Academia.eduAcademia.edu

Sanayi-Sonrası Toplum: Daniel Bell

SANAYİ–SONRASI TOPLUM: DANIEL BELL1 Daniel Bell 1973’te yazdığı kitabı Sanayi-Sonrası Toplumun Gelişi’nde (The Coming of Post-Industrial Society), Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), İngiltere ve Japonya gibi gelişmiş (advenced) toplumlarda karşı karşıya kalınan bazı değişimleri inceleyerek bunların ne anlama geldiğini sorgulamaktadır. Ofislerde, sanayi üretim sürecinde, okullarda ve evlerde -bilgisayarların görüldüğü ve görüleceği her yerde- bu değişimin yansımalarıyla karşılaşılmaktadır. Bell, yeni bir sisteme, sanayi-sonrası topluma, girmekte olduğumuzu ve bu sistemin ise “enformasyon” tarafından karakterize edildiğini söylemektedir. Sanayi-sonrası toplum için enformasyon hem niceliksel hem de niteliksel bağlamda belirleyicidir. Ancak, sanayisonrası toplum sadece “enformasyonun” yoğun düzeyde kullanıldığı bir toplumdan çok daha fazlasıdır; kullanımda olan enformasyonun niteliği de önceki dönemlerden farklıdır. Bell, ABD’nin bu dönüşüm sürecinde dünyanın geri kalanına önderlik ettiğini söyler. Ancak sanayi-sonrası toplumun gelişimini “sanayi-öncesi toplum / sanayi toplumu / sanayi-sonrası toplum” gibi birbirlerini tarihsel olarak da takip eden bir evrim süreci olarak görmez ancak yine de bu kavramsallaştırmasının tarihsel sürece denk düşen örnekleri vardır: İngiltere 18. yüzyılın başlarında bir sanayi-öncesi tarım toplumuyken aynı yüzyılın sonlarına doğru belirgin bir biçimde üretimin ön planda olduğu sanayi toplumu haline gelmiştir. Günümüzde ise artık açık bir şekilde hizmet sektörünün ağırlıklı olduğu bir sanayi-sonrası toplumdur. Sanayi-sonrası toplum, politik ya da kültürel değişimlerden çok toplumsal yapıdaki değişimi ifade eder. Ancak, bir holizm ve totalitarizm karşıtı olan Bell toplumların tümleşik ve organik tek bir sistem olarak incelenemeyeceğini savunur. [Özellikle] gelişmiş toplumlar kökten ayrışmış toplumlardır: buna göre toplumsal yapı, politika ve kültür birbirlerinden ayrı ve birinde gerçekleşen bir değişimin diğerini biçimlendirdiğinin söylenemeyeceği bağımsız alanlardır. Bell kendisinin “kültürel açıdan muhafazakar”, “ekonomik açıdan sosyalist” ve “politik olarak da liberal” olduğunu söylemektedir. Bu da onun toplumların üç ayrı alanda da farklı özellikler gösterebilecekleri ve bu nedenle üç 1 Bu çalışma Frank Webster’in Theories of the Information Society (Enformasyon Toplumu Kuramları) adlı kitabının üçüncü baskısında 32-59. sayfalar arasında yer alan “Post-industrial society: Daniel Bell” başlıklı bölümün özetlenerek çevrilmesinden oluşmuştur. 1 alanın da birbirinden bağımsız ele alınabileceği iddiasına denk düşer. Ancak Bell neden özellikle bu üç yapıyı ele aldığını ve neden hukuk, aile ya da eğitim gibi diğer yapıları dışarda bıraktığını açıklamaz. Herhangi bir alanda meydana gelen bir değişimin diğer alanları ne kadar ve nasıl etkileyeceğiyle ilgili soruları da yanıtsız bırakır. Bu toplum bilimleri açısından kabul kavramsallaştırmasında ısrar edilebilir bir etmektedir. yaklaşım Bir başka değildir problem ama ise o yine de Bell’in bu kuramsallaştırmasına bir kanıt ya da çıkış noktası koymamasıdır. Diğer taraftan Bell, bir zamanlar toplumu bütüncül bir şekilde bir arada tutan bu değerler sisteminin nasıl olup da sonradan parçalandığını açıklamaz. Tüm bu açılardan onun sanayi-sonrası toplum kavramsallaştırması eleştirilmektedir. Bell’in çalışması birbirinden ayrılmış olan bu üç alandan sosyal yapının (ekonomik dönüşümleri de içerecek şekilde) incelenmesinden oluşmaktadır ve kültürel ve politik dönüşümler dışarda bırakılmaktadır. Çalışmasında, sanayi-öncesi toplumda tarımsal istihdamın oldukça yaygın, sanayi toplumunda fabrikalarda çalışmanın belirleyici olduğunu