Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $9.99/month after trial. Cancel anytime.

Kalk Yerine Yat
Kalk Yerine Yat
Kalk Yerine Yat
Ebook158 pages1 hour

Kalk Yerine Yat

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Hayat bazen bir uyku sersemliğiyle karşılar bizi. Üstümüze bir ağırlık basar, olmayacak yerde uyuyakalırız, tutulup kalır her yanımız. Hep özlemini çektiğimiz bir ses gelip uyandırır sonra, "Kalk, yerine yat" der ve insan bu sesin sıcaklığına tutunur. Ve evet, herkes günün birinde yerini bulur.

Şermin Yaşar'dan sağda solda uyuyakalmaktan tutulup kalmış, günün birinde uyanıp yerini bulmuş insanların sıradan ve bir o kadar da olağanüstü öyküleri…
LanguageTürkçe
Release dateAug 18, 2023
ISBN9786258036718
Kalk Yerine Yat

Related to Kalk Yerine Yat

Related ebooks

Related categories

Reviews for Kalk Yerine Yat

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kalk Yerine Yat - Şermin Yaşar

    Kalk Yerine Yat

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/sermin-yasar

    KALK YERİNE YAT

    Yazan: Şermin Yaşar

    Editör: Aslı Güneş

    Yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Ocak 2022 / ISBN 978-625-8036-71-8

    Kapak resmi: Setenay Alpsoy

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / [email protected] / [email protected]

    Kalk Yerine Yat

    Şermin Yaşar

    Şans Talih Kader Kısmet

    Vay be dedi Besim Usta. Nereden nereye? Dünya küçüktü. Bununla beraber insanlar da çift yaratılmıştı. Şayet bu adam Ender Başçavuş’un çifti değilse, dünya kesin çok küçüktü. Üstünden geçmiş otuz, otuz beş yıl... Bozuntuya vermedi Besim Usta, tam hesap yaptı. Vay be dedi, 33 yıl...

    Adınız neydi beyefendi, kusura bakmayın, söylediyseniz de unuttum diye sordu, emin olmak için.

    Ender, evladım diye cevapladı Ender Başçavuş.

    Evladım mı dedi o? İşe bak, Ender Başçavuş, Besim’e evladım desin...

    Hiç renk vermeden, Benimki de Ömer dedi Besim Usta. Yalan mı? Değil. Ömer Besim Karaman kimlikteki ismi. Kimsenin Ömer dediği, diyeceği yoktu bunca senedir. Bari Ömer ismi bir kere de işe yarasın. Besim deyip de Ender Başçavuş’u kıllandırmasın durduk yere.

    Ömer evladım, ben titiz insanımdır. Dostlarım bilir. Fehim Bey sizden bahsetti. Onların evini pek beğendim. Fehim Bey de masraftan kaçınmamış gerçi. Güzel olmuş evleri, güle güle otursunlar. Ben geçen yıl kalp krizi geçirdim, şimdi iyiyim. Çocuklar, ‘Baba yaşantını değiştir, daha küçük bir yerde sakin, stressiz yaşa’ deyince aklımıza düştü taşınmak. Fehim Bey eski dostumdur. O da bizim sitede ev var deyince, burası nasip oldu, aldık. Benim tadilatla falan uğraşacak halim, mecalim yok. Böyle de girilirdi eve ama istedik ki sonradan başımıza iş çıkarmasın. Badanasını yapalım, kırık dökük yerlerini tamir edelim, çatısına falan da bakmak lazım. Kim uğraşır bunlarla derken Fehim Bey sizi söyledi. ‘Çok temiz çalışır’ dedi.

    Sağ olsun dedi Besim Usta. Biz siz gelmeden önce baktık Fehim Bey’le. Çok bir şey yok evde. Bu tadilat işlerinin ucu bucağı yoktur. Yaptırdıkça yaptırırsınız. Ben naçizane birkaç not aldım. Benim fikrim, mutfak-banyo dolapları iyi, ama klozetleri yenileyelim. Mutfak tezgâhını değiştirirsek hanımefendinin daha içine siner. Parkeleri zaten cilalarız, kapılar iyi, değiştirmeyelim. Çatıya bakacağım. Henüz bakmadım. Elektrik prizlerinde birkaç kırık var. Böyle şeyler. Kırılacak, dökülecek bir şey yok gibi. Tabii sizin bir isteğiniz yoksa.

