“2023 Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan Yayın Projeleri”
CUMHURİYETİN 100. YILINDA
100 TÜRK BÜYÜĞÜ
SANATÇILAR
Yayına Hazırlayan
Prof. Dr. Vahit Türk
Metin Okuma
Prof. Dr. Murat Ceritoğlu
Doç. Dr. Hüseyin Durgut
Grafik Tasarım
Ender Boztürk
Kapak Tasarım
Sinan Yılmaz
Yayıncı Sertifika No:
42149
Matbaa Sertifika No:
47892
Baskı-Cilt
Plusone Basım
ISBN 978-975-7522-43-0 (2.C)
ISBN 978-975-7522-36-2 (Tk)
Mart 2022, 1. Baskı
[email protected]
“Cumhuriyetin 100. Yılında 100 Türk Büyüğü: Sanatçılar” adlı eser,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleriyle
Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından hazırlanmıştır.
Bu projenin içeriği, hiçbir surette
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görüşlerini yansıtmamakta olup,
içerik ile ilgili tek sorumluluk Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’na aittir.
Ön Kapak
Nasreddin Hoca Minyatürü
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı Arşivi
(Yazma ve Matbu Eserler Koleksiyonu) H. 2142, y. 24a
Arka Kapak Minyatürü
Behzad 15. Yüzyıl Sonları Herat Mektebi
İçindekiler
Takdim | Mehmet Nuri Ersoy
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı
8
Sunuş | Av. Şerafettin Yılmaz
Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Abdülkâdir Merâgî
14
Ahmed Şah - Turan Melek
32
Ahmed Şemseddin Karahisari
Ali Şir Nevâyî
Baki
70
120
Emir Hüsrev-i Dehlevî
Evliya Çelebi
Fuzûlî
Itrî
154
192
210
234
İsmail Dede Efendi
252
Kadı Burhâneddîn
Karacaoğlan
Köroğlu
278
304
322
Mimar Sinan
352
Nasrettin Hoca
Nizâmî-i Gencevî
388
416
Sedefkâr Mehmed Ağa
Şeyh Galip
456
Şeyh Hamdullah
478
446
52
10
Buhûrîzâde Mustafa
ITRÎ Efendi (?-1712)
.
HARUN KORKMAZ*
* İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,
[email protected]
Çoğu eski bestekârımızınki gibi Itrî’nin doğum tarihi de belli değildir.
Namı 1660’lar-1670’ler civarında Buhûrîzâde mahlasıyla yayılmaya başlar ve ondan bahseden en erken kaynak olan Evliya Çelebi’de nev-zuhûr
hânendeler [yeni yetişen ses sanatçıları] başlığı altında “sâhib-i beste
üstâd-ı kâmil bir zât-ı şerîf [besteler yapan, olgun bir üstat, şerefli bir
kişi]”, “Hâfız Buhûrîzâde” olarak anılır. Evliya’nın bu kaydı ve dönemin
diğer kaynaklarında boy göstermeye başladığı tarihler göz önüne alınarak, 1630-1640 civarında doğduğu tahmin edilebilir. İstanbul’da Mevlanâkapı civarındaki Yaylak adındaki semtte dünyaya geldiğini, Osmanlı
tarihinde musikişinas biyografilerine hasredilmiş, bilinen yegâne tezkire
olan Atrabü’l-Âsâr isimli eserinde, Şeyhülislâm Esad Efendi kaydediyor.
Doğduğu semt, bugün olduğu gibi o gün de sur içi İstanbul’unun mütevazı bir semtiydi. Bugün bu semt, Fatih Belediyesi sınırları içindeki
Seyyid Ömer Mahallesi’nde Yayla Caddesi ve Yaylak Sokağı’nın kesiştiği
yerin çevresinde kalan bir bölgedir.
Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’nin babası ‘buhur’ yani tütsü, koku işiyle
uğraşan, bu maddeleri satan bir kimse olmalıdır. Nitekim unvanı kimi
kaynaklarda “Buhurcuzâde, Buhurcuoğlu” diye de geçmektedir. O tarihlerde bu lakapla anılan bir aile olmadığına göre, bir buhurcunun oğlu
olduğu için “Buhûrîzâde” unvanını almış olması kuvvetle muhtemeldir.
İlk gençlik yıllarında, belki de çocukluğunda doğduğu semte çok yakın
olan Yenikapı Mevlevihanesine devam etmiş olma ihtimâli vardır. Nitekim bestekârı bilinen en eski Mevlevî âyîn-i şerîflerinden birisi olan
Segâh Âyîn-i Şerîfi’ni bestelemiş olduğunun kaynaklarda zikredilmesi,
ayrıca Mevlevîlerin sözlü geleneklerinde Râst Na’t-ı Mevlânâ’nın bestesinin ona atfedilmesi, Itrî’nin Mevlevî olduğunu göstermektedir. Câmî
Ahmed Dede (v. 1671/1672)’ye kapılandığı ise kronolojiye uygun bir
rivayettir. Ancak bu rivayet, kendisi de bir Mevlevî olan Rauf Yektâ
tarafından aktarılan ve Sâdeddin Nüzhet’in de söylediği gibi “hiç şüphe
yok ki sadece şifahi” bir rivayettir. 17. asır ortalarının en önde gelen talik yazı üstatlarından Siyâhî Ahmed Efendi’den talik hat meşk ettiğine,
yazdığı şiirlerin eldeki örneklerine ve Küçük İmâm Mehmed Efendi (v.
1674/1675) ile Hâfız Post (v. 1693/1694)’un vefatı için kaleme aldığı vefat
tarihi manzumelerine bakılırsa iyi bir tahsil gördüğü anlaşılmaktadır.
