâsîbîn sâhrâlarından ve Karkaya kal'ası dibinden cereyan eden nehre Habur-ı Karkaya derler ammâ bu nehir kenarında ve Nâsîbîn içre Kâşîyan akrebi gibi kâtile akrebi olur kim gâyet ağuludur." (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 4. Kitap, s. 344) (Ama bu Nasibin ovalarından ve Karkaya kalesi dibinden akan nehre Habur-ı Karkaya derler. Bu nehir kenarında ve Nasibin içinde Kaşiyan akrebi gibi katil akrep olur ve çok zehirlidir.) Özellikle ağu kelimesinin Türkçe kökenli olduğu ve Uygur metinlerinde yer aldığı halde Evliya'nın metninde daha az kullanılması dikkat çekicidir. İnsanların Başka İnsanları Zehirleyerek Öldürmesi Evliya Çelebi, Seyahatname'de insanların başka insanlar tarafından zehirle öldürülmesi konusuna oldukça fazla yer vermiştir. Bu konuda özellikle taht kavgası için Osmanlı'dan kaçan Cem Sultan'ın başına gelenleri ve Cem Sultan'ın zehirlenmesini Seyahatname'nin birinci5, ikinci6 ve dokuzuncu7 kitaplarında tekrar tekrar anlatır: Sultân Bâyez'îd-i Velî ile ceng-i azîm edüp âhir-i kâr münhedim olup on bir sene Mekke ve Medîne ve Yemen ve Aden'de seyâhat edüp andan Mısır'a gelüp andan İslâmbol'a gelmek sadediyle Rodos'ta Malta ceneraline uğrayup anlar bir gemiye koyup 'Seni İslâmbol'a götürsünler' deyü hîle edüp Cem Şâh'ı doğru Fransa'ya götürüp anasının anası Fransa kralının avreti idi. Cem Şâh'ı ana teslim edüp cümle tevabi'yle Cem Şâh'a bir sarây-ı âlî ihsân edüp başka bir hükûmet yer verüp sayd (u) şikârda pâdişâhâne zevk (u) safâlar edüp şeb (u) rûz huzûrunda on sekiz ban oğlu ban el kavşırup çâker bendesi gibi hizmetinde olurlardı. Âhir bu ahvâl Cem Şâh karındaşı Sultân Bâyezîd'e mün'akis olup bir nâme ile Fransa kralından Cem Şâh'ın kaydbend ile der-i devlete gelmesin ricâ etdiler. Fransa 5 6 7 (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 1. Kitap, s. 47) (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 2. Kitap, s. 30) (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 9. Kitap, s. 132) 151 kralı dahi Cem Şâh'ı zehirli ustura ile tırâş etdirüp Yemen ve Aden seyyâhı iken Cem Şâh diyâr-ı ademe gidüp Bâyezîd Hân izniyle na'şın Bursa'da Koca Murâd-ı Sânî cenbinde başka bir kubbe içinde âsûdedir. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 2. Kitap, s. 30) (Sultan Bayezid Veli ile savaşmaya niyet edip son kazancı yıkılmış olup on bir sene Mekke, Medine, Yemen ve Aden'e seyahat edip oradan Mısır'a gelip, Mısır'dan İstanbul'a geçmek umuduyla Rodos'ta Malta generaline uğramıştır. Orada Cem Şah'a bir hile yaparak, İstanbul'a götürüyoruz diye bir gemiye bindirip Fransa'ya götürmüşler ve Fransa kralının karısına teslim etmişler. Cem Şah'a ve onun uşaklarına bir saray verip padişahın ganimetleriyle gece ve gündüz huzurunda uzun boylu on sekiz oğul, köle gibi hizmetinde bulunurlardı. Cem Şah'ın kardeşi Sultan Bayezid bunu duyunca Fransa kralından Cem Şah'ın Osmanlıya geri gönderilmesini rica ettiler. Yemen ve Aden'de bir gezgin iken (Fransa'ya gelen) Cem Şah'ı, Fransa kralı zehirli ustura ile traş ettirdi. Ademin diyarına giden Cem Şah'ın naaşı Bayezid Han'ın izniyle Bursa'da Koca Murad-ı Sani yanında başka bir kubbe içinde huzurla yatmaktadır.) Çok farklı biçimlerde zehirleyerek öldürme yöntemleri varken Cem Sultan'ın zehirli ustura gibi bir yöntemle öldürülmesi dikkat çekicidir. Ama Evliya Çelebi, Cem Sultan'ın neden zehirli ustura ile öldürüldüğünü, Cem Sultan'ın cenazesini İstanbul'a getiren kişiyle padişah arasında geçen şu konuşmada açıklamıştır: "Ya Sa'dî, bu karındaşım Cem'i nice katl etdiler" dedikde Cem Sa'dîsi eydir: "Vallâhi pâdişâhım gerçi bâde-nûş idi, ammâ bu mutalsam câmdan gayrıdan içmezdi ve kâfirler ile ihtilât etmeyüp bir yere gitmezdi. Dâ'imâ ebyât-ı eş'âr ile ilme meşgûl idi. Hikmet-i Bâri bir banoğlu berberi var idi, ol zehirli ustura ile Cem Şâh'ı trâş edüp yüzü ve gözü şişüp boğdular ve hakîr ile na'şı ve muhallefâtların pâdişâhıma getirdim, vâkı'-ı hâl budur" deyü i'lâm etdi. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 1. Kitap, s. 47) ("Ya Sadi bu kardeşim Cem'i nasıl katlettiler" dedi. Cem'in kölesi dedi ki: "Vallahi padişahım zehirli şarap ile öldürülebilirdi ama bu sihirli camdan başka bir şeyde içmezdi ve başka kafirlerle karşılaşıp bir yere gitmezdi. Devamlı şiir ile ilim ile meşgul idi. Bâri bilge diye bir prens oğlu berberi vardı, o zehirli ustura ile Cem Şah'ı traş etti. Zehir yüzünü ve gözünü şişirip onu boğdu. Ben cenazeyi 152 Zehir kimselere benzemeyen padişaha getirdim, bütün olay budur" diye söyledi.) Buna göre, Cem Sultan zehirlenerek öldürülme olasılığını her daim düşünmüş ve tedbirini buna göre almış ama yine de zehirlenmekten kurtulamamıştır. Evliya'nın da bu olayı yineleyerek anlatmasının bir nedeni de Osmanlıdaki taht kavgasında, başka devletlere sığınarak, onlarla işbirliği yaparak bir yere ulaşılamayacağı kanısına dikkat çekmek olabilir. Asıl olarak ise; Cem Sultan'ın nasıl öldüğü tartışılan bir konudur. Osmanlı tarihçisi Hans Joachim Kissling, Cem Sultan'ın zehirlenmeyle ölmediği, doğal yollardan öldüğü ile