Britanyah yazar ve gazeteci. lskoçyalı bir anne ve lsviçrell bir babanın otlu olarak 1979 yılında... more Britanyah yazar ve gazeteci. lskoçyalı bir anne ve lsviçrell bir babanın otlu olarak 1979 yılında Glasgow'da dotdu, Londra'da büyüdü. Carnbridge Üniver sitesi bünyesindeki King's College'da sosyal bilimler ve siya set bilimi okudu. 2001 yılında üniveniteden mezun olduk tan sonra New Sta� ve The ln�nt gibi yayınlar da çalıştı; yazılan The Guardian, The Huffington Post, New Yorlc Times, Los Angeles Times, The New Republic, The Nation, Le Monde, El Pais, The Sydney Moming Herald ve
“Kuş ölür, sen uçuşu hatırla”…
“Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.”
... more “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla”…
“Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.”
Füruğ Ferruhzad’a ait bu sözler… 5 Ocak 1935’te Tahran’da dünyaya gelen bir şair o.
İkisi kız olmak üzere altı kardeşi vardı onun.
Babası Albay Muhammed Ferruhzad, Rıza Şah’ın ordusunda bir askerdi.
Evlerinde yumuşak battaniye olmasına rağmen babası onları askeri battaniyelerde uyutarak zor koşullara alıştırmak istedi.
Annesi Turan Veziri Tebar ise gelenek ve töreye bağlı saf bir kadındı. Füruğ annesini “kötülükleri bilecek yetisi olmayan” bir kadın olarak betimliyor.
Füruğ Ferruhzad, fazla duyarlı ve hassas bir kadındı. Küçük yaşında dahi etrafında olup bitenlere karşı müfrit bir dikkati vardı.
Evlerinde babasının çok geniş bir kütüphanesi vardı. Tüm çocukluğunu büyük babasının anlattığı masallar ve eline geçirdiği kitaplar ile geçirdi.
Ortaokulda yedinci sınıftayken Perviz Şapur’a aşık oldu. Kendisinden 15 yaş büyük olan Şapur ile evlenmek istemesine ailesi itiraz etmişse de, Füruğ açlık grevi yaparak evlilik kararında diretti. Nikahında “tören, takı, gelinlik” istemediğini belirterek son derece sade bir şekilde dünya evine girdi.
Şapur ile olan evlilikten Füruğ’un Kamyar adında bir oğlu oldu.
Bir süre sonra Füruğ, Perviz Şapur ile anlaşmamaya başladı. 1954 yılında boşandı.
Kanunlar oğlunu Füruğ’dan aldığı gibi onu görmesini bile yasakladı.
Füruğ bütün bir hayatını, “canımın canı” dediği oğlundan uzak geçirdi. Bütün hayatı boyunca oğlu Kamyar’a hasret yaşadı ve ona hasret öldü.
Biricik oğlu için şu şiiri yazdı Füruğ:
“En küçük marşın
öpücük olduğu gün
ve insanın
insana kardeş
evlerin kapısını artık kapatmadıkları gün
kilit
söylencedir
ve yürek
yaşamaya değer.
Tüm sözlerin anlamının sevgi olduğu
gün
son sözcük için söz peşinde olmayasın
PEDOFİLİ NEDİR? PEDOFİL BEYNİ NASILDIR? PEDOFİLİ TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ diye
tüm sözcüklerin melodisi
yaşam olduğu gün
son şiir için uyak peşinde acı
çekmeyesin diye
tüm dudakların şarkı olduğu gün
en küçük marş öpücük olsun diye
senin geldiğin ve her zamanlığına
geldiğin
ve sevecenlik ve güzellik beraber
olduğu gün
güvercinlerimize yeniden tane
serpeceğiz
ve ben o günü bekliyorum
benim belki bile
olmadığım günü.”
Füruğ 1958’de film çekmek istedi ve İbrahim Golestan adında biriyle, ona ait yapım şirketinde tanıştı.
Bu süreçte ilk filmi “Bir Ateş”i çekti. Bu film 1961 yılında On İkinci Venedik Kısa ve Belgesel Filmler Festivali’nde birincilik ödülü aldı.
Füruğ başka filmler de çekti: “Su ve Sıcaklık”, “Ev Karadut”, “Bir Gazetenin Hazırlanışı”…
“Ev Karadır” filminin çekimi için Meşhed Cüzzamhanesine gittiğinde orada cüzzamlı anne ve babasının yanında yaşayan küçük Hüseyin’i gördü. Anne ve babasının rızası ile onu evlat edindi.
O aslında Hüseyin’i Kamyar’a benzediği için yanına almış ve onda oğluna duyduğu hasreti gidermeye çalışmıştı.
Peki Hüseyin ve Kamyar şu anda ne durumda?
Hüseyin Almanya’da yaşamaktadır. Annesinin şiirlerini Almanca’ya çevirmiş ve Füruğ’un şiirinin batı diliyle tanışmasına büyük katkı sağlamıştır. Kamyar ise İran’da parklarda gitar çalarak şapkasına birkaç bin tümen para atılmasını beklemektedir.
13 Şubat 1967 yılında, henüz 32 yaşındayken hayata gözlerini yumar Füruğ. Ölümü şöyle anlatılır onun:
“Stüdyoya gidiyordu. Füruğ çocukları ve kuşları sever, ‘onlar tertemizler’ derdi. Sonunda da canını sevdiği çocukların yolunda verdi. O çocukların kadim dostuydu, okul aracının önüne kıvrıldığını görünce kaza yapmamak için sağa sürdü ve ana caddeden saptı. Dudaklarında sadece küçük bir tebessüm vardı, bu onun için yeterliydi. O, camlarının ardından neredeyse kendilerine çarpacak olan onun arabasına korkuyla bakan çocukları görüyordu. Araba caddeden savruldu ancak yine de çocukların aracına çarpmaktan kurtulamadı, kaportasına çarptı, çok da şiddetli bir kaza değildi. Buna rağmen şiddetli bir şekilde frene bastığı için Füruğ’un başı cipin ön camına çarptı ve burnunu ortadan parçaladı, öyle şiddetli bir darbeydi ki otomobilin kapısı hemen açıldı ve Füruğ ile arabanın arkasında oturmakta olan Gülistan Stüdyosu’nun çalışanı dışarı fırladı. O anda Füruğ’un başı arabanın kapısına vurdu ve sol kulağı ayrılacakmış gibi feci şekilde zarar gördü. Sonra başı kaldırıma çarptı ve kafası yarıldı. Onu hastaneye götürdüler ama ne yazık ki artık iş işten geçmişti.”
Gardenyanın arılığını, yaseminin duruluğunu satın alan kim?
1960’lı yıllar konserler, plak kayıtları ve başta Baalbek olmak üzere festivaller Feyruz’u Lübnan’ın hatta Arapların sesi haline getirdi. Bununla birlikte 1960’lar Lübnan açısından çelişkileri de beraberinde getirdi. Beyrut bankacılık ve turizm sektörlerinin katkısıyla hızla kalkınıp zengin bir başkent haline gelirken diğer yandan ülke içinde siyasal çekişmeler sürdü. Özellikle göç Beyrut’ta sınıfsal gerilimlerin hatlarını belirledi. Bir yanda zengin ve göz kamaştırıcı bir yaşam diğer yandan sefalet sonraki dönemin şiddet psikolojisinin alt yapısını hazırladı. Kentin Doğu kısmı zengin Hıristiyan ailelerin yaşam merkezi iken Batı kısmı Filistinli mülteciler ve yoksul Şiilerce meskûndu. Dini kimliklerle örtüşen ekonomik kutuplaşma ve artan gelir eşitsizliği toplumsal çatışmanın alt yapısını oluşturuyordu.
Birçok anlatıda Beyrut’un bu yönüne vurgu yapılması hatta bunun üzerinden bir nostalji ağı görülmesi şaşırtıcı değildir. Beyrut’tun Arap dünyasındaki yükselişi 19. yüzyılın ekonomik ve ticari gelişmelerine bağlı olmakla birlikte bu zenginliğin sergilenişi 1950 ve 60’lı yılların ürünüdür.
1992 sonbaharında milletvekili sayısı 128’e çıkarılarak seçimler yapıldı ve Lübnan normalleşme sürecine girdi. İç savaş Lübnan’da son derece hassas olan politik dengeleri sarstığı ve toplum hafızasında onarılması güç hasarlara neden olduğu gibi Feyruz ve Rahbani Kardeşler’in kariyerinde de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Feyruz Lübnan ve Araplarla ilgili her türlü sorunda müziğiyle bir duruş sergilemişti. 1967 Savaşının yarattığı psikolojik travmayı aşmada Ümmü Gülsüm gibi o da sanat alanında katkıda bulunmuştu. Bu dönemde yaptığı Zahrat al-Mada’in onun politik tavrının yansımasıydı. Ancak Lübnan İç Savaşı yalnızca onun kariyeri için değil tüm Lübnan için en uzun süreli ve yıkıcı dönemi kapsıyordu. Bu dönemde müziğiyle yaşanan trajediyi Arap ülkeleri ve dünya kamuoyuna aktarmayı hedeflemesi yeni misyonuna işaret ediyordu.
SELİM TEMO: ‘NİZAMETTİN ARİÇ’İN MÜZİĞİ, BİR GÖRSEL ŞİİRDİR SANKİ’ 1970’ler kariyerinde parlak bir dönemdi. 1970’de Ya ‘ish ya ‘ish müzikali Beyrut’ta sahnelenmiş, 1971’de yine çok ses getiren Sahh al-nawm Beyrut ve Şam’da başarı kazanmıştı. 1972’de Baalbek’te Naturat al-mafatih’in oynanmasını Beyrut ve Şam’da Nas min warag adlı oyun izlemişti. 1973’te Baalbek’te Qasidat hubb oynanmış aynı yıl Beyrut ve Şam’da al-Mahatta sergilenmişti. Bu son oyunda bir garda mahsur kalan genç bir kızın gara gelip giden farklı insanlarla olan diyalogu anlatılıyordu. Aslında gar olarak tasavvur edilen yer Lübnan’dı. Burada verilen mesaj insanın emek verdiği her şeyin karşılığını mutlaka alacağıydı. 1974’te Lulu ve iç savaşın patlak verdiği 1975 senesinde Mays el-rim Beyrut ve Şam’da alkışlanmıştı. İç savaş Rahbani Kardeşlerin müzikal yaratıları için sonun başlangıcıdır. Bundan sonraki dönemde Feyruz’un Lübnan’da sahneye çıkmama isteğinin bu süreçte ne denli etkili olduğu bilinmemekle birlikte 1977’de Amman ve Şam’da sergilenen Petra adlı müzikal Rahbanilerle Feyruz’un uzun soluklu işbirliğinin son ürünüdür. Petra müzikali iç savaş döneminde 1978’de Beyrut’ta hem Müslüman hem de Hıristiyan bölgesinde temsil edilen tek sanatsal olay olarak tarihe geçecektir. Bu aynı zamanda Feyruz ile Assi’nin yollarının ayrılmasının da habercisi olmuştur. Bundan sonra Feyruz kariyerine oğlu Ziad Rahbani eşliğinde devam edecektir.
Feyruz’un iç savaş sırasındaki tavrı son derece önemlidir. Bu döneme dair anlatılar taraflardan hangisi radyoyu ele geçirirse Feyruz şarkıları yayınlandığını aktarır. Oysa Feyruz savaş sırasında ülkesinde şarkı söylemeyi reddetmiş ve üzerindeki baskılara rağmen Lübnan’a bağlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Travmatik bir çatışmanın, kanlı bir iç savaşın yerle bir ettiği bir ülkede yaşamaya devam etmiş, Lübnan’ı terk etmemiştir. Bazı yorumlarda bu tavrı “ülkesini sesinden mahrum bırakarak cezalandırıyor” şeklinde değerlendirilmiştir. Tarafsız bir tavır sergilediği iddia edilse de Falanjistleri desteklememiş, Lübnan’ı ve sosyalist Arapları tutmuştur. Bu tavrı özellikle Lübnan’ın birliği konusunda çalışanların ve Müslümanların gözünde de onu tartışmasız bir konuma taşımıştır.
Feyruz’un Lübnan iç savaşı dönemindeki politik tavrı din ve mezhepsel ayrışımların üstünde Lübnanlılık kimliği üzerine vurgu şeklinde özetlenebilir. 1976’da Şam konserinde ilk kez seslendirdiği Bhibbak Ya Lubnan’ın içeriği tam da bu amaca hizmet etmektedir. Savaşın olumsuz yüzünün yanında ülkesine olan bağlılığı bu eserde bütünüyle ortaya konmaktadır. Bu eseri 1979’da Paris Olympia konserinde, 1989’da Kahire konserinde final olarak seçip söyleyecektir. Savaş süresince ülkesinde sahneye çıkmasa da dünyanın prestijli sahnelerinde Lübnan’ı kültür elçisi olarak temsil etmekten geri kalmayacaktır.
