izler.. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
izler.. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mar 2014

Milano Sirki..


Maalesef finale gelince aklıma geldi video çekmek :) Kürenin içerisine toplam üç motorsiklet girdi, o küçücük alanda yaptıkları hız ürkütücüydü..Muhteşemdi. Bravo tekrar, tekrar..

16 Nis 2012

Edep!



"......Tasavvufun yüzyıllardır baş tacı ettiği bu kelime nasıl oluyor da hem bu kadar göz önünde, aleni; hem de kapalı bir kutu, adeta sır bize?

Haddini aşmamak, kalp kırmamaktır edep.

Sadece o değil; haddini aşıp, kalp kırmaktan ödünün patlaması demektir. İstisnasız ayrımsız her insan, her canlı varlık, tıp tıp atan her yürek, avuçlarımızın arasında tuttuğumuz billur bir kâsedir. Dışı nasıl olursa olsun özü narin ve nazenindir. İçin titrer. Düşürmekten, düşürüp de kırmaktan öyle korkarsın.
.....
Bilmediğin konuda susmak, bildiğin konuda ahkâm kesmemektir edep. 
Bilgi bir perdedir. Sen ne kadar bilirsen bil, nasıl bir âlim olursan ol, en cahil görünen insandan bile öğrenecek bir şeyin vardır elbet. Edep bunu unutmamaktır.

İnsan ayrımı yapmamaktır edep.

Sokaktaki bir berduşun yanında da, Karun kadar zengin yada Süleyman kadar muktedir görünen yanında da aynı sakin idrakle durabilmek; saydam ve şeffaf olabilmek; girdiğin mekanâ yada konuştuğun adamın nabzına göre laf değiştirmemek, ince hesap bilmemektir edep.

Aşırılığa gitmemektir edep.

Hileden, desiseden, yalandan ve zorbalıktan hazetmemek; kimseyi aptal yerine koymamak, aşağılamamaktır. Tek başınayken de başkalarının yanındayken de şefkati elden bırakmamak; dış görüntülerden, parlak kabuklardan, ünvanlardan, payelerden etkilenmemek; her işte her adımda yüreğe bakmak, yüreğin ibresine göre yol almak...ve ha bire "ben" demekten vazgeçmektir edep.
....
Öyle kelimeler var ki, harf öbekleri olmaktan çıktı, gündelik hayatımızın akışını şekillendirmeye başladı. "Hoyrat" bunlardan biri. Hoyratız birbirimize karşı. Ve sağımız, solumuz, önümüz, arkamız...hoyrat. Yolda yürürken birbirimize bakışımız, evlerimizin çatıları altında birbirimizden söz edişimiz; konuşmalarımız, dedikodularımız, ithamlarımız, özyargılarımız, zanlarımız, yaftalarımız, dışlamalarımız..hep ama hep hoyrat. O kadar çok hırpalıyoruz ki birbirimizi, öylesine hırçın bir iklimdeyiz ki..Halbuki bu arada uzaktan bir yerden sesleniyor eski mi eski bir öğreti. Tembihliyor usulca.

"Edep ya hu edep!"

Firarperest / Elif ŞAFAK

29 Şub 2012

Şairin Romanı / Murathan Mungan -1-

"iyi şiir doğa gibidir", derdi ilk ustası, "en çok kullanılan kelimelerle bile şaşırtmayı başarır.

***

"Şiir, bir iç kale sanatıdır." Çocukken anlamadan hoşuna giden bu sözün içinde kendine bir yer bulması zaman almıştı. Kuşanmayı, saklanmayı, sakınmayı, korunmayı, geri çekilmeyi öğrendikçe..Dışımızı çevreleyen surlar başkalarını yanıltmak yada uzak tutmak içindi.

***

Bir insan kalabalıklar arasında kendini saklamak istediğinde, görünürlüğün derinlerinde kaybolarak da yapabilir bunu. Hep orada durduğu halde, kimse farkına varmayabilir onun. Saklanmanın bir yolu da budur; en azından Bendag'ın en iyi bildiği yolu..

***

Bir şiirin adımları gibi dedi. "İç sesi gibi, gizli sözü gibi, saklı uyaklar gibi; tüy gibi yürüyorsun, gölgenin şiiri gibi. Yeni anlam kapılarının önünde ansızın beliren gümüş gölgeler gibi. Hem hafif, hem sağlam. Kökü toprakta adımların sekmesi, ayak değdirdiğin bulutların uçması gibi. Adımların değişiyor, uyanıkken attığın adınlar gibi değil adımların. Uçurumları ölçer gibi yürüyorsun. Akarsuyun üzerinde yürür gibi ışıklı yürüyorsun.

