Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $9.99/month after trial. Cancel anytime.

Uzun Hikaye
Uzun Hikaye
Uzun Hikaye
Ebook95 pages1 hour

Uzun Hikaye

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu.
Babam "İnatsın inat... İnatçı adamın saçı yatmaz. Dedene çekmişsin besbelli. Keşke annene benzeseydin" diyordu.
Keşke...

Annemin le

LanguageTürkçe
PublisherDergah
Release dateApr 22, 2016
ISBN9789759956271
Uzun Hikaye

Related to Uzun Hikaye

Related ebooks

Reviews for Uzun Hikaye

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Uzun Hikaye - Mustafa Kutlu

    Mustafa Kutlu

    UZUN HİKÂYE

    Uzun Hikâye’nin yayın hakları Dergâh Yayınları’na aittir.

    Dergâh Yayınları: 111

    Sertifika No: 14420

    Türk Edebiyatı - Hikâye: 20

    Mustafa Kutlu Dizisi: 14

    ISBN: 978-975-995-628-8 (k) 978-975-995-627-1 (e)

    1. Baskı: Şubat 2000 II 39. Baskı: Nisan 2015

    Global Baskı: Nisan 2016

    Dizi Kapak Tasarımı: Mustafa Kutlu

    Kapak Uygulama: Ercan Patlak

    Sayfa Düzeni: E. Gökçe Aksoy

    Kapak Basım Yeri: Hanlar Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.

    Tel: [212] 324 08 82

    Dağıtım ve Satış (Türkiye): Ana Yayın Dağıtım

    Molla Fenari Sokak Yıldız Han No: 28 Giriş Kat

    Cağaloğlu / İstanbul

    t: +90 [212] 526 99 41 (3 hat) f: +90 [212] 519 04 21

    Dağıtım ve Satış (Global): Cagaloglu

    Hobyar Mah. Cemal Nadir Sokak. Büyük Milas İş Hanı Kat 2 Daire 229 Cağaloğlu/ İSTANBUL 34112, TR

    t: +90 [212] 639 01 00 II f: +90 [212] 639 4542

    Printed in the United States of America

    Mustafa Kutlu

    UZUN HİKÂYE

    I. BÖLÜM

    Ben o za­man­lar on al­tı ya­şın­day­dım, li­se bir­de. İn­ce uzun bir oğ­lan. Saç­la­rım kir­pi gi­bi dik du­ru­yor; ne ya­na, ne ge­ri­ye ta­ran­mı­yor, be­ni de­li edi­yor­du.

    Ba­bam İnat­sın inat... İnat­çı ada­mın sa­çı yat­maz. De­de­ne çek­miş­sin bes­bel­li. Keş­ke an­ne­ne ben­ze­sey­din. di­yor­du.

    Keş­ke...

    An­ne­min le­pis­ka gi­bi yu­mu­şa­cık, sa­rı saç­la­rı var­dı. En çok o ma­vi göz­le­ri­ni öz­lü­yo­rum. Be­nim oğ­lum oku­ya­cak, yük­sek bir me­mur ola­cak der, son­ra da göz ucuy­la ba­ba­ma ba­kar­dı. San­ki an­laş­mış­lar gi­bi ba­bam da ona ba­kar, du­dak­la­rın­da mu­zip bir gü­lüm­se­me:

    Hıh... Biz oku­duk, bir şey ol­duk san­ki di­ye omuz sil­ker­di.

    Ne za­man an­nem ak­lı­ma düş­se, o va­gon­dan evi ha­tır­lı­yo­rum. Sis­ler ara­sın­da be­li­ren bir ma­sal ge­mi­si gi­bi. Ha­fı­zam­da birtakım re­sim­ler, olay­lar, in­san yüz­le­ri var. Bö­lük pör­çük cüm­le­ler, gü­lüş­me­ler, hıç­kı­rık­lar.

    Bun­la­rı ba­ba­ma so­ru­yo­rum.

    Hiç yük­sün­me­den, san­ki yaz­dı­ğı bir ro­man­dan pa­saj­lar oku­yor­muş gi­bi, bü­tün te­fer­ru­atı ile an­la­tı­yor. Ve ben ye­ni­den beş al­tı yaş­la­rın pem­be-be­yaz dün­ya­sı­na gö­mü­lü­yo­rum.

    Kü­çük is­tas­yon bi­na­sı­nın ar­ka­sın­da, bat­tal bir hat­ta çe­kil­miş, es­ki bir va­gon­da ka­lı­yor­duk.