söylerken sanayi-sonrası toplumlarda artık hizmet sektörü istihdamının baskın olduğunu ifade etmektedir. Bell sanayi-öncesi toplumda, gelişmeler sonucunda tekniğin olanaklarıyla çok az insanın istihdamı ile toplumun tamamını besleyecek potansiyele ulaşıldığını; herkesin üretime katılmasını gerektirmeyecek kadar ürün elde edildiğini böylelikle insanların çiftliklerinden ve tarlalarından başka uğraşlar için kopabildiklerini veya kopmak zorunda kaldıklarını söyler. Bunun sonucunda çiftlikler ve tarlalardaki işlerini kaybeden insanlar kentlere yerleşmeye ve atölyelerde-fabrikalarda çalışmaya başlarlar. Ancak tarımsal üretim asla sona ermez, sadece bu üretime ayrılan iş gücü düşer. Bugün İngiltere’de tarımsal üretimde çalışan insan sayısı tüm istihdamın sadece yüzde 3’ünü oluşturmaktadır. Sanayi toplumunda da “az için çok - (more for less)” prensibine benzer gelişme yaşanır üretim teknolojilerinde giderek artan teknoloji kullanımı sonrasında giderek azalan sayıda insan istihdam edilmeye başlanır. Buhar enerjisi ile kas enerjisinden, elektrik enerjisi ile de buhar enerjisinden daha fazla verim elde edilir. Elektrik aynı zamanda üretim bandının da geliştirilmesini ve böylelikle kitlesel üretime geçilmesini sağlar. Bu açıdan, sanayileşmenin tarihi hayret verici büyüklükte bir üretimi garanti eden mekanikleşme ve otomatikleşmenin tarihi olarak da yazılabilir. Bugün artık, korkutucu bir şekilde bilgisayarlar tarafından kontrol edilen ve içinde hiçbir çalışanın olmadığı fabrikalar görülmektedir. Bu süreç aşağı 2 yukarı tüm sektörler için benzer bir şekilde yürümektedir. Teknolojik gelişmenin arttığı oranda istihdamda düşüş yaşanmaktadır. Bu süreç devam ettiği sürece -Bell sanayi-sonrası toplumlarda devam ettiğinde ısrar eder- şu gelişmelerle karşılaşmak kaçınılmaz olmaktadır: − sanayide giderek daha az sayıda insanın istihdam edildiği ve çok az insanın fabrikalarda çalışabildiği bir durum (“robotik fabrikalar” ya da “topyekûn otomatikleşme” olarak adlandırılabilecek bir dönem). − sanayi istihdamının düşmesine karşın, merhametsiz akılcılaştırma (unrelenting rationalisation) nedeniyle sürdürülen ve giderek artan bir üretim randımanı. − refahta artışın sürdürülmesi. − insanların sanayi istihdamının dışında kalmaya devam etmesi. − hizmet sektöründe sonu asla gelmeyen bir istihdam talebiyle insanların bu sektörlerde çalışmaya yönelmesi (örneğin; insanlar zenginleştikçe yeni tüketim kalıplarının ortaya çıkması ve bunun da yeni hizmet sektörlerini doğurması). Özetlemek gerekirse Bell yaşanan teknolojik dönüşümlerden sonra toplumun ekonomik alanda mal ve eşya üreten bir ekonomiden hizmet üreten bir yapıya, daha az enformasyon gerektiren bir yapıdan daha çok enformasyon temelli bir yapıya ve sanayiye geçtiğini; istihdam açısından, el işçiliğinin değer kaybettiğini, profesyoneller ile teknik işçilerin önem kazandığını söylemektedir. Bu daha önce Colin Clark ve Victor Fuchs tarafından “hizmet toplumu” olarak adlandırılan toplumsal yapıya da denk düşmektedir. Ancak, şu da vurgulanmalıdır ki, her ne kadar Bell sanayi-sonrası toplumun tarihsel bir evrim sürecinden bağımsız olduğunu söylese de, hizmet sektörü istihdamı istihdamın tarih boyunca bir sektörden diğer sektöre sürüklenmesinin bir sonucudur. Diğer tüm sektörlerdeki istihdamın düşüşüne karşın hizmet sektörünün yükselmesinin asıl nedeni bu sektörde makineleşme ve otomatikleşmenin oldukça zor gerçekleştirilebilmesidir. Bir kamu çalışanını, hemşireyi ya da öğretmeni nasıl otomatikleştirebilirsiniz? Dolayısıyla hizmet sektörüne olan bu yönelim bir istihdam evriminin sonucudur. Teknolojik gelişmeler istihdam tipini değiştirmiştir ancak en nihayetinde istihdam bir sektörden diğerine akarak korunmuştur. 