***

Bir an hiçbir şey değişmemiş gibi geldi ona; sanki her şey dün kaldığı yerden aynı biçimde devam ediyormuş duygusu dipdiri bir kuvvetle yokladı içini. Değişmezliklerin insanda kimi zaman ümit, kimi zaman ümitsizlik uyandırdığını bilmiyor değildi. Zamanın en büyük aldatıcılığı, nelerin değişip nelerin değişmediğini insanlardan saklamaktaki hüneriydi; belki de değişenleri, değişmeyenler sayesinde gözlerden kaçırabiliyordu.

***

Her biri yeryüzünü ayrı ayrı adlandıran birer şiirmiş gibi, her sözcüğünü tutkuyla yazıyor, sözcükleri karşısına alıp bir süre tarafsız gözlerle bakıyordu onlara. "Sözcüklerin aynasına bakmayı bilmeyenlerin yazdığı şiirden ne olucak?" derdi ustası. "Buna gözü olnayanın, şiire kalemi mi olur?"

***

Öğrenerek yazdıklarıyla, yazdıkça öğrendikleri içinde değişe tokuşa kendi zamanını katediyor, hem sözcükleri hem ruhunu damıtmayı öğreniyordu. Şiirin bir yük indirme sanatı olduğunu, erken yaşta sırtlandığı o hantal sözcüklerin ağırlığı ve vazgeçmenin gücü öğretmişti ona.

15 Oca 2012

Alıntı..



BİLSEM GELİR EN GÜZEL GEMİLERLE SULARINDA KALIRDIM


yüklenip
o nedensiz savaşlardan
arta kalan korkuları
bilsem
gelir en güzel gemilerle
sularında kalırdım

yıldızlar yenik düşüp geceye
kısmışlardı ışıklarını
ama olsun
seni çoğaltmak vardı
bir göz ucuyla kıvılcımlardan

bir gece
gizlice sularından geçmiştim
nice bozgunlar oluyordu
kanlı savaşlar yangınlar

bilsem
gelir en güzel gemilerle
sularında kalırdım

ötelerde şölenler vardı
yetişemem sanıyordum

Tekin Gönenç

Not: Ayşe Kulin'in Gizli Anların Yolcusu Kitabını okuyorum. Şairin kısa ve vurucu kelimeleri eklenmiş kitaba, tanışmış oldum, sevdim..


Ek: Yukarıda yazdığım satırları okuyarak, mailime yazan Tekin Gönenç'e nazik davranışını için yeniden teşekkürlerimle..

"MERHABALAR,
AYŞE KULİN'İN "GİZLİ ANLARIN YOLCUSU" KİTABIYLA İLGİLİ BİRÇOK BİLGİLER ARASINDA
SİZİN DE DEĞERLİ YORUMLARINIZI BANA İLETTİLER.
BEN DE BU VESİLE İLE SİZE TEŞEKKÜRLERİMİ İLETMEK İSTEDİM
SEVGİYLE KALIN
MUTLU KALIN
TEKİN GÖNENÇ"



20 Kas 2011

Karagöz Balıkçı..



Şu yaşıma geldim ilk kez Şehir Tiyatroları sayesinde gölge oyunu izlemiş oldum :) Oyun başlamadan önce oyuncular tiyatrodaki çocuklara daha önce hiç karagöz-hacivat izlediniz mi? diye sorduğunda, ben içimden "hayır" dedim. Tv'de izlediklerimizi elbette ki saymıyorum. Kızım ve onun sınıf arkadaşları kahkahalarla izlediler oyunu...


6 Şub 2011

Aşk Tesadüfleri Sever..




















"Seni ararken
kendimi kaybetmekten yoruldum
buldugumu zannettigimde
kendimden ayri düstüm

bu garip bir veda olacak
cünkü aslinda hep icimdesin
ne kadar uzaga gitsem de
gittigim her yerde benimlesin

söylenecek söz yok
gidiyorum ben

hoscakal hoscakal hoscakal hoscakal..!
ben bir kisrak gibi
gelmisim dünyaya
sahlanip kosmak icimde var
hoscakal " Şebnem Ferah

Nedense sondan başlamak istedim, son sözlerden..Öyle kırık dökük, gözlerimin kırmızılığı belli olmasın diye koltuktan kalkmadan bir süre beklerken hâla kulaklarımda çınlayan şarkıdan.

