.

.
müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2015 Cumartesi

Pablo Casals - The Swan



Pablo Casals, bu sıralar Yaratıcı Yazarlık Atölyesinde kafa yorduğumuz Katalanlardan biri. Geçtiğimiz yüzyılın en iyi çellocularından biri sayılıyor kendini anlatırken "Küçük kel adam" diyen bu usta. 1876-1973 yılları arasında yaşamış bu büyük usta, bir müzisyen olan babasından ilk eğitimini almış. 4 yaşında keman, piyano, flüt çalabiliyotmuş. 6 yaşındayken solo konser verebilecek düzeyde keman çalabilmekteymiş. Hayatta en imrendiğim insanlar bir müzik aleti çalan insanlarken, bunları öğrendiğimde nasıl şaşırdığımı tahmin edersiniz. 11 yaşında gezici bir müzik kumpanyasında ilk kez çelloyu görür ve kendini çelloya adamaya karar verir. 13 yaşındayken bulduğu Bach'ın çello süitlerinin notalarını bulur ve 13 yıl sadece bunları çalışır. Ölene kadar her gün bunlardan birini çalmadan ve 3 saat çalışmadan gününü bitirmez. Daha sonra ülkesinin karanlık günleri başlar, iç savaş ve ardından diktatör Franco günleri.. Ülkesinden ayrılır ve diktatörlük dönemi bitene kadar konser vermeyeceğini söyler, 1946'dan sonra konser vermez. Annesinin memleketi Porto Riko'ya yerleşir, orada bir müzik okulu açar ve orada başka müzisyenler yetiştirir. Konser vermeme kararını sadece John F.Kennedy için bozar, 1961'de Beyaz Saray'da yapılan bir toplantıda Başkan'a çalar. 1971'de, 95 yaşından 2 ay önce, Birleşmiş Milletler tarafından barış madalyası ile onurlandırılır. Madalya töreninde ülkesi Katalonya'ya olan özlemini dile getiren ve bir Katalan ezgisi olan "Song of the Birds"ü çalar. Bu linki tıkladığınızda bu performansı izleyebilirsiniz. Göğümüzde hep "Barış, barış, barış" diye öten kuşların uçması dileğiyle.

Not: Gönderideki Swan isimli beste Saint-Saens'e aittir.

1 Mart 2015 Pazar

O güzel insanlar, o güzel atlar...




"İnsanoğlu bir karanlıktan geliyor, bir karanlığa doğru gidiyor. ama nereden gelip, nereye gideceğini hep unutuyor. bir defa geldim, bari tadını çıkarayım, demiyor."                                  

 Yaşar Kemal


                                                            "Kadın insandır, erkek ise insanoğludur."
                                                                                            Neşet Ertaş                                                                    



Neşet Ertaş için Boskırın Tezenesi ismini veren Yaşar Kemal'dir. Anılarına saygı ve sevgiyle...


27 Şubat 2015 Cuma

Charlie Parker - My Little Suede Shoes (1951)



Whiplash filminden sonra yazarlık atölyemizde Charlie "Bird" Parker'la ilgili bir çalışma yaptık. Seçeceğimiz bir Parker ezgisi üzerine bir metin yazmamız istendi. Neredeyse tüm külliyatı dinledim, beynim yandı ama sonunda yukarıda bulunan ezgiyi seçtim. Ödev bitti, ama hala dinliyorum arada. Belki siz de seversiniz.

27 Mayıs 2014 Salı

şuradan buradan, bugün de böyle

 
 
-işte bugün yazmak için hiçbişey müsait değil. evde temizlik var. mutfağa kurdum laptopu. birazdan buraya da gelirler. salondan alçak tonda İbrahim Tatlıses, banyodan yüksek tonda çamaşır makinası sesi, mutfak camından güneş geliyor. evde ne kadar çok çer çöp olduğunu yeniden anladım. kan ter içinde kaldım bi yandan. temizlikçiler iki kişi. bir kadın ve bir adam. adam camları silip perdeleri söküyor filan. adam geveze, kadın sessiz. adam ikrama ve kaytarmaya açık, kadın sessiz. demin soğuk bir şeyler içerler mi diye sordum, kadın istemedi adam neskafe istedi. adam bir de mustafa topaloğlu'nun ikinci hanımına temizliğe gidiyormuş, onu anlattı (neskafe içmesini mazur göstermek için mi?). bu da onların kariyer çizgisi demek. nereden nereye. mustafa topaloğlu'nun ikinci hanımından benim evime. beğenmedi zaar. gerçi bi selebriti evinden bi selebriti evine de temizliğe giden vardır herhalde. bu arada ev içindeki pisliğe tahammül derecemin de (eşik mi demeli yoksa) oldukça yükseldiğinin farkına vardım. çöp ev değil, müze demeli diyordum ama müzeyi de geçmişiz hafiften. işte böyle her şeyi saklamak istersen sonu bu. daha arkadaki kitaplığı görmediler. şimdiden ağlamak istiyorum.