Feyruz iç savaş sırasında farklı siyasal ve mezhepsel fraksiyonlara bölünmüş Lübnan halkının nerdeyse tek ortak değeri olma özelliğini sürdürmüştür. Bu işlevi savaş sonrasında da yerine getirecektir. Taif’le silahlar susmuş, ancak savaşan tarafları toplumsal anlamda bir araya getirmek hemen mümkün olmamıştı. Beyrut savaş döneminde Müslümanların hakim olduğu Batı ve Hıristiyanların hakim olduğu Doğu kısmı olmak üzere ikiye bölünmüştü. Savaş sonrasında 1994 yılında Feyruz’un ilk kez ülkesinde Beyrut’ta Şehitler Meydanında sahneye çıkışı tüm Arap kamuoyunda yankı bulmuştu. 50.000’i aşkın Lübnanlı savaştan beri ilk kez bir arada onu dinlemişti. Konser canlı yayın aracılığıyla 125 milyon kişi tarafından izlenmişti. Ertesi gün Suudi Arabistan kralının yaptığı açıklama gazetelerde yer alıyordu. “Feyruz’un sesi, Lübnan’ın kalbinden yükseldi. Lübnan geri geldi.” Benzer biçimde ülkenin savaş sonrası kültür hayatına damga vuran bir diğer gelişme savaş süresince yapılmayan Baalbek Festivali’nin tekrar hayata dönmesiydi.
1998’de Feyruz, Rahbani Kardeşlerin müzikallerinden yapılan bir seçkiyle izleyici karşısına çıktı. 25 yıllık bir aranın ardından ilk gece 16.000 kişiye konser verdi. Lübnan cumhurbaşkanı Elias Hrawi temsil sonrasında sanatçıyı kutlarken “onun başarısı Lübnan’ın başarılarını getirecek” yorumunda bulundu.
Savaşın psikolojik travmasının aşılmasında Feyruz’un müziğinin terapi etkisi yaptığı görülmektedir. Baalbek ve Beiteddine gibi festivaller Feyruz ve Lübnan’ın tekrar buluştuğu platformlara dönüşürken, geçmişteki altın çağ mitosunun hatırlanmasında da etkili olmaktadır. 2000 yılında Beiteddine festivali kapsamındaki konserinde eskilerin yanında yeni şarkılardan oluşan bir seçki sunmasına rağmen finali ünlü Rahbani şarkısı Nassam Aleyna el-hawa adlı parçayla yapması geçmişle bugün arasında kurulmaya çalışılan köprünün ve güven tazeleme arayışının müzikal ifadesi olmuştur. Aynı tavrı toplumsal dayanışma programlarında da öncü bir rol üstlenerek sürdürmektedir. 2006 yazında İsrail saldırısıyla yıkılan Şii yerleşim bölgelerinin imarı ve mülteci konumuna düşen yoksullar için 750.000 dolar bağışlaması kamuoyunda ve medyada geniş yankı bulmuştur. 2006 Aralığında Rahbani Kardeşler’e ait olan ve ilk kez 1971’de oynadığı Sah al-nawn müzikalini tekrar sahneye taşıması geçmişin parlak döneminin hafızalarda canlandırılmasına yönelik bir girişim olarak algılanmıştır.
2008 yılında aynı müzikalin Arap kültür başkenti olan Şam’da temsil edilmesinin gündeme gelişi Lübnan’da politik bir krize neden olur. Basın ve politikacılar ikiye bölünür. Başbakan Refik Hariri’ye yönelik suikastın ardından iki ülke ilişkilerinin gerilmesi bu saldırının ardında Şam’ın parmağının aranması Feyruz’a yönelik tepkinin nedenidir. Parlamento ve basının bir kısmında “Feyruz Esad rejimini onurlandırmamalı” şeklinde yorumlar ileri sürülürken bir kısmında da bu girişimin ikili ilişkilerin düzelmesinde etkili olacağı savunulmuştur. Yükselen aleyhte tepkilere karşın Feyruz Şam’a gitmiştir. Suriye sınırını geçerken binlerce hayranı tarafından karşılanan Feyruz, basından Cuma hutbelerine kadar Suriye’de geniş çevrede destek görmüş, temsilleri yoğun ilgi karşısında uzatılmıştır. Burada üzerinde durulması gereken nokta Suriye’ye her yıl birçok Lübnanlı müzisyen konser vermeye giderken ve bunlar politik bir krize neden olmazken Feyruz’un girişiminin ülkede ciddi bir tartışmaya ve gerilime neden oluşudur. Bu durum onun bir sesten öte politik bir tavrın ve hepsinden öte Lübnan’ın kültürel sembollerinden biri olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.
O Lübnanlıların ve Arapların gözünde Hıristiyan bir kadın şarkıcı olmanın çok ötesinde Arap dili ve kültürünün taşıyıcısı olan ulusal bir sembol haline dönüşmüş durumdadır. Yalnızca Hıristiyanların gözünde değil tüm Arap dünyasında büyük bir saygınlık kazanmış olması, savaş içinde takındığı tavır, son derece kırılgan bir politik kültür ortamında müziği ve duruşuyla ayakta kalabilmesi tüm kimliklerin ötesinde bir ortak kimliği temsil ettiğini göstermektedir.
Lübnan belki de Beyrut bir gün var olmayacak; ancak Feyruz’un sesi bu evrende sonsuza dek dolaşacak.
Büyük tarihsel dinlerden her birinin üç yönü vardr: (1) bir kurum, (2) bir öreti, (3) kiisel töre... more Büyük tarihsel dinlerden her birinin üç yönü vardr: (1) bir kurum, (2) bir öreti, (3) kiisel töreler. Ama, bu üç öe, önemlerindeki deimelerle birlikte toplumsal bir görüngü olarak ele alnan, yalnzca bilim ile çatmalar üzerinde durulan din için gereklidirler. Salt kiisel bir din, bilimin aykr sayaca kesinlemelerden kaçnd sürece, en bilimsel çada bile hiçbir zaman yad rganmaz. Günümüzde mantk birlii hem bir güç hem de güçsüzlüktür. Güçtür, çünkü bir düünce dizisinin ilk basaman benimseyen kimsenin, o düzeni bütünüyle benimsemesini zorunlu klar; güçsüzlüktür çünkü son basamaklardan herhangi birini aykr bulan kimse, en azndan ilk basamaklarn da birkaçn aykr bulmak zorunda kalacaktr. Kilisenin bilimle olan çatmasnda, dogmalarn gösterdii mantksal bütünlükten d oan bu güç ile güçsüzlüü görürüz. Bilim büyük varsaymlardan deil, gözlemlerle, deneylerle bulgulanan tek tek o lgulardan ie balar. Böyle olgulardan birkaçnn bir araya gelmesiyle genel bir kurala varlr, eer bu kural, gerçek ise, söz konusu olgular da bu gerçein kantlardr. Bu kural bir kesinlik olarak ileri sürülmemi, çk noktas olacak bir varsaym diye kabul edilmitir. Doruysa, belli durumlarda daha gözlemlenmemi belli görüngüler ortaya çkacaktr. Bu görüngülerin ortaya çkmasyla varsaym dorulanacaktr; yoksa o varsaymdan vazgeçip bir yenisini bulmak gerekir. Varsayma uygun düecek birçok olgular bulunabilir, ama bu durumda o varsaymn gerçek olabilecei düünülse de, gerçeklik kesinlemi deildir; böyle olunca varsaym deil, kuram diye adlandrlmas daha doru olur. Her biri dorudan doruya olgular üzerine kurulmu deiik kuramlar, daha genel yeni bir varsaymn temeli olabilirler, bu varsaym gerçek ise kuramlarda gerçeklenmi olur; bu genelleme ilemine snr konamaz. Oysa, ortaça düüncesinde çk noktas olan en genel ilkeler, bilimde en son varlacak sonuçlardr. Bir din öretisi bütünüyle kesin, sonrasz gerçekleri vermeye çabalayan bilimden ayrlr; bilim her zaman deneycidir, imdiki kuramlarnn eninde sonunda deiikliklere urayacan bilir, yönteminin hiçbir eksii bulunmayan sonuçlara götürmeye, mantk yönünden yetersiz oldu unu sezer. Böylece bilim, salt gerçein ardnda komaktan vazgeçmeyi, yeni bulular yapmakta ya da gelecei önceden belirlemekte baaryla uygulanabilecek her kuramn tad gerçei, teknik gerçei aramay öütler. "Bilgi" evrenin zihinsel bir aynas olmaktan çkar, maddenin ilenmesinde edimsel bir araç olur bu durumda. Din ile bilim arasndaki çatma yetki ile gözlem çatmasyd daha çok. Bilim adamlarnn bir gerçee inanmalar için, o gerçein falanca ya da filanca büyük adam tarafndan ileri sürülmü olmas yetmiyordu; tam tersine, duyularn tanklna bavuruluyor, ancak
Bundan önceki üç* yazıda, erkek egemenliğinin oluşumu ve kadınları ezen baskının mekanizmalarının... more Bundan önceki üç* yazıda, erkek egemenliğinin oluşumu ve kadınları ezen baskının mekanizmalarının, şiddet ile ilişkisi üzerinde durulmuştu. Bu yazıda, cinsel şiddetin, kadın-erkek arası duygusal ve seksüel ilişkilerin oluşumundaki şiddet rollerinin, bunların toplum tarafından nasıl beslendiğinin ve büyütüldüğünün üzerinde durulacak. Öncelikle, şunu bilmek gerekiyor; doğadaki hiçbir süreç, birbirinden ayrı incelenemez. Bütün süreçler birbirine bağlıdır ve teker teker ele alarak oluşturulan bakış açıları, hep bir yandan eksik kalacak tespitler doğurur. Hayata dair, hayat içindeki süreçlerle, şöyle veya böyle ilgisi olan her konu, her alan, her disiplin, insanlar arası ilişkilerin, topluluk kurumlarının oluşumunda birleşirler.
Seksin toplumsal politikası 3: Moda endüstrisi ve " Özgürlük Meşaleleri " Bundan önceki iki yazıd... more Seksin toplumsal politikası 3: Moda endüstrisi ve " Özgürlük Meşaleleri " Bundan önceki iki yazıda*, patriarkanın, seksüel vurgular üzerinden, kadınlar üzerindeki baskısını nasıl kuramsallaştırdığına değinmiştim. Seks organları, toplumsal hayattaki fenomenler ve sosyal kodlamalar egemendi ilk iki yazıya. Bu yazı, daha çok endüstri ve biraz da moda endüstrisi üzerine olacak. " Halkla ilişkiler " terimi, ilk olarak Freud'un yeğeni olan Edward Bernays tarafından kullanıldı. Terimin icadında, " propaganda " kelimesinin Nazi partisinin ideologları tarafından " kirletilmesi " etkili olmuştu. Dünya'ya vahşet salan bir adamın şanını yürütmesi, bu kelimeyi kabul edilemez kıldığı için, " halkla ilişkiler " ifadesi kullanıldı. En kısa anlatımıyla, halkla ilişkiler, insan topluluklarının içlerindeki irrasyonel (mantık dışı) güdüleri tetikleyerek, onları manipüle etme bilimidir. Bernays, Freud'un bu güdülerle alakalı yazdıklarını, Amerika'da bir sosyal deney laboratuvarı oluşturarak denedi ve kendi deyimi ile " savaş zamanında insanları yönlendirmek mümkünse, aynısını barış zamanında yapmak da mümkündü, ben de bunu yaptım " diye düşünerek yola koyuldu. O dönemlerde, kadınların topluluk içinde sigara içmeleri tabu olarak görülüyordu. American Tobacco şirketinin yöneticisi, Bernays'den bunu değiştirmesini istedi. Çünkü, kadınların bu tabuya boyun eğip dışarıda sigara
Seksin toplumsal yansımalarının anlatıldığı ilk yazıda, daha çok şiddet ve tecavüz kültürünün, eğ... more Seksin toplumsal yansımalarının anlatıldığı ilk yazıda, daha çok şiddet ve tecavüz kültürünün, eğlence ve toplumsal yaşama içkin kaynakları anlatılmıştı. Bu yazıda, penisin iktidarının, savaşlar ve araçları üzerinden nasıl üretildiği ve bilinçlere işlendiği üzerinde durulacak.
