1980 SONRASI TÜRKİYE’DE POPÜLER ROMAN
Yazan:
Veli Uğur
Sunulduğu Yer: Prof. Dr. Mine Mengi Adına Türkoloji Sempozyumu, Çukurova
Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2022 Ekim 2011.
Yayım Yeri:
Prof. Dr. Mine Mengi Adına Türkoloji Sempozyumu, Haz. Çukurova
Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Adana 2012, sayfa: 418-430.
1980 SONRASI TÜRKİYE’DE POPÜLER ROMAN
Dr. Veli Uğur
Koç Üniversitesi
İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi
Türkçe Öğretim Merkezi
[email protected]
Özet
Popüler edebiyat belirli formülere uygun olarak üretilen eserlerden oluşmaktadır. Bu
eserlerde basmakalıp kişi ve olaylar kullanılmaktadır. Popüler edebiyatın bir başka özelliği de
okuyucuların günlük hayattan kaçma ve rahatlama isteklerine cevap vermesidir.
Türk edebiyatında roman, ilk yazılmaya başladığı günlerden bu yana, sürekli olarak
ülke sorunlarını işlemiştir. Yansıtmacı bir edebiyat olduğu için okuyucuların beklentilerini
dikkate almamış, bunun yerine kendince ciddi meseleleri gündeme getirmiştir. Yazarlar gibi
akademi de popüler edebiyatı önemsememiş, eğlencelik ve gelip geçici olarak görmüştür.
1980 yılında gerçekleşen askeri darbe ülkedeki tüm sosyal siyasal dengeleri yeniden
kurmuştur. Edebiyatçılar bu süreçte siyasal konuları ele almaya çekinmiş zamanla popüler
edebiyata yönelmişlerdir. Popüler edebiyatın gelişmesinin bir başka önemli nedeni de
okuyucuların Batılı popüler romanları okuma imkânlarının gelişmesidir. Bu dönemde eski
türlere ek olarak yeni popüler türler ülkemizde gelişme göstermiştir.
Summary of Article
Popular literature include works produced in accordance with a specific formulas. In
these books stereotypes and similar events are used. Another feature of popular literature is
giving a chance to the reader to escape and relax from daily life.
Since the beginning days of the novel in Turkish literature it has continuously
functioned as the reflector of the country's problems. As being a mimetic literature it has been
taken it’s own serious issues into account rather than the expectations of readers. The authors
did not give any value to the popular literature just like academy and saw these works as
recreational and temporary.
The military coup in 1980 re-established all the political and social balance of the
country. Authors have been wary the political issues at this process and leaned to popular
literature. Another important reason for the development of popular literature is readers’
1
better opportunities to read Western popular novels. During this period, in addition to the
former genres new popular genres has been developed in our country.
Giriş
Günümüz kitap piyasası incelendiğinde aşk, polisiye, bilim kurgu, siyasal kurgu gibi
popüler edebi türlerin büyük sayılarda basıldığı ve satıldığı görülür. Popüler edebiyat
ülkemizde –Batıda olduğu gibi- her geçen gün çok daha fazla sayıda insana ulaşmaktadır. Bu
yaygınlığına rağmen akademik olarak yeterince incelenmiş bir alan değildir. Batıda çok geç
bir zamanda, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlamış olan çalışmalar hala akademik
anlamda hak ettiği yere varamamış, ülkemizde ise akademi yakın zamana kadar bu alana dair
sessizliğini korumuştur. Okumakta olduğunuz bu yazı, bahsedilen eksikliği giderme
çalışmalarından biridir. Çalışmamızda öncelikle popüler edebiyatın ne olduğu üzerinde
durulacak,
ardından
Türkiye’deki
gelişiminden,
özellikle
de
1980
sonrasındaki
yaygınlaşmasından bahsedilecektir. Bunu yaparken eskiden var olan popüler türler üzerinde
kısaca durulacak, asıl ağırlık yeni türlere verilecektir.
Popüler edebiyat terimi aslen kanon dışında kalan edebi ürünleri ifade etmek için
kullanılmaktadır. Ulus devletlerin eğitim alanında okunmasına izin verdiği ve teşvik ettiği
eserleri ifade eden edebiyat kanonu yeni nesillerin ne tür bir ulusal bilinçle şekilleneceğini
belirlemek açısından önemlidir. Bu nedenle devletler 1960 yıllara kadar popüler edebiyat
ürünlerinin kanona dâhil olmasını engellemiş, bahsedilen tarihten sonra ise kısmi bir gevşeme
görülmüştür.
Popüler edebiyat kanon dışı olmakla özdeşleşse de tek belirleyici özelliği bu değildir.
Kanon dışında kalan ancak popüler edebiyat kategorisine girmeyen çok sayıda eser vardır.
Peki popüler edebiyatı belirleyen nedir?
Umberto Eco Kara Korsanın Gözyaşları adlı yazısında popüler romanın okuyucunun
istediği gibi biten ve bu sayede onu rahatlatan yanına dikkat çekerek “sorunsal roman” dediği
türün okuyucuyu yeni açmazlara, ikilemlere yönelttiğini belirtir. “Kısacası popüler roman
barışa eğilimlidir, sorunsal roman ise okuru kendi kendisiyle savaşım içine sokar.” (Eco,
Şubat 1995:51)1 Popüler roman daha önceden belirlenmiş, yazarın da okuyucunun da bildiği
bir çizgide hareket ederken, sorunsal ya da yansıtmacı diyebileceğimiz edebiyat okuyucu
beklentilerini göz önünde bulundurmaz. Bu noktada popüler romanların büyük bir kısmının
belirli formüllerle üretildiği gerçeği ortaya çıkmaktadır.
1
(Vurgular bana aittir.)
2
Formüller popüler edebiyatın pek çok türü için vazgeçilmezdir. Örneğin ilk yazıldığı
dönemden günümüze kadar polisiye edebiyat sürekli aynı formülü kullanmaktadır: Romanda
önce suç işlenir, sonra sıra dışı yetenekleri olan zeki dedektif ya da polis araştırma yapar ve
sonuçta suçluyu ortaya çıkarır. Benzer şekilde geleneksel aşk romanları da belirli formüllerle
ilerler: Yaşı on yedi on sekiz civarında olan genç ve bakire kız ile zengin orta yaşlı erkeğin
yolları kesişir. İlk anda ortada aşk yoktur. Zamanla filizlenen aşk çeşitli engellerle karşılaşır.