    Va­gon­dan ev.

    Ba­bam er­ken­den işe gi­der­di. Ben uyan­dı­ğım­da yok­tu ya­ni. An­nem o sı­ra­da dı­şa­rı­da olur­du. Ta­vuk­la­ra yem ve­ri­yor tabii. Kı­zar­dım ona. Be­ni bek­le, be­ni uyan­dır, bir­lik­te yem ve­re­lim di­ye. Dı­şa­rı­da ya­kı­cı bir gü­neş var­dı. Ya­zın gü­neş, kı­şın kar. Do­ğu­da bir yer­ler­de ol­ma­lıy­dık. An­nem va­gon evin önü­ne bir bah­çe kur­muş­tu. Va­go­nun ça­tı­sı­na çe­kil­miş ip­le­re do­la­şık eb­ru­li, ma­vi kah­ka­ha çi­çek­le­ri, cen­net sü­pür­ge­le­ri, ge­ce sa­fa­la­rı, ka­di­fe­ler, hat­ta te­ne­ke ku­tu­la­ra di­kil­miş iki de ka­ran­fil var­dı.

    Ha­va­lar se­rin­le­yin­ce ka­ran­fil­le­ri içe­ri alır­dık. Va­gon evin ır­ma­ğa ba­kan yü­zü­ne bir pen­ce­re açıl­mış­tı. Ka­ran­fil­le­ri onun önü­ne ko­yar­dık. Sa­bah uyan­dı­ğım­da, pen­ce­re­den sı­zan gü­neş göz­le­ri­mi ka­maş­tı­rır; or­ta­lı­ğı bir ka­ran­fil ko­ku­su kap­lar­dı.

    Ta­vuk­lar için kü­çük bir tah­ta kü­mes, bir de fi­no kö­pe­ği­miz var­dı.

    An­nem tu­lum­ba­dan su çe­ker, eli­mi yü­zü­mü yı­kar­dı. Son­ra va­go­nun göl­ge­si­ne çe­ki­lip fa­sul­ye ayık­lar­dı.

    Ben ora­lar­da oy­nar, kar­ga­la­ra taş atar­dım. Öğ­le­ye doğ­ru pos­ta ka­ta­rı ge­çer; onun ar­dı­sı­ra bir mar­şan­diz çuf­la­ya-puf­la­ya is­tas­yo­na gi­rer­di.

    Pos­ta ka­tar­la­rı hep as­ker mi ta­şır?

    Ben­de ka­lan fo­toğ­raf­lar hep böy­le.

    Ti­ren is­tas­yon­da pek az ka­lır, bu ara­lık­ta as­ker­ler ba­ğı­rış-ça­ğı­rış tu­lum­ba­ya sal­dı­rır; dö­ke-sa­ça el-yüz yı­kar, şi­şe­le­ri ya­rı­bu­çuk dol­du­rup bir te­laş ye­ni­den ti­re­ne ko­şar­lar­dı.

    Mar­şan­diz­ler ço­ban­la­rın, ko­yun­la­rın, iri kan­gal it­le­ri­nin, kö­mür ve ma­den yük­lü va­gon­la­rın yor­gun, ih­ti­yar ka­tar­la­rıy­dı.

    An­nem is­tas­yon bi­na­sı­nın önü­ne, ray­lar ara­sı­na ka­dar git­me­me katiyen izin ver­mez­di. Za­ten az son­ra; ya­ni ti­ren­ler çe­kip git­tik­ten, ses-se­da ke­sil­dik­ten son­ra ma­kas­çı­nın ka­rı­sı ile kı­zı ge­lir, göl­ge­ler uza­mış, ikin­di se­ri­ni bas­tır­mış olur, an­nem ır­ma­ğa ba­kan ta­ra­fa bir ki­lim se­rer, ora­cık­ta otu­rur sa­at­ler­ce ko­nu­şur­lar­dı.