Dövme geleneği vücuda hem sağlık hem güzelik açısından resim yapmakla başlamıştır. Dövme yapma ge... more Dövme geleneği vücuda hem sağlık hem güzelik açısından resim yapmakla başlamıştır. Dövme yapma geleneği hayli eskidir. MÖ 2000’lerde Antik Mısır toplumunda dövmenin yapıldığı mumyalardan anlaşılmıştır. Mısırlıların dışında Britonların, Galyalıların ve Trakların da dövmeleri vardı. Antik Yunanlar ve Romalılar, “barbarlara özgü bir uğraş” saydıkları dövmeyi suçlular ile kölelere yaparlardı. Mezopotamya bölgesinde ise dövme Kürtler ve Farslarda Deq, Araplarda Wesm olarak adlandırılmıştır. Kürtler, Araplar, Ezidiler, Süryaniler, Türkmenler, Aleviler tarafından hem sağlık hem güç sembolu olarak kullanılmıştır.
Faili iyi halden, tüm delillere rağmen delil yetersizliğinden beraat eden toplu katliamlar gibi k... more Faili iyi halden, tüm delillere rağmen delil yetersizliğinden beraat eden toplu katliamlar gibi kara leke çalın adalet terazisini taşıyan Themis’in alnına.
İBN ARABİ 1 1 6 5 y ılın d a bu gü nkü İsp a n y a 'n ın M u rc ia (M ü rsiy e ) k en tin d e dün... more İBN ARABİ 1 1 6 5 y ılın d a bu gü nkü İsp a n y a 'n ın M u rc ia (M ü rsiy e ) k en tin d e dünyaya gelm iş en büyük İslâm su file rin d en biridir. Din hakikatinin yorumlanmasını bir İnsan-ı Kâmil düzeyinde anlayıp eserlerinde bu şekilde anlatan, yüksek bilgilere mazhar olm uş büyük bir velidir. Varlığın Birliği p e r s p e k tifin d e n b a k ış la T a n rı, V a rlık , İn sa n ü z e rin e m etafizik a çık la m a la r g etiren İbn A rab i' nin bu sahaya ilişkin yüzü geçkin eseri vardır.
Britanyah yazar ve gazeteci. lskoçyalı bir anne ve lsviçrell bir babanın otlu olarak 1979 yılında... more Britanyah yazar ve gazeteci. lskoçyalı bir anne ve lsviçrell bir babanın otlu olarak 1979 yılında Glasgow'da dotdu, Londra'da büyüdü. Carnbridge Üniver sitesi bünyesindeki King's College'da sosyal bilimler ve siya set bilimi okudu. 2001 yılında üniveniteden mezun olduk tan sonra New Sta� ve The ln�nt gibi yayınlar da çalıştı; yazılan The Guardian, The Huffington Post, New Yorlc Times, Los Angeles Times, The New Republic, The Nation, Le Monde, El Pais, The Sydney Moming Herald ve
“Kuş ölür, sen uçuşu hatırla”…
“Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.”
... more “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla”…
“Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.”
Füruğ Ferruhzad’a ait bu sözler… 5 Ocak 1935’te Tahran’da dünyaya gelen bir şair o.
İkisi kız olmak üzere altı kardeşi vardı onun.
Babası Albay Muhammed Ferruhzad, Rıza Şah’ın ordusunda bir askerdi.
Evlerinde yumuşak battaniye olmasına rağmen babası onları askeri battaniyelerde uyutarak zor koşullara alıştırmak istedi.
Annesi Turan Veziri Tebar ise gelenek ve töreye bağlı saf bir kadındı. Füruğ annesini “kötülükleri bilecek yetisi olmayan” bir kadın olarak betimliyor.
Füruğ Ferruhzad, fazla duyarlı ve hassas bir kadındı. Küçük yaşında dahi etrafında olup bitenlere karşı müfrit bir dikkati vardı.
Evlerinde babasının çok geniş bir kütüphanesi vardı. Tüm çocukluğunu büyük babasının anlattığı masallar ve eline geçirdiği kitaplar ile geçirdi.
Ortaokulda yedinci sınıftayken Perviz Şapur’a aşık oldu. Kendisinden 15 yaş büyük olan Şapur ile evlenmek istemesine ailesi itiraz etmişse de, Füruğ açlık grevi yaparak evlilik kararında diretti. Nikahında “tören, takı, gelinlik” istemediğini belirterek son derece sade bir şekilde dünya evine girdi.
Şapur ile olan evlilikten Füruğ’un Kamyar adında bir oğlu oldu.
Bir süre sonra Füruğ, Perviz Şapur ile anlaşmamaya başladı. 1954 yılında boşandı.
Kanunlar oğlunu Füruğ’dan aldığı gibi onu görmesini bile yasakladı.
Füruğ bütün bir hayatını, “canımın canı” dediği oğlundan uzak geçirdi. Bütün hayatı boyunca oğlu Kamyar’a hasret yaşadı ve ona hasret öldü.
Biricik oğlu için şu şiiri yazdı Füruğ:
“En küçük marşın
öpücük olduğu gün
ve insanın
insana kardeş
evlerin kapısını artık kapatmadıkları gün
kilit
söylencedir
ve yürek
yaşamaya değer.
Tüm sözlerin anlamının sevgi olduğu
gün
son sözcük için söz peşinde olmayasın
PEDOFİLİ NEDİR? PEDOFİL BEYNİ NASILDIR? PEDOFİLİ TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ diye
tüm sözcüklerin melodisi
yaşam olduğu gün
son şiir için uyak peşinde acı
çekmeyesin diye
tüm dudakların şarkı olduğu gün
en küçük marş öpücük olsun diye
senin geldiğin ve her zamanlığına
geldiğin
ve sevecenlik ve güzellik beraber
olduğu gün
güvercinlerimize yeniden tane
serpeceğiz
ve ben o günü bekliyorum
benim belki bile
olmadığım günü.”
Füruğ 1958’de film çekmek istedi ve İbrahim Golestan adında biriyle, ona ait yapım şirketinde tanıştı.
Bu süreçte ilk filmi “Bir Ateş”i çekti. Bu film 1961 yılında On İkinci Venedik Kısa ve Belgesel Filmler Festivali’nde birincilik ödülü aldı.
Füruğ başka filmler de çekti: “Su ve Sıcaklık”, “Ev Karadut”, “Bir Gazetenin Hazırlanışı”…
“Ev Karadır” filminin çekimi için Meşhed Cüzzamhanesine gittiğinde orada cüzzamlı anne ve babasının yanında yaşayan küçük Hüseyin’i gördü. Anne ve babasının rızası ile onu evlat edindi.
O aslında Hüseyin’i Kamyar’a benzediği için yanına almış ve onda oğluna duyduğu hasreti gidermeye çalışmıştı.
Peki Hüseyin ve Kamyar şu anda ne durumda?
Hüseyin Almanya’da yaşamaktadır. Annesinin şiirlerini Almanca’ya çevirmiş ve Füruğ’un şiirinin batı diliyle tanışmasına büyük katkı sağlamıştır. Kamyar ise İran’da parklarda gitar çalarak şapkasına birkaç bin tümen para atılmasını beklemektedir.
13 Şubat 1967 yılında, henüz 32 yaşındayken hayata gözlerini yumar Füruğ. Ölümü şöyle anlatılır onun:
“Stüdyoya gidiyordu. Füruğ çocukları ve kuşları sever, ‘onlar tertemizler’ derdi. Sonunda da canını sevdiği çocukların yolunda verdi. O çocukların kadim dostuydu, okul aracının önüne kıvrıldığını görünce kaza yapmamak için sağa sürdü ve ana caddeden saptı. Dudaklarında sadece küçük bir tebessüm vardı, bu onun için yeterliydi. O, camlarının ardından neredeyse kendilerine çarpacak olan onun arabasına korkuyla bakan çocukları görüyordu. Araba caddeden savruldu ancak yine de çocukların aracına çarpmaktan kurtulamadı, kaportasına çarptı, çok da şiddetli bir kaza değildi. Buna rağmen şiddetli bir şekilde frene bastığı için Füruğ’un başı cipin ön camına çarptı ve burnunu ortadan parçaladı, öyle şiddetli bir darbeydi ki otomobilin kapısı hemen açıldı ve Füruğ ile arabanın arkasında oturmakta olan Gülistan Stüdyosu’nun çalışanı dışarı fırladı. O anda Füruğ’un başı arabanın kapısına vurdu ve sol kulağı ayrılacakmış gibi feci şekilde zarar gördü. Sonra başı kaldırıma çarptı ve kafası yarıldı. Onu hastaneye götürdüler ama ne yazık ki artık iş işten geçmişti.”
Gardenyanın arılığını, yaseminin duruluğunu satın alan kim?
1960’lı yıllar konserler, plak kayıtları ve başta Baalbek olmak üzere festivaller Feyruz’u Lübnan’ın hatta Arapların sesi haline getirdi. Bununla birlikte 1960’lar Lübnan açısından çelişkileri de beraberinde getirdi. Beyrut bankacılık ve turizm sektörlerinin katkısıyla hızla kalkınıp zengin bir başkent haline gelirken diğer yandan ülke içinde siyasal çekişmeler sürdü. Özellikle göç Beyrut’ta sınıfsal gerilimlerin hatlarını belirledi. Bir yanda zengin ve göz kamaştırıcı bir yaşam diğer yandan sefalet sonraki dönemin şiddet psikolojisinin alt yapısını hazırladı. Kentin Doğu kısmı zengin Hıristiyan ailelerin yaşam merkezi iken Batı kısmı Filistinli mülteciler ve yoksul Şiilerce meskûndu. Dini kimliklerle örtüşen ekonomik kutuplaşma ve artan gelir eşitsizliği toplumsal çatışmanın alt yapısını oluşturuyordu.
Birçok anlatıda Beyrut’un bu yönüne vurgu yapılması hatta bunun üzerinden bir nostalji ağı görülmesi şaşırtıcı değildir. Beyrut’tun Arap dünyasındaki yükselişi 19. yüzyılın ekonomik ve ticari gelişmelerine bağlı olmakla birlikte bu zenginliğin sergilenişi 1950 ve 60’lı yılların ürünüdür.
1992 sonbaharında milletvekili sayısı 128’e çıkarılarak seçimler yapıldı ve Lübnan normalleşme sürecine girdi. İç savaş Lübnan’da son derece hassas olan politik dengeleri sarstığı ve toplum hafızasında onarılması güç hasarlara neden olduğu gibi Feyruz ve Rahbani Kardeşler’in kariyerinde de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Feyruz Lübnan ve Araplarla ilgili her türlü sorunda müziğiyle bir duruş sergilemişti. 1967 Savaşının yarattığı psikolojik travmayı aşmada Ümmü Gülsüm gibi o da sanat alanında katkıda bulunmuştu. Bu dönemde yaptığı Zahrat al-Mada’in onun politik tavrının yansımasıydı. Ancak Lübnan İç Savaşı yalnızca onun kariyeri için değil tüm Lübnan için en uzun süreli ve yıkıcı dönemi kapsıyordu. Bu dönemde müziğiyle yaşanan trajediyi Arap ülkeleri ve dünya kamuoyuna aktarmayı hedeflemesi yeni misyonuna işaret ediyordu.
SELİM TEMO: ‘NİZAMETTİN ARİÇ’İN MÜZİĞİ, BİR GÖRSEL ŞİİRDİR SANKİ’ 1970’ler kariyerinde parlak bir dönemdi. 1970’de Ya ‘ish ya ‘ish müzikali Beyrut’ta sahnelenmiş, 1971’de yine çok ses getiren Sahh al-nawm Beyrut ve Şam’da başarı kazanmıştı. 1972’de Baalbek’te Naturat al-mafatih’in oynanmasını Beyrut ve Şam’da Nas min warag adlı oyun izlemişti. 1973’te Baalbek’te Qasidat hubb oynanmış aynı yıl Beyrut ve Şam’da al-Mahatta sergilenmişti. Bu son oyunda bir garda mahsur kalan genç bir kızın gara gelip giden farklı insanlarla olan diyalogu anlatılıyordu. Aslında gar olarak tasavvur edilen yer Lübnan’dı. Burada verilen mesaj insanın emek verdiği her şeyin karşılığını mutlaka alacağıydı. 1974’te Lulu ve iç savaşın patlak verdiği 1975 senesinde Mays el-rim Beyrut ve Şam’da alkışlanmıştı. İç savaş Rahbani Kardeşlerin müzikal yaratıları için sonun başlangıcıdır. Bundan sonraki dönemde Feyruz’un Lübnan’da sahneye çıkmama isteğinin bu süreçte ne denli etkili olduğu bilinmemekle birlikte 1977’de Amman ve Şam’da sergilenen Petra adlı müzikal Rahbanilerle Feyruz’un uzun soluklu işbirliğinin son ürünüdür. Petra müzikali iç savaş döneminde 1978’de Beyrut’ta hem Müslüman hem de Hıristiyan bölgesinde temsil edilen tek sanatsal olay olarak tarihe geçecektir. Bu aynı zamanda Feyruz ile Assi’nin yollarının ayrılmasının da habercisi olmuştur. Bundan sonra Feyruz kariyerine oğlu Ziad Rahbani eşliğinde devam edecektir.
