Academia.eduAcademia.edu

KALBÎ HAYAT EKSENLİ MEDENİYET TASAVVURU

2023, İSLAM MEDENİYETİNİN KURUCU UNSURLARI-KUR’ÂN-SÜNNET-AKIL

İnsanlığın hemen hemen genelini kapsayan ve yeni krizlerle, yeni sorunlarla, yeni sancılı süreçlerle karşılaşıldığı günümüz dünyasında huzûru temin eden yeni bir medeniyet tasavvuruna ihtiyaç duyulduğu, konun uzmanları tarafından dile getirilen görüşler arasındadır. Dinî, ahlâkî, metafizik değerlerden uzak seküler, pozitivist, materyalist, maddeci olgular üzerinde kurulu Batı Medeniyetinin, farklı din, dil, ırka mensup bugünün insanına huzûr getirmediği bilinmektedir. Küresel çaptaki krizlerin, sorunların üstesinden gelebilmek için yeni bir medeniyet düşüncesinden bahsedildiğinde, diğer elzem faktörlerin yanı sıra bunun kalb-i selîm eksenli olması, insanın mânâ yönünün hesaba katılması bakımından faydalıdır

İSLAM VE MEDENİYET SERİSİ : 3 İSLAM MEDENİYETİNİN KURUCU UNSURLARI KUR’ÂN-SÜNNET-AKIL I. Cilt (Temel İslam Bilimleri) Editörler: Prof. Dr. Veysel ÖZDEMİR Dr. Öğr. Üyesi Rahime ÇELİK Dr. Öğr. Üyesi Zuhal DAĞ Arş. Gör. Dr. Mesut ŞEN Arş. Gör. Abdullah ÇAĞATAY İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları: Kur’an-Sünnet-Akıl I. Cilt Temel İslam Bilimleri İslam ve Medeniyet Serisi: 3 Editörler: Prof. Dr. Veysel ÖZDEMİR Dr. Öğr. Üyesi Rahime ÇELİK Dr. Öğr. Üyesi Zuhal DAĞ Arş. Gör. Dr. Mesut ŞEN Arş. Gör. Abdullah ÇAĞATAY Genel Yayın Yönetmeni: Mustafa ÇALIŞKAN Bu kitapta yer alan bölümlerin ilmî ve fikrî muhtevası ile dil bakımından sorumluluğu yazarlarına aittir. Bütün yayın hakları saklıdır. Bilimsel araştırma ve tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında hiçbir yolla çoğaltılamaz. KİTAP DÜNYASI YAYINLARI Yayın No: 445 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayıncı Sertifika No: 51889 TAKIM ISBN: 978-605-351-796-2 I. CİLT ISBN: 978-605-351-797-9 Kapak Tasarım: Baskı Öncesi Hazırlık: Mehmet ATEŞ - [email protected] Baskı, Cilt: Repro Bir Matbaacılık Kağıt Reklam Tasarım Tic. Ltd. Şti. İvedik OSB Matbaacılar Sitesi 1514 Cd. No: 23-25 Yenimahalle/ANKARA Sertifika No: 47381 Aralık 2023 / İstanbul Kitap Dünyası Yayınları Alayköşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No. 6/D:4 Cağaloğlu – İSTANBUL Tel: 0212 514 93 05 www.kitapdunyasi.com.tr [email protected] KALBÎ HAYAT EKSENLİ MEDENİYET TASAVVURU Doç. Dr. Nuran ÇETİN Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Zonguldak/Türkiye [email protected], ORCİD: 0000-0001-5763-9815 Giriş İnsanlığın hemen hemen genelini kapsayan ve yeni krizlerle, yeni sorunlarla, yeni sancılı süreçlerle karşılaşıldığı günümüz dünyasında huzûru temin eden yeni bir medeniyet tasavvuruna ihtiyaç duyulduğu, konun uzmanları tarafından dile getirilen görüşler arasındadır. Dinî, ahlâkî, metafizik değerlerden uzak seküler, pozitivist, materyalist, maddeci olgular üzerinde kurulu Batı Medeniyetinin, farklı din, dil, ırka mensup bugünün insanına huzûr getirmediği bilinmektedir. Küresel çaptaki krizlerin, sorunların üstesinden gelebilmek için yeni bir medeniyet düşüncesinden bahsedildiğinde, diğer elzem faktörlerin yanı sıra bunun kalb-i selîm eksenli1 olması, insanın mânâ yönünün hesaba katılması bakımından faydalıdır. Kalb-i selîm eksenli medeniyet anlayışını insanlığa din sunar. Nitekim Peygamberler, gönderildikleri toplumlara insanın kalp ve beden bütünlüğünü dikkate alan vahiy temelli medeniyet anlayışı getirmişlerdir. Bu anlamda medeniyetler tarihine karşılaştırmalı olarak bakıldığında tarihi, felsefî, dinî birikimiyle; birlik ve beraberliğin teminindeki müspet tecrübesiyle, muhtelif ırk, dil, din, kültür ve milletlere mensup insanları kucaklayan yönüyle, evrensel nitelikteki hitaplarıyla, vahiy temelli İslâm medeniyetinin geçmişte olduğu gibi insanlığın geleceğini de kuşatacak kapasitede olduğu görülmektedir. 1 Kalb-i selîm konusunda Rûhî-i Bağdâdî’nin şu veciz sözü dile getirilir: “Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / “Yevme lâ-yenfau”da kalb-i selîm isterler.” 798 ▪ Nuran Çetin İslâm medeniyetinin maddî unsurlarını konunun uzmanlarına bırakarak, mânevî unsurları üzerinde konuşulduğunda ilim, irfân, ihsân, ilhâm, tefekkür istikâmet, takvâ, verâ, ihlâs gibi mânâ değerlerinin kalbî hayatın merkezini oluşturduğu söylenebilir. Diğer taraftan insanın, âlem için büyük bir öneme hâiz olduğu bilinen gerçektir. Aynı şekilde kalp de beden için böyle bir ehemmiyete sahiptir. Bu anlamda kalbin bedenle sıkı irtibâtının olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kalp, ne kadar ulvî olandan beslenirse beden de o kadar ulvî iş ve amellerle hemhâl olur. Kalbin iyilik, huzûr ve âfiyeti, bedenin mutluluğunun kaynağını teşkil eder. Nitekim bireyin huzûr veya huzûrsuzluk hâlî kalbiyle bağlantılı olarak gerçekleşir. Dolayısıyla insanın mutluluğu hedef edinildiğinde maksâdın hâsıl olması için, işe öncelikle kalbi inşâ etmekle başlanmalıdır. Çünkü insanın mutluluğu ya da mutsuzluğu kalbî hayatında cereyân eder. İnsanın duygularının merkezi kalptir. Bu anlamda sevme, sevmeme, öfkelenme, nefret etme, kızma, hased etme, benlik, vefa, hevâ, gaflet, sadâkat gibi daha pek çok olumlu olumsuz duygu kalple bağlantılı olarak gerçekleşir. İslâm dini, insanın olumsuz ve istenmeyen duygulardan arınmasını ister. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm nefsini maddî ve mânevî kirlerden arındıran kişinin kurtulacağını haber verir.2 Bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de sıklıkla vurgulanan tedebbür3, tezekkür4, teakkul5, tefekkür6 gibi mânâ süreçlerinin muhâtabı da yine kalptir. Tasavvufî düşüncede kalp; mârifet, müşâhade ve yakînî bilginin mahallidir. Kalp, aynı zamanda Hakk’ın kuluna tecellî ettiği Rabbânî ve nûrânî latîfe olup, insanın bu tecellîlere ulaşması için kalbinin hevâ, heves, günâh ve cehâlet gibi kirlerinden arınmış olması gerekir. Tasavvufî düşüncede bir taraftan nefsle bağlantısı sebebiyle kalbin kör, kasvetli, taşlaşmış, mühürlü, gerçeği algılamaktan uzak, perdeli olması üzerinde durulurken, diğer taraftan rûha bakan yönü ile temiz, nûrlu, îmânın ve takvânın mahalli, sekînet, firâset, sebat ve huzûrun kaynağı olması yönü üzerinde durulmuştur.7 2 3 4 5 6 7 eş-Şems 91/9. en-Nisâ 4/82; el-Mu’minûn 23/68. Âl-i İmrân 3/7; el-Kasas 28/51; el-Müzemmil 73/19. Yâsîn 26/62. Sebe’ 34/46; Âl-i İmrân 3/190-191. Abdürrezzak Kâşânî, Istılâhatü’s-sûfiyye, trc. Abdurezzak Tek (Bursa: Bursa Akademi Yayınları, 2014), 348-349. İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 799 Sûfîlere göre madde ve mânâ âlemiyle doğrudan irtibâtının bulunması hasebiyle kalbin hem mülk hem de melekût âlemine açık ciheti vardır. Bununla birlikte her iki âleme âid bilgiyi elde edebilme özelliği ile kalp aynaya benzetilmiştir. Tasavvufta kalp aynaya benzetildiği için, insanın gönül aynasının temiz tutması üzerinde önemle durulmuştur. Çünkü mânevî kirlerden arınan kalpte ilâhî âleme âid hikmetler müşâhade edilir. Malum olduğu üzere Mekke fethedildiği esnada Hz. Peygamber ve sahabe tarafından Kâbe putlardan tamamen temizlenmişti. İnsan da nefsle mücâdele ederek kibir, hırs, şehvet, kin gibi kötülüklerden gönül evini tamamen temizleme gayretinde olmalıdır. Bu sâfiyetin devamı için muhayyilenin temiz olma şartı vardır. Çünkü hayâl ve düşünce gücü insanın gönül dünyasına büyük oranda tesir eder. Tasavvufî düşüncede kalpten bahsedildiğinde bu, insanın bedeninde yer alan ve vücuda kan pompalamayı sağlayan et parçası değildir. Kalpten murâd, rûhânî latîfe olan ve rûhla müterâdif anlamda kullanılan yürek ve gönül gibi insanın en ehemmiyetli, can alıcı noktasıdır.8 Diğer taraftan bilinen şekliyle insanın sol memesinin iki parmak altında bulunan çam kozalağına benzeyen ise cismânî kalptir.9 Yürek denilen et parçasından ibâret bu organ ile kardiyoloji dalı ve kardiyologlar ilgilenir. Bilindiği üzere etten müteşekkil böyle bir kalp hayvanda da vardır. Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm’de kalpten söz edildiğinde et parçasından ibâret organ anlaşılmaz. Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerîm’in ve tasavvufun ele aldığı kalp, Rabbânî latîfe olan ve ilâhî cevher yönü bulunan kalptir. Bu mânâdaki kalbin cismânî kalple irtibatı bulunmakla birlikte, bunun zâtını ve mâhiyetini tam olarak idrâk etmek mümkün değildir. Her ne kadar bu nitelikteki kalbin zâtından ve mâhiyetinden bahsedilemese de mânevî ahvâli üzerinde durulabilir. Hatta 8 9 Yürek olarak tâbir edilen kısmı Muhemmed Nûrû’l-Arabî şöyle tarif eder: “İnsanın kalbine gönül de denir ki, onun merkez makâmı yürektir. Yüreğin tam ortasında siyah renkli adı süveydâ olan bir nokta vardır. İşte bu, insanın hakîkatinin merkezidir. Yüreğin ortasındaki bu siyah noktanın azameti makâmı görünüşünde değil; sırrındadır. Onun sırrına muttalî olanın melekîyet sıfatı beşerîyet sıfatına gâlib olur. Yüreğin içindeki süveydâ olan bu nokta bedenin kutbudur. İnsanın bâtını yani gönül nurûdur. Bu nokta sırr-ı ferd-i mücerreddir. Yani insanın mânâ cihetidir. Bu nokta âlemin noktasının tam mazharıdır. Bk. Muhammed Nûrû’l-Arabî, Noktatü’l-Beyân: Noktanın Sırrı, sad ve çev H. Rahmi Yananlı (İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları, 2012), 69-70. Kerim Kara, “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Kalp-Gönül”, Tasavvuf: İlmî Akademik Araştırma Dergisi, 6/14 (2005), (Mevlânâ Özel Sayısı), 484,487,490. 800 ▪ Nuran Çetin böyle bir kalbin nitelik ve hâlinin konu edinilmesi dinî, ahlâkî hayat için zorunluluk teşkil eder. Çünkü kalbin hâl ve vasıflarını bilmesi, insan için kendisini bilmesi anlamına gelir. Kalbin mânâ yönünü, disiplininin ana esâsı hâline getirmesi hasebiyle tasavvuf ilmine “ilmu’l-kulûb” ya da “ilm-i kalb” gibi isimler verilmiştir. Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’de dimağ ve beyinden hiç zikredilmediği hâlde kalpten çok sık olarak bahsedilmiştir.10 Kalbin mânâ yönüne dâir izâhlara Kur’ân-ı Kerîm’in yanı sıra Hadîs-i şeriflerde yer verilmiştir.11 Bilindiği üzere insan madde ve mânâsıyla bir bütündür. Bu bağlamda mânâ boyutunun özünü latîf olan yönüyle kalp temsil eder. Rabbânî ve rûhânî latife olan ve insanın hakîkati anlamına gelen kalp; düşünce, sezgi, his, hikmet, mârifet, bilgi, idrâk, irfân, ilhâm, îmân, ihsân, muhabbet, murâkabe, muşâhade, mükâşefe, tecellî, takvâ, verâ, anlama, algılama, doğrulama merkezi, ilâhî hitâbın mahalli olması hasebiyle büyük bir ehemmiyete hâizidir.12 Sûfîler, insan için önemli olan bu sahâyı yalnız bırakmamış, gönül imârında kalbî eğitimin teorik ve pratik metodlarını sunmuşlardır. Bununla birlikte ârifler kalbî terbiye sürecinde insanın ulaşması gereken özü “Cân” olarak isimlendirmişlerdir. Meselâ bu konuda Hacı Bayrâm-ı Velî şu ifadeleri dile getirmiştir: Bilmek istersen seni Cân içre ara cânı Geç canında bul anı Sen seni bil sen seni Kalbî hayat eksenli yaşayan sûfîler Hakk’ı râzı etme, O’nun muhabbetini kazanma duygusunda oldukları için dine, dünyâya, ukbâya âid niyet, amel ve eğilimlerini hep en yüksek mertebeden yapmak ister. Sûfînin ilgi ve sevgisi Allah öncelikli olması hasebiyle nefsinin ya da dünyânın lezzet ve menfaatini aklına dahî getirmek istemez. Kalbinde Hakk’ın muhabbetine önem 10 11 12 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili: Mürşid-Mürîd-Yol (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2016), 40 vd. Bu minvâlde kalbe dâir çok fazla âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunmakla birlikte misâl teşkil etmesi açsısından ikisine yer verelim. Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah’ın huzûruna ancak kalb-i selîm ile çıkmanın faydası vardır.” Bk. eş-Şuarâ 26/89. Hz. Peygamber “İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi o kötü olursa bütün beden kötü olur. Dikkat edin o kalptir Bk. Buhârî, “Îmân” 39; Bir başka hadîs-i şerîf “Allah sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalbinize bakar.” Müslim, “Birr”, 32. Hz. Peygamber kalbin bu öneminden dolayı “Allah’ım! Kalbime, gözüme, kulağıma nûr ver.” diye duâ ederdi. Buhârî, “Daavât”, 9. İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 801 veren sûfî bununla da kalmaz her şeyini hatta kendisi için en azîz olan canını dahî hiç düşünmeden sadece Allah için feda eder. Bu bağlamda sûfî gizli ve açıkta Sevgili’nin talebine uygun yaşama gayretindedir. Bu yönüyle sûfî, Allah’ı ve O’nun için olan her şeyi, kendi nefsine tercih eder. Ayrıca sûfîler gönüllerindeki Allah sevgisinden dolayı O’nun yarattıklarını da çok sever. Diğer taraftan sûfîler beşerî sevgiye de öncelik verir. Beşerî sevgiyi ilâhî sevgiye giden yolda köprü olarak görür. Sûfîlere göre beşerî sevgisi olmayan insan, ilâhî sevgide istenilen mertebeye nâil olamaz. Kısacası sûfî iç âleminde sadece Allah’ın muhabbetiyle meşguldür. Bütün melekelerini O’nun sevgisine tahsis etmesi hasebiyle Rabbinden ayrı düşmek sûfîye büyük acı verir. Kısacası sûfî bütün varlığı ile Sevgili’de fâni olur. Bu anlamda sûfînin dünyasında ibadet, taât, takvâ, verâ, ahlâk, erdem gibi tüm güzellikler kalbe yerleşen ilâhî sevginin neticesinde hâsıl olur. Bilindiği üzere cenneti kazanma niyetiyle Allah’ın emirlerine uyan ile O’nun rızâ ve muhabbeti doğrultusunda ibâdetine devam eden aynı mertebede değildir. Sûfî cennetten ziyâde cennetin ve bütün nimetlerin sahibi Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetinin peşindedir. İlâhî sevgiyle müsteğrak olan sûfî, bunu yaşayamayanların anlayamadığı şekilde bambaşka bir lezzet ve mârifet elde eder. Dolayısıyla sûfî için kulun Allah’ı sevmesi ve tanıması, ilâhî bir lütuftur. Böyle lütfa nâil olan sûfî, Hakk’ın rızası karşısında mütevazılığını koruma gayretinde olduğu için ucûb, kibir, riyâ, kin, hased gibi kötü hasletleri kalbinde barındırmaz.13 Görüldüğü üzere kalbî hayat eksenli bir medeniyet tasavvurundan bahsedilmek isteniyorsa, eğitim usullerinin merkezine ve hayat felsefesine, gönlü konumlandıran sûfîlerin kalbe dâir dile getirdikleri vurgulara dikkat etmek gerekir. Sûfînin gönül dünyasından konuya bakıldığında tecrübe, zevk ve hissiyât boyutunun öne çıktığı görülür. Bilgiye ulaşmayı sadece duyumlarla sınırlayan, yalnızca maddî olanın idrâk edildiğini ve her şeyin zâhirden ibâret olduğunu zanneden realist, materyalist, pozitivist bakış açısı sûfînin gönül dünyasını anlamlandıramadığı gibi, insanın mânâ yönünü de algılayamaz. Dolayısıyla fizikî kanunları inkâr etmeden metafizik gerçeklerin olduğunu; her şeyin sadece akıl, mantık ve duyularla hissedilmediğini; işin bir de zevk, tecrübe, müşâhade ile elde edilen hakîkatinin olduğunu göz önünde bulundurmak lazımdır. Aslında genel çerçeveden günümüz dün13 Ebu’l-alâ Afîfî, Tasavvuf: İslâm’da Mânevî Hayat, çev. Ekrem Demirli & Abdullah Kartal (İstanbul: İz yayıncılık, 1996), 207-211. 802 ▪ Nuran Çetin yasına bakıldığında yaşanan pek çok sorunun merkezinde kalbî hayatı tam olarak anlayamamaktan kaynaklı problemlerin olduğu görülmektedir. Bu bağlamda sûfîler kalbi, bilgi edinme merkezi olarak gördükleri için, gönül dünyalarında müşâhade ettikleri ilâhî sevgi, onların hayata ve varlığa bakış açısını farklı bir noktaya taşır. Kanaatimizce insanın kalbi, rûhu, gönlü, nefsi, idrâki, tecrübesi, latîf yönü, ilâhî sevgiyi hissetme kabiliyeti gibi husûslara ne kadar ehemmiyet verilirse, sorunların çözümüne de o nisbetle yaklaşılır. Kalbî hayat eksenli medeniyet tasavvuru adlı bu çalışmada konu, insanın gönül dünyası merkeze alınarak incelenecektir. 1. Mânâ Medeniyetine Açılan Gönül Kapısı Medeniyetler mâddî ve mânevî değerleri merkeze alış durumlarına göre farklı niteliklerde olabilmektedir. Tasavvufî sahâda medeniyetten bahsedildiğinde, maddî kısmını da göz ardı etmeden işin daha çok mânâ boyutu anlaşılmaktadır. Malum olduğu üzere medeniyet, madde ve mânâ birlikteliği temeline dayandığında anlam kazanır. Modern dünyanın medeniyet tasavvuruna bakıldığında, madde ve maddeye dayanan bakış açısı olabildiğince güç kazanırken, meselenin mânâ cihetine ise gereken önemin verilmediği görülmektedir. Medeniyetin en temel öğelerinden biri de ilgi ve bilgi ile mücehhez, gönül dünyası mâmur nesiller yetiştirmektir. Fakat gelinen noktada nesillerin zihnî şekillenmesine önem verilirken gönül dünyalarının ihmâl edildiği görülmektedir. İnsanın gönül dünyasının gelişimine gereken önem verilmediği için bugün âilede, okulda, sokakta hemen her yerde şiddet olaylarının arttığına şâhidlik edilmektedir. Şiddete dayalı problemlerin yanı sıra fuhuş ve uyuşturucu gibi illetlerin hayli yaygınlığı da bu asırda oldukça dikkat çekmektedir. Bütün bunlar ihmâl edilen gönül medeniyetinin yeniden ele alınmasını, değerlendirilmesini, üzerinde konuşulmasını gerekli kılmaktadır. Tasavvufta üzerinde en çok durulan mevzûlardan biri kalptir. Sûfîler nazarında ilim, irfân, idrâk merkezi olarak bahşedilen kalp, insanın sahip olduğu en mühim nimetler arasındadır. Kâinâtın yaradılış gâyesi ve eşref-i mahlûkât olan insan,14 madde-mânâ niteliğiyle âlemin özeti yani bir başka 14 İbnü’l-Arabî, insanı eşref-i mahlûkât ya da varlığın esas gayesi olarak tanımlarken, onun olumsuz yönlerini de göz ardı etmez. Bu anlamda