Bir ayrılık süreci yaşanır. Romanın sonunda ise mutlu son yani âşıkların evliliği sahnesi
vardır. Fantastik romanlarda ise bir grup gencin önemli bir ideal uğruna bir yolculuğa
çıkmaları ve yolculuk sırasında gerçek dostluğu keşfetmeleri konu edilir. Pek çok popüler
türde formüller olmakla birlikte bilim kurgu, siyasal kurgu gibi kimi türler formüllere daha az
bağımlıdır. Bu gibi türlerin alt türleri yine formülleri sık kullanır. Sözgelimi dış düşman
tehlikesini merkeze alan siyasal kurgular hep yabancıların açgözlülüğüne ve ülke
kaynaklarının dayanılmaz cazibesine vurgu yaparlar. Yerli siyasal kurgularda önce
düşmanların Türkiye’deki bor ve toryum gibi yeraltı kaynaklarına göz diktikleri anlatılır.
Sonrasında düşman saldırısı başlar ve halk her türlü fedakârlığı yaparak düşmanı kovar. Bu
sırada tekil kahramanlar da çok önemli roller alırlar.
Popüler edebiyatın bir diğer özelliği basmakalıp tipleri –stereotip- sıklıkla
kullanmasıdır. Sürekli benzer özellikleri gösteren dedektifler, aşıklar, casuslar veya akıncılar
okurun aşina olduğu bir atmosferin kurulmasına yardım ederler. Okuyucu bu sayede roman
kahramanlarının nasıl davranacağını, diğer roman kişilerinden nasıl ayrılacağını önceden bilir.
Örneğin polisiye romanlarda dedektif zekâsıyla, olayları ele alış biçimiyle diğer
karakterlerden ayrılır. Bu sayede dedektifin okuyucudan ve diğer roman kişilerinden
ayrılması sağlanır.
Popüler edebiyatın bir başka önemli özelliği de kaçış ve rahatlama sunmasıdır. Popüler
eserler dünyadaki sorunları doğrudan konu edinip bunlara çözüm aramak yerine hepsinden
bağımsız dünyalar çizerler. Bilim kurgu bir roman ya da fantastik bir eserin günlük, sıradan
hayatla çok az doğrudan ilişkisi vardır. Popüler türler içerisinde yaşadığımız hayata en çok
yaklaşanlardan biri olan aşk romanları bile sıradan okuyucuların yaşayamayacağı, belki
sürekli özlem duyacağı yüce aşkları konu edinirler. Popüler roman okurları da okuma süreci
boyunca gerçek dünyanın sorunlarından kaçar ve romandan elde ettiği duygusal tatmini yaşar.
Ancak bu anlatılanlar popüler romanın gerçek dünya ile hiç ilişkisi olmadığı anlamına
gelmemektedir. Popüler romanlar yansıtmacı eserlerin aksine gerçek hayatla bağlantılarını
dolaylı yoldan kurarlar. Bu ilişkinin ortaya çıkarılması için daha yukarıdan ve romanın
dışından bakmak gerekmektedir. 1950’lerde ABD’de üretilen ve insanların yabancı
3
yaratıklarla mücadelesini anlatan bilim kurgu romanları Soğuk Savaş’ın izlerini taşımaktadır.
“McCarthyism" ideolojisinin de etkisiyle Sovyetler Birliği kitlelere insanlık düşmanı olarak
sunulmuştur. M. Keith Booker bu dönemde hâkim olan “bizden olanlar” ve “bizden
olmayanlar” ayrımının bilim kurguya yansıdığını ve böylece bilim kurgunun Soğuk Savaş
ideolojisiyle eşleştiğini ifade eder (Booker, 2001:6-10). Dolayısıyla popüler edebiyatın her
türü çeşitli biçimlerde gerçek dünyaya dair mesajlar içermekte ancak bunu doğrudan
yapmamaktadır.
Genel özelliklerine değindiğimiz popüler edebiyatın Türkiye’deki macerası aslında
romanın ilk yazıldığı dönemlerde başlamıştır. Tanzimat döneminde ilk tercüme ve tefrika
faaliyetlerinin çoğunlukla macera romanlarına yönelik olduğu bilinmektedir. Gazete sahipleri
tirajları arttırmak için okuyucuların merakını uyandıran eserleri yayımlamışlardır. Servet-i
Fünun dergisi sahibi Ahmet İhsan Tokgöz Matbuat Hatıralarım adlı kitabında en çok okunan
yazarlardan birinin Jules Verne olduğunu belirtir. Kendisinin ilk çevirisi de Jules Verne’in
Seksen Günde Devr-i Alem adlı kitabıdır (Tokgöz, 1993:46).
Tanzimat’tan bugüne kadar Türk okuyucusu hemen her türdeki popüler edebiyat
ürünlerini severek okumuştur. Ancak bu türlerde eser vermek söz konusu olduğunda durum
değişmiştir. Edebiyatımızda 1980’li yıllara kadar aşk, polisiye, hidayet romanları ve popüler
tarihi romanlar sıkça üretilmiş ve geniş bir okuyucu kitlesi tarafından sahiplenilmiştir. Bilim
kurgu, fantezi, casus ve korku romanı gibi türler ise neredeyse hiç gelişememiştir. Bu
durumun okuyucu açısından kimi nedenleri vardır. Ancak kısaca belirtmek gerekirse Türk
insanının Batı’da yoğun biçimde yaşanan yabancılaşma duygusunu tatmaması, aile ve
toplumla
ilişkilerini
koparmaması
en
önemli
etkenlerdendir.
Yabancılaşmanın
ve
bireyselleşmenin yoğunlaşmaması bireysel bir kaçış alanı olan popüler edebiyatın gelişimine
olumsuz etkide bulunmuştur.
Popüler edebiyatın ülkemizde gelişememesinin en önemli nedenlerinden biri de
akademinin yıllar boyunca bu konuya ilgi göstermemesi, bu türdeki eserleri edebiyat
saymaması, “gayri ciddi” bulmasıdır.2 Popüler edebi ürünleri yazanlar ise akademi tarafından
sürekli olarak suçlanmıştır. Ahmet Mithat Efendi ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’a yönelik
söylenenler bu yaklaşımı ortaya koyar. Nihad Sami Banarlı, A. Mithat için “A. Mithat tam
anlamıyla popüler ve ansiklopedist bir muharrirdir. Onun eserlerinde derin bir bilgi veya sanat
üstünlüğü aramak beyhudedir. Okuyucularına hikâye ve roman dışında fizik ve matematik
okutmuştur.” (Banarlı, 2001:965) diyerek onu değersizleştirmeye çalışır. Tanpınar ise
2
Bahsettiğimiz tavır o kadar etkilidir ki Peyami Safa, Kemal Tahir gibi yazarlar kaleme aldıkları polisiye
eserlerin kapağına kendi isimlerini yazmaktan çekinmişlerdir.