3 Bell’in kuramına göre, refahta görülen artışın hizmet sektöründe istihdama neden olduğu kabul edilse bile “enformasyon” bu denklemin neresine konulabilir? Bell neden hizmet sektörünün belirleyici olduğu bir sanayi-sonrası toplumun aynı zamanda enformasyon toplumu olduğunun altını çizmektedir? Bunun açıklamasını Bell şöyle yapar: sanayi-öncesi toplumda yaşam doğaya karşı -kaba kas gücüyle oynanan- bir oyundur, sanayi toplumu ise fabrikalaşmış doğaya karşı, makinelerin üstün olduğu ve teknik ve akılcı bir varoluştur. Sanayi-sonrası toplum ise hizmetler üzerinden bireyler arasında oynanan bir oyundur, belirleyici olan ise artık kas ya da makine gücü değil, enformasyondur. İnsanlar artık çalışabilmek için kas ya da makine gücüne değil enformasyona ihtiyaç duymaktadır. Bir bankacının, terapistin, danışmanın ve öğretmenin mesleğini yapabilmesinin yolu enformasyondan geçer. Hizmet işi enformasyon işidir. Bu kavramsallaştırmaya bağlı olarak Bell üç tip işi de tanımlar: “doğal kaynakların işlenmesi”, “üretim” ve “enformasyon etkinlikleri”. Hizmet sektörü beyaz yakalıların elinde tuttuğu bir sektördür. Sanayi-sonrası toplumun merkezinde yer alan bu insan tipi; profesyonel, eğitimi ve stajı ile donanımlı ve sanayisonrası toplumun iş taleplerini karşılayacak yeterliğe sahiptir. Sanayi-sonrası toplumun merkezinde profesyonel teknik işler yer almaktadır. Bilim insanları ve mühendisler sanayisonrası toplumun kilit grubunu oluştururlar. Örgütler ve kurumlar açısından ise teorik bilgi politika ve yenilik kaynağı oluşturmada merkezi bir yer tutmaktadır. Teknolojik gelişmeleri öngörme teknikleriyle yeni teknolojilerin uygulama sonuçlarının değerlendirme etkinliklerinin gelişmesi yeni entelijansiyanın (üniversitelerde, araştırma kurumlarında, meslek örgütlerinde ve kamu kurumlarında) etkin olduğu yeni karar verme biçimlerinin gelişmesi şeklinde olmaktadır. Özetle sanayi-sonrası toplum; daha fazla profesyonel iş, entelektüellerin büyük rolü, liyakatin (qualification) ön planda yer alması ve daha fazla yüz yüze (person-to-person) iş için istihdam demektir. Buna aynı zamanda entelektüel tutuculuk da denilebilir. Bell’e göre hizmetlerin “bireyler arasındaki bir oyun” haline gelmesiyle beraber iş kalitesinde bir yükselme de görülmektedir. sanayi-sonrası toplumda hizmet sektöründe çalışanlar kar-zarar hesapları yapmadıkları için, yapılan işlerde daha nitelikli sonuçlar alınmaktadır. Örneğin, herhangi bir doktor bir hastasını gelir kaynağı olarak görmez. Böylelikle birey-odaklı sanayi-sonrası toplum, bir şefkat (caring) toplumu haline gelir. Sanayi sonrası toplumda insanlar sanayi toplumunda olduğu gibi makinelerle ya da parayla 4 kıyaslanan birimler olarak değil, daha çok müşterilerin talepleri doğrultusunda profesyonel kişi-odaklı hizmetlerden fayda sağlayan bireyler olarak görülürler. Sanayi-sonrası toplumdaki bu yeni bilinç, “komünal toplum” olarak bireyden çok toplumu ön plana çıkarır. Bell, sanayi ve sanayi-sonrası toplumların arasındaki bariz kırılmayı tanımlamak için enformasyon temelli işlerin ve enformasyon işinin artışını göstermektedir. Ancak, bu iki toplum arasındaki farkı sadece bununla açıklamak mümkün değildir. Eğer, her iki toplum arasında da sermayenin sahipliği ya da ekonomik sistemin sürdürülüşü bağlamında bir farklılık olmadıysa hangi değişimden ve/veya ne orandaki bir değişimden bahsedebiliriz? Ya da İsviçre gibi tarihi boyunca sanayileşmemiş ve ağırlıklı olarak bankacılık ve finans sistemiyle ekonomisini yürüten ülkelerin varlığını nasıl açıklamak gerekir? Bu sorulara Bell ve taraftarlarının etraflarından dolanarak verdikleri cevaplar bizi “teknolojik belirlenimcilik” olarak tanımlayabileceğimiz bir yöne götürmektedir. Bu da bizi, teknolojik gelişmelerin toplumsal değişimlerde merkezi bir rol oynaması