Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
FEMİNİST
SANATTA
BEDEN
VE
YABANCILAŞMA1
BODY
AND
ALIENATION
IN
FEMINIST
ART
Kafiye
Özlem
ALP2
ÖZ
Feminizm,
eril
bir
toplumda
kadının,
eşit
hak
ve
özgürlüklere
sahip
olma
gerekçelerine
dayalı
bir
mücadele
alanı
olarak
tanımlanabilir.
Feminizmin,
kamusal
ve
özel
alanda
kadın
ayrımcılığına
karşı
başkaldırısı,
insanın
kendi
emeğine
ve
kendi
bedenine
olan
yabancılaşmasının
bir
sonucudur.
Bu
bakımdan
feminizm,
tüm
tarihi
boyunca
toplumsal,
felsefi,
cinsel
ve
psikanalitik
yabancılaşma
kavramlarıyla
yakın
ilgi
içinde
olmuştur.
Feminist
sanat
pratikleri;
feminist
kuramlar,
toplumsal
dinamikler,
teknoloji,
kültür
kuramı,
sanat
nesnesinin
ve
estetik
değerlerin
büyük
ölçüde
dönüşümüne
koşut
bir
temsil
anlayışı
geliştirmiştir.
Bu
temsil,
feminist
sanat
pratiklerinde
en
çok
cinsiyet
ve
beden
üzerinden
gelişme
göstermiştir.
Moderniteyle
birlikte
uygarlaşarak
bireyselliğini
yitiren
ve
bu
ölçüde
bir
iktidar
alanına
dönüşen
beden,
hak
ve
özgürlüklerin
de
yeni
mücadele
arenası
olmuştur.
Feminist
sanatçılar
da
kendi
bedenlerini
tekrar
ele
geçirip
sanatın
estetik
değerlerine
yabancılaştırma
stratejileri
ile
meydan
okumuşlardır.
Bu
araştırmada
feminist
sanat
pratikleri
yabancılaşma
stratejileri
kapsamında
incelenmiştir.
Anahtar
Kelimeler:
Feminist
sanat,
beden,
yabancılaşma.
ABSTRACT
Feminism
can
be
defined
as
women
struggle
area
for
justifying
equal
rights
and
freedom
in
male
dominant
society.
Uprising
of
feminism
against
woman
discrimination
in
public
and
private
areas
is
inevitable
result
of
alienation
to
their
labor
and
body.
Therefore,
feminism
has
been
in
interest
of
social,
philosophical,
sexual
and
psychoanalytic
alienation
conceptions
in
history.
Feminist
art
practices
have
improved
representation
understanding
for
transformation
of
art
object
and
aesthetic
values
parallel
to
social
dynamics,
technology,
culture
theory
and
semiotic
studies.
In
feminist
art
practices,
this
transformation
has
shown
development
mostly
on
sexuality
and
body.
The
body
has
been
new
struggle
arena
for
right
and
freedom
by
losing
its
individuality,
1
Başvuru
tarihi:
16.09.2014
Kabul
tarihi:
05.01.2014
Doç.
Dr.,
Gazi
Üniversitesi,
Sanat
ve
Tasarım
Fakültesi,
Görsel
Sanatlar
Bölümü,
[email protected]
2
338
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
consequently
transforming
to
power
area
through
its
civilization
with
Modernity.
Feminist
artists
challenged
to
aesthetic
values
of
art,
and
replied
by
alienation
strategies
as
retaking
their
bodies.
In
this
study,
feminist
art
practices
have
been
studied.
Keywords:
Feminist
art,
body,
alienation.
1. GİRİŞ
Feminizm
hem
kuramsal
bir
söylem,
hem
de
toplumsal
ve
siyasal
bir
pratik
olarak
ilk
kez
19.
Yüzyılın
ortalarında,
Amerika
ve
Avrupa’da
güçlü
bir
hareket
olarak
varlık
göstermiştir.
Bu
ilk
feminist
dalga
kölelik
karşıtı,
insan
ve
eşit
yurttaşlık
hakları
(Phillips,
2012:147),
kadınların
oy
kullanabilme
ve
kamusal
alana
girebilmesi
gibi
temel
insan
haklarına
ilişkin
geniş
toplumsal
reform
talepleri
olarak
öne
çıkmıştır
(Donovan,
2014:74-‐75).
İkinci
büyük
dalga
kadın
hareketi
ilkinden
yüz
yıl
sonra
1960’lı
yıllarla
birlikte
ivme
kazanmıştır.
Kadınların
hiç
değilse
batı
toplumlarında
temel
bazı
haklarını
elde
etmeleri,
Modernitenin
getirdiği
sosyo-‐kültürel
ve
ekonomik
dönüşüm
ve
dinamikler,
ikinci
dalga
kadın
hareketini
daha
çok
cinsiyet,
dil,
söylem
ve
kavramlar
üzerinden
dönüştürmeye
başlamıştır.
Özellikle
göstergebilim
ve
postmodern
kuramın
çok
sesli,
çoğul
anlamlı,
özne
odaklı
yapısı
ve
marjinal
azınlıkları
öne
çıkaran,
kimlik,
birey,
coğrafya
gibi
konulardaki
kültür
kuramı,
günümüz
postmodern
feminist
yaklaşımlarını
emek-‐sömürü-‐sermaye
gibi
toplumsal
pratiklerden
sıyırarak,
beden,
cinsellik,
kimlik,
dil,
zaman-‐mekan
gibi
kavramsal
konulara
yöneltmiştir.
Ancak,
Eagleton’ın
(2004:27)
da
belirttiği
gibi,
kadın
hareketi
gelecek
için
belirti
niteliğinde
olan
bazı
kazanımları
elde
etmiş
ve
nihayetinde
batının
kültürel
iklimini
tanınmayacak
kadar
değiştirmeyi
de
başarmıştır.
Giddens’in
(2010a:
259-‐269)
belirlemesiyle,
ilk
evresinde
eşit
siyasal
ve
toplumsal
hakların
sağlanması
konuları
ile
ilgilenen
feminist
hareket
bugün
radikal
toplumsal
dönüşümler
ve
bireysel
kimlik
sorununa
öncelik
tanımaktadır.
339
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
Cinsiyetli
bir
toplumda
kadının
emek,
cinsiyet,
beden,
hak
ve
özgürlükler
açısından
hem
sistem
hem
de
erkek
tarafından
sömürülmesi
(çifte
sömürü)
onun
hem
toplumsal
hem
de
bireysel
olarak
yabancılaşmayı
en
derinden
yaşamasına
neden
olmaktadır.
Fakat
aynı
zamanda
yabancılaşmayı
hisseden
birey,
yabancılaşmamış
bir
benlik
ve
bedeni
de
belirlemektedir.
Jameson
(2013:165)’ın
belirttiği
gibi,
insanın
gücü
de
kesinlikle
bu
korkunç
yabancılaşmada
yatar.
İşte
yabancılaşmanın
bu
korkunç
gücü
feminist
hareket
ve
giderek
feminist
sanatın
da
ana
kaldıracı
olmuştur.
Bu
bakımdan,
yabancılaşma
ve
feminizm,
tarihsel
süreç
içerisinde
birbirinden
koparılamayacak
denli
sıkı
bağlarla
bağlıdır.
Kadının,
başından
beri
sorunlu
olan
cinsiyeti,
ayrımcılığın
ham
maddesi
olmuştur.
Ayrımcılık
ise
feminist
söylemin
ana
durağı
olduğu
gibi,
yabancılaşmanın
da
temel
kavramlarından
birisidir.
İnsanın
“şeyleşmesi”
olarak
sonuçlanan
“kapitalist
yabancılaşma”
feminist
sanat
pratiklerinde
kadın
bedeninin
şeyleşmiş
pek
çok
haline
tanıklık
eder.
Çoğu
kez
bu
pratiklerde
yabancılaşmaya
yabancılaştırma
ile
karşılık
verilir.
Özellikle
1960
sonrası
feminist
dalga,
feminist
sanatın
konuları
ve
bu
konuları
ele
alış
biçimleri
üzerinde
büyük
bir
etkiye
sahiptir.
Modern
toplumun
ataerkil
yapısı
(Giddens,
2010
b:151),
öte
yandan
kadının
toplumsal
yaşama
ve
üretime
katılma
realitesi
en
büyük
uzlaşmaz
çelişkilerden
birisi
olarak
ortaya
çıkarken,
kadının
kimi
bireysel
hak
ve
özgürlükleri
hem
modernite
içinde
elde
etmesi
ama
aynı
zamanda
modernite
ile
birlikte
kendi
emeği
ve
bedenine
yabancılaşmış
olması,
feminist
sanat
pratiklerini
de
bu
ölçüde
etkilemiştir.
Modernite
ile
birlikte
özel
ve
kamusal
alanın
birbirinden
ayrılması,
kadının
özel
alana,
erkeğin
ise
kamusal
alana
ait
olma
durumu
iyice
belirginleşmiştir.
Üretici
erkek,
tüketici
kadın
iken,
kadının
çalışma
hayatına
atılmasıyla,
özel
alanda
olması
gereken
kadın
aynı
zamanda
kamusal
alanda
iş
üreten
(ikinci
sınıf
iş
ve
ikinci
sınıf
ücret
karşılığı)
ve
para
kazanan
durumuna
geldi.
Öte
yandan,
modernizmle
birlikte,
birbirine
koşullu
iş
zamanı
ve
boş
zaman
kavramları
kadını
daha
sarsıcı
bir
biçimde
etkilemiştir.
Kapitalizmin
süre,
etkinlik
ve
mekanları
belirlediği
bir
konumda,
boş
zaman
erkeğin
kendisi
için
kullandığı
bir
340
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
zaman
dilimine
dönüşürken,
çalışan
kadın
için
belirlenmiş
boş
zaman,
ev
işleri
ve
çocukların
bakımı
ile
ikinci
bir
emek,
üretim
ve
çalışma
anlamına
gelmektedir.
Ev
içi
emek
satılamadığı
gibi
henüz
ücretlendirilmemiştir
de.
Pazar
ekonomisinin
kadın
cinsiyeti
üzerinden
getirdiği
bu
tür
bir
çelişki,
yabancılaşma
ve
özellikle
cinsiyet
üzerinden
gelişen
sömürü
feminist
sanatın
da
en
çok
işlediği
konuların
cinsiyet
ve
beden
olmasını
kaçınılmaz
hale
getirmiştir.
