T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (İSLÂM MEZHEPLERİ TARİHİ)
ANABİLİM DALI
ISLAHAT HAREKETLERİ VE SELEFÎLİK
Yüksek Lisans Tezi
Hakan ATALAY
ANKARA-2016
i
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (İSLÂM MEZHEPLERİ TARİHİ)
ANABİLİM DALI
ISLAHAT HAREKETLERİ VE SELEFÎLİK
Yüksek Lisans Tezi
Hakan ATALAY
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Hasan ONAT
ANKARA-2016
ii
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ (İSLÂM MEZHEPLERİ TARİHİ)
ANABİLİM DALI
ISLAHAT HAREKETLERİ VE SELEFÎLİK
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Hasan ONAT
Yüksek Lisans Tezi
Tez Jürisi Üyeleri:
Adı ve Soyadı
İmzası
……………………………………
……………………………
……………………………………
……………………………
……………………………………
……………………………
Tez Sınav Tarihi:……………………
iii
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belgeyle, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim (…./…./2016).
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
……………………………..
İmzası
……………………………..
iv
ÖNSÖZ
İslâm Mezhepleri Tarihi, İslâm düşüncesinde oluşan itikadî ve siyasî
oluşumların nasıl, ne şekilde, hangi tarihî, siyasî ve coğrafî zeminde teşekkül ettiğini;
farklılaşarak, değişerek, dönüşerek nasıl bir süreç takip ettiğini inceleyen bir bilim
dalıdır. Bu bağlamda, mezhebi nitelik taşıyan oluşumların ve kurucu kavramların
hangi zaman diliminde nasıl oluştuğu ve evrilme geçirdiği, “fikir-hadise ve zamanmekân” irtibatı kurularak anlamaya çalışılır. Farklı tarih ve coğrafyalarda kendini
gösteren Selefîlik olgusunun bu hususlar dikkate alınarak incelenmesi, gerek bilimsel
yöntem açısından gerekse bu olgunun anlaşılabilmesi bakımından kaçınılmazdır.
Selefîlik olgusunun neliği konusu etrafında dönen araştırmamız, İslâm dünyasındaki
ıslahat hareketleri ve Selefîlik arasındaki ilişkiyi kapsamaktadır. Çalışmamda fikir
öncüsü olarak bana yol gösteren, eleştiri ve tavsiyeleriyle gelişmeme vesile olan
değerli danışman hocam Prof. Dr. Hasan Onat’a, İslâm Mezhepleri Tarihi alanında
bana ufuk katan Prof. Dr. Sönmez Kutlu ve Prof. Dr. Osman Aydınlı hocalarıma
teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca araştırmalarımın önemli bir bölümünü yürüttüğüm
İSAM Kurumu’na, lisans ve yüksek lisans dönemim boyunca bana maddi-manevi
destekte bulunan Türkiye Diyanet Vakfı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve son
olarak tezimi okuyup tavsiyelerde bulunan akademik yol arkadaşım M. Fatih
Karakaya’ya şükranlarımı arz ederim.
Hakan ATALAY
Ankara 2016
i
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................................ i
KISALTMALAR ................................................................................................................iv
GİRİŞ.............................................................................................................................. 1
1.
Yöntem ......................................................................................................................... 1
2.
Kaynaklar...................................................................................................................... 5
BÖLÜM: ISLAHAT HAREKETLERİ ............................................................................... 6
I.
1.
Islah Kavramının Anlam Çerçevesi ............................................................................... 6
2.
Islahat Hareketlerinin Tarihsel Gelişimi ....................................................................... 9
Erken Dönemde Islahat ve İbn Teymiyye ............................................................... 10
2.1.
2.1.1.
İbn Teymiyye ve Yaşadığı Sosyo-Politik ve Dinî Ortam ...................................... 10
2.1.2.
İlmî Disiplinleri Eleştirmesi ve Düşünce Metodu ............................................... 12
2.1.3.
Metodunun Değerlendirilmesi ........................................................................... 18
2.1.4.
İbn Teymiyye ve Selefîlik .................................................................................... 19
2.2.
Modern Dönem Islahat Hareketleri ....................................................................... 22
2.2.1.
Arabistan (Vehhâbîlik) ........................................................................................ 25
2.2.2.
Libya (Senusîlik) .................................................................................................. 29
2.2.3.
Hindistan ............................................................................................................ 30
2.2.4.
Yemen ................................................................................................................ 32
2.2.5.
Irak (Alûsîler) ...................................................................................................... 35
2.2.6.
Suriye.................................................................................................................. 36
2.2.7.
Cezayir ................................................................................................................ 38
2.2.8.
Osmanlı Türkiyesi ............................................................................................... 41
2.2.9.
Mısır ................................................................................................................... 48
Islahat Arayışlarının Ortak Yönleri ve Selefîliğe Etkileri ............................................. 63
3.
BÖLÜM: SELEFÎLİK ................................................................................................. 66
II.
1.
Selef ve Selefîlik/Selefiyye Kavramlarının Tanımları .................................................. 66
1.1.
Selef Kavramı ......................................................................................................... 66
1.2.
Selefîlik/Selefiyye Kavramı ..................................................................................... 68
2.
Selefîliğe Yönelik Sorun ve Tespitler .......................................................................... 73
ii
2.1.
Selef-i Salihin ve Ehl-i Hadis Taraftarları ile Özdeşleştirilen Selefîlik ..................... 74
2.2.
Islahat Hareketleriyle Ortaya Çıkan Selefîlik .......................................................... 78
3.
Selefîliğin Güncel Tezahürlerine Genel Bir Bakış........................................................ 91
SONUÇ ......................................................................................................................... 96
KAYNAKÇA ..................................................................................................................103
ÖZET ...........................................................................................................................118
ABSTRACT ...................................................................................................................118
iii
KISALTMALAR
A.Ü.
Ankara Üniversitesi
AÜİF
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
AÜİFD
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Bkz.
Bakınız
C.
Cilt
Çev.
Çeviren
Der.
Derleyen
DİA
Diyanet İslâm Ansiklopedisi
D.İ.B.
Diyanet İşleri Başkanlığı
Ed.
Editör
H.
Hicrî
Haz.
Hazırlayan
İSAM
İslâmî Araştırmalar Merkezi
M.
Miladî
M.E.B.
Milli Eğitim Bakanlığı
M.Ü.
Marmara Üniversitesi
Nşr.
Neşreden
Ö.
Ölümü
S.B.E.
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Ss.
Sayfadan sayfaya
TDV
Türkiye Diyanet Vakfı
Thk.
Tahkik
Trs.
Tarihsiz
Vd.
Ve devamı
Vol.
Volume
Yay.
Yayınları
iv
GİRİŞ
1.
Yöntem
“Selefîlik” kavramı hakkında doldurulması gereken büyük bir boşluk ve bu
boşluktan kaynaklanan bir kavram kayması ve anlam karmaşası bulunmaktadır.
Selefîliğin tam anlamıyla bir mezhep olmadığı halde onun bir mezhep gibi
algılanması;
“Selef-i
Salihin”
ile
irtibatlandırılması;
Ashâbu’l-Hadisle
özdeşleştirilmesi veya onun devamı gibi görülmesi; çoğu zaman Vahhâbîlikle
bütünleştirilmesi; Afgânî ve Abduh’un Selefî olarak nitelendirilip nitelendirilmemesi
gibi hususlardaki muğlaklık, bu boşluğun göstergesidir. Amacımız, kavramları
sağlıklı bir zemine oturtarak bu muğlaklığı gidermek ve bu boşluğun doldurulmasına
katkıda bulunmaktır.
Hasan Onat’ın meşe ağacı metaforuna kısaca değinecek olursak;1 nasıl ki meşe
ağacından düşen bir palamut, toprakla buluştuğunda aşağıya doğru kök, yukarıya
doğru filiz salmaya başlıyorsa, aynı şekilde toplumda yer tutmaya başlayan fikir ve
düşünceler hatta zihniyetler, hem geçmişe doğru kök salar, hem de geleceğe doğru
filiz verir ve gelişerek, değişerek dallanıp budaklanır. Yani her mezhep veya
zihniyet, kendisiyle birlikte hem tarihini hem de geleceğini inşa eder. Her mezhebin
ve her zihniyetin oluştuğu bir yer ve zaman dilimi, her oluşumun da omurgasını
oluşturan ana düşünceler ve temel kavramlar vardır. Bir zihniyet veya mezhep ele
alınırken, onun omurgasını oluşturan düşünce ve kavramların incelenmesi gerekir.
Hasan Onat, “İslam Ortak Paydasını Kaybetmiş Müslümanların Açmazı: Şi’i-Selefî Kutuplaşması”,
Tarihte ve Günümüzde Selefîlik, Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi, Ensar Yay., İstanbul 2014, s. 532
1
1
Bunu yaparken de bu düşünce ve kavramların ilk olarak ne şekilde ve hangi anlamda
teşekkül ettiği, sonrasında ise ne tür evrim ve kırılmalardan geçtiği, üzerlerine hangi
anlamların yüklendiği hususları tespit edilmelidir.
İslâm Mezhepleri Tarihinin takip ettiği yöntem; “sistemci, akılcı, birikimli,
sağlam ve göreli bilgi” olarak tanımlanabilen bilimsel bilgiye götürecek olan ve
“olgusal nitelikli problem çözmenin, bilim üretmenin bilinen ve belli süreçleri olan,
en güvenilir yolu”2 olarak kabul edilen “bilimsel yöntem”dir.3 Bu yöntemde, insan
olma olgusu, bilim ve tarihin insan ürünü olması; tarih ve geçmişin farkını gözetme;
bilgi, olay, oluşum ve problemleri kendi zaman ve mekânına göre değerlendirme gibi
hususları dikkate alarak hareket etmek esastır. İnsan hayatında sürekli bir değişim,
dönüşüm ve yenilenmenin söz konusu olduğu, zaman ve mekâna göre olgu ve
algıların değişiklik arz ettiği gerçeği göz ardı edildiği vakit,4 evrilmeler ve kavram
kaymaları birbiriyle iç içe geçer ve anakronizm gibi sıkıntılar meydana gelir. Bu
durumda sağlıklı bir bilimsel çalışmadan bahsedilmesi mümkün değildir.
Ayrıca bilimde kesinlik söz konusu olmadığının, aksine göreceliliğin hakim
olduğunun da unutulmaması gerekir. Onat’ın de belirttiği gibi, “bilimin gücü
kesinlikten değil, doğru ve savunulabilir bilginin açtığı ufuktan, yenilikten ve
sağladığı güvenden kaynaklanır”.5 “Doğruluk, her ne kadar kesinlik arz etmese de,
özünde en azından yanlıştan arınmış olma ile ilgili bir bilinç parıltısı taşımaktadır.
Doğruyu söylemek, hakikati imkanlar nispetinde olduğu gibi yansıtmak anlamına
Niyazi Karasar, Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel Yay. Ankara 2000, s. 12
Hasan Onat – Sönmez Kutlu, “İslâm Mezhepleri Tarihi’ne Giriş”, İslâm Mezhepleri Tarihi – El
Kitabı, Ed. Hasan Onat – Sönmez Kutlu, Ankara 2012, s. 24
4
Hasan Onat, “İslam Bilimleri ve Yöntemi Açısından Tarihin Anlam Ve Önemi”, Kur’an ve İslami
İlimlerin Anlaşılmasında Tarihin Önemi, Ed. M. Mahfuz Söylemez, Ankara Okulu Yay., Ankara
2013, s. 19-20
5
Onat, “İslam Bilimleri ve Yöntemi Açısından Tarihin Anlam Ve Önemi”, s. 21
2
3
2
gelir”.6 O halde bilim adamının görevi, bilimin insan ürünü olduğu bilincinde olarak
bilgilerden yararlanmak ve bilginin değişken yapısını da göz önünde bulundurarak
bu bilgileri değerlendirip ileriye taşımaktır.
Bilimsel faaliyet için sağlıklı bir zaman algısına sahip olmak, geçmişi doğru
anlamak için son derece önemlidir.7 Aksi taktirde –tezimizde de görüleceği gibiyanıltıcı bir inşanın meydana gelmesi kaçınılmazdır. Geçmişe dair bugünün bakış
açısı, zihniyeti, değerleri ve kavramları ile değil; hangi konuyla, hangi zaman dilimi
ile ilgileniyorsak, o zaman diliminin terminolojisini dikkate alarak çalışma yürütmek
gerekir.8
Tarih alanında bilimsel bir araştırma yürütmek ise, çoğu zaman göz ardı edilen
tarih ile geçmiş arasındaki farkı kavrayarak doğru bir tarih bilinci elde etmeyi gerekli
kılar. Zira “tarih” ile “geçmiş”, ontolojik olarak farklı şeylerdir. Tarih, “bir dizi
söylem”den ibaret olan insan ürünü bir olgudur.9 Bu yüzden her oluşum veya
zihniyetin tarih telakkisi farklıdır. Bilim adamı bu farkın bilincinde olarak hareket
ederek problemleri ele alır ve sağlıklı sonuçlara ulaşmayı hedefler.
Sosyal Bilimler şemsiyesi altında yer alan İslâm Mezhepleri Tarihi; Felsefe,
Sosyoloji, Psikoloji gibi alanların desteğiyle birlikte özellikle Kelâm, İslâm Tarihi ve
İslâm Felsefesi gibi İslâm Bilimlerinin desteğini alarak yükselmek durumundadır.10
Bu alanda yürütülecek faaliyetin sağlıklı olabilmesi ise ancak gerekli bilgi, belge ve
Onat, “İslam Bilimleri ve Yöntemi Açısından Tarihin Anlam Ve Önemi”, s. 22
Onat, “İslam Bilimleri ve Yöntemi Açısından Tarihin Anlam Ve Önemi”, s. 46
8
Onat, “İslam Bilimleri ve Yöntemi Açısından Tarihin Anlam Ve Önemi”, s. 56
9
Hasan Onat, “İslâm’da Yeniden Yapılanma Üzerine”, AÜİFD C. 39 Sayı 2, Ankara 1999, s. 202;
Onat, “İslam Bilimleri ve Yöntemi Açısından Tarihin Anlam Ve Önemi”, s. 47
10
Hasan Onat – Sönmez Kutlu, “İslâm Mezhepleri Tarihi’ne Giriş”, s. 25
6
7
3
bulguların toplanıp fikir, hadise, zaman ve mekân irtibatının doğru bir şekilde
kurulması ile gerçekleşebilir.11
Biz de tezimizi bu yöntemi ve basamaklarını esas alarak; Selefîlik kavramına
yüklenen çeşitli anlamları karşılaştırıp, Selefîlik söyleminin hangi zaman ve şartlarda
kendini gösterdiğini tahlil ederek ıslahat hareketleri ile arasındaki bağı ve nihayet bu
söylemin mahiyetini ve sınırlarını ortaya koymaya çalışacağız.
İslâm dünyası ne zaman bir tehlike ile yüz yüze gelse ve düşman tehditlerine
maruz kalsa, “Islâmı ihya etme” ve “öze dönüş” çağrıları ön plana çıkmıştır. Bir
zihniyet olarak Selefîlik, böyle zamanlarda ortaya çıkmış ve İslâm düşüncesinde
varlığını hissettirmiştir. Tarihi süreç ve coğrafi merkezli bir yaklaşımla
yürüteceğimiz araştırmamızı XVIII. Yüzyıl’da İslâm dünyasında meydana gelen
ıslahat hareketleri ekseninde ele alacağız. Çalışmamızın birinci bölümünde Islahat ve
Tecdid kavramlarının anlamına değinilecek ve çeşitli ıslahat hareketleri coğrafî
konumlarına göre ele alınacaktır. İkinci bölümde ise Selef ve Selefîlik kavramları ve
bu kavramlara yapılan atıflar tahlil edilecek ve ıslahat hareketleriyle Selefîlik
arasındaki ilişki incelenecektir. Ayrıca Selefîlik hakkındaki çeşitli görüşler
karşılaştırılacaktır. Tezimizin konusu itibariyle İbn Teymiyye, Cemaleddin Afgânî,
Muhammed Abduh ve Reşid Rıza gibi isimler üzerinde özellikle durulacaktır.
Günümüzdeki Selefîlik tezahürlerine kısaca değinilmekle birlikte; çalışmamızı
ıslahat hareketlerinin Selefî söylemdeki yeri ile sınırladığımız için bu hareketlerden
sonra oluşup şekillenen Cihadî Selefîlik gibi oluşumlar bu çalışmaya dahil
edilmeyecektir.
11
Hasan Onat – Sönmez Kutlu, “İslâm Mezhepleri Tarihi’ne Giriş”, s. 26
4
Son olarak, araştırmamız boyunca kullandığımız Reform kavramını –ilgili
yerde değineceğimiz gibi- Batıdaki terimselleşmiş olumsuz anlamıyla değil, sözlük
anlamıyla, yani ıslahat kavramını karşılayacak şekilde kullandığımızı belirtmemizde
yarar vardır.
2.
Kaynaklar
Islahat hareketleri ve Selefîlik konusunda kaynak olarak başta Fransızca
yapılan çalışmalar olmak üzere büyük ölçüde Batılı kaynaklardan faydalanarak
bunları Türkiye’de yapılan araştırmalarla kıyasladık. Selefilik dendiğinde akla ilk
gelen isimler olarak İbn Teymiyye, Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşid
Rıza’nın eserlerinden yararlandık. Konumuzla ilgili ayrıca Mian Muhammed Şerif’in
İslâm Düşüncesi adlı eserinden ve Fazlur Rahman’ın çalışmalarından yararlandık.
Araştırmamıza yön veren asıl eser ise; Vehhâbîlik ve modern dönem Osmanlı
Suriyesi üzerine yoğunlaşmış, Pennsylvania Dickson Koleji Tarih Bölümünde
öğretim üyesi olan David Commins’in Osmanlı Suriyesinde Islahat Hareketleri adlı
çalışması olmuştur. Zira bu çalışmada bahsi geçen Selefilik ile M. Zeki İşcan’ın
Selefîlik; İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri isimli çalışmasında bahsi geçen
Selefîliğin birbiriyle uyuşmayan bir yapıda olduğu gerçeğiyle karşılaştık.
Araştırmamızda adı geçen birçok şahısla ilgili bilgileri kendi eserlerine ulaşarak
edinmeye gayret ettik. Araştırmamız dahilinde olan maddelerle ilgili Diyanet İslâm
Ansiklopedisinden yararlanarak Türkiye’de yapılan bütün çalışmalara ulaşmaya
çalıştık.
5
I.
BÖLÜM: ISLAHAT HAREKETLERİ
Zamanın geçmesiyle toplumlarda mevcut olan din anlayışı bir takım
değişikliklere uğrar. Kültür ve dinin etkileşimi sonucunda da bir gelenek oluşur.
Sonradan dine karışmış geleneksel ritüeller dinden ayırt edilemez olur ve adeta dini
bir zorunlulukmuş gibi algılanır. Bu hususun farkına varılması ve sorgulanması ise
buhran ve dış oluşumlardan gelen tehditler sonucu ortaya çıkar. Islahat hareketleri
işte böyle durumlarda kendini gösterir. Bu bölümde öncelikle ıslah kavramının
anlamı tahlil edilecek, devamında ise İslâm dünyasında ortaya çıkmış çeşitli
ihya/ıslahat hareketleri ele alınacaktır.
1. Islah Kavramının Anlam Çerçevesi
Islah kavramı, sözlükte “iyi ve yararlı olma” anlamına gelen salah köküne
dayanır. Salâh, fesadın/kötülüğün zıddı anlamına gelmektedir12. Islah ise
“düzeltmek, daha iyi hale getirmek”,13 “bozulan şeyi eski haline getirmek” manasına
gelmektedir.
İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Thk. Abdullah Ale’l-Kebîr-Muhammed Ahmet Hasbullah-Hişâm
Muhammed eş-Şâzelî, Dârü’l Maarif, Kahire 1708, s. 2479
Rağıb El-Isfahanî, Müfredat – Kur’an Kavramları Sözlüğü, Çev. Abdulbaki Güneş-Mehmet Yolcu,
Çıra Yay. İstanbul 2012, s. 597
13
Muhammed b. Ya’kûb Mecdüddîn Fîrûzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhît, Thk. Halil Me’mun Şîhâ, Dârü’lMa’rife, Beyrut 2007, s. 748; D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yay. Ankara
2014, s. 793
12
6
Kur'ân-ı Kerim'de ıslah kavramı, “düzeltmek, barışmak, barıştırmak”
anlamında kullanılmıştır.14 İsm-i fâili olan muslih kavramı ise kötülüğe, düzensizliğe
ve bozgunculuğa karşı barıştan, düzenden ve esenlikten yana bir tutum takınan
muttaki insanları ifade etmektedir.15
Islah kelimesinin çoğulu olan ıslahat kavramı terimsel olarak, ifsat kelimesinin
zıddı olup sıhhat ve intizam vermek anlamına gelir. Islahat, “yenilemek, yeni bir yol
açmak” “bir şeyi ciddiyetle ve bir yöntemle yeniden ve aslına uygun biçimde
yenileme”16 anlamına gelen tecdid kavramı ile örtüşmektedir. “Dinî canlanma”
olarak tecdid, Vahyin ve Peygamber’in Sünnetinin temel mesajını hatırlatma, dinî
uygulamalar noktasında bir uyanış, ortodoks dogmasını Kur’an ve Hadis’e yeni bir
yorum getirerek yeniden formüle etme, saptırıldığı veya yok sayıldığı ölçüde dinî
ritüelleri yeniden biçimlendirme gibi anlamları barındırmaktadır.17 Tecdid kavramını
“İslâm’ı her türlü cahiliye unsurlarından, olumsuzluklarından kurtarıp, dini asıl
kimliğiyle insanlara ulaştırmak” olarak tanımlayan Mevdûdî, tecdid ile teceddüd
kavramları arasındaki farka dikkat çekerek ikisinin birbiriyle karıştırılmaması
gerektiğini vurgulamaktadır. Buna göre İslâm’ı bozmaya ve Müslümanlar arasında
fitne çıkarmaya çalışarak yeni bir inanç ortaya koyanlar müceddid değil,
müteceddiddir. Müteceddid, Cahiliye’yi İslâm adına kabul ettirmeye çalışırken,
aksine müceddid, İslâm’ı cahiliye unsurlarından arındırıp dini sadece Allah’a ait
kılmak için çalışır.18
14
Bakara 2/ 228; En'âm 6/48; Yunus 10/81; Ahzâb 33/71; Ahkâf 46/15; Muhammed 47/2; Hucurât
49/9-10
15
Bakara 2/11-12; A'râf 7/170; Hûd 11/117
16
Tahsin Görgün, “Tecdid” DİA C. 40, Ankara 2011, s. 234
17
Mérad, Le Réformisme Musulman En Algérie de 1925 à1940 , s. 30
18
Mevdûdî, İslâm’da İhyâ Hareketleri, ss. 45-48
7
Batı dilinde ise ıslahat, reform19 kavramına tekabül etmektedir. Reform;
“ilerleme, yenilik, modifikasyon, değişim, yeniden düzenleme, restore etme,
düzeltme, yeniden yorumlama”, “gerek toplumsal, gerek iktisadi gerekse kültürel
anlamda bir iyileştirme ve yeniden düzenleme” anlamlarına gelmektedir.20 Bununla
birlikte bu kavram, Hristiyan Batı’da terimsel olarak “dinin öz yapısına müdahale”
şeklinde olumsuz bir anlam kazanmıştır.21 Aynı şekilde Türkiye’de de 1928 yılında
İslâm Reformu projesi adı altında İslâm’ın Hristiyanlığa benzer bir reforma tabi
tutulması girişimi yüzünden22 olumsuz çağrışıma doğru bir ivme kazanmıştır. Bizim
ise araştırmamız boyunca kullanacağımız reform kavramı, sözlük anlamını haiz
olacaktır. Nitekim İslâm düşüncesindeki ıslahat, Batılı reformist yaklaşımın aksine
dinin öz yapısında değil, dinin fert ve topluma yansıma biçimindeki yanlış telakki,
kavrayış ve davranış planında yapılması hedeflenen düzeltme ile alakalıdır. Bu
manada ıslahat kavramı, “canlandırmak, diriltmek” anlamına gelen ihya ve diriliş
kavramlarıyla da ifade edilmektedir.23
Hemen her yazısında ıslahat ve tecdid’den bahseden Reşid Rıza,24 bu
kavramları bazen dinî/ilmî yenilenme anlamda, bazen de siyasî ve sosyal
müesseselerin yeniden yapılandırılması anlamında kullanmıştır.25 Bu bağlamda
ıslahat, Müslümanların geri kalmışlıktan kurtulmalarının yolu olarak sunulmaktadır.
Bu konuda bkz. Hüseyin Atay, “Dinde Reform”, AÜİFD C. 43 S.1, Ankara 2002, ss. 1-26
Meryem Çakır, “Reform ve İdari Reform Kavramları Üzerine Bir İnceleme”, Tarih Okulu Dergisi,
S. XVI, Ankara 2013, s. 631
21
Yasin Aktay, “Reform, İctihad ve Tecdid Bağlamında İslâm ve Hayat”, Milel ve Nihal Dergisi, C.5
Sayı 2, Konya 2008, s. 44
22
Aktay, “Reform, İctihad ve Tecdid Bağlamında İslâm ve Hayat”, s. 44
23
Ebu’l-Alâ el-Mevdûdî, İslâm’da İhyâ Hareketleri, Çev. Ali Genç, Pınar Yay. İstanbul 2011, ss. 4548
24
Bkz. Reşid Rıza, “Fâtihatü’s-Seneti’l-ûlâ li’l-Menâr”, El-Menâr, I/1 1898, ss. 9-14 ve diğer Menar
dergileri; Reşid Rıza-Hayreddin Karaman, Gerçek İslâm’da Birlik, Çev. Hayreddin Karaman, İz Yay.
İstanbul 2012, s. 224 vd.; Ayrıca bkz. Özgür Kavak, Modern İslâm Hukuk Düşğncesi-Reşid Rıza
Örneği, Klasik Yay. İstanbul 2011.
25
Özgür Kavak, Reşid Rıza’nın Fıkıh Düşüncesi Çerçevesindeki Görüşleri, Basılmamış Doktora Tezi,
M.Ü. İstanbul 2009
19
20
8
Islahatçılığın Ortodoks İslâm geleneğine (Ehl-i Sünnet) yabancı olmadığını belirten
Merad ise, Kur’an’ın bizzat kendisinin reform fikrinin yaygınlaşmasına katkı
sağladığını söyleyerek ıslahatçılığın aslında İslâm’ın temel öğretilerinden biri olarak
görülebileceği tezini öne sürmektedir.26 Keza Atay da “dinde en son ve en köklü
reformu Kur’an’ın getirdiğini” belirtmekte ve her peygamberin, bozulmuş olan dinde
reform yaptığını hatırlatmaktadır.27
Merad ve Atay’ın Kur’an’ın reformcu bir ruha sahip olduğu tezini teyid
etmekle birlikte, çalışmamızın konusu olan ıslahatın, yukardaki tanımlardan
hareketle, dini olmaktan ziyade toplumun din algısını değiştirme, canlandırma,
arındırdıma ve temizlemeye yönelik ictimai bir mesele olduğunu ifade etmek gerekir.
2. Islahat Hareketlerinin Tarihsel Gelişimi
İslâm düşüncesinin teşekkül devrinin (ilk fırkaların oluşumu)28 ve tasavvuf
kurumunun Sünnîliğe eklemlenmesinin akabinde,29 Fazlur Rahman ilk ıslah
teşebbüsünün V./XI. Yüzyıl’da Gazâli ile kendini gösterdiğini,30 ancak bunun
toplumsal bir hareket olmaktan ziyade bireysel bir tavır olarak kaldığını ifade
etmektedir.31 Bireyin içsel ıslahı üzerine duran, ancak daha sonra Yeni
eflatunculuk’un felsefî mirasının birleşmesi ve hulul-ittihâd-ibâdilik (vahdet-i vücud)
Ali Mérad, Le Réformisme Musulman En Algérie de 1925 à1940 , Mouton&CO, Paris 1967, s. 29
Atay, “Dinde Reform”, AÜİFD C. 43 S.1, Ankara 2002, s. 8
28
Bkz. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Sarkaç
Yayınları, Ankara 2010.
29
Bkz. Fazlur Rahman, İslâm’da İhya ve Reform, Çev. Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yay. Ankara
2006, s. 97 vd.
30
Fazlur Rahman, İslam, Çev. Mehmet Dağ – Mehmet Aydın, Ankara Okulu Yay. Ankara 2012, s.
269. Keza farklı fikirleri, inançları ve davranışları bir araya getirmiş olmakla Tasavvuf, ilkel inançlara
sığınak olmuş, bu sebepten dolayı da Sünnî İslâm’ı ıslah etmeye çalışan akımların odak noktası haline
gelmiştir.
31
Fazlur Rahman, İslâm’da İhya ve Reform, s. 121
26
27
9
gibi görüşlerle iç içe geçmesi ile farklı bir boyuta ulaşan tasavvuf’un aşırılıklarını
sınırlandırmaya çalışarak Gazâli, islâmi ilimlere canlılık getirme arzusu 32 ve şeriata
aykırı düşmeyen ılımlı bir tasavvuf anlayışı ile sentezci bir ıslahat çabası
göstermiştir.33
İslâm dünyasında uzun bir fikrî durgunluk sonrası ise, VII./XIII. Yüzyılda
ıslahat hareketi, İbn Teymiyye ile beraber tekrar kendini göstermiştir. Yeni dönem
ıslahatçılarının ve kendini Selefî olarak gören her kesimin ilham kaynağı ve fikir
öncüsü olması hasebiyle İbn Teymiyye ve yaşadığı dönem üzerinde özellikle
durmamız gerekmektedir.
2.1.
Erken Dönemde Islahat ve İbn Teymiyye
2.1.1.
İbn Teymiyye ve Yaşadığı Sosyo-Politik ve Dinî Ortam
İbn Teymiyye’nin (661/1263 - 728/1328) yaşadığı VII./XIII. yüzyıl, Moğol
istilasının olduğu, Moğolların Abbâsî devletine son verdiği ve İslâm devletlerinin
parçalandığı, siyasi çalkantılar, istikrarsızlıklar ve savaşları içeren,34 aynı zamanda
ilimlerde taklit anlayışının hâkim olduğu, Şia’nın İslâm coğrafyası üzerinde fitnelere
sebep olduğu ve Tasavvuf yoluyla Müslümanlarca kabul edilen İslâm dışı fikirlerin
yükselişte olduğu bir dönemdir.35 Gelenekçi bir ailenin mensubu olarak 661/1263’de
Harran’da doğan İbn Teymiyye, Moğol istilasından dolayı ailesiyle birlikte küçük
Bkz. Ebû Hamid Muhammed Gazâlî, El-Mustasfâ min İlmi’l-Usûl, Beyrut trs.; İlcâmu’l-Âvâm ‘an
İlmi’l-Kelâm, nşr. Muhammed Mu’tasım Billah el-Bağdâdî, Beyrut 1985; İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Beyrut
1982; Mişkâtu’l-Envâr, nşr. Ebu’l-Âlâ el-Afîfî, Kahire 1964.
33
Süleyman Uludağ, “Gazzâlî”, DİA C. 13, İstanbul 1996, s. 516-517; Fazlur Rahman, İslam, s. 269.
Keza farklı fikirleri, inançları ve davranışları bir araya getirmiş olmakla Tasavvuf, ilkel inançlara
sığınak olmuş, bu sebepten dolayı da Sünnî İslâm’ı ıslah etmeye çalışan akımların odak noktası haline
gelmiştir.
34
Süleyman Uludağ, “İbn Teymiyye”, İbn Teymiye Külliyatı C.1, Bursa 1986, s. 18
35
Muhammed Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye: Hayatı-Fikirleri-Eserleri, Çev. Heyet, İslamoğlu Yay.
İstanbul 1988, s. 199
32
10
yaşta anavatanını terk etmek zorunda kalmıştır.36 İbn Teymiyye’nin yaşadığı çağı
Ebû Zehra, herhangi bir temel düşünceye dayanmayan, sırf taklit ve bağlılığa
dayanan fikrî tartışmaların olduğu, temeli eski felsefî akımlara ya da semavî olmayan
eski dinlere dayanan Tasavvufî fikirlerin zirveye ulaştığı bir yüzyıl olarak
resmetmektedir.37 Şeyh meclisleri ve tekkeler gibi tasavvufî kurumlara yönelişin
psikolojik olarak sebebini, halkın savaş ve siyasi-sosyal istikrarsızlık ortamının
doğurduğu tedirginlik ve bundan dolayı bir nebze huzur bulma isteği olarak görmek
mümkündür.38
IV./X. asra kadar yekvücut bir İslâm’ı temsil eden ilmî disiplinler, daha sonra
Abbâsî hilafet merkezinin zayıflaması, Büveyhîlerin Bağdat’a hâkim olması,
Karmatîler ve Bâtınîlerin yayılması ve Müslüman sınır bölgelerinin kaybı ile adım
adım bozulmaya gittiler ve İslâm dünyasına bid’atler hakim oldu.39 Moğol istilası
sıralarında savaşa bizzat iştirak etmiş olan İbn Teymiyye, toplumun birlik ve
dayanışması üzerinde şiddetle durmuş, bid’at ve dine ters düşen durumları bertaraf
etmeye yönelmiş, Tasavvuf yoluyla halkı etkilemeye çalışanlara karşı da savaş
açmıştır.40 Antropomorfist bir anlayışa sahip olmakla itham edilerek ilk defa 1306
yılında Kahire’de hapsedilmiş, kısa bir süre sonra da Mısır Sûfîliğini etkileyen iki
şahsiyete (İbn Ataullah el-İskenderî (ö. 709) ve Kerimüddin el-Amûlî (ö. 710))
sataşarak, halkın kutsal saydıklarını kınadığı gerekçesiyle hapse mahkûm
Henri Laoust, Les Schismes Dans L’Islam, Payot Paris Yay. Paris 1965, s. 266
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 189
38
Uludağ, “İbn Teymiyye”, İbn Teymiye Külliyatı C.1, s. 18
39
Fazlur Rahman, İslam’da İhya ve Reform, Çev. Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yay. Ankara 2006,
s. 177
40
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, ss. 42-52
36
37
11
edilmiştir.41 Zikredilen bu hususlar Selefî ideolojideki zemin ortaklığı bakımından
önemlidir.
2.1.2.
İlmî Disiplinleri Eleştirmesi ve Düşünce Metodu
Hanbelî ekolüne mensup olmakla beraber diğer kelami, fıkhi ve tasavvufi
ekoller hakkında da geniş bilgiye sahip bir âlim olan İbn Teymiyye, 42 bu ilmî
disiplinlerden faydalanmakla birlikte hepsine yönelik eleştirilerde bulunmuştur.
Kelamcıları ve Felsefecileri, batıl ile uğraştıkları43 ve hevalarına uydukları44
gerekçesiyle eleştirmiştir. Tasavvufçuları ise, şeyhlerinden kıyamet günü şefaat
bekleyerek Hz. Peygamberden üstün konumda gördükleri,45 “Hakikat, Şeriat ve
İttihad” prensipleriyle adeta şer’i hükümleri iptal ettikleri46 ve sezgilerini Kur’an ve
Sünnet’in önüne geçirdikleri nedeniyle eleştirmiştir.47
İbn Teymiyye’nin İbn Arabî’yi zındıklıkla itham edip görüşlerini ve onun
nezdinde vahdet-i vücutçuları eleştirmesi,48 çoğu zaman kendisinin Tasavvufa
tümden karşı olduğu inancını doğurmuştur. Bununla beraber onun Abdülkadir
Geylani ve Cüneyd Bağdadî gibi erken dönem sufîlerine saygı duyduğu, hatta
alıntılar yaptığı görülmektedir.49 Buradan hareketle İbn Teymiyye’nin Tasavvuf’a
tümden karşı olduğunu söylemek mümkün değildir. Onun karşı olduğu Tasavvuf,
Laoust, Les Schismes Dans L’Islam, s. 268-269
Laoust, Les Schismes Dans L’Islam, s. 271; Bkz. İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyâtı, Çev.
