Zafer Toprak, "Dünden Bugüne Popülizm ve Demokrasi Paradoksu", Politus Politik Kültür Dergisi, yıl 4, sayı 10, Kış 2014, s. 22-27.
Dünden Bugüne Popülizm ve Demokrasi Paradoksu
Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy Nisan 2010 günlü Frankfurter
Allgemeine Zeitung'da Avrupa'nın karşılaştığı en büyük tehlikenin popülizm
olduğunu yazıyordu. Popülizm konusunda bu tür bir anlayış günümüzde epey
yaygın olsa gerek. Sokaktaki insan popülizmi demokrasinin yozlaşması olarak
algılıyor. Oysa akademik çevrelerde popülizm farklı yorumlanıyor. Popülizmle
demokrasi arasındaki ilişki artıların ve eksilerin yoğun olduğu bir alan.
Popülist politikaların demokrasiye katkıları olabildiği gibi demokrasinin kan
kaybına da neden olabiliyor. Bu ilişki günümüz Türkiyesi için de son derece
anlamlı. Halkçılık popülizm olarak tanımlandığında Türkiye popülizm
literatürüne en erken adım atan ülkelerden biri sayılıyor. Yüzyılı aşkın bir
geçmişe bakıldığında popülist politikaların Türkiye'de demokrasiye getirileri
olduğu kadar götürüleri de olmuş. Bu muhasebeyi yapabilmek için popülizm
ile demokrasinin tanımlarını yapmak, hangi demokrasi ve hangi popülizm
sorularını sormak gerekiyor. Öncelikle her iki terim için minimalist tanımlar
gerektiriyor. Yoksa demokrasi de popülizm de kolaylıkla dal budak sarıyor ve
farklı yönelimler içerebiliyor.
Popülizm günümüz yazınında belli bir entelektüel bakış açısı ve toplumsal
harekete yönelik olarak kullanılan bir tipolojik kategori. Değişik ülkelerde ve
farklı tarihsel dönemlerde küçük burjuva katmanların ideolojik ve siyasal tavrını
anlamaya yaradığı gibi günümüzde gelişmiş kimi ülkelerde karşılaşılan
darboğazların üstesinden gelmeyi amaçlayan tutucu bir anlayışa da açılım
sağlıyor
Akademik çevrelerde popülizmin doğuş öyküsü 19. yüzyılın ikinci yarısına
çekiliyor. ABD'de Popülist Parti ve Rusya'da Narodnik Hareketi popülizmin ilk
göstergeleri. Bugün literatürde popülizm başlığı altında yer alıyorsa da her iki
deneyim farklı gerekçeleri ve gerçekleri ifade ediyor. Amerikan popülizmi
siyasal yapıda köklü bir dönüşüm beklentisi içersinde olan çiftçilerin
öncülüğünde bir kitle hareketini ifade ediyor. Popülizm teriminin etimolojik
kökeni 1870-1890 döneminde ABD’deki “Grangers” ve “Greenbackers” diye
bilinen çiftçi hareketine dayanıyor. 1892’de ABD’de Demokratlar’a ve
Cumhuriyetçiler’e karşı Halk Partisi adıyla yeni bir parti kurma çabasında olan
aktivistlerin buldukları bir terim. İsim babası ise David Overmeyer.1 Diğer bir
deyişle Amerika’da bir üçüncü yol arayışı. Ancak o günden sonra popülizm
söylemi geniş bir alana yayılıyor.
Rus popülizminin öncüleri ise Narodnikler. Narodnizm 19. yüzyılın üçüncü
çeyreğinde kırsal yaşamı yücelten romantik bir orta-sınıf entelektüel hareketi.
Çarlık Rus popülizmini dar anlamından koparan ve onu kuramsal bir temele
oturtarak bir dizi Asya ülkesine genelleyen Lenin.2 “İki Ütopya” başlıklı
yazısında Sun Yat Sen’in Çin’i ile Rus pratiğini karşılaştırıyor.3
Nitekim, Asya kıtasının doğusunda ve batısında iki büyük ülkede, iki
imparatorlukta popülizm yankılanmakta gecikmedi. Bu iki ülke Çin ve Osmanlı
imparatorlukları. Sun Yat Sen’le birlikte Çin’de “halka doğru” gidenler Çin'de
Mao öncesi halkın değerlerine sahip çıkıyorlar. Seçkinlere özgü “üst kültür” ile
Konfüçyüs'çülüğe sırt çeviren Çin gençleri çözümü halkta buluyorlar. Folklor
öğelerinden yola çıkarak özellikle köylü şarkılarını, çocuk hikâyelerini ve
atasözlerini toplayarak Çin popülizminin temellerini atıyorlar. Yerel kültüre,
köylü kitlelere ve kırsal sorunlara odaklanan Çin gençleri ileriki yıllarda Çin
komünist devrimcilerinin nüvesini oluşturuyorlar.