4
Hüseyin Rahmi’yi “…en iyi romanlarında bile bir yığın kukla oynatır. …. Sonradan doğrudan
doğruya polis ve tefrika romanına düşer.” (Tanpınar, 2000:122) sözleriyle suçlar. Son
cümledeki “düşmek” sözü akademinin konuya bakışını çok iyi özetlemektedir.
Tüm bu tarihsel dönem boyunca baskın olan düşünce edebiyatın ülke sorunlarına
çareler üretmenin ve siyasal propagandanın bir aracı olması gerektiğidir. Robert P. Finn, Türk
edebiyatının Namık Kemal’in öncülüğünü yaptığı saraylı, aydın gelenekle, Ahmet Mithat ve
Hüseyin Rahmi’nin temsil ettiği halkçı tavır arasında bölündüğünü öne sürer. (Finn, 2003: 49)
Şüphesiz bu ayrım kanonik ve popüler edebiyat ayrımıdır. Peyami Safa’dan Kemal Tahir’e,
Oğuz Atay’dan Orhan Kemal’e ve Tarık Buğra’ya kadar en çok adı anılan edebiyatçılarımız
kanonik çizgiye uygun olarak eserlerinde sürekli memleket sorunlarını ele almışlardır.
1980 askeri darbesinden sonra ise her yöndeki politikanın tehlikeli hale gelmesi
edebiyatın bu alandan uzaklaşmasına neden olmuştur. Aynı tarihlerden itibaren ciddi biçimde
gelişen serbest piyasa ortamı önce televizyonun sonra da videoların Türk insanın yaşamına
yaygın biçimde girmesini sağlamıştır. 1990’lı yıllarda bilgisayar ve internet teknolojileri
Türkiye ile yabancı ülkeler arasındaki kültürel etkileşimi arttırmıştır. Yabancı film ve
kitapların ülkede çok miktarda tüketilmesi popüler edebiyata ilgiyi arttırmıştır. Bilim kurgu,
casusluk, fantezi gibi popüler edebi türler daha fazla tanınmış ve sevilmiştir. Gelişen kitap
sektörü de bu türlerin toplumdaki tüketim alanını genişletmiştir. Bahsettiğimiz gelişmelerin
doğal sonucu olarak yerli yazarlar popüler edebiyat ürünleri yazmaya başlamış ve ciddi bir
sektörün oluşmasını sağlamışlardır.
1980 Sonrasında Popüler Edebiyat
1980 darbesi ile başlayan yeni dönemde eskiden de var olan kimi türler yazılmaya
devam etmiştir. Bunlardan biri olan polisiye edebiyat bu gücünü yeni dönemde de devam
ettirmiştir. Bununla birlikte toplumsal yapının değişimine paralel olarak polisiye yazarlarının
türe bazı yenilikler getirdiği görülmektedir. Her şeyden önce polisiye edebiyatımız sadece
İstanbul’u mekân olarak kullanmaktan vazgeçmiş, Anadolu’daki diğer şehirler de suçun arka
planını oluşturmaya başlamıştır. İkinci olarak eski dönem polisiyelerinde dedektif ya da polis
gibi profesyonel insanlar ağırlıkta iken günümüzdeki eserlerde gazeteciler, ev kadınları hatta
kadın pazarlayıcıları dedektif rolünü üstlenebilmektedir. Yakın dönem polisiyelerinin en
ilginç yanlarından biri de farklı cinsel eğilimlerin romana yansımasıdır. Mehmet Murat
Somer’in Hop Çiki Yaya üst başlıklı, yedi romanlık serisinde cinayetleri araştıran kişi travesti
Burçak’tır. Polisiye edebiyatın son döneminde daha önce edebiyatımızda olmayan polis
prosedürleri türünde eserlere de rastlanmaktadır. Emrah Serbes’in Bir Ankara Polisiyesi alt
5
başlığını taşıyan ve Behzat Ç. adlı komiseriyle ünlenen iki romanlık eseri bu türün en başarılı
örneğidir.
1990’lı yıllarda edebiyatımızı geniş biçimde etkilemeye başlayan postmodernizmin
polisiye romana da sirayet ettiği görülmektedir. Postmodernizm, her şeyin bir şaka, bir oyun
olarak algılanabileceğini ileri sürer. (Strinati,1996: 20) Dolayısıyla romanda oyun oynamak
edebi açıdan meşrudur. Pınar Kür’ün Bir Cinayet Romanı ve Cinayet Fakültesi adlı eserleri
yazarın da roman kahramanı olduğu, romanın bizzat karakterler tarafından şekillendirildiği
çalışmalardır. Her iki roman da postmodern edebiyata uygun biçimde muğlâk sonuçlara
sahiptirler.
Eserlerinde parapsikolojiyi yoğun biçimde kullanan Hakan Yel de Lokanta adlı
eseriyle türe yeni malzemeler sağlamıştır. Romanda, gizemli güçleri olan Kuzey adlı bir
lokantacının suçluları kendi yöntemleriyle cezalandırılması konu edilmektedir.
Son dönemdeki popüler edebiyatta görülen değişim polisiyelerle sınırlı kalmamış aşk
romanlarını da etkilemiştir. Geleneksel aşk romanları zengin erkek ve fakir genç kızın
aşklarını anlatmıştır. Bu eserlerde cinsellik geri planda tutulmuş hatta hiç yer verilmemiştir.
1980 sonrasında yazılan aşk romanlarının büyük kısmında bu yapının değiştiği görülmektedir.