Çok güzel bir filmdi. Çok doğal. Oyuncular, renkler, dekor, müzikler, eller, bakışlar, sesler..evet oldukça fazla etkisinde kalmış bir durumdayım ve ifade edeceğim kelimelerin ise yeterli gelmeyeceğini biliyorum. Sıcacık bir filmdi. Güldüren, içi sızlatan, evet hem de ağlatan. Konusundan bahsetmemek en güzeli :)

Bir sahnesinde Deniz "bir anlamı olmalıydı, doğmamın" diyordu tesadüf eseri hayata merhaba dediği, doğduğu günü hatırlarken. O an, dinleyip geçilen repliğin önemini, sonraki sahneler aktarıyordu. Bu küçük bir ipucu olsun..

1 Ağu 2010

Konser - Funda Arar



Yer: Kuruçeşme Arena
Sıcak bir Temmuz gecesi..Mel&Vili, öncesinde tiramisu+çay, kumpir+çay eşliğinde dedikodu, ardından Beşiktaş'tan Kuruçeşme Arena'ya kadar ahenkli bir yürüyüşle varış :)
Güçlü bir ses Funda Arar. Detone olmayan, kuvvetli ve etkili bir ses. Bu konseri 70-80'li yıllara ait bir nostolji konseriydi. İlk bölümde, 70'li yıllar çok çok keyifliydi. 80'ler biraz daha ağır, damardan şarkılarla hüzünlendirdi..
Livaneli'den Karlı Kayın şarkısını söylemesi, bizim için gerçek bir nostalji oldu. Yine böyle bir temmuz akşamında, 95 yılında bir tatil köyünün barında, iki kafadar uzatılan mikrofona bu şarkıyı söylemiştik. 15 yılın ardından, önce karlı kayın..ardından, çok sevdiğimiz "yapma dedim, yaptın gönül" süperdi..
Güldük, dinledik, söyledik, hüzünlendik, yine güldük :)
küçük not: güzel bir fotoğraf çekmişim, eklemesem olmazdı..

25 Haz 2010

Yitikler Gecesi / Gülten AKIN




Şimdi dünya boşlukta yavaş
Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın
Rüzgâr uslandı doruklarda
Dağ çiçekleri uykuya vardı
Ay bacadan aştı uyumaz mısın

Bir ıslak serinlik yürüdü
Kara sokaklardan içeri
Çıtırdadı durdu bütün gün
Ayaklarının altında bir şeyler
Bütün gün ölüler gibi sustun

Bilsen ötesi aydınlık çizginin
Delice yakardın eski şiirlerini
Bir tutam bulut iki damla yağmur için
Yeniden sevinirdin içten içe
Bilsen ötesi aydınlık çizginin

Bu hal senin halin değil
Bütün gücünü yitirmiş
Bu hal senin halin değil
Yaşamanın kendisini yitirmiş

En insan yanıyla sana dönük
Dost dediğin ne gün içindir
Unut uzağı olduğu yere
Kaldır yatağından vakitsiz
Kaldır başucuna getir

Şimdi dünya boşlukta yavaş
Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın
Rüzgâr usandı doruklarda
Dağ çiçekleri uykuya vardı
Ay bacadan aştı uyumaz mısın

Gülten AKIN

27 Nis 2010

İnci ARAL / Mor



Denizler de karalar da ben de aynı kara deliğin içinden üflendik dünyaya, diye düşündü Armağan. Bu yüzden yorgunluğumuz sabrımız ve direnmemiz aynı. Gözleri acıyordu. Duyduğu ıstırabı tanımlayacak sözcükler çok kullanılmış, kof ve sınırlıydılar. İçindeki düğümlenmeyi çözebilmek için onlardan çok daha zengin, esnek ve çoğul bir dil gerekiyordu.

**


Ayrıca ilk kez yaşıyordu böylesini. Yaşamak mı? Elbette. Rüyalar çoğu zaman, gerçekten daha gerçektiler çünkü. İnsanın en karmaşık, en dokunulmamış eğilim, arzu ve kaygılarını ortaya koyarlardı. Bozulup eğilmemiş, törpülenip yavanlaşmamış derin içselliğini. Kalıpların, yasakların içinde ketlenen, bastırılan duyguların, denetim ortadan kalktığında sere serpe ortaya dökülen gündelik tutanaklarıydı onlar.

**

Kitabın ilk sayfası, başka bir kitaptan alıntı ama çok hoşuma gittiği için eklemek istedim.

Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor. "Peki köprüyü taşıyan taş hangisi? "diye sorar Kubilay Han.
"Köprüyü taşıyan şu taş yada bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi" der Marco.

Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür.
Sonra ekler: "Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var o da kemer."

Marco cevap verir: "Taşlar yoksa kemer de yoktur."İtalo Calvino-Görünmez Kentler-

Not: İnci Aral bu kitabıyla, 2004 yılı Orhan Kemal Roman Armağanı'nı almış, onu da eklemeliyim.

7 Mar 2010

İncesaz..





Yer: Cemal Reşit Rey Konser Salonu
Müzik: İncesaz
Solist: Dilek Türkan & Bora Ebeoğlu
İzleyenlerin arasındaki iki kişi : Vili & Mel


45 dk.'lık ilk bölüm derin, ruhu okşayan sözsüz müzikler ile başladı, bitti. Dışarıdaki keskin soğuktan sonra, içerinin ılık atmosferi ile rahatlayan bedene, bir de müziklerin rehaveti eklenince, gözlerim istemsiz olarak ağırlaştı. Albümlerinde ki gibi, solist aralarında dinlemeyi tercih ederdik aslında ama böyle uygun görmüşler sanırım :)


İkinci bölüm, Dilek Türkan'la ve son albümdeki şarkıları ile devam etti. Bora Ebeoğlu'nun elinde cep telefonu ile twitter'a mesaj yazarak çıkması, diğerlerine göre rahat davranışları ve o çok sevdiğim "sesimi duy isterdim" şarkısı ise, çok hoştu. Kısacık eklemeler yapmak istiyorum, bu şiir gibi, şarkı sözlerinden.



Tam Zamanı
söz, müzik: Cengiz Onural

....
Gizemli bir şarkıyı söyler gözlerin
Birer inci tanesi gibi asil ve derin
En mahrem sırrını verirken
Mavi rüyalar ülkesinden

Uykuya tam daldığın andır bu
Ne müthiş ve tuhaf bir randevu

................


Nasıl Olur
söz, müzik: Cengiz Onural

Ne sağa ne sola kayar
Hiç kımıldamadan seni gösterir hep
Şu gönül pusulam
Ama gelince yan yana
Kitlenir kalırım
Edemem bi' kelam

Sana ancak böyle şarkılarımla
Seslenirim o zaman
Kulağın çınlarsa bari sen anla
Başka yolu yok inan

...

Hani bu düş kırıkları
Acıtır canımı, haberin bile yok
Ağlarım içime
Yine gelince ilkbahar
Erguvanlar açar
Gözyaşım yerine





Sesimi Duy İsterdim
söz, müzik: Cengiz Onural

Duruyorsun gecenin ucunda
Hayatın ve ölümün arasında
Gözyaşının bittiği yerde
Kararsız, duruyorsun

Bakışların güneşti daima
Sen bakınca açardı çiçekler
Şimde geceyi almış yanına
Sessizce, bekliyorsun
......
Not: Salonun girişindeki minik kuklaları da unutmamalı:)

4 Oca 2010

Yüzünde Bir Yer / Sema Kaygusuz - - 1


Utancını biliyorum.
Benliğinin en mahrem parçası bende duruyor. O çetrefil duyguyu emanet alalı beri gözümü gözünden ayırmadım. Tarihi bir sır yüzüne nakledilmiş senin. Seni doğuran anne, seni düşleyen baba henüz dünyada yokken, atalarının çizdiği kederli bir sima, tenden tene geçen yakıcı bir ağıtın son defteri olmuşsun. Nasıl okuyacağını bilmiyorsun yüzündeki harfleri. Yaşamadığın halde etkisi altında kaldığın, söze nereden başlayacağını bilemeyip satırlarını bitiştiremediğin bu gizil utanç büyümeni aksatıyor.
Öte yandan, tanıdık hisleri hissettiğinde o yazı siliniveriyor alnından. Sözgelimi horgörüyle dudakların sola bükülürken yada hasret çektiğinde sulanırken gözlerin, utancına dair tek bir sözcük göremiyorum yüzünde. Ama bazen dalgınlığa kapılıp dünyadan koptuğunda tanımadığın bir hissin zarfında hiçbir şey hatırlamıyorsun. Hatırlamadığın bir olayın karanlıkta kalmış hatırasıyla baştan ayağa ağarırken buluyorum seni.

---

Ruhunun dokusuna işleyen bu hayal kırıklığının altından nasıl kalkacaktın, onu düşünüyordum ben de.