Mao Zedong'un iktidara taşıdığı Çin popülizmi gelenekten köklü bir
biçimde kopuşu simgeliyor. Mao'nın esin kaynağı yıllar önce Liu Fu, Zhou
Zuoren ve Gu Jiegang gibi “Dört Mayıs” entelektüelleri diye bilinen bir kesimin
"halka doğru" hareketi. Çin’de özellikle 1918’den itibaren halk edebiyatının
Beijing Ulusal Üniversitesi’nde önemsenmesi, Çin entelektüellerinin edebiyata
ve halk kitlelerine yönelmelerine neden olmuş.4
Benzer bir süreç Osmanlı Türkiyesi için de geçerli. Tıpkı “Dört Mayıs”
entelektüelleri gibi Osmanlı topraklarında 1908 Devrimi ertesi Ziya Gökalp, Ali
Canib, Ömer Seyfeddin, Köprülüzade Mehmed Fuad, Rıza Tevfik vb. [10
Temmuz 1324] 1908 Jön Türk devrimini uzantısı “On Temmuz” entelektüelleri
uluslaşma sürecinde halkı, “halkiyyat”ı, folkloru keşfetmişler; “halka doğru”
gitmişler. Bu gelişmelere Türkiye'de Popülizm adlı kitabımızda genişçe yer
verdik.5
Rus Narodnizminin ve onun çağdaş popülist uzantılarının gelişen ülkelerde
değişik türleri oluşturmaları popülizmin entelektüel ve kültürel gelenek
yelpazesini genişletmiş. Ancak “küçük burjuva” ideolojileri diye nitelenebilecek
popülist türlerin 19. yüzyıldaki biçimiyle 20. yüzyıldaki yapıları arasında dünya
koşullarından kaynaklanan önemli farklar var.
Yukarıda saydığımız Amerikan ve Rus popülist çizgilerine iki ana çizgiye birici
ve ikinci dünya savaşları arası Doğu Avrupa ve Balkanlardaki köylü
hareketlerini de eklemek mümkün. Bu hareketlerin ortak noktası köylülüğün
tarımsal programları toplumun ve ekonominin omurgası olarak görmeleri. 1929
sonrası Büyük buhranla birlikte küresizleşen bir dünyada popülizm Latin
Amerika ülkelerinde de zemin kazanıyor. Arjantin'de Juan Domingo Peron'la,
Brezilya'da Getulio Vargas'la popülizm iki önemli önder kazanıyor. Bu iki lider
yeni nesil siyasetçileri simgeliyorlar; "işçi sınıfı"ndan çok "halk"a hitap ederek,
sınıflar arası koalisyonlar oluşturuyor ve alt toplumsal katmanları siyaset
arenasına çekiyorlar. Böylece popülist partiler Latin Amerika'da Marksist Sol'a
karşı bir alternatif oluşturuyorlar. İdeolojik saplantılardan arınmış olarak,
entelektüel öncü kesim yerine geniş bir seçmene sesleniyorlar.6
Fransa'da 1950'li yıllarda gündeme gelen eklektik yapıya sahip bir popülist
hareket olan Poujadizm'i bir kenara koyarsak, Batı Avrupa'da popülizm
1970'lerin stagflasyonu ertesi sahne alıyor. Bu alanda Fransa başı çekiyor.
Kanada'da "Sosyal Kredi" hareketi olarak, ABD'de ise Huey Long, Father
Coughlin, ve George Wallace gibi siyasal kimliklerin söylemleriyle 1930'larla
1970'ler arası bu iki ülkede popülizmin yeni yüzü gözlemleniyor.
Çağdaş siyaset biliminde popülizmin kuramsal içeriği ilk kez Londra'da London
School of Economics and Political Science’da düzenlenen "Popülizmi
Tanımlamak" [To Define Popülism] adlı konferansta ele alınıyor. Edward Shils,
Peter Worsley, Jean Leca gibi birçok ünlü yazarın katkıda bulunduğu bu
toplantının tebliğleri ardından Ionescu ve Gelner tarafından 1969'da bir kitaba
dönüştürülüyor.