Daha gençliğinde “olgun bir üstat bestekâr” olarak anılması, sıkı bir
musiki terbiyesi aldığını ve erken yaşta üstatlığının teslim edildiğini işaret ediyor. Peki, musiki terbiyesini ve yetişmesini kime borçludur? Bu
236
Sanatçılar
sorunun ilk cevabı Kantemiroğlu’ndan (Dimitri Cantemir) gelmektedir.
Kantemiroğlu’nun yazdığına göre Itrî (Buhurcuoğlu olarak zikrediyor)
Koca Osman’ın talebelerindendir. Hâfız Kömür, Memiş Ağa, Küçük Müezzin ve Tesbîhî Emîr Çelebi de Koca Osman’ın talebeleridir, yani büyük
ihtimalle Itrî’nin meşk arkadaşlarıdır. Itrî’nin, vefatlarına tarih düşürdüğü, kendisinden yaşça büyük olan iki değerli musiki üstadı Küçük İmâm
ve Hâfız Post’tan meşk etmiş olma ihtimali de kuvvetlidir. Nitekim Osmanlı musiki dünyasında bir üstada giderek musiki eserlerini ondan,
ezberlemek suretiyle alma usûlü geçerli olduğundan ve her üstadın o
devirde mevcut olan bütün eserleri ezbere bilmesi pek mümkün olmadığından, talebe farklı hocalardan farklı fasıllar ya da eserler geçerdi.1
Yani Itrî, Koca Osman’ın talebesi olmakla beraber diğer hocalardan da
eserler geçmiş ya da çeşitli musiki bahislerinde onlardan istifade etmiş
olmalıdır. Zaten pek çok ilimde olduğu gibi musiki ilminde de ilerlemek
isteyenler mutlak surette pek çok farklı hocanın halkasında ya da sohbetinde bulunmuş olurlardı. Nuri Şeydâ Bey, 17. yüzyılın musiki üstatlarından Vâkıf Nasrullah Halhâlî’nin Itrî’nin hocası olduğunu söylüyorsa
da eski kaynaklarda bu bilgiden eser yoktur. Naîma Tarihi’nde bu zatın,
devrin önde gelen musiki üstadı olarak zikredilmesinden dolayı Nuri
Şeydâ Bey de böyle bir kanaat oluşmuş olmalıdır.
Itrî’nin hayatının önemli bir kısmı saray çevresinde geçmiştir. Itrî’yle
çağdaş kaynakların ittifakla aktardığına göre, Sultan IV. Mehmed’in
yakınında bulundu. Sultanın huzurunda yıllarca, eski bestekârların ve
kendi eserlerinin icra edildiği fasıllarda hanendelik etti. Osmanlı arşivindeki belgelerden Enderun’da musiki muallimi olduğunu, padişah
cariyelerine musiki öğrettiğini, huzur fasıllarında hanende ve serhanende olarak görev aldığını öğreniyoruz. Fasıllarda Kemanî Ahmed Çelebi,
Hanende Receb Çelebi, Santurî Mustafa Çelebi, Kemanî Hasan Çelebi,
Hanende İbrahim Çelebi, Neyzen Mehmed Çelebi, Tanburî Çelebiko,
Sazende Hokkabaz Yasef, Miskalî İbrahim Çelebi, Çöğürcü A‘ma Mehmed Çelebi, Tanburî Angeli, Nefirî Aydın, Çöğürcü Osman Ağa, Tanburî
Kasım gibi isimlerle yer aldığını yine arşivdeki kayıtlardan çıkarıyoruz.
IV. Mehmed, ömrünün mühim bir kısmıı, saltanatı süresince vuku bulan seferler ve av merakı sebebiye Edirne’de geçirmiştir. Tabi Edirne
1 Eser geçmek: Bir musiki eserini, o eseri ezberinde tutan üstattan, eserin
usûlünü elleri dizlere vurmak suretiyle öğrenmek ve tamamen ezberlemek
demektir.
Itrî
seferlerine maiyetiyle birlikte ve uzun zaman geçirmek üzere gidiyordu.
Öyle ki hayatının önemli bir kısmı Edirne’de geçti, hatta kızının düğün
ve oğullarının sünnet düğünlerini dahi (1675) Edirne’de düzenledi. Dolayısıyla hem bu merasimler vesilesiyle hem de padişahın musiki zevkini
tatmin için, Enderun’da görevli musikişinaslar Edirne’ye götürülüyordu.
Itrî’nin pek çok kez bu seyahatlere iştirak ettiğini, harcırah ve yolluk erzak aldığını gösteren arşiv belgelerinden öğreniyoruz. Hatta Edirne’deki
Sarıcapaşa mahallesinde bulunan Damat Ali Paşa çeşmesinin 1694 tarihli
kitabesini onun yazması, Edirne bağlantılarının Sultan IV. Mehmed’in
vefatından sonra da devam ettiğini göstermektedir:
Ali Paşa-yı âdil ol melek-hû
Akıtdı âb-ı kevserden zehî su
Kabûl etsin Hudâ hayrâtın ânın
Gele mahşerde sulu kâse karşu
Pesend edüp dedi târîhi Itrî
Sebîlillâh Resûl aşkına ey su
Esirciler Kethüdalığı Görevi
Itrî uzun yıllar boyunca Osmanlı sarayında muhtelif vazifelerde bulundu.