Ahmet Altan, Duygu Asena, Halim Bahadır gibi yazarların eserlerinde cinsellik geniş yer
tutmaktadır. Benzer şekilde eski dönem aşk romanlarında, evlilik, en önemli amaçken 1980
sonrası aşk romanları evlilik kurumunu geniş biçimde eleştirmişlerdir. Ancak bu değişimin
ülkemizdeki aşk romanlarına has olmadığı da bir gerçektir. Batı’da yazılan aşk romanlarında
benzer bir değişim göze çarpmaktadır. “1980 ve 1990’larda kadın kahramanlar yine ekonomik
olarak özgür ve evlilikten sonra çalışmaya devam ediyorlardı. Kadınlar arzularını
seslendiriyor ve sekse katılıyor ayrıca seks onlar için daha zevkli ve daha az şiddet dolu
olarak sunuluyordu” (Makinen, 2001: 30)
Geleneksel aşk romanlarında en önemli unsur romantizmdir. Yeni dönemdeki
eserlerde de eskiye benzer şekilde romantizmin geniş biçimde işlendiği eserler vardır. Tuna
Kiremitçi, Kürşat Başar, Canan Tan gibi yazarlar, kahramanlarını romantik kişiliklerden
seçişlerdir. Ancak son üç yazarın eserlerindeki yoğun nostalji ve çocukluğa dönme isteği
modern şehir yaşamından kaçmak isteyen günümüz okuyucusunun hislerini yansıtmaktadır.
1980 öncesi dönemde yazılmaya başlamış olan türlerden biri de popüler tarihi
romanlardır. Abdullah Ziya Kozanoğlu, Feridun Fazıl Tülbentçi, Reşat Ekrem Koçu, Refi
Cevad Ulunay gibi yazarlar tarafından Türk okuyucusuna sevdirilen popüler tarihi romanlarda
en önemli öğe, yiğit, mert, cesur Türk akıncı ve leventlerinin Hıristiyanlarla ve Müslüman
olmayan diğer gruplarla giriştiği mücadeledir. 1980’li yıllardan itibaren popüler tarihi
6
romanların sayılarının azaldığı dikkat çekmektedir. Tarih bilgisinin toplumda giderek
yaygınlaşması karikatürize bir dünya kuran tarihi romanlara duyulan ilgiyi aşağıya çekmiştir.
Günümüzde eski örneklerinden çok daha başarısız ve kuru da olsa bu türde eserler üretilmeye
devam etmektedir. Yetmişli yıllardan beri yazı hayatını sürdüren Yavuz Bahadıroğlu’na ek
olarak Kemal Arkun, Hadi İstek, Ahmet Yılmaz Boyunağa gibi isimler türe katkısı olan
yazarlarıdır.
Yeni dönemdeki popüler tarihi romanların en önemli farklılığı erotizmin tamamen
ortadan kalkmış olmasıdır. Eski dönem eserlerinde erotizm, kahraman Türk akıncısı ile ona
âşık olan Hıristiyan kızların ilişkileri aracılığıyla, romanlarda sıkça kullanılmıştır. Yakın
dönemlerde toplumun muhafazakarlaşmasının bir sonucu olarak bahsettiğimiz eserlerde
erotizmin yaşanmadığı, içki içilmediği görülmektedir. Muhafazakârlaşmanın bir başka etkisi
de bahsi geçen yazarların eserlerinde sürekli olarak din değiştiren ve Müslüman olan
kişiliklerin ortaya çıkmasıdır. Romanlarda Bizanslı, Hıristiyan Türk ya da Macar çok sayıda
insanın Müslüman olması yazarın, okuyucunun dini duygularına seslenerek piyasa etkisini
arttırma çabası olarak görünmektedir.
Yeni dönem muhafazakârlığının nicel ve nitel olarak etkilediği bir başka tür hidayet
romanlarıdır. Hidayet romanları 1968 yılında Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah’ı ile
başlamış, 80 ve 90’lı yıllarda yazılmaya devam etmiştir. 1980 öncesi hidayet romanlarında
zaten dindar olan bireylerin ülkelerinde dinlerini daha açık biçimde yaşama istekleri konu
edilmiştir. Yakın dönemdeki hidayet romanlarının neredeyse tamamı bu çizgiden ayrılıp
arayış içerisinde olan insanların dini keşfetmelerini konu etmiştir. Günümüzdeki hidayet
romanları özellikle mankenlerin, Batılı yaşam tarzına sahip insanların ve zenginlerin dine
yönelmelerini anlatmaktadır. Emine Şenlikoğlu, Halit Ertuğrul, Sevim Asımgil gibi yazarların
öncülük ettiği bu türdeki eserlerde “çağdaş” olmak, içki, kumar ve fuhuşla özdeşleştirilmiş ve
bu gruptaki insanların Müslümanlara çeşitli biçimlerde zulmettiği öne sürülmüştür.
Yakın dönemin hidayet romanlarında geleneksel İslami yaşam tarzı da eleştirilmiş,
siyasal İslam mücadelesine katılmayan insanlar gerçek İslam’ı yaşamamakla suçlanmıştır.
Mehmet Zeren’in Öz Yurdunda Garipsin adlı eseri “İslamcı harekete dâhil olanlar ve bu
hareketin dışındakiler” ayrımını çok net biçimde çizmiştir.
Hidayet romanlarının en çok üzerinde durduğu bir konu da türbandır. Siyasal İslam’ın
bir sembolü olarak öne çıkmış olan türban hidayet romanlarının tamamında en çok
önemsenen nesnedir. Dini keşfeden çağdaş kızların türban giymeleri sıkça rastlanan
sahnelerdendir.
7
1990’lı yıllarda İslamcı hareket güç kazanmış ve siyasal İslam sisteme entegre olarak
onun nimetlerinden faydalanmaya başlamıştır. İlerleyen zamanda siyasal İslam’ı savunan
zengin bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu süreç İslamcı yazarların zenginliğe bakışının önemli
biçimde değişmesine yol açmış ve bu değişim romanlara da yansımıştır. Minyeli Abdullah
kendisini dinden uzaklaştıracağını düşünerek kazandığı tüm parayı yoksullara dağıtırken
günümüz hidayet romancıları kahramanlarının zenginliğini özellikle vurgularlar. Sevim
Asımgil’in
İsmailağa
Sokağı,
Ahmet
Günbay
Yıldız’ın
Aşka
Uyanmak,
Emine
Şenlikoğlu’nun Hıristiyan Gülü romanlarında kahramanların hepsi çok zengindir. İsmail Fatih
Ceylan’ın romanlarının büyük kısmında da olaylar Etiler, Nişantaşı, Bebek gibi semtlerde
geçer.
Buraya kadar bahsedilen türlerin hepsi 1980’lerden önce başlamış ve günümüzde de
devam etmektedir. Batıda uzun yıllardır üretilen ve büyük başarı kazanmış olan kimi popüler
türler ise ülkemizde ancak 1980’lerde hatta 1990’lı yıllarda başlamıştır.