Konferansta popülizme her yazar farklı boyutları vurgulayarak yaklaşmış.
Angus Stewart gibi bazı düşünürler popülizme tek bir tanım vermenin
olanaksızlığından söz ediyorlar.7 Peter Wiles gibi “cesur” bilim insanları ise en
geniş tanımı yeğliyorlar. Wiles’a göre popülizm “fazilet, basit, olağan halkta ve
onun ortak, kolektif geleneklerinde yaşar” tarzında özetlenebilecek bir ana
öncüle yaslanan bir inanç veya hareket.8 Londra konferansında popülizmin
değişik tarihsel ve coğrafi koşullarda, ancak özel bir toplumsal durumda sık sık
gözlenen bir zihniyet olduğu önerisi kabul görüyor. Burada özel toplumsal
durum çok geniş anlamda kullanılıyor. Hızlı toplumsal dönüşümün uzlaşmazlığı,
yeni ile eski arasındaki çatışma, kentleşme, modernizasyon, kırsal nüfusun
yoksulluğu toplumsal durumu belirleyen temel etmenler. Yapılan tanıma göre
popülist hareketler, köklü ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal değişikliğin
baskısına, başta var olan siyasal yapıdan yabancılaşmış entelektüeller olmak
üzere, başkaldıranların ya da tepki duyanların tüm halkın çıkarları için iktidarı
hedefledikleri hareketler. Halktan, özellikle onun faziletin yuvası olarak
değerlendirilen arkaik kesiminden kaynaklanan basit ve geleneksel biçim ve
değerlere dönme ya da bunları benimseme inancı bu hareketlerin temel niteliği.
Amerikalı sosyolog Edwad Shils’in Peter Worsley’le paylaştığı bir başka
tanıma göre ise popülizm iki ilkeye yaslanıyor: Bunlar her türlü siyasal
standardın üstünde “halkın iradesi”nin önceliği, liderlerin ara siyasal kurumları
aşarak kitleyle doğrudan teması.9 Burada hemen akla Jean-Jacques Rousseau
geliyor. "Halkın iradesi" onun Toplum Sözleşmesi adlı ünlü eserinin ana teması.
Bireyler kişisel iradelerini üst konumda soyutlayarak "halk"a devretmiş
oluyorlar ve ona boyun eğmek zorunda kalıyorlar.
Fransız siyaset bilimcisi Jean Leca ise popülizmin kentin, kent cazibesinin ve
onun yozlaşmış liderlerinin “kirletmediği” basit insanın faziletlerine körü körüne
bağlılık; her türlü iktidara güvensizlik; siyasetçiyi ve resmi kisve taşıyanı,
bürokratı küçümseme gibi unsurlardan oluştuğunu savunuyor. Yine Leca’ya
göre popülizm genel iradeyle, - ki bu "halkın iradesi"nden başka bir şey değil birleşmiş ve egemen olma özlemindeki diğer toplumlarla kavgalı bir toplumun
ideolojisi.
Öte yandan popülizmin sosyo-siyasal çıkarsamaları açısından da uzlaşma
sağlanamıyor. Popülizme devrimci, dönüşümcü görev yükleme konusunda
çekingen davranan yazarlar olduğu gibi, köktenci niteliğini ve sosyalizmle yakın
bağını vurgulayanlar da var. Batılı yazarlar popülizmin aşamaları ve tarihsel
niteliği konusunda da görüş birliğine varamıyorlar. Ernesto Laclau popülizmin
sosyo-tarihsel gelişimin bir aşaması olmadığını, toplumun hâkim ideolojisinin
ve iktidar yapısının çöküşüyle, diğer bir deyişle genel olarak bir toplumsal krizle
bağlantılı olduğunu savunuyor.10 Gelişen ülkelerdeki siyasal trendleri popülizm
başlığı altında toplayan Amerikalı siyaset bilimcisi David E. Apter ise tüm bu
gelişmeleri “demokrasi-öncesi” aşama olarak görüyor.