Elimizdeki arşiv belgeleri, vefatına kadar devlet hizmetinin devam ettiğini, memuriyette bulunduğunu gösteriyor. Onun hayatının son 35 yılına
damgasını vuran görevi ise, ‘esirciler kethüdalığı’dır. 1676’da bizzat talepte
bulunarak, devrin padişahı IV. Mehmed’in iradesiyle bu göreve atanmıştır.
Tezkire sahibi Salim Efendi’ye bakılırsa esirciler kethüdalığı Itrî’nin öteden beri “hubb-i câhı”, yani hararetle arzu ettiği bir makam imiş. Nihayet
emeline vasıl olarak 21 Ocak 1676 tarihinde esirciler kethüdalığına resmî
yazı ile başlamıştır. Belgede geçen ifadeler, bu görevin Itrî’ye “inayet” kılınmasının, saray “hademesine” musiki öğretmesi ve “padişahın huzurunda
epeyce hizmeti geçmesi” dolayısıyla gerçekleştiğini vurguluyor. Belgede
Itrî’nin kethüdalığı kendi arzusuyla istediği de özellikle belirtiliyor ve
görevi yapmasına bir engel çıkar ya da kayıtsızlık gösterirse azledileceği
söyleniyor. Aksini söyleyen herhangi bir belge bulunmadığından, Itrî’nin
vefatına kadar bu görevde bulunduğunu kabul ediyoruz. Kaldı ki biyografi
kaynakları bunu teyit ediyor ve bazı arşiv belgelerindeki kayıtlar da bu
bilgiyi destekleyebilecek bir mahiyet gösteriyor.
237
238
Sanatçılar
Itrî’nin Vefatı ve Kabrinin Yeri
Itrî, kaynakların çoğunun ifadesiyle 1711-1712 yılları civarında, Tezkire
sahibi Salim’in daha net bir şekilde aktardığına göre ise “1123 hududunda” yani Ocak 1712’de, uzun ve bereketli ömrünü tamamlayarak vefat
etmiş ve yine dönemin biyografi yazarlarından Şeyhî’nin aktardığına
göre “Mevlevîhâne Yenikapusu hâricinde” defnedilmiştir. Yani bugün
‘Mevlânâkapı’ olarak adlandırılan sur kapısının dışındaki mezarlıktadır
Itrî’nin kabri. Kimi yazarlar, Itrî’nin kabrinin Yenikapı Mevlevîhânesi
haziresinde olduğunu söylüyorlarsa da bu hiç şüphesiz Şeyhî’nin tarifinin yanlış anlaşılmasından doğan bir bilgi karışıklığından ibarettir.
Şeyhî’deki tarife en uygun mezarlık, bugün “Tahir Efendi Mezarlığı” ya
da “Merkez Efendi Kabristanı” olarak bilinen mahallerdir. Ancak Itrî’nin
mezar taşına henüz tesadüf edilmemiştir. Surlarla mezarlık arasına Topkapı’dan sahile inen genişçe bir araba yolu açıldığından, mezar yeri yol
yapımında tamamen kaybolmuş da olabilir.
Edirnekapı’dan Eyüp’e doğru giderken, Mısırtarlası Mezarlığı’nın kuzeybatı tarafındaki köşesinde, Otakçılarbaşı mevkiinde bulunan ve 16.
yüzyılda yaşamış Buhurcu Şeyh Yakub Efendi’ye ait olan mezarın Itrî’nin
zannedilmesi, “Buhurcu” unvanının yol açtığı karışıklıktan dolayıdır.
Lahdin ve mezar taşının Itrî’nin yaşadığı ve vefat ettiği çağlara ait olmayıp en az 150 sene öncesinin özelliklerini göstermesi, bilhassa kabir
şahidesindeki başlığın biçimi, ayrıca bu mezar yerini Yakub Efendi’ye ait
gösteren tarih kaynaklarının mevcudiyeti, bugün dahi Itrî’nin zannedilen ve ziyaret edilen söz konusu kabrin onunla hiçbir alâkası olamayacağını kesin olarak teyit eder.
Itrî’nin Eserleri ve Bestekârlığı
Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser…
Yahya Kemâl Beyatlı
Eskiden musiki eserleri pek notaya alınmadığı, üstattan talebeye meşk
edilmek suretiyle aktarıldığı için belli bir müddet sonra zamanın yıpratıcı etkisinden kurtulamayarak unutulurdu. Yeni bestekârların eserleri
Itrî
eski eserlerin yerini alır, elde kadim zamanlardan pek az eser kalırdı. Bu
yüzden Itrî’nin eserleri de aynı kaderi yaşadı ve yine Yahya Kemâl’in ifadesi ile “Gemiler geçmeyen bir ummanda” kaldı. Ancak eldeki az sayıda
eseri ile bile Itrî efsanesi devam etti. Musiki tarihinin büyük bestekârları
arasında ilk akla gelenlerden oldu. Öyle ki aslında anonim olmalarına
karşın asırlardır camilerde okunan Segâh Bayram Tekbîri ve Salât-ı Ümmiye gibi kadim eserler onun bestesi olarak bilinmeye başladı.
Her ne kadar Esad Efendi, kesretten kinaye yoluyla Itrî’nin 1000 kadar
eseri olduğunu söylüyorsa da elimizdeki belgeler, onun en fazla 500
kadar eser bestelemiş olabileceğini gösteriyor. Künyesini net bir şekilde
tespit edebildiğimiz eserlerinin sayısı ise 350-400 bandını aşmıyor. Ancak yine de bu sayı, Recep Çelebi gibi son derece velût bir diğer üstat
bestekâr istisna edilirse, çağdaşı olan bütün bestekârların eser sayısının
üzerindedir. Itrî yüksek ağırlıkla fasıl eserleri besteleyen bir bestecidir. Oldukça geniş bir makam yelpazesinde klasik beste biçimlerinin o
gün kullanımda olan bütün beste türlerinde eserler vücuda getirmiştir.