-kaç gündür cd çalarda aynı cd var, Oya-Bora'nın yıllar sonra çıkardıkları "Aşk Güzel Şeydir/Adı Aşk Olsun" albümü. rüküş doksanlarda pek eğlenerek izlediğimiz bir gruptu onlar. bir şarkılarında geçen "Ara beni, öptüm seni" sözlerini  hala günlük hayatta kullanıyorum bazen. sonra dağıldılar mı, müziği mi bıraktılar derken aklımdan çıkmışlar. yıllar sonra İncesaz'da rastladım Bora Ebeoğlu'na ve yeniden hayran kaldım. duyduğum en güzel erkek seslerinden biri. sonra takibe başladım, nerede ne yapmışlar ve yapmaktalar diye. İncesaz'ın şahane albümü "Geçsin Günler" üstüne şimdi de Oya-Bora albümü fıstıklı kaymaklı ekmek kadayıfı oldu benim için. bu albümde yeni şarkıları var, bir kısmı dizi müziği olarak yazılmış ama bana hiç tanıdık gelmedi. çok dingin, sözleri çok güzel, hep bir kenarda çalsın isteyeceğiniz bir albüm.

-Can Yayınları, D&R mağazaları ile geleneksel 5 TL yaz kampanyasına başlamış gene. maalesef iki kurumun da ne internet sitesinde, ne facebook sayfasında bilgi bulamadım. yayınların listesini yayınlamakta zaten yıllardır çekimser davranıyorlar, ileride eklemeler olabilir diyerek. ama en azından baştan bilsek iyi olmaz mı? Can Yayınları'na yine de mesaj attım. daha önceki senelerde bu kampanyadan aldığım ve çok beğendiğim kitaplar olmuştu. Peride Celal'leri bu kampanyalar sayesinde almıştım mesela. Marc Levy'nin Gölge Hırsızı ve Mazzantini'nin Sakın Kımıldama kitapları da alıp hediye etmeyi sevdiğim arasında. genelde aynı kitaplar olacağını düşünsem de, gene de bakmaya değer olduğunu düşünüyorum. D&R mağazasına uğrayacakların haberi olsun. Baricco'lar yine varsa alınabilir, bir de Elsa Morente'nin Tarih Devam Ediyor'u. gidip bakmalı.

-Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde Orhan Veli sergisi bitti, Elleri Var Özgürlüğün: Oktay Rifat Horuzcu başladı. Türk şiirinin en iyi şairlerinden biri ve modern şiirimiz kurucularından biri olarak kabul edilen Oktay Rifat'ın da bu sene 100. doğum günü.  teyzesinin oğlu Nazım Hikmet, teyzesi Celile hanım, babası Trabzon valisi ve dil bilimci Samih Rifat, dedeleri müzik bilimci ve şair. kendisi de hem şiirler, hem tiyatro oyunları yazdı, çeviriler yaptı, hem de ressam. bu çok yönlü sanatçımızın sergisine de gitmeli. sergiyle ilgili bilgiler için buraya. sergiye adını veren şiir de işte aşağıda:

ELLERİ VAR ÖZGÜRLÜĞÜN
1
Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.

2
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!

3
Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!

4
Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde.

5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.

Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.

6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.

7
Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!

8
Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.

9
Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.

10
Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.

Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!


*belki de siz onu karısı için yazdığı şu şiirle tanıyorsunuzdur:

Sofalar seninle serin
Odalar seninle ferah
Günüm sevinçle uzun
Yatağında kalktığım sabah

Elmanın yarısı sen yarısı ben
Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir.



Meraklısına not: Yazının görseli Afyonkarahisar yollarından benim çektiğim bir fotoğraf.



31 Mart 2013 Pazar

Hediye Güven-Suya Orak

İşyerinde aynı gün işe başladığımız bir arkadaşım var. Bu nedenle bana askerlikteki gibi "Devrem" diyor, ben de ona "Devrem" diyorum. diğer arkadaşlar da alıştı, Devrem deyince ondan bahsettiğimi anlıyorlar. Devrem, müziğe meraklı. Daha önce Güney Afrika'da yaşamış, orada bir müzik grubunda elektro gitar çalmış, iki tane de albüm yapmışlar. Onları da dinledim ve çok sevdim. Geçen gün onunla Birsen Tezer dinlerken arabada, Hediye Güven adında bir arkadaşından bahsetti, o da ilk albümünü çıkarmış filan. Dün de getirdi bana dinlemem için, sağolsun. Albümün ismi Yengeç. Kapağındaki resimler Almodovar filmlerini anımsattı bana.


Onun da vardır ya her filminde kırık aynalar, bu aynalardan yansıyan görüntüler filan. Neyse, taktım cd yi dinlemeye başladım. İlk şarkıya klip de çekilmiş Amerika'da, ismi Suya Orak.



Sade gibi söylüyor Hediye Güven, pop jazz ya da alternatif pop diyor yaptığı müziğe.Uzun süredir üzerinde çalıştığı albümde hem Türkçe hem İngilizce şarkılar seslendiren Güven, ODTÜ`deki lisans eğitimi sırasında Yıldız İbrahimova’dan şan ve caz performans eğitimi almış, Avustralya’daki Northern Melbourne Institute of TAFE’de caz ve pop vokal eğitiminin ardından, 2002 yılındaki Roxy Music Yarışması’nda profesyonel müzik hayatına adım attığı Playground grubu ile birincilik kazanmış.  Albümün tamamını çok beğendim. Son şarkı ise bir Selanik Türküsü, Ömer Faruk Güven'in vokaliyle. Hepsi, hepsi çok etkileyici ve heyecan verici. Böyle sanatçılar iyi ki var.

Hadi siz de dinleyin.

Meraklısına Linkler: Hediye Güven youtube sayfası burada.
                               Hediye Güven web sayfası ise burada, buyrun.