Komisyon, Tevhid Yay., İstanbul.
43
İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyâtı, C. 4, ss. 33-35
44
İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyâtı, C. 4, s. 57
45
İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyâtı, C. 2, s. 133
46
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 197
47
Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme: Makaleler III, s. 40; Ayrıca bkz. İbn Teymiyye, İbn Teymiye
Külliyâtı.
48
Bkz İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, C.2, ss.180-198
49
İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, C.1, s. 247
41
42
12
şeyhi mutlak otorite kabul eden, içerisinde İslâm dışı bid’atleri barındıran ve İbn
Arabî’nin vahdet-i vücutçu Tasavvuf anlayışıdır.50
İbn Teymiyye, döneminin alışılmış olan mevcut dini kabuller yerine, Selef-i
Salihin’in görüşlerini benimsemiş ve Kitap ve Sünnet’i otorite kabul ederek hareket
etmiştir. Burada Selef-i Salihin’den kastın ne olduğuna değinmemiz gerekir.
Eserlerinden ve fikirlerinden de anlaşılacağı üzere onun Selef-i Salihin olarak
benimsediği zümre, müteşabihler konusunda sükût eden, te’vil’i reddeden Ehl-i
Hadis ekolüdür.51 Ancak onun bu düşüncesi “Sahabe ve Tâbiûn haberi sıfatları te’vil
etmezdi” gibi yanlış bir genel kabul oluşturmaktadır. Nitekim İbn Mes’ud ve İbn
Abbas gibi sahabe, reyci-te’vilci kanatta yer almaktadırlar. Dolayısıyla İbn
Teymiyye’nin Selef-i Salihin vurgusunun kendi tercihiyle büyük ölçüde Ashâbü’lHadîs/Ehl-ü’l-Eser’i kapsadığının altını çizmek gerekir.52
Onu “selef yolu”na vurgu yapmaya iten saiklerin, mezheplerin toplum
tarafından dinle özdeşleştirilmesi ve bölünmeye yol açması, ictihad yerine taklidin
egemen hale gelmesi ve tarikatlar yoluyla İslâm dışı unsurların Müslümanlarca kabul
görmesi hususları olduğu söylenebilir.53 Bundan dolayı da halkın büyük kısmının
teveccüh gösterip takdir ettiği bir âlim olmakla beraber, mevcut din anlayışına karşı
gelmesinden ötürü birçok din adamı tarafından tepki çekmiştir.54
Mustafa Kara, “İbn Teymiyye’nin, İbn Arabi’ye ve Vahdet-i Vücuda Bakışı”, İbn Teymiye
Külliyatı, C. 2, Tevhid Yay. İstanbul 1987, ss. 31-47
Bkz. İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı.
51
İbn Teymiyye, İbn Teymiyye Külliyâtı, C.4, ss. 10-19
52
Bu konuda bkz. Mustafa Öztürk, “Selefîlik ve Te’vil”, Kur’an, Tefsir ve Usûl Üzerine-Problemler,
Tespitler, Teklifler, Ankara Okulu Yay. Ankara 2011, s. 132-133
53
Nitekim bu hususlar, bütün ıslahat hareketlerini tetikleyen unsurlardır.
54
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 60
50
13
İbn Teymiyye’nin Selef-i Salihin’e sürekli vurgu yapmasında, yaşadığı
dönemin dinî ve siyasî boyutunun etkisi büyüktür. Zira bu dönem, dış tehditlerin
vuku bulduğu, Müslümanların Tasavvuf adı altında yanlış bir İslâmı yaşadıkları ve
mezhepçilikten dolayı bölünmüşlüğün olduğu bir dönemdir. Toplumu ihya etmenin
ve tek bir çatı altına toplamanın yolu ise, Selef-i Salihin’in yoluna dönmekle
mümkün olacaktı. Bununla beraber o, izinde gittiği Selef’in yöntemini körü körüne
benimseyip uygulamak yerine, bazen onu bir dayanak noktası olarak alıp kendi şahsî
fikirlerini geliştirmiştir. Nitekim Kur’an’a, Sünnet’e, Sahabe ve onlara uyan
Tabiin’in sözlerine diğer müctehidlerden daha fazla önem verdiği ve nasslara
muhalif bir sözü bulunmadığı gerekçesiyle Ahmed b. Hanbel’i benimsemekle
beraber, Ahmet b. Hanbel’in her görüşünü körü körüne tasdiklememiş, hatta bazı
hususlarda ona muhalefet bile etmiştir.55 Mesela Ahmed b. Hanbel’in Tasavvuf
kurumunu Kelâm kurumundan çok daha fazla hor görüp reddetmesine karşılık İbn
Teymiyye, tam aksi bir tavır tutunup ifrata düşmeyen Sufîleri mütekellimlere tercih
etmiştir. Ayrıca o, Eş’arîlerin, Allah’ın mutlak kâdir oluşunu vurgulama adına
insanoğlunu aciz olarak ilan etmesini eleştirerek kişinin, sorumlu olması hasebiyle,
fiil yapma gücüne sahip olduğunu belirtir. Hatta bunun Selefin ve/veya Ehl-i
Sünnet’in görüşü olduğunu ifade eder.56 İbn Teymiyye’nin, “ilahî kudrete zarar
verme pahasına insan özgürlüğünü savunduğu” için Mu’tezile’yi eleştirmesiyle
beraber, Mu’tezile’yi Mürcie’ye ve diğer kadercilere ve İbn Arabî tarzı
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 85-86
İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyâtı, C.8, ss. 129-131; Fazlur Rahman, İslam’da İhya ve Reform, s.
182-183
55
56
14
“monist/panteistlere” tercih etmesi de,57 düşüncesinin sınırlarını göstermesi açısından
kayda değer hususlardandır.
Fıkha canlılık kazandırma yanlısı olan İbn Teymiyye58, fıkhî konularda taassup
karşıtlığını şu şekilde dile getirmiştir: “Kim, herhangi bir imamın fıkhî görüşüne
mutaassıp olarak bağlı kalırsa, o, nefsani arzularının kölesi olan kimselere benzemiş
olur. İster İmam Malik, ister Ebû Hanife ve isterse Ahmed b. Hanbel'in fıkhi
görüşlerine aşırı derecede bağlı olsun. Sonra bu imamlardan herhangi birisine aşırı
derecede bağlı olan kimse, netice itibariyle söz konusu imamın ilim ve dindeki değeri
ve yeri ile diğer imamların dindeki değerini birbirinden ayıramaz ve böylece zâlim
bir cahil olur. […] Müslümanlar içinde Ebû Hanife’ye en fazla tabi olan ve onun
sözlerini en iyi bilen zatlar imam Ebû Yusuf ve imam Muhammed’dir. Fakat onlar,
uyulması gereken sünnet ve delilleri farklı anladıkları için, birçok fıkhi meselelerde
Ebû Hanife’ye muhalefet
ettiler. Buna rağmen onlar, imamlarına saygı
göstermişlerdir.”59 Bu şekilde o, mezhep taassubunun cahillik ve zulüm olduğunu ve
dinde tahrife yol açtığını belirtmiş ve ilimle birlikte serbest düşünceye yönelmeyi
tercih etmiştir. Nitekim kendisi dört mezhebin fıkhî hükümlerini toplamış, bunları
Kur’an, Sünnet ve Selef-i Salihin’in görüşlerine göre tartıp, boşanma gibi bazı
Fazlur Rahman, İslam’da İhya ve Reform, s. 199; ayrıca İbn Teymiyye’nin Mu’tezile-Eş’arî
arasında bir sentez kader konusundaki görüşü hakkında bkz. a.g.e. s. 203
58
Bu hususta Henri Laoust, İbn Teymiyye’yi şöyle değerlendirmektedir: “Duruşu ve okulu biraz daha
modernist veya laikçi kişiler tarafından fazla tutucu olarak değerlendirilse de, İbn Teymiyye fıkhî
geleneklerin canlı kalması için çok emek sarf etmiştir. Arap dünyasında gözlemlenen geleneksel fıkhî
incelemelerde vuku bulan ve Batı’da Müslüman fıkıhçıların da karşılaştırmalı hukukta bir yere sahip
olmaları gerektiğini düşünmeye götüren yenilenmede adının anılmaması çok büyük bir haksızlık
olur.” (Tarık Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri – Afgânî’den el-Bennâ’ya Kadar İslam
Islahatçıları, Çev. Ayşe Meral, Anka Yay. İstanbul 2005, s. 51 (5. dipnot))
59
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 86
57
15
hususlarda bu dört mezhebin fetvâlarına aykırı fetvâlar vermiş ve haliyle kadıların
tepkisini çekerek engellenmeye çalışılmıştır.60
İbn Teymiyye, herhangi bir mezhebe mensup mukallitlere, dört mezhep
imamının şu ihtarlarını hatırlatır: “(Ebû Hanife:) Bu benim kendi görüşüm. Kim
ondan daha üstün bir görüş getirirse, ben ona uyarım.”; ”(İmam Malik:) Ben sadece
hata ve isabet eden bir insanım. Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünneti karşısında
benim görüşümden vazgeçin.”; “(İmam Şafii:) Hadis sahih olunca, benim görüşümü
duvara çarpın.”; “(Ahmed b. Hanbel:) Beni taklid etme. Malik’i, Şafii’yi ve Sevrî’yi
de taklid etme. Bizim gibi sen de öğren.”; “(Ahmed b. Hanbel:) Dinini kişilere
bağlama, çünkü onlar hata etmekten uzak değiller.”61 Nitekim İbn Teymiyye’nin de
bu öğütlere aynen uyduğu görülür.
İlke olarak akılcılığı reddetmekle beraber İbn Teymiyye’nin tamamen akıl
karşıtı olduğu düşünülmemelidir. Misal olarak, insan iradesinin hürriyeti konusunda,
onun yaygın kabulleri eleştirmesi, Fazlur Rahman’ın ifadesiyle, “yerleşmiş Sünnî
akide aleyhine dengeyi neredeyse Mu’tezile lehine bozacak şekilde”62 tavır takınması
zikredilebilir. İbn Teymiyye, aklın her zaman ve zorunlu olarak naklî delille uzlaşma
halinde olduğu görüşünü benimsemiştir. Hatta nakil ile akıl çatışırsa ve nakil zanni,
akıl kati delil ile sabit ise, aklî delilin tercih edileceğini söylemektedir. 63 Ancak ona
göre Hz. Peygamber dinin tamamını açıkladığı için mecazî yorumlar yapmaya gerek
yoktur.64 Bu yüzden Allah’ın sıfatları gibi kelâmî konularda Selef’e tabi olmak
gereklidir. İbn Teymiyye’nin itikadî ve felsefî meselelerdeki yöntemi; aklî delil ile
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 86-87
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 208
62
Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme: Makaleler III, s. 40-41
63
Bkz. İbn Teymiyye, Akıl-Nakil Çatışması, Çev. ?, Tevhid Yay. İstanbul 1998, s. 71
64
Laoust, Les Schismes Dans L’Islam, s. 272
60
61
16
naklî delilin çelişmeyeceği görüşünü benimseyip, kelamcıların ve felsefecilerin
terimlerini kabul veya reddinden önce bunları İslâmî manalara tabi kılmak ve Aristo
mantığını yıkıp yerine İslâmî mantığı yerleştirmek olmuştur.65
İbn Teymiyye’nin akıl yürütmeye verdiği değerin mahiyetini Ebû Zehra şu
şekilde nakletmektedir: “Tefsir konusundaki eser yazma metodu, aynen akaid, fıkıh
ve Tasavvuf konusunda da geçerlidir. Konuyu Sünnet’e dayandırır, sonra Sünnet’i
akılla karşılaştırırdı. Aklı inşa için değil, tezkiye için, kılavuzluk için değil,
mukayese için kullanırdı. […] O, aklı ihmal etmez, bilakis arar. Ancak, akıl uyulacak
değil, uyacak bir nesne olarak değerlendirilir. Akıl, istidlâl (düşünme ve delillere
bakma) konusunda, Kur’an’ın metoduna karşı gelemez. Buna bağlı olarak, kendisine
aykırı düştüğünde Kur’an’ı te’vil edemez. Bilakis ona düşen, tefekkürle ve Kur’an
ayetleri arasında mukayeseler yapmak suretiyle Kur’an’ı anlamaya yönelmektir.
Kur’an’ın te’vil’i, filozoflar, kelâmcılar ve diğerlerinin sözleriyle değil, yine
Kur’an’la olur”.66 Görüldüğü gibi İbn Teymiyye, ne aklı devre dışı bırakmakta, ne de
aklın dizginlerini tamamen salıvermektedir. Aklı, Kur’an ve Sünnet’i anlama
noktasında bir araç mahiyetinde algılamakta, bununla beraber te’vil’e kapıları
tamamen kapatarak adeta akla haddini aşmaması gerektiğini öğütlemekte ve bu
suretle aklı naslara hâkim kılanları kınamaktadır.
Bid’at karşıtı olarak İbn Teymiyye’yi “her türlü yeniliğe karşı çıkan insan”
olarak algılamak doğru değildir. O, Bid’at kavramını sözlük anlamı ve terimsel
anlam olarak ikiye ayırarak Hz. Peygamberin “Her bid’at sapıklıktır” hadisinde
bid’at olarak bütün yeni uygulamaların kastedilmediği, Kur’an ve Hz. Peygamber
65
66
Müfrih b. Süleyman el-Kûsî, Selefîlik, Çev. Ahmet İyibildiren, Guraba Yay. İstanbul 2013, s. 83-84
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 205-206
17
tarafından meşruluğu onaylanmamış yeni davranışların kastedildiğinin altını
çizmekte ve söz konusu yeni davranışın güzel olduğu ıspatlanırsa bunun bid’at
kapsamına girmediğini söylemektedir.67 Dolayısıyla ona göre “eğer Bid’at tabiriyle,
daha önceden yapılmayan şey anlamı kastediliyorsa, bu sözlük anlamında doğru,
fakat dinî anlamda yanlış” olup, asıl yoğunlaşılması gereken, dinî yöndeki bid’attir.
Yani “Bizâtihî Allah ve Resûlu tarafından meşru kılınmayıp, hakkında dinî bir delil
bulunmayan, bunun yanında Kitap, Sünnet ve Ümmetin Selefinin icmâına da muhalif
olan her türlü şey”, yani dine aykırı veya karşıt olan her türlü şeydir.68
2.1.3.
Metodunun Değerlendirilmesi
Henri Laoust, İbn Teymiyye’nin “Kelamcılar sistemlerini akıl üzerine;
Gelenekçiler, yazılı gelenek (âsâr) üzerine; Sufîler ise arzu/irade üzerine bina
etmişlerdir.” sözlerini naklederken, onun bu üçüne karşıt olmak üzere kendi sistemini
kurduğunu belirterek bu sistemi “İslâm’ı asıl haline restore etme maksatlı
muhafazakâr bir reform” olarak adlandırmakta ve “Hanbelî bir dayanak ve zihin
yapısıyla bir orta yol (vasat) doktrini bina etmek” şeklinde tanımlamaktadır.69 Louis
Gardet ise, İbn Teymiyye’nin Hanbelî olmasına rağmen düşünceyi literalizme üstün
kılma kaygısı ve kişisel araştırmaya dayalı hareketiyle Hanbelîlikte yeni bir açılım
getirdiğine işaret etmektedir.70 Görüldüğü gibi, İbn Teymiyye kendine ayrı mezhep
tahsis etmemiş, Ehl-i Sünnet-i Hassâ‘ya mensup olan Hanbelî çizgiyi devam
ettirmiştir.
İbn Teymiyye, Sırât-ı Müstakîm, Çev. Salih Uçan, Pınar yay. İstanbul 2012, s.365-367
Muhammed Yazıcı, İbn Teymiyye’nin İslam İnanç Mezheplerine Bakışı, Salkımsöğüt Yay. Erzurum
2009, ss. 98-100
69
Laoust, Les Schismes Dans L’Islam, s. 272
70
Louis Gardet, Connaître L’Islam, Librairie Arhtème Fayard, Paris 1958, s. 67
67
68
18
Fazlur Rahman, İbn Teymiyye’nin “Kur’an ve Sünnet merkezli İslâm’ı dış
oluşumlardan arındırma” hareketini, faydalı olmakla birlikte içeriğinde bazı
eksiklikler barındıran bir hareket olarak değerlendirmektedir. Nitekim takipçileri
arasında da açıkça kendini gösteren bu eksiklikler, akılcılığın ilke olarak
reddedilmesi ve İslâm’ın anlaşılmasında neredeyse tamamen nakle (veya geleneğe)
dayanılmasından kaynaklanmaktadır.71 Bu noktada Sünnet lafzî olarak ele alındığı ve
Hz. Peygamber’in yapıp etmeleriyle sınırlı kalmayıp ilk üç neslin düşünce ve
yorumları olarak kabul edildiği için “Peygamber’in sünnetine geri dönüş” çağrısı,
aslında ilk nesillerin düşünce ve yorumlarını kabul etmeye bir çağrı olmaktadır. Bu
ıslahatçı çabanın tıkandığı nokta da muhtemelen burası olmuştur.
2.1.4.
İbn Teymiyye ve Selefîlik
XVIII. yy. ıslahat hareketlerinin tamamında, İslâm’ı ihya etmede sembol isim
haline gelen İbn Teymiyye’nin etkisini görmek kaçınılmazdır. İbn Teymiyye’nin
yaşadığı dönem ve onun İslâm dünyasına yönelik gayesi ile XVIII. yy.
ıslahatçılarının yaşadıkları dönem ve onların gayeleri birbirine paralel niteliktedir.
Şöyle ki, bahsi geçen her iki dönemde de İslâm dünyası dış tehditlere maruz kalmış,
bu tehditlere direnmek ve karşı koymak için de mezhep taassubu ve taklidin bir
sonucu olan bölünmeleri engelleme niyetiyle birliğe çağrı yapılmıştır. Bu birliğin
sağlanmasının yolu ise, bid’at ve hurafelerden arındırılmış saf İslâm’a, yani Selef-i
Salihin dönemi İslâmına dönmek olarak görülmüştür. Bu hususu bütün ıslahat
hareketlerinde açıkça görebildiğimiz gibi İbn Teymiyye’de de görebiliriz. Bu
noktada şunu belirtmek gerekir: Burada Selef ve Seleften gelen habere bağlılık söz
konusu olmakla birlikte, bu hususta akla da gereken önem verilmiştir. Nitekim
71
Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme: Makaleler III, s. 41
19
XVIII. yy. ıslahatçılarının tutumlarında da görüldüğü gibi İbn Teymiyye de tamamen
akıl karşıtı olmamış, bilakis şeriat ve aklın birbirinin karşıtı olamayacağını ifade
ederek aklı bir bilgi kaynağı olarak görmüştür.72 Hanbelî olmasına rağmen İbn
Teymiyye, kişisel araştırmaya önem vermiş ve düşünceyi literalizme üstün kılma
kaygısıyla Hanbelîlikte yeni bir açılım getirmiştir.73 Nitekim Batı kaynaklarında o,
neo-Hanbelî olarak vasıflandırılmaktadır.74 Ehl-i Hadis çizgisinden ayrılması
hasebiyle bu, önem arzeden bir husustur.
Dini bid’at ve hurafelerden arındırma hususunda da İbn Teymiyye’nin
görüşleri sonraki ıslahatçılara rehberlik edecek nitelikte olmuştur. O, dinde bir takım
ritüelleri ve insanları kutsamanın ve Allah’a yaklaşmak için aracılar edinmenin yasak
olduğunu savunmuştur. Zira bu, Allahtan başkasına tapmaya doğru götüren bir yol
olmakta, tevhid ilkesine aykırı düşmekte ve şirk’e sürüklemektedir. Burada
kastedilen kurumun Tasavvuf olduğu açıktır. Ancak burdan hareketle İbn
Teymiyye’nin Tasavvufu tamamen reddettiği gibi bir algı oluşmamalıdır. O, vahdet-i
vücutçu anlayışı ve velileri kutsayıp onları aracı olarak telakki eden Tasavvufî
oluşumu reddetmekle beraber bunlardan arındırılmış içe dönük bir ihya olan
Tasavvufa ve özüne saygı duymuştur.75
Hukuki hükümlerin gayelerini öğrenip doğrudan Kur’an’dan hüküm çıkarmaya
yöneldiği ve bid’atlerden sakınıp Selef-i Salihin’in yolunu izlediği için76 ve ayrıca
ıslahatçıların ilham kaynağı olduğu için İbn Teymiyye çoğu zaman Selefî bir âlim
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, ss. 293-304; İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri,
s. 207
73
Louis Gardet, Connaître L’Islam, Librairie Arhtème Fayard, Paris 1958, s. 67
74
Bkz. Laoust, Les Schismes Dans l’Islam, ss. 267-272
75
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, ss. 293-304 İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri,
s. 207
76
Ebu Zehra, İmam İbn Teymiyye, s. 203-204
72
20
olarak vasıflandırılmaktadır. Hatta Fazlur Rahman, Selefiyye hareketinin ortaya
çıkışını, VIII/XIV. yy.’da İbn Teymiyye ve ekolüne dayandırmaktadır.77
İbn Teymiyye’nin Selefiyye/Selefiyyûn tabirlerini kullandığı doğrudur. Ancak
bu noktada bahsi geçen Selefiyye kavramı ile terimsel anlamıyla Selefîlik, farklı
olgulardır. Şöyle ki, mesela bir risalesinde “Isbat (yani sıfat ve tevhid’in kabul
edilmesi) ise genel olarak Küllâbiyye, Eş’ariyye, Kerrâmiye, hadîsçi sûfî ve
Hanbelîlerin çoğunluğu, Şâfiî ve Mâlikîlerin –az istisnâ dışında- büyük çoğunluğu,
Hanefîlerden pek çok kimsenin görüşüdür. Selefiyye’nin görüşü de odur”78 derken,
İbn Teymiyye’nin burada kullandığı Selefiyye kavramı, Halefiyyûn kavramının zıddı
olarak kullanılmakta ve Ashâbü’l-Hadis kastedilmektedir. Bunun ise –tezimizin
ilerleyen
sayfalarında
görüleceği
gibi-
terimsel
anlamdaki
Selefîlik
ile
bağdaşlaştırılması isabetsiz olmaktadır.
İbn Teymiyye’ye göre “Kelâmcı ilimsiz söz söyleme, Mutasavvıf da ilimsiz
amel etme hastalığına tutulmuştur” ve her ikisi de Kitap ve Sünnet’e ters
düşmektedir. Aksine Ehl-i Sünnet ise, bütün söz ve amelleri ilme dayandırmıştır.79
Burada, İbn Teymiyye’nin Kelâmsız ve Tasavvufsuz bir Ehl-i Sünnet anlayışını
benimsediğini anlamaktayız. Bu da “Ehl-i Sünnet-i Hassâ” olarak anılan Ehl-i
Hadisten ibaret bir Ehl-i Sünnet anlayışını ifade etmektedir. Dolayısıyla İbn
Teymiyye’nin nazarında “Selef yolu” ve “Ehl-i Sünnet” ibareleri, aynı anlamı haiz
olmaktadır. Onun Selef mezhebi dediği şey de, tam olarak budur. Bütün bunlardan
hareketle, Selefîliği bir mezhep olarak algılamak yanlış olduğu gibi, bu “sözde
Fazlur Rahman, İslam, s. 154
İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, C.6, s. 49
79
İbn Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, C.2, s. 81
77
78
21
mezheb”in sistematik kurucusu olarak onu göstermek de hatalı bir değerlendirme
olmaktadır.
2.2.
Modern Dönem Islahat Hareketleri
“Selef-i sâlihîn” denilen ilk müslüman nesillerin ortadan kalkması, ictihad
kapısının sözde kapanması itibariyle İslâm düşüncesinin donuklaşması, bu durumdan
mütevellit çağdaş sorunlara cevap üretebilmenin zorlaşması, Müslüman dünyasına
taklidin hâkim olması ve dinin etrafını İslâm dışı ritüeller ve hurafelerin sarmasının
yanı sıra İslâm devletlerinin dış mihrakların saldırısına maruz kalmaları, dinî ıslahat
hareketlerinin ortak zeminini teşkil etmektedir. İlk dönem ıslahat hareketlerinin
amacına
paralel
olarak
modern
dönem
(XVII.-XVIII
yüzyıldan
itibaren)
ıslahatçılarının da maksadı; bid’atlara karşı Sünnetin müdafaası, ümmetin birliğini
savunmak ve onun dinî ve kültürel gelişimine canlılık kazandırmak olmuştur. İlk
ıslahat hareketleri, İslâm’ı yabancı unsurlardan ayıklama gayretleri ve Kur’an ve
Sünnet’in otoritesini yeniden ortaya koymak bakımından modern hareketlere ön ayak
olmuştur.80
XVII. yüzyılda ayak sesleri duyulmakla birlikte asıl damgasını XVIII.
Yüzyıldaki Mısır hareketleriyle vuran modern dönem ıslahat hareketlerinin ortaya
çıkmasındaki en önemli etken, Batı medeniyeti ve düşüncesinin tesiri olmuştur. Batı
hegemonyası ve Müslüman toplumların Batı karşısında siyasal ve ekonomik
zayıflığı, bazı Müslümanları (ıslahatçılar), sosyal ve ahlakî çöküntülerinin sebebini
sorgulamaya ve harekete geçmeye sevk etti. Onlara göre bu çöküntünün sebebi,
Müslümanların saf Sünnetten ayrılıp bid’atlere sarılmaları ve taklide yönelmeleri idi.
80
Fazlur Rahman, İslâm, s. 295
22
Yaygın sûfî doktrinler ve pratikler ise kanser mesabesindeydi. 81 Çare ise İslâmı tüm
bunlardan arındırıp Peygamberin saf Sünnetine dönme fikri oldu.
Bu dönemin
başroldeki şahsiyetleri önce Şah Veliyullah ve Şevkânî, sonra Cemâleddîn-i Efgânî,
Muhammed Abduh, Abdurrahman el-Kevâkibî ve Reşid Rıza gibi isimler olmuştur.
Mian M. Şerif’in İslâm Düşüncesi Tarihi adlı eserinde XVIII. Asrın başı şöyle
tasvir edilmektedir: “İslâm akaidinin orijinal saflığı hiç bir yerde bulunamaz olmuş,
ibadetlerdeki bozulma da günbegün artmaya başlamıştı. Reformun gerekli olduğu
inancı böylece devrin tabii bir olgusu haline gelmişti. Osmanlı sultanının -aynı
zamanda İslâm halifesi ve İslâm’ın kutsal kentinin idarecisinin- Müslümanların
itimadını ve bağlılığını gereği gibi sağlayamaması, ayrıca İslâm’ın eski saflığına ve
güçlü haline dönmesi konusunda gerekli isteği ve kabiliyeti gösterememiş olması,
imanı koruma ve kollama noktasında sahip olduğu mevkii zayıflatmaktaydı.
Otoritesine karşı gelişen muhalefet, kafasını kurcalamaya başlamıştı. Osmanlı
İmparatorluğu'ndaki bu iç çöküşün yanı sıra, iktisadî ve siyasî sahada etkisini
gösteren dış tehdit de mevcuttu. XIII./XVIII. yüzyılın başlamasıyla birlikte, önde
gelen Batılı güçlerin, Osmanlı devletinin Asya ve Afrika'daki önemli topraklara göz
dikme süreci başlamıştı. Bu gelişmeye paralel olarak, aynı devrelerde Müslüman
düşünürlere ve liderlere yön veren iki itici güç -Müslümanların içinde bulundukları
şartları ıslah etme arzusu ve dış tehlikeye karşı koyma niyet ve kararı- adeta bir araya
gelmişti. Bu itici güçlerin yönlendirmesi genelde, İslâm dünyasında reformların
Daniel Brown, İslam Düşüncesinde Sünneti Yeniden Düşünmek, Çev. Sabri Kızılkaya-Salih Özer,
Ankara Okulu Yay. Ankara 2009, s. 42
81
23
yapılması için çağrı ve bunu takiben İslâm’a ihya hareketinin önündeki yolda var
olan engellerin aşılması için planlar yapma noktalarında odaklanmaktaydı”.82
O zamana kadar bütün dış ekilerden korunmuş kültürel ve fikrî bir evrende,
gelenek ve klasikçiliğin ikili etkisi altında tekdüze bir biçimde yaşayan İslâm cemaati
için XVIII. yüzyılın son yılları, İslâm dünyasının evriminde belirleyici bir dönüm
noktası olmuştur.83 Bu durum, Batı sömürgeciliğinin yayılmaya başlamasıyla
sarsılmış ve İslâm devletlerinin siyasî yapılarının çökmeye başlamasıyla inanç
kurumlarının lider şahsiyetleri devreye girerek Müslümanlara İslâm’ın özüne dönüş
çağrısı yapmaya başlamışlardır. 19. Yüzyıla damgasını vuran İslâmî uyanış
hareketlerini Merad, iki kola ayırmaktadır: biri dinden esinlenen ıslahatçı ideoloji,
diğeri kökeni hiçbir şekilde dinsel olmayan, modernist yönelimli olgu.84
Bilimsel, teknolojik ve sosyo-politik alanında geri kalmış İslâm dünyası, Batı
dünyasının kendi topraklarına hakim olmaya başlamasıyla birlikte bu geri kalmışlığı
sorgulamaya ve İslâm’ın değer ve hassasiyeti ile ilgili de sorulara yanıt bulma
arayışlarına başlamıştır. Böylelikle İslâm dünyası, daha önce yapmış olduğu gibi
İslâmı katı bir şekilde ele alıp, geçmişi geri diriltme çabasıyla hareket etmek yerine,
meseleyi insanî eylem boyutuyla ele alıp daha felsefî bir yaklaşıma doğru gitmiştir.85
Mian Muhammed Şerif, İslam Düşüncesi Tarihi, C.2, Çev. Heyet, İnsan Yay. İstanbul 2014, s. 804
Ali Merad, L’Islam Contemporain, Presses Universitaires de France, Paris 1992, s. 16-17; Çağdaş
İslam, Çev. Cüneyt Akalın, İletişim Yay. s. 15
84
Merad, L’Islam Contemporain, s. 19; Çağdaş İslam, s. 17
85
Jean-Paul Charnay, “Courants Réformateurs de La Pensée Musulmane Contemporaine”, Normes et
Valeurs Dans L’Islam Contemporain, Ed. Jacques Berque – Jean-Paul Charnay, Payotèque, Paris
1966, s. 225-226
82
83
24
2.2.1. Arabistan (Vehhâbîlik)
Arabistan yarımadasının Necd bölgesinde yaşayan, Hanbelî mezhebine mensup
bir ailenin oğlu olan Muhammed b. Abdülvehhâb (1703-1792), gençliğinde Mekke,
Medine ve Basra’da ilim tahsil etmiş ve 1740 yılında Necd’e dönerek ıslahat
hareketini başlatmıştır. İbn Abdülvehhâb, gerçek İslâm'ın, Selef-i Salihin'in temsil
ettiği anlayış olduğunu benimseyerek, Tasavvufî eylemlerle iç içe olan bir İslâm’ı
reddetmiş ve bu bağlamda Osmanlı sultanını İslâm’ın temsilcisi olarak görmeyi
reddetmiştir.86 Bu sebeple 1745 yılında Necd bölgesindeki yerleşim alanlarında söz
sahibi olan Muhammed İbn Suud ile ittifak ederek misyonunu dinî-siyasî bir harekete
dönüştürmüş ve bu ittifak sayesinde 30 yıl içinde Orta Arabistan’ın tamamına hâkim
olmayı başarmıştır. “Gerçek İslâm” kaygısıyla yola çıkmış gözükmekle beraber bu
devlette milli Arap şuurunun ön plana çıktığı kolaylıkla gözlemlenebilir. Hüseyin
Gazi Yurdaydın bu durumu şu şekilde ifade etmektedir: “imamet konusunda yazı
yazan bir Vahhâbî, bu meselede, Arapların, Türklerden daha ehil olduğunu ele
alıyordu. Şüphesiz onlar, bunun bir Arap devleti olmaktan ziyade bir İslâm devleti
olduğu iddiasındaydılar. Ancak Osmanlıların siyasi otoritesini yıkmak için bir araya
toplandıkları açıkça belli oluyordu”.87 1800’lü yıllardan itibaren, Vehhâbîlere
sempati duymak, Osmanlı sultanına sadakatsizlikle eş anlama gelir olmuştur. Zira
Vehhâbîlere göre hilafete Araplar, Türklerden daha layıktırlar. 1810 yılında Suudlu
bir Vahhâbî reis, Suriye’nin Osmanlı valisine, şirke geçit verilmemesi, Allahtan
başkasına kulluk edilmemesi ve dinin gereğine aynen icabet edilmesi gerektiğine dair
bir ihtar mektubu gönderir. Vali adına onlara cevap gönderen Şamlı bir âlim ise
onlara, böyle bir ihtarın muhatabının Müslümanlar değil, Kâfirler olması gerektiğini
86
87
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 183
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 184
25
ihtar ederek onları “Çöl Arapları”, “Sahte Peygamber ümmeti” anlamına gelen
“Müseylime” adıyla ve “İslâm uhdelerinden bihaber bir aşiret” olarak anmış ve
onları Müslümanların yakasını bırakıp din düşmanları ile mücadele etmeye
çağırmıştır.88 Tıpkı zamanında Hanbelî karşıtlarının Hanbelîleri antropomorfizmle
itham ettikleri gibi, aynı şekilde Osmanlı da Vehhâbîleri antropomorfizmle ve ayrıca
yeni bir mezhep ortaya çıkarmak ve hariciliğin sertliğini almakla itham etmişlerdir.89
Kendileri için daha ziyade Muvahhidûn tabirini kullanan Vehhâbîler, 1810
yılında Halep ve Bağdat’taki aşiretlerin Vehhâbî hareketine bağlanmaları ile
güçlerini zirveye ulaştırmıştır. Bununla beraber, Müslümanlara karşı olan sert ve
tekfir edici tutumları onlara “Harici fanatizminin hortlamış hali” damgasının
vurulmasına sebep olmuş ve böylece isimlerine gölge düşürmüştür.90
“Hanbelî bağnazlığının ve İbn Teymiyye’nin sosyolojik teorilerinin son
noktası” şeklinde de tarif edilen Vehhâbî hareketi,91 ilhamını İbn Teymiyye’nin
görüşlerinden alarak Hanbelîliğin aşırı muhafazakâr şekliyle ortaya çıkmıştır. İbn
Teymiyye’nin Tasavvufa ve özellikle İbn Arabî’nin vahdet-i vücut anlayışına dair
eleştirilerinden derin bir şekilde etkilenen İbn Abdülvehhâb, Kitabu’t-Tevhid adlı
eseriyle beraber Tasavvuf kurumuna eleştiriler yöneltmeye başlamış ve Ümmeti
Selef’in sünnetine dönmeye çağırmıştır.92 Bu tasfiyeci ve aşırı muhafazakâr oluşum,
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 46-47
Laoust, Pluralismes Dans l’Islam, s. 374
90
David Dean Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, Çev. Selahaddin Ayaz, Yöneliş
Yay. İstanbul 1993, ss. 44-47
91
Dominique Sourdel, L’Islam, Presses Universitaires de France, Paris 1979, s. 121
92
Fazlur Rahman, İslam, s. 273-274
88
89
26
Sufîleri sapıklıkla itham etmiş ve bu konuda ödün verdikleri gerekçesiyle diğer
ortodoks Müslümanlara nefretle bakmışlardır.93
İbn Teymiyye’nin fikirlerinden etkilenmiş olmakla birlikte Vehhâbîlik, bazı
konularda büyük ölçüde ondan ayrı düşmüştür. Mesela İbn Teymiyye’yi önder kabul
etmekle beraber İbn Abdülvehhâb, onun tasdik ettiği İcmâ ve Kıyas’ı reddetmekle
ondan farklı bir tutuma yönelmiştir.94 Ayrıca İbn Teymiyye’nin aksine Vehhâbîlik,
Tasavvufun tüm şekillerini reddetmiş ve akılcılığın reddi hususunda ondan çok daha
katı bir tutum sergilemiştir. Burada şunu da belirtmeyi gerekli görüyoruz: Tarık
Ramazan, İbn Abdülvehhâb’ın düşüncesi ile onun ekolünün somut tezahürü olan
Vehhâbîliğin birbiriyle karıştırılmaması gerektiğine dikkat çekmektedir. Ramazan,
İbn Abdülvehhâb’ın kendisinden olmayanlara ve Velîleri putlaştıranlara karşı şiddetli
saldırılarını inkâr etmemekle beraber, İbn Teymiyye’nin öğretisi gibi, Tevhid
etrafında bir yenilenme ve kurtuluş arzusu olduğunun altını çizmektedir.95
Vehhâbîliğin İbn Teymiyye’nin Neo-Hanbelîliğinden yola çıkılarak oluştuğunu
belirten Henri Laoust, bu hareketi şöyle değerlendirmektedir: “Vahhâbîlik, bazen
söylendiği gibi İslâm’ı ilk haline getirme amacını güden salt dinî bir harekettir. Bu
hareket, hiçbir uzlaşma kabul etmeyen biraz fanatik bir katı ilkecilik (püritanizm),
yeni bir haricîlik veya herşeyden önce velîleri kutsallaştırma eğilimine ateşli bir
biçimde karşı çıkan bir çeşit protestanlık olarak tanımlanmıştır. Fakat bu tanımlar, bu
hareketi ikincil ve türemiş özellikleriyle, özellikle düşmanlarının görmek istedikleri
şekilde veya en uzlaşmaz temsilcilerinin temsil ettikleri şekliyle tanımlamak
Muhammad Yusuf Guraya, İslamic Jurisprudence in the Modern World, New World Printers,
Lahore 1986, s. 22
94
Itzchak Weismann, Taste of Modernity: Sufism, Salafiyya and Arabism in Late Ottoman Damascus,
Islamic History and Civilization, Leiden E.J. Brill 2001, s. 269
95
Tarık Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri – Afgânî’den el-Bennâ’ya Kadar İslam
Islahatçıları, Çev. Ayşe Meral, Anka Yay. İstanbul 2005, s. 51
93
27
anlamına gelmektedir. Oysa Vahhâbîliğin uygun tanımını yalnızca İbn Teymiyye’nin
kamu hukuku incelemesinden yola çıkarak verebiliriz. Vahhâbîlik denildiğinde,
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk parçalanma belirtileriyle birlikte Siyâset eşŞer’iyye’nin tanımladığı kamu hukuku ilkelerine uygun bir devlet düzenleme amacını
hedefleyen Arap kökenli siyâsî ve dinî yenilenme hareketi aklımıza gelmelidir”.96
Sonuç olarak gelenekte reform yapmaya yönelik bir kaygısı olan İbn
Teymiyye’nin mesajı uzun bir süreden sonra Arabistan yarımadasında Muhammed b.