insan, yaratıkların en şereflisi özelliğine sahip olsa bile, bahşedilen irâdesi ile âlemdeki pek çok kötülüğün ve adaletsizliğin nedeni olabilmektedir. Yani insan iyi ve kötü duyguların çatışma İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 803 ifadeyle enmûzeci (numûne) gibidir. Denilebilir ki âlemde olan her şeyin numûnesi insanda vardır. Sahip olduğu mânevî ahvâli, akıl ve duyguları ile insan, kâinattan daha büyüktür. Çünkü rûh, akıl, kalp, duygu gibi ince hassasiyetteki özellikler kâinâtta yoktur. Bu anlamda kâinât bir beden olarak kabul edilirse onun rûhu yani canı insandır. Kalbin akıl, rûh ve duyularla çok yakından irtibâtı olmakla birlikte bunun mâhiyeti ve sınırları üzerinde kesin ifadelerle konuşmak mümkün değildir. Diğer varlıklardan farklı olarak Allah’ın tecellî mahalli olması, O’nun esmâ ve sıfatlarını bünyesinde toplama istidâdı, Hakk’ın âlem aynasında yansıyan yönü olması gibi daha pek çok önem arz eden niteliğiyle insana âlem-i sağîr denilmiştir. Bu üstün vasıflarıyla insan âdetâ âlemin süsü, gözbebeği, en değerli varlığı kabul edilmiştir. Âlemin göz bebeği en mükemmel varlığın, nazargâh-ı ilâhîye mazhar olması ise Hakk’ın tecellîgâhı kalbiyle mümkündür ve insan, kalbi ile kâinâta hâlife kılınmıştır. Tasavvuf, insanın gönül dünyasını imâr ederken, onun ilâhî tecellîlere mazhar olmasını gaye edinir. Çünkü Hakk’ın tecellîsi, ancak sâfiyetini ve nezihliğini muhafaza eden kalplerde vaki‘ olur. Bunun gerçekleşmesi için sûfîler, kalbin kirlenmemesi, arı duru kalması konusunda birtakım metodlar geliştirmiştir. Kalbî hayat eksenli medeniyet anlayışından söz edildiğinde, sûfîlerin kalbe dair dile getirdikleri görüşlerinin değerlendirilmesi icâb eder. Bu bağlamda sûfîlere göre bedene nispetle kalp, âleme göre arş mesâbesindedir. Bu anlamda arş, âlem-i kübrâda rahmâniyet sıfâtının istivâsının zuhûr mahalli iken, kalp de küçük âlemde rûhâniyet sıfatının istivâsının zuhûr mahallidir. Bu ikisi arasındaki fark, arşın rahmâniyet sıfatının istivâsının zuhûrundan haberdar olmaması ve terakkî etme kabiliyetinin bulunmamasıdır. Oysa kalp şuurlu olup, terakkiye elverişli niteliğe sahiptir. Arşın, rahmâniyet sıfâtının istivâsının zuhûr mahalli olma özelliği, onun cisimler âlemi sınırında bulunmasından kaynaklanır. Arş, bir yüzü melekût âlemine, diğer yüzü cisimler âlemine dönük kâbiliyettedir. Bu açıdan bakıldığında cismânî ve rûhânî her iki âlemin özelliğini taşıyan kalp, bir yüzü rûhâniyet diğer yüzü beden âlemine dönük niteliktedir. Bu anlamda kalp ve beden sahâsını kendisinde barındırmaktadır. Diğer taraftan İbnü’l-Arabî, bu düşünceleri etrafında insanı ve nefsi bütün kötülüklerin kaynağı olarak temellendiren görüşleri eleştirmektedir. Bk. Ekrem Demirli “Tasavvufta İnsan Sevgisinin Kaynağı: İbnü’lArabî’nin Düşüncesinde İnsan ile ilgili Kavramlar”, Din ve Dünya Barışı: Uluslararası Sempozyum 26-28 Nisan 2007 (İstanbul 2008), 397. 804 ▪ Nuran Çetin arasında sıkı irtibât olup, bedenin beş duyusu olduğu gibi kalbin de beş hissiyâtı vardır. Bedenî duyuları sağlıklı olan insan şehâdet âlemini rahatlıkla hisseder. Aynı şekilde kalbî beş duyusu sağlam olan insan da gayb ve melekût âlemini rahatlıkla idrâk eder. Bu anlamda kalbî duyuları çalışan insana irfân, hikmet, muhabbet, müşâhade, mükâşefe yolu açılır.15 Böyle bir insan aynı zamanda firâset sahibi olur. Diğer taraftan firâsetin kalb üzerindeki gücü ve tesirinden dolayı arslanın ferîsesine benzetilmiştir. Yani firâset kelime olarak arslanın boğazından yakalayıp, parçaladığı av kökünden gelir. Firâset karşısında nefsin ve aklın şüpheye düşme imkânı yoktur. İmânın kuvveti nispetinde firâsetin olması hasebiyle îmânı en kavî olanın firâseti de en keskin olur. Ebû Saîd Harraz’ın ifadesiyle firâsetin nûru ile bakan kimse Hakk’ın nûru ile bakmıştır. Çünkü firâset sahibinin ilim ve irfânın menbâı Hak’tır. Vâsıtî, firâseti kalpte parlayan nûr olarak zikreder.16 Nitekim Hz. Peygamber “Mü’minin firâsetinden sakının. Çünkü o azîz ve celîl olan Allah’ın nûru ile bakar.” buyurur.17 Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî’ye (ö.295/908) firâsetin kaynağı sorulduğunda “Ben ona rûhumdan üfledim”18 âyet-i kerimesini cevap olarak zikreder.19 Bütün hassas nitelikleriyle kalp, latîfe olması bakımından ulvî âlemden iken, beden ise kesîf özelliğiyle süflî âlemdendir. Bu anlamda “Allah, kişi ile kalbi arasına girer.”20 âyet-i kerimesi kalbin letâfetine işâret eder. Mezkûr âyet doğrultusunda, Allah Teâlâ’nın nazarının, muhabbetinin bedene değil, rûh ve kalbe indiği söylenir.21 Allah’ın muhabbetinin kalpte hâsıl olması için, istenmeyen mânevî hastalıklardan korunması gerekir. Bu anlamda kalp, terbiye sürecinden geçirilmeden yüce sıfatlarla muttasıf olamaz. Kalbin şifâsı ve terbiyesi ise şerîatın sırrının vukûfiyeti ile gerçekleşir ki, buna tarîkat denir.22 Zikrin nûru ve havâtırın nefyi ile ancak nefs ve şeytanın kalbe verdiği rahatsızlıklardan kurtulunabilir. Nefs ve şeytanın kötülüklerin15 16 17 18 19 20 21 22 Necmeddîn-i Dâye, Mirsâdü’l-İbâd: Tasavvuf Yolu, çev. Halil Baltacı (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2013), 165-168. Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999), 321. İbn Hanbel, “İmân”, 82. Sad, 38/72. Kuşeyrî, Risâle, 324. el-Enfâl 8/24. Aynülkudât Hemedânî, Temhîdât: Aşk ve Hakîkat Üzerine Konuşmalar, haz. Halil Baltacı (İstanbul: Dergâh Yayınları 2015), 119. Necmeddîn-i Dâye, Mirsâdü’l-İbâd: Tasavvuf Yolu, çev. Halil Baltacı, 172. İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 805 den kurtulan kalpte ise zikir dilden kalbe iner. Zikrin nûru kalbe yerleşince orada bulanıklığa sebep olan husûslar gönülden çıkar. Zikre devam edildikçe zikrin sultanı kalp şehrini ele geçirir. Böylece Hakk’ın muhabbeti ve hatırlanması dışında her şey kalpten kaybolur, böylece kalp aradığı huzûra kavuşur.23 Nitekim âyet-i kerîmede “İyi bilin ki kalpler Allah’ın zikri ile huzûra kavuşur.”24 buyurulmaktadır. İbn Acîbe’ye göre kalp aradığı huzûru bulması için sahibine teslim edilmelidir. Çünkü kişinin Rabbine vereceği en güzel hediye kalbidir. Bu mânâda kişi kalbini dünya ve ukbâ sevgisinden alıkoyar, onu sadece Rabbinin sevgisine hasrederse âyet-i kerîmede zikredilen tatmin gerçekleşmiş olur.25 Tasavvufî açıdan bakıldığında kalbin ehemmiyet arz eden yanı muhabbet ve mârifet mahalli olmasıdır. Muhabbet ve mârifetten yoksun kalplerin kilitli olmasından bahsedilebilir. “Onlar Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?”26 âyet-i kerimesi bu gerçeğe işâret eder. “Allah’ın nusret ve fethi geldiğinde”27 âyet-i kerîmesi ise Allah’ın gönüllerde nakşettiği fetih gerçekleştiğinde ancak bu kilidin kalkacağına işâret eder. Bunun bir sonraki aşamasında ise “İnsanlara âfak ve enfûste âyetlerimizi göstereceğiz.”28 âyetinin hakîkatine vuslat gerçekleşir.29 Kalbin yanı sıra rûh ve nefs insanın iç âlemini tanımlayan unsurlardır. Bu bağlamda kalp bağımsız olamayıp, rûh ve nefs ile yakından irtibâtı vardır. Rûh ile nefs, kalbi kendi taraflarına çekmek için sürekli mücâdele hâlindedir. Verilen mücâdele neticesinde kalp bu ikisinden birinin kontrolü altına girer. Böylece insanın iç âleminde ya rûh ya da nefs hâkim olur. Kalbe rûh hâkim olursa ilim, irfân, ilhâm, keşf ve müşâhdenin alanı olur. Nefs hâkim olursa hevâ, ego, öfke, kızgınlık, kibir, kin, nefret gibi birtakım istenmeyen duyguların merkezi hâline gelir. Bu anlamda rûh idrâk edilen edilemeyen bütün iyilik, güzelliklerin; nefs de bütün kötülüklerin kaynağı olarak kalbe tesir eder.30 23 24 25 26 27 28 29 30 Necmeddîn-i Dâye, Mirsâdü’l-İbâd: Tasavvuf Yolu, çev. Halil Baltacı,175-176. Râ‘d13/28. Süleyman Derin, Ahmed İbn Acîbe’nin Tefsirinde Kur’ân-ı Kerîm’de Seyr u Sülûk (İstanbul: Erkam Yayınları, 2013), 293-294. Muhammed 47/24. en-Nasr 110/1. el-Fussilet 41/53. Hemedânî, Temhîdât: Aşk ve Hakîkat Üzerine Konuşmalar, haz. Halil Baltacı, 18. Hasan Kayıklık, Tasavvuf Psikolojisi (Ankara: Akçağ Yayınları, 2011), 87-88. 806 ▪ Nuran Çetin 2. Mânâ Medeniyetinde Gönül Eğitimi Mânâ medeniyetinde gönül eğitiminden bahsedildiğinde on iki asırlık köklü geleneğe sahip olan tasavvufun; sohbet, zikir, râbıta, murâkabe, halvet, hizmet, seyahat gibi birtakım terbiye metodları ile özünde eğitim müessesi olduğu söylenebilir. Bu anlamda hem ferdî hem de toplumsal terbiye metodlarının birlikte yürütüldüğü tekkeler, tasavvufî anlamda yaygın eğitim kurumları olarak işlev görmüştür. Bedenen, ahlâken, rûhen dengeli, sağlıklı bireylerin yetişmesine önem veren tekkeler; Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre, Ahmed Yesevî gibi rol model şahsiyetlerden istifade ederek, özümseyerek kalbî eğitimin nesillere intikâlini sağlamışlardır. İnsanın tekâmülünü hedef edinen tekkeler ferdlerin bilgi, duygu, beceri yönlerini birlikte geliştirerek medeniyet inşâsında ve devamında mühim katkı sunmuşlardır. Bilindiği üzere tasavvuf sadece teori olmaktan ziyade hemen hemen hayâtın her alanını kuşatan, dinin derûnî ve tecrûbî boyutu ile iştiğal etmektedir. Malum olduğu üzere tasavvuf; ilim, amel, mârifet, hâl ve makâm gibi muhtelif süreçleri bünyesinde barındırır. Öğretimin yanı sıra uygulama ve yaşam biçimi geliştirmiş olması ile tasavvuf, insanın kişilik ve karakterinin gelişimine mühim katkı sağlar. Cemiyet içinde ferdin geri plana itilmesini değil, kişiliğinin ahlâkî ve irfânî açıdan inşâsını benimser. Bilgi, ahlâk yönüyle eksik kalan insan ve toplumların yaşadıkları acı âkıbeti hatırlatır, işe nefsânî arzuları kontrol altına alma yöntemiyle başlar, kalbin mânevî yönden gıdalanmasıyla devam eder. Riyâzet, mücâhde, halvet, sohbet gibi seyr u sülük eğitimi ile gelinen noktada insanı, dış dünyanın tesirlerinden kurtararak iç âlemine yönlendirir.31 İç âleminde hem iyi hem de kötü niteliklere meyilli insan, terbiye sürecinden geçtiğinde kâmil, aksi takdirde haddini aşan kişilikte olabilmektedir. Allah, varlık ve insanı konu edinen tasavvuf, sadece anlama ve anlamlandırma değil, aynı zamanda sâlikin eğitim sürecinden geçerek kemâlâtını hedefler. Bilindiği üzere tasavvufta Allah’ı tanıma ve O’na olan muhabbeti arttırma, ana hedeflerin başında gelir. Bu hedefe de ancak aklî, mantıkî izâhlardan ziyâde zevkî, hissî, vicdânî yolla elde edilen bilgiyle ulaşılır. Buna vasıl olmak için nefsi terbiye etmek, hâl ve makâmlarda istenilen mertebeye gelmek şarttır ki bu da kalbî eğitimle gerçekleşir.32 31 32 Kadir Özköse, Tasavvuf ve Gönül Eğitimi (İstanbul: Nasihat Yayınları, 2017), 28. Özköse, Tasavvuf ve Gönül Eğitimi, 3, 13. İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 807 Tasavvufî düşüncede eğitim gönüllülük esâsına dayanır ve ferdin gönlüne hitâb eder. Gönül kelimesine bakıldığında, onun tasavvufî şiir ve nesirde yer bulduğu, bununla birlikte edebî, kültürel, sosyal gerçekliğinin olduğu, özellikle Türk şiirinde çok fazla kullanıldığı görülmektedir. Bu anlamda gönül kelimesi Türkçe olup, Farsça “dil”, Arapça karşılığı ise “kalp”tir. Bu bağlamda çağlar üstü söylemleriyle her asrın insanına hitâb eden Mevlânâ, Yûnus Emre gibi kalbi Hakk’ın cemâl33 sıfatlarıyla muttasıf ârif şahsiyetler “gönül” kelimesini sıkça kullanmışlardır. Diğer taraftan sûfîler, kalbin mâhiyetinden ziyâde nitelikleri, rûh ve nefsle olan bağı üzerinde durmuşlardır. Bu bağlamda kalbin hem rûha hem de nefse bakan cihetinin olduğu bilinmektedir. Mutasavvıflar kalbe dâir değerlendirmelerini genelde bu nokta üzerinden