24 Şubat 2009 Salı

uy Karadeniz II

bugün Trabzon'un kurtuluşu, bugüne not düşmesem olmaz diye düşünüp öğle tatilimden erken geldim. geçen yıl bunları yazmıştım "Uy Karadeniz" başlığı ile: hatırlamak için burayı tıklayabilirsiniz. bu yıl bunlara ek olarak eklenecek bi tek Kolbastımız (Hoptek de deniyor) var :) ilk seyrettiğimde dehşete düştüğüm, sonra alıştığım, çok eğlenceli ve enerjik bir dans. bu yıl Trabzonspor'un kendi sahasındaki maçlarda, devre arasında Karadeniz Teknik Üniversiteli gençlerin kolbastı ekiplerinin oynaması ve takım galip geldiğinde maçtan sonra futbolcuların sahanın ortasında toplanarak oynamaları ile popüler bir hale geldi. bir Trabzonsporlu olarak, son zamanlarda seyretmekten en zevk aldığım kolbastının bu olduğunu da ifade edeyim :)


Geçenlerde Trabzonsporluların maç sonrası bu danslarını içeren videonun Macaristan'da izlenme rekoru kırdığına dair bir haber okumuştum. şimdi baktım ama linkini bulamadım, bulursam onu da eklemeliyim buraya. size iki değişik kolbastı şov, şimdilik: teletubbies'lerin kolbastı dansı için buraya, kolbastının genç temsilcisi Sinan Yılmaz'ın kolbastı klibi için de buraya tıklayabilirsiniz.


Alakasız bi soru: Trabzonspor deyince aklıma Sivasspor, Sivasspor deyince de Bülent Uygun geldi. Sizce de Bülent Uygun "Benim Annem Bir Melek" dizisinde dolmuş şöförü Artist (Artiz)karakterini canlandıran Ufuk Özkan'a benzemiyor mu? Artiz bir çıkıyor ekrana, saçlar jöleli ve dik, gözünde sarı camlı güneş gözlükleri, ben valla pek benzetiyorum.

16 Nisan 2008 Çarşamba

ölüm, teoman, berger

yaklaşık bir ay kadar önce, "söz-müzik teoman" adlı bir albüm çıktı. teoman'ın şarkılarını başka sanatçıların yorumlamasından oluşan bu albümden önce vladimir bahsetmişti ama şahsen ben pek ilgilenmemiştim. şimdiyse, aslında ilgilenilmesi gereken bir albüm olduğu fikrindeyim. teoman, kimine göre bir şehir nevrotiği, kimine göre alkolik bir serseri, kimine göre başkabaşkabişeyler olabilir; ama bu görüşler onun depresif bir ozan olduğu gerçeğini değiştirmez; şarkı sözlerine dikkat edildiğinde, arada mutlaka bir dize durur dokunur size, tanıdık gelir acıyan yerlerinize. bu albümde ben en çok candan erçetin'in söylediği "kim"(bu şarkıyı duymamışım daha önce) ve nil karaibrahimgil'den "istanbul'da sonbahar" yorumlarını beğendim; ama dediğim gibi bütünüyle kayda değer bir albüm.

dün akşam oturdum gene bu albümü dinliyorum, yaşar "rüzgar gülü"nü söylüyor sesini boğuklaştırarak. teoman'ın şarkılarında genelde gözlenen bir ölüm izleği var, rüzgar gülü'nde de var bu. şarkının br yerinde "rüzgar gülü, rüzgar gülü/ hiç ölümü düşündün mü" diyor mesela. gecenin bir yarısı aklıma bir sürü şey geliyor bunun üzerine. john berger'i anımsıyorum önce, "Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü" isimli kitabında okuduğum bir paragrafı anımsıyorum, kalkıp kitapta o paragrafı buluyorum, şöyle birşey:


Kendi ölümümle beni en çok uzlaştıran şey bir düşünce, senin ve benim kemiklerimin birlikte gömülüp dağıldığı, çırılçıplak kaldığı bir yer düşüncesi. Kemiklerimizin ortalığa saçılmış darmadağın yattıkları bir yer. Kaburga kemiklerinden biri kafatasıma dayalı. Sol el kemiklerimden biri kalça kemiğinin içine girmiş (kırık kaburga kemiklerimin üstünde göğsün bir çiçek gibi). Ayak kemiklerimiz, yüzlercesi darmadağın. İçiçeliğimizi böyle imgeleyişimin, yalnızca kalsiyum fosfattan oluşsa da, huzur verici olması garip. Ama öyle. Seninle olduktan sonra, kalsiyum fosfat bile olmanın yeteceği bir yer düşünüyorum.


bu paragrafı okumak iyi geliyor nedense. üzerine de aklıma bir süre önce okuduğum bir haber ve fotograf geliyor. İtalya'nın kuzeyindeki Mantua kasabasında yapılan arkeolojik kazılarda üzerinden 5 bin yıldan fazla zaman geçtiği belirlenen ve görenleri hayrete düşüren bir kadın ve erkeğin birbirine sarılmış kemikleri arkeoloji ekibini bile şaşırttı.

bu kalıntıların cilalı taş devrine ait olduğu sanılıyor. bu görüntü hemen kafamda berger'in paragrafı ile birleşiyor, teoman usul usul rüzgar gülü'nü söylüyor.