ilgili kaynakların da olduğunu söylemiştir.8 Eserdeki bir başka zehirleme olayı ise yine iktidar kavgasından kaynaklanmıştır. Evliya, Selçuklu döneminde oğlu Gıyaseddin'in babası Alaeddin'i zehirleyerek öldürmesini hem üçüncü kitapta9 hem de onuncu kitapta10 ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır: Zamân-ı Selçuk'da on iki derveze idi. Âl-i Osmân'da dördü kalup gayrileri seddetdiler. Ammâ iç kal'asının cirmi ma'lûmum değildir ve cümle çâr-kûşe seng-i ebyaz ile gûnâ-gûn tasarruf-ı hendese-i mi'mârî ile fürûşlu ve zîhli ve mukarnaslı ve gûyâ Alâ'iyye kuleli üstâdâne binâ olunmuş şekl-i murabba' bir kal'a-i musanna'dır. Bu kal'a-i Konya Sultân Alâ'edd'în Keykubâd b. Gıyâseddîn müceddeden binâ etdükten sonra şâhin âşiyânından süzülür gibi cânib-i erba'asında olan düşman diyârlarına süzülüp şikârlar alup niçe yüz feth-i fütûhlar etdi. Âhir Erzurûm kurbunda niçe havâriciler zuhûr edüp diyâr-ı İslâm'ı nehb (u) gâret etdiklerinde anların üzerine sefere gidüp intikâm almak sadedinde iken Erzurûm kurbunda Kubâdiyye nâm bir mahalde oğlu Gıyâseddîn devlet-i dünyâ içün pederi Alâ'eddîn'e zehir verüp sene 600 târîhinde merhûm olup cümle müddet-i hilâfeti 26 sene olmuştur. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 3. Kitap, s. 17) 8 9 10 Kissling, Hans. J. (1969). Sultan Bâyezîd II ve Françesko II Gonzaga. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Mecmuası. C.XV, s. 57. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 3. Kitap, s. 17) (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 55) 153 (Zamanında Selçuk'ta on iki mahalle vardı. Osman Devleti'nde dördü (merkezde) diğerleri ise (merkezi) çevreler idiler. Ama iç kalesinin hacmini bilmiyorum. Ve (bu kale) cümle dört köşe beyaz taş, mimarın ölçülü tasarrufu ile çeşit çeşit konsollu, pervazlı, kubbe şeklinde ve güya kare şeklinde ustaca inşa edilmiş bir süslü kaledir. Bu kaleyi Konya Sultanı Alaaddin Keykubad b. Gıyaseddin yeniden inşa ettirdikten sonra şahin yuvasından süzülür gibi dört yandaki düşman diyarlarına süzülüp ganimetler alıp nice fetihler yaptı. Sonunda Erzurum yakınında nice dava sahipleri ortaya çıkıp İslam topraklarını yağma ettiklerinde, onların üzerine sefere gidip intikam almak isterken, Erzurum yakınında Kubadiyye ismindeki bir bölgede oğlu Gıyaseddin dünya devleti için babası Alaaddin'e zehir verdi. (Alaaddin) 600 senesinde ölmüştür ve onun saltanatı 26 sene sürmüştür.) Onuncu kitapta ise Gıyaseddin'in babasını zehirledikten sonra onun askerleri tarafından öldürülmesini ise Evliya şu şekilde aktarır: Ba'dehu Sultân Alâ'eddîn Erzurûm semtine azîm asker ile sefere gidüp Fenâde (Kubâdiyye) nâm mahalde şikeste-hâtır olup hasta yatırken oğlu Gıyâseddîn devlet-i dünyâ içün babası(nı) Sultân Alâ'eddîn'e zehir verüp ol mahalde asker dahi Gıyâseddîn('i) pâre pâre edüp ikisinin na'şın bu yerden Konya'ya getürüp iç kal'ada defn etdiler. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 55) (Daha sonra Sultan Alaaddin Erzurum semtine askeri ile sefere gitmiş, Kubadiye ismindeki bölgede ganimeti düşünürken hasta olmuş ve oğlu Gıyaseddin tarafından devleti ele geçirmek için zehirle öldürülmüştür. O zaman (sefere katılan askerler de) Gıyaseddin'i öldürmüş ve ikisinin cenazesini de Konya'ya getirip iç kalede defin etmişlerdir.) Böylece Çelebi'ye göre, baba katili olan Gıyaseddin babasının askerleri tarafından cezalandırılmıştır. Ama Gıyaseddin'in askerler tarafından öldürüldüğü tarihsel gerçekliğe uymamaktadır. Çünkü babasından sonra Gıyaseddin bir süre daha devleti yönetmiştir. Evliya Çelebi'nin bu tarihsel gerçeklikten sapması ya yanlış bir bilgiye sahip olduğunu gösterir ya da (Cem Sultan anlatısı gibi) iktidarı kanlı yollardan ele geçirmek isteyenlerin sonunun iyi olmayacağını, anlatıyı gerçekdışına çıkararak, göstermek olabilir. 154 Zehir Zehirlenme vakaları saray ve çevresinde görüldüğü gibi bir şehrin beyleri ve ileri gelenleri arasında da oldukça sık rastlanan bir durumdur. Evliya Çelebi önemli beylerin kadehkârları olduğunu, beylerin zehirlenmemek için gittikleri her yere bu kadehkârları götürdüklerini şu şekilde belirtmiştir. Andan behranik ve kopar, ya'nî bu ikisi beğlerin kadehkârlarıdır kim beğler bu ikisinin meşveretleriyle ellerinden şarâb içüp gayrıdan içmez, zîrâ niçe yüz kere şarâb ile beğleri zehirlemişlerdir. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 5. Kitap, s. 185) (Onda memurlar vardır, yani bu ikisi beylerin kadehlerini içerek kontrol edenlerdir. Beyler bu ikisinin fikriyle, onların elleri dışında başka kimseden şarap içmez, zira en az yüz kere şarap ile beyler zehirlenmişlerdir.) Beyler arasında olduğu gibi dini mertebe de kutsal kişiliklerin de zehirlendiği örneklerde Seyahatname'de verilmiştir. Ve Hazret-i İmâm Hasan ibn Hazret-i Alî radıyallâhu anhümâ. Hazret-i sıbt-ı a'zam Seyyid-i mu'cem zi'l-izzü'l-celî Hazret-i İmâm Hasan ibn Alî. Vilâdet-i bâ-sa'âdetleri hicretden evvel Mekke'de doğdular. Sene 3. Hilâfetleri ancak altı ay olup Hasan hüsn-i rızâları ile ferâğat etdiler. Ömr-i azîzleri 46 sene. Kendi hâtûnları zehir verüp târîh-i şahâdetleri fî sene 43." (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 9. Kitap, s. 330) (Ve Hazret-i İmam Hasan ibn Hazret-i Ali ki Allah ondan razı olsun. Hazret-i sıbt-ı azam Seyyid-i mucem zi'l-izzü'l-celî Hazret-i İmam Hasan ibn Ali. Kutlu doğumları hicretten öncedir, Mekke'de doğdular. Sene 3. Halifelikleri ancak altı ay sürmüş olup Hasan kendi rızaları ile feragat ettiler. Aziz ömürleri 46 senedir. Kendi hatunları zehir verdi, şehit olduğu tarih Hicri 43.) Eserde vezirlerin de zehirlendiği anlatılmıştır. Örneğin Budin veziri iken Vezir Hacı Mehemmed Paşa'nın bir Yahudi hekim tarafından öldürülmesi de şu şekilde yer almıştır: Vezîr Hacı Mehemmed Paşa: Budin vezîri iken bir hekîm-i Yahûdî mesmûm şerbet verüp merhûm oldukda 'Kırk Mehemmed isimli 155 âdem zehirledim' deyü Yahûdî i'tirâf etdikde Yahûdî katl olunup Mehemmed Paşa Budin'de medfûndur. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 1. Kitap, s. 77) (Vezir Hacı Mehemmed Paşa: "Budin veziri iken bir Yahudi hekim zehirlenmiş şerbet verip Kırk Mehemmed isimli adem zehirledim" diyerek Yahudi (suçunu) itiraf edince öldürülmüştür. Mehemmed Paşa ise Budin'de gömülüdür.) Eserde geçen başka insanlar tarafından zehirleme vakalarını ele aldığımızda hemen hepsinin iktidar mücadelesi için yapıldığını söyleyebiliriz. Bu önemli bir ayrıntıdır çünkü padişahlar, vezirler, beyler hatta dini kutsal kişilikler için zehrin ve zehirlenme olayının sosyal boyutunu açıkça gösterir. İnsanlar tarih boyunca sadece başka insanları zehirlemeyi değil aynı zamanda kendilerini de zehirlemeyi seçmişler ve ölümlerinin bu yolla daha kolay olacağını da düşünmüşlerdir. Nitekim, eserde İsfaç kralı'nın istediği amaca ulaşamayıp bir zehirli kadeh içerek intihar etmesi buna örnektir: Ve Ustolni- Belgrad dest-i küffârdan gideli niçe kralları ve niçe irşekleri ve niçe başpapasları bu deyrin mihrâbı önüne ve derûn-ı deyre gömerler, iki tarafı sâfî maşâdlık mezârlığıdır. Ortası tâ mihrâba varınca iki yüz amûd üzre mahzendir kimbunda olan altun hazînesinin hisâbın Hâlık-ı Kevneyn bilir. Guruş hazînesi taşra harem altındadır. Hatta kral-ı selef kızlarından İzarila Son nâm duhteri pâkize-ahteri mürde olup bin milyon mâlını ve yüz milyon altununu bu deyre vakf edüp hâlâ durur. Ve niçe bunun emsâli milyon mâllar bunda medfûndur. Anıniçün İsfaç kralı bir dolu kâse şarâb zehr-i nâbı nûş edüp eydir: 'Bu tâc taht-ı İskender dedemin tahtı bana harâm olsun. Nemse'nin Beç kal'asındaki İstifani manastırındaki mâla mâlik olmayınca bu devlet-i İsfaç bana ve evlâdlarıma harâm olsun' deyü ta'ahhüdler eder. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 7. Kitap, s. 104) (Ve Ustolni-Belgrad kafirlerinin sözüyle gideli nice kralları, psikoposları ve başpapazları bu kilise mihrabı önüne ve kiliseye gömerler, iki tarafı da saf maşadlık mezarlığıdır. Ortası mihraba varıncaya kadar iki yüz direk üzerine mahzendi. Buradaki altınla dolu hazine- 156 Zehir nin hesabını ancak iki âlemin yaratıcısı Allah bilir. Kuruş hazinesi ise haremin altındadır. Hatta kralın önceki kızlarından İzarila Son, namı ölmüş yıldızın temiz kızıdır ki onun milyonlarca malı ve yüz milyon altını bu kilise vakfında durur. Ve bunun gibi nice mallar burada gömülüdür. Onun için İsveç kralı bir kâse dolu saf zehiri içerek: 'Bu İskender dedemin tacı tahtı bana haram olsun. Nemse'nin Beç kalesindeki İstifani manastırındaki mala sahip olamadıktan sonra bu İsveç devleti bana ve evlatlarıma haram olsun' demiştir.) Bunun yanında Evliya Çelebi hiç beklenmedik zehirlenmelerin de olduğunu eserinde anlatır. Örneğin buhur denilen tütsülerin hatta kahve ve şerbetlerin bile insanları zehirlediğini şu şekilde ifade etmiştir. Ammâ Mısırlı mâbeyninde buhûr verirken başlarına şâl örtmek memnû'dur, zîrâ birkaç kerre buhûr verüp başı örtülü iken depelenmişlerdir. Ve ba'zısı kahve ve şerbeti içer içmez şekilli eder, zîrâ birkaçı kahve ve şerbet ile zehirlenmişlerdir, andan havf ederler. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 210) (Ama Mısırlı saray odasında tütsü ile buhar verilirken başlarına şal örtmek yasaklanmıştır, zira birkaç kere böyle buhar verilirken başı örtülü olanlar çırpınmışlardır. Ve bazısı kahve ve şerbeti içer içmez onu etkiler, zira birkaçı kahve ve şerbet ile zehirlenmişlerdir, ondan korkarlar.) Zehirli Hayvanlar ve Böcekler Yılan zehiri Evliya Çelebi eserinde zehirli hayvanlara da oldukça yoğun bir biçimde değinmiştir. Bunlardan en önemlisi yılanlardır. Eserin birçok yerinde "zehr-i mâr" diyerek yılan zehrinden bahseden Çelebi, yılanların çok tehlikeli olduğunu şöyle anlatmıştır: Ba'zı zamân vâki' olmuş kim sayyâdlar yılanlar ile ceng ederken yılan sayyâdın yüzüne atılup gözünden urursa halâs olmayup sayyâd şehîd olurmuş. Zîrâ gâyet semm-i helâhilli yılanlardır kim deveyi kulağından, katırı tırnağından sokup ân-ı vâhidde helâk eder, böy- 157 le bir kattâl yılanlardır. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 145) (Bazı zamanlar olmuştur ki avcılar yılanlar ile savaşırken yılan avcının yüzüne atılıp gözünden sokarsa, o avcının kurtuluşu olmayıp ölürlermiş. Zira gayet öldürücü zehre sahip yılanlardır ki deveyi kulağından, katırı tırnağından sokup anında öldürürler, böyle çok öldürücü yılanlardır.) Bu kattal (çok öldürücü) yılanların bağda çalışan insanları da sokarak öldürdüğü eserde şöyle geçmektedir: Evvelâ cümleden mukaddem merkad-i Hazret-i Şüca' Baba, Battâl Gâzî refîklerindendir. Bâğ çapalarken yılan zehirleyüp merhûm olup yine Şücâ' bâğları içinde medfûndur. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 1. Kitap, s. 236). (Evvela çok eskilerden bir kabir olan Hazret-i Şüca' Baba, Battâl Gâzi yoldaşlarındandır. Bağ çapalarken yılandan zehirlenip ölmüş olup yine bu bağda gömülüdür.) Yılanların altın tozlarını koruduğunu da ve zehriyle tehlike saçtığı da şu şekilde ifade edilmiştir: Cümleden ziyâde çöl ve çölistânında altun tibri pâyimâl-i rimâldir. Ammâ su'bân-misâl mü'ekkilleri vardır, sem-i helâhili ile âdemi helâk eder. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 460) (Hepsinden ziyade çöllerde altın tozu, kumlar gibi ayaklar altına alınır. Ama büyük yılan misali koruyucuları vardır ve öldürücü zehri ile insanı öldürür.) Akrep Zehiri Çelebi, akrebin yılandan daha çetin ve daha zehirli bir hayvan olduğunu da vurgulamıştır: Cenâb-ı Bârî bunların tabî'atına göre yılandan halk olan akreb ü çıyanı bu Sincâr Dağında ve Saçlı Kürdü dağında ol kadar zehirnâk yılan u çıyan ve akreb halk etmişdir kim dere ve depelerinde (ve dağ) u bâğlarında mâl-a-mâl akreb ü çıyandır. Ammâ bi-emr-i 158 Zehir Hudâ bu cebel-i Sincâr'da Hazret-i Nûh'un keştîsi müstekır olduğu Sin Kayası nâm mahalde aslâ yılan u çıyan ve akreb yokdur. Anda bir mesîregâh mastaba vardır, Kürd bapirleri teferrüc (ü) istirâhat içün ol sofada işret ederler. Ammâ Sincâr'ın bu mahallinden gayrı olan yerlerdeki akreb bir âdemi sançsa yedi sâ'atde amân vermeyüp helâk eder. Diyâr-ı Acem'de Kâşiyân akrebi bu Sincâr akrebinin yanında pire-i Sincâr gibi Sancar bir bî-muzır akrebdir. Ammâ bu Sincâr akrebi soksa ol âdem akrab yere varmadan akreb zehrinden merhûm olur. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 4. Kitap, s. 48) (Ulu Tanrı bunların doğasına göre yılanlardan olan akrebi ve çıyanı bu Sincâr dağında, Saçlı Kürdü dağında zehirli yılanlar, çıyanlar ve akreplerle yaratmıştır ki bu dağların derelerinde, tepelerinde ve bağlarında çokça akrep ve çıyan vardır. Yüce Allah bu Sincar dağında Hareti Nûh'un gemisinin oturduğu Sin Kayası'nın olduğu yerde asla yılan, çıyan ve akrep yoktur. Orada bir mezar yeri vardır, Kürt ileri gelenleri oranın rahat, huzurlu olduğuna işaret ederler. Ama Sincâr'ın dışındaki yerlerde olan akrep bir ademi soksa, yedi saatte hiç acımadan bu zehir ademi öldürür. Acem diyarında Kaşiyan akrebi bu Sincar akrebinin yanında Sincar piresi gibi olan Sancar bir akreptir. Ama bu Sincâr akrebi bir insanı soksa, akrep daha yere varmadan insan ölür.) Arı Zehiri Yılan ve akrep kadar olmasa da Evliya Çelebi eserinde arı zehrinden de bahsetmiştir: (…) bu şehre istîla edüp âsitâne-i Sultân İbrâhîm'i nehb ü gâret ederken bi-emri Hudâ kabr-i İbrâhim'den âşîyan edinen arılar bir kere boşanup gürûh-ı kefereye gürûh-ı enbûh girişüp küffâra eyle nîş-i zehirnâk ururlar kim ol şehre dâhil olan (…) keştîleri sâhil-i bâhirde kalır. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 9. Kitap, s. 198) (… bu şehri istila edip Sultân İbrâhim dergahını yağmalarken Yüce Allah'ın emri ile İbrâhim'in kabrine yuva kuran arılar ortaya çıkıp kâfir topluluğuna, kafir kalabalığına karşı saldırmışlar zehirli iğneleriyle onları sokmuşlardır ve şehre gelen gemilerin hepsi sahil kenarında kalmıştır.) 159 Bunun yanında çıyanlar ve çeşitli haşeratların da zehir salgılayan çok tehlikeli yaratıklar olduğundan bahsetmiştir. Bu hayvanlar sadece insanları zehirlemekle kalmazlar, aynı zamanda başka hayvanları da zehirlemektedirler. Çelebi, bir yolculuğu sırasında şahit olduğu hayvanların birbirini zehirlemesini de oldukça akıcı bir dille anlatır: Sultân-ı Dumbiye hudûdudur. Bu mahalde birkaç ukkâb leşi iki kepçe kuyruk leşi bulduk. Bunlar birbirleri ile ceng edüp kepçe kuyruk zehrinden ukkâbları helâk olmuş, kepçe kuyruklar dahi ukkâbların helâk olmuş, kepçe kuyruklar dahi ukkâbların minkârları zahmından helâk olmuşlar. Ammâ râyihalarından yanlarına varılmak mümkin olmayup bed-râyiha-i sümûmlarından temâşâ edemedik, zîrâ râyihaları sam yeli gibi gelirdi. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 480) (Sultanı Dumbiye sınırındadır. Bu civarda birkaç kartal leşi ve iki kepçe kuyruk leşi bulduk. Bunlar birbirleri ile savaşmışlar ve kepçe kuyruk zehriyle kartalları öldürmüş. Kepçe kuyruklar da kartallar tarafından gagalarıyla vurularak öldürülmüş. Ama kokularından yanlarına gitmek mümkün olmadı, zehirlerinin kokusundan bunları seyredemedik ki kokuları sam yeli gibi gelirdi.) Zehirli Hayvanların ve Haşeratların Olmadığı Kutsanmış Yerler Evliya Çelebi Seyahatname'de bazı yerlerin tılsımlı olduğunu ve buralarda zehirli hayvan ve haşeratların barınamadığını ifade etmiştir. Örneğin bu yerlerden birisi Fındıklı Yaylası'dır. Cümle yedi aded yaylalardır. Her birinde birer gûne hâssası vardır. Evvelâ Sürmeli yaylada aslâ tâ'ûn olmaz. Habîb-i Neccâr hazretleri niçe zemân bu yaylada sâkin olup halkı dîne da'vet etmişdir. Zirâ peygamberdir demişler ve ihtilâf etmişler. Anların du'ası berekâtıyla bu Sürmeli yayla'da aslâ vebâ olmaz. Ve Gökdepe yaylası, gâyet bâlâ azîm yayladır. Bunda cemî' i hayvânâtları aslâ Ülker urmaz. Ve Çatalağaç yaylası; anda aslâ ısıtma olmaz. Halkı gâyet tendürüst olur. Ve Fındıklı yaylada aslâ ve kat'â yılan ve çıyan ve akrep ve gayri zehirli haşerâtlar olmaz. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 3. Kitap, s. 32) 160 Zehir (Hepsi toplam yedi yayladır. Her birinde farklı hususlar vardır. Öncelikle Sürmeli yaylada asla veba olmaz. Allah dostu Neccâr hazretleri çok uzun zamanlar bu yaylada kalmış ve halkı dine davet etmiştir. Nitekim ona da peygamberdir demişler ve itaat etmişlerdir. Onların duası ve bereketiyle bu Sürmeli yaylada asla veba olmaz. Ve Göktepe yaylası ki gayet yüksek bir yayladır. Burada bütün hayvanları asla Ülker vurmaz. Ve Çatalağaç yaylası orada asla sıtma olmaz. Halkı gayet temizdir. Ve Fındıklı yaylada asla yılan, çıyan, akrep ve zehirli haşeratlar olmaz.) Fındıklı Yaylası'nda olduğu gibi Erces Dağı'nda da hiç zehirli hayvan olmadığını ama Fındık Yaylası'ndan farklı olarak bunun din büyüklerinden kaynaklandığını uzun uzun anlatır: Bu şehrin hâ'ilinde olan cebel-i Erces'de aslâ yılan ve çıyan ve akreb ve mûr (u) mâr ve gayrı mesmûm cânavar haşarâtları yokdur. Bir rivâyetde bu kûh-ı bülend ricâlü'l- gayb makâmı olduğundan yırtıcı cânavar ve mesmûm hayvânâtlar olmaz derler. Rivâyet-i uhrâda Hazret-i Ömer asrındaki fethinde sekiz yüz sene mu'amer olan Baba Rüten-i Hindî hazretleri, ashâb-ı güzînin güzîdesi idi, bu cebelde sâkin olup anların hayr du'âsı berekâtiyle bu cebelde zehirnâk hayvânâtlar olmaz derler. Hâlâ bu cebel-i bülend üzre bâğ-ı Baba Riten derler. Kendi biter ve kendi yiter eşcâr-ı müsmirrât-ı gûnâgûndur. Zîrâ Baba Riten bâğbânların pîrîdir. İsm-i şerîfi Ebû Zeyd-i Hindî Baba Rüten'dir. Ashâb-ı güzînden bu kadar müsinn kimesne olmamışdır, ammâ kemâl-i riyâzât ile mu'ammer olmuşdur derler. Kabri yine Hindistân'dadır. Hazret huzûrunda Selmân-ı Fâris belin bağladı. Hâlâ Baba Rüten Bâğı Erces dağında ma'lûmdur. Bunların nutk-ı dürer-bârlarıyla bu dağda zehirli hayvân olmaz. Rivâyet-i uhrâda Hazret-i Yayhâ asrında Kayser Erces bu şehri binâ etdikte hükemâ-yı kudemâdan Falaska nâm hakîm bu kûh-ı bülende çıkup yetmiş aded muzır haşarâtlar eşkâlin birer amûd üzre edüp her birin birer mutalsam edüp anın içün bu dağda aslâ zehirli hayvânât yokdur derler. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 3. Kitap, s. 111) (Bu şehrin hemen eteklerine kurulduğu Erciyes Dağı'nda asla akrep, çıyan, zehirli yılan ve diğer zehirli haşaratlar yoktur. Bir rivayette: 'Bu yüksek dağ Rical'ül-gayb makamı olduğundan yırtıcı canavar ve zehirli yaratıklar olmaz' derler. Başka bir rivayette: ' Hz Ömer zamanındaki fethinde sekiz yüz sene ömür süren Baba Riten-i 161 Hindi hazretleri, bu dağ huzurlu olup, onların hayr duası ile zehirli hayvan olmaz, der. Hala bu yüksek dağ üzerine Baba Riten Bağı derler, kendi kendine yetişen çeşitli meyve veren ağaçlar vardır. Baba Riten bağcıların piridir. Mübarek ismi Ebu Zeyd-i Hindi Baba Riten'dir. Ashab-ı güzünden bu kadar yaşlı kimse olmamıştır, ama tam perhiz ile uzun yaşamıştır, derler. Kabri Hindistan'dadır. Hazret huzurunda Selman-ı Farisi belini bağladı. Hala Baba Riten Bağı Erciyes Dağı'nda bellidir. Bunların mübareklikleriyle bu dağda zehirli hayvan olmaz. Diğer bir rivayette: 'Hazret-i Yahya zamanında Kayser Erces, bu şehri yaptığında eski hekimlerden Falaska isimli biri bu yüksek dağa çıkıp yetmiş adet zararlı haşeratların şekillerini birer direk üzerine yaparak her birine tılsım yapmıştır. Onun için bu zehirli dağda asla zehirli hayvan yoktur' derler.) Zehirli Silahlar/Aletler İnsanların avlanmak ve savaşmak için eski çağlardan beri zehri kullandığı bilinmektedir. Örneğin son dönemde, Tanzaya'daki Kuumbi Mağarası'nda yapılan bir araştırmada günümüzden on üç bin yıl önce kemikten yapılmış zehirli ok uçlarına rastlanılmıştır.11 Dolayısıyla on yedinci yüzyılda yaşamış Çelebi döneminde de zehrin silahlarla birlikte kullanıldığı sıkça görülmektedir. Çelebi, farklı şehirlerde gördüğü ya da duyduğu bu zehirli silahlardan ve aletlerden de bahsetmiştir. Örneğin aşağıdaki alıntıda Türklerin bir kaleyi ele geçirmeye çalışırken uçları zehirlenmiş kılıçlar kullandığını yaşlı bir Hıristiyan'ın ağzından çok çarpıcı bir biçimde anlatmıştır: Ba'dehu küffâr mezkûr esîr ümmet-i Muhammedleri kırup cümle söz başı olan kefere kapudanları ve papasları ve irşekleri ve şagları ve birovları bir yere yüz elli nefer küffârlar gelüp ser-i kârda olanlarından ve gayri keferelerden cem' olup müşâvere ve turvin ederlerken bir küffâr-ı âkıbetkâr ihtiyârı eydir: 'Bire cânım, bir kere bizim Fargaçi kapudan zamânı Nemse çârnâsârı yedi kralın yedi kerre 11 Özdemir, O (2016). Tanzaya'daki 13 000 Yıllık Ok Uçlarında Zehir Bulundu. http://arkeofili.com/tanzanyadaki-13-000-yillik-ok-uclarinda-zehir-bulundu/. Erişim Tarihi: 01.12.2017. 