Murabba beste ve semâî türlerine ağırlık vermiş, nakış ve kârlar, kâr-ı
nâtıklar bestelemiştir. Ayrıca güfte mecmualarından, az sayıda şarkı ve
türkü bestelediğini hatta bunlardan kimisinin sözlerini de bizzat kaleme
aldığını öğreniyoruz.
Itrî’nin dinî eser bestekârlığı ise son derece sınırlıdır. Eserlerinin tamamı düşünüldüğünde dinî eser oranı yüzde bir nispetinde kalmaktadır.
Bestekârlığının ve musiki tarihindeki belirleyici rolünün şöhreti, birtakım anonim eserlerin ona izafe edilmesine yol açsa da gerçekten ona
ait olduğunu tarihî verilerle ortaya koyabildiğimiz dinî eser sayısı 5-7
arasında değişir ama hiçbir şekilde 10’u geçmez. Sadettin Nüzhet Ergun’un Antoloji’sinde 7 eseri gösterilir. Bunlardan Segâh Âyîn-i Şerîfi’nin
Itrî’ye ait olduğunu, çağdaşı olan kaynaklarda bulamıyorsak da 18. ve
19. yüzyıl Mevlevî literatüründe eserin Itrî’ye aidiyeti hususunda herhangi bir tereddüt bulunmaz, eser yer aldığı kaynaklarda mutlaka ona
kaydedilir. Na’t-ı Mevlânâ ise besteli ve bestekârı belli bir eser olarak
Osmanlı devrinde yazılan güfte mecmualarında ve sair kaynaklarda yer
almaz. Yalnızca pek çok na’t güftesi gibi, makam ve bestekâr bilgisi verilmeksizin âyîn-i şerîf mecmualarına kaydedilir. Ancak Na’t-ı Mevlânâ’nın
Itrî’ye ait olduğu, Mevlevî çevrelerinde şifahî de olsa kabul görmüş bir
bilgidir. Dolayısıyla Cumhuriyet döneminde kaleme alınan notalarında
bestekâr Itrî olarak yazılmıştır.
239
240
Sanatçılar
Itrî’nin Mevlevî repertuvarı haricinde kalan en meşhur dinî eseri, güftesi
de kendisine ait olan ve “Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûrsun”
mısraı ile başlayan Nühüft makamındaki tevşihidir. Nühüft Tevşih, musikinin bu en nadide makamlarından birinin büyük bir sanatkâr kudreti
ve saltanatlı bir melodi kurgusuyla tasarlandığı, ağdalı murabba bestelerin girift yapısını andıran bir eserdir. Dinî musikinin belkemiği olan
eserlerden biri haline gelmiş ve araya bir fasıla girmeksizin 3 asır boyunca icra edilegelmiştir. Elimizde birkaç nota versiyonu olarak mevcuttur.
Itrî birkaç ilâhî daha bestelemişse de bunlardan günümüze ulaşabilen
olmamıştır.
Itrî’nin bütün musiki tarihine damga vuran ve başta Yahya Kemâl olmak
üzere şair ve edebiyatçıların inşa ettikleri metinler vesilesiyle 20. yüzyıl
Türk fikir âleminde mümtaz bir konuma yerleşen Nevâ makamındaki
kârı, hakikaten ritim ve ezgi zenginliği bakımından musiki varlığının şahikasında durmaktadır. Tarihî kaynaklara bakılırsa, Türklerin en sevdiği
makamlardan biri olan Nevâ’yı, yaratımı mümkün olan bütün incelik
ve zarafetiyle bir kanaviçe gibi işlemiş, eserin içinde farklı makamları da
sırasınca dolaşarak, musikide ‘geçki’ adı verilen makam değişikliklerinin en güzel numunelerini sunmuştur. Eser; ritmik sağlamlık, usûllerin
birinden yekdiğerine geçişteki ustaca ezgi hamleleri, ritim kalıplarının
güfte ve melodiyle olan en yüksek seviyedeki uyumu bakımından eşine
pek az rastlanabilen türden bir musiki hadisesidir. Itrî, kârının güftesini
o günün alışkanlıkları gereği Farsça şiirler arasından ve o dilin en büyük
şairlerinden kabul edilen Hâfız-ı Şîrâzî’den seçmiş, bir gazelin seçtiği
beyitlerini besteledikten sonra, yine Hâfız’ın başka bir gazelinden bir
beyti, eserine almıştır. Benzerine az rastlanan bu tercihinde ne kadar
isabet ettiğini, söz konusu beyti işlerken sergilediği üstadane işleyişle
ispat etmiştir. Eserin güftesini bihakkın dile getirdiği gibi ve hatta onun
da fevkinde bir muvaffakiyetle terennümleri nağmelendirmiş ve esasında herhangi bir anlama gelmeyen “yele, lele, tene nen ni, yentir lâ”
gibi terennüm lafızlarını kullanarak, ciltlerle anlatılmayacak hisleri, hem
ağırbaşlı, vakur bir edayla hem de tam zıddı bir coşkunluk ve uçarılıkla
tasvir etmiştir. Öyle ki Itrî’nin Nevâ Kâr’ı, başlarda pek az icra edilmiş
ama sonra gitgide eski repertuvarın aynı makamdaki kadim eserlerini
hafızalardan silecek kadar ünlenmiş ve tutulmuş, klasik musikinin çekirdek repertuvarının merkez kutbuna yerleşmiştir. Hâlâ zevkle okunmakta, klasik musikiyle belli bir seviyede meşgul olan musikişinas ve
musiki severlerin hafızasını ve anlam dünyasını süslemektedir.