Meraklısına not:geçen gün teoman'ın şu sözlerini okudum saba tümer'le yaptığı röportajda; yorumsuz aktarıyorum; "içkiden sorumlu devlet bakanı değilim. alkolü severim ama avukatı da değilim. utangaçtım, kızlara yazılamıyordum, iletişim kuramıyordum. bir-iki bira içerek başladım, rahatlattı. bira içince kızın yanında rahat konuşabiliyordum. kızlara gitmeme gerek kalmadı artık onlar geliyorlar. hem şöhretime geliyorlar hem de tipim düzeldi artık. ben ödleğin tekiyim, isterim ki önce kızlar bana gelsin. ben hiç bir kıza gidip de aşığım demedim onlar bana gelmeden önce. kadınlara bayılırım ama ödüm de patlar onlardan."

27 Şubat 2008 Çarşamba

uy Karadeniz

Ayıptır yahu, bir yaşama telaşıdır gidiyor, hiç bana yakışıyor mu 24 Şubat’ı atlamak? Oysa aklımdaydı ne zamandır, güzel bir yazı yazarım bu konuda diye düşünmüştüm, al işte arada kaynayıverdi. Neyse hala çok geç kalmış sayılmam, çünkü günler devam ediyor. Efendim bu 24 Şubat tantanası nedir derseniz, 24 Şubat Trabzon’un kurtuluş günüdür. 1916’da yörede başlayan Rus işgali 1918 yılında Şubat ayı boyunca yapılan çarpışmalarla sona erdirildi. Bugün 27 Şubat Çaykara’nın, 28 Şubat ise Of’un kurtuluşudur.

Elimde çok güzel bir kitap var bugünlerde, sevgili Ori’nin hediyesi, kitabın adı “Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon”, yazarı Çiğdem Sezer, Heyamola Yayınları’nın Türkiye’nin Kentleri Dizisi’nin ilk kitabı. Trabzon’u Trabzon’lu bir kadının gözü ve duyarlılığıyla anlatan bu kitapta, ben o şehirde yaşamamış olsam da çok tanıdık izler buldum. Kentle ilgili çeşitli bilgiler, anıların içine çok güzel yerleştirilmiş; misal Kanuni Sultan Süleyman’ın Trabzon’da doğduğunu biliyordum da, 15 yaşına kadar Trabzon’da yaşadığını, ölünceye kadar Trabzon bezinden gömlek giydiğini, öldüğünde üzerinden çıkan gömleğin de Trabzon bezinden olduğunu bilmiyordum. İçim titreyerek, babamı düşünerek okuyorum. Başka notlarım da var, bitince sizinle onları da paylaşacağım.

Günlerin anlam ve önemine uygun bir demet hazırladım sizlere. Sevgili Afa'can, Trabzonlu Fuat Saka'nın Lazutlar Livera şarkısı senin için. Anadolu Ateşi'nin Karadeniz bölümünü hala izlemeyenler ya da yeniden izlemek isteyenlerin burayı tıklaması yeterli (bu bölümde bütün salonun nasıl coştuğu ve benim de "uy" diye tempo tutmama yanımda oturan adamın nasıl şaştığı hala aklımda). Trabzon deyince sevgili Sunay Akın'ı da buraya katmak lazım, Volkan Konak'ın TV programında "Ağustos Böceği" masalına yaptığı yorumu buradan izleyebilir, kendi sesinden seçme şiirlerini de buradan dinleyebilirsiniz. Kuzeyin Oğlu sevgili Volkan Konak'tan Cerrahpaşa'yı dinlemek için buraya, Feriğim türküsünü şiirlerle dinlemek için ise buraya tıklayabilirsiniz.
Karadenizliler deyince sevgili Kazım Koyuncu'yu anmamak olmaz, nur içinde yatsın, işte burada "Didou Nana", burada da Şevval Sam'la beraber seslendirdikleri "Ben Seni Sevdiğimu" var, Gülbeyaz dizisinin görüntüleri eşliğinde. Bu arada unutmadan söyleyeyim, geçenlerde Kazım Koyuncu'yla ilgili bir DVD çıktı piyasaya, "Şarkılarla Geçtim Aranızdan" 3 DVD'den oluşan bir set, Ümit Kıvanç tarafından hazırlanmış ve geliri Umut Çocukları Vakfı'na bağışlanmış bu dökümanter filmde Kazım'ın hayatı ve müziği ile ilgili herşey var, işte buradan yönetmen Ümit Kıvanç'ın bu çalışma ile ilgili notlarını okuyabilirsiniz. Bu belgeselle ilgili sonra bir yazı yazmayı da düşünüyorum. Dilerim bütün linkleri keyifle izlersiniz, benim gene seyahatim geldi.

24 Ocak 2008 Perşembe

oraya hiç gitmedim

Kadın pencerenin önüne oturmuş, okuma lambasının ışığı altında kitabını okuyor, bir yandan da kırmızı şarabını yudumluyordu. Köpeği Eşkıya ise şöminenin önüne uzanmıştı. Arada başını kaldırdıkça evin önündeki bembeyaz basılmamış karlardan oluşan manzarayı görüyordu bahçe lambasının ışığında, uzakta ise bir gelin gibi süslenmiş ormanın ağaçları. Müzik setinden gelen Yann Tiersen’in müziği odadaki huzuru tamamlıyordu.