Cinsiyet
en
çok
beden
üzerinden
ele
alınan
bir
kavramdır.
Pazar
ekonomisi
bedeni
nasıl
olduğu
üzerinden
değil
nasıl
olması
gerektiği
üzerinden
işlemektedir.
Bu
durumda
bedenin
kendisi
de
bir
tüketim
nesnesine
dönüşürken
en
büyük
yabancılaşma
beden
üzerinden
çalışmaktadır.
Beden
bugün
hiç
olmadığı
kadar
siyasallaşmış
ve
hegemonyanın
belirlediği
bir
alan
olmuştur.
Özellikle
kadın
bedeninin
çağdaş
sanat
pratiklerinde
ele
alınmasının
nedenlerinden
birisi,
kadın
bedeninin
kültür
ekonomisi
içinde
bir
meta
olarak
boy
göstermesidir.
Kuşkusuz
günümüz
çağdaş
feminist
hareketleri
ve
feminist
sanat
pratikleri
tek
bir
cümlede
tüketilemeyecek
denli
çok
boyutlu
bir
tartışma
alanıdır.
Bu
bakımdan
feminist
sanatın
üzerinde
durduğu
beden
kavramı
dün
olduğu
kadar
bugün
de
pek
çok
felsefi,
sosyal,
sanatsal
ve
bireysel
kuram
ve
pratiğe
sahne
olmaktadır.
Bu
bağlamda,
feminist
hareketlerden
bağımsız
olarak
ele
alınamayacak
olan
feminist
sanat
pratiklerini,
özellikle
1960
sonrası
gelişen
beden
üzerindeki
uygulamalarından
yola
çıkarak
yabancılaştırma
bağlamında
ele
alıp
tartışmak
bu
yazının
amacını
ve
sınırını
belirlemektedir.
2. FEMİNİZM
VE
YABANCILAŞMA
Yabancılaşma,
feminist
hareketin
kadın
mücadelesini
gerekçelendirdiği
önemli
kavramlardan
birisidir.
Ancak
bu
gerekçelendirme,
feminist
hareketin
hem
kendi
içindeki
farklı
yaklaşımları
ve
ekolleri,
hem
de
tarihsel
ve
toplumsal
dinamiklerin
gidişatındaki
farklılıklar
ile
ayrışır.
Öte
yandan,
yabancılaşma
kavramının
çok
parametreli
yapısı,
toplumsal,
felsefi
ve
psikolojik
temelli
ayrımları,
341
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
farklı
feminist
hareketlerin
ve
sanat
pratiklerinin
bu
ayrımları
ne
şekilde
ele
aldığı
ile
de
bağlantılıdır.
Feminist
hareketin
en
genel
anlamda
yabancılaşma
ile
ilgili
argümanı,
eril
bir
toplumda
ve
burdan
giderek
eril
bir
siyasal
alanda,
kadın
ve
erkek
olarak
ayrılan
iki
farklı
cinsin,
kadına
karşı
negatif
ayrımcılığı
ve
bu
ayrımcılığın
sonucu
kadının
ötekileşerek
yabancılaşması
üzerine
kuruludur.
Özünde
cinsiyet
ayrımcılığına
dayalı
bu
çeşit
bir
yabancılaşma
feminist
kuramlarda
kadının
hem
toplumsal
ve
kamusal
alandaki
rolü
üzerinden
yer
bulurken,
diğer
taraftan
kadının
özel
alandaki
varoluş
biçimi
ile
de
yakından
ilişkilendirilmiştir.
Bu
birbirinden
farklı
gibi
görünen
iki
sorunsal
aslında
toplumsal
yabancılaşma
olarak
özetlenebilen
bir
bütünün
ayrılmaz
parçalarıdır.
Kadının
toplumsal
yabancılaşması,
Marx’ın
yabancılaşmanın
kaynağını
toplumsal
yabancılaşmada
araması
iddiasında
(Dumenil
ve
diğ.
2011:183-‐184)
yatar.
Yabancılaşmanın
bu
toplumsal
özü
özellikle
1970
ve
1980’li
yıllardaki
farklı
damarlardan
beslenen
kadın
hareketlerinin
ana
lokomotifini
oluşturmuştur.
1970’li
yıllardaki
feminist
hareketin
en
önemli
söylemi
“kişisel
olanın
politik
olduğu”
vurgusudur
(Donovan,
2014:266).
Bu
demektir
ki
feminist
hareket,
kadın
özgürlüğünün
toplumsal
ve
siyasal
bir
çerçeveden
koparılamayacağı
zemininde
yol
almaktadır.
Kişisel
olana
yapılan
gönderme
özel
olan,
siyasal
olana
yapılan
gönderme
ise
kamusal
olan
olarak
ele
alınmıştır.
Phillips
(2012:118),
bu
önermenin,
iki
alan
arasında
bir
ilişki
olduğunu
ileri
sürmek
için
kullanıldığını
ve
buradaki
temel
noktanın,
kamusal
ve
özelin,
biri
diğerinden
bağımsız
bir
ritimde
var
oluyormuş
gibi
ayrı
dünyalar
olarak
ele
alınamıyacağını
belirtmektedir.
Donna
Haraway
(1991:149-‐181),
1983’de
kaleme
aldığı
manifestosunda,
feminizmin
geleneksel
nosyonlarını
eleştirir.
Yüksek
teknoloji
ve
bilimin
eski
batı
düşüncesindeki,
düşünce-‐beden-‐ruh,
ben
ve
öteki,
kadın
ve
erkek,
gerçek
ve
görünüş
gibi
ayrımları
dönüştürdüğünü
vurgulayarak,
makine
ve
insan
karışımı
342
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
“cyborgs”
metaforu
üzerinden
yabancılaşmaya
dikkat
çeker.
Yine
bu
yıllarda
kadın
hareketi,
kadının
kamusal
alan
ve
özel
alan
olarak
ev
içi
ve
erkek
ile
olan
sosyal
ilişkilerine
odaklanır.
Kamusal
ve
özel
alanda
kadının
nasıl
yabancılaştırıldığına
ilişkin
farklı
yaklaşımlar
dikkat
çekicidir.
Örneğin,
Angela
Davis
ve
Susan
Sontag
gibi
düşünürler,
ev
işlerinin
kullanım
değeri
ürettiği,
sevgi
ve
koşulsuzluk
temeline
dayandığı
ve
yararlı
emek
olduğu
için,
evin
ya
da
özel
alanın
kapitalist
endüstriyel
bir
toplumdaki
tek
yabancılaşmamış
mekanı
sağladığını
savunurlar.
Öte
yandan
Ann
Foreman,
kadınların
duygusal
hayatın
bekçileri
yapılarak
aşağılanmasının
kadınlığa
içkin
bir
yabancılaştırıcı
toplumsal
cinsiyet
yapısı
oluşturduğunu
savunur.
Foreman
ve
Costa,
ev
içi
alanı,
kadını
toplumsal
üretim
alanından
kopartarak,
yaratıcılık
ve
çalışma
eylemini
geliştirme
olanaklarından
tümden
yoksun
bırakarak
başlı
başına
yabancılaştırıcı
olarak
görmüşlerdir.
Costa,
ev
işi
deneyiminin,
soyutlayıcı,
önemsiz
ve
tekrara
dayalı
olduğu
için
yabancılaştırıcı
olduğunu
savunmuştur
(Donovan,
2014:151-‐156).
Kültür
ve
iletişim
kuramlarını
salt
kadın
cinsiyeti
üzerinden
değil
daha
çok
toplumsal
cinsiyet
ve
ayrımcılık
kavramları
üzerinden
ilişkilendiren
materyalist
feministler
ise
toplumsal
düzenlemelerde
kadının
rolü
ve
toplumsal
yabancılaşmaya
vurgu
yapmışlardır
(Hennessy
ve
Ingraham,
1999).
Diğer
taraftan,
özellikle
popüler
kültürün
tırmandığı
1970’li
yıllarda,
toplumsal
yabancılaşmanın
bir
ayağı
olan
ideolojik
yabancılaşmadan
da
söz
edilebilir.
Popüler
kültür,
yaşamın
her
alanında
olumsuz
anlamıyla
ideoloji
üretmekte
ve
bu
ideolojik
içeriği
kitlelerin
bilinç
altına
yerleştirmektedir.
Bu
yerleştirmeyi
olanaklı
kılan
yabancılaşmadır.
Öte
yandan
egemen
ideolojiler,
aynı
zamanda
kaçınılmaz
olarak
yabancılaştırıcı
ideolojilerdir
(Özbudun
ve
diğ.
2008:45-‐
67).
1970’li
yıllardan
itibaren
görsel
ve
basılı
medya,
televizyon
gibi
kitle
iletişim
araçlarının
geniş
halk
kitlelerine
ulaşma
olanakları
artmıştır.
Kadın
imajlarının
kültür
endüstürisi
içinde
yoğun
olarak
kullanımı
arttıkça,
kadın
hareketinin
kadın
bedeni
343
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
üzerinden
gelişen
sömürüye
tepkileri
de
yine
beden,
cinsel
sömürü
gibi
konularda
odaklanmıştır.
1980’li
yıllardan
sonra
Postmodern
kuram
kadın
hareketini
köklü
bir
şekilde
dönüştürmeye
başlamıştır.
Modernizmin
radikal
eleştirisi
üzerinden
Postmodernizmin
parçalayıcı
ve
ayrıştırıcı
yapısı
kadın
hareketinin,
ırk,
sınıf,
etnik
bağlam,
cinsellik,
beden,
benlik,
yaş,
ve
coğrafya
gibi
daha
öznel
konulara
yönelmesini
kaçınılmaz
kılmıştır.
Öyleki
kadın
genel
bir
cinsiyet
çerçevesinden
çıkıp,
özel
ve
öznel
bir
cinsiyet
kategorisi
içinde
tartışılmaya
başlanmıştır.
Bu
durumda
hangi
kadın,
hangi
coğrafyadaki
kadın,
hangi
beden,
hangi
kimlik
gibi
sorunsallar
öne
çıkmıştır.
Bu
anlamda
Postmodern
feminizm
yabancılaşmanın
toplumsal
boyutundan
bir
anlamda
uzaklaşmış
daha
öznel
bir
yabancılaşmaya
vurgu
yapmaya
başlamıştır.
Postmodern
feminist
kuramcılardan
Jane
Flax
ve
Trinh
T.