Yakın dönemde edebiyatımıza giren türlerden biri fantezi romanı ya da fantastik
romandır. Geleneksel halk hikâyelerinde ve dini kitaplarda çok sayıda fantastik unsur
bulunmakla birlikte bunların hiçbiri fantastik romanın doğmasını sağlayamamıştır. Fantastik
romanın Türkiye’de yazılması ancak 1990’larda mümkün olabilmiştir.
Yerli fantastik romanların büyük kısmı yaşadığımız dünyanın fantastik unsurlarla
yeniden yorumlanmasına dayanmaktadır. Birincil dünyayı yani yaşadığımız ortamı merkeze
alan fantastik romanlar içerisinde en önemlisi Saygın Ersin’in yazdığı Zülfikarın Hükmü ve
devamı niteliğindeki Erbain Fırtınası adlı eserleridir. Karanlık fantezi türündeki eserlerinde
yazar, Truva savaşından Hitit mitolojisine, İslam tarihinden Batılı inançlara kadar çok sayıda
kültürel unsuru bir araya getirmiştir. Batılı vampirlerin Geceli adını aldığı, Lokman Hekim
Ocağı mensuplarının tılsımlarla, sihirlerle bezenip kötülükle mücadele ettiği roman son
dönem edebiyatımızın tamamı için önemli bir örnektir.
Şehir fantezisi türünün en önemli yazarı ise Sadık Yemni’dir. Yemni, Muska, Yatır,
Öte Yer gibi romanlarında Sarp adlı kahramanının 1960’lardan bugüne kadar İzmir’de
yaşadığı maceraları anlatmaktadır. Şehir Fantezisinin önemli bir özelliği olarak paralel
evrenler, başka dünyalara gidip gelmeye yarayan enerji koridorları ve doğaüstü varlıklar bahsi
geçen eserlerde sıklıkla konu edilmektedir.
Türün bir başka ismi olan Zafer Sönmez de Gerdekkaya üst başlıklı iki kitaplık
serisinde tesadüfen yeraltına inen çocukların maceralarını kaleme almıştır. Eserde bilim
kurgunun siberpunk (cyberpunk) adlı alt türünden yararlanılmış, çok sayıda teknolojik aygıt
okuyucunun önüne getirilmiştir.
8
Batılı fantezi romanları içerisinde en başarılı olanlar ikincil dünyayı anlatanlardır. Bu
türdeki romanlar özellikle son altmış yılda yani Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi’ni
yayımlamasının ardından büyük başarı kazanmıştır. İkincil dünya fantezilerinin en önemli
türü epik fantezilerdir. İkincil bir dünyada, tılsımlar ve büyüler eşliğinde gerçekleşen, iyi ve
kötü arasındaki mücadelelerin anlatıldığı epik fantezi türü ülkemizde şu an için yalnızca Barış
Müstecaplıoğlu’nun dört kitaplık Perg Efsaneleri serisi ile temsil edilmektedir. Romana
mekân olan Perg diyarında çok sayıda fantastik canlı yaşamaktadır. Tıpkı Batılı
örneklerindeki gibi burada da bir grup genç insan macera dolu bir yolculuğa çıkarlar. İyi ve
kötü çok sayıda canlı ile karşılaşırlar ve dostluğun değerini anladıkları yolculuk mutlu sonla
biter.
Ülkemizde de çok sayıda insan tarafından yıllarca okunmuş olan Barbar Conan çizgi
romanları “kılıç ve büyü” (sword and sorcery) türünün en tanınmış örneğidir. 2007 yılında
yerli fantezi edebiyatımız bu türdeki bir esere de kavuşmuştur. Orkun Uçar’ın yazdığı Asi adlı
kitap Habis Üçlemesi’nin ilk eseridir. Eserde kaslı savaşçıların kötülere karşı yaptıkları
mücadele sırasında şiddet yoğun biçimde kullanılmaktadır. Ayrıca çok sayıda fantastik
yaratık, sihir ve büyü Derzulya adlı yeniden oluşturulmuş olan bu dünyanın tamamlayıcı
unsurlarıdır. Yazar türün tüm unsurlarını başarılı kullanmış ancak çok fazla sayıda kişilik ve
olaylar nedeniyle takip edilmesi zor bir roman yaratmıştır.
İlk örnekleri 90’lı yıllarda kaleme alınan fantastik romanların aksine korku
romanlarının tarihi çok daha eskiye gitmektedir. Hüseyin Rahmi, Gulyabani, Mezarından
Kalkan Şehit gibi birkaç korku romanı yazmıştır. Kerime Nadir’in tek korku romanı olan
Dehşet Gecesi adlı eseri ise Batılı benzerlerini aratmayan başarısıyla dikkat çekmiştir. Az
sayıdaki bu örneklere rağmen korku türü 90’lı yıllara kadar yerleşememiş, istikrarlı biçimde
gelişememiştir.
Korku romanlarının Batı edebiyatındaki temeli gotik edebiyata dayanmaktadır. Gotik
romanlarda kullanılan “…dehlizler, iskeletler, zincirler, işkence odaları, hayaletler, batıl
inançlar, lanetler, kanlı cinayetler, kapkara ruhlar, intikamlar ve ırza geçmeler” (Scognamillo,
1997: 27) daha sonraki dönemde modern korku romanlarında da karşımıza çıkmıştır.
Doğaüstü güçlerin insanlara etkilerinin konu edildiği korku romanları incelendiğinde
yazarlarımızın geleneksel halk inançlarını bu türdeki eserlerde kullanmaya başladığı
görülmektedir. Cinlerin, hayaletlerin ve al karısı türünden varlıkların Anadolu’daki inanılış
biçimleriyle el alındığı romanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Gerçek bir korku
romancısı olan Orhan Yıldırım’ın Ecinni adlı eseri halkın cinler hakkındaki düşüncelerini,
onlarla mücadele yöntemlerini etraflıca ele alan önemli bir çalışmadır. Orhan Yıldırım gerçek
9
dünyada çıkar için hayaletleri kullanan insanları anlattığı Beyaz İntikam ile, bir seri katilin
dehşet verici cinayetlerinin yarattığı korkuyu işleyen Çoruh Seni Lanetliyor adlı eserlerinde
sürekli olarak Çoruh Vadisi’ni kullanır. Yazar, Anadolu kırsalını bir korku atmosferi kurmak
için kullanmıştır. Bu haliyle onun eserleri 18. Yüzyılın sonlarında Amerikan gotiğini başlatan
Charles Brockden Brown ve Edgar Ellan Poe’nun eserlerine benzemektedir.