Birden Eşkıya başını kaldırdı, sanki bir şey duymuştu. Kadın aldırmadı, kulağına bir ses çalınmamıştı; ama Eşkıya aniden ayağa fırlayıp bir kere havladı. Kadın elindeki kitabı kapattı ve “ne oldu oğlum” dedi ona, Eşkıya ona baktı dikkatle ve ayağa kalkıp arkasını dönüp tin tin tin salon kapısına kadar gitti. Kadın gözleriyle izledi onu, kapıya vardığında Eşkıya tekrar geri dönüp baktı ve “hav” dedi gene. Anladı kadın, herhalde dışarı çıkmak istiyor diye düşündü. O da kalktı, sokak kapısına kadar gitti atkısını aldı, paltosuna elini uzatmıştı ki, Eşkıya’nın heyecanla sokak kapısını tırmalamaya başladığını gördü, şaşırdı. Hiç böyle sabırsızlık yapmazdı ki. “Tamam oğlum, çıkıyoruz şimdi” dedi sakinleşmesi için, paltosunu da giydi, kapıyı açtı. Açmasıyla birlikte Eşkıya hoplaya zıplaya koşmaya başladı, bahçe lambasını da geçti gitti, neredeyse gözden kaybolmuştu. Kadın bir an durakladı, bir tuhaflık vardı sanki, kapıyı çekti ve o da bahçeye doğru birkaç adım atmıştı ki Eşkıya’nın sesini duydu, yanına çağırır gibi. Durdu bir an, başını kaldırıp derin bir nefes aldı, kar yoktu ve hava öyle güzeldi ki, soğuğa rağmen bu tablo gibi manzaranın içinde olmanın tadını çıkardı, sonra yürümeye başladı. Bahçe lambasının ötesinde, işte orada durmuş havlıyordu Eşkıya. Birden sanki onun olduğu yerde başka bir şey de varmış gibi hissetti, adımlarını hızlandırdı. Belki bir tavşandı, ormandan gelmiş, orada donmuş kalmıştı. Köpeğe yaklaştıkça tavşan olamayacak kadar büyük bir şeyin yanında olduğunu farketti, o sırada Eşkıya onun geldiğini görünce havlamayı kesmiş, o şeklin yanına kıvrılmıştı. Yanlarına geldiğinde karların arasında yatan çocuğu görünce şaşırdı önce, hemen eğildi elini çocuğun alnına koydu, henüz sıcaktı. “Aferin oğlum” dedi Eşkıya’ya ve o yanında heyecandan hoplayarak dönp dururken dili dışarıda çocuğu kucakladı, eve geri yürüdü. Kuş gibi hafifti çocuk, uyumaya devam ediyordu, yürüken yüzüne baktı onun tanıdığı biri mi diye, ama çıkaramadı. Eve girdiklerinde ateşin yanına uzattı çocuğu, gidip buzdolabindan buz aldı tekrar yanına döndü, hiç telaşlanmadığına şaşırarak, onun ellerini yanaklarını ovmaya başladı. Ne de güzel bir yüzü vardı, nasıl gelmişti acaba buraya? O ovarken Eşkıya yanında pür dikkat durmuş izliyordu, o bile nefes almaktan korkar gibiydi. Derken müzik tam “J’Y Suis Jamais Alle” olunca, çocuk gözlerini açtı, sanki bir rüyadan uyanmış gibiydi. Şömine ateşinin ışığında ona şevkatle ve gözlerinde sevgiyle bakan kadını, yanında sessiz duran ve ona dikkatle bakan köpeği gördü, fondaki müzikle beraber öyle güzel bir tablo oluşturuyorlardı ki, öldüğünü düşündü, ağlamaya başladı. İşte o zaman kadın sarıldı ona, birlikte hafifçe sallanmaya başladılar, onun gözlerinden yaşlar akıyor, kadın ona alçak sesle “geçti bebeğim, geçti, güvendesin” diyordu.




Meraklısına Not: hayata geri dönmek için "J'Y Suis Jamais Alle"den güzel bir şarkı olamaz bence. ne zaman dinlesem yaşadığıma şükrettiğim bu şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz.

23 Ocak 2008 Çarşamba

uykusuza masallar

hani Lost'taki desmond karakterine demişlerdi ya ekşi'de "feridun düzağaç'ın peru'da kaybolmuş kardeşi" diye; işte hem lost haftaya geri dönüyor, hem de desmond'un Türkiye'de kaybolmuş kardeşi Feridun Düzağaç'ın yeni albümü çıktı: uykusuza masallar.


seviyorum Feridun Düzağaç'ı, şarkılarını, bazen marazi gelen yalnızlığını, melankolisini. en sevdiğim Adanalı bile diyebilirim kendisine, Adana Kebaptan bile daha çok, düşünün yani... bu albümü aldım öğle arasında, sonra yemeğimi yerken dünkü ev ödevimi yaptım yani Fatoş hanıma 5 yıl sonradan mektup yazdım, yazarken çok eğlendim. işyerinde akşama kadar döne döne bu yeni şarkıları dinledim, çok hoşuma gittiler, tavsiye ederim. sonra akşam çıkınca gene dün akşamki kafede oturduk sem ile. bu sefer derse yetiştik :) bu akşam daha zevkli geçti, önce yazdığımız mektupları okuduk, ben okuyunca bir baktım grup ben mektubu okurken de benim kadar eğlendi, hoşuma gitti yahu. sonra konulara devam ettik, güçlü soru sorma egzersizleri yaptık ve seminer bitti. seminer bitti ama öyle konular konuştuk ve öyle sorular sorduk ki kendimize, bunlar bitmeyecek. neyse ki.

