Papers by Maşallah Nar

The Journal of International Civilization Studies, 2020
After the demise of the Prophet Muhammad, Muslims faced with a huge crisis of political legitimac... more After the demise of the Prophet Muhammad, Muslims faced with a huge crisis of political legitimacy. As a matter of fact, the disputes, riots and civil wars that broke out during the reigns of Caliph Osman and Ali and the assassination of three of the four caliphs, considered as Rashidun Caliphs, are the important indicators of the political crisis in the Islamic society after the Prophet. The root of this political crisis is the question of who will gain the leadership and how to lead the Islamic State, alleged to be found by Prophet Muhammed. The main purpose of this study is to criticize the historical validity of the claim that an Islamic State was established under the leadership of Prophet Muhammad. In this article, it is discussed whether the elements of the period of Asr-ı Saâdet (The Era of Prosperity), which constitute a historical background to the discourse of the Islamic State, presents a state form within the conditions of the era, and the essence of Prophet Muhammad's political experience is evaluated.

The Journal of International Civilization Studies, 2020
Abstract After the demise of the Prophet Muhammad, Muslims faced with a huge crisis of political... more Abstract After the demise of the Prophet Muhammad, Muslims faced with a huge crisis of political legitimacy. As a matter of fact, the disputes, riots and civil wars that broke out during the reigns of Caliph Osman and Ali and the assassination of three of the four caliphs, considered as Rashidun Caliphs, are the important indicators of the political crisis in the Islamic society after the Prophet. The root of this political crisis is the question of who will gain the leadership and how to lead the Islamic State, alleged to be found by Prophet Muhammed. The main purpose of this study is to criticize the historical validity of the claim that an Islamic State was established under the leadership of Prophet Muhammad. In this article, it is discussed whether the elements of the period of Asr-ı Saâdet (The Era of Prosperity), which constitute a historical background to the discourse of the Islamic State, presents a state form within the conditions of the era, and the essence of Prophet Muhammad’s political experience is evaluated.
Muhalefeti şiddetli bir baskı ve gaddarlıkla bastırmak, Esed rejimini karakterize eden temel özel... more Muhalefeti şiddetli bir baskı ve gaddarlıkla bastırmak, Esed rejimini karakterize eden temel özelliklerden biridir. Yine de muhalefeti bastırma hareketi her zaman ivedilikle gerçekleşen bir yapıda değildir. Rejim kendi avantajına olabilecek durumlarda muhalefete belli bir dereceye kadar esneklik göstermektedir; fakat bu gerçek bir esneklik olmaktan ziyade görünüşte ve taktiksel olmaktadır. Öyleki İslamcı olmayan muhalefet bazen belli bir limite kadar tolere edilebiliyor, kısıtlama ve tutuklamalar da ertelenebiliyordu. 2011'de başlayan ayaklanmanın ilk dönemlerinde de rejim bazı tavizler verip muhalefete çeşitli tekliflerde bulunmuştu.

Selefi düşünce, en basit tanımıyla Peygamber devrindeki dini hayatın sahabeler ve teselsülen deva... more Selefi düşünce, en basit tanımıyla Peygamber devrindeki dini hayatın sahabeler ve teselsülen devam eden ardılları tarafından tevarüs edilerek câri kılınmaya çalışılmasıdır. Bu düşünce temelde Kur'an ve hadise istinat etmektedir. Akla dini meselelerde hüküm üretecek bir kaynak olarak bakılmamış olmakla beraber rey ve içtihat usulü bütünüyle reddedilmiş değildir. Kur'an âyetlerini ve hadisleri anlamlandırmada kullandıkları yöntem, mutedil Sünnilikle selefilik arasındaki farkları ortaya çıkaran temel faktördür. Kur'an âyetlerini literal bir perspektifle okuyan bu düşüncenin mensupları, dini tarihsel bağlamından kopuk bir şekilde anlamlandırmakta ve İslâm'ın dinamik vechesi tarafından üretilen ve zamanın ihtiyaçlarını karşılamaya matuf birikim ve mirasını reddetmektedirler. Müslümanlığın esaslarını izah çabasında Kur'an âyetleriyle ve onlara göre Kur'anî çerçeve olarak teessüs eden diğer Kurânî yollarla iktifa edilir ve aklî, mantıkî aparatlara müracaat edilmez. 190 Selef ifadesi, ıstılahi karşılığından bağımsız olarak önce geleni ifade eden Arapça bir kelimedir. Bu ifadenin teolojik bir çerçeveye oturması ve düşünsel bir topluluğu ya da dini anlama metodunu karşılayan ıstılahî bir anlam kazanması tarihsel süreç içinde gerçekleşmiştir. Bu düşüncenin temel referansı; Hz. Peygamber'in, sahabelerinin ve onları takip edenlerin en hayırlı insanlar olduğunu ifade eden bir hadistir. Selefist düşünce veya Hz. Peygamber ve onun sahabelerinin dönemini yaşanmış en mükemmel devre olarak tanımlamak hususiyeti, neredeyse Hz. Peygamber'in vefatıyla başlamıştır. Onun vefatından sonra iktidara gelen dört halifeden bazıları Hz. Peygamber'in uygulamalarına sadık kalmamak ve onun yolundan uzaklaşmakla itham edilmiş hatta tekfir edilmişlerdir. Ana akım düşünceler tarafından kolaylıkla marjinalleştirilen bazı istisnai gruplar dışında bütün * Araş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tarih Bölümü.