Doğaüstü güçlerin işlendiği eserlere al karısı inançlarının korku malzemesi yapıldığı,
Erkut Deral’a ait olan Gece Gelini’ni de eklemek gerekmektedir. Ayrıca Doğu Yücel’in
hayaletleri konu alan Hayalet Kitap’ı ve Çağan Dikenelli’nin, kaynağı belli olmayan güçlerin
yarattığı korkuyu anlatan Taşıyıcı romanları da bu türe yeni katkılarda bulunan eserlerdir.
Gerçek dünyanın korku kaynağı olarak sunulduğu romanlar ise çoğunlukla insan
psikolojisinin korkutucu yanlarını öne çıkarmaktadırlar. Türkiye’de edebiyat alanındaki yerini
sağlamlaştırmaya başlayan korku edebiyatı psikolojinin sağladığı imkânlardan faydalanmaya
başlamıştır. Elif Karakaş’ın Lanetli Genler romanı farklı nesillerde ortaya çıkan bir katil
güdüsünü ele almış, Osman Aysu’nun Saklı Gerçek’inde ise insanın egosu ile id’i arasındaki
çatışma konu edilmiştir.
Gerçek dünyayı anlatan korku romanlarının büyük bölümünde mekân büyük
şehirlerdir. Büyük şehirlerdeki kalabalık nüfusun ortasında yalnızlığı ve bunun getirdiği
korkuları yaşayan bireyin öyküsü korku romanlarının beslenme kaynaklarındandır. Hikmet
Hükümenoğlu’nun Kar Kuyusu adlı eseri İstanbul’da ve daha önemlisi nüfusun en kalabalık
olduğu yerlerden birinde, Beyoğlu’nda, yaşanan korkutucu olayları okuyucuya sunmuştur.
Bilim kurgu türü ise ülkemizde okuyucular nezdinde her zaman ilgi görmüş ancak yok
denecek kadar az üretilmiştir. Metin Atak’ın 1971 yılında yayımlanan Gezegenler Savaşıyor
adlı eseri bu birkaç romandan biridir. 1990’lı yıllardan itibaren bilim kurgu türü dikkate
değer bir gelişme göstermeye başlamıştır.
Batıda, özellikle Hiroşima’ya atılan atom bombasının ardından, büyük savaş sonrasını
anlatan bilim kurgu eserlerinin büyük ilgi gördüğü anlaşılmaktadır. Yerli edebiyatımızda da
Aşkın Güngör’ün yazdığı Gohor: Kuyametten Sonra adlı eser bu türdeki bilim kurgunun ilk
örneğidir. 2436 yılından sonra geçen olayları anlatan romanda dönemin modern teknolojisiyle
kurulmuş cam kentlerde oturanlarla bu kentlerin dışında yaşayan insanlar arasındaki
gerilimler konu edilmektedir.
Bilim kurgunun alt türü olan saf bilim kurgu güncel yaşamın eleştirisine olanak
tanıyan eserleri içerisinde barındırmaktadır. Ülkemizde Ali Nar, Uzay Çiftçileri; M. Semih
Arıcı, Uluğ Bey: Ganimid Savaşçıları; Zühtü Bayar ise Sahte Uygarlık adlı eserleriyle bu
türün örneklerini vermişlerdir. Ülkemizde devam eden siyasal çekişmeler sık sık
10
edebiyatımıza da yansımıştır. Yeni üretilmeye başlayan bilim kurgu da bu sorundan nasibini
almıştır. Ali Nar, eserinde İslamcı ideolojiyi seslendirmiş, Semih Arıcı ise milliyetçiliği öne
çıkarmıştır. Son olarak Zühtü Bayar ise romanını anarşist düşünceye uygun biçimde
şekillendirmiştir.
Özlem Alpin Kurdoğlu’nun Son Cephede Şafak ve Yüreğin Zafere Çağrısı adlı eserleri
ise yabancı yaratıklarla insanların mücadelesini konu alan alt türe girmektedir. Özlem Alpin
bir dönem büyük beğeni toplayan Alien adlı filmin devamı niteliğinde yazdığı eserle yerli
bilim kurgu türüne önemli bir katkıda bulunmuştur.
1960’lı yıllarda sosyal bilimlerin gelişimiyle birlikte bilim kurgu, salt teknoloji
merkezli bir tür olmaktan çıkmış, yeni gelişen sosyoloji, psikoloji gibi bilimleri de
kullanmaya başlamıştır. Sosyal bilim kurgu denen bu yeni alt türün ülkemizdeki en önemli
temsilcisi Gündüz Öğüt’tür. Yazar, Şafağı Getirenler adlı eserinde psikolojinin toplumları
kontrol etme amacıyla kullanılmasını eleştirmiştir.
Selma Mine de sosyal bilim kurgu alanına giren iki kitaplık Unutulan Gezegen Du’nia
ve Tanrıların Kenti A’bab’ilu adlı eserlerinde Dünya’daki yaşamın uzaydan gelen canlılar
tarafından başlatılmış olabileceğine dair bir spekülasyon geliştirmiştir. Yerli bilim kurgular
içerisinde üzerinde en çok düşünülmüş ve kurgulanmış eserlerden biri olan bu seride Kovayalı
bilim adamlarının ve esir tüccarlarının geliştirdiği dünyalı canlıların gelişimi konu edilmiştir.
Soğuk Savaş’ın etkilerini en yoğun biçimde hisseden Türkiye’de bu duruma aykırı
olarak casus romancılığı önceki dönemlerde hiç gelişmemiştir. Esat Mahmut Karakurt’un
Ankara Ekspresi’nden sonra 1990’lı yıllara kadar hiç casus romanı yazılmaması açıklanması
güç bir durumdur. Ancak Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra bu türün gelişmeye başlaması
politik kaygıların yazarları yönlendirdiği düşüncesini akla getirmektedir.
