Bu kitapta kullan›lan ayetler, Ali Bulaç'›n haz›rlad›¤›
"Kur'an-› Kerim ve Türkçe Anlam›" isimli mealden al›nm›flt›r.
Birinci Bask›: Eylül 1999
‹kinci Bask›: Temmuz, 2001
Üçüncü Bask›: Ekim, 2005
Dördüncü Bask›: Ocak, 2006
Beflinci Bask›: Temmuz, 2006
ARAfiTIRMA
YAYINCILIK
Talatpafla Mah. Emirgazi Caddesi
‹brahim Elmas ‹flmerkezi
A Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul
Tel: (0 212) 222 00 88
Bask›: Seçil Ofset
100. Y›l Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi
4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar-‹stanbul
Tel: (0 212) 629 06 15
w w w. h a r u n y a h y a . o r g - w w w. h a r u n y a h y a . n e t
RESULLER‹M‹Z
D‹YOR K‹
Sana elçilerin haberlerinden
-kalbini sa¤lamlaflt›racak- do¤ru haberler
aktar›yoruz. Bunda sana hak ve
müminlere bir ö¤üt ve uyar› gelmifltir.
(Hud Suresi, 120)
HARUN YAHYA
YAZAR ve ESERLER‹ HAKKINDA
Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 y›l›nda Ankara'da do¤du. ‹lk, orta ve lise ö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra
‹stanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve ‹stanbul
Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde ö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana,
imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser haz›rlad›. Bunlar›n yan› s›ra,
yazar›n evrimcilerin sahtekarl›klar›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl› ideolojilerle olan karanl›k ba¤lant›lar›n› ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktad›r.
Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›¤› toplam 45.000
sayfal›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 57 farkl› dile çevrilmifltir.
Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele eden iki peygamberin hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluflturulmufltur. Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n
mührünün kullan›lm›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-› Kerim'in Allah'›n son kitab› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›flmalar›nda, Kuran'› ve Resulullah'›n sünnetini kendine rehber
edinmifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemlerinin tüm temel iddialar›n› tek
tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen itirazlar› tam olarak susturacak "son
söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi olan
Resulullah'›n mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir duas› olarak kullan›lm›flt›r.
Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef, Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›rmak, böylelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤i ve ahiret gibi temel imani
konular üzerinde düflünmeye sevk etmek ve inkarc› sistemlerin çürük temellerini ve sapk›n uygulamalar›n› gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'n›n eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, ‹ngiltere'den
Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, ‹spanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n daha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca, ‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça, Uygurca, Endonezyaca,
Malayca, Bengoli, S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'da
yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler,
yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi taraf›ndan takip edilmektedir.
Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok
insan›n iman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitaplar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü,
kolay anlafl›l›r ve samimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›maktad›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k materyalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün de¤ildir.
Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklard›r, çünkü
fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdaki tüm inkarc› ak›mlar, Harun
Yahya Külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r.
Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklanmaktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zca Allah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda ve yay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini
görmelerini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik
etmenin de, çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r.
Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri
karmafla meydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü ve keskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek ve zaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan
ziyade, yazar›n›n edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bu konuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n
eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤i çürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve samimiyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n
çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan
kurtulman›n yolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin
ortaya konmas› ve Kuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dünyan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla ortam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde yap›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok
geç kal›nabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya Külliyat›,
Allah'›n izniyle, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve
bar›fla, do¤ruluk ve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r.
OKUYUCUYA
•Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yer ayr›lmas›n›n nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelini oluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›yla Allah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm, 140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya da kuflkuya düflmesine neden olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önüne sermek
çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›za ulaflt›r›labilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z› okuma imkan› bulabilir. Bu nedenle her kitab›m›zda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür.
•Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›n
tüm kitaplar›nda imani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, insanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renmeye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›n
ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiçbir flüphe veya soru iflareti b›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r.
•Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›n yediden yetmifle herkes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etkili ve
yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesin bir tav›r sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lanlar›n do¤rulu¤unu inkar edememektedirler.
•Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤i
gibi, karfl›l›kl› bir sohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun kitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgili
kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmalar› aç›s›ndan yararl› olacakt›r.
•Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›n tan›nmas›na ve okunmas›na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r. Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple
dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitaplar›n di¤er insanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir.
•Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin ise
önemli sebepleri vard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imiz
özellikleri tafl›yan ve okumaktan hoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn› vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir. ‹mani ve siyasi konularda yararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahit olacakt›r.
•Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüpheli
kaynaklara dayal› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›ya dikkat
etmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, flüpheci ve ye'se sürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z.
‹Ç‹NDEK‹LER
GİRİŞ ..............................................................................................8
HZ. NUH ....................................................................................11
HZ. HUD .....................................................................................22
HZ. SALİH...................................................................................27
HZ. İBRAHİM..............................................................................32
HZ. LUT.......................................................................................46
HZ. YAKUP.................................................................................50
HZ. YUSUF... ..............................................................................52
HZ. ŞUAYB.. ...............................................................................58
HZ. LOKMAN.............................................................................65
HZ. MUSA.. .................................................................................68
HZ. HARUN................................................................................79
HZ. DAVUD................................................................................81
HZ. SÜLEYMAN.. ......................................................................84
HZ. İSA... .....................................................................................89
HZ. MUHAMMED (SAV)... .......................................................93
SONUÇ ......................................................................................119
EVRİM YANILGISI....................................................................120
7
G‹R‹fi
Gelmiş geçmiş tüm ümmetlere onları Allah'ın doğru yoluna çağıran resuller gönderilmiştir. Resuller insanlara Allah'ın varlığını ve birliğini anlatan, onlara Allah'ın dinini tebliğ eden, Allah'ın kendilerinden
istediklerini, diğer bir deyişle yapmaları ve sakınmaları gereken şeyleri bildiren, onları cehennem azabına karşı uyaran ve cennetle müjdeleyen insanlardır.
Resullerin hayatları ve mücadeleleri, düşünen ve öğüt almasını bilen müminler için ibretlerle doludur. Kuran'da, resullerin tebliğ konuları, kullandıkları ikna yöntemleri ve daha birçok özellikleri ayrıntılı olarak anlatılır.
Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için
ibretler vardır... (Yusuf Suresi, 111)
Müminler, resuller arasında hiçbir ayrım yapmadan onların Kuran'da aktarılan güzel tavır ve davranışlarını, üstün ahlaklarını kendilerine örnek almalı, onların öğüt ve tavsiyelerini tutup, uyarılarına
büyük önem vermelidirler. Çünkü Allah bu seçkin kullarının kıssalarını toplumlara tarih bilgisi olsun diye değil, müminler öğüt alıp düşünsünler, bu üstün insanları örnek alsınlar diye Kuran'da aktarmaktadır.
Kuran'da resuller ve onların yaptıkları işlerde müminler için örnekler ve dersler yer alır. Bu, Kuran'da özellikle belirtilen bir noktadır. Örneğin Hz. İbrahim ve ona uyanlarda müminler için güzel örnekler olduğu ayette belirtilmiş, ardından onların örnek tavırları anlatılmıştır:
İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz,
sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten
uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle ara8
mızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama
Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve 'içten sana yöneldik.' Dönüş sanadır.
Rabbimiz, bizi inkâr edenler için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin." Andolsun, onlarda sizlere, Allah'ı ve ahiret gününü umud
edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek
olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı
olmayan), Hamid (övülmeye layık olan)dır. (Mümtehine Suresi, 4-6)
Aynı şekilde, diğer tüm Resuller de müminler için her yönden örnek alınmaları gereken, Allah'ın özel ve seçkin kullarıdır. İman edenler resullerden hiçbirini ayırt etmez, hepsine indirilene iman ederler.
Bu Allah'ın bir emridir ve tüm emirler gibi üzerinde titizlikle durulmalıdır:
Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail,
İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya
verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz
O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136)
Bütün resuller insanları hak dine ve en doğru yola çağırmışlardır.
Bu çağrı onların ümmetleri için geçerli olduğu gibi, bizim için de geçerlidir. Hepsinin davet ettiği temel imani ve ahlaki gerçekler, sergiledikleri üstün karakter özellikleri, her devir için, dolayısıyla bizler
için de uyulması ve örnek alınması gereken konulardır.
Allah da bu hikmete binaen, Kuran'da onların davet ettikleri gerçekleri ve sahip oldukları üstün ahlaki özellikleri bizlere pek çok açıdan, özlü ve ayrıntılı bir biçimde bildirmiştir. Ve peygamberinin şah9
sında tüm müminlere doğru yola tabi olmayı emretmiştir:
Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer bunları tanımayıp-küfre sapıyorlarsa, andolsun, biz buna (karşı) inkâra sapmayan bir topluluğu vekil kılmışızdır. İşte Allah'ın hidayet verdikleri
bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy.
De ki: "Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O
(Kuran), alemlere bir 'öğüt ve hatırlatmadan' başkası
değildir." (En'am Suresi, 89-90)
Öyleyse müminlere düşen Kuran'da resullerin kıssalarını dikkatlice okuyup, onların gösterdikleri doğru yola, yaptıkları öğüt ve uyarılara titizlikle uymaya çalışmaktır. Bu kitabın amacı da müminlerin bu
gayretine yardımcı olmaktır.
10
HZ. NUH
Hz. Nuh, Kuran'ın pek çok ayetinde kendisinden övgüyle bahsedilmiş bir peygamberdir:
(Ey) Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın çocukları! Şüphesiz o, şükreden bir kuldu. (İsra Suresi, 3)
Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel
icabet etmiştik. Onu ve ailesini, o büyük üzüntüden
kurtarmıştık. Ve onun soyunu, (dünyada) onları da baki kıldık. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli
bir isim) bıraktık. Alemler içinde selam olsun Nuh'a.
(Saffat Suresi, 75-79)
Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve
İmran ailesini alemler üzerine seçti; (Al-i İmran Suresi,
33)
Şüphesiz, Biz Nuh'u; "Kavmini, onlara acı bir azap gelmeden evvel uyar" diye kendi kavmine (peygamber
olarak) gönderdik. (Nuh Suresi, 1)
Allah Hz. Nuh'u kendi kavmine elçi olarak göndermiştir. Kavminden inkara sapmış önde gelenler, Hz. Nuh ve ona tabi olanları hak
yoldan çevirmek için onlara tuzaklar kurmuş, çeşitli iftiralar atmış,
onlarla alay etmeye kalkışmışlardır. Yaptıklarının karşılığı olarak
Allah bu kavmi dünya hayatında büyük bir tufan ile cezalandırmıştır.
Hz. Nuh Kavmine Güvenilir Bir Elçi Oldu¤unu
Beyan Etmifltir
Allah korkusu taşımayan insanlar birbirlerine gerçek anlamda bir
güven duymazlar. Çünkü böyle insanların oluşturduğu bir toplumda,
kişinin kendisine en yakın bildiği insandan dahi her an bir kötülük gör11
me ihtimali vardır. Herkes birbirine karşı son derece temkinli davranır, açık vermemeye çalışır. Bu nedenle insanlar arasında en çok istenilen şey güvenebilecekleri gerçek dostlara sahip olabilmektir.
Elçiler ise Allah korkuları nedeniyle son derece güvenilir bir karaktere sahiptirler. İnsanların, elçilerin güvenilir olduğunun farkına varmaları çok önemlidir ve bu yüzden elçiler bu özelliklerini, tebliğ yaparken özellikle vurgularlar:
Nuh kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
Hani onlara kardeşleri Nuh: "Sakınmaz mısınız?" demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir
elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat
edin." (Şuara Suresi, 105-108)
Liderlik hırsı, mal mülk özlemi, itibar beklentisi gibi konular, insanları başkalarına güven duyma konusunda tereddütte bırakır.Hatta insanların herhangi bir menfaat karşılığı olmaksızın iyilikte bulunmayacakları düşünülür. Peygamberler ise karşılığı Allah'tan beklerler; insanlardan hiçbir istekleri olmadığını da özellikle vurgularlar. Hz. Nuh
kavmine şöyle demiştir:
"Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." (Şuara Suresi,
109)
Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben,
Müslümanlardan olmakla emrolundum. (Yunus Suresi,
72)
Hz. Nuh Kavmini Yaln›zca Allah'a Kulluk Etmeye
Ça¤›rm›flt›r
Hz. Nuh kavmini, içinde bulundukları batıl sistemi bırakarak Allah'a
kulluk etmeye davet etmiştir. Allah'tan başka bir ilah olmadığını, eğer
dünyada iken bunu anlamazlarsa ileride azapla karşılaşacaklarını ha12
tırlatmıştır. Bu şekilde onları uyarıp korkutmuş ve iman etmeleri için
çeşitli şekillerde açıklamalarda bulunmuştur. Bu konuyla ilgili bazı
ayetler şöyledir:
Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin. Onun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?" (Müminun Suresi, 23)
Andolsun, Biz Nuh'u kavmine gönderdik. (Onlara:)
"Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp-korkutucuyum.
Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek
olan) acı bir günün azabından korkarım" (dedi). (Hud
Suresi 25-26)
Hz. Nuh Kavmini Allah'a Yönelmeye ve
O'ndan Ba¤›fllanma Dilemeye Davet Etmifltir
Hz. Nuh, kavmine Allah'ın tek ilah olduğunu hatırlattıktan sonra,
onları Allah'tan bağışlanma dilemeye davet etmiş, Allah'a yönelmeleri karşılığında Allah'ın onlara vereceği nimetleri şu şekilde müjdelemiştir:
"Bundan böyle" dedim. "Rabbinizden mağfiret isteyin;
çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. (Öyle yapın ki,)
Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın. Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin." (Nuh Suresi 10-12)
Allah Kuran'da birçok ayette iman edenleri güzel bir hayat ile yaşatacağını vaat etmiştir. Bu sebeple elçiler kavimlerini Allah'a yönelmeye
davet ederken, Allah'ın onlara nimetler vereceğini de bildirmişlerdir.
Diğer taraftan ise Allah'ın verdiği nimetleri sayarak, insanların bunları
anlamalarını, Allah'ın üzerlerindeki lütfunu ve merhametini görmelerini sağlamaya çalışmışlardır. Hz. Nuh kavmine şöyle hitap etmiştir:
13
"Size ne oluyor ki, Allah'tan bir vakarı ummuyorsunuz?
Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır. Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum
(mutabakat) içinde yaratmıştır? Ve ayı bunlar içinde bir
nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil
yapmıştır. Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi. Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır. Allah, yeri sizin için bir yaygı kıldı. Öyle ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye." (Nuh Suresi 13-20)
İman edenlerin yapması gereken de, peygamberler gibi Allah'ın nimetlerini anarak O'na şükretmek ve çevrelerindeki insanları şükredici olmaya çağırmaktır.
Hz. Nuh Kendisine At›lan ‹ftiralara Karfl› Kavmine
Allah'› Hat›rlatarak En Ak›lc› Cevaplar› Vermifltir
Dünya tarihi boyunca Allah'ın gönderdiği tüm elçilere birbirine
benzer iftiralar atılmıştır. Bu, Allah'ın, her dönemde yaşayan elçilerinin karşılaştıkları hiç değişmeyen bir kanunudur.
Hz. Nuh'un kavmi de peygamberlerine itaat etme konusunda direnmiş ve kendilerince onu yıldırmak için birçok iftira atmışlardır.
Bunlardan biri 'şaşırmış ve sapmışlık' iftirasıdır:
Kavmimin önde gelenleri: "Gerçekte biz seni açıkça bir
'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz" dediler.
(Araf Suresi, 60)
Allah'ın elçilerinin en belirgin özelliklerinden biri, her ortamda sabır ve kararlılıklarını, üstün ahlaklarını korumaya devam etmeleridir.
Karşılaştıkları zorluk ve iftiralar karşısında daima olgun ve mütevvekil bir tavır göstermişlerdir. Bu iftaraya karşı Hz. Nuh'un cevabı tüm
müminler için örnektir.
O: "Ey kavmim, bende bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' yok14
tur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim." dedi."
Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size
öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah'tan biliyorum." (Araf Suresi, 61-62)
Hz. Nuh kendisini yalancılıkla suçlayanlara ise şöyle cevap vermiştir:
Kavminden, ileri gelen inkârcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu
görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi.
Dedi ki: "Ey Kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer
ben "Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve
Rabbim bana Kendi Katı'ndan bir rahmet vermiş de
(bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız?" "Ey Kavmim,
ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim
ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar.
Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum." (Hud Suresi, 27-29)
Hz. Nuh ‹man Etmek ‹çin Mucize Bekleyenlerin
Samimiyetsizli¤ine Dikkat Çekmifltir
Tarih boyunca inkar edenler kendilerine gelen elçilere tabi olmamak için birçok bahaneler öne sürmüşlerdir. Resullerin malca kendilerinden üstün olmaları veya mucizeler getirmeleri gerektiğini ileri
sürmüşler, hatta onların insan değil melek olmaları gerektiğini dahi
iddia edebilmişlerdir. Hz. Nuh buna benzer beklentilere şöyle cevap
vermiştir:
"Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum,
gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum
15
ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak
bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı
Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir."
(Hud Suresi, 31)
Allah'ın görevlendirdiği elçilerin, malca, paraca üstün olmalarını,
mucizeler göstermelerini beklemek inkarcıların klasik bir özelliğidir.
Elçilerin üstün oldukları yön takvalarıdır. Bu insanlar hayatlarının her
anında ve her davranışlarında Allah'a yöneldikleri, teslimiyet ve tevekkül gösterdikleri, sabırlarından hiçbir zaman ödün vermedikleri
için üstündürler. Allah malı, makamı, parayı, ilmi ve dünyaya ait her
türlü şeyi pek çok insana verebilir. Ancak bunlar birer üstünlük ölçüsü değil, yalnızca imtihan vesilesidirler. Bu tür dünyevi değerleri
Allah Katı'nda bir üstünlük alameti olarak değerlendirmek ise ancak
din ahlakından uzak yaşayan insanlara özgüdür.
Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah'tan başkası bilmez. Elçileri onlara apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: "Tartışmasız, biz sizin
kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeyden de gerçekten kuşku verici bir
tereddüt içindeyiz."
Resulleri dedi ki: "Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)? O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş
bir süreye kadar erteliyor." Dediler ki: "Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi,
babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin."
Resulleri onlara dediler ki: "Doğrusu biz, sizin gibi yal16
nızca bir beşeriz, ancak Allah kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmaksızın size bir delil getirmemiz bizim için olacak şey değil. Mü'minler, ancak
Allah'a tevekkül etmelidirler." (İbrahim Suresi, 9-11)
Hz. Nuh Tebli¤ ‹çin Her Yolu Denemifltir
Hz. Nuh da diğer resuller gibi kavminin iman etmesi için her türlü
yolu denemiştir. Onları açıkça dine davet ettiği gibi,onlara farklı yollarla da yanaşmaya çalışmış, ancak tüm çabasına rağmen kavmi inkarda ve azgınlıkta direnmiştir. Hz. Nuh, kavminin kendisine direnmesini şöyle anlatmıştır:
Dedi ki: "Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz
davet edip-durdum. Fakat davet etmem, bir kaçıştan
başkasını arttırmadı. Doğrusu ben, onları bağışlaman
için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına
tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler. Sonra onları açıktan
açığa davet ettim. Daha sonra (davamı) onlara açıkça
ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim." (Nuh Suresi 5-9)
Hz. Nuh'un bu sözlerinden anlaşılacağı gibi, peygamberler durmaksızın insanları Allah'ın yoluna çağırmışlar, çeşitli metodlar geliştirerek
insanların vicdanlarını harekete geçirmeye çalışmışlardır. İnsanlardan
ne tepki gelirse gelsin kararlı davranmak, Allah'ın "iyiliği emredip kötülükten menetme" emrini mutlak surette yerine getirmek peygamberler gibi salih müminlerin de üzerine düşen önemli bir sorumluluktur:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
17
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam
uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler,
iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın
sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele.
(Tevbe Suresi, 112)
Hz. Nuh'un Kavmine Karfl› Kararl› Tutumu
Dünya üzerinde var olan herşeyin sahibinin Allah olduğunu, Allah dilemedikten sonra kimsenin kendilerine bir zarar veya fayda sağlamaya
güç yetiremeyeceğini bilen elçiler, kavimlerinin kendilerine yönelttikleri tehditlerden dolayı hiçbir zaman yılgınlık göstermemişlerdir. Karşılaştıkları her türlü zorlukta Allah'a dayanıp-güvenmişlerdir. Hz. Nuh da inkarcıların önde gelenlerine karşı cesurca bir mücadele vermiş, onların
iftira ve saldırılarından asla yılmayacağını şöyle vurgulamıştır:
Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki:
"Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle
hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz
Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü
kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin. (Yunus
Suresi 71)
Müminler de peygamberleri örnek alarak zorluklara karşı sabır
gösterir, düşmanlarına karşı asla yılgınlık ve gevşeklik göstermezler.
Allah'ın yardımının her an yanlarında olduğunu ve mutlak zaferin her
zaman iman edenlere ait olduğunu bilirler. Çünkü bu garanti altına
alınmıştır:
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)
... Allah, kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol
vermez. (Nisa Suresi, 141)
18
Hz. Nuh Kavmini Büyük Bir Azap ‹le Uyarm›flt›r
Birçok kavim kendilerine gönderilen elçilere karşı geldikleri, elçilere ve iman edenlere karşı mücadele verdikleri için Allah'ın gönderdiği çeşitli azaplarla helak edilmiştir. Elçiler ise azap gelmeden önce
kavimlerini uyarmışlar, onları Allah'ın yoluna uymaya çağırmışlardır.
Hz. Nuh kavmini şu şekilde uyarmıştır:
Andolsun Biz Nuh'u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki:" Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin
için O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin
için büyük bir günün azabından korkmaktayım." (Araf
Suresi, 59)
Hz. Nuh'un, Müminleri Alaya Alan Kavmine Cevab›
Allah Kuran'da birçok ayette iman edenlerle alay etmeye çalışan
insanlardan bahseder. Ancak Allah tarih boyunca müminlerle alay etmeye kalkan insanları daha dünya hayatında iken kendileriyle alay
edilecek konuma düşürmüştür. Bu insanların ahirette görecekleri
aşağılanma ise çok daha büyük olacaktır. Allah Kuran'da bu insanlar
cehennemde azap çekerken müminlerin de cennetten kendilerini
seyrederek onlara güleceklerini bildirmiştir (Mutaffifin Suresi, 34)
Hz. Nuh'un kavmi de, onu ve müminleri alaya almışlardır. Hz.
Nuh'un kavmine verdiği cevap şu şekildedir:
... O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz
de sizlerle alay edeceğiz" dedi. "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin
üstüne çökecek." (Hud Suresi, 38-39)
Hz. Nuh, Kavminin ‹nkarda Diretmesi Üzerine
Allah'tan Yard›m ‹stemifltir
Hz. Nuh, -şu ana kadar ayetlerde gördüğümüz gibi- yaşamı boyun19
ca kavmini uyarıp korkutmuş, onları Allah'ın azabına karşı uyarmıştır.