Minh-‐ha,
Modernizmin
batı
merkezli,
ırkçı,
kolonyalist,
cinsiyetçi
ve
ayrımcı
bir
proje
olduğundan
yola
çıkarak,
feminist
kuramlardaki
söylem,
siyasa
ve
perspektifi
Postmodernizmin
ana
bileşenleri
olan
çok
seslilik,
küreselleşme,
aidiyet,
coğrafya
ve
kimlik
ile
birlikte
ele
almışlardır.
Vietnam
doğumlu
Minh-‐ha,
kadın
yabancılaşmasını
daha
çok
ırkçılık,
sınırlar
ve
göçmenlik
gibi
kültürel
ve
siyasal
kavramlar
üzerinden,
Postmodern
feminizmi
aracı
ederek
sorgular
(Flax,
1987;
Minh-‐ha,
2009).
Flynn,
Fraser
ve
Nicholson
ise,
özellikle
Modernizmden
Postmodernizme
geçişte,
Postmodern
feminizmin
dinamik,
çoğulcu
ve
dönüştürücü
yanının,
geleceğin
feminist
projelerine
katkıda
bulunacağını
belirtmektedir
(Flynn,
2002;
Fraser
ve
Nicholson,
1989).
Postmodern
feminist
hareket
yabancılaşmayı,
çok
parçalı
ve
mikro
ölçekte,
daha
çok
felsefi,
psikolojik
ve
cinsiyet
kuramları
üzerinden
çalıştırır.
Özellikle
ruh-‐
beden,
temsil,
gösterge
ve
psikanaliz
çerçevesinde
dolaşan
yabancılaşma
Freud’un
psikanaliz
ve
Lacan’ın
“ben,
öteki
ve
ayna
aşaması”
olarak
belirlediği
düzeyde
en
üst
344
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
seviyesine
çıkar.
Lacan,
yabancılaşma
ile
öznellik
arasındaki
bütün
diyalektiği
canlandırması
nedeniyle
ayna
aşamasına
başvurur
(Sarup,
2010:22).
Yabancılaşma
ile
ilgilenen
feminist
ve
Postmodernist
yazarlardan
Julia
Kristeva
ve
Luce
Irigaray
da
Lacancı
kurama
karşı
ortak
bir
ilgiyi
paylaşırlar.
Derrida
da
yapıbozum
kuramı
ile
kimi
Postmodern
feministlerin
uğrak
isimlerinden
birisi
olmuştur.
Öte
yandan
yabancılaşmanın
nevrotik
boyutu
da
en
azından
Postmodern
feminist
sanatçıların
ilgi
alanındadır.
Horney
(1994:169-‐177),
yabancılaşmayı
bireyin
kendi
duygularından,
arzularından,
inançlarından
ve
enerjisinden
uzaklaşmış
olarak
tanımlar.
Bu
durum
bireyin
kendi
içindeki
en
canlı
merkeze
yönelik
bir
yabancılaşmayı
göstermektedir.
Bu
ise
bütünlüğün
kaybolmasıdır.
Öz
yabancılaşmada
ise,
kişinin
kendisiyle
olan
ilişkisi
kişisellik
özelliğini
yitirir,
dolayısıyla
yaşamın
tamamıyla
olan
ilişkisi
de
kişisel
olmaktan
çıkar.
Feminizmin
yabancılaşmaya
ilişkin
yukarıda
sözü
edilen
bu
argümanları
feminist
sanatın
ve
sanat
pratiklerinin
kuramsal
alt
yapısını
büyük
ölçüde
etkilemiştir.
3.
FEMİNİST
SANATTA
BEDEN
VE
YABANCILAŞMA
Feminist
sanatta
yer
alan
beden
pratiklerine
bakmadan
önce,
beden
ve
performans
sanatının
salt
feminist
sanat
bağlamında
yol
almadığını
belirtmek
gerekir.
Özellikle
1960’lardan
günümüze
kadar
beden,
hem
estetik
hem
de
protest
bir
temsilin
aracı
olmuştur.
Yoko
Ono,
Chris
Burden,
Vito
Acconci
ve
Gina
Pane
gibi
pek
çok
sanatçı
genel
tabuları
kırmak
ve
meydan
okumak
için
bedenlerini
kullanmışlardır.
Bu
sanatçıların
bedeni
neden
bir
sanat
nesnesi
olarak
kullandıkları
ve
neden
bedeni
sorunsallaştırdıkları
sorusu
kuşkusuz
salt
dönüşen
estetik
değerlerle
açıklanamayacağı
gibi
çok
parametreli
bir
yanıtı
da
hak
etmektedir.
Aydınlanma
süreci
ile
başlayan
ve
Modernite
ile
devam
eden
süreçte
beden
doğal
olarak
değil
toplumsal
olarak
düzenlenmiş
bir
yapıdır.
Bu
beden,
artık
doğanın
345
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
değil
uygarlığın
bir
parçasıdır.
Shilling
(aktaran
Yamul,
2000:39),
uygar
beden
olarak
ele
aldığı
bu
bedeni,
toplumsallaşma,
rasyonelleşme
ve
bireyselleşme
süreçlerinden
geçen
bir
beden
olarak
tanımlar.
Uygar
beden,
birbirlerine
zıt
özleri
olduğu
kabul
edilen
doğa-‐kültür
kavram
çifti
arasındaki
ikili
karşıtlığın
kültür
ucunda
duran
bedendir
(Yamul,
2000:39).
Elias
(aktaran
Yamul,
2000:39),
ise
uygar
bedeni
örtünmüş
beden
olarak
iyice
uygarlaştırır.
Uygarlaştırılmış
beden
artık
büyük
bir
bölümüyle
bireyin
kendi
hakimiyetinden
çıkmış
ve
kamusallaşmıştır.
Öte
yandan
kamusallaşan
beden
o
ölçüde
de
bireyselleşmiştir.
Beden
bu
durumda
hem
bireyin
öznel
alanına
sıkışırken,
aynı
zamanda
asıl
olarak
uygarlığın
simgesi
olan
iktidarın
ve
gücün
kontrol
alanı
haline
gelmiştir.
Bedenin
bu
kendine
yabancılaşması
aynı
benlik
gibi
onun
manipüle
edilebilirliğine
ve
manipüle
edilebilen
bedenin
de
kullanım
gücü
onun
bir
siyasal
alana
dönüşmesine
neden
olmuştur.
Giddens
(2010a:259-‐272),
Modernitenin
belirleyici
unsurlarını
anlatırken,
yeni
toplumsal
hareket
biçimlerinin,
kurumsal
olarak
bastırılan
hayat
alanlarının
kolektif
olarak
yeniden
elde
edilmesi
girişimini
temsil
ettiğini
belirtir.
Bu
anlamda
bedenin,
benlik
gibi
bir
etkileşim,
elde
etme
ve
yeniden
elde
etme
alanı
haline
geldiğini
ve
bunun
da
yaşam
siyasası
tartışmaları
ve
mücadelelerinin
temel
bir
unsuru
olduğunu
ifade
eder.
Böylece
beden,
esasen
bir
özgürleşmeci
politika
alanı
olduğu
gibi,
bireyin
geliştirdiği
kimlikle
de
doğrudan
ilişkili
hale
gelecektir.
İşte
beden
sanatçılarının
ve
özellikle
feminist
sanat
pratiklerinin
bedeni
hem
bir
mücadele
alanı
olarak
ele
almaları
hem
de
araç
olarak
kullanmaları
raslantısal
değildir.
Bedenin
toplumsal
alandaki
bu
sıkışmışlığı
kadın
bedeni
üzerindeki
tabular
nedeniyle
daha
yoğun
bir
baskıya
neden
olmuştur.
Bu
bakımdan
feminist
sanatın
özellikle
kadın
bedeni
üzerinden
gelişen
söylemleri
kuşkusuz
cinsiyetin
eril
bir
uygarlıkla
temsil
edilmesiyle
de
doğrudan
ilişkilidir.
Bu
ilişki
iki
boyutta
ele
alınabilir,
birincisi
kadının
her
türlü
temsil
edilme
biçimi
bedeni
üzerinden
çalışır.
İkincisi
ise
kadın
her
türlü
erkek
tarafından
temsil
edilir.
Pazar
ekonomisi
bu
temsilin
yöneticisi
haline
gelir.
Bu
durum,
kadının
kendi
bedeni
üzerindeki
etkisini
yitirmesine,
kendi
346
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
bedenine
yabancılaşmasına
ve
bu
yabancılaşmayla
birlikte
bedenin
tekrar
yeniden
ele
geçirilip
eylem
alanı
olmasına
neden
olur.
Tickner
(1978:239),
kolonileştirilmiş
bölgenin
erkek
fantezisinden
geri
alınmasını
ve
kadın
vücudunun
erkekler
için
baştan
çıkarıcı
bir
hammadde
olmaktan
çıkarılıp
yeniden
kimlikleştirilmesi
gerektiğini
belirtir.
Pazar
ekonomisinin
her
türlü
teknoloji
ve
popüler
kültür
aracılığı
ile
kadın
bedenini
imge
ve
imajlarla
bir
fetiş
nesnesi
haline
getirmesi,
kadın
bedeninin
seyirlik,
gözetlenen
ve
alınıp
satılan
ve
böylece
denetlenen
bir
meta
haline
gelmesi,
feminist
sanatçıların
kendi
bedenlerinin
hem
simgesel
anlamda
hem
de
nesnel
olarak
gerçekliklerini
ve
hatta
gerçek
dışılığını
yine
kendi
bedenleri
ile
bir
eylem
alanına
dönüştürmelerine
neden
olmuştur.
Pazar
ekonomisi,
kadın
bedenini
en
karlı
olacak
biçimde
işine
geldiği
gibi
temsil
etmiştir.
Bu
temsil,
bazen
uysal,
cici,
masum
ve
evcilleştirilmiş
bir
hanımefendi,
bazen
yırtıcı,
erotik,
çekici
ve
hatta
pornografiktir.
Böylece
kadın
bedeni
hem
nesnel
olarak
sömürüye
uğramış
hem
de
imaj
ve
görsel
imgeler
üzerinden
tekrar
sömürüye
uğramış
olur.
Öte
yandan
feminist
sanatın
özellikle
1970
sonrası
uygulamaları
Postmodernizmin
tinsel,
duyumsal,
psikanalitik
ve
simgesel
yönelimleriyle
de
ilişkilidir.