    Ma­kas­çı­nın ka­rı­sı çok dert­li idi. Sar­hoş ve huy­suz ko­ca­sı ge­ce-gün­düz dö­vü­yor­du onu. Se­kiz on yaş­la­rın­da­ki kü­çük kı­zı bu şid­det or­ta­mın­dan fe­na hal­de et­ki­len­miş; bel­ki ada­mın bir to­ka­dı­nı, tek­me­si­ni ye­miş ve di­li tu­tul­muş­tu. Na­di­ren birkaç ke­li­me ko­nuş­tu­ğu­nu ha­tır­lı­yo­rum. An­ne­si­nin yap­tı­ğı bez be­bek­le­ri ba­na gös­te­rir, Be­bek... Be­bek... di­ye çır­pı­nır­dı. O ıs­sız­lık için­de ba­na bir kar­deş gi­bi sa­rıl­mış­tı. Bir de­di­ği­mi iki et­mez; ya­ba­ni ar­mut­la­ra ke­di gi­bi tır­ma­nır, boz­kı­rın or­ta­sın­da yem­lik, ku­zu­ku­la­ğı, man­tar, yer el­ma­sı ne bu­lur­sa ge­ti­rir­di.

    Ben bu kız­la bir­lik­te kar­ga­la­rı ko­va­la­mak­tan, kö­pek­le ya­rış­mak­tan yor­gun dü­şer, an­ne­min di­zi­ne ba­şı­mı ko­yar ve o sa­at­ler­de uyu­muş olur­dum.

    Zih­nim­de ka­lan; gök­yü­zü, bu­lut­lar ve an­ne­min ber­rak ma­vi göz­le­ri.

    Ak­şam eza­nı­nın önü­ sı­ra ba­bam elin­de bir zem­bil, ek­mek, seb­ze, ba­na mut­la­ka bir kâ­ğıt­lı ve­ya kır­mı­zı-be­yaz hal­ka­lı şe­ker ile çı­ka­ge­lir­di. Ir­ma­ğın kar­şı ya­ka­sın­da uza­nan na­hi­ye­de ga­li­ba bir za­hi­re tüc­ca­rı­nın kâ­tip­li­ği­ni ya­pı­yor­du.

    Son­ra­la­rı, ya­ni an­nem öl­dük­ten, biz ba­bam­la bir­lik­te o ka­sa­ba se­nin, bu şe­hir be­nim di­yar di­yar gez­me­ye baş­la­dık­tan son­ra; bel­ki çık­tı­ğı­mız bu bit­mez tü­ken­mez yol­cu­luk­lar sı­ra­sın­da, bir kam­yo­nun şo­för ma­hal­lin­de, bir at ara­ba­sı üze­rin­de ve­ya ikin­ci mev­ki bir ti­ren kom­par­tı­ma­nın­da sor­mu­şum­dur:

    Ba­ba o va­gon­dan eve ne­re­den gel­dik biz, ni­ye gel­dik?

    De­di­ğim gi­bi, ba­bam hiç yük­sün­mez, baş­tan sav­maz, ha­yat hi­kâ­ye­si­nin her saf­ha­sı­nı olan­ca ay­rın­tı­sı ile sa­at­ler­ce an­la­tır­dı.

    Be­ni bir kü­çük ço­cuk gi­bi de­ğil, bir ar­ka­daş, bir ak­ran, bir yol­daş gi­bi gö­rü­yor­du.

    Ba­bam an­nem ile ai­le­si­nin iz­ni ol­mak­sı­zın ev­len­miş. Açık­ca­sı ka­çır­mış an­ne­mi. Ken­di­si gök­kub­be­nin al­tın­da ya­pa­yal­nız bir adam. Hem ye­tim hem ök­süz. Bul­gar mu­ha­ci­ri. Onu, de­de­si Pel­van Sü­lü­man bü­yüt­müş. De­de-to­run bir fır­sa­tı­nı bu­la­rak Tür­ki­ye’ye kaç­mış. Ai­le­nin di­ğer fert­le­ri ay­nı yo­lu iz­ler iken ya­ka­lan­mış­lar. O yıl­lar­da Bul­ga­ris­tan ko­mü­nist. Tür­ki­ye ile iliş­ki­le­ri iyi de­ğil ve sı­nır­dan kuş uçu­rtul­mu­yor. Za­ten ba­bam ken­di ba­ba­sı­nı kü­çük yaş­ta kay­bet­miş imiş. Bu ha­di­se­den son­ra ne Kır­ca­ali’de ka­lan an­ne­sin­den ne de di­ğer ak­ra­ba­la­rın­dan ha­ber ala­ma­mış­lar.

    Son­ra ai­le bağ­la­rı büs­bü­tün unu­tul­muş.

    Pel­van Sü­lü­man İs­tan­bul’a ge­lin­ce hem­şeh­ri­ler­den bir

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1