Ancak tüm bunlara rağmen azgın kavmi inkar etmekte diretince
Allah'a şöyle dua etmiştir:
Nuh "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç
kimseyi bırakma." dedi. "Çünkü Sen onları bırakacak
olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar." (Nuh Suresi, 26-27)
Resulleri örnek alan müminlerin yapması gereken de budur: Din
ahlakını her türlü imkanla, sözlü veya yazılı olarak anlatıp, Allah'ın
varlığının her türlü delillerini onlara sunmak, ayrıca hesap gününün,
cennetin, cehennemin yakınlığını tebliğ etmek… Ancak tüm bunlara
rağmen inkar etmekte direnen insanlar olursa, müminler, bu kişileri
cezalandırması için de Allah'a dua ederler. Ve Allah'ın dünyada ve
ahirette sonsuz bir adaletle karşılık vereceğini bilirler.
Hz. Nuh'un O¤lunun Kafirlerden Olmas›
İnkarları, alayları, saldırılarıyla azabı tam olarak hak eden kavmin
üzerine Allah büyük bir bela göndermiş ve Hz. Nuh'u yalanlayanlar
helak olmuşlardır. Hz. Nuh ile birlikte olan müminler ise gemiye binip azaptan kurtulmuşlardır. Helak olanlar arasında Hz. Nuh'un oğlu
da vardır; babasının peygamber olması onu azaptan kurtarmamıştır.
Günümüzde bazı insanlar, kendileri dindar olmamalarına rağmen
aile büyüklerinin, yakınlarının dindarlığı ile övünürler. "Babam hacı",
"dedem büyük bir alim" gibi sözler sıklıkla duyulur. Oysa ahirette insan sadece kendi yaptıklarından, kendi üzerine yükletilenden sorumlu tutulacaktır. Yakınlarının meziyetleri, dindarlıkları kendisine hiçbir
fayda sağlamayacaktır. Kuran'da bu durum şöyle bildirilmiştir:
Allah, inkâr edenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikahları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler.
20
Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen
hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: "Ateşe diğer
girenlerle birlikte girin" denildi. (Tahrim Suresi, 10)
Hz. Nuh oğlunu kafirlerden olmaması için son ana kadar uyarmış
ancak uyarmaları bir sonuç vermemiştir.
(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken
Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma.(Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan
(Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu. (Hud
Suresi 42-43)
Hz. Nuh ‹man Edenler ‹çin de Dua Etmifltir
Hz. Nuh inkar edenlerin helak olması için dua ettiği gibi, inananların günahlarının bağışlanması için de dua etmiştir:
Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime
gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma. (Nuh Suresi, 28)
Peygamberin bu duası da tüm inananların örnek alması ve uygulaması gereken bir davranıştır. Allah'a iman eden insanlar birbirlerinin
yegane dostları ve yardımcılarıdır. Bu yüzden birbirlerinin ahiretine
yönelik dua etmeleri de bir iman alametidir.
21
HZ. HUD
Hz. Hud'u Allah Ad kavmine elçi olarak göndermiştir. O da kavmine Allah'ın gönderdiği güvenilir bir elçi olduğunu, yaptığı tebliğ karşılığında hiçbir karşılık beklemediğini belirttikten sonra, insanları
Allah'tan korkup sakınmaya çağırmıştır.
Hz. Hud, kavmine tebliğ yaparken daha önceki elçilere olduğu gibi
,ona da çeşitli iftiralar atılmıştır. Örneğin kavmi Hz. Hud'da "akli yetersizlik" olduğunu iddia etmiştir. Hz. Hud, kendisine bu çirkin iftirada bulunan kavmine karşı ahlaki üstünlüğünün bir göstergesi olan son
derece olgun ve şefkatli bir üslupla cevap vermiştir:
(Hud:)"Ey kavmim" dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim" dedi. "Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum.
Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." (Araf Suresi 6768)
Hz. Hud Kavmine Yapt›¤› Tebli¤ ‹çin
Hiçbir Karfl›l›k Beklemedi¤ini Söylemifltir
Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret
istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi,
51)
Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. (Şuara Suresi,
127)
Şu ana kadar anlatılan tüm elçilerin hayatlarında gördüğümüz gibi,
ömür boyunca insanlara tebliğ yapıp, onlardan hiçbir karşılık beklememek önemli bir mümin özelliğidir. Bir mümin hangi devirde yaşar22
sa yaşasın, kimlerle beraber olursa olsun insanları Allah'ın beğendiği
ahlaka çağırmakla, onlara yaklaşmakta olan hesap gününü hatırlatmakla sorumludur. Bundan dolayı ise kimseden bir karşılık beklemez,
yalnızca görevini en iyi biçimde yerine getirmeyi ve Allah'ın kendisinden razı olmasını ister.
Kavmini Allah'a Kulluk Etmeye Ça¤›r›rken,
Onlar› Ac› Bir Azaba Karfl› Uyarm›flt›r
Hz. Hud da diğer elçiler gibi kavmine yalnızca Allah'a kulluk etmelerini, aksi takdirde azaba uğramalarından korktuğunu söylemiştir:
Ad'ın kardeşini hatırla; onun önünden ve ardından nice
uyarıcılar gelip geçmişti; hani o, Ahkaf'taki kavmini:
"Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım" diye
uyarmıştı. (Ahkaf Suresi, 21)
Bunun dışında onlara dünya hayatında değer verdikleri şeylerin geçici olduğunu da hatırlatmıştır. Hz. Hud'un bu konuda kavmine yaptığı tebliğ ayette şöyle bildirilmiştir:
Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir
şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak
umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz? (Şuara Suresi, 128-129)
Bunun ardından da kavmine Allah'tan korkmalarını, O'nun emrettiklerini yapmalarını, insanlara zorbaca davranmamalarını hatırlatmıştır. Ve eğer böyle yaparlarsa, bunlardan dolayı da azaba uğrayabileceklerini söyleyerek onları uyarmıştır:
Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?
Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.
Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının.
23
Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti. Bahçeler ve pınarlar da. Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum. (Şuara Suresi, 130-135)
Hz. Hud Kavmine Allah'›n Onlara
Verdi¤i Nimetleri Hat›rlatm›flt›r
Allah'ın insanlara verdiği nimetler Nahl Suresi'nin 18. ayetinde belirtildiği gibi, "bir genelleme yapılarak" bile sayılamayacak kadar fazladır. Ancak birçok insan bu nimetleri kendisine verenin Allah olduğunu ve bunlar için Allah'a şükretmesi gerektiğini hatırına getirmez.
Allah'ın, dilediği anda bunları kendisinden geri alabileceğini de düşünmez. Bu yüzden resuller gittikleri kavimlere Allah'a yönelip dönmelerini, sahip oldukları herşeyin Allah'tan bir nimet olduğunu ve bunlar için O'na şükretmelerini hatırlatmışlardır. Hz. Hud da kavmine,
Allah'ın verdiği nimetleri hatırlatmış, onları O'ndan korkup sakınmaya çağırmıştır:
"Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr'in gelmesine mi şaşırdınız?
(Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını
ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün
kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız." (Araf Suresi 69)
Hz. Hud kavmini ayrıca Allah'tan bağışlanma dilemeye de davet etmiştir. Ve Allah'a sığınıp tevbe ederlerse, buna karşılık Allah'ın üzerlerindeki nimetleri arttıracağını haber vermiştir:
Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra
O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar,
bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlugünahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (Hud Suresi, 52)
24
Hz. Hud Kavmini Cahillerden Olmamalar› ‹çin
Uyarm›flt›r
Kuran'da geçen kavramlardan birisi olan "cahil" kavramı ayetlerde
kullanıldığı anlamıyla din ahlakını bilmeyen, dinden uzak yaşayan insanları tasvir eder. Yani, örneğin bir insan yüksek tahsil yapmış olabilir, ama
Allah'ı tanımıyorsa, Allah'ın kitabını bilmiyor ve uygulamıyorsa Kuran'a
göre cahildir. İnsan, birçok bilgiye sahip olsa da, kim olduğunu, neden
yaratıldığını düşünmüyor, kendisini Yaratan'ı tanımıyor ve bundan dolayı Allah'ın kendisinden istediklerini uygulamıyorsa cahiller arasındadır.
Bu insanlara sorulduğunda çoğu zaman dine tabi olduklarını söylerler. Oysa onların kastettikleri din, atalarından gördükleri, etraflarındaki kişilerden öğrendikleri bir cahiliye dininden başka bir şey değildir. Bu dinin Allah'ın kitabı ile hiçbir ilgisi yoktur.
Allah'ın Kuran kıssalarında bildirdiği gibi, tarih boyunca resuller
böyle cahil topluluklara hak dini anlatmışlardır. Ancak bu toplulukların çoğu vicdanen doğruyu gördükleri halde içinde bulundukları cehalet dolayısıyla büyüklenmişlerdir. Kendilerine yapılan tüm uyarılara rağmen içlerinden çok azı hariç kendi batıl dinlerini savunmaya
devam etmişlerdir.
Hz. Hud'un kavmi de, alıştıkları cahiliye sistemini bırakıp elçiye uymayı reddetmiştir. Bu nedenle Hz. Hud kavmine içinde bulundukları
durumun apaçık bir cahillik olduğunu şöyle hatırlatmıştır:
Dedi ki: "İlim ancak Allah Katı'ndadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum; ancak sizi cahillik eden
bir kavim olarak görüyorum." (Ahkaf Suresi, 23)
Hz. Hud, Kavminin ‹nkarc›lar›na Onlardan
Korkmad›¤›n› ve Allah'a Tevekkül Etti¤ini Bildirmifltir
Tüm çağrılarına rağmen kavmi Hz. Hud'a karşı gelmiş, onun kendilerini çağırdığı yola tabi olmayı kabul etmemişlerdir. Tarih boyun25
ca tüm inkarcıların yaptığı gibi onlar da peygamberlerinden mucize
istediklerini, aksi takdirde iman etmeyeceklerini söylemişlerdir:
"Ey Hud" dediler. "Sen bize apaçık bir belge (mucize)
ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı
terk etmeyiz. Sana iman edecek de değiliz." (Hud Suresi, 53)
Bunun üzerine Hz. Hud onların Allah'a şirk koştuklarından uzak olduğunu ve kendisine kuracakları tuzaklardan dolayı bir korku duymadığını şöyle bildirmiştir:
... Dedi ki: "Allah'ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki,
gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
"O'nun dışındaki (tanrılardan). Artık siz bana, toplu
olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın." (Hud Suresi, 54-55)
Hz. Hud, Allah'ın bir peygamberi olarak herşeyi Allah'ın yarattığını
ve Allah'ın samimi kullarını koruyacağını biliyordu. Bu nedenle kendine yöneltilen iftiraların, kurulan tuzakların boşa çıkacağından emin
bir şekilde Allah'a duyduğu güveni şöyle dile getirmiştir:
Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıpdenetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim
Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda
olanı korumaktadır.) (Hud Suresi, 56)
26
HZ. SAL‹H
Allah Hz. Salih'i Semud kavmine elçi olarak göndermiştir. Kuran'da
Hz. Salih'in elçi olarak geldiği kavme yalnızca Allah'a kulluk etmelerini söylediği haber verilmiştir:
Andolsun, Biz Semud (kavmine) kardeşleri Salih'i:
"Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirilerine düşman kesilmiş iki gruptur. (Neml Suresi, 45)
Tüm elçiler gibi Hz. Salih de ilk olarak kavmine güvenilir bir elçi olduğunu tebliğ etmiş ve kavmini Allah'tan korkup sakınmaya çağırmıştır:
Semud (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. Hani
onlara kardeşleri Salih: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat
edin." (Şuara Suresi, 141-144)
Hz. Salih de bu insanları Allah'ın dinine çağırırken onlardan bir karşılık beklemediğini söylemiştir.
Hz. Salih Kavmine Allah'›n Büyüklü¤ünü Anlat›p,
Onlar› Ba¤›fllanma Dilemeye Davet Etmifltir
Allah'ın resulleri kavimlerine yaptıkları tebliğ sırasında Allah'ın varlığının delillerine dikkat çekmiş, Allah'ın yaratmış olduğu kusursuz
dengeleri, sistemleri, canlılardaki üstün özellikleri insanlara hatırlatmışlardır.
Hz. Salih de yaratılış delillerini anlatarak kavmini Allah'ı düşünmeye teşvik eden elçilerden biridir. Kavmine Allah'ın sonsuz ilmini, son-
27
suz aklını ve sonsuz büyüklüğünü anlamaları için insanın ilk yaratılışını hatırlatmıştır:
Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi
ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka
ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma
dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (Hud Suresi, 61)
Hz. Salih Kavmini, Allah'›n Elçisi Olarak
Kendisine ‹taat Etmeye Ça¤›rm›flt›r
Hz. Salih kavmine sahip oldukları nimetlerin gerçek sahibi olan
Allah'tan korkup sakınmalarını, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamalarını ve kendisine itaat etmelerini hatırlatmıştır. Eğer bunu yapmazlarsa Allah'ın onları yaşadıkları yerde güven içinde bırakmayacağını şu
sözleriyle tebliğ etmiştir:
"Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?"
"Bahçelerin, pınarların içinde,"
"Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar
arasında?"
"Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz."
"Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin."
"Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin."
Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlikdüzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar)." (Şuara Suresi, 146-152)
Allah elçilerini insanları hak dine davet ederek, yeryüzünde düzeni sağlamaları için görevlendirmiştir. Hz. Salih'in yukarıdaki uyarıları
da bu görevi yerine getirmeye yönelik bir çağrı niteliğindedir.
28
Hz. Salih Kavmine Allah'›n Nimetlerini Hat›rlamalar›n›
ve Bozgunculuk Ç›karmamalar›n› Söylemifltir
Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik.
Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan
başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge
(mucize) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azab yakalar" dedi.
(Allah'ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını
ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini
hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın. (Araf Suresi, 73-74)
Hz. Salih kavmine Allah'a ‹syan Etmenin
Ümitsiz Sonucunu Hat›rlatm›flt›r
Ancak Semud kavmi Hz. Salih'e itaat etmemiş ve "Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar)
umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan
sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet
ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz." (Hud Suresi, 62) diyerek karşı gelmişlerdir. Bunun üzerine Hz. Salih kavmine
Allah'a karşı gelmesi durumunda kendisine yardım edebilecek hiçbir
varlık olmadığını tebliğ etmiştir:
Dedi ki: "Ey kavmim, görüşünüz nedir söyler misiniz?
Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerindeysem ve
bana tarafından bir rahmet vermişse, bu durumda O'na
isyan edecek olursam Allah'a karşı bana kim yardım
29
edecektir? Şu halde kaybımı arttırmaktan başka bana
(hiçbir yarar) sağlamayacaksınız." (Hud Suresi, 63)
Elbette Allah'a isyan eden insanları Allah'a karşı koruyabilecek hiçbir güç yoktur. Ve Hz. Salih'in yukarıdaki sözleriyle bildirdiği gibi,
Allah'a isyan eden bir insana uyan kişi de kesin bir zarara uğrayacaktır.
Hz. Salih Kavmine Azaptan Sak›nmalar› Konusunda
Ö¤üt Vermifltir
Resullerin getirdiği hak din inkar edenlerin menfaatleriyle çatıştığı
için bu insanlar elçilere iman etmek istememişlerdir. Elçilerin kendilerine Allah'ı ve ahireti hatırlatmasından son derece büyük bir rahatsızlık duymuşlardır. Bu tarih boyunca hemen hemen tüm inkarcı kavimlerde görülen bir özelliktir. Elbette aynı durum Allah'tan korkmayan Semud kavmi için de geçerlidir. Bu insanlar Hz. Salih'in kendilerine verdiği tüm öğütlere yüz çevirmişlerdir. Hz. Salih'in bu konu ile
ilgili olarak kavmine hitabı şöyledir:
O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim,
andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size
öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
(Araf Suresi, 79)
Hz. Salih kavmini hak yola yöneltebilmek için ciddi bir mücadele
vermiştir. Ancak kavmi inkarda diretmiştir. Allah bu kavmi kendilerine dişi bir deve göndererek denemiş ve onlara söz konusu deveye
kötülükle yaklaşmamalarını emretmiştir. Bu emre uymadıkları takdirde kendilerine büyük bir azap geleceğini de bildirmiştir. Allah'ın emrine karşı gelen kavim kendilerine gönderilen deveyi öldürmüş ve
böylece Allah'a başkaldıran her kavim gibi büyük bir azap ile helak
edilmişlerdir. Konu ile ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:
Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Salih'i ve O'nunla birlikte iman edenleri o günün aşağılatı30
cı azabından kurtardık. Doğrusu senin Rabbin, güçlü
olandır, aziz olandır. O zulmedenleri dayanılmaz bir
ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud (halkı) gerçekten
Rablerine (karşı) inkar etmişlerdi. Haberiniz olsun; Semud (halkına Allah'ın rahmetinden) uzaklık (verildi.)
(Hud Suresi, 66-68)
Hz. Salih'in bu örneğinde gördüğümüz gibi, Allah'ın resulleri, gönderildikleri toplumun insanlarına Allah'ın dinini tebliğ etmiş, dünyanın
bir imtihan yeri olduğunu hatırlatmış ve ancak Allah'ın emirlerini uygulayan kişilerin azaptan kurtulabileceklerini söylemişlerdir. Eğer ısrarla inkarda direnirlerse de mutlaka Allah'ın kendilerine bir azap
göndereceğini bildirmişlerdir.
Ancak resullerin bu büyük çabaları yalnızca Allah'a iman eden az
bir topluluğa etki etmiş, insanların çoğu öğüt almaya yanaşmamışlardır. Ama elbette bu ısrarlı inkarlarının sonucunda da kayba uğrayan
kendileri olmuş, azapla karşılaşmışlardır. Ahirette ise bundan çok daha büyüğü ile ceza göreceklerdir.
31
HZ. ‹BRAH‹M
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li
kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi,
125)
Hz. İbrahim Allah'ın, kendisini "dost edindiği" bir elçidir. Allah pek
çok ayette Hz. İbrahim'in üstün ahlakını övmüştür. Müminlere güzel
ahlakı ile örnek olan Hz. İbrahim Allah'a gönülden yönelip dönen, yumuşak huylu, Allah'a karşı içli, cesur, sözünde doğru bir insandır.
Allah bir ayette Hz. İbrahim'in ahlakını şöyle tarif etmektedir:
Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a
gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. O'nun nimetlerine şükrediciydi.
(Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti. Ve Biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih
olanlardandır. (Nahl Suresi, 120-122)
Allah'ın üstün ahlakıyla övdüğü Hz. İbrahim kendi yaptıkları putlara tapan ve bu putlara tapma konusunda son derece kararlı ve ısrarlı olan bir kavme gönderilmiştir. Ve kavmini yalnızca Allah'a kulluk
etmeye çağırmakla görevlendirilmiştir. Ancak kavminin insanları kendi dünyevi menfaatleriyle çatıştığını düşündükleri için hak dini kabul
etmek istememiş, Hz. İbrahim'e bir tuzak kurarak onu öldürmeye
kalkışmışlardır. Ancak Allah Hz. İbrahim'e kurulan tuzağı bozmuş,
onu zalim kavminin elinden kurtarmıştır:
Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve
ilahlarınıza yardımda bulunun." Biz de dedik ki: "Ey
ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok
hüsrana uğrayanlar kıldık. Onu ve Lut'u kurtarıp içinde,
32
alemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık. Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı
kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi. (Enbiya Suresi, 6873)
Bu kıssada gördüğümüz gibi, Allah Hz. İbrahim'in samimiyetine
karşılık olarak kavminin ona zulmetmesini engellemiştir. Bunun ardından ona tuzak kurmak isteyen kavmine azap vermiş, onları hüsrana uğratmıştır. Hz. İbrahim ve yanındaki müminleri ise eskisinden daha iyi bir yere yerleştirerek ve onlara bolluk, çeşitli nimetler vermiş
üzerlerindeki rahmetini göstermiştir.
Hz. ‹brahim Samimi Bir Tefekkür ‹le Allah'a Yönelmifl
ve Kavmine Müflriklerden Olmad›¤›n› Söylemifltir
Hz. İbrahim müşrik bir kavmin içinde yaşamasına rağmen, kendisi
Allah'ın bir ve tek ilah olduğunu vicdanı ile düşünerek kavramıştı. Ve
yalnızca Allah'a iman etmiş ve O'na yönelmişti. Kuran'da Hz. İbrahim'in Allah'a kesin bilgi ile iman etmesinin nasıl gerçekleştiğini anlatan ayetler şu şekildedir:
Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması
için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce:
"Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince:
"Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum."
Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İş33
te bu benim rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da
kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım."
(Enam Suresi, 75-78)
Elbette Hz. İbrahim'le ilgili bu kıssada müminler için önemli bir
ders vardır. Bir insanın Allah'ın varlığını kavraması son derece kolaydır. İnsanın gözünü çevirdiği her yerde yaratılışın sayısız delili mevcuttur. Vicdanlı bir insan hiçbir şey bilmese de, kendisine hiçbir şey
anlatılmasa da, yapacağı birkaç dakikalık samimi bir tefekkür ile evrenin bir Yaratıcısı olduğunu kolaylıkla görebilir. Ve Allah'ın gücünü,
büyüklüğünü, herşeye hakim olduğunu anlayabilir. İşte bu yüzden vicdanı ile düşünen Hz. İbrahim kendisine belki de hiç anlatılmadığı halde samimi bir tefekkür sonucunda Allah'ın varlığını ve yüceliğini görmüştür. Ve kavmine onların şirk koşmakta oldukları sahte ilahlardan
kopup ayrıldığını şöyle haber vermiştir:
"Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (Enam Suresi, 79)
Hz. ‹brahim Kavmini Allah'a Kulluk
Etmeye Ça¤›rm›flt›r
Daha ileriki bölümlerde de göreceğimiz gibi elçiler, gönderildikleri kavmi Allah'ın yoluna iletmek için her yolu denerler. Kavimlerine
çok çeşitli örneklerle tebliğ yapan resuller, aynı konuyu insanları düşündürecek birbirinden farklı örneklerle anlatır, Allah'ın beğendiği
ahlakı detaylı olarak tarif eder, insanları yaptıkları hak olmayan tavırlardan men eder, bu tavırların çirkinliğini ve bundan dolayı uğrayacakları kaybı anlatır, her yolu deneyerek bu insanlara doğruyu göstermeye ve vicdanlarını harekete geçirmeye çalışırlar.
Hz. İbrahim de ilk olarak, kavmini doğru yola çağırmış ve onlara
putlarını bırakmalarını ve Allah'a yönelmelerini söylemiştir. Kuran'da
34
pek çok ayette Hz. İbrahim'in babasına ve kavmine bu yönde yaptığı
tebliğ anlatılır. Hz. İbrahim putlara tapan bu insanları bir olan Allah'a
kulluk etmeye O'ndan korkup sakınmaya şöyle davet etmiştir:
İbrahim de; hani kavmine demişti ki: "Allah'a kulluk
edin ve O'ndan sakının, eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz yalnızca Allah'tan başka birtakım putlara tapıyor ve birtakım yalanlar uyduruyorsunuz. Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık
vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katı'nda arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na
döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 16-17)
Ayetlerde görüldüğü gibi Hz. İbrahim inkarcı kavmine Allah'ın gücünün üstünlüğünü çeşitli örneklerle anlatmıştır. Onların bu gerçeği
kavrayabilmelerini sağlamak için kıyaslamalar yapmış, kendilerine
herşeyi verenin Allah olduğunu hatırlatmış, onları Allah'a döndürülecekleri konusunda uyarmıştır. Hz. İbrahim tüm kavmi gibi yakınlarını
da bu konuda uyarmıştır. Babası Azer'e hatalı bir tavır içinde olduğunu şöyle bildirmiştir.
Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini
apaçık bir sapıklık içinde görüyorum." (Enam Suresi, 74)
Hz. ‹brahim Kavmini fieytana Uymamalar›
Konusunda Uyarm›flt›r
İnsanın en büyük düşmanı şeytandır. Allah ilk insan olan Hz.
Adem'i yarattığında, şeytana Hz. Adem'e secde etmesini emretmiş,
ancak şeytan büyüklenerek Allah'ın emrine karşı gelmiştir. Bunun
üzerine Allah şeytanı lanetlemiş ve cennetten kovmuştur. Şeytan
cennetten kovulduktan sonra insanları doğru yoldan saptırmak kastıyla, Allah'tan, kıyamete kadar kendisine izin vermesini istemiştir.
Şeytanın amacı kendisinin cennetten kovulmasına sebep olarak gör35
düğü insanları, Allah'ın razı olacağı hak yoldan alıkoymak ve böylece
onların da cehenneme gitmesini sağlamaktır.
Bu sebeple şeytan, Hz. Adem'den beri yaratılmış olan tüm insanlara çeşit çeşit oyunlarla yaklaşarak onları saptırmaya çalışır. Şeytanın
sadece Allah'a kesin olarak iman eden ve tevekkül eden insanlara bir
etkisi olmaz, ki Allah Kuran'da bize bu insanların sayısının az olacağını bildirmiştir. İşte bu sebeple Hz. İbrahim, Allah'ın yolundan uzaklaşmış olan babasını ve kavmini, şeytana uymamaları, kendisine tabi
olmaları için uyarmış ve şöyle demiştir:
"Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim
geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım. Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan,
Rahman (olan Allah)a başkaldırandır. Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun."(Meryem Suresi, 43-45)
Hz. ‹brahim Kavmine, Birbirlerini ‹lah
Edinmemelerini, fiirk Koflmamalar›n› Ö¤ütlemifltir
Müşrik toplumların en belirgin özelliklerinden biri Allah'tan başka
varlıklara Allah'tan daha çok değer vermeleri ve bu varlıklardan
Allah'tan korktuklarından daha çok korkmalarıdır. Bu kişilerin değer
verdikleri varlıkları, yalnızca tahtadan ve taştan yapılan heykeller olarak düşünmemek gerekir.
Bir insanın başka bir insanı Allah'tan daha çok sevmesi, Allah'tan
daha çok ona değer vermesi, Allah'ın rızası yerine onun hoşnutluğunu tercih etmesi veya Allah'tan korktuğundan daha çok o insandan
korkması da birer müşrik özelliğidir. Nitekim Hz. İbrahim'in kavminde de, birtakım varlıkları Allah'tan daha çok seven, onlara Allah'tan
daha çok değer veren kişiler vardır. Oysa kıyamet günü bu insanlar
Allah'tan başka bir güç olmadığını anlayacak, Allah'tan daha çok de36
ğer verdikleri varlıkların ise aslında hiçbir şekilde değer verilmeye layık olmadıklarını, onların da Allah'ın gücü karşısında aciz kullar olduklarını göreceklerdir. Bu sebeple Hz. İbrahim kavmine, Allah'tan
başka ilah edinmemelerini, aksi takdirde bu ilahlarla kıyamet günü lanetleşip, cehenneme atılacaklarını hatırlatmıştır:
(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya
hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar)
edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar
edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız
yoktur." (Ankebut Suresi, 25)
Hz. ‹brahim ‹nsanlara Allah'›n Büyüklü¤ünü ve
Gücünü Tebli¤ Etmifltir
Hz. İbrahim kavmine Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü kavramaları
için çeşitli örnekler vermiştir. Örneğin sadece zengin olduğu için büyüklenen, kendisine sahip olduklarını verenin Allah olduğunu unutan
bir kişi, Hz. İbrahim ile Allah hakkında tartışmaya girmiştir. Hz. İbrahim bu kişiye hem kendi acizliğini hem de Allah'ın gücünü anlatmak
için şöyle bir cevap vermiştir:
Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim:
"Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben
de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim:
"Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de
onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp
kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)
Görüldüğü gibi, Hz. İbrahim'in bu hikmetli ve akılcı anlatımı karşısında inkarcı kişinin söyleyecek bir sözü kalmamıştır. Müminlerin de
Hz. İbrahim'i örnek almaları ve dini tebliğ ederken her zaman Allah'ın
37
büyüklüğünü, sonsuz kudretini vurgulamaları, inkarcıların içinde bulundukları mantık bozukluğunu onlara açıklamaları yerinde olacaktır.
Hz. ‹brahim Kendisine Güvenilecek
Tek Gücün Allah Oldu¤unu Tebli¤ Etmifltir
Hz. İbrahim'in ihlaslı ve samimi tebliğine rağmen putlarına ibadet
etmekte ısrarlı davranan kavmi, hem onu doğru yoldan ayırmak hem
de kendilerine yaptığı tebliği engellemek için Hz. İbrahim'le tartışmalara girmişlerdir. O zaman Hz. İbrahim kavmine, yalnızca Allah'tan
korktuğunu, asıl güvenliğin ve kurtuluşun Allah'a teslim olmakta olduğunu tebliğ etmiştir:
... "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah
konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin
O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak
Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt
alıp-düşünmeyecek misiniz?" "Hem siz, O'nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan
korkarım? Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından'
iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz." İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir." (Enam Suresi, 80-82)
Dünya üzerinde var olan herşeyin sahibi Allah'tır. Allah'ın izni olmadan kimse kimseye ne bir iyilikte bulunabilir, ne de bir zarar verebilir. İnsanın kendisinden medet umarak dayanıp güvendiği güçler
ancak Allah izin verirse kendisine bir yarar getirir. Gerçek bir kurtuluş ve güvenlik için insanın yapması gereken kendisini Allah'a teslim
etmektir. Allah Kuran'da Kendisine yönelen kullarını koruyacağını
bildirmiştir. İşte bundan dolayı Hz. İbrahim gibi tüm müminlerin de,
38
Allah'a iman eden insanların güvenlik içinde olacağını bilmesi ve insanlara da bu gerçeği anlatması gerekir.
Babas›n›n Düflmanca Tavr›na Karfl› Hz. ‹brahim,
En güzel Biçimde Karfl›l›k Vermifltir
Her türlü tebliğe rağmen babası, Hz. İbrahim'e karşı gelmiş ve ona
karşı düşmanca bir tutum göstererek şöyle demiştir:
... İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan,
andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, (bir yerlere) git. (Meryem Suresi, 46)
Ancak hiçbir durumda itidalini bozmayan Hz. İbrahim babasının
tehditkar tavrına karşı son derece hürmetkar ve akılcı bir cevap vermiştir. Hz. İbrahim'in cevabı şöyledir:
(İbrahim): "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden
bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır"dedi. "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan
kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur
ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 47-48)
Hz. ‹brahim Kavmine Tapt›klar› Putlar›n
Gerçek Birer ‹lah Olamayacaklar›n› Tebli¤ Etmifltir
Hz. İbrahim kavmine, taptıkları ilahların müstakil bir güçleri olamayacağını, tek ilahın Allah olduğunu düşündürmek için onlara putları
ile ilgili çeşitli sorular sormuştur. Bu tebliğ yöntemi, inanmayanların
sistemlerinin çürüklüğüne kendilerinin şahit olması açısından çok
önemlidir. Bu sayede Hz. İbrahim sorduğu sorularla kendi sistemlerinin ne kadar bozuk olduğunu bizzat kendilerine sözlü olarak ikrar
ettirmiştir. Hz. İbrahim'in kavmi ile arasında geçen konuşmalardan
39
birisi şu şekildedir:
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun
için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz." Dedi
ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?"
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?" "Hem siz, hem de eski atalarınız?"
(Şuara Suresi, 70-76)
Allah Kuran'da her insanın yaptığı hatayı bildiğini, yani her nefsin
bahaneler öne sürerek düşünmek istemese bile gerçekte kendisine
"basiret" olduğunu, kendisi için gerçek doğrunun veya yanlışın ne olduğunu bildiğini bildirmiştir. Allah'tan başka varlıklara tapan, onlardan medet uman bir insan da aslında vicdanlarıyla düşünse onların
kendisine bir fayda vermeyeceğini hemen anlar. Allah'a ortak koştuğu varlıkların, dua ettiği zaman kendisini duymadığını, kendisine bir
zarar ya da fayda vermeye malik olmadığının hemen fark eder. Ancak çeşitli duygusal sebeplerle yine de bu gerçekleri düşünmek istemeyebilir. Oysa bu, çok açık olan bir gerçektir.
Hz. İbrahim ise sorduğu sorularla insanların taptıkları varlıklar üzerinde düşünmelerini ve ne derece yanlış bir yolda olduklarını anlamalarını sağlamaya çalışmıştır.
Yine Hz. İbrahim kavmini taptıkları putları bırakmaları için uyarırken, onlara putların aslında müstakil güçleri olmayan "temsili birer
heykel" ve "kendi yontmakta oldukları sahte ilahlar" olduklarını hatırlatmıştır. Hz. İbrahim'in kavmine, taptıkları sahte ilahları bırakarak
gerçek ilahları olan Allah'a yönelmelerini anlatan ayetlerden bazıları
şöyledir:
Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller
40
nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler.
Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık
içindesiniz." 'Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?" "Hayır" dedi. "Sizin
Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları Kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim."(Enbiya Suresi, 52-56)
Dedi ki: "Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? "Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır. (Saffat Suresi, 95-96)
Hz. ‹brahim Tüm Varl›klar›n Allah'›n Kontrolünde
Oldu¤unu ve Tüm Olaylar›n Allah'›n ‹zni ‹le
Geliflti¤ini Bildirmifltir
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, birçok inkarcı kavim gibi
Hz. İbrahim'in kavmi de gerçekte doğru olduğunu düşündükleri için
değil, atalarından bu şekilde gördükleri için putlara tapıyorlardı. Yani bu batıl sistem geçmişte yaşayan insanların onlara bıraktığı kötü
bir mirastı. İşte Hz. İbrahim onlara sürdüregeldikleri bu sistemin son
derece yanlış ve kendilerine zarar getirici bir sistem olduğunu tüm
detaylarıyla anlatmıştır. Ve onlara, taptıkları putların hiçbir güçleri olmadığını hatırlatmış, herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu tebliğ
etmiştir. Hz. İbrahim'in yukarıdaki ayetlerde bildirilen konuşmasının
devamı şöyledir:
İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca
alemlerin Rabbi hariç" "Ki beni yaratan ve bana hidayet
veren O'dur;" "Bana yediren ve içiren O'dur;" "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;" "Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur," "Din (ceza) günü
hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" (Şuara
Suresi, 77-82)
41
Hz. ‹brahim Ak›lc› Yöntemlerle
‹nsanlar›n Vicdanlar›n› Harekete Geçirmifltir
Her türlü çağrısına rağmen kavmi putlarına bağlılık konusunda ısrarlı davranınca Hz. İbrahim, onları düşünmeye zorlayacak ve böylece vicdanlarını harekete geçirecek yeni girişimlerde bulunmuştur.
Bunun için kavminin putların yanından uzaklaşmasını beklemiş ve onlar gittikten sonra tüm putları kırmıştır. Ancak bunu yaparken, kavminin insanlarının ne derece büyük bir akılsızlık içinde olduklarını
kendilerine göstermek için en büyük putu kırmamıştır. Kavmi "ilahlarımıza bunu sen mi yaptın?" (Enbiya Suresi, 62) diye sorduğunda ise onlara şöyle cevap vermiştir:
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir;
eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." (Enbiya Suresi, 63)
Hz. İbrahim'in, kavmini düşündürmek için izlediği bu taktikten sonra kavmin insanları vicdanlarına başvurup gerçekten büyük bir hata
içinde olduklarını anlamışlardır. Ancak vicdanlarının kabul ettiği gerçek, menfaatleriyle, gelenekleriyle ve kurulu düzenleriyle çatıştığı için
bu insanlar apaçık gördükleri gerçeği inkar etmişlerdir. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da;
"Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler.
Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun,
bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan
ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?" "Yuh
size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun."
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat
42
Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. (Enbiya
Suresi, 64-70)
Hz. ‹brahim, En Zor fiartlarda Bile Allah'a Olan Güveni
ve Teslimiyeti ‹le ‹nananlara Örnek Olmufltur
Hz. İbrahim tek başına kavmine karşı verdiği cesur ve akılcı mücadele ile müminler için güzel bir örnek olmuştur. Kavmi tarafından
ateşe atılmakla tehdit edildiği, kendisine çeşitli tuzaklar kurulduğu
böyle zorlu bir anda da Allah'a olan tevekkül ve teslimiyetinden ödün
vermeyen Hz. İbrahim'in, kavmine verdiği karşılık şöyle olmuştur:
(İbrahim) Dedi ki: "Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim;
O, beni hidayete erdirecektir." (Saffat Suresi, 99)
Hz. İbrahim'in bu sözleri tüm müminlere önemli bir gerçeği hatırlatmaktadır. Tüm insanları yaratan Allah'tır. Ve tüm insanlar O'nun
tesbit ettiği bir sürede ölüp yine Allah'a döneceklerdir. İşte "şüphesiz ben Rabbime gidiciyim" diyen Hz. İbrahim de bu sözü ile ölümün
Allah'a dönüş olduğunu tüm kavmine hatırlatmıştır. O halde Müslümanların yapması gereken de, karşılaştıkları her olayda Allah'a olan
sarsılmaz güvenlerini dile getirmek ve insanları da buna davet etmektir.
Allah Hz. ‹brahim'i ve Yan›ndaki Müminleri
‹nananlara Güzel Bir Örnek Olarak Göstermifltir
Hz. İbrahim hem kendi kavmine hem de kendisinden sonra gelen
kavimlere üstün ahlakıyla örnek olmuştur. Allah iman edenler için
Kendisine "arınmış bir kalp ile teslim olan" Hz. İbrahim'de ve onunla birlikte olan müminlerde birçok güzel örnekler olduğunu bildirmiştir:
İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz,
43
sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten
uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin başgöstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama
Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve 'içten sana yöneldik.' Dönüş sanadır."
(Mümtehine Suresi, 4)
Kuran'da Hz. ‹brahim'in Üstün Ahlak› ve
Seçkinli¤i ‹le ‹lgili Ayetler
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li
kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi,
125)
… Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.
(Tevbe Suresi, 114)
İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi. (Al-i İmran Suresi, 67)
Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a
gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. O'nun nimetlerine şükrediciydi.
(Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti. Ve Biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih
olanlardandır. (Nahl Suresi, 120-122)
Doğrusu İbrahim de onun (soyunun) bir kolundandır.
Hani o, Rabbine arınmış (selim) bir kalp ile gelmişti.
(Saffat Suresi, 83-84)
Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o, doğruyu-söy44
leyen bir peygamberdi. (Meryem Suresi, 41)
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden
(Allah'a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim)
bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min olan
kullarımızdandır. (Saffat Suresi, 108-111)
Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik,
gerçekten ahirette de O salihlerdendir. Rabbi ona:
"Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim
oldum" demişti. (Bakara Suresi, 130-131)
Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik ve
Biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik. (Enbiya Suresi, 51)
45
HZ. LUT
Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu çirkin işler
yapmakta olan şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi. Onu rahmetimize
soktuk, çünkü o, salihlerdendi. (Enbiya Suresi, 74-75)
Kuran'da bahsedilen en azgın kavimlerden birisi Hz. Lut'un kavmidir. Bu kavim, ayetlerde bildirildiği gibi, birtakım cinsel sapkınlıklar
yaşayan, yol kesen ve saldırganlık yapan bir kavimdir.
Lut da; hani kavmine demişti: "Siz gerçekten, sizden
önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı 'çirkin bir
utanmazlığı' yapıyorsunuz. Siz, (yine de) erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve biraraya gelişlerinizde çirkinlikler yapacak mısınız?" Bunun üzerine kavminin cevabı
yalnızca: "Eğer doğru söylüyor isen, bize Allah'ın azabını getir" demek oldu. (Ankebut Suresi, 28-29)
Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?"Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle
erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan
(azgın) bir kavimsiniz." (Araf Suresi, 80-81)
"Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz?"Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." (Şuara Suresi, 165-166)
Lut da; hani kavmine demişti ki: "Siz, açıkça gördüğünüz halde, yine de o çirkin utanmazlığı yapacak mısınız?
Siz gerçekten, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi
yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz (yaptığı şeyi) bilmeyen bir
kavimsiniz." (Neml Suresi, 54-55)
46
Hz. Lut, her yönden büyük bir sapkınlık içinde bulunan kavmini
Allah için yaşamaya ve güzel ahlaklı olmaya çağırmıştır. İsyankar tutumlarından ve yaptıkları çirkin işlerden vazgeçmek istemeyen kavim
ise Hz. Lut'a inatla karşı koymuştur. Ancak kavmin ısrarlı inkarına rağmen Allah'ın tüm resulleri gibi Hz. Lut da kavmini hidayete yöneltebilmek için ciddi bir gayret göstermiş, bu azgın insanların saldırılarından ve attıkları iftiralardan yılmadan onları Allah'ın yoluna çağırmıştır.
Allah'ın yukarıdaki ayetlerinde bildirdiği gibi, Hz. Lut, kavmine yaptıkları çirkinlikleri tarif etmiş ve onları Allah'ın beğendiği temiz bir hayata çağırmıştır. Ancak tarih boyunca birçok inkarcı kavimde olduğu
gibi, Hz. Lut'un kavmi de, peygamberlerine itaat etmemişler ve onu
doğru yoldan çevirmek amacıyla çeşitli iftiralar atmaya çalışmışlardır.
Büyük bir azgınlık içinde bulunan Lut kavmi, Hz. Lut'u yurtlarından
sürüp çıkarmakla tehdit etmiş, peygamberin ve yanındaki müminlerin maddi ve manevi temizliğiyle alay etmeye kalkmıştır. Hz. Lut,
kendilerini defalarca hak yola çağırdığı halde çağrısına icabet etmeyen, inkarda ısrar eden kavmine tepkisini şöyle dile getirmiştir:
Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile
karşı olanlardanım." (Şuara Suresi, 168)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, Hz. Lut, kavminin tüm ısrarlarına ve
azgınlığına rağmen, Allah'ın emirlerine uymuş, insanları da buna davet etmiş ve bunda kesin bir kararlılık göstermiştir. Allah'ın razı olmayacağı her türlü davranıştan, kendisinin de razı olmadığını ve buna engel olmak için çaba harcayacağını dile getirmiştir.
Hz. Lut, Kavmini Allah'tan Korkup
Sak›nmaya Ça¤›rm›flt›r
Hz. Lut da kavmine ilk olarak Allah'ın görevlendirdiği, güvenilir bir
elçi olduğunu ve yaptığı tebliğ karşılığında hiçbir ücret istemediğini
bildirerek, onları Allah'tan korkup, sakınmaya davet etmiştir:
Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
47
"Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." (Şuara Suresi, 161-164)
İnsanın, Allah'ın beğendiği ahlakı tam olarak yerine getirebilmesi
için gerçek anlamda bir Allah korkusuna sahip olması gerekir. Eğer
bir insan Allah'tan korkuyorsa, Allah'ın beğenmediği bir ahlakı bile bile üzerinde barındırmaz. Bilmeden yaptığı yanlış bir davranış varsa da
doğruyu öğrendiği anda hatalı tavrını düzeltir. Allah'ın hoşnut olacağı bir yaşam sürer ve hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat
umabilir. Bu sebeple Hz. Lut gibi tüm elçiler kavimlerini Allah'tan
korkmaları konusunda uyarmışlardır.
Hz. Lut, Kavmini Akl› Bafl›nda Davranmalar› ve
Yapt›klar› Tav›rlardan Dolay› Utanmalar›
Konusunda Uyarm›flt›r
Lut kavminin inkarda diretmesi üzerine Allah onlara göndereceği
azabı Hz. Lut'a haber vermeleri için melekler göndermiştir. Gelen
melekleri insan zanneden kavim koşarak Hz. Lut'a gelmiştir. Hz. Lut
ile kavmi arasında geçen konuşma şu şekildedir:
Elçilerimiz Lut'a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı, göğsünü bir sıkıntı bastı ve: "Bu, zorlu bir gün"
dedi. Kavmi ona doğru koşarak geldi; onlar daha önceden kötülükler işlemekteydiler. "Ey kavmim" dedi. "İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. Artık Allah'tan korkun ve beni misafirim önünde küçük
düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan (reşid) bir
adam yok mu?" Dediler ki: "Andolsun, senin kızlarında
bizim haktan birşeyimiz (ilgimiz ve arzumuz) olmadığını sen de bilmişsindir. Bizim ne istediğimizi gerçekte
sen biliyorsun." (Hud Suresi, 77-79)
48
Görüldüğü gibi, Allah korkusunu bilmeyen Lut kavmi sapkın isteklerini açıkça dile getirebilecek kadar utanma duygularını kaybetmiş
insanlardan oluşmaktaydı. Elbette bu, dinsizliğin doğal bir sonucudur.
Bu çarpık yapı günümüzün din ahlakından uzak yaşayan toplumlarında da oldukça yaygın ve yadırganmayan bir yapıdır. Çünkü güzel ahlakı, doğruyu ve yanlışı insana öğreten İslam dinidir. Allah korkusu
taşımayan ve din ahlakından uzak yaşayan insanların ise vicdanları körelir. Böyle insanların haya ve utanma gibi üstün ahlaki özellikleri ya
çok kısıtlıdır ya da hiç yoktur. Kavminin yaptığı bu çirkin teklifin, dinsizliğin getirdiği bir sonuç olduğunu bilen Hz. Lut da kavmine
Allah'tan korkmalarını ve kendisini yabancılara karşı utandırmamalarını söylemiştir. Hz. Lut'a elçiler geldiği zaman kavmi ile arasında geçen konuşmaları anlatan ayetlerden bazıları şöyledir:
Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi. (Lut onlara) "Bunlar benim konuğumdur, beni utandırıp-dillere düşürmeyin" dedi. "Allah'tan korkup-sakının ve beni
küçük düşürmeyin." Dediler ki: "Biz seni 'herkes(in
işin)e karışmaktan' alıkoymamış mıydık?" Dedi ki:
"Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım." Ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde
kör-sersemdiler. Derken, tan yerinin ağarma vaktine
girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık
yakalayıverdi. Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette bunda 'derin bir kavrayışa sahip olanlar' için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hala) durmaktadır. Elbette, bunda iman edenler
için gerçekten ayetler vardır. (Hicr Suresi, 67-77)
Görüldüğü gibi Hz. Lut'un çağrılarına icabet etmeyen, sapkın ahlakından vazgeçmeyen bu kavim daha dünya hayatında iken şiddetli bir
azap ile karşılık almıştır. Bu onların yalnızca dünyada aldıkları karşılıktır; ahirette görecekleri karşılık ise daha şiddetli olacaktır.