Yerli casus romanları sadece ülke içindeki casusluk faaliyetlerini anlatmakla
yetinmemiş, Orta Doğu, Rusya, Yunanistan gibi çevre bölgelerdeki istihbarat çalışmalarını da
ele almışlardır. Yabancı ülkelerin koşullarını iyi bilmeyi gerektiren bu tavır casus
romancılığımızın yurtdışına açılması için önemli bir aşamadır. Popüler romancılığımızın en
önemli ismi olan ve hemen her türde roman yazan Osman Aysu’nun Lenin’in Mangası ve
Tamara’nın Gözyaşları adlı romanları Rusya’da sistem değişikliği sonrasında gerçekleşen
darbe girişimlerini konu edinmektedir. Yazar, Rusya’daki siyasal gelişmeleri ve casusluk
faaliyetlerini başarıyla anlatmaktadır.
Casus romanlarında Türkiye’ye yönelik tehditler geniş yer tutmaktadır. Osman
Aysu’nun Odak Noktası’nda Türkiye’deki yabancı casusların deşifre edilme sürecini
anlatmaktadır. Bülent Rusçuklu’nun yazdığı Savaşın Eşiğinde ise dünyadaki egemen güçlerin
11
Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkarma yönündeki çabalarını engelleme mücadelesine
dayanmaktadır. Kendisi de eski bir MİT ajanı olan Bülent Rusçuklu’nun hem istihbarat
deneyimlerini romanlarda iyi kullandığı hem de casus romanlarının formüllerini başarıyla
uyguladığı görülmektedir. Batılı casus romanlarında casusların kadınlarla yaşadıkları
maceralara sıklıkla rastlanır. Yukarıda adı geçen iki romanımızda ve daha sonra bahsedilecek
eserlerde cinselliğin sık sık okuyucunun önüne geldiği görülmektedir.
Ian Fleming’in James Bond adlı kahramanının dünya çapındaki ününden sonra pek
çok yazarın bu türden süper casusları yaratmaya çalıştığı görülmüştür. Popüler
edebiyatımızda casusların büyük kısmı istihbarat örgütlerinin sıradan elemanları olarak
karşımıza çıkar. Tabii ki bu kişiler sıradan insanlardan çok daha yetenekli, cesur ve zekidirler
ancak diğer casuslardan keskin çizgilerle ayrılmazlar. Halil Kanargı, Akreple Dans ve Hedef
Ağca isimli kitaplarında temel kişilik olan Boran Türkoğlu aracılığıyla bu eksikliği gidermeye
çalışmıştır. Akrep kod adlı Boran Türkoğlu tıpkı James Bond gibi yakın dövüş tekniklerine,
teknolojik cihazlara ve idealizme sahiptir. Ayrıca ülkesi için her türlü tehlikeye atılmaktan
geri durmayacak kadar cesaretlidir.
Günümüzde dünyadaki karmaşık sosyal politik ortam popüler edebiyatçıların
kullanması için çok sayıda malzeme vermektedir. Casus romanları bu karmaşada ülke
çıkarlarını korumaya çalışan bireylerin başından geçenleri anlatarak var olan malzemeyi
değerlendirmektedir. Siyasal kurgu romanları da aynı kaynaktan beslenmekte ve önce
Türkiye, sonra da tüm dünyada olası siyasal gelişmelere dair spekülasyonlar üretmektedir.
Siyasal kurgular geleneksel politik romanlardan ayrılmaktadır. Politik romanlar ülke
ve dünya gerçeklerine dair düşünceler üretip bunları tartışma amacındadırlar. Kemal Tahir’in
Kurt Kanunu bu türün önemli örneklerindendir. Yazar, Cumhuriyet’in kuruluş aşamalarında
muhaliflerle iktidardakilerin çekişmelerini tarihsel gelişmeler ışığında değerlendirir. Siyasal
kurgularda ise bu türden düşünceler geliştirilmez; tam tersine olayların düşünsel boyutu her
zaman geri plandadır. Okuyucunun bu tür eserlerde takip etmek zorunda olduğu ana unsur
yaşanan maceralardır. Dolayısıyla siyasal kurgular var olan dünyayı eleştirmek yerine aynen
kabul ederler ve hareketi öne çıkarırlar.
Son dönemde ciddi bir gelişme gösteren siyasal kurgu eserlerinin en tanınmışı Orkun
Uçar ve Burak Turna ikilisinin yazdığı Metal Fırtına’dır. Roman ABD’nin, zengin yer altı
kaynaklarını yağmalamak için Türkiye’ye saldırmasını konu edinmektedir. Doğal kaynakların
dış güçler tarafından ele geçirilme isteği pek çok siyasal kurgunun ortak temasını
oluşturmaktadır. Metal Fırtına’da hedef bor madenleridir. Can Giray’ın yazdığı Bor Büyüsü
adlı romanda da aynı sebeple çıkan çatışmalar ele alınmıştır.
12
Metal Fırtına yayımlandıktan kısa bir süre sonra tüm zamanların en çok satan
kitaplarından biri olmuştur. Bu başarının arkasındaki nedenler incelendiğinde daha önce
işlenmemiş bir konunun yani ABD’nin Türkiye’ye saldırmasının okuyucu nezdinde önemli
bir etki yaptığı görülmektedir. Metal Fırtına’da Gökhan adlı tipin özverili çabalar sonucu
ABD’ye nükleer bomba atması çizilen kişiliğin etkisini arttırmıştır. Casus romanlarına benzer
şekilde Gökhan da neredeyse bir süper ajan gibi tek başına hareket etmekte ve her türlü
zorluğu aşabilmektedir.
Orkun Uçar ve Burak Turna’nın yolu Metal Fırtına’dan sonra ayrılmış ve her ikisi de
eserin devamı niteliğinde yeni romanlar yazmışlardır. Bahsedilen devam romanlarında ve
diğer siyasal kurgularda görülen en önemli özellik milliyetçiliği yoğun biçimde
kullanmalarıdır. Halil Kanargı’nın Metal Eridi adlı eserinde, Selman Kayabaşı’nın
Teşkilat’ında ve Ahmet Şafak’ın Kurt adlı romanında milliyetçilik en önemli meseledir. Bu
sayede okuyucu ile popüler roman arasında bir duygu yakınlaşması kurulmuş ve romanın
piyasa başarısı garantilenmeye çalışılmıştır.
Milliyetçilik konusunda olduğu gibi dini duygular da siyasal kurguların en çok
başvurdukları malzemelerden olmuştur. Popüler edebiyat üreticileri her zaman piyasa
kurallarına göre üretim yapmak ve satışları arttırmak isterler. Eğer bir formül, bir konu ya da
tema ilgi çekmezse hemen yenisini aramak zorundadırlar. Ülkedeki İslamcı yükseliş de
popüler edebiyatçıların ilgisini çekmiş, bunu çeşitli biçimlerde satışlara yansıtmaya
çalışmışlardır. Günümüzde dinin merkeze alındığı romanların sayısı sürekli olarak
artmaktadır.