13 Ocak 2008 Pazar

kuşlar-kanatlı uygarlık


dün yaratıcılık seminerimiz göz açıp kapayana kadar çok zevkle geçen üç ayını tamamladı. sevgili akgün'ün yoğun programı nedeniyle devamının olup olmayacağı ya da yeni grubun ne zaman açılabileceği henüz belli değil.
dünkü oturumda konumuz bir filmdi, ama öyle böyle bir şey değil, acayip bir proje filmi, görülmemiş bir belgesel. ismi: kuşlar, kanatlı uygarlık (sevgili elektra, biliyorum kuş fobini, ama lütfen okumaya devam et)
uçmak, belki özgürlüğü simgelediği için, insanoğlunun en büyük rüyası olagelmiştir. fransız yönetmen jacques perrin de bu düşü görenlerden biri. ama o bizlerden farklı olarak, bu düşünü bakın nasıl gerçeğe dönüştürmüş? yaklaşık 4 yıl boyunca, içinde doğa tarihçileri, pilotlar, ornitologlar olan 500 kişilik bir ekiple, dünyanın her yerinde çekim yaparak, kuşların bazen onbinlerce kilometre (yanlış okumadınız) olan göç yollarını filme çekmiş. bunun için öyle bir çalışma yapmışlar ki, kuşların yanında uçabilmek için, onların yumurtadan çıktıklarından itibaren yanında olarak onların ana-babaları gibi davranmışlar (buna zihin doldurma tekniği adı veriliyor), ayrıca kameralara alışmaları ve motor sesinden ürkmemeleri için onlar büyürken yanlarında olmuşlar (böylece film boyunca herhangi bir bilgisayar oyununa başvurmadan, tamamen doğal çekimler yapabilmeleri mümkün olabilmiş). bu doğallık da, yönetmen Perrin'in söylediği gibi izleyiciyi filmin atmosferinin bir parçası haline getiriyor: "filmi izlerken seyirci kendini kuşlarla gerçekten de seyahat ediyormuş gibi hissetmeli. sinema izleyicisinin bu görüntüleri nasıl elde ettiğimiz sorusuna takılmak yerine bu kuşlarla birlikte dünyanın çevresinde uçtuğunu hayal etmesi aslında gayet doğal hale gelecek." ama insan zihni durmuyor, hem hayranlık içinde kuşların kanat çırpışını izliyor hem de "nasıl çekilmiş bu yahu" diye düşünüyorsunuz ister istemez.
ekip, daha sonra her kuşun kendine özgü göç yollarına gidip çeşitli araçlarla onlarla beraber uçarak çekim yapmış. örneğin leyleklerin uçuşlarını balonla, pelikanları gemiden ve kazları ise motorlu hafif bir uçakla (yukarıdaki gibi özel bir araç) takip etmeleri gerekmiş. Nerelere mi gitmişler? kutup martıları için İzlanda, turnalar için Japonya, New York'ta kazların uçuşu, Mali'de güzercinler, ibis kuşları için Vietnam, beyaz başlı kartal için Amerika Büyük Kanyon, penguenler için Antartika, iri papağanlar için Amazonlar (Peru), flamingolar için Kenya, And akbabaları için Arjantin ve Şili, kuğular için Camargue (Fransa), kırlangıçlar için Pireneler... eni konu bir dünya turu, değil mi? üstelik arada bunların geçiş yollarında Libya çölleri de var. iyi de kardeşim, nasıl yapılmış bu diye hala düşünüyor buluyorsunuz kendinizi (merak etmeyin dvd'de bir de "filmin yapılışı" bölümü var ki film kadar heyecanla ve merakla izliyorsunuz bu sorunun cevabı için).
bunlardan bahsettikten ve dvd içinde yer alan "Filmin Yapılışı" bölümünü izlemeden önce Akgün bize "böyle bir proje için ne gerekir" diye sordu. herkes ilk olarak para dedi :) elbette, böyle bir projeyi gerçekleştirmek için çook paraya ihtiyaç var. ama başka? iyi bir ekip, işinde iyi, tutkulu ve disiplinli olan insanlar. sevgi. sabır. çok detaylı bir planlama, A planı, işe yaramazsa B, hatta C planları. sonra da dedi ki: "iyi de bunlar zaten yaratıcılığın temel taşları değil mi? yani tutku, disiplin ve planlama. ilham perisi diye bir şey yok arkadaşlar, yani siz otururken aniden omuzunuza tüneyen ya da camınızı tıklatan bir ilham perisi filan yok; ancak siz yeterince emek verir çalışırsanız, tüm taşları yerine oturtan ve birşeyi yaratmanıza yarayan bir enerji var sadece."
Meraklısına not: lütfen bu filmi seyredin, çocuklarınıza seyrettirin, gerçekten çok olağanüstü bir yolculuğa şahit olacaksınız. film ile ilgili bilgilere buradan (ingilizce), buradan ve buradan (Türkçe) ulaşabilirsiniz. ayrıca film boyunca çok etkili ve inanılmaz bir müzik de size eşlik edecek, çünkü Nick Cave (hastasıyız kendisinin) ve Robert Wyatt yapmış. buradan Nick Cave'nin "to be by your side" şarkısını filmden nefes kesen görüntülerle dinleyebilirsiniz. filme ait güzel bir fragman ise burada (diğer bölümlerine aynı sayfadan ulaşabilirsiniz) ve bir de burada, lütfen izleyin.
Meraklısına 2. not: en uzun mesafe ile göç eden kuş; kuzey yarım kürenin yüksek enlemlerinde geniş bir alanda üreyen kuzey kutbu kırlangıcı (sterna paradisaea)'dır. Antartika sahilleri boyunca ilerleyerek güneye doğru uçar. öyle ki Kuzey Denizi ile Antarktika arasındaki gidiş gelişte 36.000 kilometre gibi olağanüstü bir mesafe kateder.
Meraklısına 3. not: film 2002 yılında "en iyi belgesel" dalında Oscar'a aday oldu ama Michael Moore'un "Benim Cici Silahım"a ödülü kaptırdı.

