CUMHURIYET’IN
ILK YÜZ’ÜNDE
KADIN YAZARIN
SERÜVENI
“Bir müennes yiğ durur kim ehl ola
Bin müzekkerden ki ol na-ehl ola
Bir müennes yiğ ki zihni pak ola
Bin müzekkerden ki bi-idrak ola”1
Mihri Hatun2
RANA SENANUR DOĞAN
1
M
illetler ortak değerlerini gelenek ve kültür üzerine inşa ederek
ilerler. Bir yandan temas ettiği ya da bünyesine dahil ettiği gelenek ve kültürle karışır diğer yandan kendi değer yargılarını tecrübe ve
amaçlarıyla oluşturur, korur, geliştirir ve nesillerce aktarmayı hedefler.
Türk töresine ve toplum yapısına baktığımızda özellik Orta Asya Türklüğünde kadın ve erkek ilişkilerinin aynı dönemde yaşamış milletlerin
çoğundan farklı olduğunu görürüz. Bunun tespiti için biraz geri git-
1
Akt. S. Faroqui, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,
1997, s. 137’den akt. Fatmagül Berktay, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Feminizm”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık, 3. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020, s. 348.
İ NC E L E M E
46
mek gerekse de önemli bir örnek olması açısından Köktürk Yazıtlarına
bakmanın yerinde olduğu kanaatindeyiz. Nurdin Useev Köktürk yazıtlarındaki kelimeleri merkeze alarak yaptığı çalışmasında Türklerdeki kadın- erkek algısını şu şekilde ortaya koymaktadır: “kişi kelimesi
‘ilteriş kagan kazganmasar, yok erti erser, ben özüm bilge tonyukuk
kazganmasar, ben yok ertim erser, kapgan kagan türk sir bodun yerinte bod yeme, bodun yeme, kişi yeme idi yok erteçi erti (İlteriş Kağan kazanmasaydı, hiç olmasaydı, ben kendim Bilge Tonyukuk kazanmasaydım, olmasaydım, Kapgan kağan Türk Sir halkı yerinde boy da,
halk da, insan da hiç olmayacaktı) (Tonyukuk, kuzey 1-2)’ cümlesinde
genel insan, kişi anlamında geçmekteyken, ‘E 18 Çaa-Hol VI yazıtındaki ‘kuyda kişime, ayıta, adırılu bardımız (Evdeki eşimden, ne yazık,
ayrılıp gittik)’ cümlesinde kadın, “eş” anlamında geçmektedir. Buna
göre Eski Türklerde kadın erkek ayırımının yapılmadığını, her ikisinin
insan, kişi anlamına gelen kişi kelimesi ile verilerek denk sayıldığını
söylemek mümkündür.”3 Yazıtlar dikkatlice incelendiğinde kadının daima öncelikli olarak dile getirildiği, kağanlar için eşlerinin evlatlarından önce zikredildiği görülecektir. Türk töresinde önemli toylarda ve
devlet erkânıyla yapılan toplantılarda da kadınların yer aldıkları, kadın
ve erkeğin esasen tek bir varlık olarak görülüp bunun üzerinden bir
aktarımın yapıldığı da anlatılır.
