.
7 Mart 2015 Cumartesi
Pablo Casals - The Swan
Pablo Casals, bu sıralar Yaratıcı Yazarlık Atölyesinde kafa yorduğumuz Katalanlardan biri. Geçtiğimiz yüzyılın en iyi çellocularından biri sayılıyor kendini anlatırken "Küçük kel adam" diyen bu usta. 1876-1973 yılları arasında yaşamış bu büyük usta, bir müzisyen olan babasından ilk eğitimini almış. 4 yaşında keman, piyano, flüt çalabiliyotmuş. 6 yaşındayken solo konser verebilecek düzeyde keman çalabilmekteymiş. Hayatta en imrendiğim insanlar bir müzik aleti çalan insanlarken, bunları öğrendiğimde nasıl şaşırdığımı tahmin edersiniz. 11 yaşında gezici bir müzik kumpanyasında ilk kez çelloyu görür ve kendini çelloya adamaya karar verir. 13 yaşındayken bulduğu Bach'ın çello süitlerinin notalarını bulur ve 13 yıl sadece bunları çalışır. Ölene kadar her gün bunlardan birini çalmadan ve 3 saat çalışmadan gününü bitirmez. Daha sonra ülkesinin karanlık günleri başlar, iç savaş ve ardından diktatör Franco günleri.. Ülkesinden ayrılır ve diktatörlük dönemi bitene kadar konser vermeyeceğini söyler, 1946'dan sonra konser vermez. Annesinin memleketi Porto Riko'ya yerleşir, orada bir müzik okulu açar ve orada başka müzisyenler yetiştirir. Konser vermeme kararını sadece John F.Kennedy için bozar, 1961'de Beyaz Saray'da yapılan bir toplantıda Başkan'a çalar. 1971'de, 95 yaşından 2 ay önce, Birleşmiş Milletler tarafından barış madalyası ile onurlandırılır. Madalya töreninde ülkesi Katalonya'ya olan özlemini dile getiren ve bir Katalan ezgisi olan "Song of the Birds"ü çalar. Bu linki tıkladığınızda bu performansı izleyebilirsiniz. Göğümüzde hep "Barış, barış, barış" diye öten kuşların uçması dileğiyle.
Not: Gönderideki Swan isimli beste Saint-Saens'e aittir.
1 Mart 2015 Pazar
O güzel insanlar, o güzel atlar...
"İnsanoğlu bir karanlıktan geliyor, bir karanlığa doğru gidiyor. ama nereden gelip, nereye gideceğini hep unutuyor. bir defa geldim, bari tadını çıkarayım, demiyor."
Yaşar Kemal
"Kadın insandır, erkek ise insanoğludur."
Neşet Ertaş
Neşet Ertaş için Boskırın Tezenesi ismini veren Yaşar Kemal'dir. Anılarına saygı ve sevgiyle...
27 Şubat 2015 Cuma
Charlie Parker - My Little Suede Shoes (1951)
Whiplash filminden sonra yazarlık atölyemizde Charlie "Bird" Parker'la ilgili bir çalışma yaptık. Seçeceğimiz bir Parker ezgisi üzerine bir metin yazmamız istendi. Neredeyse tüm külliyatı dinledim, beynim yandı ama sonunda yukarıda bulunan ezgiyi seçtim. Ödev bitti, ama hala dinliyorum arada. Belki siz de seversiniz.
27 Mayıs 2014 Salı
şuradan buradan, bugün de böyle
-kaç gündür cd çalarda aynı cd var, Oya-Bora'nın yıllar sonra çıkardıkları "Aşk Güzel Şeydir/Adı Aşk Olsun" albümü. rüküş doksanlarda pek eğlenerek izlediğimiz bir gruptu onlar. bir şarkılarında geçen "Ara beni, öptüm seni" sözlerini hala günlük hayatta kullanıyorum bazen. sonra dağıldılar mı, müziği mi bıraktılar derken aklımdan çıkmışlar. yıllar sonra İncesaz'da rastladım Bora Ebeoğlu'na ve yeniden hayran kaldım. duyduğum en güzel erkek seslerinden biri. sonra takibe başladım, nerede ne yapmışlar ve yapmaktalar diye. İncesaz'ın şahane albümü "Geçsin Günler" üstüne şimdi de Oya-Bora albümü fıstıklı kaymaklı ekmek kadayıfı oldu benim için. bu albümde yeni şarkıları var, bir kısmı dizi müziği olarak yazılmış ama bana hiç tanıdık gelmedi. çok dingin, sözleri çok güzel, hep bir kenarda çalsın isteyeceğiniz bir albüm.