Editörlüğünü üstlendiğim Tezkire dergisinin 63. sayısı için "Tercüme" meselesine hasredilmiştir. ... more Editörlüğünü üstlendiğim Tezkire dergisinin 63. sayısı için "Tercüme" meselesine hasredilmiştir. Bu sayıda Osmanlı döneminde yapılan Tercüme faaliyetleri, Beytü'l Hilme, tercüme mefhumunun Derridacı bağlamdaki yeri gibi pek çok husus ele alınmıştır

Rüşdi Râşid, tercümesini sunduğumuz mülakatında İslam bilim tarihine dair çeşitli mülahazalar ort... more Rüşdi Râşid, tercümesini sunduğumuz mülakatında İslam bilim tarihine dair çeşitli mülahazalar ortaya koyarak, bugün genelde Müslümanların ve özelde Arapların karşı karşıya olduğu tarihi meydan okumaya cevap verebilecek çözümler sunmaya ve öneriler getirmeye çalışmaktadır. Fakat bu tercümeyi hazırlarken Râşid'e dair yaptığımız araştırmalardan edindiğimiz bazı bilgileri sunmanın, bu mülakatın daha iyi anlaşılmasında yardımcı olacağı kanaatindeyiz. Râşid hem ortaya koyduğu eser ve araştırmalar hem de işgal ettiği önemli bilimsel mevki ve makamlar itibariyle oldukça dikkate değer bir şahsiyettir. 1936'da Kahire'de doğan bu önemli bilim insanı maalesef ülkemizde henüz yeterince bilinen ve okunan bir şahsiyet değildir. Bekir S. Gür tarafından derlenerek Türkçeye kazandırılan ve Kadim yayınlarından çıkan Klasik Avrupalı Modernitenin İcadı ve İslâm'da Bilim isimli eseri ve henüz sadece ilk cildi tercüme edilen İslâm Bilim Tarihi isimli çalışmaları dışında dilimize çevrilen eseri bulunmamaktadır. Ayrıca, Diyanet İslam Ansiklopedisinin matematik maddesi Raşid tarafından kaleme alınmıştır. ve böylece Türkçe olarak okuyucuların erişimine açıktır. Râşid, Kahire Üniversitesi'nde felsefe lisansını tamamladıktan yükseköğretimini yapmak üzere devlet burslusu olarak Fransa'ya gönderilmiştir. Fakat katıldığı çeşitli toplantılarda dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'a dair eleştirel tutumlar takınınca bursu kesilerek Mısır'a geri çağırılmıştır. Ancak Râşid, Mısır'a dönmeyerek Almanya'ya gitmiş ve yükseköğretimini kendi imkânlarıyla tamamlamıştır. Fransa ve Almanya'da bulunduğu süre zarfında hem felsefe ve bilim tarihine dair doktora çalışmasını tamamlamış hem de matematik eğitimi almıştır. Râşid'in aldığı bu eğitim, onun bütün çalışmalarında felsefe ve matematiksel bilimler arasında bağ kuran bir yönelim doğurmuştur. Akademik hayatı boyunca Japonya, İtalya, Almanya gibi pek çok farklı ülkede ders veren Râşid, 50'ye yakın da kitap ve monografi telif etmiştir. Akademik kariyeri boyunca pek çok prestijli makam ve pozisyona sahip olan Râşid, birçok da prestijli ödül kazanmıştır. Ancak Mısır idaresiyle yaşadığı ihtilaflar nedeniyle kendi ülkesinde hak ettiği değer ve itibarı hiçbir zaman görememiştir. Râşid, meşgul olduğu araştırma sahası ve hayat hikayesi itibariyle aslında Fuat Sezgin'e biraz benzemektedir. Malum olduğu üzere Fuat Sezgin de, 1960 darbesi sonrası Türkiye'yi terk etmek zorunda kalmış; yaşadığımız onca entelektüel buhrana ve uzun süredir muzdarip olduğumuz kaht-ı ricale karşın hak ettiği değer ve itibarı ülkemizde çok geç bulmuştur. Ulaşabildiğimiz neredeyse bütün mülakatlarında Râşid'e hep aynı soru yöneltilir: Artık aşılmış olan Arap-İslam bilim mirasını yeniden tartışmak ve ortaya koymanın faydası nedir? Râşid, bir mülakatında bu