Itrî
Ne yazık ki Itrî’nin bestelediği pek çok kâr ve nakıştan yalnızca Nevâ
Kâr’ı elimizdedir. Belki bu eserine mümasil ne harikalar yaratmıştı... Notanın etkin bir şekilde kullanılmadığı ve sözlü eserlerin ise hemen hemen
hiç yazılmadığı bir musiki evreninde, eserler o kadar farklı yollarla silinmiş durmuştur ki, eski devirlerden elimize yalnızca bir avuç eser kalabilmiştir. Kâh repertuvar şişmiş, yeni eser havuzu eski eserleri yutmuş,
yok etmiş, kâh eserler kıskançlık eseri olarak belirli kişilerin hafızasında
kalmış ve onların ölümüyle karanlığa karışmıştır. Beşer hafızası unutmak
hastalığına duçar olduğundan zaten aksi de pek mümkün değildi. Ama
güfte mecmualarını inceleyip eski üstatların kaybolan eserlerinin künyeleriyle karşılaştığımızda, güçlü bir hayıf duygusu benliğimizi ele geçirir.
Eserin güftesi, makamı, usûlü, terennümü, hâsılı notası hariç her şeyi elimizde, ama kendisi o malum “gemiler geçmeyen ummandadır”. Itrî’nin
büyük formlu eserlerinin kahir ekseriyetinin de vaziyeti aynen budur.
Itrî’nin Pençgâh makamında bestelediği iki murabba bestesi notasıyla
elimizdedir. Her ikisi de bestelendikleri tarihten itibaren Pençgâh faslının esası haline gelmişlerdir. Hoca Abdülkadir, Gulâm Şâdî ve Acemler’e
atfedilen birtakım eski Pençgâhların peşinden Itrî’nin eserleri gelir. Eskiden, bugüne kıyasla daha geniş bir kullanım sahasına sahip olan Pençgâh makamı, zamanla Rast ve Rast kararlı diğer makamların içinde erimiş, bu makamda eser verilmez olmuştur. Buna rağmen, eski üstatların
Pençgâh eserlerinin güfteleri, fasıl mecmualarının pek çoğunda yer alır.
Itrî’nin eserleri de bu cümledendir. Bu besteler, eskilerin “devletli, saltanatlı” dediği tarzda, gayet haşmetli eserlerdir. İmparatorluğun merkez
kültür çevrelerinin yüksek sanat anlayışını, yarattıkları ve hayatlarının
birer parçası kıldıkları sanat eserlerine yansımış olan debdebeyi temsil
için klasik musikiden iki örnek getirmemiz icap etseydi, hiç şüphesiz
bu iki şaheser ilk müracaat mevkilerimizden olurdu.
Itrî’nin elimize ulaşabilen yegâne Isfahan Bestesi, Nâbî’ye ait olan gazelin
“Gel ey nesîm-i sabâ hatt-ı yârdan ne haber” mısraı ile başlar, Zencîr
usûlünde bestelenmiştir. Eser başından itibaren sadece kendisinin bulunduğu bir âleme götürür dinleyeni. Nağme yürüyüşündeki insicamlı
yapı, güçlü ritim örgüsü, güftenin ezgilendirilmesindeki letafet, tadımlık
geçkilerin yerli yerinde ve imza mahiyeti taşıyan bir maharetle tasarlanmış oluşu, hayranlık uyandırıcıdır.
“Câm la’lindir senin, âyîne rûy-i enverin” mısraı ile başlayan Hisar Beste, eserlerinin yüzde beşi ancak elimizde kalmış olan Itrî’nin 20 kadar
241
242
Sanatçılar
eseriyle de olsa neden efsane bir isim olduğunu, yukarıda sıralanan diğer
eserleriyle birlikte açıkça ortaya koyar. Bâkî’nin gazeli, klasik musikilere
mahsus bir asaletle, üzerinde en ufak bir gölge dahi bulunmayan parlak
bir bestede can bulmuştur. Güfte itina ile seçilmiş olduğundan bestesinde gazeldeki mazmunların bütün hakları verilmiş, edebî bakımdan
güçlü bir görünümü olan bu rengin gazel, musiki âleminde başka bir
değer kazanmıştır. “Câm la’lin”, Hisar gibi Itrî’nin çağında henüz pek
fazla işlenmemiş olan bir makamda, makamın melodi kaynağı olabilecek
kadar kesif bir nağme kurgusuyla bestelenmiş devasa bir sanat varlığıdır.