-Can Yayınları, D&R mağazaları ile geleneksel 5 TL yaz kampanyasına başlamış gene. maalesef iki kurumun da ne internet sitesinde, ne facebook sayfasında bilgi bulamadım. yayınların listesini yayınlamakta zaten yıllardır çekimser davranıyorlar, ileride eklemeler olabilir diyerek. ama en azından baştan bilsek iyi olmaz mı? Can Yayınları'na yine de mesaj attım. daha önceki senelerde bu kampanyadan aldığım ve çok beğendiğim kitaplar olmuştu. Peride Celal'leri bu kampanyalar sayesinde almıştım mesela. Marc Levy'nin Gölge Hırsızı ve Mazzantini'nin Sakın Kımıldama kitapları da alıp hediye etmeyi sevdiğim arasında. genelde aynı kitaplar olacağını düşünsem de, gene de bakmaya değer olduğunu düşünüyorum. D&R mağazasına uğrayacakların haberi olsun. Baricco'lar yine varsa alınabilir, bir de Elsa Morente'nin Tarih Devam Ediyor'u. gidip bakmalı.
-Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde Orhan Veli sergisi bitti, Elleri Var Özgürlüğün: Oktay Rifat Horuzcu başladı. Türk şiirinin en iyi şairlerinden biri ve modern şiirimiz kurucularından biri olarak kabul edilen Oktay Rifat'ın da bu sene 100. doğum günü. teyzesinin oğlu Nazım Hikmet, teyzesi Celile hanım, babası Trabzon valisi ve dil bilimci Samih Rifat, dedeleri müzik bilimci ve şair. kendisi de hem şiirler, hem tiyatro oyunları yazdı, çeviriler yaptı, hem de ressam. bu çok yönlü sanatçımızın sergisine de gitmeli. sergiyle ilgili bilgiler için buraya. sergiye adını veren şiir de işte aşağıda:
ELLERİ VAR ÖZGÜRLÜĞÜN
1
Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.
2
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!
3
Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!
4
Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde.
5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.
Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.
6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.
7
Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!
8
Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.
9
Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.
10
Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.
Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!
*belki de siz onu karısı için yazdığı şu şiirle tanıyorsunuzdur:
Sofalar seninle serin
Odalar seninle ferah
Günüm sevinçle uzun
Yatağında kalktığım sabah
Elmanın yarısı sen yarısı ben
Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir.
Meraklısına not: Yazının görseli Afyonkarahisar yollarından benim çektiğim bir fotoğraf.
31 Mart 2013 Pazar
Hediye Güven-Suya Orak
Onun da vardır ya her filminde kırık aynalar, bu aynalardan yansıyan görüntüler filan. Neyse, taktım cd yi dinlemeye başladım. İlk şarkıya klip de çekilmiş Amerika'da, ismi Suya Orak.
Sade gibi söylüyor Hediye Güven, pop jazz ya da alternatif pop diyor yaptığı müziğe.Uzun süredir üzerinde çalıştığı albümde hem Türkçe hem İngilizce şarkılar seslendiren Güven, ODTÜ`deki lisans eğitimi sırasında Yıldız İbrahimova’dan şan ve caz performans eğitimi almış, Avustralya’daki Northern Melbourne Institute of TAFE’de caz ve pop vokal eğitiminin ardından, 2002 yılındaki Roxy Music Yarışması’nda profesyonel müzik hayatına adım attığı Playground grubu ile birincilik kazanmış. Albümün tamamını çok beğendim. Son şarkı ise bir Selanik Türküsü, Ömer Faruk Güven'in vokaliyle. Hepsi, hepsi çok etkileyici ve heyecan verici. Böyle sanatçılar iyi ki var.
Hadi siz de dinleyin.
Meraklısına Linkler: Hediye Güven youtube sayfası burada.
Hediye Güven web sayfası ise burada, buyrun.