Latin Amerikalı yazar Gino Germani popülizmi geleneksel toplumdan
modern topluma geçiş sürecinde bir “asenkronizm” ürünü ve değişik siyasal
güçlerin olur olmaz at oynattığı, halka şirin gözükme yarışına giriştiği bir
ortamda, kitlelerin siyasal yaşama hazırlıksız ya da “erken” katılımının sonucu
oluşan bir siyaset anlayışı olduğunu savunuyor.11 Arjantinli bilim adamı
Torcuato di Tella, Germani ile aynı fikri paylaşarak geleneksel toplumdan
sanayi toplumuna geçişin doğurduğu çarpıklıkların ve “asenkronizm”in ürünü
olarak değerlendirdiği popülizmi “gösteri etkisi” ve “artan beklentilerin
devrimi”nden kaynaklanan durumla açıklıyor.12 Ancak di Tella’nın popülist
hareketler için çizdiği ana hatlar epey muğlak: Bunlar “anti-statüko”yu ve “geniş
duygusal devlet”i gündeme getiren bir ideolojiyi savunan ve kitle hareketleri
dalgaları üzerinde doğan bir seçkin kesimin eylemleri. Tüm bu yazarların
çalışmaları, popülizmin belirleyici özellikleri ile unsurlarının içi karma karmaşık
bir bohçaya benzediği izlenimini veriyor. Bu bohçada aynı zamanda siyasal
davranışta “mistisizm”, anti-Semitizm, fesat korkusu, anti-entellektüalizm,
yabancı düşmanlığı (zenefobi) da yer alıyor.
Aslında popülizmi kendine özgü bir siyasal hareket olarak tanımlayan Martin
Lipset. Political Man'de (1960) önerdiği bir tanım epey revaç buluyor. Lipset
Arjantin'de Peron'un, Brezilya'da Vargas'ın yükselişi Avrupa'da faşizme
benzetiyor. Her iki durumda da aşırı kitle hareketleri söz konusu. Ancak önemli
bir farkı da belirtmeden edemiyor. Latin Amerika'da iktidar alt toplumsal
katmanlara yaslanırken, Avrupa faşizmi orta sınıf hareketi olarak beliriyor.
Gino Germani popülizmi tanımlarkenki çıkış noktası da Lipset'inkine benzer.
Popülizmi karizmatik lider önderliğinde çok sınıflı bir hareket. İşte son kertede
popülizmin temel niteliklerinden biri ortaya çıkıyor: Güçlü bir lider önderliğinde
heterojen, yani çok farklı unsurları toplumsal kesimleri içeren bir eylem.
Nitekim, bu farklı unsurlar "halk" sözcüğüyle ifade ediliyor. "Halk" tanımını
kullanarak popülist lider, ortak bir fikir çatısı altında topladığı değişik
katmanları hedefliyor. Burada kullanılan diğer bir kavram "halk egemenliği".
Popülizme göre elit kesim "halk egemenliği"ni yozlaştırıyor. Farklı toplumsal
katmanların bir araya getirilişi popülizm için temel göstergelerden biri. Yoksa
Avrupa'da Hıristiyan Demokrat ve Sosyal Demokrat partiler de benzer kitlelere
sesleniyorlar ve oy topluyorlar. Otto Kirchheimer'in adını koyduğu
Volksparteien (catch-all parties) modeli değişik sosyo-ekonomik ve sosyokültürel kesimden gelen farklı seçmen kitlelerine hitap eden programlara sahip
partileri tanımlıyor.
Popülizmi farklı bir bağlamda kullananlar da var. Kimi düşünürlere göre
popülizm iktidarı kazanmaya ve siyasal gücü elde etmeye yönelik siyasal liderle
seçmen arasındaki gevşek ve oportünistik bağdan oluşan bir yöntemi, bir stili
ifade ediyor.
Popülizmin minimal bir tanımı "halk"la "kurulu düzen" arasında bir çatışmayı
gündeme getiriyor. Hemen tüm popülist eğilimler "halk"a çağrıda bulunuyor ve
buu açıdan "anti-elitist" bir nitelik taşıyor. Genel kitlenin "irade"sini
engelleyen ve güç odakları olan azınlıklara karşı tavır koyuyor. Bu açıdan
popülizm son kertede toplumu iki homojen ve antagonist kampa bölüyor: Bir
yanda "saf halk kitlesi", öbür yanda "yoz elit kesim" yer alıyor. Öte yandan
siyasetin "genel irade"den ibaret olması gerektiğini savunuyor. Diğer bir deyişle
popülizm bir tür "ahlak" siyasetine, "halk" ile "elit"ler arasında "saf" ve "yoz"
ayrımına yönelerek, din, etnisite gibi sosyo-kültürel, ya da sınıf gibi sosyoekonomik ayrımlardan uzak duruyor. Böylece minimum düzeyde popülizm üçlü
sacayağı üzerine inşa edilmiş oluylor: "halk", "elitler" ve "genel irade".