Sonraki dönemlerde ise yine kadına diğer milletlere nazaran daha
fazla değer verildiğini söylemek mümkün. Osmanlı modernleşmesin
de kadın, aydınların ve modernleşmenin zorunluluğunu idrak eden yöneticilerin önemli meselelerinden biridir. Cumhuriyet’in ilanı sonrası
verilen haklar mahiyetinde ise kadınların hem bu süreçlerin bir parçası
hem de aktarıcısı olduklarına şahidiz. Tüm bu süreçlerde Türk kadının
eşlikçiliğinin yanı sıra şu ya da bu şekilde idealize edildiği de bir gerçektir. Şöyle ki; Anadolu’nun temsilinin özellikle Millî Mücadele Dönemi’nde “ana” üzerinden yapılması, rejim değişikliğinin gerekliliği olan
2
İ NC E L E M E
47
CUMHURİYET’İN İLK YÜZ’ÜNDE KADIN YAZARIN
SERÜVENİ
3
16. Yüzyıl şairi Mihrî Hatun, Kadı Hasan Amasyevî’nin kızıdır. Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-şuarâ isimli eserinde geçer. Mihrî Hatun İslam Ansiklopedisi gibi bir kaynakta dahi
Âşık Çelebi, Latîfî ve Hasan Çelebi gibi yazarların şair hakkında yaptığı imalarla ve “cinsel kimliği” ile anılmaktadır. Bu durum edebiyat tarihi yazımında kadınların adlarıyla
beraber anılacak eser ve şiirlerinden çok kimlikleriyle anılmaya devam ediliyor oluşunun
bir göstergesidir. Detaylar hakkında bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/mihri-hatun
Şiirin Tamamı ve Günümüz Türkçesi: ““Çünki nakıs akl olur dirler nisa/ Her sözin
mağrur tutmakdur reva/ Lik Mihri dainün zannı budur/ Bu sözi dir ol ki kâmil usludu/
Bir müennes yiğ durur kim ehl ola/ Bin müzekkerden ki ol na-ehl ola/ Bir müennes
yiğ ki zihni pak ola/ Bin müzekkerden ki bi-idrak ola”- “Kadınlar eksik akıllı olur,
bundan dolayı onların her sözünü boş saymak yerinde olur (derler). Mihrî duacınızın
zannı budur ki, olgun ve akıllı kişiler şu sözü söyler: Becerikli bir kadın, beceriksiz bin
erkekten iyidir. Zihni açık bir kadın, anlayışsız bin erkekten iyidir.”
Nurdin Useev, “Köktürk Harfli Yenisey Yazıtlarındaki Kadını Bildiren Kelimelerin Anlamına Göre Eski Türklerde Kadın İmajı”, Dil Araştırmaları, Sayı:11, Güz 2012, s. 63.
DOSYA: CUMHURIYETIMIZIN 100. YILINDA TÜRK EDEBIYATI "NE MUTLU TÜRKÜM DIYENE"
2
DOSYA: CUMHURIYETIMIZIN 100. YILINDA TÜRK EDEBIYATI "NE MUTLU TÜRKÜM DIYENE"
CUMHURİYET’İN İLK YÜZ’ÜNDE KADIN YAZARIN
SERÜVENİ
ideolojik kabul için “Türk Kadını Marşı” gibi marşların bestelenişi, modernleşmenin başladığı ilk andan itibaren eserlerde “kadının görevleri,
karakteri, eğitimi” üzerine uzun bahislerin geçiyor olması bu “idealize
edilmiş kadın” için önemli birer örnektir. Bugün dahi kimilerinin kafasında bir “Atatürk’ün kadınları” imajı oturmuştur. Bu imaj kadınları
sınıflandırdığı gibi ideal üzerine düşünmeyi de gerektirir. Üstelik idealin de kadın üzerinden kurgulanıyor olması tesadüf değildir. Kadına
bir temsiliyet yüklenir, bu onu daha kolay etiketlenir, ötekileştirilir, denetlenir ve şekillendirir hale sokar. İdealize edilmiş kadın kendisini ait
hissedeceği bir taraf ve o tarafın “ideali” olma yükümlülüğünü üstüne
giymiş olur, bu durum beraberinde tarafların yönlendiricilerine iyi
görünme ve bu kişilerin görüşleri doğrultusunda idealleşme ülküsünü
getirir. Kadının sadece kendi olduğu ve herhangi bir ideale uymasa da
varlık alanı oluşturacağı bir temsil mevcut düzende dahi çok zordur.
Okuma hakkı, seçme-seçilme hakkı, özgürce çalışma, para kazanma
hakkı, boşanma hakkı, mülk edinme hakkı gibi pek çok hakkının kimi
dönemlerde sekteye uğratıldığı ya da ideolojik kaygılarla şekillendirilmeye çalışıldığı bir düzlemde kadın; zaman zaman dış görünüşü sebebiyle kısıtlanmış, zaman zaman sadece kadın oluşu üzerinden tanımlanarak bu idealizasyonun bedelini ödemiştir.
Türk milleti İslâm dini ile tanışıp Arap- Fars coğrafyasının geleneklerini benimsemiş; devlet dilini Arapça, edebiyat dilini Farsça yaparak
da kabuk değiştirmeye başlamıştır. Bir dili benimsemenin, dilden kelime ve anlayış devşirmenin önemli sonuçlarından biri, söz konusu dilin
sahiplerinden gelenek ve alışkanlıkların da kültür hayatına girmesidir.