    Biz de kolay halledelim istiyoruz. Ne vaktimiz ne nakdimiz var açıkçası. Birlikte de gezip bakalım, konuşalım dedi Ender Başçavuş.

    Birlikte girip evi gezdiler. Notlarını aldılar. Başçavuş tadilat için gelemeyeceğini, tadilatın başında duramayacağını, toruna baktıklarını, torunun okulu tatile girince ancak gelebileceğini anlattı. Zaten lüzumu yoktu, usta onları yormaz, hallederdi. Besim Usta’nın, işleri kalem kalem fiyatlandırarak bir teklif sunması üzerine anlaştılar. El sıkıştılar. Besim Usta, Ender Başçavuş’un kendisini tanımadığına emin oldu.

    Temiz iş yapan birine benziyorsunuz Ömer Usta. İnşallah uygun bir fiyat verirsiniz de bizi yeni bir usta aramak zorunda bırakmazsınız dedi Ender Başçavuş sevimsiz bir gülüşle.

    İnşallah dedi Besim Usta.

    İşte o inşallahtan sonra Besim Usta’nın muhasebesi başladı. Hesap yapacaktı ama hesap öyle şu kadar fayans gider, bu kadar boya gider, şu kadar kiremit değişir, bu kadar tezgâh alınır hesabı değildi. Derin bir muhasebeye ihtiyaç vardı. Çocukluğunu, gençliğini, evliliğini, çocuklarını, yaptığı işi, her şeyi hesaba katarak bir hesap çıkarması gerekiyordu ki çok da kolay olmayacaktı.

    Önce Bırak, teklif falan verme, gitsin başkasına yaptırsın diye düşündü. Başka usta mı yok Fethiye’de sanki! Gitsin başkasıyla anlaşsın. Fehim Bey’e ayıp olurdu bu sefer de. Ayıp olursa olsun. Lanet gitsin Fehim’e de, Ender’e de... Herkese... En çok da babasına... Babasındaydı zaten asıl kabahat. Vereyim yüksek bir fiyat, nasıl olsa kabul etmez diye düşündü. İş yapmak istememenin en nazik yolu yüksek fiyat çekmekti. Ama bir yandan da kabul etsin istiyordu. Kabul etsin ve Besim, Ender Başçavuş’u boş evin içine çekip bir akşam saati, kimse yokken, evire çevire, karnına tekmeyi basa basa, yaşlıymış, büyükmüş, başçavuşmuş demeden, ümüğünü sıka sıka, ağzından burnundan kan gele gele, bayıltana kadar dövsün. İçindeki nefreti derdest eden sabır ipi kopmuş, bir tespih gibi dağılmıştı. Her boncuk tanesinin üzerine basıp ezmek istedi Besim Usta. Sigara üstüne sigara yaktı. Elleri titriyor, karnına ağrılar giriyordu. Öfkesi kabarıp da kabına sığmaz olunca farkına vardı ki yıllardır aradığı o put Ender Başçavuş’muş. Yıkılmayı bekleyen bir duvar gibi duruyordu başçavuş karşısında. Yıllardır sebebini bilmediği, kendi tabiatına aslında hiç de uymayan, onu bir kurt gibi içeriden kemirip duran, içini kurutan öfkenin kaynağını bulmuştu sonunda. O tek suçlunun babası olduğunu sanıyordu. Babasına bir şey diyemediği için öfkesini senelerdir bastırıyor, bastırdıkça dişlerini sıkıyor, öz babasına duyduğu nefreti omuzlarında korkunç bir ağırlık olarak taşıyordu. Kolay değildi babadan, anadan nefret etmek. Nefret ettiği halde yine de onlardan sevgi dilenen bir çocuk gibi, kırk beş yaşında, evet, kırk beş yaşında bir çocuk gibi yanlarında yörelerinde dolanmak, kendini beğendirmeye, sevdirmeye çalışmak, yaptığı her şeyi içindeki öfke ve nefret duygusuyla hep o küskün halle yapmak, büyüyememek, tam olamamak, kendini ait hissedememek, güvensiz ve tedirgin baba evi ziyaretlerinde susmak, susmak ve durmadan susmak kolay değildi. Bunların hepsini Besim Usta bilirdi. Sırtını dayayabileceği bir babaya öyle ihtiyacı vardı ki, yıllar boyu ördüğü bütün duvarları kendine baba diye ördü. Her ördüğü duvarın önüne çöküp yaslanır ve bir yorgunluk sigarası içerdi. Ben yaptım, elimin emeği, alnımın teri der ve yaslanır; sırtındaki o elin yokluğunu tuğlalarla, duvarlarla doldurmaya çalışırdı. Ama ördüğü hiçbir duvarı yanında taşıyamazdı. Şimdi, yıllar sonra, otuz üç uzun yılın sonunda Ender Başçavuş’la yeniden karşılaştığında aslında öfkesinin muhatabının babası değil, Ender Başçavuş olduğunu fark etmişti. Haline şaşıyor, elinde hesap yapmak için tuttuğu promosyon ajandanın sayfalarına tükenmezkalemi bütün gücüyle bastırarak daireler çiziyordu. Sayfanın üzerine onlarca daire çizdi Besim Usta. Her bir daireyi karaladığını, hepsinin üzerini sanki kendi alınyazısını karalıyormuş gibi nefretle karaladığını da fark etmedi. Oysa her şey o küçük dairelerle başlamıştı.