soruya cevap verirken 1967'de yaşanan Arap-İsrail savaşını kendi hikayesi açısından çok önemli bir kırılma olarak ifade eder. Râşid, Arapların İsrail karşısında yaşadıkları yenilgiyi askeri bir mağlubiyetin ötesinde hadarî (medeniyet düzeyinde) bir hezimet olarak tanımlamaktadır. Raşid'e göre, bu mağlubiyet, bir anlamda da Arap akıl ve medeniyetinin modernite karşısında yaşadığı iflasın acı bir ilanıdır. İsrail'e karşı yaşanan bu küçük düşürücü mağlubiyetten sonra Râşid, bu travmadan kurtulmanın yolunu aramaya koyulmuştur. En nihayetinde geçmişin parlak sayfalarında gizlenen

Rüşdi Râşid, tercümesini sunduğumuz mülakatında İslam bilim tarihine dair çeşitli mülahazalar ort... more Rüşdi Râşid, tercümesini sunduğumuz mülakatında İslam bilim tarihine dair çeşitli mülahazalar ortaya koyarak, bugün genelde Müslümanların ve özelde Arapların karşı karşıya olduğu tarihi meydan okumaya cevap verebilecek çözümler sunmaya ve öneriler getirmeye çalışmaktadır. Fakat bu tercümeyi hazırlarken Râşid'e dair yaptığımız araştırmalardan edindiğimiz bazı bilgileri sunmanın, bu mülakatın daha iyi anlaşılmasında yardımcı olacağı kanaatindeyiz. Râşid hem ortaya koyduğu eser ve araştırmalar hem de işgal ettiği önemli bilimsel mevki ve makamlar itibariyle oldukça dikkate değer bir şahsiyettir. 1936'da Kahire'de doğan bu önemli bilim insanı maalesef ülkemizde henüz yeterince bilinen ve okunan bir şahsiyet değildir. Bekir S. Gür tarafından derlenerek Türkçeye kazandırılan ve Kadim yayınlarından çıkan Klasik Avrupalı Modernitenin İcadı ve İslâm'da Bilim isimli eseri ve henüz sadece ilk cildi tercüme edilen İslâm Bilim Tarihi isimli çalışmaları dışında dilimize çevrilen eseri bulunmamaktadır. Ayrıca, Diyanet İslam Ansiklopedisinin matematik maddesi Raşid tarafından kaleme alınmıştır. ve böylece Türkçe olarak okuyucuların erişimine açıktır. Râşid, Kahire Üniversitesi'nde felsefe lisansını tamamladıktan yükseköğretimini yapmak üzere devlet burslusu olarak Fransa'ya gönderilmiştir. Fakat katıldığı çeşitli toplantılarda dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'a dair eleştirel tutumlar takınınca bursu kesilerek Mısır'a geri çağırılmıştır. Ancak Râşid, Mısır'a dönmeyerek Almanya'ya gitmiş ve yükseköğretimini kendi imkânlarıyla tamamlamıştır. Fransa ve Almanya'da bulunduğu süre zarfında hem felsefe ve bilim tarihine dair doktora çalışmasını tamamlamış hem de matematik eğitimi almıştır. Râşid'in aldığı bu eğitim, onun bütün çalışmalarında felsefe ve matematiksel bilimler arasında bağ kuran bir yönelim doğurmuştur. Akademik hayatı boyunca Japonya, İtalya, Almanya gibi pek çok farklı ülkede ders veren Râşid, 50'ye yakın da kitap ve monografi telif etmiştir. Akademik kariyeri boyunca pek çok prestijli makam ve pozisyona sahip olan Râşid, birçok da prestijli ödül kazanmıştır. Ancak Mısır idaresiyle yaşadığı ihtilaflar nedeniyle kendi ülkesinde hak ettiği değer ve itibarı hiçbir zaman görememiştir. Râşid, meşgul olduğu araştırma sahası ve hayat hikayesi itibariyle aslında Fuat Sezgin'e biraz benzemektedir. Malum olduğu üzere Fuat Sezgin de, 1960 darbesi sonrası Türkiye'yi terk etmek zorunda kalmış; yaşadığımız onca entelektüel buhrana ve uzun süredir muzdarip olduğumuz kaht-ı ricale karşın hak ettiği değer ve itibarı