24 Şubat 2009 Salı
uy Karadeniz II
16 Nisan 2008 Çarşamba
ölüm, teoman, berger
dün akşam oturdum gene bu albümü dinliyorum, yaşar "rüzgar gülü"nü söylüyor sesini boğuklaştırarak. teoman'ın şarkılarında genelde gözlenen bir ölüm izleği var, rüzgar gülü'nde de var bu. şarkının br yerinde "rüzgar gülü, rüzgar gülü/ hiç ölümü düşündün mü" diyor mesela. gecenin bir yarısı aklıma bir sürü şey geliyor bunun üzerine. john berger'i anımsıyorum önce, "Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü" isimli kitabında okuduğum bir paragrafı anımsıyorum, kalkıp kitapta o paragrafı buluyorum, şöyle birşey:
Kendi ölümümle beni en çok uzlaştıran şey bir düşünce, senin ve benim kemiklerimin birlikte gömülüp dağıldığı, çırılçıplak kaldığı bir yer düşüncesi. Kemiklerimizin ortalığa saçılmış darmadağın yattıkları bir yer. Kaburga kemiklerinden biri kafatasıma dayalı. Sol el kemiklerimden biri kalça kemiğinin içine girmiş (kırık kaburga kemiklerimin üstünde göğsün bir çiçek gibi). Ayak kemiklerimiz, yüzlercesi darmadağın. İçiçeliğimizi böyle imgeleyişimin, yalnızca kalsiyum fosfattan oluşsa da, huzur verici olması garip. Ama öyle. Seninle olduktan sonra, kalsiyum fosfat bile olmanın yeteceği bir yer düşünüyorum.
bu paragrafı okumak iyi geliyor nedense. üzerine de aklıma bir süre önce okuduğum bir haber ve fotograf geliyor. İtalya'nın kuzeyindeki Mantua kasabasında yapılan arkeolojik kazılarda üzerinden 5 bin yıldan fazla zaman geçtiği belirlenen ve görenleri hayrete düşüren bir kadın ve erkeğin birbirine sarılmış kemikleri arkeoloji ekibini bile şaşırttı.
bu kalıntıların cilalı taş devrine ait olduğu sanılıyor. bu görüntü hemen kafamda berger'in paragrafı ile birleşiyor, teoman usul usul rüzgar gülü'nü söylüyor.
Meraklısına not:geçen gün teoman'ın şu sözlerini okudum saba tümer'le yaptığı röportajda; yorumsuz aktarıyorum; "içkiden sorumlu devlet bakanı değilim. alkolü severim ama avukatı da değilim. utangaçtım, kızlara yazılamıyordum, iletişim kuramıyordum. bir-iki bira içerek başladım, rahatlattı. bira içince kızın yanında rahat konuşabiliyordum. kızlara gitmeme gerek kalmadı artık onlar geliyorlar. hem şöhretime geliyorlar hem de tipim düzeldi artık. ben ödleğin tekiyim, isterim ki önce kızlar bana gelsin. ben hiç bir kıza gidip de aşığım demedim onlar bana gelmeden önce. kadınlara bayılırım ama ödüm de patlar onlardan."
27 Şubat 2008 Çarşamba
uy Karadeniz
Elimde çok güzel bir kitap var bugünlerde, sevgili Ori’nin hediyesi, kitabın adı “Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon”, yazarı Çiğdem Sezer, Heyamola Yayınları’nın Türkiye’nin Kentleri Dizisi’nin ilk kitabı. Trabzon’u Trabzon’lu bir kadının gözü ve duyarlılığıyla anlatan bu kitapta, ben o şehirde yaşamamış olsam da çok tanıdık izler buldum. Kentle ilgili çeşitli bilgiler, anıların içine çok güzel yerleştirilmiş; misal Kanuni Sultan Süleyman’ın Trabzon’da doğduğunu biliyordum da, 15 yaşına kadar Trabzon’da yaşadığını, ölünceye kadar Trabzon bezinden gömlek giydiğini, öldüğünde üzerinden çıkan gömleğin de Trabzon bezinden olduğunu bilmiyordum. İçim titreyerek, babamı düşünerek okuyorum. Başka notlarım da var, bitince sizinle onları da paylaşacağım.
