Yazarın okuduğum ilk kitabı ise Türk edebiyatının ilk korku romanı olma özelliği ile dikkatimi çeken Gulyabani ve Gönül Ticareti yapıtları olmuştur. Aynı şekilde bu iki eser Everest yayınlarından sadeleştirilmiş ve tek kitap olarak basılmıştır.
Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç Konusu
Kuyruklıyıldız Altında Bir İzdivaç romanı 1910 yılında geçiyor. Halley kuyrukluyıldızının dünyaya çarpacağı söylentileri tüm dünyada yayılmaya başlamasıyla toplumumuzda bir panik havası baş gösterir. Halkın çeşitli kesimlerinden insanlar olayı kendilerine göre yorumlarlar. Her şeyin havaya uçacağı, denizlerin taşacağı, tek bir evin kalmayacağı, Halley'i oluşturan gazların öldürücü olduğu gibi hurafeler üretmeye başlayan bu insanlar, kendi söylediklerine kendileri inanır ve halk merak ve korku içinde o günün gelmesini beklemeye başlar. İstanbul'un arka mahallelerinde cehalet içindeki kadınlar kulaktan dolma bilgilerle Halley kuyrukluyıldızını konuşmaya başladıklarında ise ortaya komik sohbetler çıkar.
'' Hanım, benim evime bir şeycik olmaz. O helal para ile yapıldı. Kazasker Efendi'nin Çarşamba'daki konağı yıkıldığı vakit onun kerestesiyle inşa edildi. İçine kullandıkları yağhane direklerini sen görseydin şaşardın. Bu dünya yıkılır da yine bizim evimiz yerinde durur. Büyük zelzelede ne kagir binalar göçtü de evimizin bir kıymığı bile yerinden oynamadı... Kaderine razı olanın gemisi batmaz. Sen merak etme...''
''Aman nesini anlayayım? Kuyrukluyıldız güneşin sevgilisi imiş de bilmem kaç senede bir onu görmeye gidermiş... Yanına yaklaştıkça alev alırmış... Yok saçlarını tarar, döker de kırım kırım kırıtır... Salım salım salınırmış... Bu lakırtıları kim çıkardı? Kuyruklu, daha buraya gelmeden adeta başı açık bilmem neye benzettiler... Ben bilirim. Bunları yumurtlayan hep o badi badi Emeti Hanım'dır. Herkesin arkasından namusuna söz söyler.''
Mahallede çıkan bu hurafelerden kendisine bir eğlence çıkarabileceğini düşünen İrfan Galib'de hikayeye bu şekilde dahil olur. Son yıllarda kadınların kendisine ilgisiz davranmasını kaldıramayan ve bu nedenle kadınları eleştiren makaleler yazan bu adam intikamını da almış olacaktır böylece. İrfan Galib zengin bir ailenin oğludur. Özellikle astronomi, fizik gibi bilim dallarına ilgilidir ve gazete, dergilerde yayınlanan makaleleriyle bilinir. Kendisini diğer insanlardan her daim üstün gören ve şöhret olmak isteyen İrfan Bey hiç bir şeyden memnun olmayan bir yapıya sahiptir aynı zamanda.
İntikam planını kafasında tasarladıktan sonra harekete geçer. Bu konudaki bilgisini mahalleliye aktaracak, bu doğrultuda konferanslar verecektir. Konferanslarda bir de Halley kuyrukluyıldızının çarpmasıyla oluşacak hasarı gözler önüne seren felaketlerde dolu rüyasını anlatacaktır.
Bir süre sonra kim olduğunu bilmediği bir kadından mektuplar almaya başlar. Bu mektuplaşmalar giderek artmakta ve bu mektuplar Kadın doğduğuna pişman bir zavallı, Hayatın kıymetini onu kaybedeceğine yakın anlayan çirkin kız, Yine o deli kız gibi imzalar taşır. Feriha bilgili, akıllı bir kadındır ve kendi fikirlerini, ailesine rağmen özgürce ifade etmeye çalışıyordur. Uzaya ve bilime ilgi duymasıdır bu mektupların asıl sebebi, ancak İrfan ilk mektubu okur ve bu kadına aşık olur.