Örneğin
Featherstone
(2005:76),
Postmodern
eleştirmen
Susan
Sontag’ın,
sanat
nesnesinin
bir
metin
değil,
dünya
üzerinde
bir
duyumsama
nesnesi
olması
gerektiğini
söylemesiyle,
Postmodern
estetetiğin
bir
bedensel
estetik
olarak
nitelenmesine
yol
açtığını
belirtmektedir.
Foster
(2009:185),
ise
feminist
sanatın,
en
azından
psikanalitik
duruşunun
temel
konumu
olan
öznenin
simgesel
düzence
yönetildiği
düşencesine
vurgu
yapmaktadır.
Öyle
ki,
cinsiyetin
ayrılamayacak
bir
parçası
olan
kadın
bedeni,
tıpkı
gündelik
yaşamda
ve
gazetelerin
ikinci
sayfalarında
yer
alan
korkunç
haberlerde
olduğu
gibi,
kimliğin,
cinselliğin,
tabuların,
şehvetin,
şiddetin,
aşağılanmanın,
yaralanmanın,
öldürülmenin,
tecavüzün,
fetişleştirmenin,
işkencenin,
erotizmin,
pornografinin,
metalaşmanın,
anneliğin,
emeğin,
tinsel
ve
zihinsel
her
türlü
uygulamanın
kaçınılmaz
bir
alanı
olmuştur.
Bu
alan
yapısı
gereği
en
347
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
çok
öznel
ve
simgesel
olarak
ele
alındığı
için
psikanalitik
çözümleme
ve
yabancılaştırmaya
daha
yatkın
durmaktadır.
Diğer
taraftan,
sanat
tarihinin
de
eril
cinsiyette
varlık
göstermesi,
çok
az
sayıda
kadın
sanatçının
sanat
tarihi
sayfalarında
yer
alması,
sanat
alanında
da
kadın
emeğine
karşı
yapılan
ayrımcılık
(Pollock,
2003:2),
sanat
tarihi
boyunca
erkek
sanatçıların
kadın
bedenini
ele
alış
biçimleri,
kadın
feminist
sanatçıların
kadın
bedenine
bu
defa
kendi
kadın
söylemleriyle
geri
dönmelerine
neden
olmuştur.
Modern
estetik
geleneğin
ve
sanat
nesnesinin
neliğine
ilişkin
tartışmaların
başladığı
ve
bu
doğrultuda
temsil
olanaklarının
hızla
değiştiği
1960’lı
yıllar
kuşkusuz
feminist
sanatçıların
bedeni
bir
sanat
nesnesi
olarak
ele
almalarını
cesaretlendirici
bir
olanak
sunmuştur.
Yılmaz
(2006:283)’ın
deyimiyle,
beden
sanatçıları
araç
ve
nesne
ilişkisini
tersine
çevirerek
eylem
aracılığı
ile
beden
üzerine
yoğunlaşmışlardır.
Feminist
sanatta
öne
çıkan
beden
ve
cinsiyet
kavramları,
cinsiyet
ayrımcılığına
bir
karşı
duruş
olarak
salt
kadın
cinsiyeti
ve
bu
cinsiyeti
oluşturan
cinsel
kimlik
sorgulamaları
üzerine
odaklanmamıştır.
Aynı
zamanda
Kahraman
(2005:212)’ın
da
belirttiği
gibi
2.
Dünya
savaşı
sonrası
çağdaş
sanat
çok
geniş
ölçüde
ölümü
ve
şiddeti
kendisine
konu
edinmişti.
Bunun
bir
şiddet
estetiği
olduğu
apaçıktı.
20.
Yüzyılın
ikinci
yarısından
bu
yana
dönüşen
ve
değişen
sınır
ve
coğrafyalar,
etnik
savaşlar,
inançlar
gibi
pek
çok
etken
çağdaş
feminist
sanatın,
beden-‐kimlik,
beden-‐
coğrafya,
beden-‐cinsellik,
beden-‐şiddet,
beden-‐tabu
gibi
hem
öznel
hem
de
sosyo-‐
politik
konulara
yönelmesini
neredeyse
zorunlu
kılmıştır.
Kadın
sanatçılar
bu
sorunsalları,
fotoğraf,
video,
beden
sanatı,
performans
ve
enstalasyonun
tüm
olanaklarını
ve
bu
olanakların
farklı
temsil
biçimlerini
ve
daha
çok
kendi
bedenlerini
kullanarak
ortaya
koyarlar.
Kuşkusuz
tüm
bu
temsil
biçimlerinin
olanakları,
kullandıkları
malzeme
ve
yöntemler
farklı
olmakla
birlikte
genel
anlamıyla
bedeni
belli
kavramlar
altında
yabancılaştırarak
bir
metafor
oluştururlar.
Bu
bakımdan
348
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
feminist
sanatta
bedenin
kullanım
biçimleri
ve
söylemi
farklılaşır.
Kullandıkları
yabancılaştırma
metaforları
da
kullanım
biçim
ve
felsefelerine
göre
değişir.
1970’lerde
Feminist
Avangard
olarak
anılan
feminist
sanat
hareketleri
bugün
pek
çok
sanatçıya
öncülük
etmiştir.
Hannah
Wilke,
Ketty
La
Rocca,
Eleanor
Antin,
Birgit
Jürgenssen,
Gina
Pane,
Carolle
Schneemann,
Valie
Export,
Ana
Mendieta,
Cindy
Sherman
ve
Martha
Rosler
bu
sanatçıların
en
ünlüleridir
(www.bozar.be;
www.e-‐flux.com).
Bu
sanatçılar
özellikle
beden
üzerinden
yeni
bir
söylem
ve
kadın
kimliğinin
oluşmasında
yabancılaşma
metaforunu
kullanmışlardır.
Genel
olarak
sanatlarındaki
beden
pratikleri
ve
temsilleri
mutlaka
bir
kurgu
ve
kavram
üzerinden
yol
alır.
Bu
temsillerin
bir
kısmı,
beden
ya
da
beden
imajları
üzerine
yapılan
müdahaleleri
içerir.
Aslında
bedene
yapılan
her
türlü
müdahale,
uygarlaşmış,
bireyden
uzaklaşmış
ve
yabancılaşmış
bedenin
tekrar
kazanılması,
duyumsanması
olarak
da
düşünülebilir.
Jung
(2013:43),
onun
içinde
yaşadığımız
ve
onunla
birlikte
hareket
ettiğimiz
halde,
sıradan
bir
insan
için
bedenin
büyük
bir
bölümü
hemen
hemen
tümüyle
bilinmeyen
bir
şeydir,
diye
belirtirken,
bu
bilinmeyen
ve
yabancılaşmış
alan
feminist
sanatta
tekrar
ele
geçirilir,
müdahale
edilir,
yeniden
yapılandırılır,
sorgulanır.
Bu
müdahaleler,
şiddet
ve
öz
saldırı,
dönüştürme
ve
yeniden
yapılandırma,
iğrençleştirme
yoluyla
arındırma
(katharsis),
simgesel
ve
fetiş
nesnelerle
ritüelleştirme,
simgesel
düzende
ironikleştirme
ve
alay,
pastiş
ile
simgeselleştirme
ve
metafor
oluşturma
olarak
özetlenebilir.
Şiddet,
feminist
beden
pratiklerinde
yaygın
olarak
kullanılan
bir
yabancılaştırma
unsurudur.
Tarih
boyunca
şiddetin
ana
vatanı
beden
olmuştur.
Bedene
uygulanan
şiddet
ve
bu
şiddetin
dozu
sanat
pratiklerinde
geniş
bir
skala
sunar.
Feminist
performans
pratiklerinde
beden
çoğu
kez
izleyenlerin
paydaş
edildiği
eş
zamanlı
bir
saldırıya
uğrar.
Kimi
zaman
fotoğraf,
belge,
video
ve
ses
kayıtlarıyla
şiddete
uğramış
beden
imgeselleştirilir.
Şiddete
uğramış
beden
iktidarın
ya
da
kamunun
egemenliğinden
sanatçının
ve
bireyin
kendi
alanına,
kendi
egemenliğine
geçer
ve
bir
anlamda
şiddete
şiddetle
karşılık
verilerek
349
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
yabancılaştırma
sağlanır.
Çoğu
performansta
sanatçı
şiddete
kayıtsız
kalır.
Kayıtsızlık
bedenin
şiddet
karşısında
en
güçlü
savunma
mekanizması
haline
gelir.
Kendi
şiddetini
kabullendiği
kadar,
yabancılaştırarak
şiddete
karşı
bir
başkaldırıyı
da
imler.
Özellikle
1970’li
yıllardan
günümüze
dek
süregelen
bu
performanslarda
en
dikkat
çekici
yön
kadın
sanatçının
kendi
bedeni
üzerinde
deneyimlediği
yaralama
ve
saldırı
durumudur.
Öz
saldırıda,
sanatçının
kendi
beden
ve
aklının
sınırlarını
zorlama
ve
böylece
yabancılaşmış
bedenini
yeniden
tanıma
ve
ona
yaklaşma
girişimi
öne
çıkmaktadır.
Öte
yandan
Francalanci’nin
(2012:69)
belirlemesiyle
gösteri
toplumuna
tepki
olarak
çok
güçlü
bir
öznellik
sanatçıyı
giderek
daha
köklü
ve
bunu
kendi
kendine,
kendi
sınırlarına
karşı
aşırı
meydan
okumalar
gibi
görünen
seçimlere
zorlar.
Görsel
1.
Marina
Abramovic,
“Rhythm
10”,
1973,
Performans
Lisson
Gallery.
London.http://www.initiartmagazine.com/gallery.php
Marina
Abramovic
kendi
bedenine
öz
saldırı
yoluyla
yabancılaşma
metaforunu
en
iyi
kullanan
sanatçılardan
birisidir.
1973
yılında
“Rhythm
10”
isimli
performansında
(Yılmaz,
2012:270)
bir
dizi
bıçağı
açık
şekildeki
el
parmaklarına
hızlı
350
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
ritimlerle
saplayarak
ve
bu
esnada
çıkardığı
sesleri
banta
alıp
dinleyerek
bu
performansı
bir
kaç
kez
tekrar
etmiştir
(Görsel
1).
Abramovic
öz
saldırı
yoluyla
yabancılaşmış
bedenine
tekrar
yaklaşmış
olur.