Demokrasinin tanımına gelince, bugün demokrasiden genellikle liberal
demokrasiyi, en azından temsilci ve dolaylı [doğrudan olmayan] demokrasiyi
anlıyoruz. Herhangi bir sıfat eklemede demokrasinin tanımladığımızda halk
egemenliği ve çoğunluğun yönetimini hedefliyoruz. Doğrudan ya da dolaylı,
liberal ya da "illeberal" [liberal olmayan] demokrasi genel tanımın altında yer
alan türleri. Terimin etimolojisinden "halkın kendi kendini yönetimi" , halkın
yönetimde bulunduğu siyasal sistem anlaşılıyor. Herhangi bir sıfatı eklemeksizin
demokrasinin tanımını yaptığımızda, demokratikleşme yazınında yaygın
kullanımı olan, Avusturyalı iktisatçı Joseph Schumpeter'inkine başvuruyoruz:
[genel] iradesini gerçekleştirmesi için halkın seçimle bir araya getirdiği kişilerin
siyasal karar aldığı kurumsal düzenleme. Bu tanımda, demokrasi her şeyden
önce bir "yöntem"i ifade ediyor. Yöneticiler rekabet ortamında serbest ve adil
seçimlerle iş başına getiriliyorlar. Demokraside serbest ve adil seçimler esas
oluyor. İktidarı zor gücüyle değiştirmek yerine, halk kendi yöneticilerini
çoğunluk esasına göre seçiyorlar. Minimal bir tanım olsa da bugün dünyanın
önemli bir kısmında bu anlayış henüz benimsenmiş değil.
Temsili demokrasi diyebileceğimiz yukarıdaki minimal tanım doğası gereği
"pasif" bir yurttaş anlayışına gönderme yapıyor. Çağdaş dünyada siyasal
topluluklar, dünün Yunan ya da Roma kent devletlerinin ölçeklerini fersah
fersah aşıyorlar. Demokrasi artık halkın kendi çıkarlarını savunacak
temsilcilerin seçimini örgütleyecek bir siyasal sistemin yapılanmasını
gerektiriyor. Bu bizi liberal demokrasiye, ya da anayasal demokrasiye
götürüyor. Siyasal partilerin, baskı ve çıkar guruplarının, sivil toplum
kuruluşlarının, halkoyunun anayasal güvence altında yer aldığı, temel hak ve
özgürlüklerin, genel "halk" terimini ötesinde azınlıkta kalanların gözetildiği bir
düzenden söz ediyoruz. Diğer bir deyişle anayasa güvencesi altında bir dizi
kurumsal güvenceler demokrasiyi şekillendiriyor. Örgüt kurma ve örgüte girme
özgürlüğü, ifade özgürlüğü, seçme hakkı, siyasal liderlerin seçilmek için rekabet
özgürlüğü, kamu görevlerinde liyakat ilkeleri, farklı ve alternatif iletişim
kaynakları, serbest ve adil seçimler, seçmenin tercihlerini yansıtacak hükümet
politikalarını uygulayan kurumlar ve benzeri güvenceler.
İlk bakışta popülizmin halkın egemenliği ilkesiyle anayasal demokrasi arasında
bir çelişki gözükmeyebiliyor. Popülizm ile demokrasi uyum içersinde
algılanabiliyor. En azıdan kuramsal düzeyde böyle bir görünüm oluşabiliyor.