ya da teknolojik gelişmelerin toplumsal değişimlerden bağımsız kendi kulvarında ilerlemesi olarak tanımlanabilecek iki temel yaklaşımın tartışılmasına taşımaktadır. Bell’in çalışması hem bu tartışmaların hem de entelektüel tutuculuk tartışmalarının odağında yer almaktadır. Teknolojik belirlenimcilik, Henri Saint-Simon ve Auguste Comte’dan bu yana süregelmiş ve Max Weber’in akılcılaştırma (rationalisation) kavramsallaştırması ile yüzyılın başında sosyal bilimlerde önemli yer edinmiş bir tartışmadır. Weber’e göre “karın maksimumlaştırılması, emeğin ve sermayenin üretkenliğinin arttırılması ve düşük maliyetemeğin ucuzlaştırılması” gibi ekonomik terimler hayatın her alanına uygulanabilir. Bu bakımdan üretim ve verimliliğin arttırılabilmesi için yeni teknolojik uygulamaların kullanılması Weber’in akılcılaştırma kavramsallaştırması içinde açıklanmaktadır. Yine benzer bir şekilde teknolojik gelişmeler hayatın her alanına uygulanarak verimlilik arttırılabilmektedir. Bu açıdan, Krishan Kumar’ın da belirttiği gibi, Bell’in sanayi-sonrası toplum kavramsallaştırmasında ortaya koyduğu neredeyse her şeyi Weber’in akılcılaştırma kavramsallaştırması içinde görmek mümkündür. Bell, aslında buradan yola çıkarak teknolojik gelişmeyi ve enformasyonu merkeze alan, politik, kültürel ve tarihsel farklılıkları ve Weber’in bu “akılcılaştırmasını” görmezden gelen ya da olduğundan küçük gören bir yöndeşik (convergence) kuram oluşturmaya çalışmıştır. Bell’in hizmet sektörü ile ilgili kavramsallaştırmaları da. Bell tüm istihdamı birincil, ikincil ve üçüncül olarak üç ana sektöre bölmektedir: genel bir ifadeyle, tarım, imalat ve hizmet 5 sektörleri. Hizmet sektörü ile diğerleri arasında kesin bir ayrışmanın olduğunu ve sanayisonrası toplumu da bu ayrışmanın karakterize ettiğini söylese de, aslında her üçü de birbiriyle bağlantılıdır. Bell, tarım ve imalat sonrasında elde edilen birikimlerin hizmet toplumunu oluşturduğunu söyler. Oysa tarım ve imalat sektörleri hizmet sektörünü doğuracak birikimi sadece ortaya çıkarmakla kalmaz, hizmetlerin sürdürülebilmesi için gereken birikimleri de sağlamaya devam ederler. Örneğin, okullar ve hastaneler sanayi ile elde edilen birikimi harcayarak ile ayakta kalabilir. Diğer taraftan toplumların sanayiöncesi, sanayi ve sanayi-sonrası şemasına uygun bir yol izledikleri önermesi de kuşkuludur. Toplumların, hızlı bir otomasyon ile hem tarım hem de sanayi toplumu aşamalarını geride bırakarak sanayi-öncesi toplumdan sanayi-sonrası hizmet toplumuna sıçradıkları da görülmektedir (Bell çalışmasının hiçbir yerinde hizmetin ne olduğunu tanımlamaz ve hizmet sektörüyle diğer sektörler arasındaki bağ da görmezden gelinir). Bell’in sanayi-sonrası toplum kavramsallaştırmasında enformasyona verdiği önemin günümüz toplumları için de geçerli olduğu tartışılmaz. 20. yüzyılda enformasyon tüm toplumsal ekonomik ve politik dönüşümler içinde kilit bir rol oynamıştır. Ne var ki, bu enformasyonun son kullanıcılardan çok sanayinin elinde olması bizi tekrar onu tanımlamaya ve modern ekonomilerde üretici bir güç olarak sorgulamaya götürmektedir. Enformasyon, değişen rolüyle birlikte artık sanayinin yeniden yapılandırılması ve küresel bir enformasyon ekonomisinin inşası için kullanılmaktadır. Ancak gerek hizmet sektörünün ön plana çıkmış gerekse bu dönemde enformasyona bu derece ağırlık verilmiş olması yeni bir toplumun ortaya çıkışından çok, tarihsel bir sürece denk düşmektedir. Kumar’ın dediği gibi; enformasyon teknolojilerinin büyüyen önemini, hatta bir “enformasyon devrimini” onamak başka bir şeydir, yeni bir Sanayi Devrimi iddiasını, yeni bir toplumu ve yeni bir çağı onamak başka bir şey. KAYNAK WEBSTER, F. (2006). Theories of the Information Society. Third Edition, New York: Routledge. 6