24 Ocak 2008 Perşembe
oraya hiç gitmedim
Birden Eşkıya başını kaldırdı, sanki bir şey duymuştu. Kadın aldırmadı, kulağına bir ses çalınmamıştı; ama Eşkıya aniden ayağa fırlayıp bir kere havladı. Kadın elindeki kitabı kapattı ve “ne oldu oğlum” dedi ona, Eşkıya ona baktı dikkatle ve ayağa kalkıp arkasını dönüp tin tin tin salon kapısına kadar gitti. Kadın gözleriyle izledi onu, kapıya vardığında Eşkıya tekrar geri dönüp baktı ve “hav” dedi gene. Anladı kadın, herhalde dışarı çıkmak istiyor diye düşündü. O da kalktı, sokak kapısına kadar gitti atkısını aldı, paltosuna elini uzatmıştı ki, Eşkıya’nın heyecanla sokak kapısını tırmalamaya başladığını gördü, şaşırdı. Hiç böyle sabırsızlık yapmazdı ki. “Tamam oğlum, çıkıyoruz şimdi” dedi sakinleşmesi için, paltosunu da giydi, kapıyı açtı. Açmasıyla birlikte Eşkıya hoplaya zıplaya koşmaya başladı, bahçe lambasını da geçti gitti, neredeyse gözden kaybolmuştu. Kadın bir an durakladı, bir tuhaflık vardı sanki, kapıyı çekti ve o da bahçeye doğru birkaç adım atmıştı ki Eşkıya’nın sesini duydu, yanına çağırır gibi. Durdu bir an, başını kaldırıp derin bir nefes aldı, kar yoktu ve hava öyle güzeldi ki, soğuğa rağmen bu tablo gibi manzaranın içinde olmanın tadını çıkardı, sonra yürümeye başladı. Bahçe lambasının ötesinde, işte orada durmuş havlıyordu Eşkıya. Birden sanki onun olduğu yerde başka bir şey de varmış gibi hissetti, adımlarını hızlandırdı. Belki bir tavşandı, ormandan gelmiş, orada donmuş kalmıştı. Köpeğe yaklaştıkça tavşan olamayacak kadar büyük bir şeyin yanında olduğunu farketti, o sırada Eşkıya onun geldiğini görünce havlamayı kesmiş, o şeklin yanına kıvrılmıştı. Yanlarına geldiğinde karların arasında yatan çocuğu görünce şaşırdı önce, hemen eğildi elini çocuğun alnına koydu, henüz sıcaktı. “Aferin oğlum” dedi Eşkıya’ya ve o yanında heyecandan hoplayarak dönp dururken dili dışarıda çocuğu kucakladı, eve geri yürüdü. Kuş gibi hafifti çocuk, uyumaya devam ediyordu, yürüken yüzüne baktı onun tanıdığı biri mi diye, ama çıkaramadı. Eve girdiklerinde ateşin yanına uzattı çocuğu, gidip buzdolabindan buz aldı tekrar yanına döndü, hiç telaşlanmadığına şaşırarak, onun ellerini yanaklarını ovmaya başladı. Ne de güzel bir yüzü vardı, nasıl gelmişti acaba buraya? O ovarken Eşkıya yanında pür dikkat durmuş izliyordu, o bile nefes almaktan korkar gibiydi. Derken müzik tam “J’Y Suis Jamais Alle” olunca, çocuk gözlerini açtı, sanki bir rüyadan uyanmış gibiydi. Şömine ateşinin ışığında ona şevkatle ve gözlerinde sevgiyle bakan kadını, yanında sessiz duran ve ona dikkatle bakan köpeği gördü, fondaki müzikle beraber öyle güzel bir tablo oluşturuyorlardı ki, öldüğünü düşündü, ağlamaya başladı. İşte o zaman kadın sarıldı ona, birlikte hafifçe sallanmaya başladılar, onun gözlerinden yaşlar akıyor, kadın ona alçak sesle “geçti bebeğim, geçti, güvendesin” diyordu.
Meraklısına Not: hayata geri dönmek için "J'Y Suis Jamais Alle"den güzel bir şarkı olamaz bence. ne zaman dinlesem yaşadığıma şükrettiğim bu şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz.