21 Kasım 2007 Çarşamba

istedum da istedum-ha bu nedur şimdi?

Bugün işyerinde bizim katın çay ocağına sigara içmeye gittim. Bizim işyerinde sefil sigara içicileri bu hain emellerine ancak kat boşlukları ve çay ocağı benzeri yerlerde ulaşabiliyorlar da. Kat boşluklarında sigara içmek düşünemeyeceğiniz kadar tehlikeli, çünkü hem garip bir hava dolaşımı var orada, hem de katın ortasındaki iki asansörün herhangi birisinden her an herhangi biri inebilir, kapı suratınıza çarpabilir, duman heyecandan genzine kaçabilir, ya da genel müdürü tesadüfen ilk görüşünüz dumanlar arasında olabilir. Bu nedenle hıngır hıngır bir çay makinasının arada fokurdayarak kaynadığı, bir tek bu makinanın durduğu düzlem ile lavabodan ibaret kibrit kutusu büyüklüğündeki çay ocağı daha uygun. Hem çay ocağında radyo da çalıyor bizim kat görevlileri, bulaşık bardakları yıkarken eğleniyorlarmış, öyle dediler. Amma dolaştırdım lafı yahu, diyeceğim o ki, sigara içmeye gittiydim ya ben paragrafın başında, işte o sırada çay ocağının radyosunda yanık yanık bir karadeniz türküsü çalmaktaydı. Hem yanık hem karadeniz nasıl oluyor diyeceksiniz, valla bunlar yeni karadeniz türküleri, bi nevi folk-pop (böyle bir deyim var mıydı ya, aslında Popüler Türk Halk Müziği de denebilir ya da fantaaaazi müziğin Fantastik Türk Halk Müziği dalı da). Ister istemez yöresel yerden yakaladı beni türkü, azıcık kulak kabarttım. Diyor ki:

Babasından istedum kızım küçüktür dedi
Anasından istedum çeyizi yoktur dedi
Ablasundan istedum sevenleri çok dedi
Kardaşundan istedum sana kız mız yok dedi

Allah Allah, aldı mı beni bir merak ne olacak bu çocuğun hali diye..

Amcasundan istedum benden sorulmaz dedi
Dayısundan istedum torum kıyılmaz dedi
Halasından istedum köyden ayrılmaz dedi
Teyzesunden istedum eşi bulunmaz dedi

Vah vah..a çocuk, kıza sorsan ya diye dövünüyorum ben radyo başında ama bizimki devam ediyor turlara:

Dedesunden istedim al da kaç oni dedi
Muhtaruna söyledim mühür vuramam dedi
Azasuna söyledim imza atamam dedi
Hocasuna söyledim nikâh kıyamam dedi

Eniştesune dedim ben kararsızum dedi
Yengesunden istedim ben tarafsızum dedi
Komşusuna söyledim burdan geçmeyun dedi
Fatma ablaya sordum ormana gitti dedi

Al işte kel oğlan keleş oğlan sen köyü dolaşıp önüne gelene sorarsan bu işi, kız alır başını gider tabii. Ben bu arada bi baktım sigara bitmiş ben radyo başında film izler gibi çakılmış duruyorum. Sanırım olayın sonunu siz de merak ettiniz :)

Belimde tabancayla düştüm yollara düştüm
Ormanın derininde sevdiğumle buluştum
Orman köyden uzağa, düşmeyelim tuzağa
Ormanın ortasında geldik kucak kucağa
O davrandı orağa, ben davrandım bıçağa
Allah saburlar versin de bu sevdalu uşağa

Hadi buyur. Böyle bitti. Ne bu şimdi? Arkası yarın olsa bilirim saatini gider dinlerim, ama türkü ayol bu. Aklıma takıldı mı şimdi bunların hali, ormanda karşı karşıya. Demek ki neymiş, sigara sağlığa zararlıymış (toplumsal bir mesaj da verdim hehehe).

Meraklısına not: böyle bir türkünün varlığına inan(a)mıyorsanız, lütfen burayu tıklayınız, ismail türüt'ü benim gibi sevmiyor olsanız bile komedi niyetine seyrediniz. klipte kolunun altında iki tavukla iki dirhem bi çekirdek kızı istemeye giderken başlıyor :) komik kız istemeler deyince zavallı vecihi'yi (şener şen) anmadan geçmek olmaz, o güzelim eski Türk filmlerine selam olsun.

16 Kasım 2007 Cuma

şurdan burdan-4

-ilk haberimiz Yaşamın Kıyısında filminde esas oğlan Nejat'ın babasına verip de ısrarla "oku" dediği Selim Özdoğan'ın Demircinin Kızı romanı Türkçe basılmış. merak edenlere ben duyurmuş olayım. İstiklal Kitabevi'nin bastığı kitabının tanıtımından öğreniyoruz ki, Fatih Akın'ın sevimli filmi Im Juli(Temmuz'da) nin de yazarı Selim Özdoğan'mış.