Segâh makamının başyapıtlarından olan ağır semâîsi, Bestenigâr makamının, Dede Efendi’nin Âyîn-i Şerîfi ve birkaç eski eserle birlikte en
muazzam örneklerinden olan Darb-ı Fetih îkāındaki bestesi, Bûselik,
Râhatülervâh makamlarındaki murabba besteleri, Rast ve Irak makamındaki ağır semâîleri, Beyâtî, Rehâvî ve Nühüft peşrevleri, Itrî’nin
büyük sanatının elimizdeki diğer numuneleridir. Kaybolan eserlerine
hayıflanmak, bazen günümüze ulaşabilen eserleriyle zevkyab olmaktan
bizi alıkoyuyorsa da kehkeşanlara kaçmış güneşlerden arta kalan parlak
yıldızlara benzeyen bu enfes eserlerin ışıltılı dünyalarına sık sık misafir
oluyor, her bir nağmelerinde, göklere erdirilmiş sanatın cömert nükteleriyle gönlümüzü bereketlendiriyoruz…
Itrî’nin Şiirlerinden Bazı Örnekler
Nâbî’nin gazeline yazmış olduğu nazîresi
Urmasın cismini tîge hat-ı cânân dönsün
Yüze çıkmasın olur sonra peşîmân dönsün
Sayd-ı mürg-i dil içün her biri bir şeh-bâze
Meclis-i meyde yine dîde-i hûbân dönsün
Bûs-i lâ’l-i leb-i cânânı murâd eylermiş
Alırız elden ele sâgar-ı gerdân dönsün
Hüsn-i dildâr ile bahs eylemeğe azmetmiş
Deñ tahammül edemez mihr-i dırahşân dönsün
Gece kûyine varup görmek için dildârı
Tutulur söyleñiz anda meh-i tâbân dönsün
Itrî
Kef-i dildâre erem deyü gezer elden ele
Deyünüz dâiyeden subha-i mercân dönsün
Nazm-ı Nâbîye yine peyrev ol Itrî yazılıp
Rûy-i hat-âver-i mecmûa-i yârân dönsün
Nâbî’nin Gazeline Tahmîsi
Berg-i gül-i gül-zârı hıyâm eyledi bülbül
Gülşende yine ayş-i müdâm eyledi bülbül
Hâsıl bu ki tahsîl-i merâm eyledi bülbül
Hûn-i dili mey gonceyi câm eyledi bülbül
Bezm-i gülü nâleyle tamâm eyledi bülbül
Dünyâyı harâb etse n’ola sıyt ü sadâdan
Ol goncenin açıldığın işitdi sabâdan
Uşşâka yine zemzeme-bahş-oldu nevadan
Her nâlede bir nahl-i güle kondu safâdan
Her nağmede tebdîl-i makām eyledi bülbül
Taht-ı çemen olunca yine gonceye temlîk
Ezhâr-ı bahâr eylediler cümlesi tebrîk
Kasd etdi ki râhat ola erdi şeb-i târîk
Gehvâresinî gerçi nesîm eyledi tahrîk
Ammâ ki güle hâbı harâm eyledi bülbül
Etmiş yine nûş-i arak-i şebnem o nâlân
Etse n’ola dîvâne vü mecnûn ü perîşân
Ol gonceyi gördükde olup vâlih ü hayrân
Etdi sözün âmîhte-i şekve-i hicrân
Mest olmak ile halt-ı kelâm eyledi bülbül
Terk etdi dil ü dîde yine râhat ü hâbı
Itrî n’ola azm-i çemene etse şitâbı
Olmuş yine zencîr-i cünûn gülşenin âbı
Dün geldi sabâ sahn-ı çemenden dedi Nâbî
Hâk-i reh-i düstûra selâm-eyledi bülbül
243
244
Sanatçılar
Itrî’nin güfte mecmuasının ilk sayfaları
Itrî
Nühüft makamında tevşih olarak bizzat
bestelediği na’ti
Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sun
Mihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsun
Târik-i gülzâr-ı âlem mâlik-i mülk-i adem
Münkirîne mahz-ı mâtem mü’minîne sûrsun
Sensin ol şâh kim Süleymânlar kapunda mûrdur
On sekiz bin âleme hükmetmeğe me’mûrsun
El benim dâmen senin ey rahmeten-lil-âlemîn
Şöhretim isyan benim sen afv ile meşhûrsun
Pâdişâh-ı evvelîn ü kıble-gâh-ı âhirîn
Evvel ü âhir imâmü’l-enbiyâ mezkûrsun
Yâ Resûlallâh umarım diyesin rûz-i cezâ
Gerçi cürmün çokdur ammâ Itrîyâ mağfûrsun
Gazellerinden birkaç örnek
Bakmazsa rûy-i dilbere a’dâ safâ-nazar
Sen eyle sun’-i Hakk’ı temâşâ safâ-nazar
Mihr ü mehe bakar mı cemâlin gören dedim
Bakdı dedi ol-âyîne-sîmâ safâ-nazar
Tûtî-i âyine-dili ol sîne söyletir
Olsun hezâr bâğda gûyâ safâ-nazar
Dil nâzır-ı gubâr-ı derindir dedim, dedi
Câizse kuhl-ı dîde-i bînâ safâ-nazar
Dervîşi gör ki men’eder uşşâkı yârdan
Gördükce kendi hûbu der amma safâ-nazar
Dil-dâr hâl ü hatt ü lebin gösterip dedi
Habb ü gubâr ü bâde-i şehlâ safâ nazar
245
246
Sanatçılar
Yokdur nazîr-i hüsnüne birdir iki değil
Mislin görürse nergis-i şehlâ safâ-nazar
Geh vasl ü gâh hicr ü gehî nûş u gâh nîş
Hâl-i cihân böyle azîzâ safâ-nazar
Bu nev-zuhûr şâhid-i nazmın görüp eğer
Itrî nazîre derse ahibbâ safâ-nazar
�
Gönlüm ol gül’izâr ile açılır
Tâb-ı bülbül bahâr ile açılır
Pâyine eşkim olsa n’ola revân
Nahl-i gül cûybâr ile açılır