    On iki yaşındaydı Ömer Besim. Bir bayram, bayram harçlıklarıyla mahallenin bakkalından kader kısmet kutusu dedikleri bir şans oyunu satın almıştı. Kutunun üzerinde küçük yaldızlı daireler vardı. Parasını vererek bir daireyi kazıyabiliyorlardı çocuklar; şansları yaver giderse kazıdıkları dairelerden numaralar çıkıyordu. Her numaranın karşılığında bir çikolata alabiliyorlar, numarasız dairelerde ise boş bir gofrete talim ediyorlardı. Kader kısmet kutusu almak, belki de bütün bayram harçlığını bakkala bayılmak demekti. Küçük bir ticari girişimdi nihayetinde bu da, şimdi tek tek bütün daireleri kazıtarak verdiğinden daha fazla para kazanacaktı ve bir milli piyangocu edasıyla sokaklarda şans, talih, kader, kısmeeeet diye bağıracaktı. Besim sokaklarda şans, talih, kader, kısmeeeet diye bağıramıyor, tabiatı bağırmaya uygun olmadığından, ancak çocukların olduğu yerlere doğru elinde kutuyla giriyor, kendisinin bile zor duyacağı bir sesle çocukları elindeki kutunun dairelerini kazımaya davet ediyordu. Para kazanması lazımdı, çünkü liseye başlayacaktı Besim. Yatılı gidecekti, yanında daha çok para olursa, daha rahat edeceğini düşünüyordu. Kardeşlerinin ve kendisinin bayram harçlığını birleştirerek bir kader kısmet kutusu alabilmişti. Kumardan, iddiadan, gereksiz yeminden, haksız kazançtan nefret eden babası duysa kemiklerini kırardı. Ama babasına gerek kalmayacaktı, zira Besim Ender Başçavuş’un elinde kalacaktı.