Öte
yandan
sanatçı
batılı
olmayan
kültürlere
yaptığı
geziler
aracılığıyla
öteki
kültürlerin
ölüm
korkusunu,
acıyı
ve
fiziksel
sınırlamaları
nasıl
en
uç
noktalara
kadar
zorladıklarını
da
deneyimlemiştir
(Atakan,
2008:94).
Abramovic
kendi
bedenini
hissetmeyi,
o
an
ve
oradayı
yaşamayı
olanaklı
kılan
bir
öz
şiddeti
yabancılaşmaktan
kurtulma
aracı
gibi
çalıştırmaktadır.
Öte
yandan
ayin
ve
törensel
bir
takım
simgeleştirmeleri
de
(tekrar
eden
tümceler
ve
sözler,
kemik
yığınları
vb)
hissettiği
acıyı
yabancılaştırmak
için
kullandığı
anlaşılmaktadır.
Bu
tip
öz
saldırı
performanslarında
acı
kaçınılmaz
bir
süreç
olarak
yaşanır.
Ancak
pek
çok
sanatçı
acıya
kayıtsızlık
ile
karşılık
verir.
David
Le
Breton’a
(2010:16)
göre
acı
kutsal
bir
yaradır.
Moral
bir
denetim
altında
tutulduğu
ya
da
aşıldığı
takdirde
insanın
bakışını
genişleterek,
geçip
gitmekte
olan
anı
hatırlatır.
Aslında
bu
anlamda
bedeni
elde
etme
amacı
nedeniyle
acıya
karşı
bir
yabancılaşmadan
da
söz
edilebilir.
1970’li
yıllarda
feminist
beden
sanatçısı
olarak
ünlenen
İtalyan
orijinli
Fransız
sanatçı
Gina
Pane
ilk
feminist
öncü
sanatçılardandır.
Pane,
“In
sentimental
action”
performansında,
tamamen
beyaz
bir
elbise
içinde
bir
avuç
beyaz
gülü
elinde
tutarken
gülün
dikenleri
ile
parmaklarını
kanatır
ve
yaralar.
Damlayan
kan
beyaz
gülleri
kırmızıya
çevirir
ve
tam
bu
esnada,
sanatçı
kendini
jiletle
keser
(www.theblogazine.com).
Kurgusal
bir
şölen
içinde
gerçekleşen
öz
yaralamada
beyaz
gül
ve
beyaz
elbise
kadının
toplumsal
olarak
kodlanmış
düşleri,
hayalleri
gibi
simgelerle
betimlenmiş
ve
sonrasında
umudun
nasıl
şiddete,
vahşete
ve
kana
bulandığı
ve
yabancılaştırıldığı
vurgulanmıştır.
Burada
öznel
bir
yabancılaşmadan
çok
kadının
evlilik
ve
mutluluk
arasında
sıkışan
sosyal
kodları
üzerinden
toplumsal
bir
yabancılaşmaya
da
vurgu
yapılmaktadır.
351
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
Görsel
2.
Ana
Mendieta,
“Glass
on
Body
Imprints”,
1972,
Performans,
Museum
of
Contemporary
art
North
Miami.
http://mocanomi.org/2013/06/ana-‐mendieta/
Şiddet,
ölüm,
etnik
ve
cinsel
kimlikleri,
cinsiyet
ayrımcılığı
ve
kadına
uygulanan
şiddet
boyutlarıyla
ele
alan
Küba
asıllı
feminist
sanatçı
Ana
Mendieta
(Finkelstein,
2012:1-‐82),
1972
yılında
gerçekleştirdiği
“Glass
on
Body
Imprints”
isimli
performansında
(Görsel
2),
bir
cam
bloğu
çıplak
bedenine
özellikle
göğüs
ve
kalçalarına
bastırarak
geleneksel
olarak
kodlanmış
güzel
ve
çekici
kadın
bedenini
yabancılaştırarak
itici
ve
biçimsiz
bir
forma
sokmuştur.
Burada
dönüştürme
ve
yapıbozum
yoluyla
bir
yabancılaşmadan
da
söz
edilebilir.
Yine
1974
yılında
gerçekleştirdiği
“Body
Tracks”
performansında
kan
içindeki
el
ve
kollarını
galeri
duvarına
ve
kağıtlara
yukardan
aşağı
doğru
sürükleyerek
bedenin
acı
dolu
izini
çıkartmıştır.
Carolee
Schneemann
ise
performanslarında
politik
ve
kişisel
özgürlük
alanı
olarak
kendi
bedenini
kullanan
feminist
sanatçıdır.
“Meat
Joy”
isimli
performansında,
bedenler
tam
olarak
bir
eylem
alanına
dönüşür.
Schneemann
toplumsal
beden
ve
kişisel
beden
arasındaki
sınırları
ve
yabancılaşmayı
araştırırken
tavuk,
balık
gibi
ölü
hayvanları
insan
bedeni
ile
eklemlendirerek
bedenin
toplumsal
yabancılaşmasına
dikkat
çeker.
Öte
yandan
tüm
bu
şiddet
ve
saldırı
352
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
performanslarında
beden
tamamen
sanatçının
kendi
denetiminde
öznelleşmiş
ve
özgürleşmiş
olmakla
birlikte
hem
izleyiciye
hem
de
toplumsal
sözleşmelere
karşı
bir
tehditi
de
içerir.
İzleyici
bu
şiddete
ortak
olur.
Sanatçı
yabancılaşmış
bedenine
yaklaşırken
ve
onu
tekrar
kazanmaya
çalışırken,
izleyici
hiç
alışık
olmadığı
bu
şiddet
görmüş
bedene
iyice
yabancılaşma
tehlikesiyle
karşılaşır.
Şiddet
şiddetle
karşılanınca
bir
anlamda
meşrulaşır
fakat
öte
yandan
yabancılaşmaya
ayna
tutar.
Acı
çeken
bedene
bakmak
hem
gizliden
ve
engel
olunamayan
bir
merak
ve
heyecan
verdiği
gibi
aynı
zamanda
tabu
olan
bir
şeyi
özgürleştirir.
Bir
diğer
yabancılaştırma
alanı
ise
bedenin
değişim
ve
dönüşümüne
ilişkin
yapılan
müdahalelerdir.
Aslında
bedenin
değişim
ve
dönüşümünü
içeren
daha
radikal
müdahaleler
insanlık
tarihine
dek
giden
eski
uygulamalardır.
İlkellerin
ayin
ve
ritüellerinde
bedenin
çok
farklı
araçlar
tarafından
zaptedilmesi,
yaralanması,
damga
ve
boyama
işlemleri,
bedenin
farklı
organlarına
takılan
küpe,
pearsing,
boyunluk,
hızma
ve
daha
da
ileriye
giden
pek
çok
uygulama
günümüzde
Artun’un
(2013)
da
belirttiği
gibi
teknolojilerin
çeşitlenmesi,
protez
kullanımı,
estetik
ameliyatlar
gibi
uygulamaların
yaygınlaşmasıyla,
kimlik
ve
aidiyetler
yeni
biçimler
alırken,
beden
de
delik
deşik
edilmektedir.
Bedene
yapılan
her
türlü
müdahale
ve
dönüştürme
eylemleri
fiziksel
değişim
ve
morfozu
içerdiği
gibi,
aslında
kimlik,
sosyal
ve
kişisel
aidiyet
gibi
konuları
da
kapsamaktadır.
Modern
toplumda
yok
olan
ve
fark
edilmeyen
bireyin,
bedenini
geleneksel
toplumsal
normların
ötesinde
görünür
biçimde
dönüştürmesi
bir
varlık,
kimlik
ve
aidiyet
mücadelesi
olduğu
gibi,
bu
geleneksel
normlara
bir
karşı
duruşu
da
içermektedir.
353
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
Görsel
3.
Orlan,
“The
Reincarnation
of
Saint
Orlan”,
1990,
Performance,
Sandra
Gehring
Gallery
in
New
York.
http://www.artandculture.com/users/367-‐orlan
Feminist
sanat
pratiklerinde
bedenin
radikal
değişimine
ilişkin
en
çarpıcı
örnek
Orlan
örneğidir.
Fransız
sanatçı
Orlan
“Carnal
Art”
olarak
adlandırdığı
performanslarında,
erkek
iktidarının
güzellik
kavramını
ve
modern
batı
toplumunda
kadın
özne
ve
teninin
kuruluş
biçimini
kırmak
için
bir
dizi
estetik
ameliyatla
bedenini
ve
yüzünü
yeniden
biçimlendirir
(Akman,
2006).
1970’li
yıllarda
başladığı
ve
acı
çekmeden
lokal
anesteziyle
gerçekleştirdiği
estetik
operasyonlarını
uzun
yıllar
sürdüren
Orlan
(Görsel
3),
bedenini
hazır
yapım
bir
sanat
nesnesi
haline
getirir.
Bilinçli
ve
uzun
uzadıya
planlayarak
oluşturduğu
operasyonlarda
ciddi
bir
transformasyona
uğrar.
Ameliyathane
Orlan’ın
stüdyosudur.
Bedenin
de
kimlik
gibi
sürekli
değişebilirliğini
vurgulayan
sanatçı
korkunç
bir
yabancılaşmayı
planlayarak
uygular.
Orlan
her
zaman
farklı
görünür.
Her
seferinde
yeni
bir
yüze,
yeni
bir
bedene
sahip
olmaktadır.
Ve
böylece
öznel
olan
bedenini
ve
kimliğini
sürekli
değiştirerek
yabancılaştırmakta
ve
yabancılaştırdıkça
kimliksiz
ve
bedensiz
olanı
yakalamaktadır.
Bir
başka
deyişle
tüm
kadın
beden
ve
kimliklerini
hem
bedeninde
taşımakta
hem
de
hiçbir
beden
ya
da
kimliğe
sahip
olmamaktadır.
Feminist
sanatta
bir
başka
yabancılaştırma
ise
bedeni
iğrençleştirme
yoluyla
arındırma
üzerine
kuruludur.
Psikanalitik
bir
yabancılaşma
kapsamına
alınabilen
ve
iğrenç
sanat
olarak
da
anılan
bu
uygulamalar,
postmodern
kuramcı
Julia
Kristeva’da
“abject”
(iğrenç)
kavramı
ile
tam
olarak
anlamını
bulur.