162 Zehir yüz bin askeriyle gelüp bu kal'ayı yedi ay döğüp aslâ kal'amızın yanına gelemeyüp meterise komayup top menzili alarkadan döğdü ve yedi aydan sonra kış geldi ve çâsâr hâ'ib ü hâsır gitdi. Kal'adan bir taş kopartmadan yıkılup gitdi. Şimdi ise kal'amız sedd-i İskender iken ve içinde bu kadar askerimiz ve bu kadar yarar top u tüfengimiz ve bî-hisâb cebehânemiz var iken Türk askeri geldiği gibi hemân ol gece amân u zamân vermeyüp bize aslâ göz açdırmayup kal'anın her tarafında güpe gündüz kat-ender-kat meterise girüp topa tüfenge bakmayup beşinci gün handak kenârına geldiler ve Yassı Tabya'yı aldılar ve kırk gündür kim çekdiğimiz derd-i belâ-yı mihnet (ü) serencâmı Hazret-i Îsâ ve Hazret-i Meryem Ana bilir. Ve hâlâ kal'amızın der (ü) dîvârları kalmayup bayır bayır olup sokak sokak yollar oldu. Ve altı yedi kere Türk yürüyüşler edüp birkaç kere kal'a içine bî-bâk ü bî-pervâ kudurmuş yılanlar gibi kal'aya girüp her girişde beşer altışar yüz nefer Hıristiyanlarımız Türk yılanları sokdu ve kılıçları zehrinden bu kadar âdemlerimiz öldü ve bu kadar esîrlerimiz anlara gitdi ve kendiler bî-bâk ü bî-pervâ şikârların alup ordularında karâr etdi. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 6. kitap, s. 205) (Daha sonra esir ümmet-i Muhammedleri kırıp tüm söz başı olan kâfir kaptanları, papazları, piskoposları, memurları ve yargıçları, 150 nefer kâfirler bir yere gelip ve diğer kâfirlerle buluşup görüşürlerken işin sonunu düşünen yaşlı bir kâfir: 'Bre canım, bir kere bizim Fargaçi Kaptan zamanı Nemse İmparatoru yedi kralın yedi kere yüz bin askeriyle gelip bu kaleyi yedi ay dövüp asla kalemizin yanına bile gelemeyip toplarla ancak açıktan dövebildi. Yedi aydan sonra kış geldi ve imparator çaresiz gitti. Özellikle o zaman kalemiz yalın idi. Kaleden bir taş bile koparamadı. Şimdi ise kalemiz İskender Şeddi iken, içinde bu kadar askerimiz, bu kadar top, tüfek ve hesapsız cephanemiz var iken Türk askeri geldiği gibi hemen o gece bize aman vermeyip göz açtırmadılar, kalenin her tarafındaki topa tüfeğe bakmayıp beşinci gündük hendek kenarına geldiler ve Yassı Tabya'yı aldılar. Kırk gündür çektiğimiz derdi belayı, sıkıntı ve acıyı ancak Hazret-i İsa ve Meryem Ana bilir. Hâlâ kalemizin duvarları kalmayıp bayır bayır olup, sokak sokak yollar oldu. Ve altı yedi kere Türkler hücuma başlayıp birkaç kere kale içine korkmadan çekinmeden kudurmuş yılanlar gibi girdi, her girişte beşer altışar yüz nefer Hıristiyanımızı Türk yılanları soktu, zehirli kılıçlarıyla bu kadar adamımız öldü, bu kadar adamımız esir oldu ve kendileri pervasızca avları alıp ordularına götürdüler.) 163 Kılıçlar gibi tüfeklerde kullanılan kurşunların da zehirli olduğunu Çelebi şöyle anlatmıştır: Ve dahi kâmil bin fuçı leb-ber-leb kırk nev'a görülmemiş kurşumu var. Ba'zısı telli kurşumdur, tüfengden çıkdıkda iki başı ku(r)şum, ortası iki karış uzun demir teldir, açılarak gidüp râst geldiği yerleri iki biçüp helâk eder. Ve ba'zı kurşumlarının içi nohudlu ve arpalı ve zincîrli ve topraklı ve neftli ve eşek sidikli ve zehirli ve toprakdan yapılmış müdevver yağlı kurşumları fıçı fıçı hâzır-bâş durur. Hakîkatü'l-hâl bu mezkûr kurşumlardan her kim yedi ise halâs olmayup cümle şehîd oldular. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 6. Kitap, s. 229). (Ağzına kadar dolu tam bin fıçı hiç görülmemiş kurşunu var. Bazısı telli kurşundur, tüfeğinden çıkınca iki başı kurşun, ortası iki karış uzun demir teldir. Açılarak gidip rast geldiği yerleri ikiye biçip helâk eder. Bazı kurşunlarının içi nohutlu, arpalı, zincirli, topraklı, neftli, eşek sidikli, zehirli ve topraktan yapılmış yuvarlak yağlı kurşunları fıçı fıçı hazır durur. Gerçekte bu anılan kurşunlardan her kim yedi ise kurtulamayıp tamamen şehit olmuştur.) Çelebi bir savaş esnasında savaşta kullanılan cephaneleri sayarken zehirli kurşun ve zehirli demir parçalarını da gördüğünü ifade etmiştir: Ve yüz fıçı zehirli kurşumlar…yürüyüş günleri asker-i İslâmın ayakları altına dökecek dörder çatal demirden eşek sidiği ile zağlanmış ve semm-i helâhil ile yağlanmış demir paçarızlar var. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 8. Kitap, s. 211) (Ve yüz fıçı zehirli kurşunlar… yürüyüş günleri İslâm askerinin ayakları altına dökecek dörder çatal demirden eşek sidiği ile yağlanmış ve öldürücü zehir ile yağlanmış demir parçacıkları var.) Çelebi'nin bahsettiği bütün bu silahlar, dönemin savaş teknolojisinde çeşitli zehirlerinde farklı biçimlerde kılıçlarda, oklarda ve kurşunlarda kullanıldığını göstermektedir. 