49
HZ. YAKUP
Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı
ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten Biz onları, katıksızca
(ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık. Ve gerçekten onlar, Bizim Katımız'da seçkinlerden
ve hayırlı olanlardandır. (Sad Suresi, 45-47)
Hz. Yakup, Hz. İbrahim'in soyundandır. Allah Hz. İbrahim'i ve oğullarını kavimlerini hayra çağıran ve hidayete yönelten birer önder kılmıştır. Ve bunu Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler
kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve
zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi.
(Enbiya Suresi, 73)
Hz. Yakup O¤ullar›na Hak Dine Uymalar›n› ve
Salihlerden Olmalar›n› Vasiyet Etmifltir
Kuran'da Hz. Yakup'un yaptığı tebliği anlatan ayetler Bakara Suresi'nde geçer. Allah Hz. Yakup'un oğullarına vasiyetini şöyle bildirir:
Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak
Müslüman olarak can verin." (diye benzer bir vasiyette
bulundu.) (Bakara Suresi, 132)
Müslüman olarak can vermek, Allah'tan korkan insanların en
önemli dualarından biridir. Çünkü bir insan hayatı boyunca salih
amellerde bulunduğu halde sonradan niyetini bozup imanından dönerse yaptığı tüm amelleri boşa gidecek, cehennem azabını hak edecek bir konuma gelecektir. Hz. Yakup oğullarına "Müslüman olarak
can verin" derken onları bu konuda uyarmakta ve samimi niyetlerini
50
ve kararlılıklarını asla bozmadan imanlarını korumalarını öğütlemektedir. Babalarının vasiyetine uyan oğulları Allah'a ibadet edeceklerini
ve O'na teslim olduklarını şöyle dile getirmişlerdir.
Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahitler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet
edeceğiz; bizler ona teslim olduk" demişlerdi. (Bakara
Suresi, 133)
Hz. Yakup, O¤ullar›na Tevekkülü Ö¤ütlemifltir.
Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben
O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na
tevekkül etmelidirler." Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır'a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub'un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Allah'tan gelecek olan hiçbir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o,
kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Yusuf Suresi, 67-68)
Hz. Yakup oğullarına şehre girerken tedbirli olmalarını öğütlerken
çok önemli bir gerçeği de hatırlatarak, tedbire değil Allah'a güvenmek gerektiğini vurgulamıştır. Çünkü Allah istemedikçe insan kendine zarar veya fayda sağlama gücüne sahip değildir. Başına gelecek hiçbir şeyi önleyemez, hiçbir hayra da kavuşamaz. Mümin, Allah rızasını aradığı için yapılması gereken herşeyi yapar, alınması gereken tüm
tedbirleri alır. Ama sonucun Allah'ın izni ile olduğunu kesin olarak bilir, yanlızca O'na güvenip dayanır.
51
HZ. YUSUF
… Çünkü o, muhlis kullarımızdandı. (Yusuf Suresi, 24)
… Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik.
Allah, emrinde galip olandır, ancak insanların çoğu bilmezler. Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve
ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz.
(Yusuf Suresi 21-22)
Kuran'ın 12. suresi olan Yusuf Suresi 111 ayettir ve neredeyse tamamında Hz. Yusuf'tan bahsedilir. Hz. Yusuf, küçük yaşlarından itibaren Allah'ın çeşitli olaylarla imtihan ettiği, son derece sabırlı, ihlaslı,
yanındaki insanlara sürekli Allah'ın varlığını ve üstünlüğünü anlatan bir
peygamberdir. Tevekkülü, Allah'a olan içten bağlılığı, sadakati, olaylar
karşısındaki itidalli tavrı tüm inananlar için çok güzel bir örnektir.
Allah, Hz. Yusuf'a henüz çocukken gösterdiği bir rüya ile, ileride
ona büyük bir ilim ve nimetler vereceğini müjdelemiştir. Hz. Yusuf,
gördüğü bu rüyayı babası Hz. Yakup'a anlatmış, o da yorumunu şöyle bildirmiştir:
Hani Yusuf babasına: "Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm; bana secde
etmektelerken gördüm" demişti. (Babası) Demişti ki:
"Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir
tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır." "Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin
yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek
ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakup ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Yusuf Suresi, 4-6)
52
Hz. Yusuf Allah'›n R›zas›n›n Her fieyden
Daha Önemli Oldu¤unu Bildirmifltir
Hz. Yusuf çok küçük bir yaştayken kardeşleri, babasının ona olan
sevgisini kıskandıkları için ondan kurtulmak istemişler ve sonunda onu
bir kuyunun içine atmışlardır. Hz. Yusuf'u kuyunun içinde ölüme terk
eden kardeşleri, babalarına döndüklerinde ise "Yusuf'u kurt kaptı"
(Yusuf Suresi, 17) diyerek yalan söylemişlerdir. Onlar kuyuya bıraktıktan sonra bir kervan Hz. Yusuf'u bulmuş ve Mısırlı bir azize satmıştır.
Hz. Yusuf uzun yıllar bu kişinin evinde kalmış, ancak erginlik çağına ulaşınca Aziz'in karısı onu zinaya zorlamıştır. Fakat Allah'tan korkan Hz.
Yusuf, böyle bir şeye yanaşmamış ve kadına Allah'ı hatırlatarak şöyle
cevap vermiştir:
Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir,
gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü
O benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu
ki, zalimler kurtuluşa ermez." (Yusuf Suresi, 23)
Amacına ulaşamayan kadın ise Hz. Yusuf'a iftira atmıştır. Yapılan şahitlik ve kullanılan delillerde Hz. Yusuf'un suçlu olmadığı anlaşılmasına rağmen bir süre sonra zindana atılmıştır. Her durumda Allah'ın
kendisini denediğini bilerek, Rabbimizi en çok razı edeceği tavrı seçen Hz. Yusuf, bu olayda da zindanda olmanın kendisi için daha makbul olduğunu şöyle dile getirmiştir:
(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine
çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." (Yusuf Suresi, 33)
Bu olayda gördüğümüz gibi, Allah'a kesin bir bilgiyle iman eden kişi, karşısına çıkan hiçbir olayda itidalini kaybetmemeli, Allah'a tevekkül etmeli ve mutlaka güzel bir sonuçla karşılaşacağını unutmamalıdır.
Çünkü Allah samimi kullarına dünyada ve ahirette yardım edeceğini
53
bildirmiştir. Nitekim Hz. Yusuf'un hayatı Kuran'da bu konuyla ilgili
verilen önemli bir örnektir.
Hz. Yusuf Zindan Arkadafllar›na Her fieyi
Verenin Allah Oldu¤unu Hat›rlatm›flt›r
Hz. Yusuf ile birlikte zindana giren iki genç daha vardır. Bunlar Hz.
Yusuf'a, gördükleri rüyaları anlatmış ve bu rüyaların ne anlama geldiğini öğrenmek istemişlerdir. Hz. Yusuf zindan arkadaşlarına -tüm elçiler gibi- öncelikle Allah'ın varlığını anlatmış, sahip olduğu ilmin gerçek sahibinin Allah olduğunu söylemiştir:
Dedi ki: "Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa,
ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk
ettim." Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakup'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için
olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve
ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler.
(Yusuf Suresi, 37-38)
Hz. Yusuf'un bu hatırlatması müminlerin asla akıllarından çıkarmamaları gereken bir gerçeğe dikkat çekmektedir. İnsanın sahip olduğu maddi manevi tüm özellikleri Allah vermektedir. Ve Allah dilediği anda bir
insana verdiklerini geri almaya veya kat kat fazlasını vermeye kadirdir.
O halde insanların bunu asla unutmamaları, sahip oldukları hiçbir özellikle böbürlenmemeleri son derece önemlidir.
Hz. Yusuf Zindan Arkadafllar›na Tek ‹lah›n
Allah Oldu¤unu, Yaln›zca O'na Kulluk Etmeleri
Gerekti¤ini Tebli¤ Etmifltir
Hz. Yusuf daha sonra konuşmasına devam etmiş ve Allah'tan baş54
ka ilah olmadığını anlatıp arkadaşlarını Allah'a kulluk etmeye çağırmıştır:
"Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü)
Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan
bir tek Allah mı?" "Sizin Allah'tan başka taptıklarınız,
Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin
ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası
değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, Kendisinden
başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru
olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler."
(Yusuf Suresi, 39-40)
Dikkat edilirse Hz. Yusuf, Allah'a karşı şirk içinde olan zindan arkadaşlarının sorularına hemen cevap vermemiştir. Bunun yerine, önce onları imana çağırmış ve şirk koşmamalarını öğütlemiştir. İman sahibi olmayan bir insan içinde bulunduğu kötü durumun farkında olmadığı için kendisi için neyin öncelikli olduğuna da karar veremez.
İkinci dereceden konularla oyalanır durur. Bu durumda karşısındaki
insanı teşhis etmek ve ona faydalı olacak öğütü vermek müminin görevidir. Tüm insanlara asıl fayda getirecek şey imandır, Hz. Yusuf da
öncelikle imanı anlatmıştır.
Hz. Yusuf'un, bulunduğu ortam ve şartlar ne olursa olsun tavrında,
Allah'ın hükümlerini yerine getirmedeki kararlılığında en ufak bir değişiklik olmamıştır. Hz. Yusuf hapishane ortamında bile tebliğ vazifesine devam etmiştir. Hz. Yusuf'un bu tavrı Müslümanlar için çok güzel bir örnektir.
Hz. Yusuf Nefsin ‹nsana Kötülü¤ü
Emretti¤ini Anlatm›flt›r
Gelişen olaylar sonucu zindana atılmasına neden olan kadın yaptığını itiraf etmiş Hz. Yusuf'un suçsuzluğu ortaya çıkmıştır. Hz. Yusuf
ise suçsuzluğu ortaya çıktıktan sonra ilk olarak hiçbir zaman nefsini
55
temize çıkarmak gayretinde olmadığını vurgulamıştır:
(Yusuf aracıya şunu söyledi:) "Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi."
"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var
gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (Yusuf Suresi, 52-53)
Hz. Yusuf'un nefsini savunmak istememesinin nedenini anlamak
için nefis kelimesinin tanımı üstünde durmak gerekir. Nefsi, insanın
içinde bulunan "kötülüğü emredici güç" olarak tanımlayabiliriz. Nefsin istekleri, Allah'ın rızasına uygun olan tavırlarla çeliştiğinde, müminler hiçbir zaman nefislerinden yana bir tavır göstermezler. Her
olayda Allah'ın rızasını gözetirler. Hz. Yusuf da nefsin bu yönünü bildiği için onu savunmanın hatalı olacağını söylemiştir.
Hz. Yusuf Kendisine Verdi¤i Nimetler
‹çin Allah'a fiükretmifltir
Hz. Yusuf suçsuzluğu anlaşıldıktan sonra güvenilir bir kişi olarak ülkenin hazinelerinin başına geçirilmiştir. Bundan sonra ailesini de yanına almıştır. Ve onlara da Allah'a olan tevekkülünü, güvenini, herşeyin O'nun kontrolünde olduğunu hiçbir zaman unutmadığını anlatmıştır:
Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için
secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek
kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,)
çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini
56
pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur." (Yusuf Suresi, 100)
Yaşadığı her sıkıntıda Allah'a tevekkül eden, nimete kavuştuğunda
da aynı şekilde Rabbimize yönelen Hz. Yusuf Allah'a şöyle dua etmiştir:
"Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme
imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma
son ver ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf Suresi,
101)
Görüldüğü gibi, Kuran'da Hz. Yusuf'un çocukluğundan itibaren yaşadığı çeşitli olaylardaki davranışları hakkında bilgiler verilmiştir. Bu
bilgiler bize Allah'ın bir resulü olan Hz. Yusuf'un üstün ahlakını, Allah'a
olan imanını, teslimiyetini, sadakatini açıkça göstermektedir. Karşılaştığı şartlar ne olursa olsun peygamberin üstün ahlakında ve teslimiyetinde en ufak bir değişme olmamış, tüm yaşamı boyunca çevresindeki insanlara Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretini anlatmıştır.
Hz. Yusuf'un peygamber olmasına rağmen Müslüman olarak ölmeyi
ve salihler arasında yer almayı istemesi de üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur. Kimsenin mümin olarak ölmek ve cennete gitmek gibi bir garantisi yoktur. Müminler bunun bilinci içinde Allah'tan
korkar ve Hz. Yusuf gibi Müslüman olarak ölmek için dua ederler.
57
HZ. fiUAYB
Allah Medyen'e resul olarak Hz. Şuayb'ı göndermiştir. Kuran'da bu
kavmin de diğerleri gibi Allah'a iman etmediği ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardığı bildirilmiştir. Hz. Şuayb, inkarları dolayısıyla büyük
bir azap ile yok olan bu kavmi son ana kadar tevbe etmeye, Allah'a
kulluk etmeye çağırmıştır.
Allah'tan korkmayan insanların sahip oldukları kötü ahlak, hayatlarının her anında ortaya çıkar. Buraya kadar üzerinde durduğumuz
kavimlere dikkat edersek Allah'tan korkmayan bu insanlar, çirkin sapıklıklar yapan, yol kesen, başkalarının haklarına tecavüz eden, utanma duygularını kaybetmiş, kendi menfaatlerinden, dünyevi çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen insanlardır. Bu çarpık tavır ve
özelliklerin hepsi günümüz toplumlarında son derece yaygın oldukları için Allah'ın elçilerinin kavimlerine verdikleri öğütlerin tümü bugün
tüm dünya insanları için aynen geçerlidir. Bu hatırlatmalardan bugün
de tüm insanların öğüt almaları gerekir.
Örneğin Hz. Şuayb'ın kavminin en önemli özelliklerinden birisi, ticarette hile yapan bir kavim olmasıdır. Hz. Şuayb kavmini bu konuda uyarmış ve bu emri uygulamalarının kendileri için daha hayırlı olacağını şöyle hatırlatmıştır:
... "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka
ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların
(hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için
daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız." (Araf Suresi, 85)
Medyen halkının taşıdığı bu kötü özellikler bugün din ahlakından
uzak yaşayan toplumlarda sık görülen, hatta kimi zaman doğal karşı58
lanan özelliklerdendir. Bu nedenle Hz. Şuayb'ın kavmine yaptığı çağrıların her biri bugün yaşayan insanlar için de geçerlidir. Bugün de insanlar ticaret yaparken hiçbir eksiltme yapmadan, dürüst bir tutum
sergilemeli, yeryüzünde düzeni korumalı, bozgunculuktan uzak durmalıdırlar. Aksi takdirde geçmişteki kavimlerin başlarına gelenlerin
bir benzeriyle karşılaşmaktan sakınmalıdırlar. Müminlere düşen görev de içinde yaşadıkları toplumları Allah'ın resullerini örnek alarak
bu konularda uyarmaktır.
Hz. fiuayb Güvenilir Bir Elçi Oldu¤unu ve Allah'tan
Korkup-Sak›nmalar› Gerekti¤ini Tebli¤ Etmifltir
Hani onlara Şuayb: "Sakınmaz mısınız?" demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." (Şuara Suresi, 177-180)
Kavmine Helal ‹fllerden Elde Ettiklerinin,
Harama Girerek Kazand›klar›ndan Daha
Hay›rl› Oldu¤unu Tebli¤ Etmifltir
Hz. Şuayb kavmine şöyle seslenmiştir:
"Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam
tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." "Eğer mü'minseniz, Allah'ın bıraktığı (helal
işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim." (Hud Suresi, 8586)
İnsan, Allah'ın haram kıldığı yollardan dünyada bir zenginlik elde
edebilir. Ancak bu yoldan kazanılan para ve mal sahibine hiçbir za59
man fayda getirmez. Aksine bu kişi kazandıkları ile hiçbir zaman mutlu ve huzurlu olamaz, elindekilerin bereketi gider, istediği gibi bir fayda sağlayamaz. Ama bundan daha önemlisi, Allah'ın rızasını gözardı
ederek harama giren ve bu şekilde kazanç elde eden kişi, bu tavrını
ölünceye kadar sürdürmesi durumunda ahirette de sonsuza kadar
cehennem azabı ile karşılık görür. Allah'ın helal kıldığı yollardan elde
edilen kazanç ise, her zaman hayır getirir. Çünkü Allah'ın insanlara
gösterdiği yol en doğru ve en faydalı olandır. Bu yüzden Allah'ın emrettiği İslam ahlakına uygun yaşam sürenler ve kazançları helal yollardan elde edenler her zaman bunun faydasını ve bereketini görürler.
Allah dünyada ve ahirette iman edenlere sakınmalarının karşılığı olarak kat kat fazla nimet verir. Allah bir ayetinde helal kazanç ile haram olan arasındaki farkı şöyle bildirir:
İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah
Katı'nda artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini)
kat kat artıranlar onlardır. (Rum Suresi, 39)
Kendisine ‹taat Etmeyen Kavmine, Amac›n›n
Yaln›zca Onlar› Islah etmek Oldu¤unu Söylemifltir
Dediler ki: "Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi
davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın." (Hud Suresi, 87)
Tüm elçiler gibi görevinin sadece tebliğ etmek olduğunu, ancak
tebliğ yaptığı kişilere hidayeti verecek olanın Allah olduğunu bilen
Hz. Şuayb, bu sözler karşısında kavmine şöyle cevap vermiştir:
De ki: "Ey kavmim görüşünüz nedir söyler misiniz? Ya
ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da
beni Kendisinden güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa?
60
Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek
suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim
başarım ancak Allah iledir; O'na tevekkül ettim ve O'na
içten yönelip-dönerim." (Hud Suresi, 88)
Hz. Şuayb, kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Ve getirdiği dinin hükümlerinin Allah'ın hükümleri olduğuna
dikkat çekerek, tek amacının onları doğru yola çağırmak olduğunu
söylemiştir. Nitekim Hz. Şuayb kendi görevini hakkıyla yerine getiren bir elçi olarak başarının da yalnızca Allah'ın dilemesiyle gerçekleşeceğini bilmektedir. Kavmine de bunu hatırlatarak herşeyin Allah'ın
dilemesi ile olduğunu tebliğ etmiştir.
Hz. fiuayb da Kavmini Azaba Karfl› Uyarm›flt›r
Hz. Şuayb şu ana kadar söz ettiğimiz diğer resuller gibi, kavmine
kendilerine verilen nimetleri hatırlatmış ve bunlar için Allah'a şükretmelerini emretmiştir. Ayrıca eğer Allah'ın emirlerine karşı gelirlerse,
başlarına bir azab gelebileceğine dair onları uyarmıştır:
Medyen (halkına da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik).
Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, O'ndan başka
ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir 'bolluk ve refah (hayır)' içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün
azabından korkuyorum." (Hud Suresi, 84)
Ayrıca Hz. Şuayb bu insanlara geçmişteki kavimlerin inkarları sonucu nasıl bir ceza gördüklerini de hatırlatmıştır. O kavimlerin de elçilerine karşı geldikleri için Allah'ın azabıyla karşılaştıklarına dikkat
çekerek, kavminin böyle bir hataya düşmemesi için onları uyarıp korkutmuştur:
"Ey kavmim, bana karşı gelişiniz, sakın Nuh kavminin
ya da Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına ge61
lenlerin bir benzerini size de isabet ettirmesin. Üstelik
Lut kavmi size pek uzak değil." "Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim
Rabbim, esirgeyendir, sevendir." (Hud Suresi, 89-90)
Hz. fiuayb Kavminin Zulüm ve Zorbal›¤›n›
Yüzlerine Vurmufl, Allah'a Olan Ba¤l›l›¤›n›
ve Kesin Kararl›l›¤›n› Vurgulam›flt›r
Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar
(müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız
veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb:) "Biz istemesek de mi?" dedi. (Araf Suresi, 88)
Tarih boyunca Allah'ın tüm elçileri inkarcı kavimleri tarafından
benzer saldırılara uğramışlardır. Bu kavimler elçileri ve yanlarındaki
müminleri Allah'ın dinine uydukları için kınamış, onların kendi batıl
dinlerine dönmeleri için çaba harcamış, hatta onlara bunu zor kullanarak uygulatmaya çalışmışlardır. Medyen halkının önde gelen inkarcıları da Hz. Şuayb'ı ve onunla birlikte olanları dinlerinden geri çevirmek istemiş, kendilerine uymadıkları takdirde onları yurtlarından çıkarmakla tehdit etmişlerdir. Bu tehdite karşı Hz. Şuayb şöyle cevap
vermiştir:
"Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin
dininize dönmemiz Allah'a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında,
ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a
tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında
'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın." (Araf Suresi, 89)
62
Allah'ın resulünün buradaki sözleri kesin kararlılığının açık bir göstergesidir. Bu örnek kararlılık tüm müminlerin de yaşaması gereken
bir özelliktir. Çünkü Allah'a iman eden insan Hz. Şuayb'ın söylediği
gibi Allah'ın "ilim bakımından herşeyi kuşattığı"nı bilir. O'nun dilemesi olmaksızın hiç kimsenin kendisine bir zarar veremeyeceğine veya
hiç kimseden Allah'ın bilgisi dışında bir fayda sağlayamayacağına da
kesin olarak inanır. Bundan dolayı da kendisine yöneltilen her tehdide, saldırıya karşı son derece tevekküllü bir tutum izler. Ve en
önemlisi de Allah'ın emrettiklerini yerine getirmede en ufak bir taviz
vermez.
Hz. fiuayb Kavmine Kendisinden As›l Korkulmas› ve
Çekinilmesi Gerekenin Allah Oldu¤unu Tebli¤ Etmifltir
Müşrik kavimlerin en belirgin özelliklerinden biri bu insanların başka insanlardan veya varlıklardan Allah'tan korktuklarından daha çok
korkmaları, bunları Allah'tan daha çok sevmeleri veya Allah'ın rızasını bu varlıkların rızasına tercih etmeleridir. Hz. Şuayb'ın kavmi de
Allah'ın büyüklüğünü takdir edememiş insanlardan oluşuyordu. Bu
insanların Allah korkuları yoktu ama insanlardan çekiniyorlardı. Nitekim Hz. Şuayb'ı öldürmek istediklerini, ancak onun yakın çevresinden çekindiklerini söylemişlerdi:
"Ey Şuayb" dediler. "Senin söylediklerinin çoğunu biz
'kavrayıp anlamıyoruz'. Doğrusu biz seni içimizde zayıf
biri görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar-öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve
üstün değilsin." (Hud Suresi, 91)
Oysa mutlak güç sahibi olan yalnızca Allah'tır. Kendisinden korkulacak tek varlık da Allah'tır. Her varlık ve her olay Allah'ın bilgisi ve
kontrolü altındadır. Hz. Şuayb da kavminin bu tehditine karşı Allah'ın
herşeyden üstün olduğunu şöyle hatırlatmıştır:
Dedi ki: "Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem,
63
Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim
Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır." "Ey
kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz, ben de
yapacağım. Kime aşağılatıcı azab gelecek ve yalancı
kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip durun, ben
de sizinle birlikte gözetleyeceğim." (Hud Suresi, 92-93)
Allah'ın elçisini ve ayetlerini inkarda direnen tüm kavimler gibi
Medyen halkının da daha dünya da iken aldığı karşılığı Allah şöyle bildirmiştir:
Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb'ı ve O'nunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada
hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud'a nasıl bir uzaklık verildiyse Medyen (halkına da
Allah'ın rahmetinden öyle) bir uzaklık (verildi). (Hud
Suresi, 94-95)
64
HZ. LOKMAN
Andolsun, Lukman'a "Allah'a şükret" diye hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi lehine şükreder.