ülkemizde çok geç bulmuştur. Ulaşabildiğimiz neredeyse bütün mülakatlarında Râşid'e hep aynı soru yöneltilir: Artık aşılmış olan Arap-İslam bilim mirasını yeniden tartışmak ve ortaya koymanın faydası nedir? Râşid, bir mülakatında bu soruya cevap verirken 1967'de yaşanan Arap-İsrail savaşını kendi hikayesi açısından çok önemli bir kırılma olarak ifade eder. Râşid, Arapların İsrail karşısında yaşadıkları yenilgiyi askeri bir mağlubiyetin ötesinde hadarî (medeniyet düzeyinde) bir hezimet olarak tanımlamaktadır. Raşid'e göre, bu mağlubiyet, bir anlamda da Arap akıl ve medeniyetinin modernite karşısında yaşadığı iflasın acı bir ilanıdır. İsrail'e karşı yaşanan bu küçük düşürücü mağlubiyetten sonra Râşid, bu travmadan kurtulmanın yolunu aramaya koyulmuştur. En nihayetinde geçmişin parlak sayfalarında gizlenen
Bu yazının temel amacı mevzubahis edilen üçüncü yol imkânını Beşşar Esed’in 30 Mart 2011 tarihind... more Bu yazının temel amacı mevzubahis edilen üçüncü yol imkânını Beşşar Esed’in 30 Mart 2011 tarihinde Halk Meclisi’nde yaptığı konuşma üzerinden mütalaa etmektir. Dera’da patlak veren olayların ardından Esed’in verdiği ilk söylev olma özelliği taşıyan bu konuşma, olayların istikametini tayin etmek ve rejimin nasıl bir pozisyon alacağına dair önemli ipuçları vermek açısından çok önemli bir konuşmadır. Hatta modern Suriye tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. Çünkü Esed bu konuşmayı yapana kadar olayların seyrine karar verecek farklı tercihler yapma olanağına hala sahipti
Drafts by Maşallah Nar

Aperitif Modernleşme! İslâm'ın ortaya çıkışı, dinî sonuçlara münhasır olmayan, aynı zamanda siyas... more Aperitif Modernleşme! İslâm'ın ortaya çıkışı, dinî sonuçlara münhasır olmayan, aynı zamanda siyasî, askerî, ekonomik ve toplumsal değişikliklere de zemin hazırlayan, bütün dünya tarihini etkilemiş önemli bir olgudur. İslâm'ın teessüs ettiği dönemden önce kabile merkezli bir asabiyetle parçalanmış bulunan Araplar, İslâm akidesine mündemiç uhuvvet gibi önemli düsturlar sayesinde kan bağının sınırlarını aşan güçlü bir birlik kurmayı başarmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından bir binanın örülü taşlarına benzetilen bu birliğin fertleri, çok sürmeden dünya ölçeğinde muteber ve eskiye nazaran daha caydırıcı bir askerî yapı, daha merkezî bir siyasî teşkilat, daha sağlam bir ekonomi ve daha örgütlü bir toplum inşa etmişlerdir. Ancak İslâm'ın zuhurunun hemen peşi sıra gerçekleşen bu kazanımlar´akide ve dünyevî kuvvet arasında kopmaz bir rabıta olduğu inancını Müslümanlar arasında oldukça yerleşik bir kabule dönüştürdü. Bu durum hem´akideye kaçınılmaz bir dünyevî sorumluluk yükledi hem de yaşanan her maddî mağlubiyette selefin zamanına ya da şer'i şerife dönüşü bütün problemlerin çözümünü mümkün kılacak sihirli bir formül olarak zihinlere vazétti. Söz konusu dünyevî muvaffakiyetlerin Sünnetullaha müteallik rasyonel tarafları ise uzun süre ihmal edildi. Esasen Müslümanlar siyaseten kuvvetli olduğu müddetçe de bu itikadî ama bir o kadar da entelektüel murakabeye ihtiyaç duyulmayacaktı. İşte tam da bu noktada Abbasiler döneminde kurumsal bir nitelik kazanan çeviri faaliyetlerinden bahsetmek gerek. Emeviler döneminde daha çok Fars Medeniyetine ait eserlerin çevirileriyle