dile getirir. Bu açıdan bakıldığında insanın ahlâkî yönünün şekillenmesinde kalbin rûh ve nefs ile olan irtibâtı önem kazanır. Dolayısıyla tasavvuf kalbin, nefsin tesiri altında kalmamasına yönelik eğitim metotları sunar. İnsanın bilişsel, duyuşsal, davranışsal anlamda idrâk, farkındalık seviyesini yükselterek kemâli yönünde değişim ve dönüşümünü arttırmayı hedefleyen tasavvuf gönül merkezli eğitim metodu sunar. Buna dönük adımlardan biri de gönüldeki enâniyet duygusu, mâsivâ tutkusu, dünyalık hırs ve gururu, hased, kibir, kin, riyâ gibi mânevî terâkkînin önündeki tüm engelleri kaldırarak, selîm kalbe ulaşarak Hakk’ın huzûruna varma şeklinde zikredilebilir. Nitekim bu konuda Aynülkudât Hemedânî (ö. 525/1131) şu veciz ifadeleri dile getirir: Kendine tapmaktan (hodperestlikten) kurtulmadıkça Allah’a tapan (Hudâperest) olmazsın. Kul olmadan hür olamazsın. İki âlemden vazgeçmedikçe insanlığa erişmezsin. Kendinden kaçmadıkça kendine erişemezsin. Kendini Allah yolunda feda edip can vermedikçe Hazret’in makbulü olmazsın Her şeyi geride bırakmadıkça bir şey olamaz, bütüne yol bulamazsın. Fakir olmadıkça zengin, fânî olmadıkça bâkî olamazsın.34 33 34 Cemâl ve celâl sıfatlarıyla ilgili olarak, Hak Teâlâ’nın bütün sıfatlılarının bu iki sıfattan zâhir olduğu söylenir. Bunların birincisi cemâl diğer celâl sıfatlarıdır. Bu anlamda cehennem celâl sıfatının, cennet ise cemâl sıfatının tecellîsidir. İnsan Hakk’ın cemâl sıfatına talip olmak istiyorsa işe cihâd-ı ekber ile yani nefsle mücadele ile işe başlamalıdır. Bilgi için bk. Nûrû’l-Arabî, Noktatü’l-Beyân: Noktanın Sırrı, sad ve çev H. Rahmi Yananlı, 117-118. Hemedânî, Temhîdât: Aşk ve Hakîkat Üzerine Konuşmalar, haz. Halil Baltacı, 30. 808 ▪ Nuran Çetin Malum olduğu üzere tasavvufî eğitim nazariyatla birlikte tecrübî hayâta hitâp etmesi yönüyle dikkat çeker. Diğer taraftan eğitimin terbiye kelimesiyle, terbiyenin de Rabb kelimesiyle bağlantılı olması, eğitim işinin ilâhî ve nebevî kaynaklı olduğunun bir göstergesidir.35 Bu mânâda Rabb/Rab kelimesi bir şeyi yetkinlik noktasına kadar aşama aşama inşâ edip geliştirme anlamındadır. Ayrıca Rabb kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de Allah lafzından sonra en fazla kullanılan Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî isimlerinden biridir.36Aslında Rabb sıfatı kulların ubûdiyette göstermeleri gereken titizliğe işaret eder. Gösterilen bu titizlik ise şahsın gönül aynasında kendini belli eder. Dolayısıyla kişi, gönül aynasını ne kadar saf ve temiz hâle getirirse hakîkat nûrlarına o kadar vâsıl olur. Kısacası kin, hased, şehvet, hiddet, gurur, kibir gibi istenmeyen vasıflardan arındığında gönül huzûra kavuşur. Rûh ve bedenden müteşekkil insan, mânâ yönünün kemâlâtı noktasında dinî hayatın merkezine irâdesi ile ve gönüllü dâhil olur. Bu yolla gönlünün sahibine ulaşmayı hedef edinir. Amacına ulaşmak için Allah’ın emir ve yasakları konusunda kendi özgür irâdesinden vazgeçer. Temizleyip, arındırdığı gönül hânesini sadece O’na teslim etmek ister. Diğer taraftan Yartacısına teslim edilmemiş kalp tasavvufta hastalıklı olarak nitelendirilmiştir. Bu bağlamda kalbin de beden gibi hastalandığı bilinmektedir. Bu durumda şifâsı tevbe ederek Allah’ın himâyesi altına girmekle gerçekleşir. Sûfî düşüncede kalp aynaya benzetilir. Bu anlamda ayna nasıl paslanıyorsa kalp de zamanla paslanabilir. Paslanan kalbin cilası ise tevbe, zikir, Hakk’a muhabbetle mümkün olur. Kalp ve beden arasında sıkı bir irtibâtın olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda kalp de beden gibi giyinmeye ihtiyaç duyar. Kalbin giyinip süslenmesi takvâ ile olur. Kalp de beden gibi gıdâya ihtiyaç duyar. Kalbin gıdâsı ise mârifet, muhabbet, tefekkür gibi içsel âlemin dinamikleridir.37 Seyr u sülük denilen eğitimle içsel âlemde ilâhî ahlâkla ahlâklanmayı gerçekleştirebilme tasavvufun ana hedefleri arasındadır. Bu da kişinin kötü vasıf ve huylardan arınarak, iyi güzel niteliklere sahip olması ile neticelenir. Bu süreç ilk aşamada nefsin kötü niteliklerden arınması tahallî (arınma) (‫)ختلى‬, ikinci aşamada ise tahallî (süslenme) (‫ )َتلى‬veya tahalluk olarak isim35 36 37 Hasan Kâmil Yılmaz “Eğitimde Gönül Faktörü- Mevlânâ Örneği”, Yetişkinlik Dönemi Eğitimi ve Problemleri (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2006), 159. Bekir Topaloğlu, “Rab”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 34/373. İbn Kayyim el- Cevziyye, el-Fevâid: Faydalar, çev. Abdullah Tunçer (İstanbul: Karınca Yayınları 2004), 168-169. İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 809 lendirilmiştir. Bu anlamda tahallînin (arınmanın) ilk adımı Hak’tan uzaklaştıran her şeyden imtinâ etmek, ikinci adımı ise kendinde bir varlık görmemektir. Zaten Hakk’ın varlığından başka bir varlık yoktur. Tasfiyenin ardından gelen ikinci adımdaki tahallîden (süslemeden) maksad ise kulun ilâhî isim ve sıfatlara uygun hareket etmesidir. Bunun en bâriz göstergesi ise bu değerdeki kişilerin, görüldüklerinde Allah’ın hatırlanmasıdır. Elest bezminde başlayan seyr u sülûk süreci zahirî olarak amellerle, bâtınî olarak hâl ve makâmlarla Hakk’a vuslata kadar devam eder.38 Tasavvufî terbiyede tahalluk ve takakkuk boyutunu gerçekleştirme konusunda İmâm-ı Gazzâlî (ö. 505/1111) kalp ve bedene birlikte ihtimâm gösterilmesi gerektiğini söyler. İnsan, kalbini öldüren mâsiyet kaynaklı illetlerden korunduğu gibi, bedenini helâk edenlerden de kendisini korumalıdır. Bununla birlikte insan, bedeninin gıdasına ehemmiyet verdiği gibi, kalbinin gıdasına da önem vermelidir ve her şeyin gıdası tabiî niteliğine yani kendi hâline uygun olmalıdır. Bu bağlamda kalbin gıdası Allah’ı tanıma ve sevmeyle başlar. Allah’tan