Feyruz’un iç savaş sırasındaki tavrı son derece önemlidir. Bu döneme dair anlatılar taraflardan hangisi radyoyu ele geçirirse Feyruz şarkıları yayınlandığını aktarır. Oysa Feyruz savaş sırasında ülkesinde şarkı söylemeyi reddetmiş ve üzerindeki baskılara rağmen Lübnan’a bağlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Travmatik bir çatışmanın, kanlı bir iç savaşın yerle bir ettiği bir ülkede yaşamaya devam etmiş, Lübnan’ı terk etmemiştir. Bazı yorumlarda bu tavrı “ülkesini sesinden mahrum bırakarak cezalandırıyor” şeklinde değerlendirilmiştir. Tarafsız bir tavır sergilediği iddia edilse de Falanjistleri desteklememiş, Lübnan’ı ve sosyalist Arapları tutmuştur. Bu tavrı özellikle Lübnan’ın birliği konusunda çalışanların ve Müslümanların gözünde de onu tartışmasız bir konuma taşımıştır.
Feyruz’un Lübnan iç savaşı dönemindeki politik tavrı din ve mezhepsel ayrışımların üstünde Lübnanlılık kimliği üzerine vurgu şeklinde özetlenebilir. 1976’da Şam konserinde ilk kez seslendirdiği Bhibbak Ya Lubnan’ın içeriği tam da bu amaca hizmet etmektedir. Savaşın olumsuz yüzünün yanında ülkesine olan bağlılığı bu eserde bütünüyle ortaya konmaktadır. Bu eseri 1979’da Paris Olympia konserinde, 1989’da Kahire konserinde final olarak seçip söyleyecektir. Savaş süresince ülkesinde sahneye çıkmasa da dünyanın prestijli sahnelerinde Lübnan’ı kültür elçisi olarak temsil etmekten geri kalmayacaktır.
Feyruz iç savaş sırasında farklı siyasal ve mezhepsel fraksiyonlara bölünmüş Lübnan halkının nerdeyse tek ortak değeri olma özelliğini sürdürmüştür. Bu işlevi savaş sonrasında da yerine getirecektir. Taif’le silahlar susmuş, ancak savaşan tarafları toplumsal anlamda bir araya getirmek hemen mümkün olmamıştı. Beyrut savaş döneminde Müslümanların hakim olduğu Batı ve Hıristiyanların hakim olduğu Doğu kısmı olmak üzere ikiye bölünmüştü. Savaş sonrasında 1994 yılında Feyruz’un ilk kez ülkesinde Beyrut’ta Şehitler Meydanında sahneye çıkışı tüm Arap kamuoyunda yankı bulmuştu. 50.000’i aşkın Lübnanlı savaştan beri ilk kez bir arada onu dinlemişti. Konser canlı yayın aracılığıyla 125 milyon kişi tarafından izlenmişti. Ertesi gün Suudi Arabistan kralının yaptığı açıklama gazetelerde yer alıyordu. “Feyruz’un sesi, Lübnan’ın kalbinden yükseldi. Lübnan geri geldi.” Benzer biçimde ülkenin savaş sonrası kültür hayatına damga vuran bir diğer gelişme savaş süresince yapılmayan Baalbek Festivali’nin tekrar hayata dönmesiydi.
1998’de Feyruz, Rahbani Kardeşlerin müzikallerinden yapılan bir seçkiyle izleyici karşısına çıktı. 25 yıllık bir aranın ardından ilk gece 16.000 kişiye konser verdi. Lübnan cumhurbaşkanı Elias Hrawi temsil sonrasında sanatçıyı kutlarken “onun başarısı Lübnan’ın başarılarını getirecek” yorumunda bulundu.
Savaşın psikolojik travmasının aşılmasında Feyruz’un müziğinin terapi etkisi yaptığı görülmektedir. Baalbek ve Beiteddine gibi festivaller Feyruz ve Lübnan’ın tekrar buluştuğu platformlara dönüşürken, geçmişteki altın çağ mitosunun hatırlanmasında da etkili olmaktadır. 2000 yılında Beiteddine festivali kapsamındaki konserinde eskilerin yanında yeni şarkılardan oluşan bir seçki sunmasına rağmen finali ünlü Rahbani şarkısı Nassam Aleyna el-hawa adlı parçayla yapması geçmişle bugün arasında kurulmaya çalışılan köprünün ve güven tazeleme arayışının müzikal ifadesi olmuştur. Aynı tavrı toplumsal dayanışma programlarında da öncü bir rol üstlenerek sürdürmektedir. 2006 yazında İsrail saldırısıyla yıkılan Şii yerleşim bölgelerinin imarı ve mülteci konumuna düşen yoksullar için 750.000 dolar bağışlaması kamuoyunda ve medyada geniş yankı bulmuştur. 2006 Aralığında Rahbani Kardeşler’e ait olan ve ilk kez 1971’de oynadığı Sah al-nawn müzikalini tekrar sahneye taşıması geçmişin parlak döneminin hafızalarda canlandırılmasına yönelik bir girişim olarak algılanmıştır.
2008 yılında aynı müzikalin Arap kültür başkenti olan Şam’da temsil edilmesinin gündeme gelişi Lübnan’da politik bir krize neden olur. Basın ve politikacılar ikiye bölünür. Başbakan Refik Hariri’ye yönelik suikastın ardından iki ülke ilişkilerinin gerilmesi bu saldırının ardında Şam’ın parmağının aranması Feyruz’a yönelik tepkinin nedenidir. Parlamento ve basının bir kısmında “Feyruz Esad rejimini onurlandırmamalı” şeklinde yorumlar ileri sürülürken bir kısmında da bu girişimin ikili ilişkilerin düzelmesinde etkili olacağı savunulmuştur. Yükselen aleyhte tepkilere karşın Feyruz Şam’a gitmiştir. Suriye sınırını geçerken binlerce hayranı tarafından karşılanan Feyruz, basından Cuma hutbelerine kadar Suriye’de geniş çevrede destek görmüş, temsilleri yoğun ilgi karşısında uzatılmıştır. Burada üzerinde durulması gereken nokta Suriye’ye her yıl birçok Lübnanlı müzisyen konser vermeye giderken ve bunlar politik bir krize neden olmazken Feyruz’un girişiminin ülkede ciddi bir tartışmaya ve gerilime neden oluşudur. Bu durum onun bir sesten öte politik bir tavrın ve hepsinden öte Lübnan’ın kültürel sembollerinden biri olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.
O Lübnanlıların ve Arapların gözünde Hıristiyan bir kadın şarkıcı olmanın çok ötesinde Arap dili ve kültürünün taşıyıcısı olan ulusal bir sembol haline dönüşmüş durumdadır. Yalnızca Hıristiyanların gözünde değil tüm Arap dünyasında büyük bir saygınlık kazanmış olması, savaş içinde takındığı tavır, son derece kırılgan bir politik kültür ortamında müziği ve duruşuyla ayakta kalabilmesi tüm kimliklerin ötesinde bir ortak kimliği temsil ettiğini göstermektedir.
Lübnan belki de Beyrut bir gün var olmayacak; ancak Feyruz’un sesi bu evrende sonsuza dek dolaşacak.
Büyük tarihsel dinlerden her birinin üç yönü vardr: (1) bir kurum, (2) bir öreti, (3) kiisel töre... more Büyük tarihsel dinlerden her birinin üç yönü vardr: (1) bir kurum, (2) bir öreti, (3) kiisel töreler. Ama, bu üç öe, önemlerindeki deimelerle birlikte toplumsal bir görüngü olarak ele alnan, yalnzca bilim ile çatmalar üzerinde durulan din için gereklidirler. Salt kiisel bir din, bilimin aykr sayaca kesinlemelerden kaçnd sürece, en bilimsel çada bile hiçbir zaman yad rganmaz. Günümüzde mantk birlii hem bir güç hem de güçsüzlüktür. Güçtür, çünkü bir düünce dizisinin ilk basaman benimseyen kimsenin, o düzeni bütünüyle benimsemesini zorunlu klar; güçsüzlüktür çünkü son basamaklardan herhangi birini aykr bulan kimse, en azndan ilk basamaklarn da birkaçn aykr bulmak zorunda kalacaktr. Kilisenin bilimle olan çatmasnda, dogmalarn gösterdii mantksal bütünlükten d oan bu güç ile güçsüzlüü görürüz. Bilim büyük varsaymlardan deil, gözlemlerle, deneylerle bulgulanan tek tek o lgulardan ie balar. Böyle olgulardan birkaçnn bir araya gelmesiyle genel bir kurala varlr, eer bu kural, gerçek ise, söz konusu olgular da bu gerçein kantlardr. Bu kural bir kesinlik olarak ileri sürülmemi, çk noktas olacak bir varsaym diye kabul edilmitir. Doruysa, belli durumlarda daha gözlemlenmemi belli görüngüler ortaya çkacaktr. Bu görüngülerin ortaya çkmasyla varsaym dorulanacaktr; yoksa o varsaymdan vazgeçip bir yenisini bulmak gerekir. Varsayma uygun düecek birçok olgular bulunabilir, ama bu durumda o varsaymn gerçek olabilecei düünülse de, gerçeklik kesinlemi deildir; böyle olunca varsaym deil, kuram diye adlandrlmas daha doru olur. Her biri dorudan doruya olgular üzerine kurulmu deiik kuramlar, daha genel yeni bir varsaymn temeli olabilirler, bu varsaym gerçek ise kuramlarda gerçeklenmi olur; bu genelleme ilemine snr konamaz. Oysa, ortaça düüncesinde çk noktas olan en genel ilkeler, bilimde en son varlacak sonuçlardr. Bir din öretisi bütünüyle kesin, sonrasz gerçekleri vermeye çabalayan bilimden ayrlr; bilim her zaman deneycidir, imdiki kuramlarnn eninde sonunda deiikliklere urayacan bilir, yönteminin hiçbir eksii bulunmayan sonuçlara götürmeye, mantk yönünden yetersiz oldu unu sezer. Böylece bilim, salt gerçein ardnda komaktan vazgeçmeyi, yeni bulular yapmakta ya da gelecei önceden belirlemekte baaryla uygulanabilecek her kuramn tad gerçei, teknik gerçei aramay öütler. "Bilgi" evrenin zihinsel bir aynas olmaktan çkar, maddenin ilenmesinde edimsel bir araç olur bu durumda. Din ile bilim arasndaki çatma yetki ile gözlem çatmasyd daha çok. Bilim adamlarnn bir gerçee inanmalar için, o gerçein falanca ya da filanca büyük adam tarafndan ileri sürülmü olmas yetmiyordu; tam tersine, duyularn tanklna bavuruluyor, ancak
Bundan önceki üç* yazıda, erkek egemenliğinin oluşumu ve kadınları ezen baskının mekanizmalarının... more Bundan önceki üç* yazıda, erkek egemenliğinin oluşumu ve kadınları ezen baskının mekanizmalarının, şiddet ile ilişkisi üzerinde durulmuştu. Bu yazıda, cinsel şiddetin, kadın-erkek arası duygusal ve seksüel ilişkilerin oluşumundaki şiddet rollerinin, bunların toplum tarafından nasıl beslendiğinin ve büyütüldüğünün üzerinde durulacak. Öncelikle, şunu bilmek gerekiyor; doğadaki hiçbir süreç, birbirinden ayrı incelenemez. Bütün süreçler birbirine bağlıdır ve teker teker ele alarak oluşturulan bakış açıları, hep bir yandan eksik kalacak tespitler doğurur. Hayata dair, hayat içindeki süreçlerle, şöyle veya böyle ilgisi olan her konu, her alan, her disiplin, insanlar arası ilişkilerin, topluluk kurumlarının oluşumunda birleşirler.