başlayan, Abbasiler döneminde Yunan medeniyetine odaklanacak şekilde yoğunlaşan tercüme faaliyetleri, Müslüman zihninin dünyevî imkânlarını genişleten dramatik bir aklileşme sağladı. Fakat bu vetiréakidenin kırmızı çizgilerine de müdahil fazlaca felsefi ve tehlikeli sonuçlar vermeye başladığında, ehl-i hadis uleması bu gidişata karşı sert bir tepkisellik geliştirdi. Bu reaksiyon aynı zamanda sünnî ortodoksinin tebellür ettiği en önemli merhaleyi imliyordu. Fuat Sezgin'in Müslüman Rönesansı olarak tanımladığı XI. yüzyılda zirveye çıkan bu entelektüel devinim, aynı yüzyıl içinde Toledo başta olmak üzere İspanya'nın büyük bir bölümünün ve Portekiz'in elden çıkmasıyla önemli bir sekteye uğradı. Yavaşlasa da bütünüyle durmayan bu faaliyetler Granada'nın 1492'deki düşüşünden sonra rollerin değişmeye başlayacağı bir evreye girdi. Doğu ve Batı arasında entelektüel köprü görevi gören Endülüs'ün, ilim ehlini himaye edip teşvik eden ve aralıksız devam eden çeviri ve telif faaliyetleriyle sürekli zinde kalmış faal rolü, Müslüman Düşünce tarihi açısından çok hayati önemdedir. Bu coğrafyanın kaybedilmesi de bu derece hayatî bir kırılmadır. Ancak Endülüs'ün düşüşü ironik şekilde Müslüman tarihinin en kudretli siyasî yapılarından biri olan Osmanlı Devleti'nin gücünün şahikasına çıktığı bir döneme tekabül eder. Ancak Osmanlı, yine Fuat Sezgin'den hareket edecek olursak, bu güce kendi öz düşünsel üretimiyle değil, seleflerinin hazır bilgisiyle ulaşmıştı. Osmanlı dönemi askerî, idarî ve ekonomik sahadaki parlak performanslarına karşın entelektüel alanda Müslüman Rönesansını aşan hatta ona yaklaşabilen bir üretim ortaya koyamamıştı. Zaten bu durum sahada elde edilen askerî galibiyetler sürdükçe dert edilecek bir mesele olarak da görülemezdi. Yukarıda zikrettiğimiz gibi dünyevî güç véakide arasında kurulan rabıta, elde edilen her askerî zaferi düşman ve mahiyeti fark etmeksizin hem´akidenin otantikliğini hem de Ulu'l Emr vasfını haiz görülen sultanın meşruiyetini teyit ve tahkim eden bir sonuca dönüştürüyordu. Bu durum, Usûl-u Kadîm'e dönmeyi salık veren risalelerin sadra şifa olamadığı hızlı mağlubiyetler çağında değişmek zorunda kaldı. Filhakika Osmanlı kurumlarındaki yozlaşma, görece erken bir tarihte Koçi Bey gibi önemli devlet adamları tarafından teşhis edilmiş ve idare tembihlenmeye çalışılmıştı, Fakat bu bozulma ancak askerî mağlubiyetlerin kesinleştiği bir kertede idareciler tarafından da alenen kabul edildi. Tanzimat'la beraber artık Usul-u Kadîm'e dönmek tamamen rafa kaldırıldı ve mevcut kurumların Îcab-ı Vakt-i Hâl'e (çağın gerektirdiklerine) uygun olmadığı kabul edilerek, galip zihniyeti temsil eden Batı'nın usul ve tekniğini almaya yönelik canhıraş bir mücadele içine girildi. Ancak yaşanan peş peşe mağlubiyetler bu

I. Tarihselcilik Düşüncesinin Ortaya Çıkma Süreci Tarihselcilik düşüncesinin ortaya çıkması, en y... more I. Tarihselcilik Düşüncesinin Ortaya Çıkma Süreci Tarihselcilik düşüncesinin ortaya çıkması, en yalın ifadesiyle doğa bilimleriyle sosyal bilimler arasındaki gerginliğin ürettiği bir süreç olarak gelişmiştir. Rönesans hareketi ve bunun peşi sıra ortaya çıkan akıl merkezli düşünce sistemleri, daha önceki dönemde kilisenin dayattığı bilgi çerçevesinde doğaya mahkum olarak yaşayan insanın, bu süreçle