Abdülvehhâb ve takipçileri tarafından keşfedilmiş ancak, Fazlur Rahman’ın da
dikkat çektiği gibi eksik anlaşılmış, bunun neticesinde İbn Teymiyye’nin çabasının
merkezinde olan “bütüncül olarak yeniden yapılandırılmış Müslüman toplum
vizyonu” tümüyle yitirmiştir.97 Taklidi yerip ictihadı yeniden gündeme getirerek
İslâm dünyasını olumlu manada etkilemekle beraber98 Vehhâbîler, Akıl/Felsefe dışı
tutumlarının yanı sıra, İslâm’ın ilk üç neslinin yüzeysel bir taklitçileri olarak kalmış
ve Kur’an ve Sünnet’i lafzî bir biçimde anlayarak anakronik bir tutum
sergilemişlerdir. Zihniyet olarak da Haricî zihniyeti ile paralel bir şekilde idealist,
zorlayıcı, kaba ve dar görüşlü bir Islahatçılığı benimsemişlerdir.99 Müslümanları
tekfir edip onları katletmeyi ve mallarını yağmalamayı meşru kabul etme noktasına
vararak “Haricî fanatisizminin hortlamış hali”100 olan Vehhâbîlik, bize göre Selefî
söylemi (öze dönüş söylemini) kendine taraftar toplamak üzere bir araç olarak
kullanmıştır.
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 54
Fazlur Rahman, İslam’da İhya ve Reform, Çev. Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yay. Ankara 2006,
s. 175
98
Fazlur Rahman, İslam, s. 276
99
Fazlur Rahman, İslam, s. 277
100
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 47
96
97
28
2.2.2. Libya (Senusîlik)
Osmanlı’nın koruyuculuğunu yaptığı İslâm dünyasının parçalanmaya yüz
tutmasıyla birlikte XVIII. Yüzyılda oluşmaya başlayan siyasî ve manevî ıslahat
hareketlerinden biri de, İdrisî tarikatının bir kolu olup daha sonra ondan
bağımsızlaşan101 ve sufî bir ihya hareketi olan Senusiyye tarikatıdır. Kurucusu
Muhammed b. Ali es-Senusî (ö. 1276/1859), hocası Ahmed b. İdrîs (1258/1837) gibi
ictihad etmenin gerekliliğini sezmiş ve Sûfîliğe güncel sorunlarla ilgili faaliyetçi bir
yön vermiştir.
Senusî tarikatini diğerlerinden ayıran özellik, onlarda tefekkür etme, ilahiler
söyleme ve bir takım hareketler yapmayla Allah ile ruhî birliğe ulaşma
hedeflenirken, Senusîlerin akılcı bir biçimde irşada ve dinî ıslahata eğilmeleri
olmuştur. Aslında Muhammed Ali es-Senusî’nin öğretisi uhrevî olmaktan çok,
dünyevi ahlâk ve sosyal refaha yönelik olmuştur.102 Tasavvufî bir oluşum olmakla
beraber bir toplumsal reform hareketi olan Senusîlik, dürüstlük, eşitlik ve iktisadi
adalete dayalı bir ahlâkî dayanışma duygusu oluşturmaya gayret göstermiş ve
toplumu bozuk inançlardan ve yanlış tatbikatlardan arındırmayı hedeflemiştir.103
Diğer ıslahat hareketlerinde olduğu gibi bu hareketin de çabası, İslâm’a sokulan bâtıl
inançları
temizleyip
eski
saflığına
döndürmeye
ve
İslâm
dünyasının
parçalanmışlığını telafi etmeye yönelik olmuştur. Ayrıca teşekkül ettiği ilk dönemde
bu tarikatın amacı İslâm’ı orijinal saflığına döndürmek iken, önce içe dönük bir
hareket olarak, sonrasında ise İslâm’ı daha geniş bölgelere yayma amacı içinde olan
bir hareket olarak devam ederek siyasî bir hal almıştır.
Fazlur Rahman, İslam, s. 285
Fazlur Rahman, İslam, s. 288
103
Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme: Makaleler III, s. 44-45
101
102
29
2.2.3. Hindistan
İbn Arabî’nin Vahdet-i Vücutçu felsefesini tenkit edip onun yerine ahlâkî
dualizmi koyarak (Vahdet-i Şühûd)104 sûfîliğe yeni bir yön veren, böylece
Hindistan’da manevî geleneği ıslah eden Şeyh Ahmed Sirhindî (1034/1625) nam-ı
diğer İmam Rabbânî, Moğol devletinin yıkılması sonrasında görülen siyasal ve
toplumsal karmaşa ortamında toplumu bir arada tutmada etkili bir rol oynamıştı.105
XVIII. Yüzyıla gelindiğinde ondan etkilenen ve benzer şartlar dolayısıyla Hindistan’ı
canlandırmaya yönelik bir düşünce sistemi tasarlayan ise Şah Veliyyullah
Delhî/Dehlevî (1176/1762) olmuştur. Hatta Hindistan’daki İslâmî yenilenmenin, Şah
Veliyullah’ın tesirlerine ve eserlerine bağlı olarak gerçekleştiği söylenebilir.106
Şah Veliyullah’ın döneminde siyasî kavga had safhaya ulaşmış, iktidar hırsı
siyasîleri bürümüş ve bu durum iktisadî ve sosyal duruma da yansımış haldeydi.107
Ülkede siyasî istikrarsızlık, güvensizlik ve yağmacılık, kan davaları, aşiret kavgaları
vardı. Babürlü imparatorluğu yıkılmış, bunun sonucunda Müslümanlar çeşitli
devletlere dağılmıştı.108 İktisâdî düzen gibi ülkenin dinî durumu da bozulmuş
haldeydi. Kur’an ve Sünnet’in ruhuna aykırı hareket eden Müslümanlar arasında
birlik kalmamıştı. Âlimler çaba ve araştırma göstermiyor, taklitle yetiniyorlardı.
Hindu ve Şii düşünceler de yavaş yavaş sızmaya başlamıştı. İnsanlar batıl inanç ve
bid’atlere dalmışlardı. İmamın görüşü Sünnet’e tercih ediliyordu. Sufîler hem sığ idi,
Hamid Algar, “İmâm-ı Rabbânî”, DİA C. 22, Ankara 2000, s. 197
Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme: Makaleler III, s. 43; Fazlur Rahman, İslâm, s. 279
106
Gardet, Les Hommes de l’Islam, s. 334
107
Halid Zaferullah Daudi, Ed-Dehlevî’den Günümüze Kadar Hadis Çalışmaları, Doktora Tezi, A.Ü.
Ankara 1994, s. 67-68
108
G.N. Celbanî, Şah Veliyullah Dihlevî – Hayatı ve Eserleri, Çev. Hasan Nureddin, Gelenek Yay.
İstanbul 2002, s. 45
104
105
30
hem de Kur’an ve Sünnet’ten haberleri yoktu.109 Şah Veliyullah, bu durumu
düzeltme çabasıyla İslâm ışığında iktisadî ve sosyal tedbirlere yönelik kitaplar
kaleme almıştır.110
Mezheplerden birinin diğerine tercih edilmesini tasvip etmeyen Şah Veliyullah,
dört fıkhî mezhebi de eşit görmüş ve aralarındaki farklılıkları kaldırmaya gayret
etmiştir. Sufîlikte fenâ ve bekâ mertebelerine ulaşma çabasını hoş karşılamamış ve
bu uygulamanın ümmete salgın bir hastalık kadar zararlı olduğu görüşünü
savunmuştur.111 Şah Veliyullah’ın herşeyden önce bir devrimci olduğunu belirten
Celbanî, onun cihat ruhunun her zaman diri tutulması gerektiğini öğütlediğini
kaydetmektedir.
Şah Veliyullah’ın da Tasavvufa karşı tutumu, reddiyeci olmaktan ziyade
dönüştürücü olmuştur. Şöyle ki o, İslâm’ın mesajını ıslah edilmiş Tasavvuf’a göre
yorumlamış ve toplumsal-siyasal bir alt yapı oluşturmaya çalışmıştır.
İbn Abdülvehhâb’ın çağdaşı olan Şah Veliyullah, tıpkı onun gibi Selef’in saf
İslâm’ına dönme ve İslâm’ın, modern çağın sorunlara cevap vermeye elverişli
olduğunu ispatlama gayesiyle hareket etmiş ancak bunu Vehhâbiler gibi savaşçı bir
tutumla değil, uzlaşmacı bir gayret içinde gerçekleştirmeye çalışmıştır.112
“Toplumsal yönü açısından diğer ıslahat hareketleriyle büyük benzerlik gösteren
düşünceleri, farklı unsurları reddetmek yerine onları uzlaştırma gayreti bakımından
Vehhâbilik ile açık şekilde ters düşer” diyen Fazlur Rahman, bununla beraber siyasal
Celbanî, Şah Veliyullah Dihlevî – Hayatı ve Eserleri, s. 49-50; Daudi, Ed-Dehlevî’den Günümüze
Kadar Hadis Çalışmaları, s. 68-69
110
Daudi, Ed-Dehlevî’den Günümüze Kadar Hadis Çalışmaları, s. 68
111
Celbanî, Şah Veliyullah Dihlevî – Hayatı ve Eserleri, s. 56
112
Louis Gardet, Les Hommes de l’Islam, Hachette, Paris 1977, s. 333
109
31
şartların uygunsuzluğundan dolayı bu hareketin Vehhâbilikle aynı kaderi paylaşarak
tamamen tasfiyeci bir tutuma sürüklendiğini belirtmektedir.113
2.2.4. Yemen
Yemen’deki Zeydî imâmetin kurulmasında ve idaresinde çok etkin olmuş ve
Osmanlı Devletine karşı savaşlarda önemli roller üstlenmiş köklü bir aileye mensup
olan Muhammed eş-Şevkânî (1250/1834), gençliğini ilme vakfederek 20 yaşlarında
tanınmış bir müftü haline gelmiş ve başkadılık görevi yapmıştır. 30 yaşına kadar
Zeydiyye mezhebine mensup bir âlim olarak yetiştiği halde Şevkânî, diğer ilimleri de
okuyarak kendisinde ictihad yapabilme salahiyetini görmüş, o andan itibaren
Zeydiyye mezhebini taklit etmekten vazgeçmiş ve bütün mezheplerin görüşlerini
tenkit süzgecinden geçirerek, taklidi de haram kabul ederek müstakil olarak ictihad
etmeye başlamıştır.114 İlmî, ictimâî ve siyasî alanları da kapsayan bir tecdit hareketi
önderi olarak Şevkânî, birçok siyasî çekişmede ve isyanlarda ara buluculuk yapmış
ve imametin dış siyasetinin şekillenmesinde rol oynamıştır.
İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’den etkilenen Şevkânî, Kur’an ve
Hadislerde geçen istiva, vech, ayn, yed gibi sıfatları te’vil’e gitmeksizin aynen kabul
ederek Selef akidesini benimsemiştir.115 Hatta bizzat kendisi Selefiyye inancı üzerine
olduğunu söylemiştir. Birçok eserinde ictihadı savunmuş ve taklide meydan okumuş
olduğu bilinen Şevkânî, Kur’an ve Sünnet’e dönmenin gerekliliğini ısrarla savunmuş
Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme: Makaleler III, s. 44; Şah Veliyullah’ın hareketini bir cihad
hareketine dönüştüren şahıs, Rae Bareli’li Seyyid Ahmet olmuştur. (bkz. Fazlur Rahman, İslâm, s.
280)
114
Yakup Bıyıkoğlıu, Şevkânî’nin Fethu’l Kadîr’inde Esbâb-ı Nüzûl ve Kur’ân’ın Anlaşılması,
Rağbet Yay. İstanbul 2005, s. 18
115
Bıyıkoğlıu, Şevkânî’nin Fethu’l Kadîr’inde Esbâb-ı Nüzûl ve Kur’ân’ın Anlaşılması, s. 19;
Bıyıkoğlu, Şevkânî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, Basılmamış Doktora Tezi, İzmir 2012, s. 31;
Ayrıca bkz. Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr (Mukaddime), Dâru İbn Kesir, Dımeşk
Beyrut 1998, I, s. 7
113
32
ve ümmeti bu iki kaynaktan hüküm çıkarmaya teşvik etmiştir.116 İctihad konusunda
İrşâdu’l-fuhûl adlı eserinde Şevkânî şöyle demiştir: “Eğer Kitap ve Sünnet’le amel
etmek önceki devirlere hasredilirse, sonrakilere ancak taklitle amel etmek kalır ki bu,
Allah’a, şeriata ve Müslümanlara karşı cür’et etmek olur. Böyle yapmak şeriata karşı
yapılmış en büyük bir iftiradır”.117 Buradan hareketle onun İctihad kapısının her
zaman açık olduğunu savunduğu anlaşılmaktadır. Bir eserinde Allah dostları ile
velayet konusundaki müsbet görüşlerini ve ictihadın gerekliliği ile taklit konusundaki
olumsuz görüşlerini aktaran Şevkânî, ictihad yolunun Hz. Peygamber’in ve
Ashabının yolu olduğunu benimsemiş ve taklidin bir bid’at ve sapıklık olduğunu
savunmuştur.118
Öğrenciliğinden beri Ehl-i Hadîs Selefîliği çizgisinde kaynak ve usul anlayışı
ile ilgili eserler yazan Şevkânî’nin görüşleri kısaca; nasların zahirine bağlılık, sahih
senedli âhâd hadisi âyete denk bir delil değerinde sayma, ictihadın sürekliliğini ve
taklidin reddini esas alma ve mezheplere karşı çıkma şeklindedir.119 Bu kabulleri onu
hem Sünnî fıkıh mezheplerine hem de Hâdevîliğe karşı tavır almaya sevketmiştir.
Şevkânî, Yemen’deki Ehl-Sünnet, Zeydîler ve diğer gruplar arasındaki
çekişmeleri düzeltmenin yollarını aramış,120 Sufîlerin ve Şiâ’nın ise inanç konusunda
görüşlerinde aşırı gittiklerini düşünerek İslâm akidesine karışmış bu tür oluşumlarınn
temizlenmesini telkin etmiştir.121 Ayrıca Şevkânî, Yemen Hâdevî toplumu içinde
Sünnî hadis kaynaklarını benimsemeye yönelik gelişen ve modernleşme sürecine
Bıyıkoğlu, Şevkânî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, s. 21
Hasan Arslan, İslâm Hukukçusu Şevkânî ve İctihadla İlgili Görüşleri, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, M.Ü. İstanbul 2003, s. 43
118
Şevkânî, Allah Dostları, Haz. Abdülvahid Metin, Tevhid Yay. İstanbul 1996, s. 103-104
119
Eyyüp Said Kaya – Nail Okuyucu, “Şevkânî”, DİA C. 39, Ankara 2010, s. 24
120
Bıyıkoğlu, Şevkânî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, s. 14
121
Bıyıkoğlu, Şevkânî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, s. 31
116
117
33
kadar devam eden eğilimin ve Yemen Zeydîliği içinde gelişen hadis merkezli ilim
anlayışının önemli temsilcilerinden olmuştur.
Şevkânî’nin Vehhâbîlerle ilgili tutumunu ise Yakup Bıyıkoğlu’nun doktora
tezindeki şu satırlarından anlayabiliriz: “H. 1216’da Abdulaziz b. Suud (1229/1813)
Vahhâbî davetini kabul etmesi için İmam Mansur’a bir mektup yazar. O da
diplomatik bir üslupla onun mektubuna ret cevabı verir. Bu mektuplaşmaya dâhil
olan Şevkânî, sadece Vahhâbî davetinin esaslarından; “Allah’tan başkasından yardım
istenmeyeceği, aksi takdirde küfre düşüleceği, tevbe etmediği takdirde bu duruma
düşenin işlediği suçtan ötürü öldürülüp, malının da helak olacağı görüşünü onaylar”.
Bu satırların devamında Şevkânî’nin şirk, kabirlerden medet umma ve tevessül gibi
konularda Muhammed b. Abdilvehhâb’ın görüşlerine katıldığı ve Muhammed b.
Abdilvehhâb’ın hâricî düşünceye sahip olmayıp onun Hanbelî olduğunu söylediği
belirtilmektedir.122 Zeydî imametin önemli devlet adamlarından biri olarak o, hem
Vehhâbîlere, hem de diğer siyasî oluşumlara ve devletlere karşı kendi devletinin
menfaatini göz önünde bulundurmuştur.123
Etkilendiği şahıslar arasında Şevkânî’nin de bulunduğu Reşid Rıza124, onu bir
ıslah hareketi için gerekli zemini oluşturan en önemli simalar arasında zikretmiştir.
Şevkânî’nin öğrencilerinden Abdülhak b. Fazlullah Benâresî ve Hüseyin b. Muhsin
es-Seb‘î el-Ensârî’nin öğrencisi olan Sıddık Hasan Han, onun düşüncelerini ve
Bıyıkoğlu, Şevkânî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, s. 11
Kaya – Okuyucu, “Şevkânî”, DİA C. 39, s. 24
124
Nail Okuyucu, Şevkânî’nin Fıkıh Tarihi Anlayışı ve Mezheblere Bakışı, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, M.Ü. İstanbul 2008, s. 44
122
123
34
eserlerini Hindistan’a taşıyarak Hindistan’daki Selefîliğin Şevkânî’nin eserleri
çerçevesinde teşekkül etmesini sağlamıştır.125
2.2.5. Irak (Alûsîler)
Selefîliğin Bağdattaki temsilcisi Alusî ailesi olmuştur.126 Fahreddin er-Razî’nin
tefsirlerini Sûfîlerin ve kelamcıların tefsirleriyle yan yana getiren Şahabeddin elAlusî (1802-1854)’nin ıslahatçı olmaktan ziyade eklektik tutumuna karşılık, asıl
ıslahatçı fikirleri benimseyip yaymaya çalışan oğlu Numan Hayreddin el-Alusî
(1836-1899) olmuştur.127 Bağdatlı ıslahatçı Selefî hareketin nihai eğilimi; 1878’de
Kahire’ye giden Numan el-Alusî’nin, kendisi de bir ıslahatçı olan Sıddık Hasan Han
ile karşılaşarak onun, içeriğinde modern bilimin önemine ve İslâm düşüncesinin
derin bir reforma tâbi tutulması gerektiğine dair vurgular bulunan Tefsirinden
etkilenmesiyle gerçekleşmiştir. Bu iki şahsın daha sonra karşılaşması sayesinde ise
Alusî, İbn Teymiyye’nin hayatı, eserleri ve fikirleri hakkındaki bilgisini
derinleştirmiştir.128 Numan el-Alusî’nin 1899’da ölümü üzerine onun Selefî
öğretisini devralan kişi ise yeğeni Mahmud Şükrî (1857-1924) olmuştur.129
Kaya – Okuyucu, “Şevkânî”, DİA C. 39, ss. 22-27
Edouard Méténier, “Le Moment 1908 à Bagdad : Connections Personnelles et Convergences
Politiques Entre La Mouvance Salafiste et Le Mouvement Constitutionaliste”, L’ivresse de la liberté.
La Révolution de 1908 Dans L’Empire Ottoman, Paris 2012, s. 320-332
127
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 50
128
Méténier, “Le Moment 1908 à Bagdad : Connections Personnelles et Convergences Politiques
Entre La Mouvance Salafiste et Le Mouvement Constitutionaliste”, s. 334-335
129
“Le Moment 1908 à Bagdad : Connections Personnelles et Convergences Politiques Entre La
Mouvance Salafiste et Le Mouvement Constitutionaliste”, s. 335
125
126
35
2.2.6. Suriye
Fransız işgaline karşı direniş hareketinin önderi olan ve 1855-1883 yılları
arasında Şam’da ikamet etmiş olan Abdülkadir el-Cezayirî (1807-1883), Şam’daki
ıslahat hareketinin ilham kaynağı olmuştur.130
Diğer ıslahatçılar gibi Şam ıslahatçıları da ictihat, taklit, akıl ve vahiy gibi
birçok konuda İbn Teymiyye’yi aynen benimsemiştir. Ayrıca İbn Teymiyye’nin
eserlerinin yanı sıra, Şam ıslahatçılarının etkilendiği şahıslar arasında Yemenli âlim
Şevkânî ve Şah Veliyullah da bulunmaktadır.131 Bağdatlı Alusîler, Şam
ıslahatçılarının yenilikçi düşüncelerini ve İbn Teymiyye’nin eserlerini temin
konusunda onlara takviye desteğinde bulunmuşlardır.132
Hür düşünceyi savunarak içtihadın önemi üzerinde duran ve İbn Teymiyye ve
İbn Kayyım el-Cevziyye’nin yolunu benimseyen ilim adamlarından biri de
Cemâleddin el-Kâsımi (1866-1914)’dir. Şam’da doğan Kâsımî, medrese eğitiminin
yanı sıra tefsir, hadis, fıkıh gibi çeşitli ilimleri de çeşitli hocalardan okuyarak her
birinden icâzet almış ve on dört yaşında ders okutmaya başlamıştır. İmamlık ve
vâizlik görevleriyle ders okutmayı ölümüne kadar sürdüren Kâsımî, İslâm’ın her
devirde yeniden yorumlanarak İslâm ile çağın arasını bulmak gerektiği ve İslâm’ı
donukluktan ve hurafelerden kurtarıp İslâm’ın özünü ortaya çıkarmak gerektiği
düşüncesini benimsemiştir.133
Belli bir ilmî merhaleden geçtikten sonra kendisini muayyen bir mezheple
sınırlı tutmayan Kâsımî, mezhepleri tanımakla ve saygı duymakla birlikte doğru
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 44
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 51
132
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 53
133
Ali Turgut, “Cemâleddin el-Kâsımî”, DİA C. 7, Ankara 1993, s. 311-312
130
131
36
görüşün tek bir mezhebe münhasır olmadığını, aslolanın Kitap ve Sünnet olması
gerektiğini benimsemiştir.134 Zaten bu düşünce Selefîlik olgusunun temelinde olan
bir yaklaşım tarzıdır. Kâsımî’ye göre, âlimler ve mezhepler arasında ihtilâf olsa da,
mezheplerin hepsi aynı kaynaktan beslenmiş ve bu hususta İslâm adına hayırlı ve
faydalı çalışmalar yapılmıştır. İhtilâf asılda değil fer'î meselelerdedir. Bu ise İslâm'ın
gücünü ve canlılığını gösterir. İslâmiyet fikir hürriyetine önem verir, taklidi ve
hurafeyi reddeder. Gerçek, herhangi bir görüş veya mezhebin inhisarında değildir.
Her devirde Müslümanlar arasından müctehidler çıkacak ve bunlar yeni gelişmeler
karşısında fikir üretecekler, İslâm'ı yorumlayacaklardır. Bu ise yeni bir mezhep
kurmak demek değildir. Asıl hedef İslâm'ın özünü ortaya çıkarmak ve ondan
donukluk, taklit, hurafe ve bid'atları gidermektir. İslâm ile çağın arası bulunmalıdır.
Akıl İslâm'ın anlaşılmasında önemli bir vasıtadır. Akıl ile nakil çelişmez, çelişirse
nakil te'vil edilir.135
Kâsımî’nin bu düşünceleri, Şevkânî, Afgânî, Abduh ve Reşid Rıza’nın
fikirleriyle paralellik arz etmektedir. Nitekim İbn Teymiyye ve İbn Kayyım’la
beraber etkilendiği diğer şahıslar; Şevkânî (özellikle ictihad ve ilmî meselelerin
herhangi bir mezhebe ittiba olmaksızın ele alınması konusunda), Şah Veliyullah’ın
oğlunun talebelerinden Sıddık Hasan Han (ö. 1307/1889), Abduh (nitekim onun
tavsiyelerini bir nevi emir telakki etmiştir), mezhep anlayışı ve ıslah düşüncesi gibi
birçok bakımdan hemfikir olduğu Abdurrezzâk Baytâr ve Reşid Rıza olmuş,136 hatta
Günay, “Cemâluddîn el-Kâsımî ve Fıkhî Görüşleri”, s. 27
Turgut, “Cemâleddin el-Kâsımî”, s. 312
136
Günay, “Cemâluddîn el-Kâsımî ve Fıkhî Görüşleri”, ss. 19-26
134
135
37
Reşid Rıza ile hem fikir hem de dostluk bakımından çok sıkı bir ilişki içinde
olmuştur.137
Kâsımî,
Mehâsinü’t-Te’vîl
(Türkçe
Tercümesi
Tefsir
İlminin
Temel
Meseleleri) adlı eserinde birçok bilgin’in Selef mezhebinin tek hak mezhep olduğunu
belirtmiş ve bunu hakikat olarak benimeyip Gazâli’den örnek vererek ve Hz.
Peygamber’e isnat edilen 73 fırka hadisinden dem vurarak delillendirmeye
çalışmıştır. Ona göre Hak mezhep olan Selef mezhebinin görevi, avâm olan halka
müteşâbih haberlerin zâhirlerinde yedi görev vermek olmuştur.138
2.2.7. Cezayir
Ali Merad, Cezâyirdeki Islahatçı hareketin başlangıcını Abduh’un 1903 yılının
sonlarında Cezâyir’e gelmesine dayandırarak buradaki ıslahçı fikrin aynı tarihte onun
tarafından başladığını ifade etmektedir.139
4.7.1.
İbn Badis
Cezâyir ıslahatının ön ayakçısı ve gerçekleşmesinde en çok fiziki ve
entelektüel çabayı gösteren kişi olarak bilinen İbn Badis, 140 Abduh, Reşid Rıza ve
okulunun benimsediği Selefî hareketin Cezâyir’de yayılmasına hizmet etmiştir.141
Ayrıca İbn Badis, Cezâyir milliyetçiliğinin kurucusu olarak da zikredilmektedir.142
Günay, “Cemâluddîn el-Kâsımî ve Fıkhî Görüşleri”, s. 10
Cemâleddîn Kâsımî, Tefsir İlminin Temel Meseleleri, Çev. Sezai Özel, İz Yay. İstanbul 1990, s.
289-290
139
Mérad, Le Réformisme Musulman En Algérie de 1925 à 1940 , s. 17
140
Ali Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, Librairie Orientaliste Paul Geuthner, Paris 1971, s.
50
141
Mérad, Le Réformisme Musulman En Algérie de 1925 à 1940 , s. 80
142
Jacques C. Risler, Çağdaş İslam Dünyası, Çev. Nihal Önol, Varlık Yay. İstanbul 1974, s. 96
137
138
38
Zeydî ilimle beslenmiş olmakla beraber İbn Badis, bu düşünceden tamamen sıyrılmış
ve Selefîlik amblemi altında yeni bir İslâm algısı elde etmiştir.143
İbn Badis’in diriliş ve bağımsızlık daveti, Kur’an ve Sünnet’in ışığında İslâm’a
dönmek, bu iki temele dayalı eğitim-öğretim yapmak, Müslüman ve Arap kimliğine
kavuşmak ve yabancı ve yerli sömürgeciliğe karşı mücadele etmek üzerine bina
edilmiştir.144 İbn Badis’in, Selefin inançlarına aykırı olan inanışları reddetme, İslâm’ı
öz kaynaklarına dayalı olarak sunma ve taklide, bid’at ve hurafelere karşı olan
tavrı145 Selefî anlayışla birebir örtüşmektedir. Klasik Selefî ıslahatçı anlayışta olduğu
gibi o da aygın tarikatçı din anlayışını eleştirerek şirk’e karşı cephe almış ve tevhid
temasına vurgu yapmıştır.146 İbn Badis’in düşüncesinde Tasavvuf, manevî ve şahsî
bir arınma ve dinî değerlerin derinleşmesi anlamında kabul edilebilir olarak
değerlendirilmiştir. Ancak, Tasavvufî oluşumların öncelikle Kur’an ve Sünnet’in
kriterlerine göre değerlendirilmesi gerektiğinin de altı çizilmiştir.147
Cezâyir halkına ıslahatçı Selefî İslâm algısını sunarken, hem manevî hem de
toplumsal açıdan Kur’an’ın insanlara nasıl rehber (Hüdâ) olacağını göstermek
gayesiyle bir tefsir yazmıştır.148 Bu tefsiri yazarken İsrailiyattan sakınmış ve Buhârî,
Müslim, Ebû Davud, Nesâî, Tirmizî, Dârimî, Taberânî, Beyhâkî, Hakîm el-Nisâburî,
Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi
şahıslardan yararlanmıştır.149 Ona göre Kur’an ve Sünnet’te herşey mevcuttur ve
143
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 73
Sabri Hizmetli, Bin Badis (Cezayir Bağımsızlık Mücadelesi Önderi), TDV Yay. Ankara 1994, s.
XV
145
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 55-56; Hizmetli, Bin Badis, s. 22
146
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, ss. 122-136
147
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 150-151
148
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 77-83
149
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 76; Hizmetli, Bin Badis, s. 50
144
39
Kur’an’ın bazı ayetleri diğerlerini aydınlatıcı mahiyettedir. Yani İbn Badis Kur’an’ın
Kur’an’la tefsiri metodu benimsemiştir.150
Abduh’tan ve Reşid Rıza’dan etkilenen İbn Badis, onların selefî ıslahatçı
fikirlerini kendi halkına sunma niyetiyle Menâr dergisini model alarak Şihâb adlı bir
dergi neşretmiş ve makaleleriyle beraber tefsirlerini yayınlayarak ıslahatçı
düşüncesinin halka ulaşmasında kolaylık sağlamıştır.151 Arap basını tarafından
“Geleneğin hocası, toplumun doktoru, eşsiz ıslahatçı, Cezâyir rönesansının lideri,
Selefî hareketin rehberi” gibi tanımlarla anılan İbn Badis, 152 Şihab dergisindeki
yazılarıyla yetinmeyerek (başta Tasavvuf şeyhleri ve muhâfazakâr Malikîler olmak
üzere) insanlarla birebir diyalog kurmak istemiş ve ıslahatçı düşüncelerini şehirlere
ve köylere va’zetmiştir. Bununla beraber ıslahatçı doktrininden ötürü tüm dervişlerin
tepkisini olumsuz manada üzerine çekmiştir. Zira Tasavvufu benimseyen gelenekçi
halk, genel olarak ıslahatçıları “Sünnet’i yıkmaya çalışmak ve dolaylı yoldan
imansızlığı yaymakla” itham edilmişlerdir.153 Ayrıca Bid’at, Hurafe ve tarikat,
tevessül ve kabir ziyareti ile ilgili fikirlerinden ötürü Vehhâbîliği desteklediği için
Vehhâbî olmakla itham edilmiştir.154 İbn Badis hayranları ise onu Afgânî ve
Abduh’un ıslahat hareketinin vakur halefi olarak görmüş, hatta bazen her ikisinin de
seviyesinde olan bir Üstâdü’l-İmam olarak anmışlardır.155
4.7.2. Abdülkadir el-Cezâyirî
150
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 112-113
Hizmetli, Bin Badis, s. 24; Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 63-64
152
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 43
153
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 102
154
Hizmetli, Bin Badis, s. 50
155
Merad, Ibn Badis, Commentateur du Coran, s. 50
151
40
Hakikate ulaşmanın yolunun başkalarının kanaatine sarılarak değil, akla
yönelmekten geçtiği fikrinde olan Cezâyirî (1807-1883), “Âlim olduğunu iddia edip
de atalarının inanç ve önyargılarına bağlı kalan ve akla müracaat etmeyen kişi”’nin
topluma zarar verdiğini söyleyerek156 bilime ve akla son derece önem vermiş ve aklî
bilgi ile vahyolunmuş bilginin birbirinin tmamlayıcısı olduğunu ifade etmiştir.
Öğretisinde sufîliğe de yer veren Cezâyirî, sufîlerin Kur’an’ın zâhirî anlamını
zedelemediklerini, aksine kelime anlamlarını teyit etmekte olmakla beraber
barındırdıkları gizli anlamları ortaya çıkarmakta olduklarını savunmuştur. Aynı
zamanda o, İbn Teymiyye gibi, kelamcıları akıl kullanarak Allah’ın mahiyetini ve
sıfatlarını anlamaya kalkıştıklarından dolayı eleştirmiştir.157 Commins, Cezayîri’nin
ilk yazılarında aklı vurgularken, sonraki yazılarında Şeriatçi bir Sûfî havası içinde
olduğunu kaydetmekte ve bu Şeriatçi akılcılığın daha sonra Selefî ıslahatın alâmet-i
farikası olduğunu belirtmektedir.158 Commins’e göre bu şeriatçiliğin muhtemel
nedeni, Cezayir’in birbirinden kopmuş aşiretlerini birleştirip Fransızların ilerlemesini
engelleme gayesi olmuştur.