Kim inkâr ederse, artık şüphesiz, (Allah,) Gani (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid'dir
(hamd yalnızca O'na aittir). (Lokman Suresi, 12)
Kuran'da Hz. Lokman'ın kendisine hikmet verilmiş bir peygamber
olduğu bildirilir. Onun oğluna verdiği öğütlerin bir bölümü Kuran'da
da haber verilmiştir. Bu öğütler müminlerin dikkat etmeleri gereken
temel konuları içerir. Bu yüzden bizler için çok önemlidir.
Hz. Lokman Allah'a fiirk Koflmaktan
Kaç›nmay› Ö¤ütlemifltir
Allah, Kendisine şirk koşulmasının asla affetmeyeceği bir suç olduğunu Nisa Suresi'nin 48. ve 116. ayetlerinde bildirmiştir. Hz. Lokman
da oğluna öğüt verirken öncelikle şirkten kaçınmasını, şirkin çok büyük bir zulüm (yalan, iftira, haksızlık) olduğunu söylemiştir.
"Hani Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; "Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük
bir zulümdür." (Lokman Suresi, 13)
Hz. Lokman Allah'›n Her fieyden Haberdar
Oldu¤unu, Yap›lan En Küçük fieyin Bile Eninde
Sonunda ‹nsan›n Karfl›s›na Ç›kar›laca¤›n› Bildirmifltir
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi
ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya
da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bi65
le, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif
olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
Hz. Lokman Allah'›n Emirlerini Yerine Getirmeyi,
Sabr› ve Bunlarda Kararl› Olmay› Ö¤ütlemifltir
Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, ma'rufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. (Lokman Suresi, 17)
Hz. Lokman Her Tav›rda Büyüklenmekten
Kaç›nmay› Ö¤ütlemifltir
İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük
taslayıp böbürleneni sevmez.
Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten
eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 18-19)
Hz. Lokman öğüt verirken oğlunu büyüklüğe kapılmama konusunda uyarmıştır. Çünkü bütün güç ve kudret Allah'a aittir. Aklın, bilginin gerçek sahibi de O'dur. Herşeyde Allah'a muhtaç olan insan gibi
aciz bir varlığın, -kendinde bir güç ve üstünlük varmış gibi-büyüklenmeye kalkışması, yürüyüşüyle, konuşmasıyla kibirli bir tavra girmesi
son derece kötü bir ahlak özelliğidir. Böyle yapan bir kimse büyüklendikçe Allah karşısında daha da suçlu konuma gelecek ve aşağıdaki
ayetin kapsamına girecektir:
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile
ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu gördük66
lerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (Araf Suresi, 146)
Büyüklenen insanlar herşeyde kendi akıllarına güvenirler. Bu kişilerin kendi prensipleri, değer yargıları herşeyin önünde gelir. Kendilerine tebliğ yapan kişi bir peygamber bile olsa ona karşı çıkar, saygısızlık ederler. Nitekim Kuran'da, kavimlerin peygamberle konuşan
ileri gelenlerinin ortak özelliklerinin büyüklük taslamak olduğu bildirilmiştir.
Hz. Lokman insanlara veya oğluna büyüklenme konusunda öğüt
verirken iki hususu önemle vurgulamıştır: Ses tonu ve yürüyüş şekli.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta Allah'ın Hz. Lokman'ın
ağzından bir hükmünü bildirmesidir.
67
HZ. MUSA
Kuran'da Hz. Musa'dan pek çok ayette bahsedilir. Onun karşılaştığı
olaylar, kavmine yaptığı tebliğ, sahip olduğu üstün ahlak, Allah'a olan
imanı ve teslimiyeti, samimiyeti birçok ayetle müminlere bildirilmiştir.
Hz. Musa ile ilgili bu ayetleri okuyan müminlere düşen de, Allah'ın, pek
çok yönden üstün kıldığı bu resulünü örnek almak, onun kendi döneminde çevresindekilere tavsiye ettiklerini uygulamaya çalışmaktır.
Hz. Musa Firavun'a, Allah'›n Elçisi Oldu¤unu ve
Kendisine Tabi Olursa Hidayet Bulaca¤›n›
Bildirmifltir
Hz. Musa ilk olarak—Allah'ın emri ile—kavmin başında bulunan Firavun'a tebliğe gitmiştir. Firavun, o dönemde kendi ilahlığını ilan etmiş, son derece azgın bir insandır. (Allah'ı tenzih ederiz) Ve halkı da
sahip olduğu maddi güç nedeniyle ona tamamıyla boyun eğmiş durumdadır. Allah, Hz. Musa'ya Firavun'a gidip onu hak yola çağırmasını ve şöyle söylemesini bildirmiştir:
Haydi ona gidin de deyin ki: "Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğullarını bizimle birlikte gönder ve onlara
(artık) azap verme. Sana Rabbinden bir ayetle geldik.
Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun. Gerçekten bize vahyolundu ki: Doğrusu azab, yalanlayan ve
yüz çevirenlerin üstünedir." (Taha Suresi, 47-48)
Başka bir ayette Allah, Hz. Musa'ya verdiği emri şöyle bildirmiştir:
Firavun'a git; çünkü o, azdı. Ona de ki: "Temizlenmek
ister misin? Seni Rabbine yönelteyim, böylece (O'ndan)
korkmuş olursun." (Naziat Suresi, 17-19)
Allah'ın vahyi üzerine kardeşi Hz. Harun ile Firavun'a giden Hz.
68
Musa, Allah'ın emrettiklerini Firavun'a tebliğ etmiş ve ona şöyle söylemiştir:
Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin
Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim. Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir.
Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder." (Araf Suresi, 104-105)
Hz. Musa Firavun'a Allah'›n Her fieyi Yaratt›¤›n› ve
Her fieyin Bilgisine Sahip Oldu¤unu Bildirmifltir
Hz. Musa Allah'ın emri üzerine Firavun'a gittiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
(Ona gidip aynı şeyleri tekrarladıklarında, Firavun onlara) Dedi ki: "Sizin Rabbiniz kim ey Musa?" Dedi ki: "Bizim Rabbimiz, herşeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir." (Firavun) Dedi ki: "İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?" (Musa) Dedi ki: "Bunun
bilgisi Rabbimin Katı'nda bir kitaptadır. Benim Rabbim
şaşırmaz ve unutmaz." (Taha Suresi, 49-52)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Hz. Musa Allah'ın varlığını anlattığı sırada kendisine yöneltilen sorulara son derece hikmetli cevaplar vermiştir. Öncelikle herşeyin Yaratıcısının Allah olduğunu
söyleyerek, ardından da Allah'ın üstün sıfatlarını bildirerek karşısındaki kişiye Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü tebliğ etmiştir.
Hz. Musa Allah'›n Herfleyin Rabbi
Oldu¤unu Tebli¤ Etmifltir
Hz. Musa Firavun'a karşı
69
'ın sonsuz gücünü şöyle tebliğ etmiştir:
Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi nedir?" Dedi ki:
"Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)."
Çevresindekilere dedi ki: "İşitiyor musunuz?" (Musa:)
Dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da
Rabbidir."(Şuara Suresi, 23-26)
"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir" dedi. (Musa) (Şuara Suresi, 28)
Hz. Musa, Allah'a Karfl› Yalan Uyduran Firavun'u
ve Büyücülerini Allah'›n Azab› ile Uyar›p
Korkutmufltur
Hz. Musa'nın kendisini hak dine davet etmesi, Allah'ın tek ilah olduğunu anlatması üzerine Firavun, tüm inkarcılar gibi zorbalığa başvurmaya kalkışmıştır. Firavun, eğer kendisinden başka bir ilah edinirse
onu hapse atacağını söyleyerek, Hz. Musa'yı tehdit etmiştir. Bu konuda Hz. Musa ile Firavun arasında geçen konuşmalar şu şekildedir:
(Firavun) dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah
edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım." (Musa) Dedi ki: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?"
(Şuara Suresi, 29-30)
Hz. Musa'nın gösterdiği mucizeye karşı Firavun yine de ısrarla inkar etmiş ve onu bu sefer büyücülükle suçlamıştır. Ardından büyücüleri çağırıp, eğer Hz. Musa'ya üstün gelirlerse kendilerini ödüllendirmeyi vaat etmiştir. Belirlenen bir vakitte Hz. Musa ile büyücüler
karşı karşıya gelmişlerdir. Hz. Musa ilk olarak büyücülerle konuşmuş
ve onları yaptıklarından dolayı Allah'ın azabına karşı uyarmıştır:
Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı
70
yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü
kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir." (Taha Suresi, 61)
Hz. Musa Sihirbazlara Allah'›n Onlar›n Büyülerini
Geçersiz K›laca¤›n› Önceden Haber Vermifltir
Diğer resullerin yaşamlarında da örneklerini gördüğümüz gibi, Allah
her zaman iman eden insanları koruyacağını, inkarcıların onlara hiçbir zaman zarar veremeyeceklerini müjdelemiştir. Buluşma zamanı
geldiğinde Hz. Musa Allah'ı inkar edenlerin müminlere karşı yaptıkları faaliyetlerin onlara zarar vermeyeceğini şöyle bildirmiştir:
... "Sizlerin (ortaya) getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu
Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez. Allah suçlu günahkarlar istemese de, hakkı (hak olarak) Kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir." (Yunus Suresi, 81-82)
Buna rağmen büyücüler yapacakları işte ısrarlı davranıp, Hz. Musa'ya karşı mücadele etmişler ve ellerindeki tüm imkanları kullanmışlardır. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:
Musa onlara dedi ki: "Atacağınızı atın." Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: "Firavun'un üstünlüğü
adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz"
dediler. (Şuara Suresi, 43-44)
Bunun üzerine Allah Hz. Musa'ya şöyle vayhetmiştir:
Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır;
çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir.
Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz. (Taha Suresi, 69)
Gerçekten de Hz. Musa asasını bıraktığında Allah'ın vaadi gerçekleşmiştir:
Böylelikle Musa da asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor. Anında
71
büyücüler secdeye kapandılar. ve: "Alemlerin Rabbine
iman ettik" dediler. (Şuara Suresi, 45-47)
Hz. Musa Firavun'un Ölüm Tehdidine Karfl›l›k
Allah'a Dayan›p Güvendi¤ini Söylemifltir
Elbette mevcut düzeninin bozulması, menfaatleriyle çatıştığı için Firavun'un hoşuna gitmemiştir. Kendi çıkarlarını kaybetmemek için Hz.
Musa'yı öldürmek istemiş ve "... Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum." (Mümin Suresi, 26) demiştir.
Firavun'un ölüm tehdidine karşı Hz. Musa -diğer resullerde de örneklerini gördüğümüz- kesin bir kararlılık göstermiş ve şöyle bir cevap vermiştir:
Musa dedi ki: "Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de
Rabbinize sığınırım." (Mümin Suresi, 27)
Hz. Musa Firavun ve Çevresine Zulmedenlerin
Asla Kurtulufla Eremeyeceklerini Haber Vermifltir
Firavun ve çevresindekiler, Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği mucizeleri
birer büyü olarak nitelendirmişlerdir. Hz. Musa, kendisine büyücülük
iftirası atan ve "biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik" diyen bu
kimselere, "... Rabbim, kimin Kendisinden bir hidayetle geldiğini ve bu yurdun sonucunun kime ait olacağını daha iyi
bilir. Gerçekten, zulmedenler, felah bulmazlar" (Kasas Suresi, 37) diyerek cevap vermiştir.
Allah Kuran'da vicdanları kabul ettiği halde gurur ve büyüklenmeleri nedeniyle Allah'ın ayetlerini görmezden gelen insanların varlığını
bildirmiştir. Firavun da bu insanların en azgın olanlarından biridir. Hz.
72
Musa kendisine apaçık deliller getirdiği halde, o bunları görmezden
gelmiştir.
Hatta Firavun taraftarları başlarına felaketler gelince -inanmadıklarını söyledikleri halde- Hz. Musa'dan kendileri için Allah'a dua etmesini istemişler ve istekleri gerçekleştiği takdirde iman edeceklerini
söylemişlerdir. (Araf Suresi, 130-135)
Hz. Musa, boş bir gurur ve büyüklenme içinde gerçekleri gözardı
eden Firavun'a seslenerek azaba karşı onu şöyle uyarmıştır:
Andolsun, Biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti. O da: "Andolsun, bunları görülecek belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini sen de bilmişsin; gerçekten ben de seni yıkılmış-harab olmuş sanıyorum" demişti. (İsra Suresi,
101-102)
Hz. Musa Kavmine Sabr› ve Tevekkülü Ö¤ütlemifltir
Hz. Musa, Firavun'un iftira ve saldırılarına karşı müminlere sabırlı
olmalarını söylemiş ve Allah'ın iman edenleri mutlaka inkar edenlere
karşı başarıya ulaştıracağını müjdelemiştir:
Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin.
Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini
mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi.
Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz
düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı
gözleyecek" dedi. (Araf Suresi, 129)
Yine başka bir ayette Hz. Musa'nın kavmine tevekküllü olmalarını
öğütlediği şöyle bildirilmektedir:
73
Musa dedi ki: "Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip
Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O'na tevekkül
edin." (Yunus Suresi, 84)
Hz. Musa'nın tavsiye ettiği şekilde bir zorlukla karşılaşıldığında sabırlı ve tevekküllü davranmak, bu güvenli ruh hali sayesinde akılcı kararlar almak, itidalli tavırlar göstermek her zaman iman edenlere başarı kazandırır.
Hz. Musa Tevekkülüyle Kavmine Örnek Olmufltur
Hz. Musa kendisine tabi olan müminlerle birlikte, Allah'ın emri
üzerine Firavun'un kavminden ayrılmıştır. Firavun da ordusu ile birlikte onları izlemeye koyulmuştur. Deniz kenarına geldiklerinde Hz.
Musa'nın yanındakiler kaçacak yerleri olmadığını düşünmüş ve bundan dolayı "... gerçekten yakalandık... " (Şuara Suresi, 61) demişlerdir. Ancak Hz. Musa bu durumda da tevekkülüyle örnek olmuştur. Yanındaki kişilere Allah'ın kendilerine mutlaka yardım edeceğini
bildirmiştir:
(Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)
Hz. Musa'nın zorluk anında gösterdiği bu kararlı tavır elbette tüm
Müslümanlara önemli bir yol göstermektedir. Bir insan ne kadar zor
şartlarla karşı karşıya olursa olsun, herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu, O'nun dilediği şekilde gerçekleştiğini asla unutmamalıdır.
Nitekim bu derin imanın karşılığında Allah, Hz. Musa'ya asası ile
denize vurmasını emretmiştir. Deniz ortadan ikiye ayrıldığında inananlar karşı tarafa geçmişlerdir. Firavun da ordusuyla birlikte onları
takip etmek istemiş ancak onlar geçerken su yükselmiş ve topluca
boğulmuşlardır. Elbette bu olay, Allah'ın iman edenler üzerindeki
yardımının açık bir örneğidir. Hz. Musa, Allah'tan başka ilah arayan
kavmine Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatarak, cahillik et-
74
memeleri konusunda onları uyarmıştır.
İsrailoğulları Hz. Musa ile birlikte denizden geçtikten sonra putlara
tapan bir topluluğa rastlamışlardır. Bunun üzerine kavmi Hz. Musa'ya
"sen de bize bir ilah yap" diyerek ne denli çarpık bir iman anlayışı içinde olduklarını göstermişlerdir. Hz. Musa kavmine Allah'tan başka ilahlara tapanların içinde bulundukları durumu anlatmış ve nankörlük etmemeleri için Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatmıştır:
… "O" (Musa): "Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir
kavimsiniz" dedi. "Onların içinde bulundukları şey (din)
mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler)
de geçersizdir. O sizi alemlere üstün kılmışken, ben size Allah'tan başka bir ilah mı arayacağım? Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan
vardı." (Araf Suresi, 138-141)
Allah insanlara saymakla bitmeyecek kadar fazla nimet vermiştir.
İnsanın düşünebilmesi, konuşabilmesi, görebilmesi, çevresindeki güzellikler, dünyanın tam onun ihtiyacına yönelik olarak yaratılmış olması ve saymakla bitiremeyeceğimiz binlerce, milyonlarca nimet…
Bu nimetlere şükretmek müminler için bir ibadettir. Bunları düşünüp, Allah'ın kendi üzerindeki rahmetini görebilen insanın Rabbimize
olan bağlılığı artar. Böyle bir kişi, kendisine bu nimetleri sunan Allah'a
karşı asla nankörlük yapamaz. Bu sebeple elçiler kavimlerine Allah'ın
nimetlerini hatırlatmış ve Allah'ın emri gereği bu nimetleri anmalarını bildirmişlerdir. Hz. Musa da kavmine Allah'ın onlara verdiği nimetleri anmalarını şöyle hatırlatmıştır:
Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti: "Ey kavmim,
Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç
kimseye vermediğini size verdi." (Maide Suresi, 20)
75
Hz. Musa Allah'›n Verdi¤i Nimetlere Karfl›
Nankörlük Eden Kavmini Uyarm›flt›r
Allah İsrailoğulları'nı Firavun'un zulmünden kurtardıktan sonra,
onlara maddi ve manevi yönden birçok nimet vermiştir. Kuran'da
onlara verilen nimetler şöyle bildirilmiştir:
Bulutları üzerinize gölge kıldık ve size kudret helvası ve
bıldırcın indirdik. Size rızık olarak verdiklerimizin temizinden yiyin (dedik). Onlar Bize zulmetmediler, ancak
kendi nefislerine zulmettiler. Ve hatırlayın, demiştik ki:
"Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin,
yalnızca secde ederek kapısından girerken 'dileğimiz
bağışlanmadır' deyin; (Biz de) hatalarınızı bağışlayalım;
iyilik yapanların (ecirlerini) arttıracağız." (Bakara Suresi, 57-58)
(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman
Biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti.
Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın. (Bakara
Suresi, 60)
Ancak kavmi nankörlük etmiş, Hz. Musa'ya bir çeşit yemeğe katlanamayacaklarını, bundan dolayı Hz. Musa'nın Allah'a yalvararak kendileri için bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan istemesini söylemişlerdir. Kavminin bu nankör tavrına karşı Hz. Musa şöyle söylemiştir.
… (O zaman Musa:) "Hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi
değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü
(orada) kendiniz için istediğiniz vardır" demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve
76
Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın
ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere
öldürmelerindendi. (Yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi. (Bakara Suresi, 61)
Hz. Musa ile ilgili bu kıssada gördüğümüz gibi, Allah'ın elçileri insanlara daima ellerindeki nimetlere şükretmelerini, nankörlük ederlerse bunun sonucunda bir azapla karşılaşabileceklerini hatırlatmışlardır. Elbette onların bu uyarısı her dönem için geçerlidir. Allah,
Rezzak (rızık veren)'tır; insanlara sayısız nimet vermekte ve bunların
karşılığında da şükredilmesini emretmektedir. Aksi bir tavır gösterenler ise geçmişteki nankör kavimlerin başlarına gelenin bir benzeri ile karşılaşmaktan çekinmelidirler. Hz. Musa doğru yoldan sapan
kavmine Allah'ın vaadini ve azabını hatırlatmış, onları derhal tevbe etmeye çağırmıştır.
Hz. Musa Allah'ın emri üzerine Tur Dağı'na gitmek için kavminden
bir müddet ayrılmış, bu sırada yerine kardeşi Hz. Harun'u bırakmıştır. Ancak Hz. Musa'nın yokluğunda hemen zayıflık gösteren halkı, içlerinde bulunan Samiri denilen bir kişiye uymuş ve kendilerine bir
buzağı heykeli yaparak ona tapmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hz.
Musa kavmine dönmüş ve şunları hatırlatmıştır:
… Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde
bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun
mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir
gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden
caydınız?" (Taha Suresi, 86)
Hz. Musa bu hatırlatmasından sonra kavmini tekrar tevbe etmeye
davet etmiştir. Yaptıkları hatayı onlara açıklamış, tevbe ederlerse
kendileri için daha hayırlı olacağını bildirmiştir:
Hani Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen,
kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefis77
lerinizi öldürün: bu, Yaratıcınız Katı'nda sizin için daha
hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi
kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 54)
Hz. Musa Kavmini fiirke Sapmaya Zorlayan
Samiri'yi ve Putunu Hor ve Afla¤›l›k K›lm›fl ve
Allah'› Yüceltmifltir
Dedi ki: "Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin
ceza: "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir." Ve
şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın
(azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp
bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; Biz onu
mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız." (Taha Suresi, 97)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi, Hz. Musa insanları saptırmaya çalışan bozguncu bir kişiye karşı keskin bir önlem almıştır. Samiri'nin
bir daha başka insanları saptırmasına izin vermeyecek şekilde onu
bulunduğu yerden uzaklaştırmıştır. Ve yaptığı putu yakıp darmadağın
etmiş, sonra da denize savurarak tamamen ortadan kaldırmıştır. Hz.
Musa'nın bu davranışı bu tip konularda nasıl tedbir alınması gerektiğine de işaret etmektedir. Ayrıca ona dünyada ve ahirette karşılaşacağı azabı da haber vermiştir. Bunun ardından Hz. Musa Allah'ın tek
ilah olduğunu hatırlatmıştır:
"Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında ilah
yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır." (Taha
Suresi, 98)
78
HZ. HARUN
Allah Hz. Musa'ya Firavun'a gidip ona tebliğ yapmasını söylediğinde Hz. Musa Allah'tan bir yardımcı istemiştir. Allah kendisini kardeşi Hz. Harun ile desteklemiştir. Hz. Harun, Hz. Musa'nın kavmine
karşı verdiği mücadele sırasında ona destek olmuştur. Allah Hz. Musa'yı kendisine tabi olanlarla birlikte, Firavun'un adamlarından kurtardıktan sonra, Hz. Musa bir müddet kavminden ayrılmış ve ayrılırken
de yerine kardeşi Hz. Harun'u bırakmıştır. Ancak Hz. Musa aralarından ayrıldıktan sonra kavmi Samiri isimli kişinin önderliğinde bir buzağı heykeli yapıp ona tapmaya başlamıştır.