Osmanlı ve öncesindeki Türk devletleri bu geçiş dönemlerini çeşitli
alışkanlıkların Türk kültür hayatını derinden etkilemesiyle tamamladı.
Osmanlı geleneğinde kadının “mahrem” oluşu, belirli sınırlar dâhilinde varlık alanı oluşturması çeşitli sebeplere haizdir. Aile içi sosyo-kültürel iş dağılımları bu dönemde kadına ev içi işleri ağırlıklı olarak yüklemektedir. “Osmanlı geleneksel yapısı, kadını “mahrem” görür ve “ev
içi”ne dahil eder. Kadın, aile içinde “iyi bir anne, eş ve ev kadın”lığı
rollerini üstlenmiştir. Özellikle şehirli kadın için sosyal hayat evden
ibarettir. Kadının “edilgen”, “mahrem”, erkeğin “etken”, “kamusal” olduğu toplumsal düzen Divan şiirine de yansımıştır.”4
Klasik Türk şiirine genel mahiyette bakıldığında kurgunun cinsiyetler üzerinden değil de aşkın tanımı ve benzetmeleri üzerinden yapıldığı görülecektir. Dönemin “mahlas” geleneği ile şair kendi benliğinden sıyrılarak mahlasıyla beraber yeni bir “şair” kimliğine bürünür,
bu kimlik daha gizemli, daha başka bir varoluştur. Sözün kutsiyetine
duyulan ilahi inanç ve gizliliğin önemsenmesi gibi hususlar da şairle4
Betül Coşkun, Halide Nusret Zorlutuna, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 4.
İ NC E L E M E
48
6
Bkz. Fuad Köprülü, “Nigar Hanım”, Yeni Mecmua, 11 Nisan 1918, Nr. 39.
Sema Uğurcan, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk Kadını”, ERDEM, Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, Cilt:11, Sayı, 33, s. 990.
İ NC E L E M E
49
CUMHURİYET’İN İLK YÜZ’ÜNDE KADIN YAZARIN
SERÜVENİ
5
DOSYA: CUMHURIYETIMIZIN 100. YILINDA TÜRK EDEBIYATI "NE MUTLU TÜRKÜM DIYENE"
rin kadın-erkek ayırt etmeksizin kendilerini açık etmelerine engel olur.
Fuad Köprülü dönemin kadın şairlerini şiirin konusu olan unsurları
erkekler ile aynı şekilde ele almaları yönünde eleştirir ve var oluşlarını
kendi kimlikleri üzerinden ortaya koyamayışlarına bir nevi sitem eder.5
Bu dönemde kadınların zengin ya da hanedan üyesi olmadıkları
müddetçe eğitim görmeleri çok zordur. Devlet eliyle eğitimin zorunlu
kılındığı döneme kadar özellikle kız çocuklarının eğitimi başta sübyan
okullarında daha sonra da ailelerinin inisiyatifinde devam etmiştir. Aileler eğitim haklarını genellikle dinî eğitimden yana kullanmış, durumu biraz daha iyi olan aileler kız çocuklarını iyi bir “hanım” olacak
şekilde yetiştirecek sistemleri konaklarına taşımıştır.
Osmanlı Dönemi şiiri entelektüel mahiyette iyi bir birikimi gerektirmektedir. İyi şairin en azından alaylı dahi olsa diğer şairlere temas
etmiş olması gerekir. 16. yüzyılın Zâtî’si Beyazıt meydanındaki dükkânıyla işte bu alaylı mekteplerinden birini kurdu. Şairlerin şiirlerini
ilk sunduğu huzurlardan biri haline gelen bu dükkâna takdir edersiniz
ki dönemin şair kadınlarının uğramaları ya da burada şiirlerini sunmaları mümkün değildi. “Mahrem” alanda kendisine varlık alanı oluşturmuş kadın şairin boynunu buradan uzatması oldukça güç görünür.