2.2.8. Osmanlı Türkiyesi
2.2.8.1. Birgivî
Asıl adı Takıyyüddin Mehmed olan Türk âlimi Birgivî, Balıkesir’de ilk olarak
müderrislik yapan babasından ders almış, daha sonra ilmini artırmak için İstanbul’da
eğitim görüp icâzet alarak medreselerde bir süre müderrislik yapmış, aynı zamanda
camilerde vaaz verip halkı Kur'an ve Sünnet'e uymaya davet etmiştir. Fıkıhta Hanefî,
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 55-56
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 62-63
158
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 61
156
157
41
itikadda Matüridî çizgisinde olan Birgivî, kabirler üzerine türbe yapma, mum yakma,
ücret karşılığında Kur'an okuma gibi bid'atlere, Batıl inançlara ve meşrû olmayan
uygulamalara karşı mücadele etmiştir. Bayramiyye tarikatına müntesip olmakla
birlikte Birgivî, Sünnî esaslardan sapmış ve bid'atlar ihdas etmiş olan bazı Tasavvuf
erbabını eleştirerek bir kısım mutasavvıfların bid’at ve aşırılıklarını ortaya koyup
tenkit etmek üzere bir risâle yazmıştır. Bu risalesi yüzünden ise Tasavvuf düşmanı
olmakla itham edilmiştir. Bununla birlikte Birgivî’nin tenkidinin, Ehl-i Sünnet
esaslarına bağlı Tasavvuf büyüklerini değil, Tasavvuf adına bir yığın bid'at ve hurafe
ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları kapsadığı anlaşılarak hakkındaki iddialar
isabetsiz görülmüştür.159
Osmanlı’nın kuruluşundan XVI. asra kadar merkezi yönetimde etkili olan
Fahr-i Râzî Mektebine karşı bir hareket olarak doğan Birgivî’nin hareketi, ilhamını
İbn Teymiyye’den almış ve özellikle taşra uleması ve cami vaizleri arasında taraftar
toplamıştır. Birgivî’nin en önemli eseri et-Tarikatu"l-Nuhammediyye fî beyân-i
sîreti"n-nebeviyyeti"l-Ahmediyye’, “gafil âlimler ile cahil tarikatçıları şeytanın
tuzakları ve içine düştükleri aşırılıklar konusunda uyarmak” maksadıyla yazılmış,
Kitab’a ve Sünnet’e sarılma ve sonradan dine sokulmuş bid’atlar ile aşırılıklar
konusunu
içermektedir.
Hanefî/Matüridî
mezhebine
bağlı
olmakla
birlikte
Birgivî’nin, îtikâdî konularda zaman zaman Ahmed b. Hanbel tarafından kurulan ve
daha sonra İbn Teymiyye tarafından hararetle savunulan Hanbelî mezhebinin
fikirlerine yaklaştığı görülmüştür.160
159
160
Emrullah Yüksel, “Birgivî”, DİA C.6, Ankara 1992, ss. 191-194
Yüksel, “Birgivî”, DİA C.6, ss. 191-194
42
Bir konuyu ele alırken herşeyden önce Kur’an ve Sünnet’e başvuran Birgivî,
bu iki kaynağın onaylamadığı şeyi bid’at ve sapıklık olarak görmüştür. Fıkıhçıların
şer’i delil olarak gördükleri Kur’an ve Sünnet’e ilave olan icmâ ve kıyası ise, birer
ispat olarak değil, Kur’an ve Sünnet’e dayalı olarak ferî hüküm çıkarma metodu
olarak tanımlamıştır.161
Karşı çıktığı bid’atler, şu şekilde sıralanabilir: Ücret karşılığında Kur’an
okunması, nafile namaz kılınması, tesbih ve tehlil getirilmesi, Hz. Peygamber’e
salavat getirilmesi ve hasıl olan sevabın ruhlara hediye edilmesi, ölünün arkasından
yemek veya ziyafet verilmesi.162 Ayrıca kendisi de bir tarikat mensubu ve Beyazıd-i
Bestâmî, Cüneyd el-Bağdadî, İbrahim Ethem gibi mutasavvıflardan iktibasta bulunup
onları takdir etmekle birlikte, kendi döneminde yaşayan sufîlerin tegannî ve cehrî
zikir gibi uygulamalarını doğru bulmayarak bid’at olarak nitelemiştir.163 Toplumda
görülen dinî olumsuzluklara ve bid’atlara karşı mücadeleyi kendine görev edinen
Birgivî, körü körüne imana karşı çıkmış ve Kur’an ve Sünnet’e sarılarak Selef’in
yolunun takip edilmesi gerektiğini halkına telkin etmiştir.164 Bununla birlikte selef
hakkında ne ifrata ne de tefrite düşmeden ılımlı bir tutum içinede olunması
gerektiğini öğütlemiştir.165
2.2.8.2. Kadızâdeliler
XVII. yüzyılda Osmanlılarda dinî ve içtimaî hareket başlatan vaizler
zümresinden oluşan Kâdızâdeliler hareketi, adını IV. Murad döneminin vaizlerinden
Emrullah Yüksel, Mehmed Birgivî’nin (929-981/1523-1573) Dinî ve Siyasî Görüşleri, TDV Yay.
Ankara 2011, s. 65; ayrıca bkz. Mehmed Birgivî, et-Tarîkatü’l-Muhammediyye ve’s-Sîretu’lAhmediyye, Matbaat-ı el-Hâc İzzet Efendi, 1309/1892, s. 10
162
Yüksel, Mehmed Birgivî’nin (929-981/1523-1573) Dinî ve Siyasî Görüşleri, s. 149
163
Yüksel, Mehmed Birgivî’nin (929-981/1523-1573) Dinî ve Siyasî Görüşleri, s. 150
Yüksel, Mehmed Birgivî’nin (929-981/1523-1573) Dinî ve Siyasî Görüşleri, s. 147-148
165
Yüksel, Mehmed Birgivî’nin (929-981/1523-1573) Dinî ve Siyasî Görüşleri, s. 65
161
43
Kadızâde Mehmed Efendi'den (ö. 1045/1635) almıştır. 990/1582 yılında Balıkesir’de
dünyaya gelen Mehmet Efendi, gençliğinde Birgivî'nin talebelerinden ders almış166
ve tahsilini İstanbul’da tamamlamıştır. İstanbul'da Halvetî tarikatına mensup olan
Ömer Efendi'ye intisap etmiş, fakat Tasavvufun mizacına ve fikirlerine uymadığı
gerekçesiyle terketmiştir. Kadızâde Mehmed Efendi ve onun takipçileri, Hz.
Peygamber döneminden sonra ortaya çıkan birtakım âdet ve uygulamaları bid'at
olarak nitelemiş ve şiddetle reddetmiş, bunun üzerine İslâm'ı Kur'an ve Sünnet
dışındaki bid'atlerden arındırmak üzere bir hareket başlatmışlardır. Bu hareketin
ekseninde oluşan konular; Tasavvufta düşünce ve uygulamalarla ilgili meseleler,
Sufîlerin semâ ve devranının câiz olup olmadığı, zikir ve mûsiki konuları; Aklî
ilimleri (matematik, felsefe gibi) okumanın câiz olup olmadığı; Hızır'ın hayatta
bulunup bulunmadığı; ezan, mevlid ve Kur'ân-ı Kerîm'in makamla okunmasının câiz
olup olmadığı; Hz. Muhammed ve sahâbeye isimleri geçtiği zaman "sallallâhu aleyhi
ve sellem" (tasliye) ve "radıyallâhu anh" (tarziye) demenin meşrû olup olmadığı; Hz.
Peygamber'in anne ve babasının imanla vefat edip etmediği; Muhyiddin İbnü'lArabî'nin kâfir sayılıp sayılmayacağı; Hz. Hüseyin'in şehâdetine sebep olan Yezîd'e
lânet edilip edilemeyeceği; Hz. Peygamber zamanından sonra ortaya çıkan bid'atları
terketmenin şart olup olmadığı; kabir ziyaretinin câiz olup olmadığı; Regaib, Berat
ve Kadir gibi mübarek gecelerde cemaatle nâfile namaz kılınıp kılınamayacağı ve
emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker konusu; Tütün ve kahve gibi keyif verici
maddelerin kullanılmasının haram olup olmadığı; rüşvet almanın mahiyeti ve hükmü,
Refik Ergin, İslam Düşüncesinde Zahir-Batın Ayrımı Açısından Kadızadeliler Örneği, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Konya 2007, s. 54
166
44
namazlardan sonra musâfahanın, inhinânın (el etek öpme, selâm verirken eğilme)
câiz olup olmadığı gibi hususlar olmuştur.167
Birgivî'de görülen İbn Teymiyye'nin etkisini Kadızâde Mehmed Efendi'nin
eserlerinde de görmek mümkündür. Birgivî Mehmed Efendi ile Kadızadeliler
arasındaki ilişkiyi, İbn Teymiyye ile Vahhâbîler arasındaki ilişkiye benzetmek
mümkündür. Tıpkı Vahhâbîlerin İbn Teymiyye’yi örnek almakla beraber tutumlarını
ondan daha sert hale getirmeleri gibi, Kadızâdeliler de Birgivî’yi rehber edinmiş ve
ondan çok daha sert bir tutum içinde olmuştur. Mesela Kadızâde Mehmed Tâhir,
tütün ve kahve’yi haram saymış, İbn Arabî’nin kâfir olduğunu iddia etmiş, Ağustos
1633’de İstanbul'da Cibali'de çıkan büyük yangın sonrasında Kadızâde'nin telkiniyle
IV. Murad İstanbul'daki bütün kahvehaneleri yıktırmış, tütün yasağına uymayan çok
sayıda kişiyi katlettirmiştir. Yine Kadızâdeliler tarafından Halvetî tekkesi basılarak
devran eden dervişler dağıtılmış, semâ ve devran haram sayılmış, kabristan
ziyaretleri yasaklanmış, bütün bid’atlar gerekirse şiddet kullanarak ortadan kaldırmak
amaçlanmıştır. Bu tutumları nedeniyle Kadızâdeliler Selefiyyeci bir hareket olarak
tanımlanmıştır.168
2.2.8.3. Kevâkibî (1854-1902)
Osmanlı yönetimine karşı reformcu düşünceleriyle ön plana çıkan isimlerden
biri olan Abdurrahman b. Ahmed Kevâkibî, Arap milliyetçiliğinin ilk Müslüman
temsilcisi olarak da görülmektedir. Halep’te dünyaya gelen ve çocukluk yıllarının bir
kısmını Antakya’da geçirip orda Türkçe öğrenmeye başlayan Kevâkibî, daha sonra
167
168
Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, DİA C. 24, Ankara 2001, ss. 100-102
Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, DİA C. 24, s. 102
45
tekrar Halep’e dönmüş, eğitimine devam etmiş ve bir gazetede muharrir olarak
çalışmaya başlamıştır.
Kevâkibî’nin yönetim aleyhtarı tavırları ve Ümmü'I-Kurâ adlı eserindeki
hilâfet karşıtı fikirlerinden dolayı Sultan Abdülhamid, onu İstanbul’a çağırmış, ancak
o, bu sefer Abdülhamid'in şahsî idaresini konu alan Tabâyu'l-İstibdâd adlı eserini
yayımlamıştır. Muhteva bakımından Ümmü'I-Kurâ, W. Scamen Blunt, Muhammed
Abduh ve çevresinin fikirlerinin etkisini barındırmakla beraber İslâm dünyasının
içinde bulunduğu şartlar, geri kalış sebepleri ve gelecekte yapılması gerekenler
konusunda gerçekleştirilen müzakereler ve alınan kararları ihtiva etmektedir.169
Reşid Rıza vasıtasıyla ıslahatçı çevrelerle görüştüğü bilinen Kevâkibî, neşrettiği
yazılarıyla Hidiv Abbas Hilmi tarafından özel bir ilgiye tabi tutulmuştur. Abbas
Hilmi, Abdülhamid rejimine karşı olan Kevâkibî ‘ye maaş bağlayıp 1901 yılında onu
Kuzey Afrika, Arap yarımadası ve Hindistan'ı içeren bir seyahate göndermiş;
Kevâkibî bu seyahatten Kahire'ye döndükten sonra Haziran 1902’de vefat etmiştir.
Kevâkibî, Müslümanların ve özellikle Araplar'ın geri kalmasından Osmanlıları
sorumlu tutmuştur. Osmanlıların İslâm'a hizmet etmediklerini, aksine Abbâsî
hilâfetine son vererek ve Araplar'ın eserlerini yok ederek dine büyük zarar
verdiklerini düşünmüş ve İspanya'nın, Hindistan'ın ve Orta Asya'nın gayri
müslimlerin yönetimine girmesinden de yine Osmanlıların sorumlu olduğuna
inanmıştır. O, Türkler'in İslâmiyet'i kabul etmelerine rağmen Arap kültürünü
benimsememelerini öne sürerek Türkler'in Araplar'ı sevmediğini düşünmüştür.
Sürekli Araplığa vurgu yapan Kevâkibî’ye göre Araplık ve İslâm birbirinden
169
Şit Tufan Buzpınar, “Kevâkibî, Abdurrahman b. Ahmed”, DİA C. 25, Ankara 2002, s. 339
46
ayrılamaz. Bu nedenle İslâmî uyanışın ancak Araplar tarafından sağlanabileceğine
inanmıştır.
İslâm dünyasının en önemli probleminin cehalet olduğunu savunan Kevâkibî,
bunun siyasî despotluktan kaynaklandığını, bu durumun da bilginin yayılmasını
engellediğini, dinî prensipleri tahrif ederek ahlâkî değerleri bozduğunu ileri
sürmüştür. Burdan mevcut olan saltanat sistemini eleştiren Kevâkibî, Kur'an'ın
adalet, eşitlik ve şûraya önem verdiği ilkeleri rehber edinen Hz. Peygamber ve
Hulefâ-i Râşidîn dönemlerinin örnek alınmasını istemiştir.170
Kevâkıbî, İslâm hukukunun kaynaklarının Kur’an ve Sünnet olduğuna vurgu
yaparak temel hükümlerin Selef’e, yani ilk Müslüman neslin anladığı şekilde
değerlendirilmesi gerektiğini va’zetmiştir. Bu bağlamda o, tek kaynak olan Kur’an
ve Sünnet’e yönelerek birliğin oluşacağına inanarak, Mezhep farklılıklarının göz ardı
edilmesini telkin etmiştir.171 Yine o, bu iki temel kaynaktan sonra gelen usul-u
fıkıhtaki İcmâ, İctihad ve Maslahat kaidelerine de atıfta bulunarak dinin özündeki
noktalarda dar, ancak güncel hayat ve meseleler konusunda geniş, özgür düşünceli,
akılcı ve modernist düşünceyi benimsemiştir.172
Laoust’un öğrencisi olan ve Kevâkibî’nin Islahatçı fikirleri hakkında araştıma
yapmış olan Prof. Norbet Tapiero, Kevâkibî’den, Menâr ekolüne mensup ve ölümüne
kadar bu dergiyle işbirliği yapan, ıslahatçı hareketinden dolayı da 1883’de Paris’de
kurulan “Selefiyye partisi”nin çizgisinde olan bir şahıs olarak bahsetmektedir.173
Buzpınar, “Kevâkibî, Abdurrahman b. Ahmed”, DİA C. 25, s. 339-340
Norbert Tapiero, Les idées Réformistes d’Al-Kawakibî, Les Editions Arabes, Paris 1956, s.16-17
172
Tapiero, Les idées Réformistes d’Al-Kawakibî, s. 20-21
173
Tapiero, Les idées Réformistes d’Al-Kawakibî, s. 4
170
171
47
2.2.9. Mısır
Modern dönem ıslahatçılığının hem genel olarak, hem de Mısır’da başta gelen
isimleri arasında Cemaleddin Afgânî ve Muhammed Abduh, ardından da Reşid Rıza
gelmektedir. Bütün ıslahatçılarda olduğu gibi onların da ortak amacı, saf İslâmî
modeli tekrar hayata geçirmek olmuştur.174 Mısır’daki ortamın en önemli özelliği ise,
mezhepçilik ayrımının bulunmayışı olmuştur.175
2.2.9.1. Cemaleddin Afgânî
Müşterek düşman karşısında İslâm birliği gayesini güden fikir hareketinin
temsilcisi olarak görülen Cemaleddin Afgânî (1839-1897)’nin menşeine dair bir
muğlaklık söz konusudur. Peygamberin soyundan gelen bir seyyid olduğunu iddia
edenler olmuş, İranlı ve Fars asıllı bir Şii olduğunu iddia edenler olmuş, aksine
kendisinin bir Afgan ve Sünnî olduğunu savunanlar olmuş ve bu şekilde zihinlerde
birçok soru işareti oluşmuştur.176 Muhammed Abduh, üstadı Afgânî’yi şu şekilde
anmaktadır: “Bu insanın (Afgânî’nin) düşünce ekolü, saf imandı ve kendisi Hanefî
idi. O imânında mezhep taklitçisi değildi. Sahih gelenekten ayrılmadığı gibi sûfî
ekole de özel bir ilgisi vardı.”177 Hakkında elde edilen bilgilerden hareketle
Afgânî’nin, mezhebî tartışmaları ve bölünmeleri aşma gayreti içinde olan,
yobazlıkların ötesinde Kur’an ve Sünnet’e dönme kaygısını taşıyan ve “mezhepler
Abdou Filali-Ansary, Réformer l’Islam ?, Editions La découverte, Paris 2004, s. 151
Salih el-Verdânî, Mısırda İslami Akımlar, Çev. H.Acar – Ş. Duman, Fecr Yay. Ankara 1988, s. 17
176
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 219-220; Jacques Jomier, Introduction à L’Islam Actuel,
Editions du Cerf, Paris 1964, s. 79; Bağdat tarihiyle ilgili bir araştırma yapmış olan Fransız araştımacı
Edouard Méténier, onun Fars asıllı olduğunu ve hayatını anti-emperyalist bir pan-islamizm’e
adadığını söylemektedir. Bkz. Méténier, “Le Moment 1908 à Bagdad : Connections Personnelles et
Convergences Politiques Entre La Mouvance Salafiste et Le Mouvement Constitutionaliste”, s. 328
177
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 62
174
175
48
içinde hapis kalmayı reddedici” tutumuyla İbn Teymiyye ile aynı düşünceyi
paylaştığı anlaşılmaktadır.
İstanbul’a vardığında reform taraftarı olan Ali Paşa ile tanışıp, daha sonra
1871'de hayatının en verimli evresi olacak olan, Abduh’la tanışacağı Mısır'a gitmiş
ve orada sekiz yıl kalmıştır. 1884 yılında, Paris’te Abduh ile tekrar buluşarak İslâm
dünyasına yönelik ıslahat faaliyeti için gizli bir cemiyet kurarak onunla ortak bir
şekilde Urvet’ül-Vüska adlı dergiyi yazıp yayımlama başlamışlardır.178
Gençlik yıllarında Hindistan'da modern Avrupa'nın matematik ve diğer
ilimlerini öğrenen Afgânî, İslâm felsefesini ve özellikle İbn Sina'yı iyi bilen bir âlim
olmuştur. Bunun yanı sıra klasik İslâmî bilgisinin genişliğini derinleşmiş Avrupa
bilgisiyle birleştirmiştir.179 Dini, felsefeyi ve bilimi birleştiren Afgânî’nin
düşünceleri, Abduh gibi öğrencilerinin düşünceleri üzerinde belirgin bir etki
bırakacak ve ıslahatçı düşüncenin başlangıcının ‘tarzını’ belirleyecektir.180
Afgânî,
hayatının
büyük
kısmını
Avrupa
tehlikesine
karşı
İslâm
memleketlerinin korunması meselesine adamıştır. Esas amacı siyasî olmaktan ziyade
Müslümanların dinlerini doğru anlamaları ve onun öğretisine uygun yaşamaları
meselesiyken, başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın baskısı ve tehditleri onu İslâm
memleketlerinin birliği üzerine yoğunlaşmaya itmiş,181 Müslümanları da bu konuda
uyarma gereği hissetmiştir.182
178
Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 7
Charnay, “Courants Réformateurs de La Pensée Musulmane Contemporaine”, Normes et Valeurs
Dans L’Islam Contemporain, s. 226
180
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 84
181
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 223
182
Charnay, “Courants Réformateurs de La Pensée Musulmane Contemporaine”, Normes et Valeurs
Dans L’Islam Contemporain, s. 226
179
49
Afgânî, Müslümanların geri kalışlarını ve Hristiyanların gelişmelerini şu
şekilde izah etmiştir: “Ne Hristiyanların başarıları, ne de Müslümanların kayıpları,
dinleri yüzündendir. Hristiyan halklar, kuvvetlendiler. Çünkü kilise, Roma
İmparatorluğu'nun duvarları içinde gelişti ve onun putperest inanç ve faziletleri ile
işbirliği yaptı. Müslüman halklar zayıfladı. Çünkü İslâmî gerçek, birbirini takip eden
hata ve yanlışlık dalgalariyle bozuldu. Kısaca şunu söyleyebiliriz: Bugün
Hristiyanlar kuvvetlidirler, çünkü onlar gerçek Hristiyan değildirler. Müslümanlar ise
zayıftırlar, çünkü onlar da, gerçek Müslüman değildirler”.183
Devamlı İslâm birliği vurgusunu yapan Afgânî, mezhep farklılıklarının
Müslümanların birliği için engel teşkil etmemesi gerektiğini savunmuştur. Ona göre
Sünnî ve Şiî gibi en derin ayrılıklar bile birleştirilmeli ve düşmanlara karşı
dayanışma içinde olunmalıdır.184 Nitekim Urvetü’l-Vuskâ adlı eserde de belirtildiği
gibi baskı ve zulüm, halklara ırk ve mezhep taassubunu unutturur. Ve işgal altındaki
bir millet, tehlikeye karşı birleşmenin taassuptan daha mühim olduğunu ve
kurtuluşun ancak ayrılıkların birleşmesiyle olacağını idrak eder. Müslümanları
birleştiren en güçlü bağ da ırk ve dil bağından öte din bağıdır.185
Gittiği her yerde olumlu veya olumsuz ciddi bir intiba ve etki bırakan
Afgânî,186 Batılı kaynaklarda İslâmî modernizm’in kurucu babası187 ve İslâmî
ıslahatın baş temsilci olarak görülmektedir. Afgânî’nin ıslahat hareketinin gayesi,
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 236
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 225
185
Cemaleddin Afganî-Muhammed Abduh, Urvetu’l-Vuska, Çev. İbrahim Aydın, 1987 İstanbul, ss.
67-75
186
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, ss. 216-223
187
Beverley Milton-Edwards, Islamic Fundamentalism Since 1945, Ed. Eric J. Evans&Ruth Henig,
Routledge, New York 2006, s. 22
183
184
50
sadece geçmişin cevaplarına tekrar sahip çıkmak anlamında olmayıp, Müslüman
toplumunun değişen şartlarına yeni İslâmî cevaplar dile getirmek olmuştur.188
2.2.9.2. Muhammed Abduh
Ailesinin zoruyla Ezher’de eğitime başlayan Abduh (1849-1905), 13 yaşında
Tanta’da bulunan meşhur Velî Ahmed Bedevî camiine gönderilerek orda medrese
eğitimi
almıştır.
Bu
eğitimi,
hocalarının
hukukçu
ve
gramerci
bir
dil
kullandıklarından ve öğrencilerine hiçbir açıklamada bulunmadıklarından dolayı
pedagojik açıdan yetersiz bulmuş ve bu yüzden bunalıma girmiştir. Bu dönemde,
kendisini bu bunalımlardan kurtaracak olan Şeyh Derviş ile tanışmış ve onun
sayesinde Tasavvufa ilgi duymaya başlamıştır.189 1866’da eğitimine Câmi’ulEzher’de eğitimine devam etmiştir. “Profesör olmak için yaratıldım” diyen ve her
şeyden evvel dinî eğitimi ve İslâmî hukuku ıslah etmek isteyen 190 Abduh, 1899’da
büyük Mısır müftüsü ilan edilmiştir.191 Abduh, 1871 tarihinde Mısır’a gelmiş olan
Afgânî ile tanışarak onun en sadık öğrencisi haline gelmiş ve onun etkisiyle felsefe
tahsil etmeye başlamıştır. Dinde ıslahat yapma ve Batı’nın Müslümanları
sömürmesine engel olma gayretini kendisinde uyandıran Afgânî gibi192 Abduh’un
düşüncesinin temelinde de İslâm dünyasına yönelik bir canlanma ihtiyacı mevcuttur.
Ona etki eden diğer şahıslar arasında Gazâlî, Matürîdî, İbn Sina ve İbn Teymiyye
bulunmaktadır.193
188
John L. Esposito, Islam, Oxford University Press, New York 1994, s. 128
Reşid Rıza, Tarihu’l-Üstâzi’l-İmâm eş-Şeyh Muhammed Abduh, C.1, Menâr Matbaası, Mısır 1931,
s. 21-22; Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 2-3; Osman Keskioğlu, “Muhammed
Abduh (1266-1323 h./1849-1905 m.)”, AÜİFD C. 18 Sayı 1, 1970, s. 109
190
Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 3; Introduction à L’Islam Actuel, s. 82-83
191
Jomier, Introduction à L’Islam Actuel, s. 85
192
Keskioğlu, “Muhammed Abduh (1266-1323 h./1849-1905 m.)”, s. 112
193
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 246
189
51
Abduh'un hareketlerinin maksadı, evvela İslâm'ın ne olduğunu yeniden açıkça
ortaya koymak, onun modern toplum için ne ifade ettiğini anlamak, İslâm cemiyeti
içindeki bölünmeleri birleştirmek ve onun köklerini kuvvetlendirmek olmuştur.
Abduh nazarında bu kuvvetlenme, Mehmet Ali Paşa’nın başlattığı tavır gibi
değişiklik ameliyesini durdurarak geçmişe dönüşle değil; değişiklik için olan ihtiyacı
kabul etmekle ve bu değişikliği İslâm'ın prensiplerine bağlamakla mümkün
görülmüştür. İslâm doğru bir şekilde anlaşıldığı takdirde bu değişmeler, İslâm'ın
sadece müsaade ettiği şeyler değil, aynı zamanda İslâm'ın kendi zaruri sonuçları
olmaktadır. Bütün bunları gerçekleştirmek için de taklit bağlarından kurtulmak ve
aklı yeniden aktif hale getirmek kaçınılmazdır.194
Zeki İşcan, Abduh’un ıslahat hakkındaki metodunu tarif ederken bunu dört
aşamaya bölmektedir: Birincisi, dini her türlü şüphe ve batıllıktan uzak tutup ana
kaynağından öğrenilmesi üzere Kur’an’a dönmek ve onun eğitimi ile meşgul olmak;
ikincisi, bid’at ve hurafelerle mücadele etmek; üçüncüsü, akıl ile din arasındaki
bağları ortaya koymak, yani aklı, nasları anlamada hâkim kılmaktır; dördüncüsü de,
çağdaş bilimin müsbet yönleri ile nasları bağdaştırmak ve din algısını ilmin önünde
engelleyici bir unsur olmaktan çıkarmaktır.195
Fıkıhçıları insanların Kur’an ve Sünnet’e başvurmalarını engellemekle
suçlayan Abduh, onlara “zamanın değişmesiyle kitaplarda hükmü bulunmayan
meseleler ne olacak” şeklinde bir soru yöneltmiş,196 insan tarafından kaleme alınmış
her türlü metnin eleştiriye açık olduğu fikrini savunarak aklın üstünlüğüne vurgu
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 244
Mehmet Zeki İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, Dergâh Yay. İstanbul 1998, s.
218-219
196
Reşid Rıza, Tarihu’l-Üstâzi’l-İmâm eş-Şeyh Muhammed Abduh, C.1, Menâr Matbaası, Mısır 1931,
s. 944
194
195
52
yapmış ve her konuda akıl yürütmenin imkanına işaret etmiştir. İslâmî bilincin
bireysel yönünü vurgulayan Abduh, birçok İslâm fırkası içinde sadece bir tek
fırkanın kurtuluşa ereceği şeklindeki yaygın düşünceyi de reddederek, samimi çaba
gösteren her Müslüman, kurtuluşa erebileceği fikrini benimsemiştir.197
İslâm’da ictihada dikkat çeken Abduh, Kur’an ve sahih hadislerdeki ahlâkî
emir ve nehiyleri bütün Müslümanların kabul etmesi gerektiğini; bununla birlikte
Kur’an ve Hadiste, hakkında açık bir tavsiye bulunmayan meselelerle ilgili açıklayıcı
olarak aklın harekete geçmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre, Kur'an ve Hadis
ibadetlerle ilgili açık kurallar ortaya koymuş, fakat insanların birbirleri ile ilişkileri
hususunda, daha ziyade genel prensipler vermiş ve onları hayat şartlarına göre
uygulamayı insanlara bırakmışlardır. Belli prensiplere göre içtihatta bulunma işi de
burada başlamakta ve meşruiyet kazanmaktadır.198
Abduh’a göre ideal toplum, Allah'ın emirlerine uyan, onları aklî olarak
yorumlayıp toplumun refah ve saadeti istikametini düşünen bir toplumdur. Allah’ın
emirlerine göre hareket eden böyle bir toplum, faziletli olduğu kadar mutlu, varlıklı
ve kudretli bir toplum olur. İslâm'ın altın devrinde daha önce gerçekleşmiş olan ideal
toplum, İslâm'a tam bir teslimiyet içinde bağlı kalmış olan ilk nesil, yani Selef’in
meydana getirdiği ilk ümmet olmuştur. Bu teslimiyetin mükâfatı olarak da siyasi
başarılar ve düşünce alanında gelişmeler elde etmiştir. Bu mükemmel toplumun
gerilemesinin sebepleri şunlar olmuştur: öncelikle İslâm'a yabancı olan unsurların
girmesiyle başlamıştır. Felsefeciler ve Şiîlerin getirdikleri ifrat anlayışı içinde bir
çeşit Tasavvuf anlayışı, İslâm'ın esas mahiyetini gölgelemiştir. Abduh, içe dönük
197
Mohamed Haddad, Le réformisme Musulman-Une Histoire Critique, Mimesis France, Paris 2013,
s. 42
198
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, s. 249-250
53
ahlâkî bir eylem olan esas Tasavvufa büyük bir hürmet duymuştur. Ancak evliyalara
ve kerametlerine aşırı ilgi duyulan bir Tasavvuf anlayışını, tevhide zarar verdiği için
tehlikeli görmüştür. Ümmet’in gerilediği ikinci husus ise, Müslümanların, ilk İslâm
toplumunun sosyal kaidelerini iman prensipleri ile aynı seviyede algılamaları ve
onlara karşı da aynı değişmez ve üzerinde tartışma yapılmaz itaati duymaları
olmuştur. Bu çeşit ifrattan da, İslâm'ın hürriyet anlayışının çok uzağında bulunan kör
bir taklit âdeti ortaya çıktı. Ayrıca hükümdarların sadece kendilerini destekleyen
ulemaları kale almaları ve bunlar yolu ile müminlere imanla ilgili meselelerde kör bir
ataletin ve siyasi mutlakiyetin kabulünü öğretmeleri de bir gerileme sebebi olmuştur.
Bunlarla beraber aklî ilimlerin ihmal edilmesi, Akıl ve vahiy arasındaki muvazenenin
kaybolması, Müslümanların fazilet ve kudretlerinin kaybolmasıyla sonuçlanmıştır.199
İşte Abduh, bu dönemi örnek alarak aynı teslimiyet ve rasyonel düşünceyle çağın
sorunlarına cevap bulunabileceği ve İslâm toplumunun kalkınacağı kanaatini
taşımıştır.
J. Schacht, Abduh’un fikirlerinin İbn Teymiyye, İbn Kayyım el-Cevziyye’nin
muhafazakâr ıslahatçı temayülü ve Gazâlî’nin ahlâk anlayışından esinlenerek bir
sentez oluşturduğunu belirtmektedir.200
Menâr dergisi hakkında geniş bir çalışma yapmış olan Fransız oryantalist
Jacques Jomier, Selef kavramının Abduh için Reşid Rıza’da olduğundan çok daha
geniş bir anlayışı ifade ettiğini kaydetmektedir. Örnek olarak Abduh, günümüzde hiç
kimsenin Selef’in kitaplarını okumadığından yakınırken, hicrî 3. ve 4. asırlara
tekabül eden Eş’arî, Mâtüridî, Bâkıllânî ve Ishak el-İsferânî’nin eserlerinden
199
200
Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, ss. 251-253
J. Schacht, “Muhammed Abduh”, İslam Ansiklopedisi , M.E.B. Yay. C. 8, 1965-1986, s. 489
54
bahsetmiştir. Bunun yanı sıra, Müslümanların, bizzat Kur’an’a bakmak ve
yorumlama araçlarına hâkim olmak yerine, O’nu hep Selef’in/eskilerin ve Halef’in
yazıları arasından okuduklarından da yakınmıştır.201 Bu noktada Abduh’un, Selef
kavramını kutsallaştırıcı bir anlamda kullanmadığı anlaşılmaktadır.
Seyyid Ahmet Han’ın temsilciliği altındaki İndo-Pakistan Reformcular, Batı
bilimlerinin uyarlanmasıyla modernleştirilmiş bir İslâm teklifinde olmuşlardır.202
İndo-Pakistan ekolünden daha gelenekçi ve muhâfazakâr olarak görülen Suriye-Mısır
Ekolü’nün liderleri olan Cemaleddin Afgânî ve talebesi Abduh ise, modern teknoloji
dışında Batı’dan hiçbir şey almadan İslâmî doktrini kendi saflığına döndürmek
sûretiyle İslâm Reformunu gerçekleştirecekleri inancında olmuşlardır.203
Afgânî ile birlikte başta entelektüel ve siyasî hareket, daha sonra Abduh ile
birlikte halkın eğitiminin ağır bastığı bir harekete dönüşmüştür.204 Bununla beraber
her ikisinin de amacı, İslâm birliğini sağlamak olmuştur. Nitekim Abduh’un şu
cümlesi de bunu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir: “Zamanımız bir mezhebe
saplanıp kalarak diğerlerini nazar-ı itibare almayacak zaman değildir”.205
201
Jacques Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, Editions G-P Maisonneuve&Cie, Paris
1954, s. 194
202
Marcel A. Boisard, L’Humanisme de L’Islam, Editions Albin Michel, Paris 1979, s. 75; Batı
Dayatmacılığı ve İslam, Çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2002, s. 67
203
Boisard, L’Humanisme de L’Islam, s. 74; Batı Dayatmacılığı ve İslam, s. 66. Not: Eserin
tercümesinde bir yanlış vardır: “inancın arılaştırılmasından ziyade ehl-i Sünnet’in revizyondan
geçirilmesi” söz konusu olduğu şeklindeki ifade yanlış olup, doğrusu; “Ehl-i Sünnet’in/ortodoksi’nin
revizyondan geçirilmesinden ziyade inancın arılaştırılması söz konusudur” şeklinde olmalıdır.