164 Zehir Zehirli Sular Evliya Çelebi için sular çok önemlidir bu nedenle o gittiği şehirlerdeki ırmaklardan, göllerden ve denizlerden mutlaka söz etmiştir. Bu suların içilebilir olup olmadığını, içilebilirse tadının nasıl olduğunu ve şifalı olup olmadığını özellikle belirtmiştir. Örneğin Süveyş denizinden bahsederken suyunun zehirli olduğunu, diğer deniz sularının tadıyla karşılaştırarak şöyle açıklar: Ve hikmet-i Hallâk-ı âlem bu hattın Karadeniz tarafı sehel şordur. Akdeniz tarafı acıdır. Boğazhisâr'dan taşrası dahi acıdır. Bahr-i Muhît dahi ziyâde acıdır. Ammâ Bahr-i Kulzüm kim Bahr-i Süveys'dir. Allahümme âfinâ zehr-i mârdır. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 1. Kitap, s. 17) (Alemin Yaratıcısı'nın hikmetidir ki bu hattın Karadeniz tarafı az acıdır. Akdeniz tarafı acıdır. Boğazhisar'dan dışarısı daha da acıdır. Okyanus ise daha fazla acıdır, ama Kızıldeniz ki Süveyş denizidir, Allah korusun yılan zehridir.) Bununla kalmayarak Çelebi suları iyi denilen kimi yerlere gittiğini, tadı övülen suları denediğini ama bahsedildiği gibi bu yerlerde suyun ab-ı hayat değil zehr-i mâr (yılan zehri) misali öldürücü bir zehir gibi olduğunu da dile getirmiştir: "Bu Bahr-i Haraz'dan İskender'in yetmiş günde ka'r-ı zemînde hafr etdirdiği yerden Bahr-i Haraz yol bulup zîr-i zemînden cereyân ederek Faşa çayıyla Karadeniz'e munsab olur" demiş ammâ hakîr buna i'tirâz etdim ki bin ell târihinde Azak gazâsına giderken kal'ai Tarabefzûn'dan Mikrilistân'a ve andan Abaza diyârına giderken mezkûr Faşa çay-ı azîminin sâhilinde meks edüp, bir âb-ı hayât nehr-i lezîzdir kim niçe kere nûş etdik, bu hâlâ seyâhat edüp manzûrumuz olan Bahr-i Haraz zehr-i mâr-misâl bir semm-i helâhîl-i Bahr-i Haraz'dır, âdem tahâret etse avret yerini âteş-misâl yakar. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 1. Cilt, 2. Kitap, s. 155) ("Bu Hazar Denizi'nden İskender'in yetmiş günde yer altında kazdırdığı yerden Hazar Deniz'i yol bulup yer altından akarak Faşa Çayı'yla Karadeniz'e katılır" demiş ama itibar etmeyip buna itiraz ettim. Bin elli tarihinde Azak kazasına giderken Trabzon Kalesi'nden 165 Mikrilistan'a ve oradan Abaza diyarına giderken anılan büyük Faşa Çayı'nın kıyısında konakladık. Bir hayat suyu lzeetli nehirdir ki nice kereler içtik. Bu hâlâ seyahat edip görmüş olduğumuz Hazar Denizi yılan zehiri gibi çok acı bir Hazar Denizi'dir. İnsan abdest için alsa vücudun mahrem yerlerini ateş gibi yakar.) Zehire Faydalı Gelen Formüller ve Panzehirler Evliya Çelebi eserinde ayrıca zehre faydalı gelen bazı yöntemlerden de bahsetmiştir. Bu yöntemler şunlardır: Ve mâ-tekaddem bu bağda belsem ve belisân ağacları var imiş. Hazret-i Îsâ mübârek dest-i şerîfleri ile dikmiş. Mısır'dan gayrı diyârda olmaz imiş. Yağın çıkarup teberrüken pâdişâhlar hazînesinde hıfz ederlerdi. Ve âdem zehir yese andan bir kırat tenâvül etse halâs olur. Ve bir âdemi akreb yılan ve çıyan ve bö ısırsa sokduğu yere belisânı dürtseler ve yedirseler halâs olur ve sızıya sürseler şifâ bulur. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 256) (Ve o Yüce Allah ki bu bağda belsem ve belisan ağaçları varmış. Hazreti İsa mübarek sözleriyle, dualarıyla dikmiş. Mısır'dan başka yerde olmazmış. Yağını çıkarıp uğuruyla padişahlar hazinesinde korurlardı. Ve bir insan zehir alsa, ondan da bir miktar yese hemen iyileşir. Ve bir insanı akrep, yılan, çıyan ve börtü böcek ısırsa, onun soktuğu yerden sürdüklerinde o yara iyileşir ve o insan şifa bulur.) "Gâsûl tohmunun ekmeği yürekde rîhi ve kanı kat' edüp zehir marazına gâyet nâfi'dir. Ammâ ekmeği karadır ve kahve ta'mındandır." (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 352) (Gâsûl (bir bitki) tohumunun ekmeği yürekte yenilenip zehir illetine karşı oldukça faydalıdır.) Bu yöntemler dışında Çelebi panzehirlerden de özellikle bahsetmiştir. Örneğin ayıların kusmuğundan yararlanarak bir panzehir çeşidi yapıldığını şu şekilde anlatmıştır: Bu yaylağın cânib-i kıblesinde Ayu kayası nâm bir mutalsam yek pâre kayadır kim ol kaya içinde cevâhirden ve zeheb-i hâlisden inşâ olunmuş bir ayu sûreti olduğundan Ayu kayası derler. İllâ hâze'l-ân 166 Zehir zemherîrde kırk gün ayular mağârâlarda çille çeküp kırk birinci gün ininden çıkup ibtidâ bu kayaya urûc edüp mutalsam olan ayunun mekânı yerine varup cihânı seyr (ü) temâşâ eder. Zamân-ı kadîmde bu kaya üzre bu tılsımât-ı Leka-yı bî-bekâ kral kehenelerine inşâ etdirüp her ayu kim panzehire mâlik ise panzehirin ol kaya üzre ayular kusup panzehirin koyup giderlermiş. Ba'dehu sehhâr ve sehhâreler ve keheneler ol ayuların panzehirlerin alup anınla niçe yüz bin gûne sihir edüp hârık-ı âde şeyler ederlermiş. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 8. Kitap, s. 61) (Bu yaylağın kıble tarafında Ayu kayası isminde sihirli tek bir kaya vardır, içinde değerli taşlardan saf altından yapılmış bir ayı sureti olduğundan dolayı buna Ayu kayası derler. Aralık-Ocak arasında ayılar kırk gün mağarada çile çekip kırk birinci gün yerlerinden çıkarlar ve işe başlayarak bu kayaya çıkarlar. Büyülü olan ayının mekânı yerine varıp dünyayı seyrederler. Eski zamanda bu büyülü mekânın üzerine, bir kral yardımcılarına bir yapı yaptırıp hangi ayı panzehir özelliğine sahip ise o ayılar bu kaya üzerine kusup giderlermiş. Büyücü kadınlar, büyücü erkekler ve yardımcıları bu ayıların panzehirlerini toplayıp o panzehirlerle büyüler ve ilaçlar hazırlarlarmış.) Bilindiği gibi çeşitli tedavi yöntemleri dışında bir zehrin etkisini azaltmak için en çok kullanılan yöntemlerden birisi de o zehrin panzehirini bulabilmektir. İnsanoğlu panzehir yapmayı çok eski çağlardan beri bilmektedir. Nitekim, Çelebi 17. yüzyılda da panzehirlerin önemli olduğunu, bu nedenle de panzehirlerin padişahlar ve beyler arasında hediye olarak verildiğini eserinde anlatmıştır: Ertesi gün râh hedâyâları yürüdü. Evvelâ yigirmi deve yükü arpa ve darı ile mülemma' baksumât misilli yenice pişmiş ekmek ve elli sindiyân Zengi mızrak ve yigirmi fîl kalkanı ve yigirmi çift fil dişi ve on çift gergerdân şâhası ve bir izâr keler derisi ve bir izâr alaca misk kedisi derisi. Ve on kız ve gulâm-ı Habeşî, ellerinde birer kutu ile geldiler, her kutuda amber ü misk ve seylân u akîk ve zeberced ve kallemisk ve pânzehir ve aynü's-semek makûlesi taşlar ile mâl-âmâl. (Kahraman ve diğerleri. 2011: 2. Cilt, 10. Kitap, s. 464) (Ertesi gün hediyeler gitti. Öncelikle yirmi deve yükü arpa ve darı ile çeşit çeşit peksimet misali yeni pişmiş ekmek, elli sindiyan (bir ağaç türü) Zengi yapımlı mızrak, yirmi fil kalkanı, yirmi çift fildişi, 167 on çift gergedan şâhası, izar derisi, izar misk kedisi derisi, Habeşi on kız ve on oğlan ellerinde birer kutu ile geldiler. Her kutuda mis kokulu fıstiki yeşili süs taşı, balık çeşidi taşlar, panzehir ve bir sürü mal vardı.) Bütün bu anlattıklarından yola çıkarak, on yedinci yüzyıl insanın zehrin etkilerini durdurmak için hem bitkisel hem de hayvansal çözümler aradığını, panzehirler ürettiğini ve bu panzehirlerin çok değerli olduğunu söyleyebiliriz. Bu panzehirlerin padişahlar ve beyler arasında birbirine hediye edilmesi ise hemen her bölgede farklı panzehirler geliştirildiğinin kanıtıdır. Sonuç Evliya Çelebi sadece bir seyyah değil, Sarayda, iç oğlanlar mektebinde yetişmiş biri olarak gezdiği yerlerin en önemli özelliklerini bir belgeselci gözüyle eserinde bize sunan bir "bilgin seyyah"tır. Bu bağlamda bakıldığında, Seyahatname, on yedinci yüzyıl Osmanlı Devleti'nin çok ayrıntılı çekilmiş bir fotoğrafı gibidir. Bu fotoğrafta hangi ayrıntıya odaklanırsanız odaklanın bu ayrıntının rastgele durmadığını, Evliya'nın büyük anlatısının içinde mutlaka önemli olduğunu görürsünüz. Nitekim Evliya Çelebi, eserinde zehir kavramını da bir ayrıntı olmaktan çıkarmış, onu birçok özelliğiyle ele almıştır. Kendisinden önceki ve sonraki seyyahların zehir konusundaki verdiği bilgilerle karşılaştırıldığında bu çok daha iyi anlaşılacaktır. Üstelik zehir, Seyahatname'de sadece korkulan bir kavram olarak da ele alınmamış aynı zamanda çeşitli savaş aletleriyle birlikte kullanılmasıyla işlevsel bir özellik kazanmıştır. Eserde, hayvan zehirlerine karşı geliştirilen yöntemler ve panzehirlerden bahsedilmesi de insanoğlunun on yedinci yüzyıl Osmanlı hayatında, zehrin öldürücü etkilerine karşı önlem aldığının en büyük göstergesidir. Ayrıca beylerin ve sultanların bu panzehirleri birbirine hediye etmesi de zehir konusunda ülkelerarası bir işbirliğinin var olduğunun en açık ifadesidir. Bunun yanında zehrin hem halk arasında hem askerler 168 Zehir arasında hem de saray çevresi etrafında nasıl algılandığını ve kullanıldığını çok yönlü olarak bize gösterebilmiştir. Örneğin halk bağda, bahçede ve kayalıklarda çeşitli zehirli hayvanlardan korkarken; yüksek sınıfa mensup beyler ve paşalar içecek ve yiyeceklerle zehirlenmekten korkmuşlardır. Bütün bu yönleriyle değerlendirdiğimizde; günümüzde toksikoloji denilen zehir bilimi hakkında ve zehire toplumsal bakış hakkında Evliya Çelebi'nin kendi döneminden bize oldukça fazla bilgi verdiğini söyleyebiliriz. 169 KAYNAKLAR Dankoff, Robert (2010). Seyyah-ı Âlem Evliyâ Çelebi'nin Dünyaya Bakışı. çev. Müfit Günay. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. Dankoff, Robert (2013). Evliyâ Çelebi Okuma Sözlüğü. çev. Semih Tezcan. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. Güley, Mustafa; Vural, Nevin (1976). Toksikoloji. Ankara Üniversites Eczacılık Fakültesi Yayınları. Ankara. Kahraman, s. A; Dağlı, Y; Dankoff, R. (2011). Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi 2 (7.-10. Kitaplar). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. Kahraman, s. A; Dağlı, Y; Dankoff, R; Kurşun, Z; Sezgin, İ. (2011). Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi 1 (1.-6. Kitaplar). Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. Kissling, Hans. J. (1969). Sultan Bâyezîd II ve Françesko II Gonzaga. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Mecmuası. C. XV, s. 47-73. Koz, M. Sabri (Ed.) (2011). Evliyâ Çelebi Konuşmaları/Yazılar. Yapı Kredi Yayınları. İstanbul. Özdemir, O (2016). Tanzaya'daki 13 000 Yıllık Ok Uçlarında Zehir Bulundu. http://arkeofili.com/tanzanyadaki-13-000-yillik-ok-uclarinda-zehir-bulundu/. Erişim Tarihi: 01.12.2017. Tezcan, S; Tezcan, N. (2011). Evliyâ Çelebi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Ankara.