Kristeva’nın
tanımlamasına
354
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
göre
iğrenç,
“bir
ben
olabilmek
için
kurtulmam
gerekenlerin
tümüdür”
ve
aslında
belirsiz
bir
alandır
(Aktaran,
Foster,
2009:193).
Kristeva,
iğrenci
ilk
olarak
anneden
ayrılma
deneyimi
üzerine
tanımlar.
Lacan’ın
psikanalitik
teorisinden
temellenen
(Pentony,
1996)
Kristeva
da
abject,
hem
bireysel
hem
de
toplumsal
kimliğin
öncelikle
ve
en
temel
biçimde
anne
bedenini
hedef
alan
bir
iğrençleştirme
süreciyle
oluşturulmasına
dayalıdır.
Anneyle
olan
bütünleşememe,
hem
toplumsal
törenleri
hem
de
bireysel
ruhun
sınırlarını
ortaya
çıkarır
(Murray,
2009:191).
Pek
çok
sanatçı
iğrenç
olanı,
bedenin
dışa
vurduğu,
dışkı,
çeşitli
vücut
sıvıları
ve
kan
objeleriyle
betimlerler.
Foster’a
(2009:197)
göre
iğrenç
olanla
özdeşleşmek,
travmanın
yarattığı
yarayı
deşmek
için
bir
şekilde
ona
yakınlaşmak,
iğrençlik
sürecini
abartmak
ve
iğrenci
eylem
esnasında
yakalamak
gerekir.
İğrençliği
ortaya
çıkarmak
bir
bakıma,
bedenin
organik
yapısında
var
olan
ama
toplumsal
olarak
gizlenmiş
ve
temiz
beden
olarak
lanse
edilmiş
olana
karşı
bir
yabancılaşmayı
da
aşma
niyetidir.
Öte
yandan
bedenden
çıkan
iğrençlerle
bedeni
arındırarak
tekrar
bedeni
iyileştirme
amacını
da
taşımaktadır.
Görsel
4.
Kiki
Smith,
“Pee
Body”,
1992,
Heykel,
Fogg
Art
Museum
Combridge.
http://www.sculpture.org/documents/scmag06/march_06/smith/
Kiki
Smith,
Rona
Pondick
iğrenç
sanatı
simgesel
düzen
içerisinde
araştıran
başlıca
sanatçılardır
(Foster,
2009).
Kiki
Smith,
Kristeva’nin
kuramını
uyguladığını
belirterek,
yaptığı
heykel
çalışmalarıyla
sahte
bir
kimlikle
kurulmuş
olan
uygar
bedenin,
nasıl
kamufle
edildiğini
gösterir
(Görsel
4).
Bedenin
gizli,
iğrenç
ve
kontrol
355
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
dışı
saklı
kalmış
yanlarını,
bedenin
içini
dışarıya
dökerek
ironik
bir
anlatımla
betimlemiştir.
Bu
beden
genellikle
annenindir.
Sonradan
ona
hem
zarar
veren
hem
yenileyen
kararsız
bir
çocuk
öznenin
yaşadığı
ortam
olarak
ona
hizmet
eder
(Foster,
2009:190).
İğrenç
sanat
olarak
adlandırılan
bu
çalışmalarda
aslında
insanın
özüne
yabancılaştırılmış
beden,
toplumsal
uzlaşı
alanı
olmaktan
hızlıca
uzaklaşarak
özerkleşmiş
ve
gösterilmemesi
gerekenleri
göstererek
bir
başkaldırı
alanına
dönüşmüştür.
Her
insanda
var
olan
ve
iğrenç
olarak
adlandırılan
bu
dışkı
ve
sıvılar
gizli
alandan
açığa
çıktığı
zaman
bir
bakıma
kamusallaşmış
olur.
Yani
hem
özel
alana
aitken
hem
de
özel
olanı
göstererek
kamusallaşmış
olur.
Böylece
beden
toplumsal
normları
yıkarak
toplumsallaşır.
Beden
kendisinden
uzaklaşmış
ve
yabancılaşmış
olan
iğrenci,
sarsıcı
ve
tiksindirici
bir
biçimde
de
olsa
yakınlaştırır.
Kuspit
(2010:133),
ise
dışkının
bir
sanat
nesnesi
olarak
eğlenceli
bir
biçimde
sergilenmesini,
izleyiciyi
gösterdiği
şeyden
uzaklaştırdığı
için,
dışkının
gerçek
doğasının
unutulması
amacıyla
bir
gösteriye
dönüştürülmesinin
kusursuz
ironik
bir
örneği
olarak
tanımlar.
İğrençlik
ile
kurban
teması
arasında
da
sıkı
bir
ilişki
olduğu
düşünülebilir.
Kadının
geleneksel
cinsiyet
kategorisinde
cinsel
ilişki
ve
adet
görme
gibi
durumlarla
kirlenmiş
olarak
ele
alınması,
sosyal
ahlakı
belirleyen
gelenekler
kurban
temasını
ortaya
çıkarmaktadır.
Kurban
bu
anlamda
kirlenip
temizlenme,
arıtılma
eylemi
olarak
karşımıza
çıkar
(Akay,
2010:165).
Feminist
sanat,
bedeni,
şiddet,
iğrençlik
ve
kurban
temalarıyla
yabancılaştırmanın
yanısıra
bedeni
parçalara
ayırmak,
et,
kemik
ve
iç
organların
dışa
çıkması
gibi
bazı
pratikleri
de
içerir.
Şiddet
ya
da
iğrencin
farklı
bir
sunumu
olarak
da
okunabilen
bu
pratikler,
yabancılaştırmanın
bir
stratejisi
olarak
ele
alınabilir.
Lacan’ın
“ayna
evresi”
kavramındaki
bölünmüş
bedenin
yaşanmış
parçalanmışlığı
ve
aynada
bu
aynı
bedenin
ele
verdiği
birleştirici
ve
düzenli
imge
arasında
hiçbir
eşgüdüm
olmamasının
zıtlığının
özne
tarafından
hissedilmesi
(Clero,
2011:107)
feminist
sanat
pratiklerinde
işe
koşulan
bir
durumdur.
356
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
Kastrasyon,
iç
organların
parçalara
ayrılması,
bedenin
parçalara
ayrılması
(Clero,
2011:108)
en
çok
gönderme
yapılan
konulardır.
Lacan’da
parçalanmış
bedene
eşlik
eden
bir
başka
kavram
da
yabancılaşmadır.
Kristeva’nın
da
Lacan’a
başvurduğu
bu
yabancılaşma,
bebeğin
ayna
evresinde
kendisini
imgesi
ile
birlikte
öteki
olarak
tanıması
ve
daha
sonra
dilin
devreye
girmesi
ile
ve
simgeselle
birlikte
oluşan
yabancılaşmadır.
Aynı
zamanda
bebeğin
annesinden
kendisini
ayırma
ya
da
farklılaştırma
süreci
de
bir
yabancılaşmadır.
Lacan’a
göre
her
bireyde
bu
yabancılaşma
kaçınılmazdır
(Aktaran,
Murray,
2009:197-‐200;
Özmen,
2002).
Aslında
bedende
görünen
bu
parçalanmışlık
Postmodern
kuramın
geçişken
ve
parçalanmış
kimlikler
ile
ilgili
argümanını
da
çalıştırır.
Görsel
5.
Rachel
Lachowicz,
“Focus:
Figure”,
2008-‐2009,
Enstalasyon,
Denver
Art
Museum,
Colorado.
http://lemonochrome.wordpress.com/2008/09/18/mc/
Feminist
sanatçı
Rachel
Lachowicz’in
kadın
bedeninin
ruj
ile
kırmızıya
boyanmış
parçalarını
et
kancalarına
takılmış
olarak
gösterdiği
enstalasyon
çalışması
(Kuspit,
2010:88),
böylesi
parçalanmış
psikanalitik
bir
yabancılaşmanın
kapsamı
içinde
düşünilebilir.
Öte
yandan
kadının
geleneksel
olarak
erkeğin
bakış
açısıyla
ten
ve
et
arasındaki
yabancılaşmaya
da
vurgu
yapar
(Görsel
5).
Lachowicz,
çalışmalarında
kadına
atıfta
bulunan
malzemeler
ve
kırmızı
rengi
seçerek,
özellikle
357
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
makyaj
ve
kozmetik
tüketim
politikalarını
kadın
ve
baskın
erkek
bakışı
üzerinden
sorunsallaştırır
(www.artcommotion.com).
Çalışmalarında
Lacan’a
başvuran
bir
diğer
feminist
sanatçı
Marry
Kelly’dir.
Sanatçı,
“Doğum
Sonrası
Belgeseli”
isimli
çalışmasında
oğluna
ait
pek
çok
fotoğraf
ve
bebeklik
nesnelerini
metaforik
bir
anlatımla,
anne
ve
çocuk
olgusunu
geleneksel
kodlarla,
kültürel
ve
toplumsal
bir
biçimde
sorgular.
Kelly
bu
fetiş
nesnelerini
Lacan’ın
arzu
nesneleri
olarak
simgeleştirir
(Antmen,
2008:242;
McCloskey,
2012:1-‐
10).
Kelly,
kadının
annelik,
ev
içi
ve
sosyal
konumu
gibi
konularda
simgesel
bir
tavırla
kadın
kimliğini
sorgulamıştır.
Judy
Chicago,
“The
Dinner
Party”
enstalasyonunda
(yerleştirmesinde),
tabak
metaforu
ile
kadın
cinsel
organını
birleştirerek
simgesel
bir
yabancılaşmaya
başvurur
(Freeland,
2008:
119).
Bu
vajinal
imajlar
parçalanmış
bedene
ve
bedenin
sadece
egemen
kültür
tarafından
vurgu
yapılan
organına
yönelmiştir.
Yabancılaşmaya
ilişkin
bir
diğer
başvuru
Derrida’nın
yapıbozumculuğuna
dayanır.
Feminist
kuramda
çok
parametreli
bir
tartışma
alanı
olan
yapıbozumculuk,
daha
çok
cinsiyetin
verili
mi
yoksa
düzen
tarafından
kurulu
bir
sistem
mi
olduğu
tartışmalarına
dayanır.
Butler
(2014:44-‐45),
cinsiyet
kategorisinin
toplumsal
cinsiyet
olarak
tekrar
tanımlandığında
bile,
üstleneceği
çeşitli
kültürel
yapılar
için
indirgenemez
bir
başlangıç
olduğunu
savunur
ve
kadın
kategorisinin
yapıbozumla
işlevsiz
bir
hale
gelmeyeceğini
vurgular.