204
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 186
205
Reşid Rıza, İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri, Çev. Ahmet Hamdi Akseki, Sadeleştiren:
Hayreddin Karaman, D.İ.B. Yay., Ankara 1974, s. 21 (Akseki’nin önsözü)
55
2.2.9.3. Reşid Rıza
Libya’nın Trabluşşam şehrinde doğan ve Abduh ile de orda tanışan Reşid Rıza
(1865-1935),206 Urvet’ül-Vuskâ’da okuduğu fikirlerden etkilenerek Afgânî ve
Abduh’a ilgi duymaya başlamıştır.207
Hocaları Afgânî ve Abduh gibi bağımsız ictihadı önemseyen208 Reşid Rıza’nın
makalelerini okuduğumuzda dikkatimizi çeken ilk husus, Müslümanların görüş
farklılıklarını ayrılma sebebi yapmalarını yanlış görmesi ve İslâm’ın itidal ve
müsamaha dini olduğunu hatırlatması olmuştur. Bu konuda Reşid Rıza, ayetlerden
örnekler vererek bölünmemeyi öğütlemiştir.209 İslâm’da bölünmenin siyasî
anlaşmazlıklarla başlayıp dini anlaşmazlıklarla devam ettiğini belirten Rıza, her
grubun/mezhebin, kendi görüşünü tescilletmek için ayet ve hadislere başvurarak ait
oldukları mezhebe göre uydurmaya çalıştıklarını, bunun da Selef yolundan ayrılmaya
sevk ettiğini belirtmiştir. Ona göre Ehl-i Sünnet-Şia ve Hariciler arasındaki kavgalar
ve Ehl-i Sünnet’in kendi içindeki Mezhepler arası kavgalar, Moğolların İslâm
ülkesine
saldırmalarının
sebeplerinden
biri
olmuştur.
İslâm
medeniyetinin
gerilemesinin diğer bir sebebi ise, Gazâlî ve İbn Teymiyye gibi örnek Selefin
yoluna/Kur’an yoluna/doğru yola çağıran âlimlerin, siyaset ve iktidarın aleti olarak
taklitçiliği benimsemiş yöneticiler tarafından susturulmaya çalışılması olmuştur.210
Bu yüzden Reşid Rıza makalelerinde İslâm birliğini, taklidin geçersizliğini, dinde
Rizk, Entre L’Islam et l’Arabisme, s. 151
Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 31
208
Reşid Rıza’nın bağımsız ictihad konusundaki ısrarı hakkında bkz. Reşid Rıza, Hilafet, Çev.
Mehmet Çelen, İlimyurdu Yayıncılık/Mana Yayınları, İstanbul 2010
209
Reşid Rıza – Hayreddin Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, Çev. Hayreddin Karaman, İz Yay.
İstanbul 2012, s. 219
210
Rıza – Karaman, Gerçek İsâm’da Birlik, s. 223-295
206
207
56
akıl yürütmenin gerekliliğini ve Selef-i Salihin’in yolunun izlenmesinin gerekliliğini
vurgulamıştır.
Reşid Rıza’nın Gerçek İslâm’da Birlik adlı eserinde bir Mukallit ile bir ıslahat
taraftarının/Selefînin aralarındaki konuşmalarından, şu anlaşılmaktadır: ıslahatçı
akla, düşünceye, felsefeye önem vererek mezhep taklitçiliğini şiddetle eleştiren bir
tavıra sahipken Mukallit, ayet ve hadis gibi naklî delil olmadığı sürece -felsefe gibihiçbir delili kabul etmediğini ve mezhep imamlarını taklit etmeden İslâmî kaideleri
yaşamanın imkânsız olduğu prensiplerini savunmaktadır.211 Burada Selefî/ıslahatçı
zihniyet ile Gelenekçi/Hadis taraftarlarının zihniyetinin net bir biçimde ayrıştığını
müşahede edebiliriz. Taklitçilik kısmını bir kenara bırakacak olursak, bu iki zihniyet
arasında benzeşen nokta, İslâm’ı ilk 4 halife devrindeki gibi yaşanmasını
istemeleridir.212 Aralarındaki ayrılma ise, bahis konusu olan zihniyetlerden, ilkinin
aklı ve felsefeye önem vererek İslâm’ın ilk devrini bir rehber, bir çıkış noktası olarak
benimsemesi; diğerinin ise aklî muhakeme ve felsefeyi devre dışı bırakıp zahirî bir
taklidi benimseyerek ilk İslâm devrini varılacak bir hedef olarak görmesi, yani geriye
dönük bir şekilde tasavvur etmesidir.
Tıpkı iki hocası gibi Reşid Rıza da çağdaş fikirlerin gücünü kabul edip Modern
İslâm’ın doktrinal kısırlığını tedavi etmek gerektiğini ve İslâm’ın, tarihte de
görüldüğü gibi, tüm dünyevî gelişmeleri tanıyabileceği ve asimile edebileceğini
düşünmüş, bundan dolayı da İslâm’ı ilk 3. Asrındaki düzenlemeleriyle dondurmanın
yanlış olduğunu savunmuştur.213
Rıza – Karaman, Gerçek İsâm’da Birlik, s. 284
Islahatçının bu konudaki görüşü için bkz. Rıza – Karaman, Gerçek İsâm’da Birlik, s. 307
213
Boisard, L’Humanisme de L’Islam, s. 74; Batı Dayatmacılığı ve İslam, s. 66
211
212
57
Reşid Rıza, gerçek Kur’anî çizgide olduklarını kabul ettiği Gazâlî, İbn
Teymiyye ve Şâtıbî’yi modern çağda Abduh’la, eski çağda ise ilk nesillerle paralel
bir konumda telakki etmiştir.214 Menâr tefsirini yazarken İbn Teymiyye’nin vahyi
anlama metodunu dikkate alan Rıza; Gazâlî, İbn Kayyım, Taberî, Zemahşerî,
Fahreddin er-Razî, Beyzâvî, Suyûtî ve Alûsî gibi şahıslardan da faydalanmakla
beraber, eserini onlardan daha özgün ve ıslahatçı bir yaklaşımla kaleme almıştır.215
Abduh’un talebesi olmakla birlikte Rıza’nın, İbn Teymiyye’nin doktrinini
Abduh’tan daha geniş ölçüde taşıdığı müşahede edilmektedir. Ayrıca onun, Vehhâbî
hareketini yerenlere karşı onu savunduğu görülmektedir.216 Mohammed Haddad,
Rıza’nın Abduh’un reformcu/Islahatçı hareketinin gelişimini durdurarak, hareketi
Vahhâbî bir kalıpla şekillendirmeye başladığına dikkat çekmektedir. Reşid Rıza’nın
takipçisi olan Hasan el-Benna’nın hareketinin, Vehhâbîliğin şehirleşmiş versiyonu
olarak
görülmesi
de
bu
bağlamda
değerlendirilmiştir.217
Bu
dönemde
muhâfazakâr/gelenekçi, fundamentalist/gelenekselci ve reformist/liberal/ıslahatçı
şeklinde üç eğilimi bulunan İslâm düşüncesine karşı Reşid Rıza, zikredilen son iki
eğilimi mezcederek birincisine karşı bir oluşum meydana getirmiş, bunun neticesi
Vahhâbîliğin lehine olmuş ve Müslüman Kardeşler’in neo-fundamentalizmine yol
açmıştır.
Reşid Rıza’nın Abduh çizgisinden Vehhâbî çizgiye eğilmesinin nedenleri
olarak şu hususlar zikredilmektedir:
214
Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 60
Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 67
216
Mérad, Le Réformisme Musulman En Algérie de 1925 à 1940 , s. 217
217
Haddad, Le Réformisme Musulman-Une Histoire Critique, ss. 34-41
215
58
1. İslâm düşüncesinde ıslahatın yerini Pan-Arabizm’in alması. Burdan
hareketle Arap milliyetçiliği ıslahatçılığın önüne geçmiş ve Reşid Rıza İslâmî
reformu/ıslahatı Vahhâbîleştirmiştir.
2. Abduh’un düşüncesinde olan, İbn Teymiyye’nin eleştirisine maruz kalan
Kelam – Felsefe ağırlıklı düşünceden Reşid Rıza’nın rahatsız olması.218
Bu noktada belirtmek gerekir ki Haddad, Islahçılık ile Selefîliği iki rakip olarak
telakki ederek birbirine zıt hareketler olarak göstermektedir.219 Şüphesiz ki bunun
sebebi, onun, Selefîliği, gelenekçilikle bağdaştırmasından ileri gelmektedir.
Jomier, Reşid Rıza’nın İbn Teymiyye’ye olan sempatisinin onu doğal olarak
Vahhabîlere karşı sempati duymaya götürdüğünü belirtmektedir.220
Üstadları Afgânî ve Abduh’tan farklı olarak Rıza, Selefiyye’nin (yani
Emevîlerin yaşadığı devirdeki Saf İslâm’ın) bir yorumcusu ve savunucu olarak
apolojik bir tavra meyletmiştir. Bu düşünceyle Arap kültürünü kutsayan bir anlayışa
yönelen Rıza, ayrıca hocaları Afgânî ve Abduh’tan bir adım ileri giderek politika’ya
ayak basarak221 Müslüman kardeşlerin siyaset sahnesine çıkmasında rol oynayacak
bir politik hareketi başlatmıştır.222
2.2.9.4. Hasan el-Bennâ ve İhvân-ı Müslimîn
Kahire Dar’ul-Ulûm’dan mezun olan Hasan el-Bennâ (1906-1949), İsmâiliye
İlkokul öğretmeni olarak tayin edildiği sırada, Kahire’de de şahit olduğu eğitimsizlik
218
Haddad, Le Réformisme Musulman-Une Histoire Critique, ss. 34-41
Haddad, Le Réformisme Musulman-Une Histoire Critique, s. 73
220
Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 42
221
Rizk, Entre L’Islam et l’Arabisme, s. 152. Anladığımız kadarıyla burada yazar, Selefiyye
kavramını hareket olarak değil, Selef olanlar anlamında kullanmakta ve muhtemelen asr-ı saadet
dönemi diye anılan dönemden bahsetmektedir. Nitekim eserinde, Reşid Rıza’nın, belirtilen dönemi
kutsadığını ve ideal bir Arap modeli olarak telakki ettiğini kaydetmektedir. Bkz. S. 152
222
Boisard, L’Humanisme de L’Islam, s. 286; Batı Dayatmacılığı ve İslam, s. 255
219
59
ve İslâmî ilkelerden uzaklık manzarasıyla karşılaşmıştır. Bunlardan ilham alarak ve
kendisinden önce gelen ıslahatçıların çabalarının da tecrübesiyle, halkı eğitmek ve
ülkeyi sömürgecilikten kurtarmak şeklinde iki faaliyeti eş zamanlı olarak yürütülecek
olan223 bir teşkilatlanmayı kurmuştur. Bennâ, halkını Kur’an’a ve Peygamberin
Sünnetine yöneltmeye adamış ve bu gaye içinde –kısa bir süre sonra Kahire’ye
taşınacak olan- İsmâiliye şehrinde Müslüman Kardeşler teşkilatını kurmuştur224.
Aynı zamanda tıpkı Urvet’ül-Vuskâ’da olduğu gibi, Müslüman halkların birliği
düşüncesini zihninde sürekli canlı tutmuştur. Yeniden doğuşun temelinin eğitim
olduğuna inanan ve başarıya varmanın yolunun sabırdan geçtiğini telkin eden Bennâ,
Abduh gibi uzun bir zamanı kuşatan bir eğitim ve ıslahatı öngörmüştür.225 Genç
yaşta dergi yayınlamayı düşünürken ise Reşid Rıza’nın dergisini model almıştır.226
Afgânî’nin devrimci kişiliğini, Abduh’un ihyacı hukukunu ve Rıza’nın
“aydınlanmış Selefîliğini”227 XX. yüzyıla uyarlamaya çalışan Hasan El-Bennâ’nın
kurduğu İhvân-ı Müslimin teşkilatı, Afgânî ve Abduh’la başlayıp Reşid Rıza ile
devam eden ıslahat hareketinin devamı niteliğinde olmuştur. Batı kültürü karşısında
Müslümanların tavrını tespite çalışan, aynı zamanda İslâm’ı yabancı unsurlardan ve
bid’atlerden arındırarak aslına döndürerek İslâm âleminin sorunlarını çözmeyi
hedefleyen bu müşterek hareket, Selefî olarak nitelendirilen bütün hareketlerin ortak
noktası olan; Kitap ve Sünnet’e özel bir vurgu yapıp, İslâm’ı sahabenin, tabiînin ve
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 206-207
Olivier Carré&Gérard Michaud, Les Frères Musulmans (1928-1982), Editions Gallimard, Paris
1983, s. 12
225
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 214
226
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 319
227
Rukiye Koçak, Muhammed Abduh’ta Selefi Eğilimler, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, M.Ü.
İstanbul 2006, s. 36
223
224
60
Selef-i Salihin’in anladığı şekliyle anlamak prensibini benimsemiştir.228 Buna
göre “İslâmı asrın rengine değil, asrı İslâm’ın rengine sokmak gerekmektedir”.
Hareketin genel hedefi, bütün Müslüman topraklarının yabancıların elinden kurtarılıp
hürriyetlerine kavuşturulması ve bu hür vatanda İslâm hükümlerinin geçerli kılınıp
İslâmî sosyal düzenin hâkim olmasıdır.
Islahat hareketlerinin temelinde olan Ümmetin birliği gayesini Hasan elBenna’da da görmekteyiz. Selefin görüşünü tercih ettiğini belirtmekle birlikte
Benna’nın, aslında Halefin de Selefin de maksadının Allah’ı yaratılmışlara
benzemekten tenzih etmek olduğunu söylemekle Selef ve Halef ihtilafı hakkında
uzlaştırıcı bir yaklaşım sunması bu hususta manidardır.229
Müslüman halkları helak eden sebeplerin sömürgecilik, şahsî, siyasî ve
mezhebî ihtilaflar, faiz, Batılılarla işbirliği ve Batı taklitçiliği, fikrî anarşi ve
inkârcılık, herşeyi mübah görme, şehevî arzular, ahlâkî çöküş, ruhî faziletlerin ihmali
ve ilmî programdan yoksunluk gibi hususlar olduğunu öne süren Bennâ, bunların
çözümüne karşı birlik, özgürlük, zekatın düzenlenmesi, ulusal girişimlerin teşvik
edilmesi, İslâmî kanunları uygulamak, imanı sağlamlaştırmak, ahlâkî faziletleri
güçlendirmek ve Muhammedî sîrete uymak gibi hususları sunmuştur.230 Davetini ise
her türlü kişisel ve maddi çıkarları aşmış, nefsânî arzu ve istekleri geride bırakmış ve
Kur’an’ın davet ettiği Allah’ın yolunda oma şeklinde tanımlamaktadır.231
Hilal Görgün, “İhvân-ı Müslimîn”, DİA C. 21, İstanbul 2000, s. 585; Ayıca bkz. Mecmû’atü
resâ’il, s. 244
229
Hasan el-Bennâ, Risâleler, Çev.Mehmet Akbaş-Recep Songül-Mehmet Eren-Ahmet Akbaş, Nida
Yay. İstanbul 2014, ss. 695-697
230
Ahmet Emin Dağ, Hasan el-Benna (Çağa İz Bırakan Önderler), İlke Yay. İstanbul 2012, s. 115116
231
El-Bennâ, Risâleler, s. 47
228
61
Bir toplantıda Bennâ, kendisini çocukluğundan beri bir tek gayeye vakfettiğini
ve bunun, İslâm’ın hakikatini amelî şekilde insanlara öğretmek olduğunu, bu yüzden
İhvân-ı Müslimîn idealinin sadece İslâm olduğunu va’zederek gayelerinin milleti
doğruca İslâm’a döndürmek olarak tarif etmiştir.232 Bennâ, çağımızda İslâm’a uygun
olan herşeyi alıp İslâm dışı olan ise herşeyi atmak istediklerini belirterek İhvân-ı
Müslimîn’in ideolojisini şöyle sıralamıştır: “1. Davamız eskidir: Çünkü biz İslâm’ın
saf kaynağına, Allah’ın Kitabına Rasulullah’ın sünnetine dönmek istiyoruz. 2.
Metodumuz Peygamberin metodudur. Çünkü herşeyde bilhassa itikat ve ibadetlerde
onun yoluna sadece onun sünnetine Onun sünneti şerifesine uygun şekilde hareket
etmek istiyoruz. 3. Tasavvufçuyuz. Çünkü hayrın esası nefsin temizlenip, kalbin
paklanıp halka değil, Allah’ın emirlerine sarılarak kardeşlerimiz arasında Allah için
sevgi, Allah için buğuz esasına dayanarak hayır üzerine birleşerek hareket etmek
istiyoruz. 4. Siyasi cemiyetiz. Çünkü idareyi İslâm’a uygun hale getirip, bütün İslâm
memleketleriyle bağlarımızı kuvvetlendirmek, kendi millî benliğimize sarılarak
gençlerimizi isâm izzeti ile yetiştirmek istiyoruz. 5. Sporcuyuz. Çünkü “kuvvetli
mü’minin zayıf mü’minden hayırlı olduğunu” biliyoruz. […] 6. Kültürel ve ilmî bir
cemiyetiz. […]
7. İktisadî bir şirketiz. […] 8. İctimaî bir fikir hareketiyiz.
[…] Görüyorsunuz ki İslâmın bütün şumuliyeti her türlü ıslahât sahasıyla birlikte
hareket şeklini ihvan-ı müslimîn metodunda bulmuş oluyor”.233
Özetle İhvân-ı Müslimîn hareketi, dini ıslah etme amacında cihadı ön plana
çıkaran dinî ve siyasî bir teşkilat olmuştur. Davetini ülke düzeyinde örgütlenerek,
şube binalarında, camilerde ve toplu yerlerde halka hitap ederek anlatarak başlayarak
1933’ten itibaren yıllık kongreler yaparak haftalık gazete (el-İhvânü’l-müslimîn adlı
232
233
Hasan el-Bennâ, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, Çev. Âkif Nuri, Dava Yay. İstanbul, s. 20
Bennâ, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, ss. 29-31
62
gazete) ve dergilerle (En-Nezîr, Da’ve, Eş-Şihâb, El-Keşkül, Et-Te’âruf, Eş-Şu’â, ElMebâhis, Menzilü’l-Vahiy, Minberü’ş-Şark, El-Müslimûn ve El-Menâr dergileri)
faaliyetlerini yaymışlardır. İhvân-ı Müslimîn teşkilatı, siyasî ve ilmî alandaki
faaliyetleriyle birlikte sportif, kültürel ve sosyal alanlarda faaliyet gösteren çok yönlü
bir ıslahat teşkilatı olmuştur. Eğitim alanında, okullarda ve üniversitelerdeki ders
programlarının yeniden düzenlenmelerini önermiştir. Siyasî alanda ise ümmeti
bölmekte olan particiliğe karşı bir tutum içinde olmuş ve yabancıların kültürel, siyasî
ve ekonomik baskılarından kurtulma arzusu içinde olmuştur. Ayrıca bütün Arap ve
İslâm ülkelerinin tam bağımsızlığa kavuşması ve başka ülkelerde yaşayan Müslüman
hakların tanınması için çalışmıştır.234
El-Bennâ, Reşid Rıza ile yakın bağları olmuş, onu ziyaret ederek ondan öğütler
istemiş ve ondan büyük ölçüde etkilenmiştir.235 Etkin ve ıslah edilmiş bir toplumun
oluşturulup eğitilmesi için on beş senelik bir süreç gerektiğine inanan ve bu
bağlamda eğitime önem veren Abduh236 gibi Bennâ, Reşid Rıza’nın reformist
fikilerini bıraktığı yerden devralarak hareketini başlatmıştır.237
3. Islahat Arayışlarının Ortak Yönleri ve Selefîliğe Etkileri
Islahat hareketlerinin ortak özellikleri şu şekilde özetlenebilir: hepsi de siyasal
olarak faal olan bu hareketler, Batı tehdidine karşı İslâm toplumunu bilinçlendirmeyi
ve yeniden canlandırmayı gaye edinmişlerdir. İslâm dünyasının toplumsal ve ahlâkî
olarak yeniden düzenlenmesine ve toplumun belirgin sorunlarına yönelik çalışmalar
İbrahim Beyyûmî Gânim, “İhvân-ı Müslimîn”, DİA C. 21, İstanbul 2000, ss. 580-583
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 187
236
Olivier Carré, Enseignement İslamique et İdéal Socialiste, Dar el-Machreq Editeurs, Beyrut 1986,
s. 5
237
Olivier Carré, L’Islam et L’Etat Dans Le Monde d’Aujourd’hui, Presses Universitaires de France,
Paris 1982, s. 14
234
235
63
yapan bu hareketlerin hepsi de, İslâm’ı hurafe, batıl inanç ve dinle alakası olmayan
alışkanlıklardan temizleme gayreti içinde olmuşlardır. Tasavvufa karşı tavırları
değişken olmakla birlikte bütün ıslahat hareketlerinin ortak noktası, orta çağ
Tasavvufundaki “dünyayı mutlak olarak red” şeklindeki tutumuna karşı mücadele
etmek ve topluma daha dinamik bir bakış açısı kazandırmak olmuştur.238 Zamanın
gerçeklerine açılma gerekliliğini kabul eden İslâm ıslahatçılarının diğer bir ortak
amacı, İslâm cemaati olarak birliği sağlamak olmuştur. Bütün ıslahatçıların
etkilendiği isimler ise öncelikle İbn Teymiyye olmuş, sonra bu etki Afgânî, Abduh
ve Reşid Rıza olarak zincirleme bir biçimde devam etmiştir.
Islahatçıların tümü de misyonlarını bütün ideolojilerin, yeni türemiş eğilimlerin
ve mezhepçiliğin üzerinde görmüşlerdir.239 Bütün ıslahatçılar, meşruiyyet zemini
olarak Kur’an ve Sünnet çerçevesinde asli İslâm’a dönüşü savunmuş ve Selef’in
izinden gitmeyi düstur edinmişlerdir. Bu noktada Selef algısı ıslahatçıların
zihniyetine göre ve zamanla değişiklik arzetmiştir. Kimine göre Selef “ileriye
sıçramak için bir zemin” mesabesinde olmuş, kimine göre ise Ashabü’l-Hadis’in,
yani te’vil ve akıl karşıtı eserci anlayışın timsali olmuştur. İkinci algı biçimi Harici
damarına sahip olan Vehhâbîlikle birleşince, nasları ve Kur’an’ı lafzî bir zihinle
okuyan, bu kaynaklarda mevcut olan toplumsal davranışlarla ilgili kuralları birebir gayeden ziyade şekle önem veren bir algıyla- uygulamaya koyan, ilk üç Müslüman
nesillerin davranış, yorum ve uygulamalarının taklitçisi bir oluşum zuhur etmiştir. Bu
oluşum konumuz dahilindeki Islahat hareketlerinden farklı bir boyut arz ettiği için bu
kadarını söylemekle yetiniyoruz.
238
239
Fazlur Rahman, İslamî Yenilenme: Makaleler III, s. 46
Merad, “Islah”, DİA C. 19, s. 144
64
Sonuç olarak bütün ıslahat hareketlerindeki ortak yönün, gelenekçi ve taklide
dayalı İslâm anlayışına karşı duruş, Kur’an ve Sünnet’e vurgu, İslâm’ı bid’atlerden
arındırarak onu saf haline döndürme, Mezhepçiliği red ve en önemlisi de İslâm
Toplumun birliğini sağlama şeklinde olduğunu görmekteyiz. Bütün bunların tetikçisi
de büyük ölçüde yabancıların sömürüsüne veya saldırısına maruz kalma ihtimali
olmuştur. Bu ortak hedeflerin gerçekleştirilmesi için, bir dayanak noktasına ihtiyaç
vardı. İşte bu noktada, Selef/Selef-i Salihin veya İslâm’ı saf haliyle yaşayan ilk
Müslümanlar olgusu devreye girmektedir. Bu olguya vurgu yaparak devamlı Selef’in
yoluna işaret
edenler,
kendilerine Selefî
demiş
yahut
da
Selefî
olarak
adlandırılmışlardır. Bununla birlikte Batı araştırmacılarının bu hareketleri “Selefiyye
mezhebi ve/veya partisi” olarak adlandırmalarını isabetli bir tanımlama olarak
görmemekteyiz. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi, Selefîlik belli bir zaman
diliminde, belli bir zeminde ve belli şahıslar tarafından kurulmuş somut bir mezhep
veya ekolü ifade etmemektedir. Onat’ın da ifade ettiği gibi bugüne kadar Selefiyye
adında bir mezhep tespit edilememiştir. Selefiyye ise “herkesin, içini duruşuna,
amaçlarına, beklentilerine göre kolayca doldurabildiği; isteyenin istediği zaman
dilimi ve istediği zihniyeti ifade için kullanabildiği”240 ele avuca sığmaz, ufku ve
sınırları belirsiz bir tabirdir. Bu husus ise Selef kavramına yüklenilen-atfedilen
anlama göre değişkenlik arz etmesiyle son derece alakalı bir durumdur.
240
Hasan Onat, “İslâm’ın Ortak Paydasını Kaybetmiş Müslümanların Açmazı: Şiî-Selefî
Kutuplaşması”, İlahiyat Akademi - Gaziantep Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Gaziantep 2015,
s. 125
65
II.
BÖLÜM: SELEFÎLİK
1. Selef ve Selefîlik/Selefiyye Kavramlarının Tanımları
1.1.
Selef Kavramı
Sözlükte “önceden gelmek, geçmişte kalmak”241 ve “önce geçmiş zâtlar”242
anlamlarına gelen Selef kavramı, izafî bir kavram olduğu için ardı ardına gelen tüm
zamanları içermektedir. Şöyle ki, kendisinden sonraki zamanlar için selef (önce)
olurken, kendisinden önceki zaman için halef (sonra) manasına gelmiş olur.243
Kur’an’ı Kerim’de Selef kavramının sekiz yerde geçtiği görülmektedir.244
Ayetlerde kullanılan şekli ile Selef, “geçmişte olan, geçmiş olan, geçmişte yapılan”
ve/veya “ibret alınacak öncüler”245 anlamlarına gelmektedir.
Terim olarak ise Selef, dinde önde gelen ve uyulan tüm âlimler olmakla
birlikte246, genellikle Hz. Peygamber’den sonra gelen, ilim ve fazilet açısından
Müslümanların önderleri olarak görülen Hz. Peygamber’in ashâbı ve tâbîini ifade
etmektedir. Selefin üstünlüğü, Ümmetin en hayırlısının Hz. Peygamber döneminde
yaşayanlar, sonra onu takip edenler olduğu yönündeki Buhari ve Müslim’in
eserlerinde
geçen
rivayetlere
dayandırılarak
desteklenmektedir.
Yine
Hz.
Peygamber’e isnad edilen yetmiş üç fırka hadisinde geçen, “kurtuluşa erenler
İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, s. 1068
Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerîf Cürcânî, Kitabü’t-Ta’rifât, Çev. Arif Erkan, Bahar Yay.
İstanbul 1997, s. 126
243
Said Ramazan el-Bûtî, Selefiyye, Çev. Vecihi Sönmez, Ehl-i Sünnet ve Cemaat Yay. İstanbul 2009,
s. 7
244
Bakara 2/275; Nisa 4/22 ve 23; Maide 5/95; Enfal 8/38; Yunus 10/30 ; Zuhruf 43/56; Hakka 69/24
245
El-Isfahanî, Müfredat, s. 507
246
Cürcânî, Kitabü’t-Ta’rifât, s. 126
241
242
66
kimlerdir” sorusuna Hz. Peygamber’in, “Benim ve Ashabımın yolundan gidenler”
şeklindeki açıklaması, Selefin yolunun üstünlüğüne dayanak olarak getirilmektedir.
İbn Teymiyye gibi şahıslar tarafından daha özel bir anlamda da kullanılan
Selef, hadislere verdikleri önem ve hadis nakliyle uğraşmalarından dolayı Ehlü'lHadis, Eseriyye, Ehl-i Eser, Allah'ın haberi sıfatlarını te’vil etmeyip olduğu gibi
kabul ettikleri için Sıfatiyye veya İsbatiyye ve Ehl-i Sünnet-i Hassa isimleriyle anılan
zümreyi ifade etmektedir.247 Aynı şekilde Selef metodu veya Selef mezhebi
kavramları, Sünnet’e tabi ve teslim olma, derinliğine incelemeden kaçınma, kelâm
ilmiyle haşir neşir olmayıp Eser’e boyun eğme, Kitap ve Sünnetin lafızlarını esas
alma unsurlarını içeren Ehlü’l-eser/Ashâbu’l-Hadis’i ifade etmektedir.248
Mehmet Baktır, Selef kavramını şöyle değerlendirmektedir: “Selefiye için bir
imam ya da kurucu tayin etmek oldukça zor görünmektedir. Çünkü selef kavramı ilk
üç asırda yaşayan âlimlerden belli bir bölümünün genel vasfı olmuştur. Nasıl ki tarih
içinde Ehl-i Sünnet kavramı mezhep farklılıklarına rağmen belli bir topluluğun genel
vasfı olmuşsa selef de ilk üç asırda yaşayan âlimlerin böyle bir vasfı olmuştur. Onları
kendi çağdaşlarından ayıran, nassın zahirine tutunmak ve nasları akli tahlile
tutmamak gibi yöntemi kendilerine şiar edinmeleri gibi özel vasıfları da olmuştur. O
halde selef ilk üç asırda yaşayan ve kendilerine özgü yöntemleri olan zihniyetin
genel adıdır, şeklinde tanımlanabilir”.249
Bununla beraber ontolojik olarak “Selef mezhebi”nin selefin bizatihi tavrı
olduğu söylenemez. Zira bu kavram, siyasi, toplumsal ve düşünce anlamında oluşan
247
248
28
M. Sait Özervarlı, “Selefiyye”, DİA C. 36, İSAM Yay. İstanbul 2009, s. 399
Mehmet Zeki İşcan, Selefilik: İslami Köktenciliğin Tarihi Temelleri, Kitap Yay. İstanbul 2014, s.
Mehmet Baktır, “Mütekaddimîn Selefiyye ve Düşünce Yapısı”, “Kelam İlmi’nin Yeniden
İnşasında Geleneğin Yeri” Sempozyumu, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Elazığ 2004, s. 229
249
67
gelişmelere tepki gösterip eski nizamı arayanların selef’e nispet ettikleri bir argüman
niteliğindedir.250 Yani Selef’in yolunda olmayı iddia edenlerle bizzat Selef zümresi
farklı şeylerdir.
Ayrıca Selef kavramının -özellikle de ıslahatçılar tarafından- “öncekiler”
anlamında İmam Malik, Ahmed b. Hanbel, Ebû Hanife, Eş’arî ve Mâtüridî gibi
âlimleri de kapsayarak daha geniş bir kitleyi ifade ettiği de görülmektedir (Nitekim
bunun örneklerini önceki bölümde zikrettik). Mesela Muhammed A’lâ et-Tehânevî,
Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn isimli sözlüğünde, Selef’in tanımını “şeriatta selef, Ebû
Hanife ve arkadaşları gibi din konusunda (sahih) mezhebi taklit edilen ve izinden
gidilen kimselerdir. Zira onlar bizim selefimizdir. Sahabîler ve tabiîler de onların
selefidirler”251 şeklinde vermiştir.
1.2.
Selefîlik/Selefiyye Kavramı
Sözlük anlamında Selef kelimesinin nisbet ifadesi olarak Selefiyye’yi, “selefe
mensup olanlar, selefin yöntem ve düşüncesini benimseyenler”252 veya daha isabetli
bir tabirle “Selefin (geçmiş otoritelerin) izinden gidenler”253 olarak tanımlayabiliriz.
Selef kavramının tahlilinde de görüldüğü üzere “Selef mezhebi” bağlamında
Selefiyye ve/veya Selefiyyûn kavramları çoğu kez, Hicrî IV. yüzyılda ortaya çıkan
İşcan, Selefilik, s. 28
Muhammed A’lâ et-Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, C.2, 1158/1745; Veda Havaşiye Ahmed
Hasan Besic, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1998/1418, s.385; Ayrıca bkz. Müfrih b. Süleyman ElKûsî, Selefîlik, Çev. Dr. Ahmet İyibildiren, Guraba Yay. İstanbul 2013, s. 34
252
Mevlüt Özler, “Selefiyye”, Kelam – El Kitabı, Ed. Şaban Ali Düzgün, Ankara 2012, s. 115
253
M. Hayri Kırbaşoğlu, “Maziden Atiye Selefî Düşüncenin Anatomisi”, İslâmiyat Dergisi, C. 10
Sayı 1, Ankara 2007, s. 140
250
251
68
Hanbelî mezhebine mensup bir grup insan olarak tarif edilerek Ashâbü’l-Hadis ile
özdeşleştirilmektedir.254
Dini Terimler Sözlüğü’nde Selefîlik kavramı Hicrî IV. asra dayandırılarak şu
şekilde bir “fitne” olarak tarif edilmiştir : “Hicrî IV. asırda Hanbelî mezhebinden
dolayısıyla Ehl-i Sünnet’ten ayrılıp, kendilerine selefiyye veya selefî denilen bazı
kimseler, müteşabih nassların sırf zahirine, konuşma dilindeki manalarına yapışarak
kendi akıllarına göre yanlış manalar verdiler. Bu sebeble teşbih ve tecsîm (Allahü
teâlâyı mahlûkuna benzetme) gibi bozuk bir inanışın içerisine düştüler. Sözlerine
inandırabilmek için de Selef-i Sâlihînin yolunda olduklarını söyleyerek, kendilerine
“Selefiyyûn” (Selefiyyeciler) adını verdiler. Hanbelî mezhebinde olan Ebü’l-Ferec
ibnü’l-Cevzî ve başka âlimler, bu selefiyyecilerin, Selef-i Sâlihîn yolunda
olmadıklarını, bid’at ehli mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin
yayılmasını önlediler. Yedinci asırda ibn Teymiyye (1328/728), bu fitneyi tekrar
alevlendirdi. İbn Teymiyye’nin talebesi olan ibn-i Kayyım el-Cevziyye (1350/751),
hocasının bozuk yolunu devam ettirdi. Hicrî 12. Asırda selefîlik fitnesi, Muhammed
b. Abdülvehhâb tarafından tekrar ortaya çıkarıldı”.255
Hayri Kırbaşoğlu ise bir akım olarak Selefiye’yi “dini, nasslar üzerine bina
edip dinî alanda aklın kullanılmasını asgari seviyede tutmak isteyen bir yaklaşım”
olarak tanımlamanın daha doğru olacağını savunmaktadır.256 Ayrıca Selefiye’nin bir
Muhammed Ebû Zehra, İslâm’da Siyâsî, İtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, Çev. Abdülkadir Şener,
Hisar Yay. İstanbul 2011, s. 210; İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, Haz. Sabri Hizmetli, Umran
Yay. Ankara 1981, s. 61-62
255
Dini Terimler Sözlüğü, s. 614
256
M. Hayri Kırbaşoğlu, “Maziden Atiye Selefî Düşüncenin Anatomisi”, İslâmiyat Dergisi, C. 10
Sayı 1, Ankara 2007, s. 140
254
69
mezhep olmadığını hatırlatan Kırbaşoğlu, hemen hemen bütün ekollerde farklı
ölçülerde de olsa mevcut olabilen bir zihniyet olduğunun altını çizmektedir.257
Müfrih b. Süleyman el-Kûsî, Selef ve Selefîlik ilişkisini şöyle tanımlamaktadır:
“Kim Kitap ve Sünnet’e sarılır, bunları anlamada ve bunlarla amel etmede
sahabîlerin ve tâbilerin yolundan giderse, sonraki nesillerin içinde yaşamış olsa bile
selef dairesi içine girer, selefe nispet edilir ve ona Selefî denir. O halde selefiler; ister
fıkıhçı, ister hadisçi, ister tefsirci, isterse de başkaları olsun, kıyamete kadar ilk üç
nesilden Selef-i Salihin’in sarıldığı şeylere sarılan, onların yolundan yürüyen ve
onların izinden giden herkestir”.258 Bu tanımla Kûsî, Selefîlik kavramını Kur’an ve
Sünnet’e sarılıp bu ikisini başka şeylerin önünde tutan, inanç ve amelde Selef-i
Salihin’in yolunu izleyen her kesime atfederek kapsacıyı bir metot izlemektedir.