-9 Eylül 2007 tarihli yazımda bahsedip de herkesi meraklara düşürdüğüm Pizza Hut'ta kahvaltı olayını sonunda bağlıyorum. Haftaiçi her gün 5.90 YTL'ye zengin kahvaltı tabağı ve 1.50 YTL'ye de sınırsız çay uygulamasına da başlamışlar. Haftasonları 9.90 YTL'ye açık büfe kahvaltı servisi de devam. ancak her Pizza Hut'ta bu hizmet yok. Hafta içi kahvaltı tabağı, hafta sonu da açık büfe kahvaltı veren restoranlar: Acıbadem, Bağdat Caddesi, Kozyatağı, Süreyya Plajı, Bahçeşehir Prestige ve 7. Cadde/Ankara. Hergün kahvaltı tabağı veren restoranlar ise Beşiktaş, Atakule/Ankara ve Balçova Kipa/İzmir. şimdi bu bölüm gerçekten kültür hizmeti oldu, Pizza Hut'un kendi sitesinde bile yok. sevildiğinizi bilin :)




-Mercan Dede son albümünü çıkarmış. ismi 800. bu yılın Mevlana'nın 800. doğum yılı olarak kutlanması nedeniyle bu albümünde barış temasını işlemiş. Mercan Dede, bu sefer her zamanki mistisizmini rapçi Ceza ile harmanlamış. şarkılar genelde 6 dakikadan uzun, müzikler gene etkileyici ama birden Ceza çıkıp sözleri rap formunda söyleyince ilk dinlemede biraz şok geçirmeniz olası. şarkılardan birinde Yıldız Tilbe'nin de vokali var. "Tutsak" isimli bu şarkının sözlerini de Yıldız Tilbe yazmış. oldukça arabesk nağmeleri olan bu şarkı, enteresan.



ey gökyüzü aydınlık mısın benim kadar ve karanlık
hasret yakarmış, kavuşmak varmış
güneşten sıcak, sudan çıplak
sanırım hiçbirşey yok aramızda aşktan başka



vay hayat, ey hayat



denizde vardı oltam bir balık tuttum zannettim
baktım hepsi rüyaymış mekanım yanmış bir orman
ve tek seçimse çaresizlik ona inanma
göz gördüğünden korkmaz
eski bensem bir çiçek olsam da solmam
anlatsın bilen kimse
hep çeken bilir demişler çekense susmuş
hep konuşmuş çekmeyen kim varsa
anlatsın derdi çeken hüzün kaplı yüzlerinde
karışmakta dertler
ellerinde kürekle kazma
ve der ki şeytan yazma
ben olsam neyle anlatırım neyle anlarım
ben anlatmazsam hangi sazla mürekkebim elimde kağıdım aynam
gönlü saydam olan anlar ancak
işte sayfam hergün intihar peşinde ve umutlar peşinde
bu dünya kapkaranlık ışık başka yerde herkes peşinde
herkes sandığı kadar iyi olsaydı keşke
en azından ay beklerdi üstümde yalnız gecede


başka seveceksin başka şekilde başka biçimde
güneşten sıcak sudan çıplak
hiç kimsenin kalbi/şansı yok
bu benim kendi alın yazım
seveceğim başka yolu yok
seveceksin başka yolu yok



naklen mutluluk istiyoruz (hahaha) di mi
naklen huzur istiyoruz
naklen sevgi
niye varız

aşktan başka



şarkıyı kaç kere dinledim bu sözleri yazmak için şaşırdım. ortadaki "bir oltam vardı" diye başlayan italik bölümü Ceza seslendiriyor. sözleri bilip takip edince rap hoş bişey yahu. ah, bir de naklen mutluluk istiyoruz'dan sonraki hahaha benden değil, Yıldız Tilbe orada gülüyor, konuşur gibi. peşinden "di mi" diyor. var ya onun o arızalı halleri, kaydı gözümün önüne canlanıyor duyunca. alem kadın.



bence başarılı bir albüm, şarkıların podcast'larını doublemoon'un sitesinden şuraya tıklarsanız, dinleyebilirsiniz. ayrıca, radikal'de yayınlanan Mercan Dede ve 800 söyleşisi için de buraya tıklayabilirsiniz.




- İhsan Oktay Anar'ın son kitabı "suskunlar"ı bitirdim bu hafta. çok güzeldi, Anar'ın uzun cümleleri, tınıları kulağınızda şındırdayan kelimeleri ile bir zaman tünelinde Osmanlı'ya gitmek gibiydi. kendinize bir iyilik yapın, okuyun. Radikal Kitap'ta yayınlanan İhsan Oktay Anar ve Suskunlar yazısı için de buraya tıklayabilirsiniz.



-kitap kurtları ve iflah olmaz alışverişkoliklerin vazgeçilmez adresi (kendimi tarif ettiğim anlaşılmıyor değil mi) ideefixe.com'da sanal kitap fuarı başladı. oldukça avantajlı fiyatlarla sunulan kitapların yanısıra, yazarların önerileri, kitap listeleri, söyleşileri de var ama benim için bu fuarı daha özel kılan, fuar nedeniyle düzenlenen bilgi yarışması. burada çeşitli romanlardan rastgele seçilmiş parçaları veriyorlar, siz kitabın ne olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz. geçen yıl büyük ödül araba idi. bu yılki ne acaba deyip baktım ki, siteden kendisinin seçtiği 50 kitap verilecekmiş en çok doğru yanıtı bulan kişiye. allah allah, arabalar mı pahalandı kitaplar mı?? bu yılki sorular biraz zor sanki. yarışmaya katılmasanız bile, ilginç olabilir.