Yapıbozumcu
bir
yabancılaşmaya
ilişkin
feminist
sanat
pratikleri
daha
çok
kadınsılık
ve
kadına
yüklenen
roller
üzerinden
çalışır.
Feminist
sanatçılar,
kadınsılığın
gerçek
olmadığını,
imajların,
kültürel
beklentilerin,
giyinme,
yürüme
ve
makyaj
yapma
gibi
yollarla
benimsetilmiş
davranışlar
olduğunu
öne
sürerek
kadınsılığın
kültürel
yapısını
yıktılar.
Cindy
Sherman’ın
“İsimsiz
Film
Kareleri”
dizisinde
eski
Hollywood
melodramlarından
sergilediği
canlandırmalar,
elde
edilemeyen
kadını
erkek
bakışı
karşısında
ters
yüz
ediyordu
(Freeland,
2008:136-‐138).
Sherman
bu
dizisinde
yapmacık
genç
kadın
ile
358
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
aynaya
yansıyan
yüzü
arasındaki
mesafede,
hayal
edilen
ile,
asıl
bedenin
birbirlerine
geçmiş
imgeleri
arasındaki
uçurumu
gösterir
(Foster,
2009:187).
Pazar
ekonomisinin
belirlediği
ve
hergün
parlatarak
medyada
gösterdiği
kusursuz
ve
erotik
kadın
imajlarını
Sherman,
deformasyona
varan
abartılarla
yabancılaştırmıştır.
Bu
çeşit
bir
yabancılaştırma,
olması
gereken
beden
ile
gerçek
beden
arasındaki
farkta
ortaya
çıkar.
Korkunç
ve
iğrenci
vurguladığı
gibi
ironiyi
de
vurgular.
Sherrie
Levine
ise,
gönüllü
olarak
boyun
eğdiği
sanatsal
kurum
yetkesinin
var
olan
biçimlerini,
ortak
düşüncenin
karşısına
aykırı
bir
düşünce
koymaktansa
bu
ortak
düşüncenin
kopyasını
çıkararak
onu
altüst
etmiştir
(Gintz,
2010:65).
Daha
önceden
başka
sanatçılar
tarafından
üretilmiş
fotoğrafların
aynılarını
kullanarak,
geleneksel
kadın
kodlarını
sürekli
göstererek
yabancılaştırmıştır.
Kültür
ekonomisi
ve
tüketim
kültürüne
ilişkin
kadının
toplumsal
yabancılaşmasına
değinen
bir
diğer
sanatçı
Martha
Rosler’dir.
Rosler’in
“Vital
Statistics
of
a
Citizen,
Simply
Obtained”
isimli
performansında,
bir
kadın
beyaz
önlüklü
teknisyenler
tarafından
soyularak
kadının
bedenin
değişik
bölümlerinin
ölçüsü
alınır.
Sistem
iki
kadın
ve
üç
erkek
tarafından
kurulmuştur.
Kadınlar
Antik
Yunan
Tiyatrosunda
koronun
rölünü
üstlenmiştir.
Özne
ölçülür
yargılanır.
İkinci
sahnede
Rosler,
bir
çanağa
birkaç
yumurta
kırar.
Kadının
zayıflığı
vurgulanır.
Üçüncü
sahnede
bir
kamu
kuruluşu
tarafından
belgesel
ve
istatistik
amaçlı
çekilmiş
kadın
ve
çocuk
bedenlerinden
kimi
bölümlerin
ölçülerini
gösteren
bir
dizi
fotoğraf
ekrana
yansıtılır.
Bu
arada
bir
dış
ses
yüksek
perdeden
o
yıl
kadınlara
karşı
işlenmiş
suçları
ve
saldırıları
sıralar
(Gintz,
2010:69-‐70).
Rosler,
törensel
bir
düzenle
batının
geleneksel
kadın
kodlarını
ve
kadına
karşı
ikiyüzlülüğünü
simgesel
bir
sistem
içinde
yabancılaştırır.
Yabancılaşma
bedenin
istatistiksel
verilere,
kodlanmış
beden
ölçülerine
ve
tek
tipleştirilmesine
sığdırılmasında
yaşam
bulur.
Jung
(2013:48),
Modernitede
toplumsal
bir
birim
olan
insanın
bireyliğini
kaybetmiş,
istatistik
bürolarında
soyut
bir
rakam
haline
gelmiş
olduğunu
belirtir.
O
insan,
artık
yeri
herhangi
bir
şeyle
değiştirilebilecek,
hiçbir
önemi
olmayan
bir
birim
olmaktan
başka
359
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
rol
oynamaz.
Rosler’in
yabancılaştırma
metaforu
işte
böyle
kan
dondurucu
bir
toplumsal
yabancılaşmaya
yaptığı
vurguda
yatar.
Görsel
6.
Sarah
Lucas,
1994,
Enstalasyon,
Whitechapel
Gallery.
London.
www.whitechapelgallery.org.
Çalışmalarında
simgesel
ve
mizahi
bir
yabancılaşmayı,
cinsiyet-‐cinsellik,
kadın-‐erkek
kodları
etrafında
oluşturan
feminist
sanatçı
Sarah
Lucas,
“İki
kızarmış
Yumurta
ve
Kebap“
isimli
çalışmasında
olduğu
gibi,
gündelik
yaşamda
kullanılan
sıradan
nesneleri,
kadın
ve
erkek
cinsiyetini
sembolleştiren
çamaşır,
kova,
yatak
şiltesi,
yumurta,
et,
salatalık
gibi
meyve
ve
sebzeleri
sanat
nesnesi
olarak
çalıştırır.
Öte
yandan
kendi
işlevleri
dışında
kullandığı
bu
nesneler
üzerinden
oluşturduğu
metaforla
yabancılaştırma
oluşturur
(Görsel
6).
Feminist
sanatın
beden
üzerinden
gelişen
tüm
bu
yabancılaştırmaya
ilişkin
stratejileri,
hem
beden
sanatının
feminist
ilgilerine
dikkat
çekmekte,
hem
de
toplumsal
ve
bireysel
olarak
kadın
bedeninin
bir
mücadele
alanı
olduğunu
vurgulamaktadır.
4. SONUÇ
Her
ne
kadar
Lyotard,
büyük
anlatıların
bittiğinden
söz
etse
de,
toplumsal
kazanım
ve
mücadelelerin
bu
büyük
anlatıların
sayesinde
ivme
kazandığı
ve
360
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
bugünün
aklını
oluşturduğu
söylenebilir.
Bu
kazanımlardan
birisi
olan
ve
kadın
hareketi
olarak
isimlendirilen
feminist
hareket
tam
da
bu
büyük
anlatıların
içinden
çıkmıştır
ve
batının
sosyal
yaşamında
kadının
pek
çok
kazanımını
sağlamıştır.
Özellikle
1960’lı
yıllarla
birlikte
ivme
kazanan
kadın
hareketi,
farklı
yönelim
ve
ilgi
alanlarıyla
birlikte
temel
olarak,
kadının
cinsiyet
ayrımcılığına
ilişkin;
kamusal
ve
özel
alanda
kadının
rölü,
şiddet,
cinsellik,
kimlik,
gibi
ana
konular
üzerinde
bir
yol
izlemiştir.
Eril
bir
uygarlıkta
kadının
hem
toplumsal
hem
de
bireysel
olarak
uğradığı
sömürü
ve
ayrımcılık
onun
yabancılaşmayı
en
derinden
yaşamasına
neden
olmaktadır.
Ancak
yabancılaşmayı
fark
etmek,
yabancılaşmamış
bir
benlik
ve
varlığın
özlemi
ve
mücadelesini
belirlemektedir.
Bu
nedenle
kadının
her
türlü
yabancılaşması,
tarihsel
sürecinde
feminist
hareketlerin
temel
bir
ilgi
alanı
olmuştur.
Feminist
hareketlerden
büyük
ölçüde
etkilenen
feminist
sanat
pratikleri,
cinsiyet
ve
beden
üzerinden
gelişen
yabancılaşmaya,
yabancılaştırmayla
karşılık
vermişlerdir.
Temsil
olanakları
ve
stratejileri
açısından
çok
geniş
bir
skalaya
yayılan
bu
pratikler,
en
çok
cinsiyet,
cinsellik,
kimlikler,
kadın
imajı,
kadının
kamusal
ve
özel
alandaki
rolü
gibi
konuları
sorunsallaştırmıştır.
Kadın
feminist
sanatçılar
bedeni
bir
temsil
alanı
ve
sanat
nesnesi
olarak
kullanmışlar
ve
en
çok
kendi
bedenleri
üzerinden
bir
söylem
geliştirmişlerdir.
Beden
bu
sanat
pratiklerinde,
canlı,
çıplak
ve
izleyenlerle
eş
zamanlı
bir
eylem
alanı
haline
dönüşmüş
ve
bu
nedenle
yabancılaştırıcı
unsurlar
çoğu
kez
sarsıcı,
dramatik
ve
abartılı
bir
biçimde
ele
alınmıştır.
Batının,
bazen
bir
hanımefendi
bazen
de
bir
fuhuş
nesnesi
olarak
sunduğu
iki
yüzlü
kadın
imajını
büyük
ölçüde
yıkmaya
yönelik
temsillere
girişmişlerdir.
Feminist
sanatın
neredeyse
bir
beden
sanatı
olarak
nitelenmesi,
bedenin
hem
iyi
bir
duyumsama
nesnesi
olması,
hem
de
psikanalitik
(Lacan,
Freaud,
Kristeva
gibi)
bir
yorumlamaya
uygun,
canlı
bir
nesne
olmasıyla
açıklanabilir.
Kuşkusuz
kadın
bedeni
cinsiyet,
cinsellik,
şiddet,
sömürü
ve
fetişleştirme
gibi
konuların
da
temel
alanıdır.
361
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
Feminist
sanatta
yabancılaştırma
daha
çok,
bedene
uygulanan
şiddet
yoluyla
yabancılaşmış
bedeni
şiddet
anında
tekrar
ele
geçirmeyi
planlar.
Sanatçı,
kendi
yabancılaşmış
bedeni
aracılığı
ile
izleyicide
farkındalık
oluşturmak,
ama
aynı
zamanda
şiddete
şiddetle
karşılık
vererek
şiddeti
bir
anlamla
meşrulaştırmak
tehlikesini
de
göze
alır.