Kûsî, “Selefî yönelişi” üç aşamaya ayırmaktadır: Birinci aşama; İslâm’ın ilk
dönemlerinde ortaya çıkan farklı itikadî düşüncelere karşı Ehl-i Sünnet âlimlerinin
sahabe ve tabiinin tevhit anlaşıyına sahip çıkarak bid’atlere karşı çıkması evresi olan,
Hicrî 3. Miladî 9. Asırda başlayarak Hicrî 5. Miladî 12. Asra kadar süren “medenî
etkileşim aşaması”dır. Bu aşamanın önde gelen isimleri; Ahmet b. Hanbel, Ebû
Hanife (150/767),
Malik b. Enes (179/795),
İmam Şafii (204/820), Buhârî
(256/870) ve hocası İbn Muhammed el-Cûfî (229/844), Müslim (261/875), İbn Mace
(273/887) vs.’dir. Ebû Hanife dışında, zikredilen 30 küsür ismin hepsi de Ehl-i Hadis
taraftarı ve hadisle uğraşan kişiler olması dikkat çekmektedir. Bu aşamada
kaydedilen özellikler, Kur’an ve Sünnet’e tabii olmak, bu naslara ve Sahabe ve
257
258
Kırbaşoğlu, “Maziden Atiye Selefî Düşüncenin Anatomisi”, s. 142
el-Kûsî, Selefîlik, s. 39
70
Tabiinin rivayetlerine sarılmak, itikadî meselelerde te’vilden kaçınarak tartışmayı
terk etmek ve kelam ilmiyle uğraşmamaktır.
İkinci aşama; Müslümanların önce haçlılar, sonra Moğolların saldırısına
uğradığı, bilimsel faaliyetlerin azaldığı, ictihad kapısının kapandığı, bağımsız
düşüncenin yok olduğu, taklit ve mezhep taassubunun egemen olmaya başladığı,
ilmin öncekilerin söylediği sözleri ezberlemekten ibaret hale geldiği ve İslâmî
duyarlılığın azaldığı “İlmî donukluk ve mezhebî parçalanma” aşamasıdır. Bu
dönemin sosyal, siyasi, ilmi ve dini şartları Selefî uyanışa yol açmış, İhlaslı İslâm
âlimlerini İslâmda birliğe, taassuptan kurtulmaya, İslâmı Tasavvufçuların ve diğer
grupların dine bulaştırdığı hurafelerden arındırmaya, ictihad kapısını tekrar açmaya
ve fikri donukluktan kurtulmaya çağrı yapmalarına sevk etmiştir. Bu aşamadaki en
belirgin şahıs ise İbn Teymiyye (728/1327)’dir. Bu iki aşama arasında itikat ve fikrî
temellendirme açısından ayniyyet söz konusu olmakla birlikte akıl ve kıyası
kullanma ve muhtelif fırkalarla münakaşa açısından fark gözetilmiştir. Bunun sebebi
de birinci
aşamada
bulunmayan
bid’at
ve
hurafelerin,
ictihad
kapısının
kapanmasının, vahdet-i vücutçu Tasavvufî ve felsefî söylemlerin ikinci aşamada
bulunmasıdır. Kûsî, modern çağın başındaki ıslahat hareketlerini de bu aşamada
zikretmektedir. Toplumsal yenilenme hareketleri olarak da adlandırılan bu
hareketlerdeki başlıca isimler; Şah Veliyullah (1176/1762), İbn Abdilvehhâb
(1206/1792), Şevkânî (1250/1834) vs’dir.
Üçüncü aşama; Hicri 14./Miladi 19. Asra tekabül eden, İslâm âleminin
Batı/Hristiyan milletlerinin tehdidi altında olduğu, müsteşriklerin İslâm beldelerinde
faaliyet yürüttüğü, Müslümanların Batıcılık ve Laikçiliğe eğilmeye başladığı,
hilafetin düştüğü ve İslâm âleminin milliyetçilik kisvesi altında bölündüğü asır olan
71
Batı ile temas aşamasıdır. Bu dönemin öne çıkan isimleri Muhammed b. Ali esSenusî (1276/1859) ve Reşid Rıza (1354/1935)’dır. Kûsî bu dönemi, Selefîliğin
varlığını pekiştirdiği bir dönem olarak değerlendirmektedir.259
Cemaleddin Afgânî ve Muhammed Abduh’un hareketini ise Kûsî, Selefîliğe bir
kaç noktada benzeyen ancak Selefîlik olarak kabul edilemeyecek bir hareket olarak
değerlendirmektedir. Bunun sebebini ise bu hareketin aklı yüceltip naklin önüne
geçirerek Mu’tezile’nin yöntemine yaklaşması olarak izah etmektedir.260
“El-cihetü’l-bid’iyye” (yeni yönelişler) terimine karşıt olarak “el-cihetü’sselefiyye” (selefi cihet) şeklinde ve “et-tarikatü’n-nebeviyye es-selefiyye” (nebevî ve
selefi yol) şeklinde olmak üzere Selefiye kavramının ilk kullanımının İbn Teymiyye
ile başladığını belirten Mehmet Zeki İşcan, bu kullanımın oluşmuş bir yapıdan veya
hareketten ziyade “dışarıdan İslâm düşüncesine karışan yabancı unsurlardan dini
temizleme ve ilk İslâm toplumunun “saf”lığına dönme niyetine” tekabül ettiğinin
altını çizmektedir.261 Bununla beraber Selefiyye, Selef’e nispet edilmesi ve Kur’an,
Sünnet ve ilk üç neslin uygulamalarıyla dini düşüncenin sınırlanması bakımından
Ehlü’l-Eser’in devamı olarak görülmektedir. Selefiyye’nin Ehlü’l-Eser’den farkı ise,
takip edilen Ashâbu’l-Hadis’in yolunun belirsizleşmesi, basit yapısını yitirip
karmaşıklaşması karşısında bu yolun ıslahı amacı içinde oluşu olmaktadır. 262 Ancak
çoğu zaman bu farkın göz ardı edilmekte olduğunu ve Selefiyye’nin tanımı
yapılırken Ashâbu’l-Hadis’in tarifinin verildiğini müşahade etmekteyiz.263 Buradaki
259
El-Kûsî, Selefîlik, ss. 62-115
El-Kûsî, Selefîlik, s. 115
261
İşcan, Selefilik, s. 29
262
İşcan, Selefilik, s. 29
263
Mesela bir çalışmada Selefiyye’nin metodu şu şekilde tarif edilmektedir : “İnanç esaslarıyla ilgili
konularda müteşabihler de dahil olmak üzere ayet ve hadislerde bildirilenler ile yetinip, bunları aynen
kabul edip, teşbih ve tecsime düşmemekle beraber, te’vil yoluna da gitmeyen Ehl-i Sünnet topluluğu
260
72
sorun, atıfta bulunulan Selef ile, kendini Selefî olarak addeden veya Selefiyye
akımına mensup olduğunu iddia eden kesimlerin “Selef’in yolunda” olma iddiaları
arasındaki ayrımın göz ardı edilmiş olmasında gizlidir.
2.
Selefîliğe Yönelik Sorun ve Tespitler
Her kavramın bir doğuş ve gelişim süreci vardır. Bu kavramlar, zamanla
evrilerek yeni boyutlar kazanır ve ilk anlamından farklılaşır. Selef kavramından
türeyen Selefiyye ve/veya Selefîlik kavramları da günümüzde birden fazla anlamı
barındırmaktadır. Bu hususta Selefîlik, bu kavramın kimler tarafından hangi anlamda
ve hangi zihniyet veya harekete nispetle kullanıldığı hususu farklılık arz etmektedir.
Günümüzde, Selefîlik denince akla gelen algılar şu şekildedir:
1. Kur’an ve Sünnet’e sarılıp Sahabe ve Tabiûn’un yolunu başka herşeyden
üstün tutarak bu anlayışla amel edenler. (Kapsayıcı tanım)
2. Ehl-i Hadis çizgisini benimseyen, akıl yürütmeye ve yoruma kapalı olan
gelenekselçi/fundamentalist kesim.
3. Şer’i hükümleri çıkarma noktasında sadece Kitap ve Sünnet’e başvuran,
onlar
dışındaki
hükümleri
geçersiz
kabul
eden
oluşumlar.264
(yani
mezhepsizlik)
4. Dine nüfuz etmiş bid’at ve hurafelere karşı savaş açmış ve bunları dinden
arındırarak İslâm’ı saf haline döndürme gayesinde olanlar. (başlangıcı İbn
ile daha sonraki çağlarda bu yöntemi kabul edenlerdir”. bkz. Özler, “Selefiyye”, Kelam – El Kitabı, s.
115
264
http://selefilik.com/selefilik-nedir-ne-degildir/
73
Teymiyye’ye dayandırılan ve XVII.-XVIII. Yüzılda tekrar ortaya çıkan
ıslahatçı zihniyet)
5. Vehhâbîlik veya Cihatçı oluşumlar.
Çalışmamızın bu kısmında önce Ehl-i Hadis ile özdeşleştirilen Selefîlik algısı,
sonra XVIII. Yüzyılda Afgânî ile başlayan ıslahat hareketleriyle bağdaşlaştırılan
Selefîlik algısı ele alınacaktır. Selefîliğin İbn Teymiyye ile ilişkisine tezimizin önceki
kısmında değinildiği için burada tekrar değinilmeyecektir. Cihatçı oluşumlar ile
bağdaşlaştırılan güncel Selefî hareketler ise konumuzun kapsamını aşacağı için
tezimize dahil edilmeyecektir.
2.1.
Selef-i Salihin ve Ehl-i Hadis Taraftarları ile Özdeşleştirilen
Selefîlik
Selefiyye terimi, yaygın bir şekilde Ehl-i Hadis/Ashâbu’l-Hadis/Ehl-i Sünnet-i
Hassâ ekolüyle irtibatlandırılmaktadır. Burada “Halefiyyûn”un mukabili anlamındaki
“Selefiyyûn” denen güruh ile; daha sonraki dönemlerde bu güruhla beraber Selef-i
Salihin’in izinde olma iddiası taşıyan oluşumlar arasındaki ayrım, dolayısıyla
Selefiyye kavramındaki anlam kayması gözardı edilmektedir. Bu durum, Ehl-i Hadis
ile kendilerine Selefî denen modern dönem tüm ıslahatçıların aynı zihniyete veya
aynı sözde “mezhebe” mensup oldukları gibi yanlış bir kanaate yol açarak bir anlam
karmaşasına sebep olmaktadır. Örnek alınan, ideal topluluk olarak görülen Selef-i
Salihin’in yolundan gittiği iddiasını taşıyan (erken dönem idealizasyonu), akıl karşıtı,
te’vil karşıtı, literal zihniyete sahip Ehl-i Hadis, yaygın bir şekilde Selefiyyûn veya
Selefiyye olarak adlandırıldığı gibi; aklı önemseyen, te’vile başvuran, içtihadı
diriltmek isteyen ve İslâmı bid’at ve hurafelerden arındırmayı hedefleyen, aynı
74
zamanda İslâm birliğini oluşturmayı gaye edinen Afgânî, Abduh ve Reşid Rıza
çizgisinde olanlar da -Selef’e dönüş çağrısı yaptıklarından ötürü- Selefiyyûn olarak
nitelenmektedir. Bu noktadaki problemleri daha iyi görmek adına, Ehl-i Hadis
taraftalarları bağlamında ele alınan Selefîlik tanımlarından bazılarını tekrar ele
alalım.
Selefîlik kavramının tahlilinde de değindiğimiz gibi, birçok çalışmada Ehl-i
Hadisle özdeşleştirilen Selefiyye, bir ekol çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu
ekolün temellerinin ise, Selef’in prensiplerini benimseyen Ahmed b. Hanbel
tarafından atıldığı öne sürülmekte ve aynı çalışmalarda Selef akidesinin (yani Ehl-i
Sünnet-i Hassâ’nın) 7 esası zikredilmektedir.265
Diyanet İslâm Ansiklopedisinin Selefiyye başlığında, Selefiyye’nin önce genel
anlamda, sonra ise modern Selefîlik alt başlığı altında ele alındığını görüyoruz.
Modern Selefîlik başlığından önce zikredilen bilgilerde, Ehl-i Sünnet-i Hassâ, Ehl-i
Hadis (Selef ekolü olarak da anılmaktadır) ve İbn Teymiyye’den bahsedilmektedir.
Bu bağlamda İbn Hanbel’in, Selef düşüncesinin temellerini ortaya koyduğu ve İbn
Teymiyye’nin sistematik kurucu olduğu yaygın bir kanaattir. “Bu sırada Selefin
görüşlerine vurgu yapıp onlara bağlılıklarını ifade ettikleri için sonraları Ehl-i Hadîs
yerine daha ziyade Selefî adıyla anılmışlardır. Müteahhirîn döneminde İbn
Teymiyye’nin yolundan gidenlerin Selefîlikle özdeşleşmesine yol açan hususlar, hem
kendisinin, hem öğrenci ve takipçilerinin İslâm ilimlerini Felsefî düşüncelerden
arındırma, ayrıca Tasavvuf adı altında Müslüman toplumu şahıs veya nesnelere
Halil İbrahim Bulut, Dünden Bugüne Siyasi-İtikâdi İslâm Mezhepleri Tarihi, Ankara Okulu Yay.
Ankara 2012, ss. 276-285; bkz. Bkz. İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, Haz. Sabri Hizmetli,
Umran Yay. Ankara 1981, s. 61; bkz. Mehmet Ali Büyükkara, İhvan’dan Cüheyman’a Suudi
Arabistan ve Vehhabilik, Rağbet Yay. İstanbul 2004, s. 25
265
75
kutsiyet atfeden uygulamalardan ve yaygınlaşma temayülü gösteren hurafelerden
uzaklaştırma çabaları olmuştur.”266
Aynı şekilde Uludağ da Eseriye, Ehl-i Hadis, Sıfatiye ve İsbâtiye’yi
Selefiye’nin mensupları olarak anmakta ve Mütekaddimûn - Müteahhirûn Selefiye
ayrımına değinmektedir.267 Buna göre Mütekaddimûn Selefiye, “Cehmiyye,
Mûtezile, Mürice, Şia ve Haricî olmayan, hadislerde anlatılan ve Sahabe, Tabiun ve
Tebe-i Tabiin tarafından anlaşılan İslâm anlayışını benimseyen”ler olurken,
Müteahhirûn Selefiye, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye ile başlayan bir
hareket olmaktadır. Afgânî ve Abduh ile başlayan 3. Dönem ise “yeni Selefiye
hareketi” olarak tanımlanmaktadır.268 Vahhâbilik ise “Bilgisizlikleri, aşırılıkları ve
taasubları bir yana bırakılırsa, bugünkü Vahhâbîlik, layık olduğu seviyeye çıkamamış
bir Selefîlik”269 olarak anılmaktadır.
Bir eserinde “Selefiyye Mezhebi”ni metheden, bir mutasavvıf olan Muhammed
İhsan Oğuz (1887-1991), Selefiyye’yi şu şekilde tanımlanmaktadır: “Bu kitapta:
Yüce sahâbelerin, onlara ululukta ve iyilikte uyan tabiînin, müctehid imamların ve
onların yolu üzere giden önceki ve sonraki sâlih kimselerin bid’atsiz, muhdessiz ve
hiçbir sapkınlık içermeyen sadece ve sadece Allah’ın Kitabının ve Rasûlullah’ın yolu
olan pâk ve tertemiz Selefiyye Mezhebi’nin esasları […]”.270 Selefiyye’nin Ehl-i
Sünnet-i Hassâ, Eş’arîlerin ve Mâtürîdîlerin ise Ehl-i Sünnet-i Amme olduklarını
belirten Oğuz’un, Mâtürîdiyye’nin Selefiyye’ye Eş’ariyye’den daha yakın olduğunu
Özervarlı, “Selefiyye”, DİA C. 36, s. 400-401
Uludağ, İslâm Düşüncesinin Yapısı, s. 33
268
Uludağ, İslâm Düşüncesinin Yapısı, s. 35
269
Uludağ, İslâm Düşüncesinin Yapısı, s. 72
270
Muhammed İhsan Oğuz, Mufassal Mezheb-i Selef – Selefiyye Mezhebi: İlk Müslümanları Örnek
Alma Yolu, Oğuz Yay. İstanbul 2005, s. 191
266
267
76
bildirmesi ise ilginçtir.271 Oğuz, Selefiyye hakkında şunları söylemektedir:
“Selefiyye’ye, haber ve eser (sünnet) yoluna girenler ismi de verilir […]
Selefiyye’nin hepsi; Ehl-i Sünnet-i Hassâ’dır. Hanefiyye, Selefiyye’dir. Önceki ve
önde gelen Mâlikî’ler ve Şâfiî’ler Selefiyye’dir. Hanbelîlerin çoğu Selefiyye’dir.
Mezheb imamları tamamiyle Selefiyye’dir.”272 Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnet-i Hassâ,
Selefiyye olarak nitelendirilmiştir.
Ehl-i Hadis’i doğrudan Selefiyye veya Selefîlik olarak niteleyen bu çalışmaları
dikkate alarak şu hususun önemini vurgulamak istiyoruz: Selef akidesini oluşturanlar
(Ehl-i Hadis) ile Selef-i Salihin’in yoluna dönmeyi düstur edinen Islahatçı Selefî
hareketler, gerek gaye bakımından, gerek üslup bakımından, gerekse konum
bakımından birbirinden ayrı şeylerdir. Gaye bakımından farklıdır. Zira Ehl-i Hadis’in
gayesi, mecvut dini anlayışı muhafaza edip (özellikle kelamcılara karşı) bid’atlerden
ve te’vil’den korumak iken, Selefî söylemin gayesi, mevcut olan (fıkhın
taklidçiliğine hapsedilmiş, tasavvuf adı altında hurafelerle ve dine uymayan
kaidelerle dolmuş) din anlayışını Selef’in (kimine göre Ehl-i Hadisten ibaret olan
Selef-i Salihin, kimine göre daha geniş anlamda geçmişte olan tüm İslâm uleması)
yoluna dönüş çağrısıyla –tabiri caizse- format etmektir. Üslup bakımından farklıdır.
Zira Ehl-i Hadis’te muhafazakâr ve anti-te’vil’ci bir üslup bulunmasına karşılık
Selefîlikte, mevcut düzene (gelenekçi İslâm anlayışına) başkaldıran ve buna karşı
içtihadı savunan bir üslup hakimdir. Konum bakımından farklıdır. Zira Ehl-i
Hadis/Selef-i Salihin Selefîler tarafından üstün görülen ve örnek alınması gereken bir
Oğuz, Mufassal Mezheb-i Selef – Selefiyye Mezhebi, s. 205
Oğuz, Mufassal Mezheb-i Selef – Selefiyye Mezhebi, s. 208; Not: s. 207 de sadeleştiren, s. 107 de
orijinali bulunan metinde sadeleştiren Selefiler terimini kullanmakta, ancak müellif, orjinalinde
Selefiyye terimini kullanmaktadır.
271
272
77
idealdir. Bütün bu hususlar, Ehl-i Hadis ve Selefîliğin birbiriyle özdeşleştirmenin
yanlışlığını göstermekte ve aralarına net bir çizgi konulmasını gerektirmektedir.
2.2.
Islahat Hareketleriyle Ortaya Çıkan Selefîlik
Selefîliği “dine karışmış bid’atlerden arındırma eğilimi” şeklinde tanımlayan
David Commins gibi,273 Batılı kaynaklarda Selefîlik, bir önceki bölümde
zikrettiğimiz tanımlardan tamamen farklı olarak, ilhamını İbn Teymiyye’den alan,
Afgânî ve Abduh ile başlayan, dini, kültürel, sosyal ve politik boyutları olan modern
dönem ıslahat hareketlerinin genel adı olarak değerlendirilmektedir.274
XVIII. ve XIX. Yüzyılda başta Osmanlı olmak üzere İslâm dünyasının
zayıflamış olması ve dış güçlerin tehdidine maruz kalması, mevcut durumdaki
İslâm’ı kalkındırma gayesini üstlenen275 ıslahatçı/reformcu akımların ortaya
çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu düşünce hareketlerinin amacı; İslâm’ı aslına irca
ettirerek,
yani
Selef’in
geleneğine
döndürerek
ıslah
etmek
olmuştur.276
Muhafazakârların kutsal metinlerin yorumu konusunda her yeniliği reddeden tavrına
ve Sufîlerin durgunluğu ve ataletine karşı olarak ıslahatçılar, İslâm dünyasının ve
Müslüman toplumun kalkınması için çözümü, asırlar boyunca niteliği değiştirilmiş
ve bozulmuş dini aslına (Selef’in İslâmına) döndürerek yenilemekte bulmuşlardır.277
İşte bu “Selef’e dönme” sloganından hareketle ıslahatçılar, Selefiyye olarak çoğu kez
bir hareket bağlamında, bazen de parti/fırka bağlamında anılır olmuştur.
Bu
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 93
Emad Eldin Shahin, “Salafiyah”, The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World, vol. III,
New York 1995, ss. 463-468
275
Sourdel, L’Islam, s. 122
276
Dominique & Janine Sourdel, Dictionnaire Historique De L’Islam, Presses Universitaires de
France, Paris 1996, s. 704-705
277
Ghalioun Burhan, « Pensée Politique et Sécularisation En Pays D’Islam », L’Islamisme, ed.: Serge
Cordellier, Editions La Découverte, Paris 1994, s. 17
273
274
78
bağlamda Selefiyye olarak adlandırılan genel ıslahat hareketinin kökeni Mısır,278
öncüleri veya kurucuları olarak ise Afgânî ve Abduh kabul edilmektedir. Bu dönem
ve şahıslar hakkında Charles Rizk, şöyle söylemektedir: “Selef, Selefiyye, İslâm’ın
ilk saflığına dönüş, bu dönemin anahtar kelimeleridir. Bu kavramlar, Cemaleddin
Afgânî’nin ve Muhammed Abduh ve Reşid Rıza başta olmak üzere öğrencilerinin
sürekli tekrarladıkları temaydı. Hiçbir şekilde Arap milliyetçisi olmayan bu kişiler,
yalnızca Müslüman ıslahatçılardır ve kendilerini de böyle tanımlarlar.”279 Selefî
hareketin temel ilkelerini barındıran basımlar olarak da Afgânî ve Abduh’a ait
Urvetu’l-Vüska
dergisi
ve
Abduh
ile
Reşit
Rıza’nın
Menâr
dergisi
gösterilmektedir.280
Aynı şekilde Henri Laoust da Cemaleddin Afgânî ve Muhammed Abduh’un
1883 yılında Paris’te kurdukları reform “örgütünü”, amblemi “Selefiye”, organı “ElUrvetü’l-Vüskâ” unvanlı bir örgüt olarak tarif etmektedir.281 Selefîlerin ilk yayın
organları olarak ise Menâr dergisi ve Selefiye matbaası’nda basılan başta Mecelletü
Selefiye ve Fath adlı yayınları zikretmektedir.282
Menâr dergisinde de yayımlanmış olan bir şiirinde283 Cemaleddin elKasımî’nin kendini Selefî olarak tanıttığına rastlamaktayız:
“İnsanlara sorarsan Benim yolum Cemalîlik; Güya akıl danışana Böyle
dermişim!
Seyyid Hüseyin Nasır, “Islam in the Islamic World Today, An Overview”, Islam in the
Contemporary World, ed.: Cyriac K. Pullapilly, Cross Roads Books, Notre Dame/İndiana 1981, s. 11
279
Charles Rizk, Entre L’Islam et l’Arabisme, Editions Albin Michel, Paris 1983, s. 147-148; bkz.
Tarık Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, Çev.: Ayşe Meral, Anka Yayıncılık, İstanbul 2005, s.
67-68
280
Milton-Edward, Islamic Fundamentalism Since 1945, s. 23
281
Henri Laoust, Pluralismes Dans L’Islam, Geuthner Yay., Paris 1983, s. 175
282
Laoust, Pluralismes Dans L’Islam, s. 177-178
283
Reşid Rıza, El-Menâr, C. 17, Matbaatü’l-Menâr, Kahire 1332/1913, s. 633
278
79
Yo, yo! Gerçek şu ki Selefîyim ben! Mezhebim Allah’ın Kitabı’dır vallahi,
Yüce Rabbimin Kitabı! Bir de Hadislerden Mevzû olmayanlar, Yani uydurulmamış
Hadisler! Ben insan sözüne değil, Hakikate kulak asarım açıkçası! Ve bence taklîd
cehalettir, Her yerde, her zaman Körlüktür vesselâm!”284
Kendini Selefî olarak tanıtanlarla ilgili rastladığımız ilk veri olması hasebiyle
önem arz eden bu şiir, ıslahat hareketi bağlamındaki Selefîliğin özelliklerini
barındırmasıyla da dikkat çekmektedir. Taklide karşı olma, dinin kaynaklarının
mezhepler değil, doğrudan Allah’ın Kitabı ve uydurulmamış olan hadisler olması ve
insan sözünün bağlayıcı olmadığı, sadece hakikatin bağlayıcı olması gerektiği
şeklindeki hususlar, bu anlamda Selefîliğin çizgilerini oluşturmaktadır.
Selefîliği bir ilericilik (progressisme) hareketi olarak tanımlayan Paris İslâm
Enstitüsü Profesörü Jacques C. Risler, öncüleri Afgânî olan Selefîleri “dinin hiç bir
çehresinde modern bilimlere karşıtlık bulunmadığı anlayışını benimseyenler”
şeklinde vasıflandırmaktadır.285 Risler, Napoleon Bonaparte’ın Mısır’a gelişiyle
başlayan İslâmî uyanış286 ve Arap rönesansını Vahhâbilik ve Modernizm olmak
üzere iki temel eğilimle açıklarken, Selefî hareketi bu iki uç anlayış arasında
konumlandırmaktadır.
Avrupa’nın teknik yönden gelişmesi ve işgalci tavrından dolayı kendini yapısal
olarak savunma durumunda hisseden Müslüman dünyasındaki direnişten bahseden
Olivier Roy ise İslâm düşüncesinde köktenciliği iki kısma ayırmaktadır. Bunlardan
birincisi, bir mezhebe bağlı olan, temel ilke olarak taklidi kabul eden, kendisinden
Abdürrezzâk b. Hasan b. İbrâhim el-Meydani ed-Dımaşki Baytar, Hilyetü'l-beşer fî tarihi'l-karni'ssalis aşr, C. 1 1335/1916, Thk. Muhammed Behce Baytar, Dâru Sadır, Beyrut 1993/1413, s. 436;
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 109
285
Jacques C. Risler, La Civilisation Arabe, Editions Payot, Paris 1955, s. 258-259
286
Risler, La Civilisation Arabe, s. 257
284
80
öncekileri kabul edip en küçük yenilikleri reddeden ve çoğunun Tasavvuf ile de bağı
bulunan bir kitle olan gelenekçi kesimdir. İkincisi ise metin şerhlerini, dervişlikevliyalık gibi halk dindarlığını ve hurafeleri eleştirerek temel metinlere dönmek
isteyen reformcu/ıslahatçı kesimdir.287 Buna göre Reformcu/ıslahatçı köktenciler,
önce Şah Veliyullah ve Muhammed b. Abdülvehhâb’ın hareketi, sonra XIX.
Yüzyılda ortaya çıkan, temsilcilerinin Afgânî, Abduh ve Reşid Rıza olduğu Selefiyye
hareketidir. Roy bu hareketi “köktencilik ile İslâmcılık arasındaki geçişi sağlayan bir
akım” şeklinde değerlendirmektedir.288 Bu reform/ıslah hareketi, modernliğin
benimsenmesi olarak değil, modernlik üstüne düşünmeyi sağlayacak olan
Peygamber’in Sünnetine dönüş hareketidir.289 Roy, Selefîliğin metodunu ise şu
şekilde açıklamaktadır: “Reform mantığını sonuna kadar götüren Selefîlik, daha önce
yapılmış açıklamaları dikkate almadan, temel metinler olan Kur’an ve Sünnet’e
yorum getirmeyi yani ictihad hakkını talep eder”.290 Selefîliğin siyasetle ilişkisini ise
şu şekilde değerlendirmektedir: “Selefî düşünce siyasal planda geleneksel kalır.
Mevcut Müslüman hükümetleri toptan mahkûm ettikleri görülmez. Siyaset mercii
olarak devlete değer verilmez. Devlet ümmetten ayrı olarak bir araçtır. Ümmet
devletin berisinde ve ötesindedir. Devletin tek rolü şeriatı uygulamaktır. Selefiyye
hiçbir zaman bir siyasal harekete dönüşmedi, fakat 20. YY. Bütün reformcu
fundamentalistleri üzerinde iz bıraktı”.291 “İslâmcılık, Selefiye’ye göre bir süreklilik
ama aynı zamanda bir kopukluk arzeder. İslâmcılar, genellikle Selefî teolojiyi
benimserler: Kur’an’a, Sünnet’e ve şeriata dönüşü salık verirler ve geleneğin
Roy, Siyasal İslamın İflası, s. 51
Olivier Roy, L’échec de l’Islam Politique, Editions du Seuil, Paris 1992, s.47; Roy, Siyasal İslamın
İflası, Çev. : Cüneyt Akalın, Metis Yay., İstanbul 1994, s. 50
289
Roy, Siyasal İslamın İflası, s. 51
290
Roy, L’échec de l’Islam Politique, s. 49; Siyasal İslamın İflası, s. 52
291
Roy, Siyasal İslamın İflası, s. 54
287
288
81
malzemelerini reddederler (şerh, felsefe, ama aynı zamanda dört büyük fıkıh okulunu
yani mezhepler); dolayısıyla ictihad hakkını talep ederler. Ama bununla yetinmezler.
Üç nokta, İslâmcıları ulemanın köktenciliğinden açıkça ayırır: siyasal devrim, şeriat
ve kadın sorunu.”292 Roy’un bu değerlendirmesi Batı müsteşriklerinin Selefîliğin
doğuşu hakkındaki genel kanaatidir.
Selefîliği, Abduh tarafından başlatılan bir hareket olarak ele alan Lapidus, 18.20. Yüzyıl arasında İslâm dünyasında meydana gelen ıslahat hareketlerini bir tabloda
ele alırken, Mısır’da Kuzey Afrika başlığı altında bir Selefiye örgütünden
bahsetmektedir.293 Bu hareketin özelliğini, Kur’an’a ve Sünnet’e dönüş, ictihad hakkı
ve donuklaşmış geleneğe karşı itaati terk edip modernizmi mezcetme olarak
belirtmekte ve şöyle devam etmektedir : “Bu modernist ve reformist düşüncenin
karışımı, Mısır, Arap Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Selefiye hareketini doğurdu.
Kuzey Afrika’da Selefiye hareketi, 1920’lerde Fas ve diğer Fas kasabalarındaki
burjuva tüccarların temel ideolojik prensibi oldu. Cezayir’de şehirli zengin
tabakasına hitab etti. Köyden şehre göç etmiş kitleler tarafından benimsendi. Fas ve
Cezayir’de reformizm, belirli bir sınıf çevresini aştı. Bir müddet için Fransız
yönetimine karşı direniş ve millî kimliğin ideolojisi oldu. Bu hareketler, türbe ve
evliyaya tapınma ile muska şeklinde dinî mahiyetteki uygulamaları ıslah etmek
gayesiyle eğitim reformuna eğildiler. Modern ekonomik ve teknolojik şartlar
karşısında kendilerini yenilemeye yöneldiler. Bunlar pasif ve bazen de aktif bir
şekilde, İslâm ülkeleri ve toplumlarının yeniden canlandırılması kaydıyla, Avrupa
Roy, Siyasal İslamın İflası, s. 56
Ira M. Lapidus, Modernizme Geçiş Sürecinde İslam Dünyası, Çev. İ. Safa Üstün, M.Ü. İlahiyat
Fakültesi Yay. İstanbul 1996, s. 28
292
293
82
güçlerinden otonominin elde edilmesi gerektiğini savundular. Bu çerçevede, yoğun
bir siyasi çaba içerisinde oldular.”294
Louis Massignon, günümüz Müslümanlarını Sosyo-Politik açıdan şu şekilde
sınıflandırmaktadır: Mutlak teokrasi yanlısı Entegrist muhafazakârlar (Türkiye’de ve
Fars’ta); ılımlı muhafazakârlar (geçici halifelik veya gelenekçi Arap halifeliği
taraftarı); aşırı Vehhâbîliğin fanatik ve militan ihvanları olan sağ reformcular
(Selefiyye olarak belirtilmektedir); Hindistan ve Mısır liberallerinin dahil edildiği sol
reformcular (Islahiyye olarak belirtilmektedir).295 Sömürgeciliğin büyüyen baskısı
karşısında İslâm hukukçularının püritenlik tutumları içinde sertleştiğine işaret eden
Massignon, Selefî hareketi şu satırlarda değerlendirmektedir: “Ne zaman yabancı
kültürler İslâm âlemini kuşatsa, Hanbelî mezhebi ortodoks fikirlerin savunmasına
geçmiştir: 9. Asırda Mu’tezile’nin Helenistik felsefesinin istilasına ve felsefecilere
karşı; 13. Asırda Fransız ve Moğol koalisyonuna karşı; 18. Yüzyılda Osmanlı
devletinin ve Delhi devletinin Avrupalılaşmasına karşı. Burada ise teolojik bir ekol
olan Selefîliğin eklentisi olan Vahhâbî hareketi öne çıkmıştır. Bu hareket,
meşruiyetini İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye’nin yazılarından alan bir öze
dönüş hareketidir.”296 Vahhâbîlerin İbn Teymiyye ve İbn Kayyım’ı çok fazla
bir özgünlük olmadan yorumladıklarını söyleyen Massignon, buna mukabil
Selefîleri; edebî bir özgünlüğe sahip olan ve tartışılmaz bir toplumsal etki meydana
getiren Cemaleddin Afgânî, Abduh ve Reşid Rıza’yı andıran reformcular olarak
tanımlamaktadır.297 Ayrıca bu hareketin daha sonra Hasan el-Benna ve Müslüman
Kardeşler hareketiyle devam ettiğini ilave etmektedir. Bununla beraber Massignon,
Lapidus, Modernizme Geçiş Sürecinde İslam Dünyası, s. 29-30
Massignon, Opera Minora (Tome I), s. 50
296
Massignon, Opera Minora (Tome I), s. 226
297
Massignon, Opera Minora (Tome I), s. 227
294
295
83
Avrupalı eleştirilerin (muhtemelen Grünebaum’un eleştirisi) Selefî hareketinde
özgünlük açısından eksiklik bulunduğu yönünde olduğunu kaydetmektedir. Bunun
gerekçesi olarak da, hareketin “öze/Selef’e dönüş” doktrininin Hindu-Avrupalı
Semitiklerin çabalarına benzediği argümanı sunulmaktadır.