    Ender Başçavuş’un evi Besim’lerin arka mahallesindeydi. Başçavuşu tanıdığı falan yoktu, adını bile duymamıştı. Elinde kutuyla o mahalleye kadar gitmişti Besim. Başka bir mahalleye gelince utangaçlık hissi de azalmıştı biraz. Şans, talih, kader, kısmet diye diye yürüyordu sokakta. Her mahallede çocukların toplandığı bir yer olurdu, bu mahalleninkini arıyordu. Manisini söyleyerek yürürken incecik bir ses Kısmetçiii diye seslendi. Besim yıllar boyu rüyalarında bu sesi duyacak, bu sesin peşinden gidip kuyulara düşecekti. Gri boyalı demir kapının önünde kara gözleri insanı halka halka içine çeken, çatık kaşlı bir kız Kısmetçi diye çağırıyordu Besim’i. Besim, kıza doğru yürüdü. Kıza kısmet çektireceğini, parasını alacağını, şansı yaver giderse kızın kazıdığı dairenin boş çıkacağını, saman dedikleri gofretlerden verip yoluna devam edeceğini düşünüyordu. Kısmet kutusunu kıza doğru uzattı, hiç konuşmadan. Kız kolundan tutup Besim’i içeriye çekti. Demir kapı bir canavarın demir dişleri gibi yuttu Besim’i. Kıza çıtını çıkartamadı. Ben içeriye gideyim, para getireyim dedi kız. Besim avlunun içinde kapıya yaslanıp ne olacağını bir an bile düşünmeden, on iki yaşın kalp atışları ve heyecanıyla bekledi kızın gelişini. Kız gelmek bilmedi. Besim bekledikçe bekledi ve aklının ucundan bir an bile kapıyı açıp çıkıp gitmek gelmedi. Kız nihayet bir avuç parayla çıkageldi. Paraları Besim’in avucuna bıraktı. Bu, Besim’in kutunun tamamı için verdiği paranın neredeyse iki katıydı. Böyle olmazdı ki. Her bir kutucuğa bozuk paralar ala ala para kazanmalıydı. Böyle olmazdı. Kız önce bir kutuyu kazıdı. Boş çıktı. Sonra diğerini, diğerini, diğerini... Şımarık kahkahalarla kazıyordu kutuları. O güldükçe Besim de gülmeye başladı. Boş çıkan kutuların hakkı olan gofretleri iştahla yiyordu kız. Birkaç tanesini Besim’e uzatmıştı. Hem de eline değil, ağzına. Besim ne yapacağını bilmeden, büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla ısırmıştı kızın uzattığı gofreti. Ne olduğunu anlamadığı duyguların coşkunluğuyla elleri titreyerek tutuyordu hâlâ kısmet kutusunu. Kız hepsini kazıdı kutucukların. Gofretlerin, çikolataların hepsini birlikte yediler. Üstü başı gofret kırıntısıyla dolu ve çikolata bulaşığı kaplı dişleriyle gülümserlerken birbirlerine, demir kapı açıldı. Ender Başçavuş daldı avluya. Besim olduğu yerde çivilendi. Kız koşarak babasına sarıldı. Nasıl yapabildiğini Besim’in hâlâ çözemediği bir ustalıkla Kurtar beni diye ağlayarak babasının üstüne tırmanmaya başladı.

    Elimden bütün paramı aldı, bana zorla gofret yedirdi. Beni öpmeye kalkıştı diye çığlık atıyordu kız. Besim’in kulaklarına, gözlerine kum taneleri gibi doluyordu kızın sözleri. Besim o an mı bayıldı, yoksa Ender Başçavuş’un kemer darbeleriyle, tekmeleriyle, tokatlarıyla, yumruklarıyla mı bayıldı, bu kısmı hiç hatırlamayacaktı. Bayılmadan önce kendini anlatabilmek için, dünyanın bütün mazlumlarının ahını gırtlağında ses yapıp Ben şans, talih, kader, kısmet... diyebildi yalnızca. Nasip haaa! Al sana nasip! Al sana kader! diye diye öldüresiye dövdü başçavuş, Besim’i. Bir köpek ölüsü gibi ensesinden tutup birkaç mahalle dolaştırdı oğlanı. Sahibini arıyordu Besim’in. Sonunda bir mahallede tanıyan çıktı, evlerini gösterdi. Başçavuş, Besim’i babasının ayaklarına attı. Bütün mahallenin toplandığı kapı önüne, Besim’in daha önce hiç duymadığı bir kelime kapı numarası gibi asılmıştı: Sapık. Yıllar geçti, mahallenin adı değişti. Sokak isimleri yerine sokak numaraları geldi. Evin dış cephe boyası değişti, bahçe kapısı değişti, çok şey değişti, ama o kelime o kapıda hep asılı kaldı. Sapık kelimesinin oradan sökülebilmesi için Besim’in kasabadan gitmesi bile yeterli olmadı.

    Babası Besim’i hiç dinlemedi. Ne olduğunu, nasıl olduğunu sormadı. Başçavuşun bıraktığı yerden babası aldı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1