---

Halbuki bir alacakaranlık sanatıdır senin yaptığın. Fotoğraf zamanını nostaljik bir devir olarak şakkadanak ortaya koymanın çok ötesinde, çerçeveye sızan boşluğu sezdirerek o dokunaklı eksiği vurgulamak. Hiç olmazsa bundan böyle boşluğu ver bana, her çerçevede kendine yer bulan o ezeli boşluğu ver. Varlığını varoluşa azmettirecek olan, hislerin değil boşluğundur çünkü.

---

Seni fark ettiği an geniş bir gülümseme kaplıyor yüzünü. Sadece ağzıyla değil, burnuyla, alnıyla, yük çeken omuzlarıyla beraber, bütün mahalleye yayılan bir arzuyla gülümsüyor. Güzel bir ülkeye bakıyor sanki. Gözlerinde pırıltılı bir sadakat. Bu kusursuz an gelip geçtiğinde iyileşmeyecek bir yara açılıyor içinde.
Elinde fotoğraf makinesi, nereye gidersen git bu gülüşü asla yakalayamayacağını henüz bilmiyorsun.

Sema Kaygusuz- Yüzünde Bir Yer

21 Kas 2009

Kitap Tanıtımı yada Klibi..


müzik - yağmur yağmur / bir kadın masal İster izlesene.com ..

Kitabın yazarı Cem Şanlı, kitabı Bir Kadın Masal İster. Dinlemeli ve okumalı :) Kitapla ilgili linkte merak edenler için aşağıda...

http://www.chip.com.tr/blog/cemsanci/muzikli-romani-icat-ettik_4051.html

4 Kas 2009

Yukarı Bak :)








Animasyon filmleri çok ama çok seviyorum. Küçük izleyiciler, içindeki duygularını, yüz ifadelerini ne kadar yakalıyorlar bilemiyorum ama, benim gibi izleyen pek çok büyükte aynı etkiyi bıraktığına eminim. Yine çok duyguluydu ve anlamlı..


Pixar'ın daha önceki filmlerini izleyenler, en başında konuşma olmaksızın, bir kısa film gösterildiğini biliyorlardır, mutlaka. Hangisindeydi hatırlamıyorum ama Kardan Adam'ın macerası hâlâ aklımda..Bunu da, unutucağımı sanmıyorum.


Filmlerin konusunu yazmıyorum ki, izlemek istenlere kötülük olmasın. Son izlediğim gerçek bir kaç sinema filmi arasında en sıcak ve hayata dair olanıydı diyebilirim.

23 Eki 2009

Kayıp Gül / Serdar ÖZKAN

Başkaları, övgü ve takdirlerinden oluşan binlerce zehirli oku-ki bu okların öldürücü olduğunu sonradan anladım- hiç durmaksızın üstüme yağdırıyorlardı. “sen çok özel bir kızsın, bu dünyada bir eşin daha yok!” diyorlardı bana. Onlar böyle şeyler söyledikçe, oklarının ucundaki tatlı zehir kanıma karışıyordu.
Her şeye rağmen, ara sıra sözlerinin doğruluğundan şüpheye düştüğüm oluyor,”gerçekten özel miyim acaba?” diye soruyordum kendime. Ama beni özel olduğuma inandıran başkaları olduğu için, bu soruyu onlar olmadan cevaplayamıyordum. Sanki aynam kırılmıştı da, kendimi görebilmek için başkalarına bakmak zorunda kalmıştım.
Sürekli onlarla bir arada olmak istiyordum ki, ne zaman “gerçekten özel miyim?” diye sorsam, onların hiç değişmeyen cevabını duyabileyim. “evet, çok özelsin. Bu dünyada bir eşin daha yok!”
Sürekli aynı soruyu sormaktan ve aynı cevabı duymaktan kesinlikle bıkmıyordum. Deniz suyu içen birinin susuzluğunun artması gibi, duyduğum övgüler de bende sadece daha fazlasını duyma ihtiyacı uyandırıyordu.
Daha kötüsü, başkalarının onay ve takdirlerini kaybetmemek için sürekli onların beklentilerine cevap vermek zorunda kalıyordum. Ben artık ben olmaktan çıkıp başkalarının istediği ben olma yolunda ilerliyordum. Bir başkası olma yolunda.