Seksin toplumsal politikası 3: Moda endüstrisi ve " Özgürlük Meşaleleri " Bundan önceki iki yazıd... more Seksin toplumsal politikası 3: Moda endüstrisi ve " Özgürlük Meşaleleri " Bundan önceki iki yazıda*, patriarkanın, seksüel vurgular üzerinden, kadınlar üzerindeki baskısını nasıl kuramsallaştırdığına değinmiştim. Seks organları, toplumsal hayattaki fenomenler ve sosyal kodlamalar egemendi ilk iki yazıya. Bu yazı, daha çok endüstri ve biraz da moda endüstrisi üzerine olacak. " Halkla ilişkiler " terimi, ilk olarak Freud'un yeğeni olan Edward Bernays tarafından kullanıldı. Terimin icadında, " propaganda " kelimesinin Nazi partisinin ideologları tarafından " kirletilmesi " etkili olmuştu. Dünya'ya vahşet salan bir adamın şanını yürütmesi, bu kelimeyi kabul edilemez kıldığı için, " halkla ilişkiler " ifadesi kullanıldı. En kısa anlatımıyla, halkla ilişkiler, insan topluluklarının içlerindeki irrasyonel (mantık dışı) güdüleri tetikleyerek, onları manipüle etme bilimidir. Bernays, Freud'un bu güdülerle alakalı yazdıklarını, Amerika'da bir sosyal deney laboratuvarı oluşturarak denedi ve kendi deyimi ile " savaş zamanında insanları yönlendirmek mümkünse, aynısını barış zamanında yapmak da mümkündü, ben de bunu yaptım " diye düşünerek yola koyuldu. O dönemlerde, kadınların topluluk içinde sigara içmeleri tabu olarak görülüyordu. American Tobacco şirketinin yöneticisi, Bernays'den bunu değiştirmesini istedi. Çünkü, kadınların bu tabuya boyun eğip dışarıda sigara
Seksin toplumsal yansımalarının anlatıldığı ilk yazıda, daha çok şiddet ve tecavüz kültürünün, eğ... more Seksin toplumsal yansımalarının anlatıldığı ilk yazıda, daha çok şiddet ve tecavüz kültürünün, eğlence ve toplumsal yaşama içkin kaynakları anlatılmıştı. Bu yazıda, penisin iktidarının, savaşlar ve araçları üzerinden nasıl üretildiği ve bilinçlere işlendiği üzerinde durulacak.
Dövme geleneği vücuda hem sağlık hem güzelik açısından resim yapmakla başlamıştır. Dövme yapma ge... more Dövme geleneği vücuda hem sağlık hem güzelik açısından resim yapmakla başlamıştır. Dövme yapma geleneği hayli eskidir. MÖ 2000’lerde Antik Mısır toplumunda dövmenin yapıldığı mumyalardan anlaşılmıştır. Mısırlıların dışında Britonların, Galyalıların ve Trakların da dövmeleri vardı. Antik Yunanlar ve Romalılar, “barbarlara özgü bir uğraş” saydıkları dövmeyi suçlular ile kölelere yaparlardı. Mezopotamya bölgesinde ise dövme Kürtler ve Farslarda Deq, Araplarda Wesm olarak adlandırılmıştır. Kürtler, Araplar, Ezidiler, Süryaniler, Türkmenler, Aleviler tarafından hem sağlık hem güç sembolu olarak kullanılmıştır.
Faili iyi halden, tüm delillere rağmen delil yetersizliğinden beraat eden toplu katliamlar gibi k... more Faili iyi halden, tüm delillere rağmen delil yetersizliğinden beraat eden toplu katliamlar gibi kara leke çalın adalet terazisini taşıyan Themis’in alnına.
İBN ARABİ 1 1 6 5 y ılın d a bu gü nkü İsp a n y a 'n ın M u rc ia (M ü rsiy e ) k en tin d e dün... more İBN ARABİ 1 1 6 5 y ılın d a bu gü nkü İsp a n y a 'n ın M u rc ia (M ü rsiy e ) k en tin d e dünyaya gelm iş en büyük İslâm su file rin d en biridir. Din hakikatinin yorumlanmasını bir İnsan-ı Kâmil düzeyinde anlayıp eserlerinde bu şekilde anlatan, yüksek bilgilere mazhar olm uş büyük bir velidir. Varlığın Birliği p e r s p e k tifin d e n b a k ış la T a n rı, V a rlık , İn sa n ü z e rin e m etafizik a çık la m a la r g etiren İbn A rab i' nin bu sahaya ilişkin yüzü geçkin eseri vardır.
Sizde de çok uzun zamandır bir çok cephede savaşıyormuşuz hissi oluşmuyor mu ? Nitekim böyle hiss... more Sizde de çok uzun zamandır bir çok cephede savaşıyormuşuz hissi oluşmuyor mu ? Nitekim böyle hissetmekte çokta haksız sayılmayız. Politik söylemler ile eylemselleştirilen ve neredeyse propaganda araçlarına dönüştürülen tüm durumlar siyasi parti üyelerinden ziyade bağımsız olması gereken devlet yetkililerinin elinde bile şiddet aracına dönüşmüşken, biz vatandaşların cenge gider gibi seçime gitmesi çokta şaşılası bir durum olmasa gerek. Peki sağ duyu ve sükunetle yapılması gereken kader tayini ve olacaksa makam devir teslimi neden hepimizin kabusu olup bizi bu denli acımasızca karşı karşıya getirdi? Kardeşi kardeşe, komşuyu komşuya küstüren ortak alanlarda bile ortak paydada birleşemeyen vatandaştan nasıl olurda ortak bir kader tayini yapması beklenir? Bu zorlu seçim sürecinde neden her seferinde bu ayrışmanın müsebbipleri hiçbir öz eleştiri yapmazken ihale vatandaşa kalır ? Tam da bu süreçte tüm dünya küresel bir krizin eşiğinde kıvranırken, ülkede ki ekonomik kriz sofralarımıza kadar ölümcül bir hastalık gibi sinmişken nasıl olurda toplum olarak ortak bir eşikte buluşamayız ? Elzem ve hayati meselelerimiz olmasına rağmen bizi bu kadar ayrıştıran şey tam olarak nedir? Beklide meselenin özüne inip bu ayrışmanın ana arterlerine bakmakta fayda var. 17 yıllık Ak parti hükümeti döneminde bu ülkenin vatandaşı olan her birey siyasi bir tercih yaparak duygusal ve bilişsel olarak taraf olmaya zorlandı. İlk dönemler sadece siyasi bir tercihin sonucu olarak ortaya çıkan bu ayrışma, orta vadede etnik grup ayrışması olarak sona doğru ilerlerken son süreçte inananlar ve inanmayanlar olarak devrini kapatacak gibi görünüyor. Bu yönetim hikayesinin sonundan başına bakıldığında bizi bu aşamaya getiren yönetim mekanizmasını tiranlık olarak yorumlamak çok ta haksız bir yakıştırma olmasa gerek. Ancak bu, devletin yönetim şeklinin tiranlık olduğu anlamı taşımıyor. Burada bahsettiğimiz şey tam olarak çoğunluğun tiranlığıdır. Hakikat şu ki; AK Parti hükümeti kendi içinizde nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, büyük bir seçmen tabanına sahip. Ve bu seçmen kitle bilinçli olsun yahut olmasın beğenin ya da beğenmeyin çoğunluğun eziciliği ile hala kaderimizi tayinde ön sıradan söz sahibiler. Peki çoğunluğun tiranlığı dediğimiz şey tam olarak nedir? Devlet yönetim şekli olarak demokratik sistemlerin tartışılması sırasında ortaya çıkan ve temelinde kararların çoğunluğa göre alınmasını öngören, bu öngörü neticesinde birey ve azınlık gruplara yönelik baskıyı ifade eden bir çeşit demokratik despotizmdir. Bu açıdan bakıldığında 17 yıllık iktidar döneminde AK parti seçmeninin 'çoğunluğun tiranlığı' etkisi altına girmiş olduğunu görmek mümkün. Burada üzerinde durulması gereken tam olarak şu; Demokratik seçim aygıtlarının nasıl olurda çoğunluğun elinde bir baskı ve sindirme aracına dönüşmüş olmasıdır. 17 yıldır neredeyse her alanda çoğunluğun kararlarının özelde birey genelde muhalif azınlıklara karşı dayatmaya dönüştüğü bu süreci besleyen şey tam olarak ne? Beklide işe devlet yetkililerinin devletin bekasını koruma altına alma bilincini vatandaşta oluştırma düsturuyla öne attıkları Milli İrade kavramıdır.
Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce ünlü filozof
savaşçı Sun Tzu tarafından yazılmış olan Sa... more Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce ünlü filozof savaşçı Sun Tzu tarafından yazılmış olan Savaş Sanatı (Sunzi bingfa) adlı bu eser, savaş stratejileri tarihinin en prestijli ve etkileyici eseridir. Savaş Sanatı'nın teorileri iki bin beşyüz yıldır tüm askeri lider ve strateji uzmanlarına kılavuzluk ettiği gibi bugün de gerek Asyalı idareci ve politikacılara gerekse modern işadamlarına yol göstermektedir.
Kadınların daha az ötelendiği daha az şiddete taciz ve tecavüze maruz kaldığı daha az onurlarının... more Kadınların daha az ötelendiği daha az şiddete taciz ve tecavüze maruz kaldığı daha az onurlarının kırılıp namus kavramına kurban edildiği kara parçalarında bu günü coşkuyla ve neşeyle elbette kutlayabiliriz. Ancak Orta Doğu'da, bu kanlı coğrafyada ve nefret tohumlarının içimize ekildiği bu ülkede bu günü 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü olarak kutlayabilir miyiz? İstisnasız tüm kadınların hayatında en az 1 defa fiziksel ya da sözlü tacize maruz kaldığı bu coğrafyada yılda 1 günün 364 güne denk getirilmeye çalışılıp biz kadınlara göstermelik ayrılması içimizi soğutur mu? Meydanlara coşkuyla değil yasla çıkmamız gerektiği bu gün sistemin köleleri tarafından saçlarımızdan tutulup yerlerde sürüklenirken "sen git erkeğin gelsin" sözcüğü içimizde ki öfkeyi mi biler yoksa merhametimi perçinler? Erk zihniyete göre kara bir delikten ibaret olan biz kadınlar için 8 Mart'ın ehemmiyeti nedir sahi? Yalnızken sesi keklik gibi çıkan kadınların yılda bir gün erkin kontrolünde aslanlaşmasına ayrılan bu tek gün oldukça cömert bir hediye zannımca bize bu günü bahşedenler için. Dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadınların mutsuzluğu toprağın bağrını bile delip geçerken daha yaşanılır, umut dolu bir gelecekten ve hasretle beklenen bahardan söz edilebilir mi? Cinsiyet ayrımı yapmaksızın sözlükteki anlamı ile baktığımızda "mutlu" olarak tanımlanabilecek insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez diyeceğimiz günleri geride bırakalı çok oldu. Bu kavramın kullanımının zaman aşımına uğrayıp yerini kederle değiştirmesi tarafımızca sorunsuz kanıksandı çok şükür. Kadının rahminden doğmuş ve onun gözündeki yaşla yoğrulmuş bu coğrafya beşikten mezara hem kader hem de kederdir bizim için. Hayatı boyunca insani arzularının yanı sıra doğal ihtiyaçlarını dahi kontrol altında tutma eğilimi en çok bu topraklara has bir durum olsa gerek. Kadın olmanın dayanılmaz yalnızlığını bir kenara bırakıp üzerimize dikilen ölçüsüz kaftanı çıkardığımızda anlamaya başladık karşı koymanın kendimizi keşfe açılan çiçekli bir patika olduğunu. Varlığımızdan yokluğumuza karar verme hükmünü kendine hak görenlerin bize biçtiği ömür kadar çile doldurduk içimizi. Öyle ki ilk kahramanımız olan babalarımız dahi dünyadaki tüm erkeklerin ellerine "kadınları
Beylik Çiftlik’in sahibi Bay Jones, her gece yaptığı
gibi kümesin kapısını örtmüş, ama çok sarhoş... more Beylik Çiftlik’in sahibi Bay Jones, her gece yaptığı gibi kümesin kapısını örtmüş, ama çok sarhoş olduğu için tavukların girip çıktıkları delikleri kapatmayı unutmuştu. Avluda tökezlene tekerlene yürürken, elindeki fenerin ışığı da bir o yana bir bu yana yalpa vuruyordu. Arka kapıda botlarını çıkarıp attı, kilerdeki fıçıdan son bir bardak daha bira doldurup bir dikişte içti, sonra üst kata çıkıp yatak odasına girdi. Bayan Jones horul horul uyuyordu
EKMEĞİN FETHİ
P.A. KROPOTKIN
Pyotr Alekseyeviç Kropotkin: Rusya'nın yüzyılımızın
eşiğinde yetişti... more EKMEĞİN FETHİ P.A. KROPOTKIN Pyotr Alekseyeviç Kropotkin: Rusya'nın yüzyılımızın eşiğinde yetiştirdiği simgesel nitelikte bir kişilik... Knyaz'rürikoviç ve döneminin en radikal sol teorisyenlerinden biri; isyancı, ateist, silahlı anarşist devrim yanlısı ve bütün yaşamıyla, en yüksek ahlak ilkelerine ve Hıristiyan ahlak ilkelerine dayalı bir hayatın mümkün olabileceğini kanıtlamış bir insan; yıkmanın, yerle bir etmenin peygamberi ve toplumbilim, doğa bilimleri ve etikanın uyumlu birleşimini sağlamaya çalışan bir bilgin.
Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin bi... more Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı
Uploads
Papers by ayşe tanas
“Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.”
Füruğ Ferruhzad’a ait bu sözler… 5 Ocak 1935’te Tahran’da dünyaya gelen bir şair o.
İkisi kız olmak üzere altı kardeşi vardı onun.
Babası Albay Muhammed Ferruhzad, Rıza Şah’ın ordusunda bir askerdi.
Evlerinde yumuşak battaniye olmasına rağmen babası onları askeri battaniyelerde uyutarak zor koşullara alıştırmak istedi.
Annesi Turan Veziri Tebar ise gelenek ve töreye bağlı saf bir kadındı. Füruğ annesini “kötülükleri bilecek yetisi olmayan” bir kadın olarak betimliyor.
Füruğ Ferruhzad, fazla duyarlı ve hassas bir kadındı. Küçük yaşında dahi etrafında olup bitenlere karşı müfrit bir dikkati vardı.
Evlerinde babasının çok geniş bir kütüphanesi vardı. Tüm çocukluğunu büyük babasının anlattığı masallar ve eline geçirdiği kitaplar ile geçirdi.
Ortaokulda yedinci sınıftayken Perviz Şapur’a aşık oldu. Kendisinden 15 yaş büyük olan Şapur ile evlenmek istemesine ailesi itiraz etmişse de, Füruğ açlık grevi yaparak evlilik kararında diretti. Nikahında “tören, takı, gelinlik” istemediğini belirterek son derece sade bir şekilde dünya evine girdi.
Şapur ile olan evlilikten Füruğ’un Kamyar adında bir oğlu oldu.
Bir süre sonra Füruğ, Perviz Şapur ile anlaşmamaya başladı. 1954 yılında boşandı.
Kanunlar oğlunu Füruğ’dan aldığı gibi onu görmesini bile yasakladı.
Füruğ bütün bir hayatını, “canımın canı” dediği oğlundan uzak geçirdi. Bütün hayatı boyunca oğlu Kamyar’a hasret yaşadı ve ona hasret öldü.
Biricik oğlu için şu şiiri yazdı Füruğ:
“En küçük marşın
öpücük olduğu gün
ve insanın
insana kardeş
evlerin kapısını artık kapatmadıkları gün
kilit
söylencedir
ve yürek
yaşamaya değer.
Tüm sözlerin anlamının sevgi olduğu
gün
son sözcük için söz peşinde olmayasın
PEDOFİLİ NEDİR? PEDOFİL BEYNİ NASILDIR? PEDOFİLİ TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ
diye
tüm sözcüklerin melodisi
yaşam olduğu gün
son şiir için uyak peşinde acı
çekmeyesin diye
tüm dudakların şarkı olduğu gün
en küçük marş öpücük olsun diye
senin geldiğin ve her zamanlığına
geldiğin
ve sevecenlik ve güzellik beraber
olduğu gün
güvercinlerimize yeniden tane
serpeceğiz
ve ben o günü bekliyorum
benim belki bile
olmadığım günü.”
Füruğ 1958’de film çekmek istedi ve İbrahim Golestan adında biriyle, ona ait yapım şirketinde tanıştı.
Bu süreçte ilk filmi “Bir Ateş”i çekti. Bu film 1961 yılında On İkinci Venedik Kısa ve Belgesel Filmler Festivali’nde birincilik ödülü aldı.
Füruğ başka filmler de çekti: “Su ve Sıcaklık”, “Ev Karadut”, “Bir Gazetenin Hazırlanışı”…
“Ev Karadır” filminin çekimi için Meşhed Cüzzamhanesine gittiğinde orada cüzzamlı anne ve babasının yanında yaşayan küçük Hüseyin’i gördü. Anne ve babasının rızası ile onu evlat edindi.
O aslında Hüseyin’i Kamyar’a benzediği için yanına almış ve onda oğluna duyduğu hasreti gidermeye çalışmıştı.
Peki Hüseyin ve Kamyar şu anda ne durumda?
Hüseyin Almanya’da yaşamaktadır. Annesinin şiirlerini Almanca’ya çevirmiş ve Füruğ’un şiirinin batı diliyle tanışmasına büyük katkı sağlamıştır. Kamyar ise İran’da parklarda gitar çalarak şapkasına birkaç bin tümen para atılmasını beklemektedir.
13 Şubat 1967 yılında, henüz 32 yaşındayken hayata gözlerini yumar Füruğ. Ölümü şöyle anlatılır onun:
“Stüdyoya gidiyordu. Füruğ çocukları ve kuşları sever, ‘onlar tertemizler’ derdi. Sonunda da canını sevdiği çocukların yolunda verdi. O çocukların kadim dostuydu, okul aracının önüne kıvrıldığını görünce kaza yapmamak için sağa sürdü ve ana caddeden saptı. Dudaklarında sadece küçük bir tebessüm vardı, bu onun için yeterliydi. O, camlarının ardından neredeyse kendilerine çarpacak olan onun arabasına korkuyla bakan çocukları görüyordu. Araba caddeden savruldu ancak yine de çocukların aracına çarpmaktan kurtulamadı, kaportasına çarptı, çok da şiddetli bir kaza değildi. Buna rağmen şiddetli bir şekilde frene bastığı için Füruğ’un başı cipin ön camına çarptı ve burnunu ortadan parçaladı, öyle şiddetli bir darbeydi ki otomobilin kapısı hemen açıldı ve Füruğ ile arabanın arkasında oturmakta olan Gülistan Stüdyosu’nun çalışanı dışarı fırladı. O anda Füruğ’un başı arabanın kapısına vurdu ve sol kulağı ayrılacakmış gibi feci şekilde zarar gördü. Sonra başı kaldırıma çarptı ve kafası yarıldı. Onu hastaneye götürdüler ama ne yazık ki artık iş işten geçmişti.”
Haydutların, kan dökücülerin devri.
Asalakların, anarşistlerin devri. Çılgınlığın
ve çılgınların devri.
Kuşların gökyüzüne, bulutun yağmura, denizin balıklara,
elmanın sağ
yanağının sol yanağına, üst dudağın alt dudağa,
Feyruz’un sesinin
Feyruz’a karşıt olduğu devir geldi.”
Kimdir o sevginin beyaz gülünü satın alan?
Gardenyanın arılığını, yaseminin duruluğunu satın alan kim?
1960’lı yıllar konserler, plak kayıtları ve başta Baalbek olmak üzere festivaller Feyruz’u Lübnan’ın hatta Arapların sesi haline getirdi. Bununla birlikte 1960’lar Lübnan açısından çelişkileri de beraberinde getirdi. Beyrut bankacılık ve turizm sektörlerinin katkısıyla hızla kalkınıp zengin bir başkent haline gelirken diğer yandan ülke içinde siyasal çekişmeler sürdü. Özellikle göç Beyrut’ta sınıfsal gerilimlerin hatlarını belirledi. Bir yanda zengin ve göz kamaştırıcı bir yaşam diğer yandan sefalet sonraki dönemin şiddet psikolojisinin alt yapısını hazırladı. Kentin Doğu kısmı zengin Hıristiyan ailelerin yaşam merkezi iken Batı kısmı Filistinli mülteciler ve yoksul Şiilerce meskûndu. Dini kimliklerle örtüşen ekonomik kutuplaşma ve artan gelir eşitsizliği toplumsal çatışmanın alt yapısını oluşturuyordu.
Birçok anlatıda Beyrut’un bu yönüne vurgu yapılması hatta bunun üzerinden bir nostalji ağı görülmesi şaşırtıcı değildir. Beyrut’tun Arap dünyasındaki yükselişi 19. yüzyılın ekonomik ve ticari gelişmelerine bağlı olmakla birlikte bu zenginliğin sergilenişi 1950 ve 60’lı yılların ürünüdür.
1992 sonbaharında milletvekili sayısı 128’e çıkarılarak seçimler yapıldı ve Lübnan normalleşme sürecine girdi. İç savaş Lübnan’da son derece hassas olan politik dengeleri sarstığı ve toplum hafızasında onarılması güç hasarlara neden olduğu gibi Feyruz ve Rahbani Kardeşler’in kariyerinde de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Feyruz Lübnan ve Araplarla ilgili her türlü sorunda müziğiyle bir duruş sergilemişti. 1967 Savaşının yarattığı psikolojik travmayı aşmada Ümmü Gülsüm gibi o da sanat alanında katkıda bulunmuştu. Bu dönemde yaptığı Zahrat al-Mada’in onun politik tavrının yansımasıydı. Ancak Lübnan İç Savaşı yalnızca onun kariyeri için değil tüm Lübnan için en uzun süreli ve yıkıcı dönemi kapsıyordu. Bu dönemde müziğiyle yaşanan trajediyi Arap ülkeleri ve dünya kamuoyuna aktarmayı hedeflemesi yeni misyonuna işaret ediyordu.
SELİM TEMO: ‘NİZAMETTİN ARİÇ’İN MÜZİĞİ, BİR GÖRSEL ŞİİRDİR SANKİ’
1970’ler kariyerinde parlak bir dönemdi. 1970’de Ya ‘ish ya ‘ish müzikali Beyrut’ta sahnelenmiş, 1971’de yine çok ses getiren Sahh al-nawm Beyrut ve Şam’da başarı kazanmıştı. 1972’de Baalbek’te Naturat al-mafatih’in oynanmasını Beyrut ve Şam’da Nas min warag adlı oyun izlemişti. 1973’te Baalbek’te Qasidat hubb oynanmış aynı yıl Beyrut ve Şam’da al-Mahatta sergilenmişti. Bu son oyunda bir garda mahsur kalan genç bir kızın gara gelip giden farklı insanlarla olan diyalogu anlatılıyordu. Aslında gar olarak tasavvur edilen yer Lübnan’dı. Burada verilen mesaj insanın emek verdiği her şeyin karşılığını mutlaka alacağıydı. 1974’te Lulu ve iç savaşın patlak verdiği 1975 senesinde Mays el-rim Beyrut ve Şam’da alkışlanmıştı. İç savaş Rahbani Kardeşlerin müzikal yaratıları için sonun başlangıcıdır. Bundan sonraki dönemde Feyruz’un Lübnan’da sahneye çıkmama isteğinin bu süreçte ne denli etkili olduğu bilinmemekle birlikte 1977’de Amman ve Şam’da sergilenen Petra adlı müzikal Rahbanilerle Feyruz’un uzun soluklu işbirliğinin son ürünüdür. Petra müzikali iç savaş döneminde 1978’de Beyrut’ta hem Müslüman hem de Hıristiyan bölgesinde temsil edilen tek sanatsal olay olarak tarihe geçecektir. Bu aynı zamanda Feyruz ile Assi’nin yollarının ayrılmasının da habercisi olmuştur. Bundan sonra Feyruz kariyerine oğlu Ziad Rahbani eşliğinde devam edecektir.
Feyruz’un iç savaş sırasındaki tavrı son derece önemlidir. Bu döneme dair anlatılar taraflardan hangisi radyoyu ele geçirirse Feyruz şarkıları yayınlandığını aktarır. Oysa Feyruz savaş sırasında ülkesinde şarkı söylemeyi reddetmiş ve üzerindeki baskılara rağmen Lübnan’a bağlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Travmatik bir çatışmanın, kanlı bir iç savaşın yerle bir ettiği bir ülkede yaşamaya devam etmiş, Lübnan’ı terk etmemiştir. Bazı yorumlarda bu tavrı “ülkesini sesinden mahrum bırakarak cezalandırıyor” şeklinde değerlendirilmiştir. Tarafsız bir tavır sergilediği iddia edilse de Falanjistleri desteklememiş, Lübnan’ı ve sosyalist Arapları tutmuştur. Bu tavrı özellikle Lübnan’ın birliği konusunda çalışanların ve Müslümanların gözünde de onu tartışmasız bir konuma taşımıştır.