Bununla beraber; “Osmanlı döneminde kadın, hukuk alanında bütün
haklarından mahrum edilmiş değildir. Erkeklerin veraset listelerinde
çok evlilikle ilgili deliller oldukça azdır. Reşid olmadan evlendirilen kız,
reşid olduktan sonra, boşanmak hakkına sahiptir. Zaman zaman efkârı
umumiyenin baskısı ve idarecilerin psikolojilerinden kaynaklanan sebeplerle, giyim kuşamları veya sokağa çıkmaları ile ilgili yasaklayıcı kanunlar çıkarılır. Dikkatli bakınca toplum hayatındaki izlerinin o kadar
az olmadığı görülür. Kadınlar, anonim edebiyatta masal ve ninnilerin
yaratıcısı, Anadolu›nun Türkleşme zamanından itibaren dini ve sosyal
hayatta hem fayda, hem estetik fonksiyonu olan mimari eserlerin
hamisi veya onları koruyan vakıfların kurucusudur.”6
I. Meşrutiyet’in ilanına giden süreçte kadınların sosyo-kültürel hayatlarında önemli gelişmeler gerçekleşti. 1840’larla beraber idarecilerin kadın meselelerine yöneldiği, 1860 sonrası Türk edebiyatında da
muharrirlerin bu konuda söz söylemeye başladığı görülür. Tanzimat
Dönemi sonrası kadınlara yönelik eğitim faaliyetleri okumuş, aydın
ve entelektüel bir kadın zümresinin de saray dışında yavaş yavaş ortaya çıkmasını sağlar. 1868 tarihli Terakki gazetesinde müstear isimle
yazan kadınlar 1869 yılında kurdukları Terakki-i Muhadderat dergisiyle
beraber seslerine açık bir yankı bulabilecekleri yeni bir edebî mahfil
DOSYA: CUMHURIYETIMIZIN 100. YILINDA TÜRK EDEBIYATI "NE MUTLU TÜRKÜM DIYENE"
CUMHURİYET’İN İLK YÜZ’ÜNDE KADIN YAZARIN
SERÜVENİ
oluşturmuş olurlar. Devlet eliyle açılan okullar ve 1895’te çıkartılmaya
başlanılan Hanımlara Mahsus Gazete bir zaman sonra meyvelerini verir. Özellikle eğitim alanında kadınların önemi yavaş yavaş anlaşılmaya
başlanılacak Darülmuallimât’ın az ama öz mezunları pek çok alanda
kalem oynatmaya ve yeni bir nesil yetiştirmeye başlar.
Osmanlı’nın son dönemlerinde fikir hareketlerinin baskın olarak Türk milletinin kurtuluşunu aradığı bir zamanda idealize edilmiş
Osmanlı kadınlarının büyük bir çoğunluğu “milliyetçilik” fikri altında
toplanır. Dönemin erkek yazarları arasında görülen ideolojik ayrılıkların pek çoğu kadınlar arasında görülmez. Dönemin muharrirleri Türk
toplumunun geleceğine dair inanç ve taleplerinde kadınların yerini
anlar ve buna uygun bir kadını eserleri üzerinden gerçekleştirmeye
çalışır. Özellikle Tanzimat Dönemi; Şinasi Şair Evlenmesi ile, Namık
Kemal Zavallı Çocuk ile, Şemseddin Sami Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat ile,
Ahmet Mithat Efendi de Felsefe-i Zenân ile kadın –erkek ilişkilerinde ve
aile içi dengelerde kadının yerini sorgulamaya başlamıştır ancak buradaki sorgulamada özellikle eşitlik mahiyetinde kadının yerinin belirli
sınırlarla çizildiği ve idealize edildiği görülür.
Dönemin kadınına örnek Osmanlı aydın kadını olarak Ahmet Mithat
Efendi tarafından idealize edilmiş ve yönlendirilmiş bir Fatma Âliye sunulur. Fatma Âliye, aldığı eğitim ve içerisinden çıktığı gelenek özelinde
gelenek temelli dönüşüm talebinde bulunan eril zihniyet için eşsiz bir
olanak sağlar. Eğitimli, Batı’ya ve Batılı bilgiye hâkim ama bir o kadar
yerli ve geleneksel bir yerden konuşabilen yeni bir kadın hayali Fatma
Âliye ile gerçekleşebilir. Ahmet Mithat Efendi’nin Fatma Âliye’nin eserlerini sıklıkla yönlendirdiği ve kendi çizgisinde, belirli sınırlarla eserler
kaleme almasını sağladığı ikili arasındaki mektuplardan ve Âliye’nin
Ahmet Mithat Efendi’den bağımsız yazdığı eserlerinden anlaşılır.