Bend-i zülfü ol-âfetin her ân
Ârzû-yî şikâr ile açılır
Gûş edip nâlemi olur handân
Gonce âh-ı hezâr ile açılır
Gam-ı hattını dilden eyleme dûr
Jeng zirâ gubâr ile açılır
Itrî’ye mâ-hasal senin tâbın
Bâde-i hoş-güvâr ile açılır
Şarkı
Aşkın ile kalmadı tende mecâl
El-amân ey gonce-dehen, el-amân
Firkatin ile bu gönlüm pür-melâl
El-amân ey gonce-dehen, el-amân
Gamze-i fettân ile pür-yâreyem
Tîr-i gamm ile dil-i sad-pâreyem
Âşık-i üftâde vü bî-çâreyem
El-amân ey gonce-dehen el-amân
Itrî
Hâtır-ı nâ-şâdımı gel eyle şâd
Meyve-i vaslınla edip ber-murâd
Itrî-i bî-tâkatine eyle dâd
El-amân ey gonce-dehen el-amân
Türkü
Âşık oldum bin cân ile
Gözlerim doldu kan ile
Geçdi ömrüm hicrân ile
Terk eyledin âhir beni
Kerem eyle dostum bana
Dil ü cânım verdim sana
Bakmaz oldun benden yana
Terk eyledin âhir beni
Niçin yanıma gelmezsin
Hâtırım ele almazsın
Semt-i vefâyı bilmezsin
Terk eyledin âhir beni
Cânıma kâr etdi elem
Cürmüm nedir suçum bilem
Ben senin kurbânın olam
Terk eyledin âhir beni
Itrî’ye rahm eyle cânım
Nice demdir ki giryânım
Nedir cürmüm a sultânım
Terk eyledin âhir beni
Küçük İmam için yazdığı vefat tarihi
Bülbül-i bâğ-ı cinân yâni İmâm-ı Kûçek
Edicek azm-i bekā âleme firkat saldı
Erüp âvâze-i fevti feleğe gûş edicek
Sazını girye ile Zühre zemîne çaldı
247
248
Sanatçılar
Çünki oldu dem-i nakli şeb-i ıyd-ı adhâ
Mürg-i cânı umarız bahr-i necâte daldı
Fevtin anın göricek Itrî dedi târîhin
Âh cem’iyyet-i yârân imâmsız kaldı
Hâfız Post için yazdığı vefat tarihi2
Hâfız el-hacc ol İmam-zâde Mehemmed hakk bu kim
Mûsikî ilminde mâhirdî ol üstâd-ı zemân
Seyr eden seyyâh-ı âlem her makām ü mahfili
Anın âsârın ederdi ehl-i tab’a armağan
Oldu âsâriyle pür-âvâz Irak ile Hicâz
Hem Nihâvend ü Nişabûr ü Acem hem Isfahan
Hâzin-i genc ü hünerdi bezl-i makdûr eyledi.
Âşıkāne kıldı taksîm etti vârın der-miyân
Germ ederdi bezm-i uşşâkı nevâ-yı nâlesi
Mâye-i şevk olur idi açsa meclisde dehân
Bezmine dil beste kılmışdı büzürg ü kûçeki
Pâk-edâ vü hoş-tekellüm hûb-lehce nüktedân
Gördü kim devrin usûlü kec muhâlif gerdişi
Ehl-i tab’ın rast-kaddi dâim olmakda kemân
Âlemin nakşın çıkardı bildi kârın kim ecel
Ne Gulâm’a rahm eder ne Hâce’ye verir aman
Pâye-î pest ü bülendinden çeküp el âlemin
Azm-i ukbā etti olup târik-i bezm-i cihân
2 Itrî musiki tabir ve ıstılahlarını kullanarak, gayet sanatlı ve dokunaklı bir
vefat tarihi manzumesini devrin büyük musiki üstadı Hâfız Post’un ruhuna
armağan etmiştir. Musiki tarihinin en büyük bestekârlarından kabul edilen
ve kendilerinden sonra gelen musiki üstatlarının ulaştıkları üstadiyet mertebelerini vurgulamak maksadıyla isimleri mukayese içim kullanılan Hâce (Abdülkadir-i Merâgî/15. asırda yaşamış olan büyük Türk bestekârı) ve Gulâm
(Gulâm Şâdî/Bâbur Şah zamanının önde gelen musikişinası), bu manzumede
de anılmıştır.
Itrî
Geçdi çerh çenberinden rûhu evce azm edüp
Hâkde oldu nühüfte ol vücûd-i nâtüvân
Postunu boş koydu gerçi nâmı ammâ zindedir
Âna âsârı vü tasnîfî yeter nâm ü nişân
Harf-i menkūt ile târîh oldu ânın fevtine
Dedi Itrî Hâfız’â Me’vâ ola Yâ Rab cinân (h.1105/1693-94)
Kaynakça
Yazma Eserler
Müellifi/Mürettibi Belli Olanlar
Ahmed Ârif Himmetî, Âyîn-i Şerîf ve Na’t Mecmuası, 1836, Süleymaniye Kütüphanesi,
Yazma Bağışlar 4242.
Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi, Fasıl Mecmuası, tertibi: 17.yüzyılın son çeyreği, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY 5525.
Dervîş İsmet, Âyîn-i Şerîf Mecmuası, 22 Kasım 1906, Süleymaniye Kütüphanesi, Galata Mevlevîhânesi 251.
Dimitri Kantemiroğlu, Kitabü İlm-i Musiki alâ Vechi’l-Hurufât, İstanbul Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi, Y-100.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, c. I, Topkapı Sarayı, Bağdat 304.
Eyyûbî Mehmed Bey, Fasıl Mecmuası, [1846-1850], Harun Korkmaz’ın şahsî koleksiyonunda.
Hekimbaşı Abdülaziz Efendi, Fasıl Mecmuası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler
Kütüphanesi, TY 3866.