Feyruz’un Lübnan iç savaşı dönemindeki politik tavrı din ve mezhepsel ayrışımların üstünde Lübnanlılık kimliği üzerine vurgu şeklinde özetlenebilir. 1976’da Şam konserinde ilk kez seslendirdiği Bhibbak Ya Lubnan’ın içeriği tam da bu amaca hizmet etmektedir. Savaşın olumsuz yüzünün yanında ülkesine olan bağlılığı bu eserde bütünüyle ortaya konmaktadır. Bu eseri 1979’da Paris Olympia konserinde, 1989’da Kahire konserinde final olarak seçip söyleyecektir. Savaş süresince ülkesinde sahneye çıkmasa da dünyanın prestijli sahnelerinde Lübnan’ı kültür elçisi olarak temsil etmekten geri kalmayacaktır.
Feyruz iç savaş sırasında farklı siyasal ve mezhepsel fraksiyonlara bölünmüş Lübnan halkının nerdeyse tek ortak değeri olma özelliğini sürdürmüştür. Bu işlevi savaş sonrasında da yerine getirecektir. Taif’le silahlar susmuş, ancak savaşan tarafları toplumsal anlamda bir araya getirmek hemen mümkün olmamıştı. Beyrut savaş döneminde Müslümanların hakim olduğu Batı ve Hıristiyanların hakim olduğu Doğu kısmı olmak üzere ikiye bölünmüştü. Savaş sonrasında 1994 yılında Feyruz’un ilk kez ülkesinde Beyrut’ta Şehitler Meydanında sahneye çıkışı tüm Arap kamuoyunda yankı bulmuştu. 50.000’i aşkın Lübnanlı savaştan beri ilk kez bir arada onu dinlemişti. Konser canlı yayın aracılığıyla 125 milyon kişi tarafından izlenmişti. Ertesi gün Suudi Arabistan kralının yaptığı açıklama gazetelerde yer alıyordu. “Feyruz’un sesi, Lübnan’ın kalbinden yükseldi. Lübnan geri geldi.” Benzer biçimde ülkenin savaş sonrası kültür hayatına damga vuran bir diğer gelişme savaş süresince yapılmayan Baalbek Festivali’nin tekrar hayata dönmesiydi.
1998’de Feyruz, Rahbani Kardeşlerin müzikallerinden yapılan bir seçkiyle izleyici karşısına çıktı. 25 yıllık bir aranın ardından ilk gece 16.000 kişiye konser verdi. Lübnan cumhurbaşkanı Elias Hrawi temsil sonrasında sanatçıyı kutlarken “onun başarısı Lübnan’ın başarılarını getirecek” yorumunda bulundu.
Savaşın psikolojik travmasının aşılmasında Feyruz’un müziğinin terapi etkisi yaptığı görülmektedir. Baalbek ve Beiteddine gibi festivaller Feyruz ve Lübnan’ın tekrar buluştuğu platformlara dönüşürken, geçmişteki altın çağ mitosunun hatırlanmasında da etkili olmaktadır. 2000 yılında Beiteddine festivali kapsamındaki konserinde eskilerin yanında yeni şarkılardan oluşan bir seçki sunmasına rağmen finali ünlü Rahbani şarkısı Nassam Aleyna el-hawa adlı parçayla yapması geçmişle bugün arasında kurulmaya çalışılan köprünün ve güven tazeleme arayışının müzikal ifadesi olmuştur. Aynı tavrı toplumsal dayanışma programlarında da öncü bir rol üstlenerek sürdürmektedir. 2006 yazında İsrail saldırısıyla yıkılan Şii yerleşim bölgelerinin imarı ve mülteci konumuna düşen yoksullar için 750.000 dolar bağışlaması kamuoyunda ve medyada geniş yankı bulmuştur. 2006 Aralığında Rahbani Kardeşler’e ait olan ve ilk kez 1971’de oynadığı Sah al-nawn müzikalini tekrar sahneye taşıması geçmişin parlak döneminin hafızalarda canlandırılmasına yönelik bir girişim olarak algılanmıştır.
2008 yılında aynı müzikalin Arap kültür başkenti olan Şam’da temsil edilmesinin gündeme gelişi Lübnan’da politik bir krize neden olur. Basın ve politikacılar ikiye bölünür. Başbakan Refik Hariri’ye yönelik suikastın ardından iki ülke ilişkilerinin gerilmesi bu saldırının ardında Şam’ın parmağının aranması Feyruz’a yönelik tepkinin nedenidir. Parlamento ve basının bir kısmında “Feyruz Esad rejimini onurlandırmamalı” şeklinde yorumlar ileri sürülürken bir kısmında da bu girişimin ikili ilişkilerin düzelmesinde etkili olacağı savunulmuştur. Yükselen aleyhte tepkilere karşın Feyruz Şam’a gitmiştir. Suriye sınırını geçerken binlerce hayranı tarafından karşılanan Feyruz, basından Cuma hutbelerine kadar Suriye’de geniş çevrede destek görmüş, temsilleri yoğun ilgi karşısında uzatılmıştır. Burada üzerinde durulması gereken nokta Suriye’ye her yıl birçok Lübnanlı müzisyen konser vermeye giderken ve bunlar politik bir krize neden olmazken Feyruz’un girişiminin ülkede ciddi bir tartışmaya ve gerilime neden oluşudur. Bu durum onun bir sesten öte politik bir tavrın ve hepsinden öte Lübnan’ın kültürel sembollerinden biri olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.
O Lübnanlıların ve Arapların gözünde Hıristiyan bir kadın şarkıcı olmanın çok ötesinde Arap dili ve kültürünün taşıyıcısı olan ulusal bir sembol haline dönüşmüş durumdadır. Yalnızca Hıristiyanların gözünde değil tüm Arap dünyasında büyük bir saygınlık kazanmış olması, savaş içinde takındığı tavır, son derece kırılgan bir politik kültür ortamında müziği ve duruşuyla ayakta kalabilmesi tüm kimliklerin ötesinde bir ortak kimliği temsil ettiğini göstermektedir.
Lübnan belki de Beyrut bir gün var olmayacak; ancak Feyruz’un sesi bu evrende sonsuza dek dolaşacak.
“Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.”
Füruğ Ferruhzad’a ait bu sözler… 5 Ocak 1935’te Tahran’da dünyaya gelen bir şair o.
İkisi kız olmak üzere altı kardeşi vardı onun.
Babası Albay Muhammed Ferruhzad, Rıza Şah’ın ordusunda bir askerdi.
Evlerinde yumuşak battaniye olmasına rağmen babası onları askeri battaniyelerde uyutarak zor koşullara alıştırmak istedi.
Annesi Turan Veziri Tebar ise gelenek ve töreye bağlı saf bir kadındı. Füruğ annesini “kötülükleri bilecek yetisi olmayan” bir kadın olarak betimliyor.
Füruğ Ferruhzad, fazla duyarlı ve hassas bir kadındı. Küçük yaşında dahi etrafında olup bitenlere karşı müfrit bir dikkati vardı.
Evlerinde babasının çok geniş bir kütüphanesi vardı. Tüm çocukluğunu büyük babasının anlattığı masallar ve eline geçirdiği kitaplar ile geçirdi.
Ortaokulda yedinci sınıftayken Perviz Şapur’a aşık oldu. Kendisinden 15 yaş büyük olan Şapur ile evlenmek istemesine ailesi itiraz etmişse de, Füruğ açlık grevi yaparak evlilik kararında diretti. Nikahında “tören, takı, gelinlik” istemediğini belirterek son derece sade bir şekilde dünya evine girdi.
Şapur ile olan evlilikten Füruğ’un Kamyar adında bir oğlu oldu.
Bir süre sonra Füruğ, Perviz Şapur ile anlaşmamaya başladı. 1954 yılında boşandı.
Kanunlar oğlunu Füruğ’dan aldığı gibi onu görmesini bile yasakladı.
Füruğ bütün bir hayatını, “canımın canı” dediği oğlundan uzak geçirdi. Bütün hayatı boyunca oğlu Kamyar’a hasret yaşadı ve ona hasret öldü.
Biricik oğlu için şu şiiri yazdı Füruğ:
“En küçük marşın
öpücük olduğu gün
ve insanın
insana kardeş
evlerin kapısını artık kapatmadıkları gün
kilit
söylencedir
ve yürek
yaşamaya değer.
Tüm sözlerin anlamının sevgi olduğu
gün
son sözcük için söz peşinde olmayasın
PEDOFİLİ NEDİR? PEDOFİL BEYNİ NASILDIR? PEDOFİLİ TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ
diye
tüm sözcüklerin melodisi
yaşam olduğu gün
son şiir için uyak peşinde acı
çekmeyesin diye
tüm dudakların şarkı olduğu gün
en küçük marş öpücük olsun diye
senin geldiğin ve her zamanlığına
geldiğin
ve sevecenlik ve güzellik beraber
olduğu gün
güvercinlerimize yeniden tane
serpeceğiz
ve ben o günü bekliyorum
benim belki bile
olmadığım günü.”
Füruğ 1958’de film çekmek istedi ve İbrahim Golestan adında biriyle, ona ait yapım şirketinde tanıştı.
Bu süreçte ilk filmi “Bir Ateş”i çekti. Bu film 1961 yılında On İkinci Venedik Kısa ve Belgesel Filmler Festivali’nde birincilik ödülü aldı.
Füruğ başka filmler de çekti: “Su ve Sıcaklık”, “Ev Karadut”, “Bir Gazetenin Hazırlanışı”…
“Ev Karadır” filminin çekimi için Meşhed Cüzzamhanesine gittiğinde orada cüzzamlı anne ve babasının yanında yaşayan küçük Hüseyin’i gördü. Anne ve babasının rızası ile onu evlat edindi.
O aslında Hüseyin’i Kamyar’a benzediği için yanına almış ve onda oğluna duyduğu hasreti gidermeye çalışmıştı.
Peki Hüseyin ve Kamyar şu anda ne durumda?
Hüseyin Almanya’da yaşamaktadır. Annesinin şiirlerini Almanca’ya çevirmiş ve Füruğ’un şiirinin batı diliyle tanışmasına büyük katkı sağlamıştır. Kamyar ise İran’da parklarda gitar çalarak şapkasına birkaç bin tümen para atılmasını beklemektedir.
13 Şubat 1967 yılında, henüz 32 yaşındayken hayata gözlerini yumar Füruğ. Ölümü şöyle anlatılır onun:
“Stüdyoya gidiyordu. Füruğ çocukları ve kuşları sever, ‘onlar tertemizler’ derdi. Sonunda da canını sevdiği çocukların yolunda verdi. O çocukların kadim dostuydu, okul aracının önüne kıvrıldığını görünce kaza yapmamak için sağa sürdü ve ana caddeden saptı. Dudaklarında sadece küçük bir tebessüm vardı, bu onun için yeterliydi. O, camlarının ardından neredeyse kendilerine çarpacak olan onun arabasına korkuyla bakan çocukları görüyordu. Araba caddeden savruldu ancak yine de çocukların aracına çarpmaktan kurtulamadı, kaportasına çarptı, çok da şiddetli bir kaza değildi. Buna rağmen şiddetli bir şekilde frene bastığı için Füruğ’un başı cipin ön camına çarptı ve burnunu ortadan parçaladı, öyle şiddetli bir darbeydi ki otomobilin kapısı hemen açıldı ve Füruğ ile arabanın arkasında oturmakta olan Gülistan Stüdyosu’nun çalışanı dışarı fırladı. O anda Füruğ’un başı arabanın kapısına vurdu ve sol kulağı ayrılacakmış gibi feci şekilde zarar gördü. Sonra başı kaldırıma çarptı ve kafası yarıldı. Onu hastaneye götürdüler ama ne yazık ki artık iş işten geçmişti.”
Haydutların, kan dökücülerin devri.
Asalakların, anarşistlerin devri. Çılgınlığın
ve çılgınların devri.
Kuşların gökyüzüne, bulutun yağmura, denizin balıklara,
elmanın sağ
yanağının sol yanağına, üst dudağın alt dudağa,
Feyruz’un sesinin
Feyruz’a karşıt olduğu devir geldi.”
Kimdir o sevginin beyaz gülünü satın alan?
Gardenyanın arılığını, yaseminin duruluğunu satın alan kim?
1960’lı yıllar konserler, plak kayıtları ve başta Baalbek olmak üzere festivaller Feyruz’u Lübnan’ın hatta Arapların sesi haline getirdi. Bununla birlikte 1960’lar Lübnan açısından çelişkileri de beraberinde getirdi. Beyrut bankacılık ve turizm sektörlerinin katkısıyla hızla kalkınıp zengin bir başkent haline gelirken diğer yandan ülke içinde siyasal çekişmeler sürdü. Özellikle göç Beyrut’ta sınıfsal gerilimlerin hatlarını belirledi. Bir yanda zengin ve göz kamaştırıcı bir yaşam diğer yandan sefalet sonraki dönemin şiddet psikolojisinin alt yapısını hazırladı. Kentin Doğu kısmı zengin Hıristiyan ailelerin yaşam merkezi iken Batı kısmı Filistinli mülteciler ve yoksul Şiilerce meskûndu. Dini kimliklerle örtüşen ekonomik kutuplaşma ve artan gelir eşitsizliği toplumsal çatışmanın alt yapısını oluşturuyordu.