Kavmini Girdikleri Yanl›fl Yoldan Kurtarmak
‹steyen Hz. Harun, Kavmine Gerçek ‹lahlar›n›n
Allah Oldu¤unu Hat›rlatm›flt›r
Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim,
gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah); şu halde
bana uyun ve emrime itaat edin" demişti. (Taha Suresi
90)
Ancak kavmi Hz. Musa gelene kadar buzağıya tapacaklarını söyleyerek inkarda ısrarla direnmişlerdir:
Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle
ayrılmayacağız." (Taha Suresi, 91)
Hz. Musa Tur Dağı'nda bulunduğu sırada Allah ona kavminin durumunu haber vermiştir. Bunun üzerine kavmine geri dönen Hz. Musa
ile Hz. Harun arasındaki konuşmalar şu şekildedir:
Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğün79
de onlara: "Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru
çekiyordu (ki Harun ona:) "Annem oğlu, bu topluluk
beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse
beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla
birlikte kılma (sayma)" dedi. (Musa yalvarıp) Dedi ki:
"Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat.
Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın."
(Araf Suresi, 150-151)
80
HZ. DAVUD
Allah'ın kendisine kitap verdiğini bildirdiği elçilerinden birisi Hz.
Davud'dur. Hz. Davud, yaşamının her anında, karşılaştığı tüm olaylarda Allah'ı zikreden, O'ndan istekte bulunan, yardım dileyen, bir ayette bahsedildiği gibi "her tutum ve davranışında Allah'a yönelip dönen"
bir peygamberdi. Allah'ın kendisine mülk, hikmet ve anlatım çarpıcılığı vererek insanların çoğundan üstün kıldığı bir kuluydu. Allah Kuran'da Hz. Davud'a hem maddi hem de manevi olarak büyük bir güç
verdiğini bildirmiştir. Öyle ki, Hz. Davud ile birlikte tesbih etsinler
diye dağlara ve kuşlara boyun eğdirmiştir (Enbiya Suresi, 79). Bunlardan anlaşılacağı gibi Hz. Davud, çok az insanın sahip olabileceği ilimlere sahipti.
Allah, pek çok yönden üstünlük verdiği Hz. Davud'a, kendisini yeryüzünde halife kıldığını bir ayette şöyle bildirmiştir:
Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife
kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek
ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır. (Sad Suresi, 26)
Hz. Davud ‹nsanlara Birbirlerinin Haklar›na
Tecavüz Etmemelerini Emretmifltir
Allah'ın kendisine güç ve basiret verdiği Hz. Davud, tüm resuller
gibi kavmini Allah'a iman etmeye davet etmiştir. Allah Hz. Davud'un
adaletini, asla doğrudan taviz vermeden hükmetmesini müminlere
örnek göstermiştir. Hz. Davud'un, kendisine, aralarında hükmetmesi için başvuran iki davacı hakkındaki adil tavrı müminlere örnek teşkil etmektedir:
81
Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani mihraba (Davud'un bulunduğu yere girmek için) yüksek duvardan
tırmanmışlardı. Davud'a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; dediler ki: "Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile
hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet. Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna
rağmen "Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat" dedi ve bana, konuşmada üstün geldi." (Sad Suresi, 21-23)
Hz. Davud'un kendisine gelen bu davacılara cevabı şöyle olmuştur:
(Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar
da ne kadar azdır..." (Sad Suresi, 24)
Hz. Davud da diğer resuller gibi insanları Allah'ın emirleri doğrultusunda yaşamaya çağırmıştır. Yukarıdaki ayet bunun bir örneğidir.
Hz. Davud, kendisine gelen davacılara birbirlerinin haklarına tecavüz
etmemelerini öğütledikten sonra onlara, bunun ancak gerçekten
iman eden kulların taşıdığı bir ahlak olduğunu hatırlatmıştır.
Aynı ayetin devamında, her tavrında Allah'a yönelen Hz. Davud'un,
burada verdiği karardan sonra da O'na yönelip döndüğü şu şekilde
bildirilmiştir:
… Davud, gerçekten Bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rüku ederek
yere kapandı ve (Bize gönülden) yönelip-döndü.
Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi, 24-25)
82
Allah'ın kendisini karşısına çıkan her olayda denediğini, yaptığı her
işte O'nun rızasını gözetmesi gerektiğini bilen, üstün ahlak sahibi Hz.
Davud'un bu davranışı müminler için çok güzel bir örnektir. İman
eden her insan Kuran'da örnek gösterilen bu davranışı örnek almalı,
yaptığı herşeye Allah'ın şahit olduğunu, hesap günü yaptıklarından
sorguya çekileceğini unutmamalıdır.
Kuran'da Hz. Davud ‹le ‹lgili Di¤er Ayetler
Sen onların söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü o, (her tutum ve
davranışında Allah'a) yönelen biriydi. (Sad Suresi, 17)
Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım
çarpıcılığını vermiştik. (Sad Suresi, 20)
Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi, 25)
Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi
inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a
hamdolsun." dediler. (Neml Suresi, 15)
Andolsun, Biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük)
verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip)
yankıyla ses verin" (dedik) ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona demiri yumuşattık. (Sebe Suresi, 10)
83
HZ. SÜLEYMAN
Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.
(Sad Suresi, 30)
Şüphesiz, onun Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi, 40)
Biz bunu (hükmü) Süleyman'a kavrattık, her birine hüküm ve ilim verdik… (Enbiya Suresi, 79)
Hz. Süleyman, mirasçısı olduğu Hz. Davud gibi Allah'ın kendisine
verdiği maddi, manevi nimetlerle üstün kılınmış bir peygamberdir.
Allah'ın yolunda kullanmak için dünyada hiç kimseye nasip olmayan
bir zenginliğe sahip olmayı dilemiştir ve Allah onun bu duasına karşılık vermiştir. Fırtına biçiminde esen rüzgar, erimiş bakır madeni, cinler onun emrine verilmiştir. Allah'ın Hz. Süleyman'a verdiği nimetleri bildirdiği ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir
ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır
madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin
izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin
azabından taddırırdık. Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 12-13)
Sahip olduğu herşeyin Allah'ın kendisine verdiği birer nimet olduğunu bilen Hz. Süleyman, bunları Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla
istediğini ise şöyle ifade etmiştir:
84
Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at)
sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim."
Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına
saklandılar. "Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra
(onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.
(Sad Suresi, 31-33)
Hz. Süleyman'ın bu sözleri tüm insanlar için bir örnektir. İman
eden her insan yeryüzündeki herşeyin tek sahibinin Allah olduğunu,
sahip olduklarını kendisine Allah'ın nimet olarak verdiğini bilir. Bu
yüzden gördüğü her güzellik karşısında tıpkı Hz. Süleyman gibi Allah'ı
zikreder, O'na şükreder. Ama kesinlikle dünyada gördüğü şeylerin
geçici birer nimet olduğunu, bunların asıllarının kendisine sonsuza
kadar sürecek ahiret hayatında verileceğini de unutmaz.
Hz. Süleyman Sebe Kavmini Allah'a ‹man
Etmeye Davet Etmifltir
Kuran'da Hz. Süleyman'ın güneşe tapan bir kavim olan Sebe'nin kadın hükümdarına tebliğ yaparken uyguladığı yöntemleri bildirilmiştir.
Hz. Süleyman'a tabi olan Hüdhüd bu kavim hakkında haber getirdiğinde Hz. Süleyman ilk olarak bir mektup göndererek onları hak dine çağırmıştır.
Hz. Süleyman yolladığı mektupta, söz konusu kavmi, Allah'a iman
etmeye ve kendisine teslim olmaya davet etmiştir. Mektubu alan Sebe Melikesi kavminin önde gelenlerine Allah'a çağıran mektubun içeriğini şu şekilde açıklamıştı:
(Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra
Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı. "Gerçek şu ki, bu Süleyman'dandır ve şüphesiz Rahman ve
85
Rahim olan Allah'ın adıyladır. Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana
görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim." Dediler ki:
"Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda
karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız). (Neml Suresi, 29-33)
Hz. Süleyman'ın gücü ve kararlılığı mektupta kullandığı ifadeden rahatlıkla anlaşılmaktadır. Sebe yöneticileri eğer Hz. Süleyman'ın emrine karşı gelirlerse büyük zarara uğrayacaklarını kavramışlar, ancak
öncelikle kendisine bir hediye göndererek Hz. Süleyman'ı denemek
istemişlerdir.
Hz. Süleyman Allah'›n Kendisine Verdiklerinin
Onlardan Gelecek Her fieyden Daha Hay›rl›
Oldu¤unu Belirtmifltir
Güç ve onur sahibi olan Hz. Süleyman, Sebe Melikesi'nin gönderdiği hediyeleri kabul etmemiş, bu konuda son derece kesin bir tavır
sergilemiştir. Konu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
... "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip övünebilirsiniz" dedi. (Neml Suresi, 36)
Hz. Süleyman bu sözleriyle Allah'ın rızasını hiçbir dünyevi çıkara
tercih etmeyeceğini göstermiştir. Hz. Süleyman'ın hiçbir şeye tamah
etmeyen bu tavrı önemli bir üstünlüktür. Ve müminlerin örnek alması gereken güzel bir iman özelliğidir.
86
Hz. Süleyman ‹nsanlar› Allah'›n Dinine
Yöneltebilmek ‹çin Farkl› Yöntemler Denemifltir
Hz. Süleyman, Sebe halkının Müslüman olmasını istemektedir. Sarayına gelecek olan kadın hükümdara, Allah'ın kendisine verdiği gücü
göstermek ve bununla Sebe kavminin hidayetine vesile olmak için
farklı bir yol denemiştir. Hz. Süleyman yardımcılarından Sebe Melikesi'nin tahtını kendisine getirmelerini istemiştir.
(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?"
dedi. (Neml Suresi, 38)
Bu konuda Hz. Süleyman'a verilen cevap şöyle olmuştur:
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim..." (Neml
Suresi, 40)
Ve Hz. Süleyman bir anda tahtı yanında görmüştür. Sahip olduğu
herşeyi Allah'ın kendisini denemek için verdiğini bilen Hz. Süleyman
tahtı gördüğünde bunun Allah'tan bir deneme olarak yaratıldığını
şöyle anlatmıştır:
… "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim,
yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte
olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük
ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ihtişacı olmayan)dir, Kerim olandır. (Neml Suresi, 40)
Sebe Melikesi geldiği zaman gördüğü mucizeden ve Hz. Süleyman'ın sarayındaki ihtişamdan etkilenerek tevbe etmiş ve imana yönelmiştir. Hz. Süleyman ile aralarında geçen konuşmalar Kuran'da
şöyle bildirilmiştir.
Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım
87
doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı
olacak? Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk."
Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden
bir kavimdendi. Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce
derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı.
(Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim,
gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 41-44)
Hz. Süleyman'ın Sebe kavmine yaptığı tebliğinden anlaşılacağı gibi
resuller sahip oldukları tüm güç ve imkanları insanların bir olan
Allah'a iman etmesine vesile olmak amacıyla kullanmışlardır.
88
HZ. ‹SA
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı
doğrulayıcı olarak Meryemoğlu İsa'yı gönderdik ve ona
içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i
verdik. (Maide Suresi, 46)
Hz. İsa Allah'ın kitap verdiği elçilerinden biridir. Hz. İsa babasız olarak dünyaya gelmiştir. Bu, onun yaşamındaki mucizelerden biridir.
Doğumundan itibaren tüm yaşamı boyunca kendisine pek çok mucize verilen Hz. İsa'nın yaratılışı Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:
Şüphesiz, Allah Katı'nda İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. Gerçek, Rabbinden (gelen)dir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma. (Al-i İmran Suresi, 59-60)
Hz. ‹sa Daha Beflikteyken Allah'›n Kulu ve Elçisi
Oldu¤unu Bildirmifl ve ‹nsanlara Allah'›n
Kendisine Verdi¤i Nimetleri Saym›flt›r
Hz. İsa daha beşikte iken Allah'ın takdiri ile büyük bir mucize göstermiş ve konuşmaya başlamıştır. Hz. İsa insanlara elçilik görevini şu
şekilde tebliğ etmiştir:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah)
Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı." "Nerede
olursam (olayım) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm
müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti.
Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı.
Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve di89
ri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." İşte Meryem
oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri hak söz. (Meryem
Suresi, 30-34)
Hz. ‹sa Gelifl Amac›n› da Kavmine Haber Vermifltir
Allah'tan uzak yaşayan toplulukların önemli bir özellikleri de kendi içlerinde anlaşamamaları, ortak bir noktada birleşememeleri ve
sürekli bir ihtilaf halinde olmalarıdır. Yaşadıkları ahlakın temeli Allah
korkusuna dayalı olmadığı için bu çatışma hemen hemen her konu
için geçerlidir. Allah elçilerini bu kavimlere aralarındaki ihtilafı çözmesi, onları alternatifsiz tek doğru olan hak dine iletmesi için göndermiştir. Hz. İsa da kavmine geliş amacının, aralarındaki ihtilafı kaldırmak olduğunu şöyle bildirmiştir:
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir
kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin." (Zuhruf Suresi, 63)
Hz. ‹sa Yan›nda Bulunan Havarilerine
Allah'tan Korkup Sak›nmalar›n› Ö¤ütlemiflti
Hz. İsa'nın havarileri Allah'a iman ettiklerini söyleyen, elçilerinin
yanında yer alan kişilerdi. Ancak daha sonra Hz. İsa'dan kendilerine
bir mucize göstermesini istemişlerdi. Ve "Ey Meryemoğlu İsa,
Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" (Maide Suresi,
112) demişlerdi. Elbette bir insanın Allah'a iman etmesi için mucize
görmesine gerek yoktur. Çünkü O'nun varlığı apaçık bir gerçektir.
Bundan dolayı Hz. İsa Havarilerin bu isteğine şöyle cevap vermişti:
… O da: "Eğer inanmışlarsanız Allah'tan korkup-sakının" demişti. (Maide Suresi, 112)
Ancak Havariler, Allah'tan gelecek bu belgeyi kalplerinin tatmin ol90
ması için istedikleri söyleyince Hz. İsa da Allah'a dua ederek kendilerine gökten bir sofra indirmesini istemiştir. Konu ile ilgili ayetler şu
şekildedir:
(Bu sefer Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidlerden olalım" demişlerdi.
Meryemoğlu İsa: "Allah'ım, Rabbimiz, bize gökten bir
sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve
Sen'den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın" demişti. (Maide Suresi, 113114)
Meryemo¤lu ‹sa, Kendisinden Sonra
Gelecek Olan Elçiyi Kavmine Müjdelemifltir
Bilindiği gibi Hz. İsa'dan sonra gelen elçi Hz. Muhammed (sav)'dir.
Hz. Muhammed (sav)'in diğer adı Ahmed'tir. Hz. İsa İsrailoğulları'na
kendisinden sonra gelecek olan elçiyi söyle haber vermiştir:
Hani Meryemoğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten
ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden
önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti…
(Saf Suresi, 6)
Hz. ‹sa Kavmini Allah'tan Korkup Sak›nmaya ve
O'na Kulluk Etmeye Davet Etmifltir
Hz. İsa da Allah'ın tüm elçileri gibi kavmine Allah'ın varlığını, herşeyin Yaratıcısı olduğunu, her türlü kusurdan münezzeh ve en güzel
sıfatların sahibi olduğunu, O'nun sonsuz kudret ve adalet sahibi olduğunu tebliğ etmiştir. Ve diğer elçiler gibi kavmini Allah'tan korkup sakınmaya, O'na ibadet etmeye davet etmiştir:
91
"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden
bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat
edin." "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de
Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan
yol işte budur." (Ali-İmran Suresi, 50-51)
"Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur."
(Zuhruf Suresi, 64)
92
HZ. MUHAMMED (SAV)
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir. (Ahzab Suresi, 40)
Allah'ın yukarıdaki ayetinde bildirdiği gibi, Hz. Muhammed (sav)
son peygamberdir. Kuran'daki "de ki" ile başlayan ayetlerle Allah
Peygamberine söylemesi gerekenleri bildirmiş, Hz. Muhammed (sav)
bu ayetlerle tebliğ yapmıştır.
Allah'tan korkan ve bağışlanmayı isteyen kulların kendisine uyması
gerektiğini Hz. Muhammed (sav) şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Al-i İmran Suresi , 31)
Hz. Muhammed (sav)'in bu çağrısı bugün yaşayan tüm insanlar için
geçerlidir. Allah dinini tebliğ etmeleri için gönderdiği elçilere tam bir
itaati emretmiş, birçok ayette elçiye itaatin aslında Kendisine itaat olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle elçiye itaat, dinin en önemli ve hayati konularından biridir. Ve bu itaatin gösterilmesi de elbette elçinin
tebliğ ettiği konuları tam bir teslimiyetle uygulamakla olur.
Hz. Muhammed (sav) Tüm Resuller Gibi
Hiçbir Ücret ‹stemedi¤ini Belirtmifltir
Hz. Muhammed (sav) diğer elçiler gibi kavmine öncelikle, yaptığı
tebliğ karşılığında hiçbir ücret istemediğini, her yaptığını Allah için
yaptığını ve karşılığını Allah'tan beklediğini bildirmiştir. Allah'ın Hz.
Muhammed (sav)'e, insanlardan hiçbir karşılık beklemediğini söylemesini emrettiği ayetlerden bazıları şu şekildedir:
İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de
93
onların bu hidayetlerine uy. De ki: "Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kuran), alemlere bir
'öğüt ve hatırlatmadan' başkası değildir." (Enam Suresi, 90)
De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O,
herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47)
Bir başka ayette ise kavmine hiçbir menfaat beklemediğini bildiren
Hz. Muhammed (sav), onlara asıl amacını şöyle bildirmiştir:
De ki: "Ben buna karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında sizden bir ücret istemiyorum." (Furkan Suresi, 57)
Allah'a ‹man Etmek ‹çin Mucizeler Görmek
‹steyenlerin, Mucize Görseler de ‹man
Etmeyeceklerini Aç›klam›flt›r
Allah'ın varlığının delilleri apaçık olduğu halde inkar edenler, iman
etmemek için bahaneler arar ve Allah'ın kendilerine mucizeler göndermesini isterler. Hz. Muhammed (sav)'in kavmi de ona tabi olmamak için kendilerine bir delil göstermesini istemişlerdir. Ancak bu insanların Allah'tan mucizeler istemelerinin nedeni onu gördüklerinde
iman etmek veya imanlarını sağlamlaştırmak değildir. Söyledikleri sadece teslim olmamak için öne sürdükleri bir bahanedir. Allah Hz.
Muhammed (sav)'e bu insanlara şöyle söylemesini emretmiştir:
Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse,
kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah Katı'ndadır; onlara
(mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? (Enam Suresi, 109)
Her insanın Allah Katı'nda belli olan bir ölüm vakti vardır. O an
94
geldiğinde Allah'ın görevlendirdiği melekler insanın canını almaya gelirler. Eğer imanlı bir insanın ölümüyse melekler ona selam verip,
onu cennetle müjdeleyip, canını kolaylıkla alırlar. İnkar edenlerin
canları ise yüzlerine ve sırtlarına vurularak alınır. Melekler onlara
aşağılatıcı bir azaba gireceklerini bildirirler. O anda iman etmeyen insanlar gördükleri apaçık gerçeğe teslim olurlar. Ancak bu andan sonra insanın iman etmesi ona bir fayda sağlamaz, çünkü artık kendisine
verilen süre dolmuştur. Allah iman etmemek için bahane arayan insanlara bu gerçeği bildirmiş ve Hz. Muhammed (sav)'e insanlara şöyle söylemesini emretmiştir:
Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar
sağlamaz. De ki: "Bekleyin, biz de şüphesiz beklemekteyiz." (Enam Suresi, 158)
Hz. Muhammed (sav) Kavmine Kendisinin
Yaln›zca Bir ‹nsan Oldu¤unu Hat›rlatm›flt›r
Allah'tan korkmayan insanlar sahip oldukları gurur nedeniyle—vicdanları kabul etse dahi—bir insana tabi olmak, onun kendilerinden
üstün olduğunu kabul etmek istemezler. Daha önceki elçilerin kavimlerinde de gördüğümüz gibi bu tip insanlar elçilerin insanüstü
özellikler taşıması gerektiğini savunurlar. Hz. Muhammed (sav)'in
kavmi de ona tabi olmamak için bunlar gibi, birçok bahane ortaya atmış, onun pazarlarda gezen, normal bir insan olduğunu söyleyerek
peygamber olamayacağını söylemişlerdir.
Hz. Muhammed (sav) de böyle beklentileri olan kavmine kendisinin yalnızca bir insan olduğunu ve kurtuluşa ermek isteyenin ancak
Allah'a yönelmesi gerektiğini tebliğ etmiştir:
95
De ki: "Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu
vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık
salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın." (Kehf Suresi, 110)
De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş
yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." De ki: "Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından
gerçeğiyle haberdardır, görendir." (İsra Suresi, 95-96)
Yine kavmin bu şekildeki beklentilerine karşılık Hz. Muhammed
(sav), onlara kendisinin yalnızca bir uyarıcı olduğunu, sadece Allah'ın
emirlerini yerine getirdiğini, kendisine uyanların ise hidayet bulacağını bildirmiştir:
De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine
yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size
yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş
olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası
değildir." (Nur Suresi, 54)
(De ki:) "Ben, ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle
emrolundum ki, O, burasını kutlu ve saygıdeğer kıldı.
herşey O'nundur. Ve Müslümanlardan olmakla emrolundum." "Ve Kuran'ı okumakla da (emrolundum). Artık
kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir;
kim sapacak olursa, de ki: "Ben yalnızca uyarıcılardanım." Ve de ki: "Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Neml Suresi, 91-93)
96
Hz. Muhammed (sav) Kavmine Kendisinin
Allah'a Teslim Oldu¤unu Bildirmifltir
Her inkarcı kavim gibi Hz. Muhammed (sav)'in kavmi de onunla
Allah hakkında tartışmalara girmeye kalkmıştır. Hz. Muhammed (sav)
bu şekilde çirkin bir tavır gösteren kavmine kendisinin Allah'a teslim
olduğunu tebliğ etmişti:
De ki: "O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı
giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O'na gönülden bağlanmış (muhlis)
olanlarız." (Bakara Suresi, 139)
Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana
uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz
mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca
tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir. (Al-i
İmran Suresi, 20)
Hz. Muhammed (sav) Kavmine Yaln›zca Allah'a ‹man
Etti¤ini ve O'na Hiç Kimseyi fiirk Koflmayaca¤›n›
Söylemifltir
Hz. Muhammed (sav), kavmine Allah'ın tek ilah olduğunun delillerini anlatmış ve onları iman etmeye davet etmiş, aksi takdirde azapla karşılık göreceklerine dair uyarmıştır. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a
davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih
ederim, ben müşriklerden değilim." (Yusuf Suresi, 108)
97
De ki: "Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum
ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum." De ki: "Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de
bir yarar (irşad) sağlayabilirim." De ki: "Muhakkak beni
Allah'tan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla
kurtaramaz ve O'nun dışında asla bir sığınak da bulamam." "(Benim görevim,) Yalnızca Allah'tan olanı ve
O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve
O'nun elçisine isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak
üzere onun için cehennem ateşi vardır." (Cin Suresi,
20-23)
De ki: "Ben, dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum." "Ve ben, Müslümanların ilki olmakla da emrolundum." De ki: "Ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım." De ki: "Ben dinimi yalnızca O'na halis kılarak
Allah'a ibadet ederim." "Siz, O'nun dışında dilediklerinize ibadet edin." De ki: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir." (Zümer Suresi, 11-15)
Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade
edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı?
Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki: "Eğer doğru
söylüyor iseniz, kesin-kanıt (burhan)ınızı getiriniz."
(Neml Suresi, 64)
Hz. Muhammed (sav) ‹nkar Edenlere Asla
Uymayaca¤›n› Belirtmifltir
Hz. Muhammed (sav) kendisini doğru yoldan çevirmeye çalışan,
ona iftiralar atarak, öldürmekle ve yurdundan sürmekle tehdit eden
98
kavmine onların hevalarına uymayacağını şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "Ben, sizin Allah'tan başka tapmakta olduklarınıza tapmaktan nehyedildim." De ki: "Ben sizin heva (istek ve tutku)larınıza uymam; yoksa bu durumda ben
şaşırıp sapmış ve doğru yolu bulmamışlardan olurum."
De ki: "Ben, gerçekten Rabbimden kesin bir belge üzerindeyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin kendisine acele
ettiğiniz (azab) yanımda değildir. Hüküm yalnızca
Allah'ındır. O, doğru haberi verir ve O, ayırt edenlerin
en hayırlısıdır." (Enam Suresi, 56-57)
Hz. Muhammed (sav) Kavmine Allah'a Efl Kofltuklar›
Ortaklar›n Hiçbir Güce Sahip Olmad›klar›n› Anlatm›flt›r
Kavmine Allah'ın tek ilah olduğunu hatırlatan Hz. Muhammed
(sav), aynı zamanda Allah'a eş koştuklarının hiçbir şeyi yaratamayacaklarını, kimseye zarar vermeye veya fayda sağlamaya güçleri yetmeyeceğini de çeşitli şekillerde tebliğ etmiştir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "O'nun dışında (ilah olarak) öne sürdüklerinizi
çağırın, onlar sizden ne zararı uzaklaştırabilirler, ne de
(onu yararınıza) dönüştürebilirler. (İsra Suresi, 56)
De ki: "Gördünüz mü haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, yerden neyi yaratmışlar, bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Eğer doğru sözlüler iseniz, bundan önce bir kitap ya da bir ilim kalıntısı (veya bir eser) varsa, bana getirin." (Ahkaf Suresi, 4)
De ki: "Allah'ın dışında (Tanrı diye) öne sürdüklerinizi
çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca
bile (hiçbir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde
hiçbir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiçbir
destekçi olanı da yoktur. (Sebe Suresi, 22)
99
De ki: "O'na (kulluk etmede) eklemekte olduğunuz ortakları bana gösterin. Asla (onlar ona gerçek ortak olamazlar); hayır, O, güçlü ve üstün olan, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'tır." (Sebe Suresi, 27)
De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa
Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı)
apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler,
birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (Fatır
Suresi, 40)
Hz. Muhammed (sav) Allah'›n Belirledi¤i Kadere
Tevekkül Etmeyi Hat›rlatm›flt›r
Allah herşeyi bir kader üzerine yaratmıştır. İnsan hayatı boyunca
Allah'ın belirlediği bu kaderi yaşar. Hz. Muhammed (sav), kavmine
Allah'ın kendileri için yazdığının dışında hiçbir şeyle karşılaşmayacaklarını, bu nedenle an an yaşadıkları olaylarda Allah'a tevekkül ederek
ecir kazanmalarını söylemiştir:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve
mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler."
(Tevbe Suresi, 51)
Hz. Muhammed (sav) Gayb›n Bilgisinin Ancak
Allah'›n Kat›nda Oldu¤unu Bildirmifltir
Kuran'da "gayb" kelimesi, insanın algılarının ve ilminin kendisine
uzanamadığı, gözden gizli olan herşeyi ifade eder. Kuran'da Allah'ın
varlıklarından haber verdiği, ama mahiyetlerini gerçek anlamda bilemediğimiz yerler, varlıklar, geçmişe ait bilgi ve haberler gayb kavramı100
nın içinde yer alır. Gaybın bilgisi yalnızca Allah'ın Katı'ndadır. Ve
Allah ancak dilediği insana bu bilgiyi vereceğini bildirmiştir. Hz. Muhammed (sav), gaybı yalnız Allah'ın bildiğini şu şekilde tebliğ etmiştir:
De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve
ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi
yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."
(Kehf Suresi, 26)
De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse
bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar." (Neml Suresi, 65)
De ki: "Şüphesiz Rabbim hakkı (batılın yerine veya dilediği kimsenin kalbine) koyar. O, gaybleri bilendir. (Sebe Suresi, 48)
Hz. Muhammed (sav), Kavmine Allah'›n Sonsuz
Gücünü Tebli¤ Etmifltir
İnsanın yeryüzünde yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan her
şartı yaratan Allah'tır. Dünya'nın Güneş Sistemi içindeki yeri, hayat
için gerekli ortamı sağlayan atmosfer, yerkürenin büyük bir bölümünü kaplayan ve yaşam için varlığı zaruri olan su, Dünya'nın hareketleriyle her sabah güneşin doğması, her akşam tekrar batması ve bunlar gibi pek çok olay Allah'ın izni ile gerçekleşir.
İşte Hz. Muhammed (sav) kavmine Allah'tan korkmaları için O'nun
üstün kudretini hatırlatmıştır:
De ki: "Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe
kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek
olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir?
Yine de dinlemeyecek misiniz?" De ki: "Gördünüz mü
söyleyin, Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin
üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah'ın dışında
101
size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir?
Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas Suresi, 71-72)
Hz. Muhammed (sav) ahirete inanmayanlara Allah'ın dünyadaki yaratılış delillerine bakarak öğüt almalarını bildirmiştir. Bu kusursuz yaratılış delillerini gören insanların önemli bir gerçeği daha anlamaları
gerekir. Tüm bunları yaratmaya kadir olan Allah elbette ahirette
bunların benzerlerini de yaratacaktır. Hz. Muhammed (sav) bu
önemli gerçeği kavmine şöyle bildirmiştir:
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir." (Ankebut
Suresi, 20)
Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu ve herşeyin Yaratıcısı olduğunu anlatmıştır.
İnsan eksikliklere ve zaaflara sahip aciz bir varlıktır. Allah'ın dilemesiyle yaşamını sürdürür. Oysa herşeyin Yaratıcısı olan Allah tüm eksikliklerden uzaktır ve tüm kusurlardan münezzehtir. O, hiçbir şeye
ihtiyacı olmayandır. Hz. Muhammed (sav), kavmine bunu tebliğ etmiştir:
De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) De ki: "Şüphesiz ben, Rabbime isyan
edersem o büyük günün azabından korkarım." (Enam
Suresi, 14-15)
Yine Hz. Muhammed (sav), kavmine Allah'ın eşi, benzeri olamayacağını, herşeyin tek sahibi olduğunu şöyle anlatmıştır:
De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki:
"Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bi102
le yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a,
O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu
yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki:
"Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici
olandır." (Rad Suresi, 16)
Allah Dilemedikten Sonra Kimsenin Kimseye
Bir Fayda ya da Zarar Vermeye
Güç Yetiremeyece¤ini Tebli¤ Etmifltir
Cahiliye toplumlarının önemli özelliklerinden birisi, bu insanların
birçoğunun Allah'a iman etmeleri, ancak O'nun büyüklüğünü ve gücünü takdir edememeleridir. Hz. Muhammed (sav) kendilerine "sizi
kim yarattı?" diye sorduğunda "Allah" diye cevap veren, ancak O'nu
tanımayan kavmine herşeyin O'nun kontrolünde olduğunu ve Allah'a
şirk koştuklarının onlara hiçbir yarar sağlayamayacağını anlatmıştır:
Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye
soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız,
eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De
ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na
tevekkül etsinler." (Zümer Suresi, 38)
De ki: "Size bir kötülük isteyecek olsa sizi Allah'tan koruyacak, veya size bir rahmet isteyecek olsa (buna engel olacak) kimdir?" Onlar, kendileri için Allah'ın dışında ne bir veli, ne bir yardımcı bulamazlar. (Ahzab Suresi, 17)
103
Allah'›n Büyüklü¤ünü ve Her fieyin Sahibi
Oldu¤unu Bildikleri Halde Nas›l Olup da Gaflet
‹çinde Olabildiklerini Sormufltur
Hz. Muhammed (sav), Allah'ın varlığını bildikleri halde O'nun üstün
kudretini düşünmeyen, bundan dolayı O'nun büyüklüğünü takdir
edemeyen kavmine, Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü ikrar ettirmiştir. Ve bunun ardından, onları öğüt almaya ve korkup sakınmaya davet etmiştir:
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun
içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki:
"Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?"
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak
mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin
melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." "Allah'ındır"
diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" (Müminun Suresi, 84-89)
Hz. Muhammed (sav) Allah'›n Tevbe Edenlerin
Günahlar›n› Ba¤›fllayaca¤›n› Müjdelemifltir
Allah merhametlilerin en merhametlisidir. Allah'ın samimi kulları bir
hata yaptıklarında karamsarlığa kapılmazlar. Çünkü insanların hataları
karşısında yapmaları gereken hüzünlenmek değil hemen Allah'a yönelerek O'ndan bağışlanma dilemektir. Allah Hz. Muhammed (sav)'e bu
konu ile ilgili olarak kavmine şöyle söylemesini emretmiştir:
... De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin.
Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)
104
Allah'›n Yolunun Tek Do¤ru Yol
Oldu¤unu Bildirmifltir
İnsanın şerefli ve güzel bir hayat yaşayabileceği tek yol Allah'ın çağırdığı yoldur. Başka varlıkların rızasını arayarak, Allah'a ortak koşanlar hem dünyadaki yaşamlarında hem de ölümden sonraki ahiret hayatında büyük bir aşağılanmayla karşılık göreceklerdir. Bu nedenle
Hz. Muhammed (sav), kavmine dünya ve ahiret kurtuluşunu veren
asıl yolun Allah'ın yolu olduğunu tebliğ etmiştir:
De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka
şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini
çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri
mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu,
asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim
etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71)
Allah'›n Gizlinin Gizlisini Bildi¤ini Haber Vermifltir
Bazı insanlar gizli bir kötülük işlerken, bunu kimsenin görmediğini
düşünerek sevinirler. Oysa Allah göklerde ve yerde olan herşeyi bilir. İnsanın an an yaptığı herşeye şahittir. İnsanlar dünyada yaptıkları
herşeyin hesabını herkesin toplandığı din gününde Allah'ın huzuruna
çıkarak vereceklerdir. Hz. Muhammed (sav) bu önemli gerçeğe dikkat çekmiş, kavmine Allah'ın herşeyi bildiğini, bir şeyi gizleseler de,
açıklasalar da zaten Allah'ın ondan haberdar olduğunu hatırlatmıştır.
Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Sinelerinizde olanı -gizleseniz de, açığa vursanız
da- Allah bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, herşeye güç yetirendir." (Al-i İmran Suresi,
29)
105
De ki: "Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir."
(İsra Suresi, 96)
Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: "Size eşitlik üzere açıklamada bulundum. Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azab günü) yakın mı, uzak mı, bilemem." "Şüphesiz O, sözün açıkta söylenenini de bilmekte, saklamakta
olduklarınızı da bilmektedir." (Enbiya Suresi, 109-110)
De ki: "Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter.
O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah'ı
inkar edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır."
(Ankebut Suresi, 52)
De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa
Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, herşeyi bilendir." (Hucurat Suresi, 16)
Allah'tan Baflka Bir Koruyucu Olmad›¤›n›
Çeflitli Örneklerle Aç›klam›flt›r
İnsanın tek dostu ve koruyucusu kendisini yaratan Allah'tır. Ancak
Allah'tan korkmayan insanlar bunu kabul etmek istemezler. Onlar
kendilerini Allah'ın varlığını ve üstün kudretini gözardı etmeye şartlandırmışlardır. Ancak öyle anlar vardır ki insan Allah'tan başka hiçbir varlığın kendisine asla yardım etmeyeceği gerçeğini çok iyi anlar.
İşte Hz. Muhammed (sav) insanlara bu gerçeği hatırlatmıştır. Örneğin insan bir sıkıntıya, bir zarara uğradığı zaman, onun Allah'tan
başka kendisini kurtarmak için çağırabileceği hiçbir yardımcısı yoktur. İnsan böyle bir olayla karşılaştığında Allah'a ortak koştuğu varlıkların kendisine hiçbir faydası dokunmayacağını anlar. O halde insanın henüz fırsat varken kendisine hatırlatılan bu gerçek üzerinde düşünmesi, Rabbimizden başka kimseden yardım göremeyeceğini unutmaması gerekir. Bu konu ile ilgili olarak Hz. Muhammed (sav), kav106
mine şu hatırlatmayı yapmıştır:
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah'ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım.)" Hayır, yalnızca O'nu çağırırsınız, dilerse
kendisini çağırdığınız şeyi açar (giderir) ve şirk koşmakta olduklarınızı unutursunuz. (En'am Suresi, 40-41)
Müslümanlara Kalplerine ‹man Verdi¤i ‹çin
Allah'a fiükretmelerini Hat›rlatm›flt›r
Allah yeryüzünde iman edenlerin sayısının her zaman az olacağını ve
ancak bu azınlığın ebedi olarak cennete kavuşacağını bildirmiştir. Bu
yüzden iman, bir insana hayatında verilebilecek en büyük lütuflardan
biridir. Ancak Peygamberimiz (sav) döneminde bazı insanlar iman ettikten sonra sanki Hz. Muhammed (sav)'e bir iyilik yapmışlar gibi ona
minnet etmeye kalkışmışlardır. Bu, son derece yanlış mantığı açıklamak için Hz. Muhammed (sav), kavmine şu hatırlatmayı yapmıştır:
Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De
ki: "Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size
minnet etmektedir. Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu
böyle kabullenmeniz gerekir.)" (Hucurat Suresi, 17)
Kuran'› Allah'›n Gönderdi¤ini Tebli¤ Etmifltir
Hz. Muhammed (sav)'e tabi olmak istemeyen inkarcılar, Kuran'ı inkar etmek için birçok bahane öne sürmüşlerdir. Bu iddialardan en
büyüğü Kuran'ın Hz. Muhammed (sav) tarafından yazıldığıdır. Oysa
Kuran içinde, insan yazması olamayacağını tasdik eden sayısız mucizeyi barındırmaktadır. Hz. Muhammed (sav), kavmine bu gerçeği hatırlatmış ve Kuran'ı Allah'ın gönderdiğini bildirmiştir. Bu konudaki
107
ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah)
indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Furkan Suresi, 6)
De ki: "Gördünüz mü haber verin; eğer o (Kuran)
Allah Katı'ndan ise, sonra siz onu inkar etmişseniz (bu
durumda) uzak bir ayrılık içinde olandan daha sapık
kimdir?" (Fussilet Suresi, 52)
Kuran Allah'ın kullarından istediklerini, onların yaratılış amacını,
dünyada ve ahirette nasıl davranmaları gerektiğini ve insanın öğrenmesi gereken daha pek çok şeyi bildirdiği hak kitaptır. Hz. Muhammed (sav) de Allah'ın kelamı olan Kuran için kavmine şöyle demiştir:
De ki: "Bu (Kuran), büyük bir haberdir." Sizler ise, ondan yüz çeviriyorsunuz. (Sad Suresi, 67-68)
Allah'tan Baflka Hiçbir Varl›¤›n, Kuran'›
‹ndirmeye Güç Yetiremeyece¤ini Bildirmifltir
Kuran'ın insan tarafından yazıldığını iddia edenler, onun sahip olduğu mucizelerden, Allah'ın sonsuz hikmet içeren sözlerinden habersizdirler. Oysa Kuran değil bir insanın, bütün insanların ve cinlerin
dahi biraraya gelerek yazamayacakları bir kitaptır. Ve Hz. Muhammed (sav) bu konu ile ilgili olarak kavmine şöyle bildirmiştir:
De ki: "Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kuran'ın
bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler." (İsra Suresi, 88)
Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer
gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." (Yunus Suresi, 38)
108
Kuran'›n Müslümanlar ‹çin Bir Müjde ve
Hidayet Rehberi Oldu¤unu Bildirmifltir
Bu konudaki bir ayet şöyledir:
De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, Müslümanlara
bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kuran'ı) hak
olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir." (Nahl Suresi, 102)
Yine Hz. Muhammed (sav) Kuran'ın insanı hidayete yönelttiğini şu
şekilde tebliğ etmiştir:
De ki: "Eğer ben sapacak olsam, artık kendi nefsim
aleyhine sapmış olurum; eğer hidayeti bulacak olsam,
bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kuran) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır." (Sebe
Suresi, 50)
Kavmine Duan›n Önemini Bildirmifl ve
Onlar› Allah'a Dua Etmeye Ça¤›rm›flt›r
İnsanın Allah'a olan yakınlığının artmasına vesile olacak en önemli
ibadetlerden birisi duadır. İnsan istediği herşey için Allah'a dua etmelidir. Ve Allah kullarının tüm dualarına karşılık vereceğini haber vermiştir. Bu yüzden Allah'tan bağışlanmayı uman, dünyada samimi bir
mümin olarak yaşamak, ahirette de ebedi bir kurtuluş yurdu olan
cenneti kazanmak isteyen her mümin dua ibadetini yerine getirir.
Kuran'da emredildiği gibi Allah'a sürekli dua eder. Hz. Muhammed
(sav) duanın Allah Katı'ndaki değerini Müslümanlara şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir
miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun
azabı da) kaçınılmaz olacaktır." (Furkan Suresi,77)
109
Hesap Günü Kimsenin Baflkas›n›n Günah›n›
Yüklenemeyece¤ini Haber Vermifltir
Dini yaşamak isteyen birçok insan yakın çevresinden, yaptığı ibadetler için, "bunları yapmana gerek yok, ben senin günahlarını yüklenirim" gibi sözler duymuştur. Oysa hesap gününde herkes Allah'ın
karşısında durup tek başına hesap verecektir. O gün herkes yalnızca
kendi yaptığından sorumlu tutulacaktır. Kimseye başkalarının günahları sorulmayacak, kimse de kimsenin günahını yüklenmeyecektir.
Hz. Muhammed (sav) bu konuyu şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka bir
Rab mi arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının
aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir." (Enam Suresi, 164)
Kavmine Dünya Hayat›n›n Yarar›n›n Ahirete Göre
Çok Az Oldu¤unu Bildirmifltir
Allah'ın Hz. Muhammed (sav)'in kavmini denediği imtihanlardan birisi savaş olmuştur. Bu insanlardan bir kısmı savaşa çıkmaları gerektiğinde insanların kendilerine bir zarar vermesinden korkmuş ve geride kalmak istemişlerdir. Elbette bunun altında ölüm korkusu ve
dünya sevgisi vardır. Oysa dünya hayatı çok kısadır. İnsan savaşta veya başka bir yerde ama mutlaka Allah'ın kendisi için belirlediği zamanda ölecektir. Bu sebeple ölmekten veya başka bir şeyden korkarak Allah'ın rızasını gözardı etmek, insanın ahireti için çok büyük bir
kayıptır. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), kavmine dünya hayatının
yararının çok az olduğunu tebliğ ederek, asıl yurtları olan ahiret için
çalışmalarını emretmiştir.
Kendilerine; "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, ze110
katı verin" denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan
Allah'tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı
üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma
çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız." (Nisa Suresi 77)
Aynı şey Allah'ın emri olan her konu için geçerlidir. Allah'ın beğendiği ahlakı insanlara anlatmak, Müslümanlara fayda sağlamak, dine hizmet etmek belki kimi zaman insanın nefsi ile çatışabilir. Müslümanın
yerine göre fedakarlık yapması gerekebilir. Ama Allah'ın rızasını kazanma amacı ile yaşayan gerçek bir mümin için böyle anlar büyük birer fırsattır. Çünkü çok kısa olan dünya hayatında şeytanın kayıp gibi göstermeye çalıştığı fedakarlıklar, ahirette insana büyük fayda getirecektir.
Dünyada Sahip Olduklar›na Allah'›n R›zas›ndan
Daha Çok De¤er Veren ‹nsanlara Allah'›n
Azab›n› Hat›rlatm›flt›r
Dünya Allah'ın insanları imtihan ettiği bir yerdir ve insanın sahip olduğu herşey ona Allah kendisini denemek için vermiştir. İnsanın bu
gerçeği bilerek şükretmesi ve sahip olduğu şeylerle yalnızca Allah'ın
rızasını kazanmaya çalışması gerekir. Oysa birçok insan sahip olduklarını Allah'a ortak koşar. Hz. Muhammed (sav) bu insanları Allah'ın
azabı ile uyarmıştır:
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler,
sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda
111
cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
‹nkar Edenlerin Mutlaka Yenilgiye
U¤rayacaklar›n› Bildirmifltir
Dünya tarihi boyunca inkar edenler iman edenlere karşı sonuçsuz
bir mücadele vermişlerdir. Bu mücadele iman edenlerin Allah'a olan
imanlarını ve Allah Katı'ndaki derecelerini artırırken, inkar edenlere
büyük bir kayıp olarak dönmüştür. Allah hiçbir inkarcı topluluğunun
müminlere zarar vermesine izin vermemiştir. Eğer inkarcılar bir başarı kazanıyor gibi görünse de bunu mutlaka müminlerin hayrına çevirmiştir. Allah'ın pek çok ayetinde belirttiği gibi, her zaman üstün
gelenler Maide Suresi'nde bildirilen "Allah'ın taraftarları"dır. Bu inkarcıların dünyada karşılaşacakları bir yenilgidir. Ahirette ise bu insanlar yaptıklarının karşılığını sonsuza kadar kalacakları cehennem
azabı ile alacaklardır. Allah Hz. Muhammed (sav)'e, inkar edenlere
şöyle söylemesini emretmiştir:
İnkar edenlere de ki: "Yakında yenilgiye uğratılacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz." Ne kötü yataktır o. (Al-i İmran Suresi, 12)
Hat›rlay›p Ö¤üt Almalar› ‹çin Kavmine
Kendilerinden Önce ‹nkar eden Kavimlerin
U¤rad›¤› Sonu Hat›rlatm›flt›r
Daha önce söz edilen peygamberlerin yaşamlarında da görüldüğü
gibi, dünya tarihi boyunca Allah'ın elçisine karşı direnmiş olan tüm
kavimler, tevbe edip durumlarını düzeltmemeleri durumunda büyük
bir azap ile karşılık görmüşlerdir. Elbette bu durum, geride kalanların düşünüp, öğüt almalarını, onların başlarına gelenin kendilerine de
112
gelmemesi için korkup sakınmalarını gerektirir. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), kavmini geçmiş toplulukların başına gelenleri düşünmeye ve bundan öğüt almaya davet etmiştir:
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu-günahkarların nasıl bir sona uğradıklarını görün" (Neml Suresi, 69)
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra yalanlayanların
sonu nasıl oldu, bir görün." (Enam Suresi, 11)
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün. Onların çoğu
müşrik kimselerdi." (Rum Suresi, 42)
Kavmine Kesin Olarak Ölümden
Kaç›fl›n Olmad›¤›n› Hat›rlatm›flt›r
Ahirete inanmayan insanların en büyük korkularından biri ölüm korkusudur. Bu insanlar ölümü kendilerinden uzaklaştırabilmek için her
yolu denerler. Oysa her insan için Allah Katı'nda belirlenmiş bir ölüm
vakti vardır ve o an geldiğinde kişi hiçbir erteleme yapamaz. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), kavmine ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar kesin olarak öleceklerini hatırlatmıştır:
De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız." (Ahzap Suresi, 16)
De ki: "Sizin için belirlenmiş bir gün vardır ki, ondan ne
bir an ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz." (Sebe Suresi, 30)
Kavmine Ölümün Bir Son Olmad›¤›n›,
Aksine Allah'a Dönüfl Oldu¤unu Tebli¤ Etmifltir
Cahiliye toplumlarında birçok insan ölüm ile herşeyin biteceğini
113
zanneder. Oysa ölüm insanın gerçek hayatının başladığı andır. Sanılanın aksine bir bitiş değil, bir başlangıçtır. İnsanlar ölümün ardından
Allah'ın karşısında hesap verecek ve bu hesap anından sonra sonsuza kadar kalacakları mekana sevk edileceklerdir. Hz. Muhammed
(sav) kavmine bu gerçeği şöyle hatırlatmıştır:
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son
verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız."