Kitabın başlığından da anlaşıldığı gibi Bir İzdivaç kısmı işte bu hikayeyle başlar ve devam eder.
Melek Sanmıştım Şeytanı Konusu
İstanbul mahallelerinde ve evlerinde geçen yedi hikayenin yer aldığı bu bölümde, ilk öykü dışındaki öykülerin tamamı bir iki sayfalık kısa öyküler. Kitabın ilk ve en uzun öyküsü olan Melek Sanmıştım Şeytanı, eşinin ailesiyle yaşayan Hüsnü'nün evin hizmetçisiyle yaptığı bir gecelik kaçamak ve ardından gelen süreci anlatıyor.
''İtiraf edeyim ki üç senelik evlilikte de taze bir sevda lezzeti kalmıyor. Karıma her gün verdiğim muhabbet teminatının aksine ondan bıkkınım. Bedriye'de artık bir kardeş siması görüyorum. Gözüm, gönlüm evlilik yatağı dışında aşk avına çıkmak hevesine düşüyor, tadılmadık yeni lezzetler arıyor. Her eskimiş evlilik böyle midir bilmem? Umumu kuşkulandırmamak için yalnız kendi hesabımı söylüyorum.''
Kitabın ikinci öyküsü olan Şehirde Bir Şekavet, I.Dünya Savaşı sırasında geçiyor ve devletin yetersiz kaldığı bu dönemde halkın birbiri üzerinde kurduğu baskılar, çekilen acılar çok kısa bir şekilde anlatılıyor.
Allah Gönlüne Göre Versin, özellikle zenginlik ve fakirliğin vurgulandığı diğer bir öykü. Misafir, Dağların Şenliği, Ahlak Humması, Asansör başlıkları altında dört öykü daha yer alıyor.
''Her günah için bir kefaret koymuşlar. Bu kefareti ciddi bir pişmanlık takip ederse suçlu doğruya yönelebilir. Toplum dürüst bir fert kazanmış olur. Bu sebeple dinler büyük, küçük günahlar için tövbe kapılarını açık bırakmışlardır. Fakat kitlede tövbeyi, yemini tutmak kabiliyetini ermiş on binde kaç kişi bulunur? Tövbe ve yemin çokların ağızlarında oyuncak olmuş iki kelimedir.''
Hüseyin Rahmi Gürpınar bu hikayelerde dönemin toplumsal sorunlarına mizahi bir dil kullanarak değiniyor. Dönem ve toplum eleştirileri sade, akıcı ve okuyucuyu yormadan yapılıyor. Betimlemeler çok kuvvetli ve halk arasında geçen konuşmalar tamamen konuşma diliyle aktarılıyor. Kadın-erkek ilişkileri, evlilik anlayışı, batıl inançlar gibi konular ön plana çıkartılıyor ve eleştiriliyor. Özellikle bilim ve teknolojiye mesafeli bakan bu insanların, kulaktan dolma bilgilerini birde üzerinden geçen bunca yıldan sonra okumak bu hikayeleri çok daha eğlenceli yapıyor.
Bundan önceki yayınım da Aziz Nesin Mahallenin Kısmeti kitabını yazmıştım. Yıllardır evin bir köşesinde bekleyen bu kitabı çok eğlenceli, bir o kadar da düşündüren akıcı bir kitap olarak tanımlamıştım. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın bu kitabı hakkında ise hemen hemen aynı şeyleri düşünüyorum. Arka arkasına okuduğum bu iki kitap çok güzel oldu. Benim çok keyif aldığım bu iki kitabı yüzünüzdeki gülümseme eksik olmadan okuyacağınıza eminim.
Keyifli okumalar...