gayrı fânî sevgiler kalbin ölümüne sebep olur. Bedeni ise kalbin sıhhati için korumak gerekir. Çünkü beden fânî kalp ise bâkidir. Bedenin temel ihtiyaçları olan beslenme, giyinme ve barınma gibi husûsların asgarisi insan için yeterli iken, kalbin gıdasında asgari olan yeterli gelmemektedir.39 Bilindiği üzere bedenin en önemli organı gözdür. Göz ve kalp arasında sıkı irtibat vardır. Bu meyânda göz için karanlık ne ise kalp için günâhın maruz bıraktığı karanlık odur. Dolayısıyla Hakk’a itaât nûr olarak, mâsiyet ise karanlık olarak insana geri döner. Karanlık arttıkça kişinin gafleti artar. Gafletle birlikte kişi, kendisini sürükleyen bidatlere ve helâk eden yola dâhil olur. İşlenen günâhlar kalbi de bedeni de iyice zayıflatır. Bu anlamda Mü’min gücünü kalbinden alır. Kalbi güçlendiği oranda bedeni de güçlenir. Diğer taraftan günâhlar kişinin ömrünün bereketini giderir. Günâhlardan uzaklaşarak takvâ ve istikâmet üzere yaşamak ömrün bereketine vesile olur. Günâhın ömrü kısaltmasındaki maksad ise kalbin ömrünün kısalmasıdır. Nitekim “Onlar ödüdürler, diri değildirler.”40 âyet-i kerimesi ile Allah Teâlâ kâfiri diri değil, ölü kabul etmiştir. Bu açıdan bakıldığında hakîkatte 38 39 40 Abdurrezak Tek, “İbnü’l-Arabî’de Tasavvufî Terbiyenin Temel Esası: İlâhî Ahlâkla Ahlâklanmak”, Uluslararası İbnü’l-Arabî Sempozyumu: İnsanlığın Hakîkat Arayışı ve İbnü’l- Arabî 15-16 Kasım 2019 (Malatya 2018), 83-84. İmâm-ı Gazzâlî, Kimyâ-yı Saâdet, çev. A. Farûk Meyân (İstanbul: Bedir Yayınevi, 1972), 62. en-Nahl 16/21. 810 ▪ Nuran Çetin asıl hayât kalbin hayâtıdır. Çünkü insanın yaşadığı süre içindeki en güzel ömrü, sadece Allah Teâlâ ile birlikte hayât bulduğu anlardır. İyilik, takvâ, güzel amel, ibâdet, taât vs. bütün bunlar hakîkî ömrün bereketini arttırır. Diğer taraftan kul, Allah’tan yüz çevirip, günâhla vaktini geçirdiğinde hakîkî hayâtının günlerini zâyi etmiş olur. Kul ömrünü zâyi edişinin neticesini bu dünyada pek anlayamaz fakat, “Keşke (âhiret) hayatım için daha önce bir şeyler yapmış olsaydım.”41 âyet-i kerîmesinde buyurulduğu gibi Kıyâmet gününde acı bir tecrübe ile karşılaşır. Anlaşıldığı üzere insanın ömrü kalbini ihyâ ettiği anlardır. Böyle bir ihyâ süreci ancak kulun Rabbine ve Elçisi’ne yönelmesi ile mümkün olur. Üstelik işlenen günâhın aslında en ağır cezâsı bu dünyada başlar. Çünkü günâh bir başka günâhı doğurur, böylece kişinin hayatı gaflet ile geçer gider. İyi amelin mükafâtı da dünyada iken başlar. Zîrâ iyilik bir başka iyiliği doğurur. Böylece kişinin hayatı iyiliklerle devam eder. Bu bağlamda yapılan iyilikler kişinin hidâyet, istikâmet üzere kalmasında etkili olurken, işlenen kötülükler ise insanı gaflete ve dalâlete sürükler.42 Kişinin kalbinde Hakk’a muhabbet yoksa gaflete ve mâsiyete sürüklenmesi çok kolaydır. Nitekim tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu açıdan bakıldığında her büyük mâsiyetin yani Hakk’a isyan ve itaâtsizliğin, Allah Teâlâ’nın helâk ettiği geçmiş kavimlerden birinden kalan miras olduğu anlaşılmaktadır. Meselâ Lûtîlik Hz. Lût (as)’ın kavminin, malı alırken fazla verirken az tartmak Hz. Şuayib (as)’ın kavminin, yeryüzünde fesad çıkarmak büyüklenmek Firavun ve kavminin, kibirlilik ve zorbalık Hz. Hûd (as)’ın kavminin mirasıdır. İşte söz konusu günâhları işleyen kimseler, muttakilere göre bu ve benzer kavimlerin günâh elbiselerini giymiş olur. Ayrıca bu tür günâhlar kişinin kalbini mühürler. Bununla da kalmaz günâhlar Allah ve Rasulü’nün lânetine sebep olur.43 Bir başka cihetten bakıldığında kişinin halk nezdindeki değer ve itibârı Hak katındaki değer ve itibârıyla orantılıdır. Bu meyânda kul kalbinde ihlâsla Allah’ı sevdiği ölçüde insanlar onu sever. Kul, Allah’a ve O’nun koyduğu emir ve yasaklara saygılı davrandığında, insanlar da kişiye saygılı davranır. Diğer taraftan işlenen günâhlar Allah Teâlâ’nın kulunu unutmasına, böylece onun şeytan ve nefsi ile baş başa kalmasına sebep olur.44 Nitekim bu husûsta Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey 41 42 43 44 Fecr, 89/ 24. İbn Kayyim el-Cevziyye, Kalbin İlacı, çev. Savaş Kocabaş (İstanbul: Elif Yayınları, 2003), 72-74. İbn Kayyim el-Cevziyye, Kalbin İlacı, çev. Savaş Kocabaş 76-78. İbn Kayyim el-Cevziyye, Kalbin İlacı, çev. Savaş Kocabaş, 88-89. İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 811 imân edenler! Allah’tan korkun. Her nefis yarın için ne sunduğuna baksın Allah’tan sakının. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdâdır. Allah’ı unutan böylece Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.”45 buyurulmaktadır. Netice itibariyle gönül eğitiminde dikkat edilmesi gerekenlerin en başında niyet, ihlâs ve samimiyet gelir. İhlâs Hakk’ın rızâsı doğrultusundaki gayretin yanı sıra Allah’tan başka bütün beklentilere kalpte yer vermemeyi ifade eder. Allah’ın rızâ ve muhabbeti dışındaki beklentilere kalpte yer vermek niyet ve amellerin verim ve bereketini giderir. İnsan, hayâtının her alanında sadece Hakk’ın rızâsını gözetmeli bu heyecanla hedeflerine yön vermelidir. Peygamberler ve onların vârisleri âlim ve ârifler, Allah Teâlâ’nın rızâsı dışında herhangi bir beklentinin peşinde olmamışlardır. Aslında kalpte ihlâs ve samimiyeti muhâfaza etmek, insanın iç dünyasında şeytan ve nefs kaynaklı riyâ, ucûb, kibir, kin, hased gibi engellerle mücâdele etmek demektir. Böyle ciddi bir mücâdele ise murâkabe şuurunun kazanılmasıyla mümkün olur. Murâkabe şuuru ise insanın dâimâ Allah Teâlâ tarafından kontrol edildiği bilincinin canlı tutulmasıyla ilgilidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususta “Yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir. Hâsılı siz nerede olursanız olun O, ilmi ve