Fatma Âliye ile aynı dönemde yaşamış diğer kadın yazarlar için aynı
şeyi söylemek mümkün değildir. Öyle ki edebiyat tarihlerinde Fatma
Âliye “ilk kadın romancı” unvanıyla yıllarca yer almıştır. Kendisinden
önce Zafer Hanım’ın da olduğu Hülya Argunşah’ın araştırmalarıyla ortaya çıkmıştır. “Anlaşılan kültür ve bilgiyle ilişkilendirilen kamusal alan
ve onun temsilcisi olarak erkeklik / eril irade; özel / dişil alan, doğa ve
duygu ile ilişkilendirilen kadını ve onun sanatsal üretimini dikkate değer görmemiş veya bilerek kayıt dışı bırakmıştır. Dahası, hangi kadınların hangi sebeplerle tarihe ve edebiyat tarihine geçebileceğine bizzat
karar vermiştir. Kadının biyolojik kimliği ile ilişkilendirilen ‘kadınlık’
sorumluluklarının değersizleştirilmesiyle paralellik taşıyan bu durum,
tarih yazımı gibi edebiyat tarihi yazımının da -dolayısıyla yazılmış tarih
ve edebiyat tarihlerinin- sorunlu yapısının belirleyicilerindendir.”7
7
Hülya Argunşah, “Kadınların Sanatçı Olarak Edebiyat Tarihindeki Yersizliklerine Zafer
İ NC E L E M E
50
9
İ NC E L E M E
51
CUMHURİYET’İN İLK YÜZ’ÜNDE KADIN YAZARIN
SERÜVENİ
8
Hanım ve Aşk-ı Vatan Üzerinden Bakmak”, Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat’a Armağan, ed.
Tayfun Haykır vd., İstanbul, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2022, s. 453.
Detaylar için bkz. Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış, “Türk Edebiyatı Tarihi Çalışmalarında Hiyerarşik (Piramidal) Mekân Sorunu”, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum
Bilimleri Dergisi, Sayı/Number 20, Yıl/Year 2022 Güz/Autumn, ss.430-461.
Halide Edip’in romanlarında kadın söylemi ve toplumsal cinsiyet için bkz. Hülya Adak,
“Otobiyografik Benliğin Çok-Karakterliliği: Halide Edib’in İlk Romanlarında Toplumsal Cinsiyet”, Kadınlar Dile Düşünce, Der. Sibel Irzık- Jale Parla, İletişim Yayınları, 4.
Baskı, İstanbul, 2011, ss. 161-178.
DOSYA: CUMHURIYETIMIZIN 100. YILINDA TÜRK EDEBIYATI "NE MUTLU TÜRKÜM DIYENE"
Tarih yazımına ve özellikle edebiyat tarihlerinde kadınlardan bahseden bölümlerde “…kızı” ya da “…karısı” şeklinde anılmaya uzanan
kısıtlayıcı söylemlerin dışında cumhuriyet kanonunun ve onunla gelen
ideolojinin idealize ettiği çerçevenin dışında kalan kadın da sorunlu
görülür.8 Cumhuriyet’in ilanının ilk yıllarında iç hesaplaşmalar ve ayrılıklar uzun süre devam etti. Millî Edebiyat sonrasında cumhuriyet
ideolojisinde “idealize” edilmiş kadın tipine uymayan Halide Edip’e
alternatif pek çok yazarın öne çıkartılışı da buna bir örnektir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Müfide Ferit Tek (1892-1971), Şükûfe
Nihal Başar (1896-1973), Halide Nusret Zorlutuna (1901-1983), Güzide Sabri Aygün (1886-1946) gibi kadın yazarlar milliyetçi söylemle kanonun gerekliliğini birleştirir. Kadının toplumdaki yerinin altını
çizerler. “Yeni bir Türk kadını” idealize eden bu ilk dönem kadın romancısı Halide Edip’in romanlarında sıklıkla ele aldığı kadın söylemini sürdürmüştür.9 Daha sonraki dönemde ise “milliyetçi- muhafazakâr” olarak nitelendirilecek Samiha Ayverdi (1906-1993), Safiye Erol
(1900-1964), Emine Işınsu (1938-2021), Sevinç Çokum (1943-) gibi
isimler cumhuriyet idealinin yanı sıra gelenek ve kültürel birikimi de
destekleyerek tasavvuf düşüncesini de işin içine katar. Doğu-Batı çatışması etrafında eserler kaleme alırlar. Bu isimlerin bir kısmı Osmanlı
bakiyesi olan aristokrat ve aydın kesimi konu edinir; dahası bu kesimin
bir üyesi de olurlar. Toplumsal değişimin getirdiği inanç sarsıntıları,
kuşaklar arası çatışma, sağ-sol çatışmaları ve Türk siyasî tarihindeki
çalkantılı dönemler bu yazarların konuları arasında yer alır. Ayrıca tarih
ve gelenek, edebî birikim ve entelektüel gelişmişlik gibi meselelerin
birçoğu felsefî bir düzlemde esere eklemlenir.