23 Ocak 2008 Çarşamba
uykusuza masallar
13 Ocak 2008 Pazar
kuşlar-kanatlı uygarlık
21 Kasım 2007 Çarşamba
istedum da istedum-ha bu nedur şimdi?
Babasından istedum kızım küçüktür dedi
Anasından istedum çeyizi yoktur dedi
Ablasundan istedum sevenleri çok dedi
Kardaşundan istedum sana kız mız yok dedi
Allah Allah, aldı mı beni bir merak ne olacak bu çocuğun hali diye..
Amcasundan istedum benden sorulmaz dedi
Dayısundan istedum torum kıyılmaz dedi
Halasından istedum köyden ayrılmaz dedi
Teyzesunden istedum eşi bulunmaz dedi
Vah vah..a çocuk, kıza sorsan ya diye dövünüyorum ben radyo başında ama bizimki devam ediyor turlara:
Dedesunden istedim al da kaç oni dedi
Muhtaruna söyledim mühür vuramam dedi
Azasuna söyledim imza atamam dedi
Hocasuna söyledim nikâh kıyamam dedi
Eniştesune dedim ben kararsızum dedi
Yengesunden istedim ben tarafsızum dedi
Komşusuna söyledim burdan geçmeyun dedi
Fatma ablaya sordum ormana gitti dedi
Al işte kel oğlan keleş oğlan sen köyü dolaşıp önüne gelene sorarsan bu işi, kız alır başını gider tabii. Ben bu arada bi baktım sigara bitmiş ben radyo başında film izler gibi çakılmış duruyorum. Sanırım olayın sonunu siz de merak ettiniz :)
Belimde tabancayla düştüm yollara düştüm
Ormanın derininde sevdiğumle buluştum
Orman köyden uzağa, düşmeyelim tuzağa
Ormanın ortasında geldik kucak kucağa
O davrandı orağa, ben davrandım bıçağa
Allah saburlar versin de bu sevdalu uşağa
Hadi buyur. Böyle bitti. Ne bu şimdi? Arkası yarın olsa bilirim saatini gider dinlerim, ama türkü ayol bu. Aklıma takıldı mı şimdi bunların hali, ormanda karşı karşıya. Demek ki neymiş, sigara sağlığa zararlıymış (toplumsal bir mesaj da verdim hehehe).
Meraklısına not: böyle bir türkünün varlığına inan(a)mıyorsanız, lütfen burayu tıklayınız, ismail türüt'ü benim gibi sevmiyor olsanız bile komedi niyetine seyrediniz. klipte kolunun altında iki tavukla iki dirhem bi çekirdek kızı istemeye giderken başlıyor :) komik kız istemeler deyince zavallı vecihi'yi (şener şen) anmadan geçmek olmaz, o güzelim eski Türk filmlerine selam olsun.
16 Kasım 2007 Cuma
şurdan burdan-4
-9 Eylül 2007 tarihli yazımda bahsedip de herkesi meraklara düşürdüğüm Pizza Hut'ta kahvaltı olayını sonunda bağlıyorum. Haftaiçi her gün 5.90 YTL'ye zengin kahvaltı tabağı ve 1.50 YTL'ye de sınırsız çay uygulamasına da başlamışlar. Haftasonları 9.90 YTL'ye açık büfe kahvaltı servisi de devam. ancak her Pizza Hut'ta bu hizmet yok. Hafta içi kahvaltı tabağı, hafta sonu da açık büfe kahvaltı veren restoranlar: Acıbadem, Bağdat Caddesi, Kozyatağı, Süreyya Plajı, Bahçeşehir Prestige ve 7. Cadde/Ankara. Hergün kahvaltı tabağı veren restoranlar ise Beşiktaş, Atakule/Ankara ve Balçova Kipa/İzmir. şimdi bu bölüm gerçekten kültür hizmeti oldu, Pizza Hut'un kendi sitesinde bile yok. sevildiğinizi bilin :)
-Mercan Dede son albümünü çıkarmış. ismi 800. bu yılın Mevlana'nın 800. doğum yılı olarak kutlanması nedeniyle bu albümünde barış temasını işlemiş. Mercan Dede, bu sefer her zamanki mistisizmini rapçi Ceza ile harmanlamış. şarkılar genelde 6 dakikadan uzun, müzikler gene etkileyici ama birden Ceza çıkıp sözleri rap formunda söyleyince ilk dinlemede biraz şok geçirmeniz olası. şarkılardan birinde Yıldız Tilbe'nin de vokali var. "Tutsak" isimli bu şarkının sözlerini de Yıldız Tilbe yazmış. oldukça arabesk nağmeleri olan bu şarkı, enteresan.