Birçok anlatıda Beyrut’un bu yönüne vurgu yapılması hatta bunun üzerinden bir nostalji ağı görülmesi şaşırtıcı değildir. Beyrut’tun Arap dünyasındaki yükselişi 19. yüzyılın ekonomik ve ticari gelişmelerine bağlı olmakla birlikte bu zenginliğin sergilenişi 1950 ve 60’lı yılların ürünüdür.
1992 sonbaharında milletvekili sayısı 128’e çıkarılarak seçimler yapıldı ve Lübnan normalleşme sürecine girdi. İç savaş Lübnan’da son derece hassas olan politik dengeleri sarstığı ve toplum hafızasında onarılması güç hasarlara neden olduğu gibi Feyruz ve Rahbani Kardeşler’in kariyerinde de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Feyruz Lübnan ve Araplarla ilgili her türlü sorunda müziğiyle bir duruş sergilemişti. 1967 Savaşının yarattığı psikolojik travmayı aşmada Ümmü Gülsüm gibi o da sanat alanında katkıda bulunmuştu. Bu dönemde yaptığı Zahrat al-Mada’in onun politik tavrının yansımasıydı. Ancak Lübnan İç Savaşı yalnızca onun kariyeri için değil tüm Lübnan için en uzun süreli ve yıkıcı dönemi kapsıyordu. Bu dönemde müziğiyle yaşanan trajediyi Arap ülkeleri ve dünya kamuoyuna aktarmayı hedeflemesi yeni misyonuna işaret ediyordu.
SELİM TEMO: ‘NİZAMETTİN ARİÇ’İN MÜZİĞİ, BİR GÖRSEL ŞİİRDİR SANKİ’
1970’ler kariyerinde parlak bir dönemdi. 1970’de Ya ‘ish ya ‘ish müzikali Beyrut’ta sahnelenmiş, 1971’de yine çok ses getiren Sahh al-nawm Beyrut ve Şam’da başarı kazanmıştı. 1972’de Baalbek’te Naturat al-mafatih’in oynanmasını Beyrut ve Şam’da Nas min warag adlı oyun izlemişti. 1973’te Baalbek’te Qasidat hubb oynanmış aynı yıl Beyrut ve Şam’da al-Mahatta sergilenmişti. Bu son oyunda bir garda mahsur kalan genç bir kızın gara gelip giden farklı insanlarla olan diyalogu anlatılıyordu. Aslında gar olarak tasavvur edilen yer Lübnan’dı. Burada verilen mesaj insanın emek verdiği her şeyin karşılığını mutlaka alacağıydı. 1974’te Lulu ve iç savaşın patlak verdiği 1975 senesinde Mays el-rim Beyrut ve Şam’da alkışlanmıştı. İç savaş Rahbani Kardeşlerin müzikal yaratıları için sonun başlangıcıdır. Bundan sonraki dönemde Feyruz’un Lübnan’da sahneye çıkmama isteğinin bu süreçte ne denli etkili olduğu bilinmemekle birlikte 1977’de Amman ve Şam’da sergilenen Petra adlı müzikal Rahbanilerle Feyruz’un uzun soluklu işbirliğinin son ürünüdür. Petra müzikali iç savaş döneminde 1978’de Beyrut’ta hem Müslüman hem de Hıristiyan bölgesinde temsil edilen tek sanatsal olay olarak tarihe geçecektir. Bu aynı zamanda Feyruz ile Assi’nin yollarının ayrılmasının da habercisi olmuştur. Bundan sonra Feyruz kariyerine oğlu Ziad Rahbani eşliğinde devam edecektir.
Feyruz’un iç savaş sırasındaki tavrı son derece önemlidir. Bu döneme dair anlatılar taraflardan hangisi radyoyu ele geçirirse Feyruz şarkıları yayınlandığını aktarır. Oysa Feyruz savaş sırasında ülkesinde şarkı söylemeyi reddetmiş ve üzerindeki baskılara rağmen Lübnan’a bağlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Travmatik bir çatışmanın, kanlı bir iç savaşın yerle bir ettiği bir ülkede yaşamaya devam etmiş, Lübnan’ı terk etmemiştir. Bazı yorumlarda bu tavrı “ülkesini sesinden mahrum bırakarak cezalandırıyor” şeklinde değerlendirilmiştir. Tarafsız bir tavır sergilediği iddia edilse de Falanjistleri desteklememiş, Lübnan’ı ve sosyalist Arapları tutmuştur. Bu tavrı özellikle Lübnan’ın birliği konusunda çalışanların ve Müslümanların gözünde de onu tartışmasız bir konuma taşımıştır.
Feyruz’un Lübnan iç savaşı dönemindeki politik tavrı din ve mezhepsel ayrışımların üstünde Lübnanlılık kimliği üzerine vurgu şeklinde özetlenebilir. 1976’da Şam konserinde ilk kez seslendirdiği Bhibbak Ya Lubnan’ın içeriği tam da bu amaca hizmet etmektedir. Savaşın olumsuz yüzünün yanında ülkesine olan bağlılığı bu eserde bütünüyle ortaya konmaktadır. Bu eseri 1979’da Paris Olympia konserinde, 1989’da Kahire konserinde final olarak seçip söyleyecektir. Savaş süresince ülkesinde sahneye çıkmasa da dünyanın prestijli sahnelerinde Lübnan’ı kültür elçisi olarak temsil etmekten geri kalmayacaktır.
Feyruz iç savaş sırasında farklı siyasal ve mezhepsel fraksiyonlara bölünmüş Lübnan halkının nerdeyse tek ortak değeri olma özelliğini sürdürmüştür. Bu işlevi savaş sonrasında da yerine getirecektir. Taif’le silahlar susmuş, ancak savaşan tarafları toplumsal anlamda bir araya getirmek hemen mümkün olmamıştı. Beyrut savaş döneminde Müslümanların hakim olduğu Batı ve Hıristiyanların hakim olduğu Doğu kısmı olmak üzere ikiye bölünmüştü. Savaş sonrasında 1994 yılında Feyruz’un ilk kez ülkesinde Beyrut’ta Şehitler Meydanında sahneye çıkışı tüm Arap kamuoyunda yankı bulmuştu. 50.000’i aşkın Lübnanlı savaştan beri ilk kez bir arada onu dinlemişti. Konser canlı yayın aracılığıyla 125 milyon kişi tarafından izlenmişti. Ertesi gün Suudi Arabistan kralının yaptığı açıklama gazetelerde yer alıyordu. “Feyruz’un sesi, Lübnan’ın kalbinden yükseldi. Lübnan geri geldi.” Benzer biçimde ülkenin savaş sonrası kültür hayatına damga vuran bir diğer gelişme savaş süresince yapılmayan Baalbek Festivali’nin tekrar hayata dönmesiydi.
1998’de Feyruz, Rahbani Kardeşlerin müzikallerinden yapılan bir seçkiyle izleyici karşısına çıktı. 25 yıllık bir aranın ardından ilk gece 16.000 kişiye konser verdi. Lübnan cumhurbaşkanı Elias Hrawi temsil sonrasında sanatçıyı kutlarken “onun başarısı Lübnan’ın başarılarını getirecek” yorumunda bulundu.
Savaşın psikolojik travmasının aşılmasında Feyruz’un müziğinin terapi etkisi yaptığı görülmektedir. Baalbek ve Beiteddine gibi festivaller Feyruz ve Lübnan’ın tekrar buluştuğu platformlara dönüşürken, geçmişteki altın çağ mitosunun hatırlanmasında da etkili olmaktadır. 2000 yılında Beiteddine festivali kapsamındaki konserinde eskilerin yanında yeni şarkılardan oluşan bir seçki sunmasına rağmen finali ünlü Rahbani şarkısı Nassam Aleyna el-hawa adlı parçayla yapması geçmişle bugün arasında kurulmaya çalışılan köprünün ve güven tazeleme arayışının müzikal ifadesi olmuştur. Aynı tavrı toplumsal dayanışma programlarında da öncü bir rol üstlenerek sürdürmektedir. 2006 yazında İsrail saldırısıyla yıkılan Şii yerleşim bölgelerinin imarı ve mülteci konumuna düşen yoksullar için 750.000 dolar bağışlaması kamuoyunda ve medyada geniş yankı bulmuştur. 2006 Aralığında Rahbani Kardeşler’e ait olan ve ilk kez 1971’de oynadığı Sah al-nawn müzikalini tekrar sahneye taşıması geçmişin parlak döneminin hafızalarda canlandırılmasına yönelik bir girişim olarak algılanmıştır.
2008 yılında aynı müzikalin Arap kültür başkenti olan Şam’da temsil edilmesinin gündeme gelişi Lübnan’da politik bir krize neden olur. Basın ve politikacılar ikiye bölünür. Başbakan Refik Hariri’ye yönelik suikastın ardından iki ülke ilişkilerinin gerilmesi bu saldırının ardında Şam’ın parmağının aranması Feyruz’a yönelik tepkinin nedenidir. Parlamento ve basının bir kısmında “Feyruz Esad rejimini onurlandırmamalı” şeklinde yorumlar ileri sürülürken bir kısmında da bu girişimin ikili ilişkilerin düzelmesinde etkili olacağı savunulmuştur. Yükselen aleyhte tepkilere karşın Feyruz Şam’a gitmiştir. Suriye sınırını geçerken binlerce hayranı tarafından karşılanan Feyruz, basından Cuma hutbelerine kadar Suriye’de geniş çevrede destek görmüş, temsilleri yoğun ilgi karşısında uzatılmıştır. Burada üzerinde durulması gereken nokta Suriye’ye her yıl birçok Lübnanlı müzisyen konser vermeye giderken ve bunlar politik bir krize neden olmazken Feyruz’un girişiminin ülkede ciddi bir tartışmaya ve gerilime neden oluşudur. Bu durum onun bir sesten öte politik bir tavrın ve hepsinden öte Lübnan’ın kültürel sembollerinden biri olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.
O Lübnanlıların ve Arapların gözünde Hıristiyan bir kadın şarkıcı olmanın çok ötesinde Arap dili ve kültürünün taşıyıcısı olan ulusal bir sembol haline dönüşmüş durumdadır. Yalnızca Hıristiyanların gözünde değil tüm Arap dünyasında büyük bir saygınlık kazanmış olması, savaş içinde takındığı tavır, son derece kırılgan bir politik kültür ortamında müziği ve duruşuyla ayakta kalabilmesi tüm kimliklerin ötesinde bir ortak kimliği temsil ettiğini göstermektedir.
Lübnan belki de Beyrut bir gün var olmayacak; ancak Feyruz’un sesi bu evrende sonsuza dek dolaşacak.
savaşçı Sun Tzu tarafından yazılmış olan Savaş Sanatı
(Sunzi bingfa) adlı bu eser, savaş stratejileri tarihinin en
prestijli ve etkileyici eseridir. Savaş Sanatı'nın teorileri iki
bin beşyüz yıldır tüm askeri lider ve strateji uzmanlarına kılavuzluk
ettiği gibi bugün de gerek Asyalı idareci ve politikacılara
gerekse modern işadamlarına yol göstermektedir.
gibi kümesin kapısını örtmüş, ama çok sarhoş olduğu
için tavukların girip çıktıkları delikleri kapatmayı unutmuştu. Avluda tökezlene tekerlene yürürken, elindeki
fenerin ışığı da bir o yana bir bu yana yalpa vuruyordu.
Arka kapıda botlarını çıkarıp attı, kilerdeki fıçıdan son
bir bardak daha bira doldurup bir dikişte içti, sonra üst
kata çıkıp yatak odasına girdi. Bayan Jones horul horul
uyuyordu
P.A. KROPOTKIN
Pyotr Alekseyeviç Kropotkin: Rusya'nın yüzyılımızın
eşiğinde yetiştirdiği simgesel nitelikte bir kişilik...
Knyaz'rürikoviç ve döneminin en radikal sol
teorisyenlerinden biri; isyancı, ateist, silahlı anarşist devrim
yanlısı ve bütün yaşamıyla, en yüksek ahlak ilkelerine ve
Hıristiyan ahlak ilkelerine dayalı bir hayatın mümkün
olabileceğini kanıtlamış bir insan; yıkmanın, yerle bir
etmenin peygamberi ve toplumbilim, doğa bilimleri ve
etikanın uyumlu birleşimini sağlamaya çalışan bir bilgin.