(Secde Suresi, 11)
K›yametin Ne Zaman Kopaca¤›n› Allah'tan Baflka
Kimsenin Bilmedi¤ini bildirmifltir
İnsanların merak ettiği konulardan birisi kıyamet saatinin ne zaman
geleceğidir. Oysa Allah kıyametin saatini Kendisinden başka kimsenin
bilemeyeceğini bildirmiş ve Hz. Muhammed (sav)'e bu konuda kendisine sorulan sorulara şöyle cevap vermesini emretmiştir:
İnsanlar, sana kıyamet-saatini sorarlar; de ki: "Onun
bilgisi yalnızca Allah'ın Katı'ndadır." Ne bilirsin; belki
kıyamet-saati pek yakın da olabilir. (Ahzap Suresi 63)
De ki: "Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azab)
yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?" (Cin Suresi, 25)
Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: "Size eşitlik üzere açıklamada bulundum. Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azab günü) yakın mı, uzak mı, bilemem." (Enbiya
Suresi, 109)
‹nkar Edenlere Yeniden Dirileceklerini
Tebli¤ Etmifltir
Asıl hayatın dünyada sürdürdükleri yaşam olduğunu düşünen inkarcılar, Hz. Muhammed (sav)'e tekrar dirileceklerine inanmadıkların
114
söylemişlerdir. Bunun üzerine Allah, Hz. Muhammed (sav)'e şu şekilde cevap vermesini emretmiştir:
Dediler ki: "Biz kemikler haline geldikten, toprak olup
ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" De ki: "İster taş olun, ister demir."
"Ya da göğüslerinizde büyümekte olan (veya büyüttüğünüz) bir yaratık (olun)." Bizi kim (hayata) geri çevirebilir" diyecekler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan." Bu durumda sana başlarını alaylıca sallayacaklar ve diyecekler ki: "Ne zamanmış o?" De ki: "Umulur ki pek yakında." (İsra Suresi, 49-51)
Allah'a ve Elçisine Karfl› Büyüklenerek Ahireti
‹nkar Edenlerin, K›yamet Gününde Allah'a
Boyun E¤erek Dirileceklerini Bildirmifltir
İnkar edenler, kendilerinden başka bir varlığa boyun eğmek gururlarına ağır geldiği için Allah'ın varlığını inkar eder ve elçiye tabi olmazlar. Oysa kıyamet gününde dirilecek, Allah'ın büyüklüğünü, gücünü
ve onlara sunacağı azabı göreceklerdir. Bu nedenle Allah Hz. Muhammed (sav)'e "tekrar mı dirileceğiz" diye soran inkarcılara şu şekilde buyurmuştur:
"Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı,
gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?" "Veya önceki atalarımız da mı?" De ki: "Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak (diriltileceksiniz)." (Saffat Suresi, 16-18)
Allah'›n Ayetlerine ‹man Etmeyenlere Cehenneme
Gideceklerini Söyleyerek Onlar› Uyarm›flt›r
İnkar edenler Kuran ahlakının kendilerine tebliğ edilmesinden dolayı son derece büyük bir kin ve öfke duymuşlardır. Kuran'da bu ki115
şilerin içlerinde iman edenlere karşı ne kadar büyük bir kin besledikleri haber verilmiştir. Allah Hz. Muhammed (sav)'e bu insanlara şöyle söylemesini emretmiştir:
Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman,
sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan
daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu
inkar edenlere va'detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir
duraktır." (Hac Suresi, 72)
Ayette görüldüğü gibi, Hz. Muhammed (sav), inkarcıların bu kinlerine karşılık hiçbir sonuç alamayacaklarını, aksine ebedi bir azapla
karşılık göreceklerini bildirmiştir. Ayrıca Allah'a ve elçisine başkaldıranların cehennemde sonsuza kadar kalacaklarını da bir başka ayette şöyle haber vermiştir:
(Benim görevim,) Yalnızca Allah'tan olanı ve O'nun
gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve O'nun
elçisine isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere
onun için cehennem ateşi vardır. (Cin Suresi, 23)
Cehennemin Sonsuza Kadar Kal›nacak
Bir Azap Yeri Oldu¤unu Bildirmifltir
Kavmin inkarcıları bir müddet cehennemde kalsalar bile sonra
cennete gideceklerini iddia etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) ise cehennemi hak eden inkarcıların sonsuza kadar orada kalacaklarını
şöyle tebliğ etmiştir:
Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katı'ndan bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim
116
bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık)
onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.
İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 8082)
Allah'tan Korkup Sak›nanlar›n Cennette
Gideceklerini Haber Vermifltir
De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin Katı'nda, içinde temelli
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz
eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir." (Al-i İmran Suresi, 15)
Hz. Muhammed (sav) Kavmine Adaletli Olmalar›n›
Emretmifltir
De ki: "Rabbim adaletle davranmayı emretti..." (Araf
Suresi, 29)
‹nsan› Her Türlü S›k›nt›dan Kurtaran›n
Allah Oldu¤unu Tebli¤ Etmifltir
De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim
kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona
yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan
kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." De ki:
"Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (Enam Suresi,
63-64)
117
Hz. Muhammed (sav) Kitap Ehlini de fiirk Koflmadan
Yaln›zca Allah'a ‹badet Etmeye Ça¤›rm›flt›r
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek
(olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına
kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım
ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı
Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin
ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)
En Güzel ‹simlerin Allah'›n Oldu¤unu ve
Allah'› Bu ‹simleriyle Tesbih Etmemizi Bildirmifltir
De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile
çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi
arasında (orta) bir yol benimse. Ve de ki: "Övgü
(hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve
düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et.
(İsra Suresi, 110-111)
118
SONUÇ
Bu kitapta, Allah'ın resullerinden bir bölümünün, gönderildikleri
topluluklara yaptıkları tebliğleri aktardık. Bunda hedeflenen ise, hem
Allah'ın bu şerefli elçilerinin üstün ahlak özelliklerini ve dini tebliğ etme konusunda gösterdikleri samimiyet, çaba ve kararlılığı hatırlatarak onlara olan saygı, hürmet ve sevgimizi tazelemek, hem de tebliğ
ettikleri konuların ehemmiyetine dikkat çekmekti. Bunun da ötesinde, bu resullerin, gönderildikleri topluluklara anlattıklarını bir kez daha hatırlayarak, kendi üzerimizdeki eksikleri ve yanlışları gözden geçirip, telafi etmekti. Zira Kuran'da yer alan tüm kıssalar ve bilgiler,
öncelikle müminlerin öğüt alıp düşünmeleri ve doğru yolu bulmaları
için anlatılmıştır.
Kuran'da bildirilen peygamber kıssaları ve resullerin kavimlerine
olan tebliğleri o dönemde yaşayan insanlar için ne kadar yol gösterici oldularsa, bugün bizler için de o kadar hidayet kaynağıdırlar. Gelecekte yaşayacak insanlar için de yine aynı şekilde yol gösterici olmaya devam edeceklerdir. Allah Kuran'ın bu özelliğini "Şüphesiz
bu Kuran, en doğru yola iletir..." (İsra Suresi, 9) ayetiyle insanlara hatırlatmıştır. Bu nedenle Kuran'ın her ayeti gibi, resullerimizin
tebliğlerinin anlatıldığı her kıssa da, müminler için "en doğru yola iletici" bilgileri içermektedir. Çünkü Allah'ın Peygamber Efendimiz
(sav)'e olan, "... Allah sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana
bilmediklerini öğretti. Allah'ın üzerinizdeki fazlı çok büyüktür" (Nisa Suresi, 113) hitabından anlaşılacağı gibi Kuran'ın her ayeti müminlere "bilmediklerini öğreten", onlara "yol gösteren"
hikmetler içermektedir.
İşte bu kitap da müminleri, resullerin kıssalarında yer alan hikmetleri görmeye, düşünmeye ve hayata geçirmeye bir davettir.
119
EVR‹M YANILGISI
Darwinizm, yani evrim teorisi, yaratılış gerçeğini reddetmek
amacıyla ortaya atılmış, ancak başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın, cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve canlılarda çok
mucizevi bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında söylenen yalanlara ve yapılan
sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır
bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir.
Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar, Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek
çok bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların
kökenini artık yaratılış gerçeğiyle açıklamaktadırlar. Bugün bilimsel gelişmeler, evreni ve tüm canlıları Allah’ın yaratmış olduğu
gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Evrim teorisinin çöküşünü ve yaratılışın delillerini diğer pek
çok çalışmamızda bütün bilimsel detaylarıyla ele aldık ve almaya
devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük önem nedeniyle,
burada da özetlemekte yarar vardır.
120
Darwin'i Yıkan Zorluklar
Evrim teorisi, tarihi eski Yunan'a kadar uzanan bir öğreti olmasına karşın, kapsamlı olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi
bilim dünyasının gündemine sokan en önemli gelişme, Charles
Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıydı.
Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın
ayrı ayrı yarattığı gerçeğine karşı çıkıyordu. Darwin'e göre, tüm
türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği gibi sadece bir "mantık yürütme" idi.
Hatta Darwin'in kitabındaki "Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun
bölümde itiraf ettiği gibi, teori pek çok önemli soru karşısında
açık veriyordu.
Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini
umuyordu. Bunu kitabında sık sık belirtmişti. Ancak gelişen bilim,
Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını birer
birer dayanaksız bırakmıştır. Darwinizm'in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte
evrimleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel
bulgu yoktur.
3) Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine
bir tablo ortaya koymaktadır.
Bu bölümde, bu üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
121
Aşılamayan İlk Basamak: Hayatın Kökeni
Evrim teorisi, tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar
yıl önce ilkel dünyada ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir. Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve eğer gerçekten bu tür
bir evrim gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil kayıtlarında
bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm
bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır? Evrim teorisi, yaratılışı reddettiği, hiçbir doğaüstü müdahaleyi kabul etmediği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir tasarım, plan ve düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde rastlantısal olarak meydana geldiğini iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak
bu, bilinen en temel biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.
"Hayat Hayattan Gelir"
Darwin, kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim anlayışı, canlıların çok
basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri
inanılan "spontane jenerasyon" adlı teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerine
inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine
biraz buğday konmuş ve biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı. Etlerin kurtlanması da hayatın cansız
122
maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı.
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise,
bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu. Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun
çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti:
"Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin
olarak tarihe gömülmüştür." (Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel
Dekker, 1977, s.2)
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı
uzun süre direndiler. Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendiliğinden oluşabileceği
iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.
20. Yüzyıldaki Sonuçsuz Çabalar
20. yüzyılda hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, Rus
biyolog Alexander Oparin oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya
attığı birtakım tezlerle, canlı hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar başarısızlıkla
sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı:
"Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin tümünü içine
alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır." (Alexander I.
Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications,
1953 (Reprint), s.196)
123
Oparin'in yolunu izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu
çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin
en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma
enerji ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik
molekül (aminoasit) sentezledi.
O yıllarda evrim adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde kullanılan atmosferin gerçek
dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen yıllarda ortaya çıkacaktı. ("New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American Meteorological Society, c. 63, Kasım
1982, s. 1328-1330) Uzun süren bir sessizlikten sonra Miller'in
kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf
etti. (Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of
the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7)
Hayatın kökeni sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca
yürütülen tüm evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı. San
Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle
karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı? (Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40)
Hayatın Kompleks Yapısı
Evrim teorisinin hayatın kökeni konusunda bu denli büyük bir
açmaza girmesinin başlıca nedeni, en basit sanılan canlı yapıların
124
bile inanılmaz derecede karmaşık yapılara sahip olmasıdır. Canlı
hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün teknolojik ürünlerden daha
karmaşıktır. Öyle ki bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler biraraya getirilerek canlı bir hücre üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar fazladır. Hücrenin en temel yapı
taşı olan proteinlerin rastlantısal olarak sentezlenme ihtimali; 500
aminoasitlik ortalama bir protein için, 10950'de 1'dir. Ancak matematikte 1050'de 1'den küçük olasılıklar pratik olarak "imkansız" sayılır. Hücrenin çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan
DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır. Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir.
Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin
meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza
sokmaktadır. San Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda
rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır.
Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün
değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya
çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda
125
kalmaktadır. (Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth,
Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78)
Kuşkusuz eğer hayatın doğal etkenlerle ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda hayatın doğaüstü bir biçimde "yaratıldığını" kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı yaratılışı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Evrimin Hayali Mekanizmaları
Darwin'in teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin
"evrim mekanizmaları" olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının anlaşılmış olmasıdır. Darwin, ortaya attığı evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem,
kitabının isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam
mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez. Dolayısıyla doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu gerçeğin farkındaydı ve
Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" demek zorunda kalmıştı. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the
First Edition, Harvard University Press, 1964, s.189)
126
Lamarck'ın Etkisi
Peki bu "faydalı değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi
döneminin ilkel bilim anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı. Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar, nesilden nesile
biriken bu özellikler sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek
ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı. Darwin de benzeri örnekler vermiş, örneğin
Türlerin Kökeni adlı kitabında, yiyecek bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü iddia etmişti. (Charles
Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184)
Ama Mendel'in keşfettiği ve 20 .yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki
nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı. Böylece doğal
seleksiyon "tek başına" ve dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.
Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar
Darwinistler ise bu duruma bir çözüm bulabilmek için
1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar. Neo-Darwinizm, doğal
seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi" olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi.
Bugün de hala dünyada evrim adına geçerliliğini koruyan mo127
del neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca
canlı türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız
kompleks organlarının "mutasyonlara", yani genetik bozukluklara
dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek vardır: Mutasyonlar
canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için canlılara zarar verirler. Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rastgele bir etki ancak zarar verir.
Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu üç
özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir
organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya
etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona
büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. (B.
G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of
Truth Trust, 1988.)
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin "evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları sadece
tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir
mekanizma "evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise,
Darwin'in de kabul ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu
128
gerçek bizlere doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir. Evrim mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.
Fosil Kayıtları: Ara Formlardan Eser Yok
Evrim teorisinin iddia ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil kayıtlarıdır.
Evrim teorisine göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre
bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren uzun bir zaman dilimini
kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve
yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık özelliklerini taşımalarına rağmen, bir
yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı
sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini
taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngenkuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu teorik yaratıklara "arageçiş formu" adını verirler. Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına
mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin
Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız arageçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış
olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulu129
nabilir. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile
of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179)
Darwin'in Yıkılan Umutları
Ancak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yapıldığı halde bu ara geçiş
formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda
elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine,
canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak
aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. (Derek A. Ager,
"The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, c. 87, 1976, s. 133)
Yani fosil kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası, bu canlı
türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü
bir canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan,
bir anda ve kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o
türün yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü evrimci biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlar130
dır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim
süreci sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama
eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o
halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları
gerekir. (Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York:
Pantheon Books, 1983, s. 197)
Fosiller ise, canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir
biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani "türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil yaratılıştır.
İnsanın Evrimi Masalı
Evrim teorisini savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu konudaki Darwinist iddia, bugün yaşayan modern insanın maymunsu birtakım yaratıklardan
geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, modern insan ile ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört
temel "kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney
maymunu" anlamına gelen "Australopithecus" ismini verirler. Bu
canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka bir
şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi
İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar,
131
bu canlıların sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir benzerlik taşımadıklarını göstermiştir.
(Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger
Publications, 1970, s. 75-94; Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c.
258, s. 389)
Evrimciler insan evriminin bir sonraki safhasını da, "homo"
yani insan olarak sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki
canlılar, Australopithecuslar'dan daha gelişmişlerdir. Evrimciler,
bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına dizerek hayali bir evrim
şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte bu farklı
sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır.
Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından biri
olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte kayıptır" diyerek bunu kabul eder. (J. Rennie, "Darwin's Current Bull-
dog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992)
Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve
Homo erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde
yaşadıklarını göstermektedir. (Alan Walker, Science, c. 207, 1980,
s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J. B.
Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3,
Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272)
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü
çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (modern insan) ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır. (Time, Kasım 1996)
132
Bu ise elbette bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid
(insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme
trendi göstermemektedirler. (S. J. Gould, Natural History,
c. 85, 1976, s. 30)
Kısacası, medyada ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf
propaganda yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir masaldan ibarettir.
Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus
fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve
saygın bilim adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel
olarak kabul ettiği bilgi dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği
bilgi dallarına kadar bir yelpaze oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu
tablosuna göre en "bilimsel" -yani somut verilere dayanan- bilgi
dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin en ucunda, yani en
"bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati, altıncı
his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve bir de "insanın evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:
133
Objektif gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak
varsayılan bu alanlara -yani duyum ötesi algılamaya ve insanın
fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim teorisine
inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz.
Öyle ki teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda kabul etmeleri bile mümkündür. (Solly
Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger
Publications, 1970, s. 19)
İşte insanın evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan
birtakım insanların buldukları bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde
yorumlamalarından ibarettir.
Darwin Formülü!
Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir
de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle özetleyelim. Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı
atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot,
potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur.
Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı
oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında
bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bu134
lunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile
rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan) protein doldursunlar. Bu
karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın
önde gelen bilim adamlarını koysunlar.
Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak,
ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca
canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını
saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde
edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan,
sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur. Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen
aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça
gösterir.
135
Göz ve Kulaktaki Teknoloji
Evrim teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer
konu ise göz ve kulaktaki üstün algılama kalitesidir.
Gözle ilgili konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim. Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar, buradaki hücreler tarafından
elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü
olarak algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin
bulunduğu yere kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer
kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç karşılaşmadığınız
kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl
pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl
teknolojisi bile her türlü imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz
mü? Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler kurulmakta, araştırmalar
yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir. Yine bir TV
ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik,
TV ekranı size iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz.
136
Uzun yıllardır on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya,
gözün görme kalitesine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu da gözlük takmadan
üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur. Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda oluştu,
atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz atomlar nasıl yapsın?
Gözün gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan
alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı durum kulak
için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri
elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde
gerçekleşir.
Gözdeki durum kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi
sese de kapalıdır, ses geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna rağmen en net
sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses
137
düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir. Net bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir.
Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır.
En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik
setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece
net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde
olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net
bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir. Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve
ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme olayında, tüm bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.
Beynin İçinde Gören ve
Duyan Şuur Kime Aittir?
Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri,
kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar,
elektrik sinyali olarak beyne gider. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyalle138
rini görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir
şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?
Elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir
hücrelerine ait değildir. İşte bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış
olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak
için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için
beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki
birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah'ı düşünüp,
O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.
Materyalist Bir İnanç
Buraya kadar incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia olduğunu göstermektedir. Teorinin
hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi yoktur ve fosiller
teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu durumun nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış oluşudur. Bu
çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve Darwi139
nizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için benimsemektedirler.
Bazen bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı"
olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren
araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (Richard Lewontin, "The De-
mon-Haunted World", The New York Review of Books, 9
Ocak 1997, s. 28)
Bu sözler, Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık uğruna
yaşatılan bir dogma olduğunun açık ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar. Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı yarattığına inanır. Milyonlarca farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan
şimşekle, cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendi deyimleriyle "İlahi bir açıklamanın sahneye girmemesi" için, bu kabulü savunmaya devam etmektedirler.
Canlıların kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği göreceklerdir: Tüm canlılar, üstün bir
140
güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının eseridirler. Yaratıcı,
tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde düzenleyen ve
tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.
Evrim Teorisi Dünya Tarihinin
En Etkili Büyüsüdür
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar, büyük
bir varilin içine birçok atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein,
Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya
inananlar bilim adamları, profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için "dünya tarihinin en büyük ve
en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak yerinde olacaktır. Çünkü,
dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve
mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel
olan bir başka inanç veya iddia daha yoktur. Bu, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim'in kavminin elleri ile yaptıkları putlara, Hz. Musa'nın kavminin altından yaptıkları buzağıya tapmalarından çok daha vahim
141
ve akıl almaz bir körlüktür.
Gerçekte bu durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da,
onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların
kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin
üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır.
(Bakara Suresi, 6-7)
… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf
Suresi, 179)
Allah, Hicr Suresi'nde ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:
Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak tutulmaları ve 150 yıldır
bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle anlatılamayacak kadar
hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların,
şuursuz ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağa142
nüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir
sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe
sahip olan Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine inanmasının, "büyü"den başka
bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu olan
bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle insanları etkilediklerini Hz.
Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere bildirmektedir.
Hz. Musa, Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa'ya,
kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa, büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder. Bu olayın
anlatıldığı ayet şöyledir:
(Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
(Araf Suresi, 116)
Görüldüğü gibi Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la -Hz. Musa ve ona inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına karşılık Hz. Musa'nın
ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayetteki ifadeyle "uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:
Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O
da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini
buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak
tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)
Ayetlerde de bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek
143
etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir. Günümüzde
de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma
iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer
bu iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve "büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir.
Nitekim, yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir
felsefeci olan, ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı
alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük
espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz
bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. (Malcolm
Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s.43)
Bu gelecek, uzakta değildir aksine çok yakın bir gelecekte
insanlar "tesadüfler"in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve en şiddetli
büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla
dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Artık evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan,
bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.
Dediler ki: "Sen yücesin, bize öğrettiğinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın."
(Bakara Suresi, 32)
144