Popülizmde demokrasiyi düzeltici unsurlar olduğu söylenebiliyor. Popülizm,
elitlerin göz ardı ettiği o güne kadar "sessiz çoğunluk"la ilgili bir dizi sorunun su
yüzüne çıkmasına vesile olabiliyor. Siyasette dışlanmış kesimleri harekete
geçirerek onların siyasete ısınmalarını sağlayabiliyor. Böylece popülizm
toplumun marjındaki insanları temsil edebiliyor. Popülizm, geniş kesimlere
açılım sağlayarak, sınıfsal ayrışmayı aşıyor ve sosyal ve siyasal koalisyonları
oluştuabiliyor. Birçok kez popülizmin kamuoyunu canlı tutan söylemleriyle
"demokrasiyi demokratikleştirebiliyor".13
Siyaset literatürü dışlanmış kitleleri siyasete katan olumlu yönlerine karşılık
pozitivizmin olumsuzluklarına da dikkat çekiyor. Kimi düşünülere göre
popülizm "topyekun" anlayışıyla bazı toplumsal grupları dışlayabiliyor. "Halkın
iradesi" ne de olsa bütüncül bir anlayış. Kimi kurumsal yapıların güç
yitirmesine nedeniyle özellikle azınlık haklarını görmezlikten gelebiliyor. Bu
açılardan popülizm nicel olarak katılımı genişletirken nitel olarak demokratik
teamülleri yıpratabiliyor. Diğer bir deyişle "halk egemenliği", ya da "milli
egemenlik" demokrasinin güvencesi olan, "checks and balances" diye bilinen
güçler ayrımına ters düşebiliyor. Siyasette yeni kırılma noktaları yaratarak
istikrarı bozabiliyor. Siyasette "ahlâk" sorununu ön plana çıkararak, uzlaşıyı
zorlaştırabiliyor. Plebisiter yöntemleri benimseyerek parti ve parlamentoları,
başarılı yönetişim için seçimle oluşturulmuş kurumsal yapıları, bu arada
anayasanın ta kendisini sorgulatabiliyor.
Özetlersek, popülizm demokrasinin inşa sürecinde önemli getirileri olan bir
anlayış. Geniş kitlelerin siyaset alanına çekilişinde popülizmin önemli katkıları
var. "Halkın egemenliği", ya da bizde sık kullanıldığı gibi "milli egemenlik"
demokrasi için gerekli bir evre. Ama liberal demokrasiden söz ediliyorsa, bu
niceliğe yönelik unsur sakıncaları beraberinde getirebiliyor. Rousseau'nun
"halkın egemenliği" anlayışının demokrasiye açılımı olduğu kadar, otoriter ve
totaliter rejimlere de yol gösterebiliyor. İki dünya savaşı arası Avrupa'da faşist
liderlerin çoğu kez seçimle iş başına geldiklerini unutmamak gerekiyor.
1
Lawrence Goodwyn, The Populist Moment: A Short History of the Agrarian
Revolt in America, Oxford University Press, 1978.
V. I. Lenin, “From Narodism to Marxism,” Lenin Collected Works, cilt 8,
Moskova. Foreign Languages Publishing House, 1962, s. 83-89.
2
V. I. Lenin, “Two Utopias,” Lenin Collected Works, cilt 18, Moskova.
Progress Publishers, 1962, s. 335-359.
3
4
Chang-tai Hung, Going to the People - Chinese Intellectuals and Folk
Literature, 1918-1937, Cambridge (Massachusetts) ve Londra: Harvard
University Press, 1985.
5
Zafer Toprak, Türkiye'de Popülizm 1908-1923, İstanbul: Doğan Kitap, 2013.
6
Carlos de la Torre & Cynthia J. Arnson, Latin American Populism in the
Twenty-First Century, Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 2013, s.
1-35.
Angus Stewart, “The Social Roots”, Populism - Its Meanings and National
Characteristics, der. G. Ionescu ve E. Gellner içinde, Londra: Weidenfeld and
Nicolson, 1970, s. 180-196.
7
Peter Wiles, “A Syndrome, not a Doctrine”, Populism - Its Meanings and
National Characteristics, der. G. Ionescu ve E. Gellner içinde, Londra:
Weidenfeld and Nicolson,1970, s. 166-179.
8
Peter Worsley, “The Concept of Populism” Populism - Its Meanings and
National Characteristics, der. G. Ionescu ve E. Gellner içinde, Londra:
Weidenfeld and Nicolson,1970, s. 212-250.
9
10
Ernesto Laclau, Politics and ideology in Marxist theory: Capitalism, fascism,
populism, Londra: Verso, 1979; Ernesto Laclau, On Populist Reason, Londra:
Verso, 2005.
11
Gino Germani, Authoritarianism, Fascism, and National Populism,
Transaction Publishers, 1991.
Torcuato di Tella, “Populism and Reform in Latin America,” Claudio Véliz
(der,) Obstacles to Change in Latin America, Londra: Oxford University Press,
1965.
12
13
Cas Mudde & Cristobal Rovira Kaltwasser, Populism in Europe and the
Americas - Threat or Corrective for Democracy?, Cambridge University Press,
2012, s. 20-21.