Yukarıda ismini andığım yazarlarla aynı dönemde yazmış Suat Derviş (1905-1972), Afet Ilgaz Muhteremoğlu (1937-2015), Sevgi Soysal
(1936-1976), Füruzan Tekil (1935-1994) gibi yazarlar ise söz konusu
yazarlardan başka konularda, başka ideolojik kaygılarla eserler kaleme
alır. Toplumcu gerçekçi ve sol çizgiye yakın kalemleriyle “güçlü” cumhuriyet kadınından ziyade düşmüş, düşürülmüş, hor görülmüş, eşitsizliğe maruz kalmış kadının hikâyesini anlatırlar. Bu da bu yazarların
daha “popülist” betimlemelerle anılmasına sebebiyet verir.
DOSYA: CUMHURIYETIMIZIN 100. YILINDA TÜRK EDEBIYATI "NE MUTLU TÜRKÜM DIYENE"
CUMHURİYET’İN İLK YÜZ’ÜNDE KADIN YAZARIN
SERÜVENİ
Osmanlı modernleşmesinin başlaması ve cumhuriyetin ilanıyla kadın yazarlar; kadın hakları ve sorunlarını daha yüksek sesle dile getirmiş, yeri geldiğinde kurguyu, eklektik hassasiyetleri, edebî kaygıları
göz ardı ederek metni oluşturmuş olsa da durum modern akımlara
hâkim son dönem yazarlarda değişir. Bu yazarlar metinlerini daha çok
sezdirme ve edebî akımlar çerçevesinde kurgulamayı hedefler. Metin
içi çağrışım yoluyla problemlerin ve toplumsal hassasiyetlerin ortaya
konulduğu kurgular bu yazarlar için önemlidir. Modernizm ve postmodernizmin etkileri güncel romanın gidişatını derinden etkilemiştir.
Özellikle modernleşme sürecinde Batı kaynaklı fikir hareketlerinin
etkisiyle feminizm gibi akımlar kurguyu ve içeriği etkilemeye başlar.
Daha sonrasında edebî akımların sistematikleşmesiyle feminist okuma
bir kuram olarak ele alınır ve kadın metnin her alanında bir göz haline
gelir. 1980’lerden itibaren kadın yazarların metin kurgularında Feminizmin yoğun etkisi görülür. Nezihe Meriç, Leyla Erbil gibi yazarlar bunun bir örneğini kurgularında kadın kimliğini öne çıkartarak gösterir.
Kadın problemlerini toplumsal cinsiyetin de altını çizerek sezdirdikleri, erkekliğin sorgulanmaya başlandığı eserler okuyucuyla buluşur.
Yazı serüvenleri 1980’li yılların başlarına denk gelen Emine Işınsu Öksüz, Pınar Kür, Adalet Ağaoğlu, İnci Aral, Lâtife Tekin, Erendiz
Atasü, Oya Baydar, Ayşe Kulin, Nazlı Eray, Aysel Özakın, Buket Uzuner,Nazan Bekiroğlu, Ayfer Tunç, Şule Gürbüz gibi yazarlar toplumsal
sorunlar, kadın hakları, sosyal adaletsizlik, siyasî kaygıların yanı sıra
edebî ve estetik bir kaygıyı da metinlerinin esas unsuru haline getirmeye başlamışlardır. Burada bir önceki dönemin kadın yazarlarının fikir
hareketleri ve devrimler neticesinde artan eğitimli, sosyal hayata bir
şekilde eklemlenmiş kadın varlığının da yeri büyüktür.