kudreti ile sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür.”46 buyrulur. Yine bu minvaldeki bir başka âyet-i kerîmede ise “Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O’nun haberi olmadan tek bir yaprak bile düşmez.”47 buyrulur. Bu ve benzer anlamlardaki âyet-i kerîmeler Allah’ın kulundan dâimâ haberdâr olduğunu, kuluna olan yakınlığı gerçeğini vurgulamaktadır. Burada önemli olan kulun da bu hakikatin farkında olması gerekir.48 Sonuç İnsan ve toplum hayatını madde öncelikli medeniyet tasavvuru ile inşâ eden milletler, maddî birtakım kazanımlara sahip olabilir. Fakat haz ve hız eksenli olarak sunulan bu anlayış, maddî yönden tatmin etse de manevî planda insanı aradığı rûhî doyuma ulaştıramadığı gayet açıktır. Çünkü insanın rûh, gönül, duygu ve düşünce dünyası maddî dünyasından çok daha engin, çok daha zengin bir nitelik arz eder. 45 46 47 48 Haşr 59/18-19. Hadid 57/4. En‘âm 6/59. Mehmet Y. Şeker, Kullukta Dört Esas: İhlâs, Murâkabe, Râbıta-i Mevt, Tefekkür (İstanbul: Işık Yayınları, 2009), 16 vd. 812 ▪ Nuran Çetin Medeniyet inşâsına madde perspektifinden bakan milletler insanın mânâ derinliğini ya ihmâl eder ya da inkâr eder veya lüks, konfor ve hazza dayalı tüketimin sınırsız câzibesini insana sunma gayretinde olur. Böylece prensipsiz, ölçüsüz ve sadece ben merkezli yaklaşımın egemen olduğu bir dünya görüşünü topluma dayatır. İçinde bulunduğumuz modern çağda medeniyetin sadece maddî unsurları öne çıkarılırken, mânevî ciheti bilerek ya da bilmeyerek ihmâl edilmektedir. Bu bağlamda mevzû mânevî yönden ele alındığında, binlerce yıllık tecrübe ve birikime sahip olan tasavvufî düşüncenin vurguladığı rûhî hayat dinamizminden istifade etmek elzemdir. Madde ve mânâ bütünlüğüne öncelik veren medeniyet anlayışı, evrensel bakış açısına uygun olduğu için daha etkili, daha kalıcı ve daha huzûr veren bir yönünün olduğu malumdur. Çünkü medeniyeti inşâ eden insan, rûh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Dolayısıyla medeniyet tasavvurunun insanın her iki yönünü ele alan mâhiyette olması icâb eder. Birey ve toplum madde-mânâ boyutuyla bir bütünlük teşkil eder. Sadece maddî olanı değil; mânevî değerleri, değişen şartları, zamanı, dinî, iktisâdî, siyâsî, ictimâî, kültürel, bilimsel unsurları dikkate alarak, geçmişle bağı koparmadan modern çağın dinamiklerine uygun yeni argümanlar geliştiren toplumların başarılı olacağı muhakkaktır. Kalbî hayatın dinamiklerine tasavvufî cihetten bakıldığında sûfî hayat, insanın maddî ve mânevi dünyasını, sûret ve sîretini, beden ve rûhunu birbirinden bağımsız düşünen parçalayıcı bir yaklaşıma sahip değildir. Bu anlamda insanın bedeni ne kadar önem arz eden husûsiyetler içeriyorsa rûhî ve mânevî yönü de o kadar mühim nitelikler arz eder. Sûfînin gönül dünyasında parçalayıcı bir bakış açısı yoktur. Sûfî için niyet, düşünce, amel, hepsi samimiyeti nispetinde kıymetlidir. Sûfîler insanı tanımlarken genel olarak onun ontolojik yönünün yanı sıra âlemdeki yeri, Yaratıcısı ve diğer yaratılanlarla irtibatı cihetiyle ele alır. Bununla birlikte sûfîler nazarında kalbinde hikmet ve ahlâkı bünyesinde birleştiren, ictimâî hayattaki yeri ve sorumluluklarının farkında olan insan kıymetlidir. Nihâyetinde kalbi eğitimde insanın düşünce dünyasını güzelleştirmenin yolları aralanmalı, gönüllerin mânevi anlamda tatmini için ilâh-i huzûr vurgusu yapılmalı, yarın çok geç olmadan gönüllerin imârı için gayret edilmelidir. Yunus Emre’nin ifadesiyle ilk işimiz gönüller yapmak olmalıdır. İslam Medeniyetinin Kurucu Unsurları Cilt I ▪ 813 Kaynakça Afîfî. Ebu’l-alâ. Tasavvuf: İslâm’da Mânevî Hayat. çev. Ekrem Demirli & Abdullah Kartal. İstanbul: İz yayıncılık, 1996. Cevziyye, İbn Kayyim. el- el-Fevâid: Faydalar. çev. Abdullah Tunçer. İstanbul: Karınca Yayınları 2004. Dâye. Necmeddîn. Mirsâdü’l-İbâd: Tasavvuf Yolu. çev. Halil Baltacı. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2013. Demirli, Ekrem. “Tasavvufta İnsan Sevgisinin Kaynağı: İbnü’l-Arabî’nin Düşüncesinde İnsan ile ilgili Kavramlar”, Din ve Dünya Barışı: Uluslararası Sempozyum 26-28 Nisan 2007. 393-400. İstanbul 2008. Derin, Süleyman. Ahmed İbn Acîbe’nin Tefsirinde Kur’ân-ı Kerîm’de Seyr u Sülûk. İstanbul: Erkam Yayınları, 2013. Hemedânî, Aynülkudât. Temhîdât: Aşk ve Hakîkat Üzerine Konuşmalar. haz. Halil Baltacı. İstanbul: Dergâh Yayınları 2015. İmâm-ı Gazzâlî. Kimyâ-yı Saâdet. çev. A. Farûk Meyân. İstanbul: Bedir Yayınevi, 1972. Kara, Kerim. “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Kalp-Gönül”. Tasavvuf: İlmî Akademik Araştırma Dergisi. 6/14 (2005), 483-524. Kâşânî, Abdurrezzak. Istılâhatü’s-sûfiyye. trc. Abdurezzak Tek. Bursa: Bursa Akademi Yayınları, 2014. Kayıklık, Hasan Tasavvuf Psikolojisi. Ankara: Akçağ Yayınları, 2011. Kuşeyrî, Abdülkerim. Kuşeyrî Risâlesi. çev. Süleyman Uludağ. stanbul: Dergâh Yayınları, 1999. Muhammed Nûrû’l-Arabî. Noktatü’l-Beyân: Noktanın Sırrı. sad ve çev. H. Rahmi Yananlı. İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları, 2012. Özköse, Kadir. Tasavvuf ve Gönül Eğitimi. İstanbul: Nasihat Yayınları, 2017. Tek, Abdurezak “İbnü’l-Arabî’de Tasavvufî Terbiyenin Temel Esası: İlâhî Ahlâkla Ahlâklanmak”, Uluslararası İbnü’l-Arabî Sempozyumu: İnsanlığın Hakîkat Arayışı ve İbnü’l- Arabî 15-16 Kasım 2019. 83-89. Malatya 2018. Topaloğlu, Bekir. “Rab”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 34/373. İstanbul: TDV Yayınları, 2007. Uludağ, Süleyman. Tasavvufun Dili: Mürşid-Mürîd-Yol. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2016. Yılmaz, Hasan Kâmil. “Eğitimde Gönül Faktörü- Mevlânâ Örneği”, Yetişkinlik Dönemi Eğitimi ve Problemleri. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2006.