***

“Satamadığın üç beş resme çobanlık yapan biri olarak mı bilsin istiyorsun seni? Ona kim olduğunu göstersene be evlat. Sen göstermezsen, sende ne olduğunu ne bilecek?”
“Bilemiyorum. Harvard’da okuduğum için bana farklı bir gözle bakmasını ister miydim, emin değilim. Sonunda kendimden başka bir şey için sevilerek cezalandırılmak istemiyorum.”
“Ne? Ki kimi neden seviyor ve kimi cezalandırıyor?”
“Eğer benden harvard’da okuduğum için hoşlanacaksa, hiç hoşlanmasın daha iyi. Ben, eğitimim değilim çünkü. Zekâm değilim, ilişkilerim değilim, işim değilim…Bunların toplamı da değilim.”
“Kim olduğunu biliyor musun peki?”
“Ben sadece…Ben sadece benim.”

***

Ressam başını salladı. “Yo, bu çok riskli olur..Her zaman senden daha iyi vasıflara sahip başka biri çıkar. Ama senin gibi biri daha yok. Bilirsin, herkesin parmak izi farklıdır. Ben içimizde de bir parmak izi olduğuna inanıyorum. Moda eldiven giyerek örttüğümüz bir iz.”

**

Bu iki martının uçuşunu izlerken kendince bir çıkarımda bulunmuştu:

Bağlanabilmek için, önce bağımsız olmak gerekir.

Oysa insanların çoğu, yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik, ister anlaşılmamak, isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerimizde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama, haksızlık edenin karşı taraf değil de, bir ürlü bırakamadıkları “geçmişleri” olduğunu göremiyorlardı.
İşte farklı kayalarda, ayrı ayrı kendine yetebilmeyi gerçekleştirebilmiş bu iki martı, birbirleri için “geçmiş”teki yerlerini terk edebilmiş, sıfır seviyesine inerek benlik bağlarından arınmış, böylece “bir” olarak göğe doğru yükselebilmişlerdi.

**

“Şöyle ki, sürekli aynı sahilin resmini yapa yapa, sonunda en az değiştiğini sandığım şeyin, en çok değişen olduğunu gördüm: Deniz.”

“Yani insan gibi..Her sabah aynaya baktığımızda aynı kişiyi gördüğümüzü zannediyoruz. Arkadaşlarımız bizi yıllar sonra gördüklerinde dahi, aynı kişiyi gördüklerini sanıyorlar.”
“Doğru” dedi Diana. “Bir fark görseler bile, bu genelde kilomuz veya saç biçimimiz gibi şeyler oluyor.”
“Kesinlikle. Gördükleri kimsenin karşılarına yeni biri olarak çıkmış olma ihtimalini düşünmüyorlar bile. Oysa şahsen ben bir kimsenin birkaç günde bile değişebileceğine inanıyorum.”

**

Zaman ileriye doğru akıp gittiği sürece, büyülendiğimiz ‘gelecek’ el değmemiş ‘geçmiş’ten başka bir şey değildir.

**

“Yağmur bulutları da heyecan vericidir” dedi Zeynep Hanım. “Yağmur, ırmaklar, nehirler..Ama susuzluğumuzu gidermek için bir bardağa ihtiyaç duyarız sonuçta.”

1 Tem 2009

Maraz/Hande ALTAYLI



Çocukken dünya kocaman bir oyun bahçesiydi ve senindi. Bilinmezdi, heyecanlıydı ve hayal kurabildiğin ölçüde sana aitti. Geleceği bilmiyordun ama onu gönlünce şekillendirebileceğine inancın vardı. Her şey ama her şey bir ihtimaldi. Dünyayı güzek kılan da işte o ihtimallerdi. Her filmde yeni biri olabilirdin, her kitapta başka bir ömür sürebilirdin. Zengin, ünlü, astronot, veteriner, doktor, mutlu, prenses, başbakan, gizli ajan, ressam, rock yıldızı, futbolcu, hiçbiri imkansız ya da uzak değildi.

Yaşlanmak ise ihtimallerin azalmasıydı. Sahip olamayacağını bilerek bakmaktı etrafa, geçmiş olsun demekti. Asla o kitaptaki adam yada kadın olamazdın artık.

"Sınırlı mutluluklar dönemine hoşgeldiniz" yazan görünmez bir tabelanın altından geçerdin!

"Gerçekler dünyasına hoş geldiniz! Yetinmeyi öğrendiniz mi, öğrenmeniz gereken tek şeyi?"

Gençliğin bittiği yer, hayatın bittiği yerdi aslında, ikinci baharlar falan hep palavraydı, dünya senin sahibindi ve hapı yutmuştun.

Maraz / Hande ALTAYLI