Bir eserinde Cezayir’in durumunu anlatırken de Massignon, bir tarafta
reformist/ıslahçı eğilim, diğer tarafta Selefî eğilim olmak üzere iki eğilimden
bahsetmekte ve burdaki Selefî eğilimi “ilkel Arap İslâmı’nın yeniden doğuş
hedefinde olan tutucu/aşırı dinci (puritaine) bir eğilim” şeklinde tarif etmektedir.298
Endonezya’daki Selefîliği ele alırken ise kısmen Vehhâbî oldukları söylenen
Modernist bir Selefiyye örgütünden bahsetmektedir.299 Hindistan Selefiyyesini ise
Reformist bir Sünnî hareket şeklinde tanımlamaktadır.300
Yusuf Guraya, Selefî hareketin başlangıcını Cemaleddin Afgânî ve
Muhammed Abduh’a dayandırmaktadır. Hedeflerinin Kur’an ve Sünnet İslâmına
dönmek olduğunu belirten Guraya, doktrinlerinin temel taşlarının Urvetü’l-Vuska ve
Menâr dergilerinde bulunduğunu belirtmektedir.301 Guraya, Mısırdaki Selefiyye
okulunun, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım’dan etkilenen Vehhabî hareketinden çok şey
miras aldığını söylemektedir. XVIII-XIX. YY.’ın öne çıkan isimlerden Şah
Veliyullah, Muhammed b. Abdilvehhâb ve Şevkânî’yi zikretmekle beraber onlarla
ilgili Selefîliğe dair birşey söylememekte, sadece onların İbn Teymiyye ve İbn
298
Louis Massignon, Annuaire du Monde Musulman, Presses Universitaires de France, Paris 1955, s.
231
299
Massignon, Annuaire du Monde Musulman, s. 111
300
Massignon, Annuaire du Monde Musulman, s. 154
301
Muhammad Yusuf Guraya, İslamic Jurisprudence in the Modern World, New World Printers,
Lahore 1986, s. 26
84
Kayyım el-Cevziyye’nin geliştirdiği fikriyatın çizgisinde olup rönesans hareketini
yürüttüklerini belirtmektedir.302
Selefî hareketi “İslâm’ın temel ilkelerini yeniden canlandırarak ve çağdaş
tekniği kullanarak güncel problemlerin çözüme kavuşacağına inanan bir örgüt”
olarak tanımlayan Louis Gardet, Cemaleddin Afgânî tarafından kurulmuş ve
Muhammed Abduh ve devamında Reşid Rıza tarafından yönetilmiş olduğunu
belirtmekle birlikte, Abduh’un entelektüel ve ruhsal mirasını paylaşan birçok akım
olduğuna da işaret ederek, etkisinin Selefî hareketi aştığına da dikkat çekmektedir.
Buna karşılık Reşid Rıza’nın yönetimi altında kalan Selefî örgütün birçok yönden
Vehhâbilikle birleşerek bir ölçüde sertleştiğini ifade etmektedir.303 Gardet’nin
belirttiğine göre Selefîlerin ortak talepleri, yeniden canlandırılması istenen ümmetin
birliğidir. Bu birlik, tıpkı İbn Teymiyye gibi, Hanbeliliğe karşı sempatisine rağmen,
dört hukuk okulunun tek bir okulda birleşmesini ve Haricilik ve Şiiliğin de yeniden
inşa edilecek bir Muhammedî mezhep olacaktır. Gardet’nin diğer ilginç bir tespiti de
Selefîlerin eklektik oldukları yönündedir. Buna göre Selefîler, kelamda Abduh’a
bağlı kalması ölçüsünde yarı-Mu’tezilî unsurları benimsemekte, Eş’arî olanları insan
eylemleri konusunda Basra okulundan tezler almakta, Fıkhın kaynaklarının eleştirisi
ve kamu hukukunun geliştirilmesi konusunda ise iki temel dayanakları olan İbn
Teymiyye ve İbn Kayyım’ın öğretisini benimsemektedirler.
Selefîlik, çoğunlukla Mısır’da başlayan bir hareket olarak tanınmakla birlikte,
bazen Sûriye’de ortaya çıktığı da iddia edilmektedir. Mesela İbn Teymiyye’nin
Guraya, İslamic Jurisprudence in the Modern World, s. 44
Louis Gardet, La Cité Musulmane – Vie Sociale et Politique, Librairie Philosopique J. Vrin, Paris
1969, s. 350-351 ; Müslüman Site – Toplumsal ve Siyasi Hayat, Çev. Ahmet Arslan, Ayrıntı Yay.
İstanbul 2014, s. 400-401
302
303
85
öğretilerini taşıyan Selefiyye’yi bir ekol bağlamında ele alan İtzchak, bu ekolün
dışardan herhangi kayda değer bir lideri olmadan 1880'lerin ilk yarısında Dimaşk’da
(Sûriye) ortaya çıktığını kaydetmektedir.304
David Commins, geniş bir açıyla İslâm dünyasında görülen çağdaş ıslahat
hareketine Selefiyye adı verildiğini ve bu hareketin savunucularının takva sahibi
ataların (Selef-i Salihin) hal ve hareketlerine dönüşü istedikleri için hareketin
Selefiyye adını aldığını, taraftarlarının da Selefî adını aldığını belirtir. Bunu
belirtirken de “İlk Müslümanlar” demek olan “Selef” terimi ile ilk Müslümanların
yöntemlerine dönüşü hedefleyen “Selefî”leri karıştırmamak gerektiğini vurgular.305
Selefîliğin kavram olarak ilmî içerikten yoksun olduğunu düşünen Ramazan elBûtî,306 kendini Selefî olarak adlandıranlara, onların metodunu çürütme maksadıyla
iki şekilde soru sorarak bunlara kendisi cevap vermektedir. İlk soru ve cevapta,
selef’i harfi harfine taklitle yetinen zümreyi, ikinci soru ve cevapta ise selef’in
metodundan hareketle nasları yorumlayıp ictihad eden, bu anlamda bir birlik
oluşturmayı hedefleyen zümreyi, dolayısıyla Afgânî ile başlayan hareketi kastettiği
anlaşılmaktadır.307 Bu husus, Selefîliğin iki ayrı boyutta algılanabileceğini
göstermektedir.
Afgânî ve Abduh ile başlayan hareketin, Reşid Rıza ile beraber bir evrilme
geçirmeye başladığı tespit edilmektedir. Her ıslahat hareketinin gelişerek inceldiğini
belirten Laoust, Afgânî’nin açık bir şekilde devrimci, Abduh’un ondan daha ılımlı,
304
Itzchak Weismann, Taste of Modernity: Sufism, Salafiyya and Arabism in Late Ottoman
Damascus, Islamic History and Civilization, Leiden E.J. Brill 2001, s. 273
305
Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, s. 11
306
El-Bûtî, Selefîlik, s. 18
307
Bkz. El-Bûtî, Selefîlik, s. 12-16
86
öğrencisi Reşid Rıza’nın ise muhafazakârlığa yakınlaştığını zikretmektedir.308 Reşid
Rıza’nın Vehhâbîlere karşı sempatisinin bunun nedeni veya sonucu olduğu
düşünülebilir. Nitekim Reşid Rıza’nın Menâr dergisinde yayınlanan bazı
makalelerinden oluşan El-Hilâfe ev el-İmâme el-Uzmâ adlı eserinin bir bölümünde
Rıza, Necidli insanların Hanbelî Selefî olduklarını söylemektedir. Bu eseri notlarla
tercüme eden Laoust, bu noktaya açıklık getirerek Rıza’nın, Vehhâbîleri kastettiğini
belirtmekte ve Rıza’nın Vehhâbî ideolojisine sempati duymaya başladığından dolayı
onları Selefî olarak nitelediğini söylemektedir. Ayrıca, notlar bölümünde Laoust
şöyle bir açıklama getirme ihtiyacı hissetmiştir: “Üstelik not edilmelidir ki Reşid
Rıza, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye ile övündüğü halde, Vehhâbîliğin
siyasî yönünden ziyade özellikle dinî yönüne ilgi duymuştur. […]. -Burada Reşid
Rıza tarafından Vehhâbîlere atfedilen- Selefiyye kavramı, İslâmı Selef zamanının
saflığına geri dönderme eğilimde olan çeşitli reform hareketlerini ifade etmektedir.
[…]. Selefîler, daha özel olarak 1883’de Paris’de kurulan Cemaleddin Afgânî ve
Muhammed Abduh’un modernist ve liberal partisini ifade etmektedir. Bu iki hareket
arasında belirgin farklar mevcuttur. Vehhâbîler, herşeyden önce Hanbelîdirler, bu
ister inanç konusunda olsun isterse hukuk konusunda olsun. Furuat konusunda onlar
İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye’den ziyade çok daha fazla Muvaffaku’dDin b. Kudama’nın doktrinini takip etmektedirler. Onların eski âlimlere titiz bir
şekilde sadık kalan muhafazakâr ruhu, hiçbir zaman İslâm’ı ilk saflığına geri
döndürmeye teşvik etmemiştir.[…] Buna karşılık Selefîler, Mâlikî veya Hanbelî
tarafında olabilecekleri gibi, pekâlâ Hanefî ve Şafii tarafında da olabilmektedirler.
Onların programı herşeyden önce sosyal ve kültüreldir ve doktinleri çok daha
308
Laoust, Pluralismes Dans L’Islam, s. 185
87
rasyonalisttir: İctihad kapısının açılması; batıl inançlara, dinde aşırı gitme ruhuna ve
İslâm’ın yeni gerçekliklere özgür bir şekilde adaptasyonuna engel olan aşırılıklara
karşı mücadele gibi. Keza onlar, bazen Tevhîd el-Akaid ve’l-Ahlâk, Tevid’el-Ahkâm
ve Tevhîd el’Luga şeklinde bir dogma, hukuk ve dil birliği arzulamaktadırlar.
Nihayet ve bilhassa, Sistematik olarak yabancı teknikleri elde etmeyi istemektedirler.
(Menâr XXII s.184).”309
Menâr dergisinde Müslümanların gerileme ve çöküş sebebi açıklanırken, “Ey
Kur’an halkı, Kur’an’ı yaşamadığınız, O’nun emir ve yasaklarına göre hareket
etmediğiniz, O’nu bütün eylemlerinizin merkezine koymadığınız sürece ve atalarınız,
yani Selef’in O’nun buyruklarına uyduğu gibi uymadığınız sürece hiçbir şey
olamazsınız”310
şeklindeki
yorum, Selefî hareketin Selef’e olan nispetini
göstermektedir. Bununla birlikte Menâr dergisi, Müslümanları kötü halleri ve
istikballeri hakkında uyarma, eğitim öğretimin üzerinde durma ve her türlü bid’at,
hurafe ve sapık inançlara karşı cephe alma hususlarıyla, Müslümanların istiklali ve
birleşmeleri hedefinde olan Urvetu’l Vüskâ’nın yolunu takip eden; İngilizlere hücum
konusunda ise mezkur hücumun vaktinin geçmiş bulunduğu iddiasıyla ondan ayrılan
bir çizgi sergilemiştir.311
Selefîlikle Vehhâbîlik arasındaki çizgiyi belirlemek açısından Louis Gardet’nin
açıklaması kayda değerdir. Şöyle ki; Gardet’ye göre İbn Teymiyye ve İbn Kayyım,
hem Selefiyye’nin, hem de Vahhâbîlerin ortak dayanağı olmakla beraber,
Vahhâbîliğin fıkhın dalları konusunda Hanbelîliğe sadık kalması, Selefiyye’nin ise
Henri Laoust, Le Califat Dans La Doctrine de Rasid Rıda, Mémoires De L’Institut Français de
Damas, Beyrouth 1938, s. 255
310
Jomier, Le Commentaire Coranique du Manar, s. 262
311
Reşid Rıza, İslamda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri, Çev.: Ahmet Hamdi Akseki, Sadeleştiren:
Hayreddin Karaman, D.İ.B. Yayınları, Ankara 1974, s. 6 (Hayreddin Karaman’ın takdimi)
309
88
tek bir “Muhammedî” mezhep düsturuyla hareket etmesi, Selefîleri bu konuda İbn
Teymiyye’nin öğretisini daha doğru bir biçimde temsil ettiklerini göstermektedir.312
Ayrıca, kendilerini Selefî olarak tanımlayan ve yukarıda işaret edilen çizgileri
benimseyen ıslahatçılar, Vehhâbîliğin aksine, Tasavvuf kurumuna tamamıyla karşı
olmamışlar, hatta içlerinden birçoğunun sufîlikle alakaları bulunmaktadır.313 Onların
karşı oldukları şey, taklit, aklı kullanmaktan kaçınmaktan doğan pasiflik ve dinle
hiçbir alakası bulunmayan bid’atlerin dine girmesidir.
Günümüzde Selefîliğin Vehhâbîlikle eş anılmasına değinen Geneive Abdo ise
bunun aksine Selefîliği, dar siyasî veya ulusal eğilimle veya intisapla kolayca
sınırlandırılamayan çok boyutlu bir kavram olarak görülmesi gerektiğine vurgu
yapmaktadır.314
Bu
hususta
Beyrut
Amerikan
Üniversitesinden
Ahmed
Moussalli’nin, “Genel olarak Tüm Vehhâbiler Selefîdir, ancak tüm Selefîler Vehhâbi
değildir”315
sözü,
“Selef’e
dönüş”
sloganı
açısından
değerlendirildiğini
düşünmekteyiz.
Cemaleddin, Abduh ve Reşid Rıza üçlüsünü Dietrich Jung, İslâmı, temel dinî
kaynaklara dönüş yaparak modern zamanın bağlamında yorumlamak üzere Selefî
metodu savunduklarını belirtirken, bununla beraber kendilerinin, bu entelektüel
hareketi Selefiyye kavramıyla adlandırmadıklarını, bu adlandırmanın daha sonra
Batılı araştırmacılar tarafından onlara atfedilmiş olabileceğini söylemektedir.316
Gardet, La Cité Musulmane – Vie Sociale et Politique, s. 351-352; Müslüman Site – Toplumsal ve
Siyasi Hayat, s. 402
313
Bkz. Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri.
314
Geneive Abdo, Salafists and Sectarianism: Twitter and Communal Conflict in the Middle East,
Center For Middle East Policy (Brooking), Washington 2015, s. 8
315
Ahmad Moussalli, “Wahhabism, Salfism, and Islamism: Who is the Enemy?” Conflicts Forum:
Beirut – London – Washington 2009, s. 3
316
Dietrich Jung, Orientalis, Islamists and the Global Public Sphere, Equinox Publishing, Oakville
(USA) 2011, s. 14
312
89
İbn Teymiyye’nin eleştirel düşüncesi, bütün ıslahatçı dinî hareketlerin
temelinde bulunmaktadır. Bu hususta Laoust, İbn Teymiyye’nin, nakil ile akıl
arasında mutlak ve gerekli uzlaşma anlayışı, geç dönemde ortaya çıkan sapkın
mezheplerin oluşumuna cephe alması, ictihad ve kişisel fıkhî yorumları önde tutarak
geleneği savunması, resmî ve kolaycı bir İslâm’a karşı tavır alması ve tartışmacı
hayatında sarf ettiği enerji ve cesaretinden dolayı çok güçlü bir etki bıraktığını
kaydetmektedir.317 Tarık Ramazan, İbn Teymiyye’nin Afgâni’ye olan etkilerini şu
şekilde açıklamaktadır: “İbn Teymiyye’nin ıslahatçı düşüncesini oluşturan temel
unsurlar, Afgânî’nin başlık olarak attığı bütün fikirleri noktası noktasına
kuşatmaktadır.”318
Bununla beraber Bernard Haykel’in de ifade ettiği gibi, İbn Teymiyye’deki
Selef kavramının kullanımı ile XIX. yüzyılda Cemaleddin Afgâni-Abduh-Reşid
Rıza’nın temsilcisi oldukları ıslahatçı ekolün Selefîliği karıştırılmamalıdır.319 Zira bu
ekolün Selefîliği, İbn Teymiyye’nin anti-rasyonalist ve literalist tutumuyla
bağdaşmamaktadır.
Charnay’e göre Selefî reform hareketi, sağlam bir doktrin oluşturmamış,
kitlelere ulaşımı zayıf olmuş, bu yüzden başarıya ulaşamamış, ancak düzenlemelere
ilham kaynağı olmuş ve İslâm’ın kendini yenileme yeteneğine sahip olduğunu
onaylatmıştır.320 Muhammed Arkoun ise “ıslahatçı tavrı”, biri modernist, diğeri
muhafazakâr
olmak
üzere
ikiye
ayırarak
Selefiyyeyi
ikinci
kategoride
Laoust, “Le Réformisme Orthodoxe des Salafiya”, s. 181-182, içinde yer aldığı eser: Pluralismes
dans l’Islam, Geuthner, Paris 1983; Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 74
318
Ramazan, İslamî Yenilenmenin Kökenleri, s. 74
319
Bernard Haykel, “Salafist Doctrine”,Global Salafism - Islam’s New Religious Movement, ed.: Roel
Meijer, Hurst&Compagny, Londra 2009, s. 45
320
Jean-Paul Charnay, “Courants Réformateurs de La Pensée Musulmane Contemporaine”, Normes
et Valeurs Dans L’Islam Contemporain, ed.: Jacques Berque – Jean-Paul Charnay, Payotèque, Paris
1966, s. 227-228
317
90
değerlendirerek Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşler hareketini bu kategoriye
dahil etmektedir.321
3.
Selefîliğin Güncel Tezahürlerine Genel Bir Bakış
XVIII. YY.’da Batı dünyasının işgal ve sömürülerine maruz kalan Müslüman
coğrafyasında; bid’atlerden, taklitten ve bölünmeye zemin hazırlayan mezhepçilikten
kurtularak saf İslâmı diriltmeyi ve düşmana karşı birlik olmayı hedefleyen ıslahat
hareketlerinde, Selef’in saf İslâmına dönüş çağrısıyla birlikte akla ve muhakemeye
önem verilirken; ilerleyen zamanda Selef-i Salihin’in saf İslâmına dönüş çağrısı,
Kur’an’ı ve nassları literal ve parçacı biçimde değerlendiren sığ, yüzeysel, tek
doğrucu ve akıl karşıtı bir söyleme dönüşmüştür. İbn Abdilvehhab’ın taraftarları olan
Vehhâbilerin benimsemiş olduğu bu tutum, günümüzde yaygın bir şekilde Selefîlik
olarak anılmaktadır.
La Croix Gazetesinde yayınlanan, “Qu’est-ce Que Le Salafisme?” (“Selefîlik
Nedir”) adlı makalede Selefîliğin güncel tezahürleri hakkında şu bilgiler
verilmektedir:
“Atalar ve Öncekiler anlamına gelen Selef kökünden türeyen bu kavram,
teolojik planda aşırı bir literalcilikle karakterize olmuştur. Takipçileri, Felsefî
yeniliklere bid’at gözüyle bakan İbn Hanbel ve İbn Teymiyye’nin görüşlerini
benimsemektedir. 18. Yüzyılda bu mirası Tevhid öğretisi altında İbn Abdilvehhab
tekrar diriltmiştir. Ayrıca o, dinsizlere karşı Cihad etmeyi gerekli görmüştür.
İslam’ın altın çağını tekrar yaşamak için, Selefîler Hz. Peygamber ve
Ashâbını taklid ederek onlara benzemeye çabalarlar.” 322
321
Mohammed Arkoun, La Pensée Arabe, Presses Universitaire de France, Paris 2014, s. 102-104
91
Commins, ıslahat hareketleriyle meydana çıkan ilk Selefîler ile Vehhâbi
taraftarı, her türlü yenilik karşıtı bu tür Selefîleri birbirinden şu şekilde ayırmaktadır:
İlk Selefîler Dini yorumlama konusunda her mezhebten fikir alabilen ılımlı ve
eklektik bir tutum sergilerken;
Vehhâbi Selefîler sırf Hanbelî mezhebini
benimsemektedirler. Bid’atlerden arınma konusunda hemfikir olmakla birlikte, ilk
Selefîler Vehhâbilerin radikal tutumlarını reddediyorlardı.323
Sosyologların tespitlerine göre 1990’ların başından itibaren 3 çeşit Selefî
sınıflandırması
yapılabilir:
Birincisi,
Müslümanların
eğitimini
ve
dinin
saflaştırılmasını hedefleyen ve siyasete bulaşmayı reddeden, çoğunlukta olan
Dingin/Vaazcı Selefîler; ikincisi, Parti, Sendika ve Dernekler kuran, maksatları
siyaset alanında söz sahibi olmak olan Politik Selefîler ve sonuncusu, Silahlı Cihadı
savunan Devrimci Selefîler.324 Bu 3 sınıf hakkında Samir Amghar’ın tespitlerini325
aktaralım:
a.
Dingin/Vaazcı Selefîlik
Bu grupta yer alanların gayesi, İslamı dogmalardan arındırmak, Hz.
Peygamber dönemi İslamına geri dönmek ve müslümanların inanç ve ibadetlerini
tasfiye ve terbiye etmektir. Amaç, müslümanlara dinî bir bilinç telkin etmek ve
Kur’an ve Sünnet yolunda bir yaşama çağrıdır. Bu grup, fitne ve bölücülüğe sebep
olması hasebiyle politikayla ilgilenmeyi reddetmekte ve mevcut yönetime karşı isyan
322
http://www.la-croix.com/Religion/Actualite/Qu-est-ce-que-le-salafisme-2013-06-30-980478
David Commins, “Le Salafisme En Arabie Saoudite”, Qu’est-Ce Que Le Salafisme?, Ed. Bernard
Rougier, Editions Presses Universitaires de France, Paris 2013, s. 38
324
Bernard Rougier, “Introduction”, Qu’est-Ce Que Le Salafisme?, Ed. Bernard Rougier, Editions
Presses Universitaires de France, Paris 2013, s. 15; http://www.la-croix.com/Religion/Actualite/Quest-ce-que-le-salafisme-2013-06-30-980478
325
Samir Amghar, “Le Salafisme en Europe: La Mouvance Polymorphe d’une Radicalisation”,
Politique Etrangère Dergisi, Sayı 1, Paris 2006.
323
92
etmemeyi savunmaktadır. Dolayısıyla bu grup Apolitik bir İslam anlayışını
benimsemektedir.
Dingin Selefîlik, kendi içinde “Tekelci/inhisarcı (exclusiviste)” ve “Tekelci
olmayan (non-exclusiviste)” şeklinde ikiye ayrılmaktadır. İkincisinin ilkinden
farklılaştığı nokta, diğer İslamî eğilimlere ve müslüman olmayan ülkelere karşı daha
uzlaşmacı olmalarıdır. Her iki akım da İslamın literalci ve ultra-ortodoks okuyuşunu
paylaşmakla
beraber,
Tekelci
olmayalar
Tekelcileri
bağnazlıkla
suçlamaktadırlar.Tekelcilerin “Müslüman ülkesine hicret” etme prensibine karşı
Tekelci olmayan Selefî akım, imanını Batı ülkesinde de yaşayabileceği fikrindedir.
b.
Politik Selefîlik
Dingin Selefîliğin aksine, adından da anlaşılacağı üzere bu eğilim, güç
kazanmak için ya da baskı mahiyetinde parti, sendika ve dernek oluşturmaya dayalı
siyasî bir selefîliği savunmaktadır. Bu yaklaşıma göre siyaset, Kur'an mesajının
yayılması için modern bir araç olmaktadır. Politik konulara örnek olarak; Batı'da
Müslümanların entegrasyonu, vatandaşlık, Amerikan siyaseti ve İsrail-Arap
çatışması zikredilebilir. Politik Selefîlik de kendi içinde Protestocu Selefîlik ve
Yönetici Selefîlik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Protestocu Selefîlik, Arap
rejimlerine ve Batı toplumlarına karşı muhalefetleriyle ayırt edilmektedir. Bu akımda
iki boyut tespit edilmektedir: biri menşei olunan ülkelerin tekrar İslamlaştırılmasına
ve İslamî bir devlet kurmaya çağrı, diğeri ise Batı Müslümanlarını savunmak ve
temsil etmek için seferberlik çağrısıdır. Bu sonuncu husus genel anlamda Selefîliğin
doktrininde mevcut olmakla beraber, Müslüman Kardeşlerin ideolojisinden ilham
almaktadır.
93
c.
Devrimci/Cihatçı Selefîlik
Siyasî Selefîlik Siyasî aktiviteye vurgu yaparken Devrimci Selefîlik, Silahlı
mücadele boyutu içeren Cihadı öngörmektedir. Müslüman Kardeşler'in ideolojisi ile
bir bölünmenin ürünü olan devrimci Saelefîlik, onların doktrininden, siyasi ve sosyal
eylemlerin mutlaka İslami bir bakış içinde yer alması gerektiği fikrini korumuştur.
Bu yaklaşım, Kur’an’da siyasî çağrışım içeren metinleri zahirî bir okumayla ele alır
ve bunları devrimci eyleme yönlendirir. Bu akımın Konuşmaları ve eylemleri radikal
bir çizgidedir. Öyle ki, gerek Müslüman gerekse Batı sosyetesi ile hiçbir şekilde
işbirliğine yanaşmamaktadır. Vaazla sınırlı bir din anlayışına düşman olan bu
yaklaşım, düşüncelerinin merkezine Cihad anlayışını yerleştirmiştir. Cihad, onlar için
dinî bir vecibe niteliğinde olup, taktiksel ve ideolojik olarak şiddete başvurmak
kaçınılmaz olmuştur.
Cihadî Selefîlikte ise 3 eğilim tespit edilmiştir. Birincisi, ana yurtlarında bir
İslam devleti kurmak için güç kazanmaya istekli gruplardır. Bu gruplar, idealize
edilmiş siyasî düzene dönüş adına, Kaba kuvvet ile devletin İslamlaşmasını
savunmaktadır. Terörist örgütlenmelerin Cihad anlayışı bu sınıfa dahil edilebilir.
İkinci eğilim, İslam Ümmetinin ulus ötesi düşmanlarını hedef alan bir eğilimdir.
Dolayısıyla bu eğilim uluslarası boyutta olmaktadır. İlk Cihadî eğilim Batı’ya karşı
anti-kolonialist bir bakışa sahipken, ikincisi anti-emperialist bir bakışa sahiptir. El
Kaide (ve günümüzde IŞİD) örgütünü bu sınıfa dahil etmek mümkündür. Son olarak
üçüncü eğilim ise, İslam devleti kurma amacı gütmeyen, yahudilere karşı savaşmaya
yeltenmeyen, sadece kendi topraklarında yabancılar tarafından tehdide uğramış
müslümanları savunma ve destekleme gayesinde olan bir eğilimdir. Vatansever ve
94
bağımsız bir İslam mantığına sahip bu devrimci eğilim, şiddete başvurmayı yalnızca
yabancı güçlerin silahlı tehlikesi altında olunduğu zaman meşru görmektedir.
95
SONUÇ
İslam toplumunda ıslahat gerçekleştirebilmek adına, ister geçmişe saplı kalıp
yeniliği reddedenler için isterse dini yaşantıyı modern koşullara göre ihya etmek
isteyenler için olsun, dayanak noktası olarak karşımıza “Selef” çıkmaktadır. Bu da
ıslahat hareketleri ile Selefilik kavramının ne denli iç içe olduğunu gayet net bir
şekilde açıklamaktadır.
Bariz bir şekilde görüldüğü gibi İbn Teymiyye de dahil olmak üzere ıslahat
hareketlerinin tamamı, Müslümanların sömürü ve işgallere maruz kaldıkları bir
zeminde vücut bulmuştur. Bu tehditlere karşı mezhepçilik gibi çeşitli sebeplerle
parçalanmaya yüz tutmuş İslâm Ümmetini tekrar bir araya getirme ihtiyacı
hissedilmiştir. Bu birliğin sağlanması ve Müslüman toplumun kalkınması ise, ancak
İslâm’ın özüne dönmekle, bölünmemiş olan ilk İslâm toplumunun dini anlayış ve
yaşayış biçimlerini özümsemekle, dine sonradan sokulmuş ve Müslümanların
gelişmesine engel olan tüm bid’at ve hurafeleri temizlemekle mümkün olacaktı. İşte
bu yüzden ıslahatçıların tamamında Peygamber’in ve Ashabının öğretisine, yani “saf
İslâm”a dönüş arzusu mevcut olmuştur. Ayrıca bu hareketlerde, düşünceyi
donuklaştıran taklitçiliğe karşı durmaya ve ictihad yapmaya önem verilmiştir.
Nitekim İslâm’ın ilk dönemlerinde mezhep gibi bölünmeler olmadığı için, kayıtsız
şartsız bir imama bağlanma gibi bir taassup da söz konusu değildi. Dolayısıyla bu
“öze dönüşcü” hareketlerin ortak hedefi, düşünceyi bağnazlıktan kurtarıp aklî
muhakemeyi esas almak, bu bağlamda hem safî İslâm’ı yaşamak, hem de modern
96
gelişmelerden geri kalmamaktır. Bu öze dönüş vurgusu ise ıslahat hareketlerinin
Selefî hareket olarak adlandırılmasına sebep olmuştur.
Peygamber’in hadislerinin kaynağına tekrar dönme isteği ve bunları tekrar
yorumlama ihtiyacını326 barındıran selefî/ıslahatçı metodu, iki medeniyet arasında bir
köprü vazifesi gibi görmek mümkündür. Bununla beraber Selefîliği, belli bir zaman
diliminde ortaya çıkmış bir mezhep olarak görmekten ziyade, her değişim ve gelişim
aşamasında kendini gösteren bir tavır olarak ele almanın daha isabetli olduğunu
söylemek gerekir.327 Bu bağlamda Selefîlik; Kur’an-ı Kerim, sahih Sünnet ve Selef-i
Salihin’i rehber edinip, İslâm kurumuna girmiş bid’at ve hurâfeleri ayıklayarak saf
İslâm’a dönüp, İslâm’da birliği oluşturmak için bölücülüğe sebep olan mezhep
taassubunu ve bunun sonucu olan taklitçiliği ortadan kaldırma ilkesini taşıyan
hareketlerin ortak adı olarak ifade edilebilir.
Geleneksel düzene ve otoriteye başkaldırmış bir dava adamı olan İbn
Teymiyye gibi, onu kendilerine rehber edinen tüm ıslahatçıların metodu; İslâm’ı
mezhep taassubundan kurtarmak, aklı devre dışı bırakmayarak hür düşünce ile amel
etmek (ictihad), bunu yaparken de ölçü olarak Kur’an, Sünnet ve Selef-i Salihin’in
hüküm ve görüşlerini dikkate almak olmuştur.
Tezimizin yöntem bölümünde değindiğimiz gibi; bir mezhep, zihniyet veya
oluşum hakkında araştırma yapılırken, söz konusu oluşumun ismini oluşturan
kavramın ilk ne zaman, kim tarafından ve hangi anlamda söylendiği hususu, sağlıklı
bir bilimsel çalışma için birinci derecede önem arz etmektedir. Kendini Selefî olarak
tanımlayan iki farklı tipolojiye şahit olmaktayız. Birincisi Vehhâbî eğilimli Ehl-i
326
327
Brown, İslam Düşüncesinde Sünneti Yeniden Düşünmek, s. 57
İşcan, Oluşum Döneminde Selefî İnanç, Erzurum 2002, s.1
97
Hadisçi güruh, ikincisi ise aklî düşünceyi önemseyen Afgânî-Abduh-Rıza
çizgisindeki güruhtur. Kendini Selefî olarak tanımlayan Selefî atfının ilk olarak ne
zaman kimler tarafından kullanıldığı araştırıldığında ise karşımıza Afgânî, Abduh ve
Reşid Rıza’nın başını çektiği hareketin içerisinden Reşid Rıza çıkmaktadır. Bu
noktadan hareketle kendilerini Selefî olarak adlandıran ilk akımın; Müslümanlar
arasındaki ayrışmayı kaldırma gayesiyle mezhepçiliği eleştiren, İslâm’ı bid’at ve
hurâfelerden arındırarak aslında irca etme çabasında olan, özellikle Reşid Rıza
itibariyle başlayan ıslahat taraftarları olduğu tespit edilmektedir. Batılı araştırmalarda
bir hareket olarak Selefîlerin kurucusu olarak Afgânî ve Abduh gösterilmekle
beraber, bu şahısların kendilerini Selefî olarak tanımladıklarına rastlanılmamaktadır.
Bununla birlikte Selefîlik, zamanla muhafazakâr bir çizgiye doğru evrilerek, Ehl-i
Hadis’in metodunu benimseyenleri ve “Asr-ı Saadet” olarak adlandırılan döneme
geri dönme çabası içinde olanları ifade eder hale gelmiştir. Burada dikkate değer olan
husus, bahsettiğimiz ilk kesimin gelenek ve taklit karşıtı, akıl yürütme yanlısı bir
zihniyete sahip olmasına mukabil; diğer kesimin, aksine gelenek ve taklit yanlısı, akıl
yürütmeye karşı bir zihniyete sahip olmasıdır. Bu iki zıt anlayış arasındaki ortak
nokta ise, İbn Teymiyye’nin fikirlerini benimsemek ve bid’at karşıtı olmaktır.
Bu bağlamda Selefîliğin ruhunda gelenek karşıtlığı ve ıslahatçılık olduğu,
ancak asr-ı saadet’e veya selef’e yapılan atfın zamanla kutsanarak bir nevi Selef
gelenekçiliği’nin oluştuğu söylenebilir. Bu durumu “yağmurdan kaçarken doluya
tutulmak” deyimi ile de ifade edebiliriz. Dolayısıyla burada akılcı Selefîlik ve
gelenekçi/Ehl-i Hadisçi Selefîlik şeklinde bir ayrıma gitmenin doğru olacağı
kanaatindeyiz. Bu anlamda akılcı Selefîliğin tanımı; “Afgâni, Abduh ve Reşid Rıza
gibi,
İslâm ümmetinin farklılıklara rağmen birliğini arzulayıp bu yönde çaba
98
harcamalarını örnek almak, saf İslâm’ı aklı devreye sokarak felsefe ve diğer bilimleri
önemseyerek yaşamak” şeklinde yapılabilir. Ehl-i Hadisçi Selefîliğin tanımı ise;
“Ashabu’l-Hadis gibi, dini âsârdan ibaret görüp, aklı ve diğer bilimleri devre dışı
bırakıp, İslâm düşüncesini asr-ı saadet olarak idealize edilmiş bir döneme hapsedip,
zahirî/yüzeysel bir yaklaşımla İslâm’ın ilk yaşandığı çağı yaşamak” şeklinde
yapılabilir. Bu iki ayrı anlayış tarzının “saf İslâm” olgusu da şu şekilde
farklılaşmaktadır: Akılcı Selefîliğe göre saf İslâm: “bid’at, hurafe ve fıkhî mezhep
taassubundan arındırılmış olmakla birlikte; Selef-i Salihin olarak adlandırılan
zümreyi rehber edinip, dini yaşayışı günümüze göre adapte etmek” şeklinde
tanımlanabilir. Ehl-i Hadisçi Selefîliğe göre saf İslâm’ın tanımı ise; “Selef-i Salihin’i
yüzeysel bir biçimde anlayarak ilk nesli yüzeysel/lafızcı bir biçimde körü körüne
taklit etmek” şeklinde yapılabilir. Selef-i Salihin/yahut ilk Müslüman nesil, birincisi
için ileriye ışık tutacak bir zemin teşkil etmekteyken, İkincisi için geriye dönük bir
hedef olarak kalmaktadır. Yani birincisinde hedef ileriye dönük, diğerinde ise geriye
dönüktür.
Burada şu ayrımın yapılmasının da önemine dikkat çekmek istiyoruz:
Ashabü’l-Hadis ile Selefîlik, özü itibariyle farklılaşmaktadır. Muhafazakâr bir
tutumu temsil eden Ashabü’l-Hadis’in özünde, mevcut olanı muhafaza etmek
varken; aksine Selefilikte, mevcut din anlayışını, Selef’in yolundan gitmek adına
ihya etmek, ıslah etmek vardır. İlkinde gelenekçilik, ikincisinde ise devrimcilik söz
konusudur. Dolayısıyla bizim “Ashabü’l-Hadisçi Selefîlik” diye tabir ettiğimiz
zihniyet ile Ashâbü’l-Hadis’in bizzat kendisi birbiriyle karıştırılmamalıdır. Netice
itibariyle Selefîlik hareketi, teşekkül ettiği haliyle geriye dönüp ileriye yönelme
hareketi iken, evrilmiş haliyle bir erken dönem idealizasyonuna dönüşmüştür.