birlikte amacını doğaya tahakküm olarak tayin eden düşünsel bir merhaleye geçmesiyle sonuçlanmıştır. Bu süreçte Ortaçağın tanrısı yerini insan aklına bırakmıştır. Descartes'ın " cogito ergo sum " (düşünüyorum öyleyse varım " önermesi, insanın referans çerçevesini akıl olarak belirleyen temel önerme olmuştur. İnsanın amacını doğaya hakim olmak olarak belirleyen Bacon, tümevarım metodunu sistemleştirmiş ve böylelikle sebeplere ve yasalara odaklanan doğa bilimlerinin hakimiyet dönemi başlamıştır. Kainatın düzenli işleyişinde câri olan yasaların tespiti ve akabinde elde edilecek bilgisi vasıtasıyla, insanın yaşadığı dünyaya yani fiziksel yaşam koşullarına hakimiyet kurulabileceği inancı yerleşmiştir. Fakat bu düşüncede insan, tabiata karşı bir fail olarak konumlanmakla beraber, içtimai bir varlık değildir. Tarihten kopuktur ve yaşadığı maddi dünyanın düşünsel kayıtları altındadır. Tarihselcilik düşüncesinin doğa bilimleri karşıtlığındaki en önemli argümanı, insanın değiştiği, yani insanî olayların tekilliği ve bireyselliği olmuştur. Bu nedenle Dilthey, tarihte tek anlamın olmadığını bilakis anlamlar çokluğu olduğunu söylemiştir. Bu anlayış, tarihselcilik düşüncesinin görecelik içerdiği iddiası ile eleştirilmesine neden olmuştur. Ancak tarihselciliği, doğa bilimlerden ayıran en önemli neden zaten değişmedir. Vico, Bacon'un doğa merkezci düşüncesine karşı tarihin önemini vurgulayarak tarihselci düşüncenin inşasına önemli bir katkı sağlamıştır. Tarihte de doğa bilim yasalarına benzer yasalar koymaya çalışan Fransız aydınlanmasına karşılık, Alman aydınlanması insanın manevi özelliklerini ön plana çıkartmış ve insana dair fikre onun manevi özellikleri üzerinden varılabileceği düşüncesi benimsenmiştir. Bir ileri aşamada Tarihselcilik düşüncesine katkı sağlayan filozofların başında Hegel gelir. Ürettiği 'toplumsal tin' kavramıyla, tarihin ruhu olarak ifade edebileceğimiz şeyin ancak belli bir toplumsallık içinde kendini üretebildiğini iddia etmiş ve bu düşünceleriyle tarihselci düşünceye katkı yapmıştır. Tarihselci düşüncenin inşacısı olarak ifade edilebilecek Dilthey'in tarihsellik tanımı; " Tarihsellik; insanın tarih içinde neliğini (mahiyetini) yapan, tarihsel olup-bitmeler içinde insanı hem oluşturan, hem de insanın oluşturduğu bir şey olarak anlaşılır. " şeklindedir. Tarihselci düşüncenin gerekçesini açıklayan bir mahiyettedir. Bu bağlamda tarihsellik hem insanın yaptığı hem de insanı yapan şey olarak tinselliktir. Tarihselci düşünceye katkı sunan önemli düşünürlerden biri olan Heidegger, " Dasein " kavramıyla varlık ve anlama süreci arasında doğrudan bir ilişki kurar. Dasein zamansallaşma biçimlerinden bağımsız soyut bir insan kategorisinin doğru olmadığını bilakis insanın zamansallığı ve mekansallığı içerisinde sürekli bir oluş halinde olduğunu ifade eden bir kavramdır. Dasein, orada olmak, yani dünyada olmak, belirli bir zaman ve mekan içinde yer tutmaktır. Heidegger'e göre, zaman ve mekanın kayıtlarından azade aşkın bir insan tasavvuru metafizik bir tasarımdan başka bir şey değildir. Heidegger'in tanımladığı tarihsellikte insan geleneğe bağlıdır ve bu gelenekten herhangi bir şekilde kopması mümkün değildir. Ona göre ne yaparsak yapalım tarihsel varlıklar olarak geçmişe katkı yapıp durmaktayız.