ey gökyüzü aydınlık mısın benim kadar ve karanlık
hasret yakarmış, kavuşmak varmış
güneşten sıcak, sudan çıplak
sanırım hiçbirşey yok aramızda aşktan başka
vay hayat, ey hayat
denizde vardı oltam bir balık tuttum zannettim
baktım hepsi rüyaymış mekanım yanmış bir orman
ve tek seçimse çaresizlik ona inanma
göz gördüğünden korkmaz
eski bensem bir çiçek olsam da solmam
anlatsın bilen kimse
hep çeken bilir demişler çekense susmuş
hep konuşmuş çekmeyen kim varsa
anlatsın derdi çeken hüzün kaplı yüzlerinde
karışmakta dertler
ellerinde kürekle kazma
ve der ki şeytan yazma
ben olsam neyle anlatırım neyle anlarım
ben anlatmazsam hangi sazla mürekkebim elimde kağıdım aynam
gönlü saydam olan anlar ancak
işte sayfam hergün intihar peşinde ve umutlar peşinde
bu dünya kapkaranlık ışık başka yerde herkes peşinde
herkes sandığı kadar iyi olsaydı keşke
en azından ay beklerdi üstümde yalnız gecede
başka seveceksin başka şekilde başka biçimde
güneşten sıcak sudan çıplak
hiç kimsenin kalbi/şansı yok
bu benim kendi alın yazım
seveceğim başka yolu yok
seveceksin başka yolu yok
naklen mutluluk istiyoruz (hahaha) di mi
naklen huzur istiyoruz
naklen sevgi
niye varız
aşktan başka
şarkıyı kaç kere dinledim bu sözleri yazmak için şaşırdım. ortadaki "bir oltam vardı" diye başlayan italik bölümü Ceza seslendiriyor. sözleri bilip takip edince rap hoş bişey yahu. ah, bir de naklen mutluluk istiyoruz'dan sonraki hahaha benden değil, Yıldız Tilbe orada gülüyor, konuşur gibi. peşinden "di mi" diyor. var ya onun o arızalı halleri, kaydı gözümün önüne canlanıyor duyunca. alem kadın.
bence başarılı bir albüm, şarkıların podcast'larını doublemoon'un sitesinden şuraya tıklarsanız, dinleyebilirsiniz. ayrıca, radikal'de yayınlanan Mercan Dede ve 800 söyleşisi için de buraya tıklayabilirsiniz.
- İhsan Oktay Anar'ın son kitabı "suskunlar"ı bitirdim bu hafta. çok güzeldi, Anar'ın uzun cümleleri, tınıları kulağınızda şındırdayan kelimeleri ile bir zaman tünelinde Osmanlı'ya gitmek gibiydi. kendinize bir iyilik yapın, okuyun. Radikal Kitap'ta yayınlanan İhsan Oktay Anar ve Suskunlar yazısı için de buraya tıklayabilirsiniz.
-kitap kurtları ve iflah olmaz alışverişkoliklerin vazgeçilmez adresi (kendimi tarif ettiğim anlaşılmıyor değil mi) ideefixe.com'da sanal kitap fuarı başladı. oldukça avantajlı fiyatlarla sunulan kitapların yanısıra, yazarların önerileri, kitap listeleri, söyleşileri de var ama benim için bu fuarı daha özel kılan, fuar nedeniyle düzenlenen bilgi yarışması. burada çeşitli romanlardan rastgele seçilmiş parçaları veriyorlar, siz kitabın ne olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz. geçen yıl büyük ödül araba idi. bu yılki ne acaba deyip baktım ki, siteden kendisinin seçtiği 50 kitap verilecekmiş en çok doğru yanıtı bulan kişiye. allah allah, arabalar mı pahalandı kitaplar mı?? bu yılki sorular biraz zor sanki. yarışmaya katılmasanız bile, ilginç olabilir.