Pek
çok
uygulamada
çıplak
beden
sergilenerek
özel
beden
alanı
kamusala
açılır
ve
böylece
tabu
ve
yabancı
olan
beden
tekrar
toplumsallaşır,
sıradanlaşır.
Öte
yandan
bedene
yapılan
müdahale
ve
dönüşümlerle
yabancılaşmış,
erkek
ve
hegomonya
tarafından
ele
geçirilmiş
beden,
dönüştürülerek
özerkleşir
ve
yeni
bir
kimlikle
yeniden
kurulur.
Sanatçılar,
geleneksel
kodlarla
kadına
atfedilen
ama
gerçekte
kadına
ait
olmayan,
yapmacık
ve
manipüle
edilmiş
pek
çok
fetiş
nesnesini
kullanarak
yabancılaşma
metaforu
yaratırlar.
Cinsellik,
beden
ve
tabular
üzerinden
gelişen,
kirli-‐temiz,
güzel-‐çirkin,
iğrenç-‐çekici
gibi
kavram
çiftleri
psikanalitik
ilgiler
ve
yabancılaştırma
açısından
ele
alınarak
sorgulanır.
Beden
üzerinden
gelişen
tüm
bu
sanat
pratikleri,
kadın
kimliği,
kadın
imajı,
kadının
kamusal
ve
özel
alandaki
rol
ve
dönüşen
dünya
karşısındaki
konumunu
sadece
belirlemekle
kalmaz
aynı
zamanda
kadının
gelecekteki
etkililiğine
de
katkı
yapar.
Ancak
bu
katkı
bireysel
hak
ve
özgürlükler,
parçalanmış,
bölünmüş
ve
çok
kimlikli
söylemler
yerine
daha
toplumsal
ve
örgütlü
sanat
pratikleriyle
anlam
kazanabilir.
Kadın,
toplumsal
cinsiyet,
ırk,
yaş,
coğrafya
gibi
tüm
farklılıklarına
karşın
temelde
kadın
olma
yanıyla
benzer
sorunlara
sahiptir.
Kuşkusuz
kadının
varlığı
ve
bu
varlığın
bilinci
kadının
içinde
yaşadığı
toplumun
dinamikleri
tarafından
belirlenir.
Bu
dinamikler
ise
bireysel
değil
toplumsaldır
ve
öznel
değil
nesneldir.
362
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
KAYNAKÇA
Akay,
A.,
(2010).
Birleşmeyen
Sentez,
Yapı
Kredi
Yayınları,
İstanbul.
Akman,
K.,
(2006).
“Orlan:
Kırılan
Ten”,
Cogito,
Sayı.
44-‐45.
Antmen,
A.,
(2008).
Sanat
Cinsiyet
Haz,
İletişim
Yayınları,
İstanbul.
Artun,
A.,
(2013).
Çağdaş
Sanat
ve
Kültüralizm,
Tuncay
Birkan,
Nursu
Örge
ve
Elçin
Gen
(çev),
İletişim
Yayınları,
İstanbul.
Atakan,
N.,
(2008).
Sanatta
Alternatif
Arayışlar,
Karakalem
Yayınları,
İzmir.
Breton.
D.
L.,
(2010).
Acının
Atropolojisi,
İsmail
Yerguz
(çev.),
Sel
Yayınları,
İstanbul.
Butler,
J.,
(2014).
Bela
Bedenler,
Cüneyt
Çakırlar
ve
Zeynep
Talay
(çev),
Pinhan
Yayınları,
İstanbul.
Clero,
J.
P.,
(2011).
Lacan
Sözlüğü,
Özge
Sosyal
(çev.),
Say
Yayınları,
İstanbul.
Donovan,
J.,
(2014).
Feminist
Teori,
Aksu
Bora,
Meltem
Ağduk
Gevrek
ve
Fevziye
Sayılgan
(çev),
İletişim
Yayınları,
İstanbul.
Dumenil,
G.,
Lowy,
M.
&
Renault,
E.,(2011).
Marksizmin
100
Kavramı,
Gözde
Orhan
(çev),
Yordam
Yayınları,
İstanbul.
Eagleton,
T.,
(2004).
After
Theory,
Peguin
Books,
London.
Featherstone,
M.,
(2005).
Postmodernizm
ve
Tüketim
Kültürü,
Mehmet
Küçük
(çev.),
Ayrıntı
Yayınları,
İstanbul.
Finkelstein.
S.
L.,
(2012).
Ana
Mendieta-‐
A
Search
for
Identity.
Candidate
for
the
Master
of
Arts
Degree.
University
of
Missouri
Kansas
City.
(pp.
1-‐82).
Flax,
J.,
(1987).
“Postmodernism
and
Gender
Relations
in
Feminist
Theory”,
Chicago
Journals,
vol.12
(4),
Summer.
Flynn,
E.
A.,
(2002).
Feminism
Beyond
Modernism,
Southern
Illinois
University
Press,
Illinois.
Foster,
H.,
(2009).
Gerçeğin
Geri
Dönüşü,
Esin
Hoşsucu
(çev.),
Ayrıntı
Yayınları,
İstanbul.
363
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
Francalanci,
E.
L.,
(2012).
Nesnelerin
Estetiği,
Durdu
Kundakçı
(çev.),
Dost
Yayınları,
Ankara.
Fraser,
N.,
Nicholson,
L.,
(1989).
Feminism
Postmodernism.
Routledge,
New
York.
Freeland,
C.,
(2008).
Sanat
Kuramı,
Fisun
Demir
(çev.),
Dost
Yayınları,
Ankara.
Giddens,
A.,
(2010a).
Modernite
ve
Bireysel
Kimlik,
Ümit
Tatlıcan
(çev.),
Say
Yayınları,
İstanbul.
Giddens,
A.,
(2010b).
Mahremiyetin
Dönüşümü,
İdris
Şahin
(çev.),
Ayrıntı
Yayınları,
İstanbul.
Gintz,
C.,
(2010).
Başka
Yerde
Başka
Biçimde,
Muna
Cedden
(çev.),
Dost
Yayınları,
Ankara.
Haraway,
D.,
(1991).
A
Cyborg
Manifesto:
Science,
Technology,
and
Socialist-‐
Feminism
in
the
Late
Twentieth
Century
in
Simians,
Cyborgs
and
Women:
The
Reinvention
of
Nature,
Routledge,
New
York.
pp.
149-‐181.
Hennessy,
R.,
Ingraham,
C.,
(1999).
“Materialist
Feminism:
A
Reader
in
Class,
Difference,
and
Women’s
Lives”.
Canadian
Journal
of
Communication,
vol.24
(3).
Horney,
K.,(1994).
Nevrozlar
ve
İnsan
Gelişimi
Özgerçekleştirme
Kavgası,
Selçuk
Budak
(çev),
Öteki
Açı
Yayınları,
Ankara.
Jameson,
F.,
(2013).
Marksizm
ve
Biçim,
Mehmet
H.
Doğan
(çev.),
Yapı
Kredi
Yayınları,
İstanbul.
Jung,
C.
G.,
(2013).
Keşfedilmemiş
Benlik,
Barış
İlhan
ve
Canan
Ener
Sılay
(çev.),
Barış
İlhan
Yayınları,
İstanbul.
Kahraman,
H.
B.,
(2005).
Cinsellik
Görsellik
Pornografi,
Agora
Yayınları,
İstanbul.
Kuspit,
D.,
(2010).
Sanatın
Sonu,
Yasemin
Tezgiden
(çev.),
Metis
Yayınları,
İstanbul.
McCloskey,
P.,
(2012).
“İnconversation
with
Mary
Kelly”,
Studies
in
the
Maternal,
vol.4
(1),
pp.1-‐10.
364
Süleyman
Demirel
Üniversitesi
Güzel
Sanatlar
Fakültesi
Hakemli
Dergisi
ART-‐E
Kasım-‐Aralık’14
Sayı:14
ISSN
1308-‐2698
Minh-‐ha,
T.
T.,
(2009).
Woman,
Native,
Other:
Writing
Postcoloniality
and
Feminism,
Indiana
University
Press,
Indiana.
Murray,
C.,
(2009).
Yirminci
Yüzyılda
Sanatı
Okuyanlar,
Suğra
Öncü
(çev.),
Sel
Yayınları,
İstanbul.
Özbudun,
S.,
Markus,
G.,
Demirer,
T.,
(2008).
Yabancılaşma
ve..,
Ütopya
Yayınları,
Ankara.
Özmen,
E.,
(2002).
“Lacan,
Ayna
Evresi
ve
Marx”,
Birikim,
sayı.156.
Pentony,
S.,
(1996).
“How
Kristeva’s
theory
of
abjection
works
in
relation
to
the
fairy
tale
and
past
colonial
novel:
Angela
Carter’s
The
Bloody
Chamber,
and
Keri
Hulme’s
the
Bone
People”,
Deep
South,
vol.2
(3).
Phillips,
A.,
(2012).
Demokrasinin
Cinsiyeti,
Alev
Türker
(çev.),
Metis
Yayınları,
İstanbul.
Pollock,
G.,
(2003).
Vision
and
Difference:
Feminism,
Femininity
and
the
Histories
of
Art,
Routledge,
New
York.
Sarup,
M.,
(2010).
Post
–Yapısalcılık
ve
Postmodernizm,
Abdülbaki
Güçlü
(çev.),
Kırk
Gece
Yayınları,
İstanbul.
Tickner,
L.,
(1978).
“The
Body
Politic:
Female
Sexuality
and
Women
Artists
Since
1970”,
Art
History,
vol.
1
(2).
Yamul,
A.,
(2000).
“Bitmemiş
Bir
Proje
Olarak
Beden”,
Toplum
ve
Bilim,
sayı.
84.
Yılmaz,
M.,
(2006).
Modernizmden
Postmodernizme
Sanat,
Ütopya
Yayınları,
Ankara.
Yılmaz,
M.,
(2012).
Sanatın
Günceli
Güncelin
Sanatı,
Ütopya
Yayınları,
Ankara.
İnternet
http://www.bozar.be/activity.php.
http://www.e-‐flux.com/announcements/donna-‐feminist-‐avant-‐garde-‐of-‐the-‐
1970s/
http://www.theblogazine.com/2012/gina-‐pane.
http://www.artcommotion.com/Issue2/VisualArts/index2.html
365