Bu yazı, Hafız Esed'in düzeltici hareket olarak isimlendirilen 1970'deki askeri darbeyle iktidarı... more Bu yazı, Hafız Esed'in düzeltici hareket olarak isimlendirilen 1970'deki askeri darbeyle iktidarı ele geçirmesi ve sonrasında inşa ettiği sekter rejimin yarattığı toplumsal ayrışmanın sebep olduğu mücadeleye odaklanmaktadır. 2011'de başlayan rejim ve muhalifleri arasındaki mücadelenin bugün gelinen noktada seyredebileceği istikamet 4 olasılık ekseninde tartışılmaktadır.
Conference Presentations by Maşallah Nar
Sınırdan Geçen Sözcükler, 2020
Tarihten Romana Malazgirt, 2020
Meşruiyet meselesini Maverdi ve Nizamülmülk'ün fikirleri zaviyesinden tartışan bu makale 6-7 Nisa... more Meşruiyet meselesini Maverdi ve Nizamülmülk'ün fikirleri zaviyesinden tartışan bu makale 6-7 Nisan 2018 tarihinde Konya'da düzenlenen "1000. Yılında Nizamülmülk" ilmi toplantısında tebliğ olarak sunulmuştur.
Books by Maşallah Nar
Bilge Vezir Nizamülmülk, 2019
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK DÜŞÜNCESİ: İSİMLER, YÖNELİMLER, BAKIŞLAR, 2017
Bu makalede, son Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini teneffüs etme imkanı bulmuş, Kurtuluş savaşının m... more Bu makalede, son Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini teneffüs etme imkanı bulmuş, Kurtuluş savaşının manevi lideri sıfatına sahip İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un siyasi ve fikri cephesi ele alınmaktadır. Mehmet Akif'in dini meselelere müteveccih bugün bile oldukça modernist sayılabilecek ıslahçı yaklaşımı ve İmparatorluğun yıkılışına çareler arayan hem Abdülhamid muarızı hem de ittihad-ı islam taraftarı politik mizacı bu çalışmanın üzerinde deveran ettiği temel tartışma noktalarını teşkil etmektedir.
Uploads
Papers by Maşallah Nar
Drafts by Maşallah Nar
Conference Presentations by Maşallah Nar
Books by Maşallah Nar
kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Nitekim Halîfe Osman ve Ali dönemlerinde
patlak veren anlaşmazlıklar, isyanlar, iç savaşlar ve Hulefâ-yi Râşidin olarak
kabûl edilen dört halîfeden üçünün sûikast sonucu öldürülmesi, Peygamber
sonrası İslâm toplumundaki siyâsî krize işâret eden önemli göstergelerdendir. Bu
siyâsî krizin kökeninde, Hz. Muhammed tarafından kurulduğu öne sürülen İslâm
Devleti’nin liderliğini kimin, hangi usûllere göre yapacağı sorunsalı yatmaktadır.
Bu çalışmanın temel amacı, Hz. Muhammed’in önderliğinde bir İslâm Devleti
kurulduğu iddiasının târihsel geçerliliğini irdelemektir. Makalede, İslâm Devleti
söylemine târihsel arka plan oluşturan Asr-ı Saâdet döneminin ihtivâ ettiği
unsurların, dönemin koşulları içerisinde bir devlet formu sunup sunmadığı
tartışılmakta ve Hz. Muhammed’in siyâsî tecrübesinin mâhiyeti ele alınmaktadır.