99
Kendilerine Selefî diyen kesimlerin İbn Teymiyye’ye atıfta bulunması ise, İbn
Teymiyye’yi bu “okulun” kurucusu olarak göstermeyi gerektirmez. Bu durumda İbn
Teymiyye’nin ancak, Selefiyye olarak adlandırılan hareketin bir nevi öncüsü,
rehberi, metod olarak ilham aldıkları kişi veya esinti kaynağı olduğu söylenebilir.
Evet, İbn Teymiyye Selefiyyûn şeklinde bir tabir kullanmıştır. Ancak bu, Halefiyyûn
kavramının zıddı olarak kullanılarak Selef-i Salihin zümresine yapılan bir atıftır ve
günümüzde anlaşılan Selefîlik’ten apayrı bir şeydir. Ehl-i Sünnet-i Hassâ şeklinde
tarif edilen ve Selefiyye olarak tanımlanan zümre, bizim anladığımız şekildeki
Selefîlik değildir. Burada Selefiyye, “Haleften öncekiler” anlamına gelmekte ve
Ashâbu’l-Hadis’i ifade etmektedir.328 Nitekim İbn Teymiyye’nin kendisini Selefî
olarak nitelediğine dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.
Aynı şekilde Taftazânî de İbn Küllab’ın Selefiye ile Mu’tezile arasında
ortalama bir yol tuttuğunu, onun Selefiyye’ye uyarak Allah’ın sıfatlarını kabul etmiş
olduğunu belirtirken,329 söz konusu olan yine Ashâbu’l-Hadis olmaktadır.
Günümüzdeki çalışmalarda, bu anlamdaki Selefiyye kavramı ile bahis konusu olan
Selefîlik, kavram kaymasının farkına varılmaksızın birbiriyle karıştırılmaktadır. Bu
ise bilimsel açıdan önemli bir sorundur. Bu durumda sözlük anlamında Selefiyye’den
bahsedilecekse ve eğer Selefiyye: Takdis, Tasdik, Aczi itiraf, Sükut, İmsak, Keff ve
Ma’rifet ehlini teslim prensipleriyle Ashabü’l Hadis’in sistemleşmiş hali olarak
nitelenecek ise, o halde “dini önceki/önde gelen alimlerin (Selef) uygulamalarına
Bkz. Ali Osman Küçükahmet, İslam’da Mezhepler Gerçeği ve Günümüzde Alevilik, Özgü Yay.
İstanbul 2007, s. 97. Bu eserde Selefiyye; “Sahâbe ve Tâbiun mezhebinde bulunan fukaha ve
muhaddisunun yolu” şeklinde tanımlanırken bunun aksi olan Halefiyye; “müteşabih ayetler üzerinde
düşünmenin, anlamaya çalışmanın ve onları muhkem ayetlerin ışığında tefsir edip açıklamanın, bizzat
Kur’an’ı Kerim’in mantığına uygun olduğunu ve taklidden kurtularak delilleri ile inanmanın dinin
emri bulunduğunu kabul edenlerin mezhebi” şeklinde tanımlanmaktadır. Dolayısıyla burada tanımları
yapılan iki zümre, Ehl’i-Hadis/Ehl-i Re’y taraftarlarıdır.
329
Taftazânî, Kelâm İlmi ve İslam Akâidi (Şeru’l-Akâid), Haz. Süleyman Uludağ, Dergah Yay.
İstanbul 1982, s. 13
328
100
bakarak arındırma” anlamındaki Selefî söylem ile Selefiyye kavramlarını ayırt etmek
ve Selefîlikle ilgili her çalışmada bu ayrımı gözetmek kaçınılmaz olmalıdır. Bu
takdirde Batı kaynaklarında yer alan Selefiyye (Salafiyya) teriminin ise sözlük
anlamını değil, bahsettiğimiz terimsel anlamdaki Selefîlik terimini karşıladığını da
göz önünde bulundurmak gerekecektir. Bununla beraber Batılı araştırmacıların
“Selefiyye”
adında
kurulmuş
bir
yapıdan
bahsetmeleri
pek
sağlıklı
gözükmemektedir. Unutulmamalıdır ki Selefîlik, bir yapıdan ziyade bir zihniyettir.
Bir teşbihle ifade edecek olursak, somut bir bina değil, olsa olsa (Bâtınîlik-Zâhirilik
gibi) binanın ruhudur.
Bu noktada dikkat edilmesi gerek diğer bir husus da, bizzat “Selef olanlar” ile
“kendini
Selef’e
atfedenler/Selef’in
izinden
gidenler”in
de
birbirleriyle
özdeşleştirilmemesi gerektiğidir.
Sonuç olarak Selefîlik terimi, bu atfı yapanların Selef-i Salihin’i hangi anlamda
gördüğü ile ilgili değişmektedir. Bu yüzden Afgâni, Abduh ve Reşid Rıza’nın Selef
algısı farklı, Ashabü’l-Hadis sempatizanlarınki farklı, Cihadi Selefîlerinki farklı
olmaktadır. Kurumsallaşmış bir yapıdan bahsedilemediği için de bu kavram her
alıcıya açık bir pazar mesabesinde olmuş ve alıcı, kendi selef algısına göre bu
kavrama mana yüklemiştir. Islahatçı kesim Selef’i, mezhep kaygısından kurtulmak
ve ictihada vurgu yapmak için rehber alarak ileriye doğru atılırken, tutucu kesim
Selef’in uygulamalarını idealize ederek düşünceyi dondurmaktadır. Yani biri geriden
ileriye doğru sıçrayış gerçekleştirirken diğeri geriye doğru yürüyüp orda kalmakla
yetinmektedir.
101
Tezimizin başında ifade ettiğimiz Hasan Onat’ın Palamut ağacı metaforunu
konumuza şu şekilde adapte etmek mümkündür: İlhamını İbn Teymiyye’den alan,
köklerini Selef’e ulaştırmayı hedefleyen, Afgânî ve Abduh’un ıslahat arayışları
zemininde mayalanan, nihayet Reşid Rıza ile birlikte filizlenen Selefîlik, Hasan elBenna ve İhvân-ı Müslimîn başta olmak üzere Vaazcı Selefîlik, Siyasî Selefîlik ve
Cihadî Selefîlik gibi dallara ayrılmıştır.
102
KAYNAKÇA
Abdo, Geneive, Salafists and Sectarianism: Twitter and Communal Conflict in the
Middle East, Center For Middle East Policy (Brooking), Washington 2015.
Afgânî, Cemaleddin, Dehriyyun’a Reddiye, Çev. Vahdettin İnce, Ekin Yayınları,
İstanbul 1997.
Afganî, Cemaleddin – Abduh, Muhammed, Urvetu’l-Vuska, Çev. İbrahim Aydın, Bir
Yayıncılık, İstanbul 1987.
Ahmad, Aziz, “Islah”, The Encyclopedia of Islam, Vol. IV, Leiden 1978.
Aktay, Yasin, “Reform, İctihad ve Tecdid Bağlamında İslâm ve Hayat”, Milel ve
Nihal Dergisi, C.5 Sayı 2, Konya 2008.
Algar, Hamid, “İmâm-ı Rabbânî”, DİA C. 22, Ankara 2000.
Amghar, Samir, “Le Salafisme en Europe: La Mouvance Polymorphe d’une
Radicalisation”, Politique Etrangère Dergisi, Sayı 1, Paris 2006.
Apaydın, H. Yunus, “İbn Kayyim el-Cevziyye”, DİA C. 20, Ankara 1999.
Arslan, Hasan, İslâm Hukukçusu Şevkânî ve İctihadla İlgili Görüşleri, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, M.Ü., İstanbul 2003.
Atay, Hüseyin, “Dinde Reform”, AÜİFD C. 43 Sayı:1, Ankara 2002.
Bağdadî, Abdülkahir, Mezhepler Arasındaki Farklar, Çev. Ethem Ruhi Fığlalı, TDV
Yayınları., Ankara 2011.
Balta, Paul, L’Islam dans le Monde, Editions La Découverte et Journal Le Monde,
Paris 1986.
103
Başer, Alev Erkilet, Ortadoğu’da Modernleşme ve İslâmi Hareketler, Yöneliş
Yayınları, İstanbul 2000.
Baytar, Abdürrezzâk b. Hasan b. İbrâhim el-Meydani ed-Dımaşki, Hilyetü'l-beşer fî
tarihi'l-karni's-salis aşr, C. 1 1335/1916, Thk. Muhammed Behce Baytar, Dâru
Sadır, Beyrut 1993/1413.
El-Bennâ, Hasan, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, Çev. Âkif Nuri, Dava Yayınları,
İstanbul.
Risaleler, Çev. Hasan Karakaya-H. İbrahim Kutlay, Hikmet Yayınları, İstanbul
1980.
Risaleler, (farklı bir baskısı:) Çev. Mehmet Akbaş – Recep Songül – Mehmet
Eren – Ahmet Akbaş, Nida Yayıncılık, İstanbul 2014.
Beyyûmî Gânim, İbrahim, “İhvân-ı Müslimîn”, DİA C. 21, İstanbul 2000.
Bıyıkoğlıu, Yakup, Şevkânî’nin Fethu’l Kadîr’inde Esbâb-ı Nüzûl ve Kur’ân’ın
Anlaşılması, Rağbet Yayınları, İstanbul 2005.
Şevkânî’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, Basılmamış Doktora Tezi, Dokuz
Eylül Üniversitesi, İzmir 2012.
Boisard, Marcel A., Batı Dayatmacılığı ve İslâm, Çev. Ahsen Batur, Selenge
Yayınları, İstanbul 2002.
L’Humanisme de L’Islam, Editions Albin Michel, Paris 1979.
Brown, Daniel, İslam Düşüncesinde Sünneti Yeniden Düşünmek, Çev. Sabri
Kızılkaya-Salih Özer, Ankara Okulu Yay. Ankara 2009.
Bulut, Halil İbrahim, Dünden Bugüne Siyasi-İtikâdi İslâm Mezhepleri Tarihi, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2012.
104
El-Bûtî, Said Ramazan, Selefiyye, Çev. Vecihi Sönmez, Ehl-i Sünnet ve Cemaat
Yayınları, İstanbul 2009.
Buzpınar, Şit Tufan, “Kevâkibî, Abdurrahman b. Ahmed”, DİA C. 25, Ankara 2002.
Büyükkara, Mehmet Ali, İhvan’dan Cüheyman’a Suudi Arabistan ve Vehhabilik,
Rağbet Yayınları, İstanbul 2004.
Çakır, Meryem, “Reform ve İdari Reform Kavramları Üzerine Bir İnceleme”, Tarih
Okulu Dergisi, S. XVI, Ankara 2013.
Candan, Abdulcelil, Müslüman ve Mezhep – Bir Mezhebe Bağlanmanın Tahlili, Eles
Yayınları, İstanbul 2004.
Carré, Olivier, Enseignement İslâmique et İdéal Socialiste, Dar el-Machreq Editeurs,
Beyrut1986.
L’Islam et L’Etat Dans Le Monde d’Aujourd’hui, Presses Universitaires de
France, Paris 1982.
Carré, Olivier - Michaud, Gérard, Les Frères Musulmans (1928-1982), Editions
Gallimard, Paris 1983.
Celbanî, G.N., Şah Veliyullah Dihlevî – Hayatı ve Eserleri, Çev. Hasan Nureddin,
Gelenek Yayınları, İstanbul 2002.
Charnay,
Jean-Paul,
“Courants
Réformateurs
de
La
Pensée
Musulmane
Contemporaine”, Normes et Valeurs Dans L’Islam Contemporain, ed. Jacques
Berque – Jean-Paul Charnay, Payotèque, Paris 1966.
Commins, David Dean, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, Çev. Selahaddin
Ayaz, Yöneliş Yayınları, İstanbul 1993.
Cürcânî, Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerîf, Kitabü’t-Ta’rifât, Çev. Arif Erkan,
Bahar Yay. İstanbul 1997.
105
Çavuşoğlu, Semiramis, “Kadızâdeliler”, DİA C. 24, Ankara 2001.
Çelen, Mehmet, M. Reşit Rıza’da Hilafet Düşüncesi ve Osmanlı Tecrübesi, Nida
Yayınları, Malatya 2008.
Dağ, Ahmet Emin, Hasan el-Benna (Çağa İz Bırakan Önderler), İlke Yayıncılık,
İstanbul 2012.
Daudi, Halid Zaferullah, Ed-Dehlevî’den Günümüze Kadar Hadis Çalışmaları,
Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara 1994.
Doğan, D. Mehmet, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yayınları, Ankara 2014.
Dumbe – Tayob, Abdulkader, “Salafis in Cape Town in Search of Purity, Certainty
and Social Impact”, Die Welt des Islams 51, Leiden 2011.
Ebu Zehra, Muhammed, İmam İbn Teymiyye, Hayatı-Fikirleri-Eserleri, Çev. Heyet,
İslâmoğlu Yayıncılık, İstanbul 1988.
İslâm’da Siyâsî, İtikâdî ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, Çev. Hasan KarakayaKerim Aytekin-Abdülkadir Şener, Hisar Yayınevi, İstanbul 2011.
Ergin, Refik, İslâm Düşüncesinde Zahir-Batın Ayrımı Açısından Kadızadeliler
Örneği, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Konya 2007.
Fazlur Rahman, İslâm, Çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 2012.
İslâm’da İhya ve Reform, Çev. Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 2006.
İslâm ve Çağdaşlık, Çev. Alparslan Açıkgenç-M.Hayri Kırbaşoğlu, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2010.
İslâmî Yenilenme: Makaleler II, Çev. Adil Çiftçi, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 2004.
106
İslâmî Yenilenme: Makaleler III, der. ve Çev. Adil Çiftçi, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2010.
Fığlalı, Ethem Ruhî, Günümüz İslâm Mezhepleri, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları,
İzmir 2008.
Muhammed b. Ya’kûb Mecdüddîn Fîrûzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhît, Thk. Halil Me’mun
Şîhâ, Dârü’l-Ma’rife, Beyrut 2007.
Garaudy, Roger, Entegrizm, Çev. Kâmil Bilgin Çileçöp, Pınar Yayınları, İstanbul
2010.
Gardet, Louis, Connaître L’Islam, Librairie Arhtème Fayard, Paris 1958.
La Cité Musulmane – Vie Sociale et Politique, Librairie Philosopique J. Vrin,
Paris 1969.
Les Hommes De L’Islam, Editions Complexe, Paris 1977.
Müslüman Site – Toplumsal ve Siyasi Hayat, Çev. Ahmet Arslan, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul 2014.
Gazâlî, Ebû Hamid Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Beyrut 1982.
Mişkâtu’l-Envâr, nşr. Ebu’l-Âlâ el-Afîfî, Kahire 1964.
El-Mustasfâ min İlmi’l-Usûl, Beyrut trs.; İlcâmu’l-Âvâm ‘an İlmi’l-Kelâm, nşr.
Muhammed Mu’tasım Billah el-Bağdâdî, Beyrut 1985.
Ghalioun, Burhan, “Pensée Politique et Sécularisation En Pays d’Islam”,
L’Islamisme, ed. Serge Cordellier, Editions La Découverte, Paris 1994.
Goldziher, Ignaz, Le Dogme et La Loi de L’Islam, Fransızca’ya Çev. Félix Arin,
Librairie Paul Geuthner, Paris 1920.
Görgün, Hilal, “İhvân-ı Müslimîn”, DİA C. 21, İstanbul 2000.
Görgün, Tahsin, “Tecdid” DİA C. 40, Ankara 2011.
107
Guraya, Muhammad Yusuf, İslâmic Jurisprudence in the Modern World, New World
Printers, Lahore 1986.
Günay, H. Mehmet, “Suriye Selefîliğinin Önderi Cemâleddîn El-Kâsimî (18661914): Hayatı, Islahatçı Kişiliği ve Fıkhî Eserleri”, İslâm Hukuku Araştırmaları
Dergisi, Sayı: 6, Sakarya 2005.
Cemâluddîn el-Kâsımî ve Fıkhî Görüşleri, M.Ü. S.B.E. Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul 1991.
Haque, Serajul, Imam İbn Taimiya And His Projects Of Reform, Islamic Foundation
Bangladesh, Dhaka 1982.
Haddad, Mohamed, Le Réformisme Musulman - Une Histoire Critique, Mimesis
France, Paris 2013.
Hashmi, Sohail H., “Reform”, Encyclopedia of Islam and the Muslim World,
ed. Richard C. Martin, vol. II, New York 2004.
Haykel, Bernard, “Salafist Doctrine”, Global Salafism - Islam’s New Religious
Movement, ed. Roel Meijer, Hurst&Compagny, Londra 2009.
Hizmetli, Sabri, “Cezayir’li Çağdaş Âlim İbn Badis ve Yenilikçiliği”, İslâmi
Araştırmalar Dergisi, C. 7 Sayı 3-4 Yaz-Güz Dönemi, Ankara 1994.
Bin Badis (Cezayir Bağımsızlık Mücadelesi Önderi), TDV Yayınları, Ankara
1994.
İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, Thk. Abdullah Ale’l-Kebîr-Muhammed Ahmet
Hasbullah-Hişâm Muhammed eş-Şâzelî, Dârü’l Maarif, Kahire 1708.
İbn Teymiyye, Takiyüddin Ahmed b. Abdilhâlim, Akıl-Nakil Çatışması, Çev. ?,
Tevhid Yayınları, İstanbul 1998.
108
İbn Teymiye Külliyâtı, C.1-2-3-4-5-6-7-8, ed. Edip Gönenç, Tevhid Yayınları,
İstanbul 1986.
Sırât-ı Müstakîm, Çev. Salih Uçan, Pınar Yayınları, İstanbul 2012.
İşcan, Mehmet Zeki, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1998.
Oluşum Döneminde Selefî İnanç, Basılmamış Tez, Atatürk Üniversitesi
Erzurum 2002.
Selefilik: İslâmi Köktenciliğin Tarihi Temelleri, Kitap Yayınevi, İstanbul 2014.
İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, Haz. Sabri Hizmetli, Umran Yayınları,
Ankara 1981.
El-Isfahanî, Rağıb, Müfredât – Kur’an Kavramları Sözlüğü, Çev. Abdulbaki GüneşMehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2012.
Jomier, Jacques, Introduction à L’Islam Actuel, Editions du Cerf, Paris 1964.
Le Commentaire Coranique du Manar, Editions G-P Maisonneuve&Cie, Paris
1954.
Jung, Dietrich, Orientalis, Islamists and the Global Public Sphere, Equinox
Publishing, Oakville (USA) 2011.
Kalaycı, Mehmet, Tarihsel Süreçte Eşarilik-Maturidilik İlişkisi, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2013.
Kara, Mustafa, “İbn Teymiyye’nin, İbn Arabi’ye ve Vahdet-i Vücuda Bakışı”, İbn
Teymiye Külliyatı, C. 2, Tevhid Yayınları, İstanbul 1987.
Karaman, Hayreddin, “Efgânî, Cemaleddin”, DİA C. 10, İstanbul 1994.
İslâm’ın Işığında Günün Meseleleri, İz Yayıncılık, İstanbul 2006.
Karasar, Niyazi, Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel Yayınları, Ankara 2000.
109
El-Kâsımî, Cemâleddîn, Tefsir İlminin Temel Meseleleri, Çev. Sezai Özel, İz
Yayıncılık, İstanbul 1990.
Kavak, Özgür, Modern İslâm Hukuk Düşüncesi-Reşid Rıza Örneği, Klasik Yayınları,
İstanbul 2011.
Reşid Rıza’nın Fıkıh Düşüncesi Çerçevesindeki Görüşleri, Basılmamış Doktora
Tezi, M.Ü., İstanbul 2009.
Kaya, Eyyüp Said Kaya – Okuyucu, Nail, “Şevkânî”, DİA C. 39, Ankara 2010.
Keskioğlu, Osman, “Muhammed Abduh (1266-1323 h./1849-1905 m.)”, AÜİFD C.
18 Sayı 1, 1970.
Kırbaşoğlu, M. Hayri, “Maziden Atiye Selefî Düşüncenin Anatomisi”, İslâmiyat
Dergisi, C. 10 Sayı 1, Ankara 2007.
Ehl-i Sünnet’in Kurucu Ataları, Otto Yayınları, Ankara 2011.
Koca, Ferhat, İslâm Hukuk Tarihinde Selefî Söylem – Hanbelî Mezhebi, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2002.
Koçak, Rukiye, Muhammed Abduh’ta Selefi Eğilimler, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, M.Ü., İstanbul 2006.
El-Kûsî, Müfrih b. Süleyman, Selefîlik, Çev. Ahmet İyibildiren, Guraba Yayınları,
İstanbul 2013.
Kutlu, Sönmez, İslâm Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, Kitâbiyât Yayınları, Ankara
2002.
Mezhepler Tarihine Giriş, Dem Yayınları, İstanbul 2013.
Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, Otto Yayınları,
Ankara 2012.
110
Küçükahmet, Ali Osman, İslâm’da Mezhepler Gerçeği ve Günümüzde Alevilik, Özgü
Yayınları, İstanbul 2007.
Lacroix, Stéphane, “Les Nouveaux Intellectuels Religieux Saoudiens: Le
Wahhabisme en Question”, R.M.M. Sayı: 123, Aix-En-Provence 2008.
Laoust, Henri, “Le Réformisme Orthodoxe Des “Salafiya” et Les Caractères
Généraux de Son Orientation Actuelle”, Carthage, Paris 1933.
İslâm’da Ayrılıkçı Görüşler, Çev. E. Ruhi Fığlalı-Sabri Hizmetli, Pınar
Yayınları, İstanbul 1999.
Le Califat Dans La Doctrine de Rasid Rıda, Traduction annotée d’al-Hilafa au
al-Imama al-uzma, Mémoires de l’Institut Français de Damas, Beyrouth 1938.
Le Trait de Droit Public (Traduction Annoté de la Siyasa Sar’iya), Institut
Français de Damas, Beyrut 1948.
Les Schismes Dans L’Islam, Payot Paris Yayınları, Paris 1965.
Pluralismes Dans L’Islam, Geuthner Yayınları, Paris 1983.
Lapidus, Ira M., Modernizme Geçiş Sürecinde İslâm Dünyası, Çev. İ. Safa Üstün,
M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1996.
Laroui, Abdullah, Tarihselcilik ve Gelenek, Çev. Hasan Bacanlı, Vadi Yayınları,
Ankara 1993.
Lauzière, Henri, “The Construction of Salafiyya: Reconsidering Salafism from the
Perspective of Conceptual History”, International Journal of Middle East
Studies, The Middle East Studies Association of North America, ed. Beth
Baron, vol. 42 no. 3, August 2010.
Mandaville, Peter, Transnational Muslim Politics – Reimagining the Umma,
Routledge Yayınları, New York 2001.
111
Massignon, Louis, Annuaire du Monde Musulman, Presses Universitaires de France,
Paris 1955.
Opera Minora (Tome I), Makaleleri Derleyen: Y. Moubarac, Presses
Universitaires de France, Paris 1969.
Meijer Roel, Gobal Salafism - Islam’s New Religious Movement, ed. Roel Meijer,
Hurst&Compagny, Londra 2009
Mérad, Ali, “Islah”, DİA C. 19. Ankara 1999.
Ibn Badis, Commentateur du Coran, Librairie Orientaliste Paul Geuthner, Paris
1971.
L’Islam Contemporain, Presses Universitaires de France, Paris 1992.
Çağdaş İslâm, Çev. Cüneyt Akalın, İletişim Yayınları.
Le Califat, Une Autorité Pour L’Islam ?, Desclée de Brouwer, Paris 2008.
Le Réformisme Musulman En Algérie de 1925 à1940 , Mouton&CO, Paris
1967.
Méténier, Edouard, “Le Moment 1908 à Bagdad: Connections Personnelles et
Convergences Politiques Entre La Mouvance Salafiste et Le Mouvement
Constitutionaliste”, L’ivresse de la liberté. La Révolution de 1908 Dans
L’Empire Ottoman, Louvain/Paris 2012.
el-Mevdûdî, Ebu’l-Alâ, İslâm’da İhyâ Hareketleri, Çev. Ali Genç, Pınar Yayınları,
İstanbul 2011.
Milton-Edwards, Beverley, Islamic Fundamentalism Since 1945, ed. Eric J.
Evans&Ruth Henig, Routledge, New York 2006.
Mondeguer, Nadia Elissa, “Al Manâr de 1925 à 1935: La Dernière Décennie d’Un
Engagement Intellectuel”, R.M.M. Sayı: 95-96-97-98, Aix-En-Provence 2002.
112
Moussalli, Ahmad, “Wahhabism, Salfism, and Islamism: Who is the Enemy?”
Conflicts Forum: Beirut – London – Washington, 2009.
Moderate and Radical Islamic Fundamentalism: The Quest fo Modernity,
Legitimacy, and the Islamic State, University Press of Florida, Grainesville
1999.
The Islamic Quest for Democracy, Pluralism, and Human Rights, University
Press of Florida, Grainesville 2001.
Nafi, Beşir Musa, İslâmcılık (Siyasal İslâm Akımları), Çev. Burhanûddîn Aldîyaî,
Yarın Yayınları, İstanbul 2012.
Nasır, Seyyid Hüseyin, “Islam in the Islamic World Today, An Overview”, Islam in
the Contemporary World, ed. Cyriac K. Pullapilly, Cross Roads Books, Notre
Dame/İndiana 1981.
Modern Dünyada Geleneksel İslâm, Çev. Savaş Şafak Barkçın – Hüsamettin
Arslan, İnsan Yayınları, İstanbul 1989.
Oğuz, Muhammed İhsan, Mufassal Mezheb-i Selef – Selefiyye Mezhebi: İlk
Müslümanları Örnek Alma Yolu, Oğuz Yayıncılık, İstanbul 2005.
Okuyucu, Nail, Şevkânî’nin Fıkıh Tarihi Anlayışı ve Mezheblere Bakışı, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, M.Ü., İstanbul 2008.
Onat, Hasan, “İslâm’da Yeniden Yapılanma Üzerine”, AÜİFD C. 39 Sayı 2, Ankara
1999.
“İslam Bilimleri ve Yöntemi Açısından Tarihin Anlam Ve Önemi”, Kur’an ve
İslami İlimlerin Anlaşılmasında Tarihin Önemi, Ed. M. Mahfuz Söylemez,
Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2013.
113
“İslâm Ortak Paydasını Kaybetmiş Müslümanların Açmazı: Şii-Selefî
Kutuplaşması”, Tarihte ve Günümüzde Selefîlik, Ed. Ahmet Kavas, Tartışmalı
İlmî Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2014.
Onat, Hasan - Kutlu, Sönmez, “İslâm Mezhepleri Tarihi’ne Giriş”, İslâm Mezhepleri
Tarihi – El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara 2012.
Öz, Mustafa, Anahatlarıyla İslâm Mezhepleri Tarihi, Ensar Yayınları, İstanbul 2012.
Özdinç, Rıdvan, Akıl İrade Hürriyet – Son Dönem Osmanlı Dinî Düşüncesinde İrade
Meselesi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013.
Özer, Salih, “Selefî Düşüncede Nakil/Rivayet Algısı: İbn Teymiyye Örneği”,
İslamiyât Dergisi, Sayı 1, Ankara 2007.
Özervarlı, M. Sait, “Selefiyye”, DİA C. 36, İSAM Yayınları, İstanbul 2009.
İbn Teymiyye’nin Düşünce Metodolojisi ve Kelâmcılara Eleştirisi, İSAM
Yayınları, İstanbul 2008.
Özler, Mevlüt, “Selefiyye”, Kelam - El Kitabı, ed.: Şaban Ali Düzgün, Ankara 2012.
Öztürk, Mustafa, “Selefîlik ve Te’vil”, Kur’an, Tefsir ve Usûl Üzerine-Problemler,
Tespitler, Teklifler, Ankara Okulu Yay. Ankara 2011.
Çağdaş İslâm Düşüncesi ve Kur’ancılık, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2013.
Ramazan, Tarık, İslâmî Yenilenmenin Kökenleri – Afgânî’den el-Bennâ’ya Kadar
İslâm Islahatçıları, Çev. Ayşe Meral, Anka Yayıncılık, İstanbul 2005.
Rıza, Reşid – Karaman, Hayreddin, Gerçek İslâm’da Birlik, Çev. Hayreddin
Karaman, İz Yayıncılık, İstanbul 2012.
Rıza, Reşid, “Fâtihatü’s-Seneti’l-ûlâ li’l-Menâr”, El-Menâr, I/1, Kahire 1898.
El-Menâr, C. 17, Matbaatü’l-Menâr, Kahire 1332/1913.
114
Hilafet, Çev. Mehmet Çelen, İlimyurdu Yayıncılık/Mana Yayınları, İstanbul 2010.
İslâmda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri, Çev. Ahmet Hamdi Akseki, Sadeleştiren:
Hayreddin Karaman, D.İ.B. Yayınları, Ankara 1974.
Tarihu’l-Üstâzi’l-İmâm eş-Şeyh Muhammed Abduh, C.1, Menâr Matbaası,
Mısır 1931.
Risler, Jacques C., Çağdaş İslâm Dünyası, Çev. Nihal Önol, Varlık Yayınları,
İstanbul 1974.
L’Islam Moderne, Editions Payot, Paris 1963.
La Civilisation Arabe, Editions Payot, Paris 1955.
Rizk, Charles, Entre L’Islam et l’Arabisme, Editions Albin Michel, Paris 1983.
Roy, Olivier, L’échec de l’Islam Politique, Editions du Seuil, Paris 1992.
Siyasal İslâmın İflası, Çev. Cüneyt Akalın, Metis Yayınları, İstanbul 1994.
Rougier, Bernard, “Introduction”, Qu’est-Ce Que Le Salafisme?, Ed. Bernard
Rougier, Editions Presses Universitaires de France, Paris 2013
Shahin, Emad Eldin, “Salafiyah”, The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic
World, vol. III, New York 1995.
Shacht, J., “Muhammed Abduh”, İslâm Ansiklopedisi, M.E.B. Yayınları C.8, 19651986.
Sourdel, Dominique, L’Islam, Presses Universitaires de France, Paris 1979.
Sourdel, Dominique & Janine, Dictionnaire Historique De L’Islam, Presses
Universitaires de France, Paris 1996.
Şerif, Mian Muhammed, İslâm Düşüncesi Tarihi, C. 2, Çev. Heyet, İnsan Yayınları,
İstanbul 2014.
115
Eş-Şevkânî, Muhammed, Allah Dostları, haz. Abdülvahid Metin, Tevhid Yay.,
İstanbul 1996.
Şirin, Süleyman, Cemâleddin El-Kâsımî’nin (1283/1866-1332-1914) Hadis İlmindeki
Yeri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2006.
Taftazânî, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi (Şerhu’l-Akâid), haz. Süleyman Uludağ,
Dergah Yayınları, İstanbul 1982.
Tapiero, Norbert, Les idées Réformistes d’Al-Kawakibî, Les Editions Arabes, Paris
1956.
et-Tehânevî, Muhammed A’lâ, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, C. 2, 1158/1745; Vedaa
Havaşiye Ahmed Hasan Besic, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1998/1418.
Topaloğlu, Bekir – Çelebi, İlyas, Kelâm Terimleri Sözlüğü, İSAM Yayınları, İstanbul
2010.
Turgut, Ali, “Cemâleddin el-Kâsımî”, DİA C.16, Ankara 1993.
Türköne, Mümtaz’er, Özdağ, Ümit, Siyasî İslâm ve Pan İslâmizm, Rehber
Yayıncılık, Ankara 1993.
Uludağ, Süleyman, “Gazzâlî”, DİA C. 13, İstanbul 1996.
“İbn Teymiyye”, İbn Teymiye Külliyatı C.1, Bursa 1986.
İslâm Düşüncesinin Yapısı, Dergah Yayınları, İstanbul 1979.
Voll, John O., “İbn ‘Abd Al-Wahhab, Muhammad”, Encyclopedia Of Religion, C. 6,
New York 1987.
“Salafiyya”, Encyclopedia Of Islam and The Muslim World, vol. II, New York
2004.
Watt, Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çev. Ethem Ruhi Fığlalı,
Sarkaç Yayınları, Ankara 2010.
116
İslâmî Hareketler ve Modernlik, Çev. Turan Koç, İz Yayıncılık, İstanbul 1997.
Weismann, Itzchak, Taste of Modernity: Sufism, Salafiyya and Arabism in Late
Ottoman Damascus, Islamic History and Civilization, Leiden E.J. Brill 2001.
Yavuz, Yusuf Şevki, “Ehl-i Sünnet”, DİA C. 10, İstanbul 1994.
Yazıcı, Muhammed, İbn Teymiyye’nin İslâm İnanç Mezheplerine Bakışı,
Salkımsöğüt Yayınları, Erzurum 2009.
Yurdaydın, Hüseyin Gazi, İslâm Tarihi Dersleri, AÜİF Yayınları, Ankara 1971.
Yüksel, Emrullah, “Birgivî”, DİA C.6, Ankara 1992.
Mehmed Birgivî’nin (929-981/1523-1573) Dinî ve Siyasî Görüşleri, TDV
Yayınları, Ankara 2011.
Web Siteleri:
http://selefilik.com/selefilik-nedir-ne-degildir/
http://www.bugun.com.tr/kadizadeliler-selefiligin-osmanli-kokenleri-yazisi-1163410
http://www.la-croix.com/Religion/Actualite/Qu-est-ce-que-le-salafisme-2013-06-30980478
http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/osmanlida-selefî-damar-36354
117
ÖZET
Atalay, Hakan, Islahat Hareketleri ve Selefîlik, Yüksek Lisans Tezi, Tez
Danışmanı: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 s.
Selefîlik tam anlamıyla bir mezhep olamayacağı halde, birçok çalışmada bir
mezhep
gibi
algılanarak
sistematik
kurucusunun
İbn
Teymiyye
olduğu
söylenmektedir. Halbuki “Halefiyyûn” kavramının zıddı olan “Selefiyye” teriminden
farklı olarak “Selefî/Selefîlik” nitelemesinin, ilk defa modern dönem ıslahat
hareketleri ile ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda, tezimizde Selefîlik
kavramının zemini araştırılarak ıslahat hareketleri ile ilişkisi ele alınmıştır.
Selefîliğin bir mezhepten ziyade bir zihniyet olduğuna dikkat çekilmiş; İbn
Teymiyye’yi sistematik kurucu şeklinde görmek yerine, ıslahatçıların ve Vehhâbi
eğilimlerin ilham kaynağı olarak görmenin daha sağlıklı olacağına kanaat
getirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Islahat, Selefiyye, Selefîlik, Selef, Selef-i Salihin,
Ashâbü’l-Hadis, İbn Teymiyye, Afgânî, Abduh, Reşid Rıza.
ABSTRACT
Atalay, Hakan, Reform Movements and Salafism, Master Degree Thesis,
Thesis Advisor: Prof. Dr. Hasan Onat, 119 p.
However salafism, in strict sense, can not be considered as a religious sect
(madhab), in many studies its perceived as a sect, withal being said that Ibn Taymiya
is the sistematic founder. Nevertheless, apart from the term “salafiyyun” which is the
118
antonym of “khalafiyyun”, it can be seen that the attribute “salafi” for the first time
emerges with the modern epoch reformist movements. In this sense, our thesis
studies the sole of the term “salafism” and dicusses its relation with reformist
movements. Moreover, it seems to be a healthier conviction to consider salafism as a
mindset/mentality rather than a sect, while conceding Ibn Taymiyah not as the
sistematic founder, but a source of inspiration for reformist and wahabi movements.
Keywords: Reform, Salafiyya, Salafism, Salaf,
Taymiyah, Afgâni, Abduh, Rashid Rida.
119
Ashabu’l-Hadith, İbn