İbrahim Vahdî Efendi, Fasıl Mecmuası, 1710/11, Harun Korkmaz’ın şahsî koleksiyonunda.
İmamzâde Hafız Post Mehmed Efendi, Fasıl Mecmuası, Topkapı Sarayı Muzesi Kütüphanesi, R 1724.
İmamzâde Hafız Post Mehmed Efendi, Fasıl Mecmuası, İstanbul Üniversitesi Nadir
Eserler Kütüphanesi, TY 9857.
İmamzâde Hafız Post Mehmed Efendi, Fasıl Mecmuası, Murat Bardakçı’nın şahsî
koleksiyonunda.
Mahmud, Fasıl, Havas ve Fevâid Mecmuası, tertibi: 18. yüzyılın ortaları, Harun Korkmaz koleksiyonunda.
Rıza, Fasıl Mecmuası, 1795/96, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY
5634.
Sadullah Efendi, Fasıl Mecmuası, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî Manzum 732.
Şeyh Galib, Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi ve başka Zevât, Âyîn-i Şerîf Mecmuası,
[1785-1923], Yenikapı Mevlevîhânesi Kütüphanesi’nden, Prof. Dr. Abdülbâkî Nâsır Baykara’nın şahsî koleksiyonunda.
249
250
Sanatçılar
Şeyhülislâm Esad Efendi, Atrabü’l-Âsâr fi Tezkireti Urefâil’l-Edvâr, telif tarihi: 17281730 arası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY 2529.
Tesbîhî Emir Çelebi, Fasıl Mecmuası, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan
1723.
Anonimler
Âyîn-i Şerîf Mecmuası, 26 Şubat 1896, Leipzig Universitäts Bibliothek, Cod. Pers. 05.
Eş’ar, Münşeât ve Güfte Mecmuası, 1630, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY 3665.
Fasıl Mecmuası, [1821-1825 civarları], İnan Kıraç’ın şahsî koleksiyonu.
Fasıl Mecmuası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY 3595.
Fasıl Mecmuası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY 5640.
Fasıl Mecmuası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY 5641.
Fasıl Mecmuası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, 1751/52, TY 5657.
Fasıl Mecmuası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, TY 9896.
Fasıl Mecmuası, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî Manzum 706.
Fasıl Mecmuası, Millet Kütüphanesi, Ali Emirî Manzum 736.
Fasıl Mecmuası, tertibi: 18. yüzyılın başları, Süleymaniye Kütüphanesi, Galata Mevlevihanesi koleksiyonu, no: 151.
Kitaplar
Ahmet Avni Bey [Konuk], Hânende, İstanbul, Mahmut Bey Matbaası, 1317 (1899).
Ergun, Sadettin Nüzhet, Türk Musikisi Antolojisi ~ Dinî Eserler, c. I-II, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayını, İstanbul, 1942/43.
Ezgi, Suphi, Nazarî ve Amelî Türk Musıkisi, c. I-V, İstanbul Konservatuarı Neşriyatı,
İstanbul, 1935-1953.
Haşim Bey, Mecmua-i Kârhâ, Nakışhâ ve Şarkıyyât, İstanbul, 1280 (1864).
Heper, Sadettin, Mevlevî Ayinleri, Konya, Konya Turizm Derneği yayını, 1974.
Karadeniz, M. Ekrem, Türk Musikisinin Nazariye ve Esasları, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 1983.
Korkmaz, Harun, The Catalog of Music Manuscripts in Istanbul University Library (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki Musiki Yazmalarının Kataloğu), Harvard
University The Department of Near Eastern Languages and Civilizations,
Cambridge, MA, 2015.
Öztuna, Yılmaz, Itrî, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987.
Seyyid Mehmed Nuri (Bolahenk Nuri Bey), Mecmûa-yı Kârhâ ve Nakşhâ, Beste, Semâî
ve Şarkiyyât, İstanbul, 1290 (1873).
Şardağ, Mustafa Itri Efendi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989.
Türk Musikisi Klâsiklerinden ~ Mevlevi Ayinleri, İstanbul Konservatuarı Neşriyatı,
İstanbul, 934-1939.
Itrî
Makaleler
Korkmaz, Harun, “Fatihli Bestekârlar-II- Itrî”, Yeditepe Fatih Dergisi, sayı: 3, Eylül
2021, s. 76-79.
Mermutlu, Bedri, “Belgeler Işığında Buhurizade Itri Mustafa Çelebi”, Uluslararası
Itri Sempozyumu (Bildiriler), Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, 2019,
s. 21-47.
Mert, Talip, “Onyedinci Asrın Üçüncü Çelebisi Buhurîzâde Mustafa Çelebi”, Türk
Edebiyatı Dergisi, sayı: 469, İstanbul, 2012, s. 8-12.
Mert, Talip (2013). “Hattat Buhurîzâde Mustafa Itrî”, Musiki Dergisi, sayı: 1, s. 20-26.
Rauf Yektâ, “Itrî’nin Medfeni”, Tevhid-i Efkâr, no: 221-3249, 20 Kânûnusânî 1338
(1922), s. 3.
Tezler
Doğrusöz, Nilgün, Hafız Post Güfte Mecmuası Türkçe Güfteler, İstanbul Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1993.
Oskay, Semire, Itrî ve Bestelediği Şiirler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı, Mezuniyet Tezi, 1948.
Yüceışık, Zeynep Sema, Şeyhülislam Es‘ad Efendi, Atrabü’l-Âsâr fi Tezkireti Urefâi’l-Edvâr (Giriş- Metin-Tercüme-Terimler-Dil Notları), İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 1990.
251