Turgay Güler’in otuza yakın baskı yapan eseri Mehdix, dindar bir Genelkurmay
başkanının dünyayı dize getireceği öngörüsü ve temennisini işlemektedir. Romanda,
Genelkurmay başkanı, Hz. Musa’nın asasını kullanarak Batı’yı ve İsrail’i yener. Ayrıca aynı
komutan İslamcı siyasetin son elli yıldır en önemli propaganda malzemelerinden birini
kullanır: Ayasofya’yı ibadete açtırır.
Mustafa Karnas’ın Çürük Elma Operasyonu, Kuzu Kesimi Operasyonu ve Süleyman
Mabedi Operasyonu adlarını taşıyan kısa romanları da Türkiye’de bir din devleti kurmak
isteyen Evangelistlerle Müslümanların mücadelesini ele alır. Yücel Kaya’nın
Papa’ya
Suikast: 16. Benedict’i İstanbul’da Kim Öldürecek? başlıklı eseri Yahudilerin, Hıristiyan
kilisesinin ve buraya bağlı tarikatların gizli, kanlı maceralarına odaklanmıştır. Dan Brown’ın
Da Vinci Şifresi adlı kitabına benzeyen eserde, Müslüman bireylerin, adları geçen bu dinlere
yönelik tepkileri harekete geçirilmeye çalışılır. Siyasal kurgular bu özellikleri ile tüm diğer
popüler türlerden çok daha fazla siyasi ortama bağlı olduklarını göstermişlerdir.
13
Sonuç
Popüler edebiyatın her türünün 1980 sonrasında ciddi gelişmeler yaşaması genel
olarak edebiyatımızın oyun sahasının genişlediği anlamına gelmektedir. Roman farklı
açılardan bakılsa da sürekli tekrarlar yaparak ülke sorunlarını işleme kaygısından
kurtulmuştur. Böylece edebiyatımızda ilk defa edebiyat dünyasının yönlendirdiği edebi
zevkler değil, bireylerin kendi benliklerinden gelen zevkleri ön plana çıkmıştır. Günlük
siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunların nasıl algılanması gerektiğine dair rehberlik yapan
edebiyat bu görevi bir kenara bırakarak okuyucuların bireysel duygularını ve ihtiyaçlarını
dikkate almaya başlamıştır.
Popüler türlerin basım sayısının artması tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kitap
sektörünü besleyen, bu sektörü her zamankinden fazla geliştiren bir etkide bulunmuştur.
Önceki dönem Türk romanları durağan sayılarda satılmaya devam ederken popüler ürünler
ani ve büyük satış dalgaları oluşturmuşlardır. Metal Fırtına, Mehdix ya da Perg Efsaneleri
yayınevlerinin ciddi paralar kazanmasını sağlamıştır. Kazanılan paranın artması kitap işini
çekici hale getirip yeni yayınevlerinin kurulmasına yol açtığı gibi mevcut yayınevlerinin de
her geçen gün daha fazla popüler ürünlere yönelmesine neden olmuştur.
Edebiyat sosyolojisi açısından bakıldığında ise popüler edebi türlerin sayısının ve bu
türlere dâhil olan eserlerin basım sayısının artması okuyucuların zevklerinin her geçen gün
inceldiğini göstermektedir. Artık okuyucular kendilerine okumaları salık verilen “önemli”
edebi ürünler yerine kendi zevklerine uygun türdeki romanları aramaktadır. Sözgelimi hidayet
romanlarının, aşk romanlarının ya da fantezi edebiyatının kendilerine has okuyucu kitlelerinin
olması yukarıda belirtilen düşünceyi desteklemektedir. Okuyucu artık roman okumak için
değil, iyi bir polisiye, iyi bir bilim kurgu okumak için kitapçı dükkânlarını araştırmaktadır.
Çeşitlenen ve incelen okuyucu zevkleri iyi değerlendirildiğinde yani piyasa
araştırmalarıyla net biçimde ortaya konup bunları karşılayacak eserler üretildiğinde kitap
sektörünün çok daha büyük bir atılım yapması kaçınılmazdır. Ayrıca popüler edebiyat Batılı
ülkelerde olduğu gibi film ve müzik sektörlerinin de büyümesine önemli katkılarda
bulunabilecektir.
Popüler edebiyatın gelişmesi ile ilgili en önemli nokta Türk okurunun modernleştiğini
göstermesidir. Okurlar artık ülkeyi düşünmek yerine bireysel zevklerini, heyecan ve merak
duygularını tatmin etmek istemektedir. Bireyin her geçen gün artan biçimde topluma
yabancılaşmasının, kendi iç dünyasıyla ve zevkleriyle baş başa kalmasının sonucu olarak
popüler kültür ürünleri bu yabancılaşmaya bir cevap olarak daha güçlü biçimde ortaya
14
çıkmıştır. Batıda modernleşme ile popüler kültürün gelişiminin eşzamanlı olduğu dikkate
alındığında bu durum olağan görünmektedir. Türkiye, geç ve yüksek maliyetli olsa da
modernleşme yolunda hızlı adımlarla ilerlemeye devam etmektedir.
Kaynakça
Banarlı, N. S. (2001), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (2 Cilt), Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul.
Booker, K. (2001), Monsters, Mushroom Clouds, and the Cold War: American
Science Fiction and the Roots of Postmodernism, 1946-1964, Greenwood Press,
Westport-Connecticut- London.
Finn, R. P. (2003) Türk Romanı: İlk Dönem, 1872-1900, Agora Kitaplığı, İstanbul,
bs.2.
Makinen, M. (2001) Feminist Popular Fiction, Palgrave Pub., Hampshire and New
York.
Scognamillo, G. (1997) Dehşetin Kapıları, Kamer Yay., İstanbul, bs. 2.
Strinati, D.(1996) Introduction to Theories of Popular Culture, Routledge, London,
(ed. 2)
Tanpınar, A. H. (2000) Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul, bs. 6.
Tokgöz, A. İ. (1993) Matbuat Hatıralarım, İletişim Yay., İstanbul, (Yay. Haz. Alpay
Kabacalı).
Umberto, E. (Şubat 1995) Kara Korsanın Gözyaşları, Adam Sanat: Aylık Sanat
Dergisi, (Sayı 11), s. 51.
15