Günümüz yazarları arasında ise belirgin ölçüde toplumsal cinsiyet
algılarının devam ettiğini söylemek mümkün. Bunun için güncel dergilerin içerik üreten yazarlarına, editörlerin toplumsal cinsiyet temelli
ayrışmalarına ve “cam tavan” sendromuna iyi bakmak gerekir. Yayınevleri ve dergilerin kadınların edebî düzlemde var oluş çabalarına ne
denli destek olduğu ya da en basitinden onlara dair söz söyleme hususunda diğer yazarlara nazaran ne denli cüretkâr olduğu başka bir konudur. En basitinden edebiyat tarihlerinde dahi kendisine isminin önüne
bir er kişinin “kerime”liğini yahut “zevce”liğini almadan yer bulmayı
başarmış kadınların varlığı bir cumhuriyet kazanımıdır.
Kadınlar Cumhuriyet’in ilk 100 yılında kalemleriyle ve duruşlarıyla edebiyatın bir köşesinde var olmanın savaşını verdiler. Toplumsal
cinsiyetin etiketleri, eril söylemin tarih ve edebiyat yazımındaki baskısı ve ideolojik-kanonik kaygıların sınırları eklektik sorunları beraberinde getirdi. Tüm bunlardan bağımsız olarak bugün sanat ve estetik
İ NC E L E M E
52
KAYNAKÇA
İ NC E L E M E
53
CUMHURİYET’İN İLK YÜZ’ÜNDE KADIN YAZARIN
SERÜVENİ
Betül Coşkun, Halide Nusret Zorlutuna, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2011.
Fatmagül Berktay, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Feminizm”, Modern Türkiye’de
Siyasî Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık, 3. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul,
2020.
Fuad Köprülü, “Nigar Hanım”, Yeni Mecmua, 11 Nisan 1918, Nr. 39.
Hülya Adak, “Otobiyografik Benliğin Çok-Karakterliliği: Halide Edib’in İlk Romanlarında Toplumsal Cinsiyet”, Kadınlar Dile Düşünce, Der. Sibel Irzık- Jale
Parla, İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2011, ss. 161-178.
Hülya Argunşah, “Kadınların Sanatçı Olarak Edebiyat Tarihindeki Yersizliklerine Zafer Hanım ve Aşk-ı Vatan Üzerinden Bakmak”, Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat’a Armağan, ed. Tayfun Haykır vd., İstanbul, Türk Edebiyatı Vakfı
Yayınları, 2022, s. 453.
Nurdin Useev, “Köktürk Harfli Yenisey Yazıtlarındaki Kadını Bildiren Kelimelerin Anlamına Göre Eski Türklerde Kadın İmajı”, Dil Araştırmaları, Sayı:11,
Güz 2012
S. Faroqui, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1997
Sema Uğurcan, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk Kadını”, ERDEM, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, Cilt:11, Sayı,
33, s. 990.
Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış, “Türk Edebiyatı Tarihi Çalışmalarında Hiyerarşik (Piramidal) Mekân Sorunu”, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum
Bilimleri Dergisi, Sayı/Number 20, Yıl/Year 2022 Güz/Autumn, ss.430-461.
DOSYA: CUMHURIYETIMIZIN 100. YILINDA TÜRK EDEBIYATI "NE MUTLU TÜRKÜM DIYENE"
mahiyette adını andığımız, eserleriyle ruhlarımızı doyurduğumuz ya
da en basitinden tarihî akışta emeklerine şahit olduğumuz kadınlar
edebiyat aynasından bizlere yansıyor. Bugün kazanımlarıyla beraber
tartışmaya devam ettiğimiz rejimin getirdikleri mi yoksa ortaya çıkardığı zihniyetin götürdükleri mi daha çok tartışılmalı buna bakmak
gerekir. Tüm bunlardan bağımsız olarak idealize edilmeden, eklektik
bir ruh endamıyla kadının elinin değdiği eserlerin akışta yer alması
için çalışmaya devam etmek elzem. Cumhuriyet’in ikinci yüz yılının
birincisinden daha var oluşta eşitlikçi ve sorumlulukta adil olması temennisi ile…