Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $9.99/month after trial. Cancel anytime.

Kristal Dünyalar
Kristal Dünyalar
Kristal Dünyalar
Ebook199 pages2 hours

Kristal Dünyalar

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Başımıza geleceklerden habersiz, göz açarız fani âleme. Geldiğinde başa bela; adı bazen kader, bazen ihmal olur.

Düş ile gerçek arasında gidip geldiğimizde; önce ürperir, sonra korkuya kapılırız. Uyandığımızda anlarız düş olduğunu. Sonra derin bir “oh” çekeriz; “çok şükür bir rüya imiş” deriz. İşte o zaman açılır önü-müzde bir uzun yol. Başlarız adımlamaya o yolu; hayatın acı-tatlı sürprizlerinden bihaber. Güzelse gördüğümüz düş; adımlarımız cesur olur, umuttan yana.

Kimi zaman hasretlik çekeriz evlattan yana. Yaratan, armağan ettiğinde bir evlat; umut bağlarız, büyük bir sevgiyle. Umutlarımız sön-meye başladığında; feryadımız yükselir buz mavisi göklere. Bulutlar titrer, gök yarılır şiddetinden.

Ders alırız hatalardan, tövbe ederiz kimi zaman. Hayatın sıfırıncı kilometresinde, yeni sürprizlere yelken açarız. Kötülüğün göl-gesi düştüğünde üstümüze; titrer yüreğimiz. Tövbemize sadık kaldığımızda; bebeksi gülüşümüz daim kalır yüzümüzde.

Fitne-fesat arasında şaşırsak ta; kalp temizliğidir mühim olan. En ümitsiz anımızda; bir el hissederiz sağ omzumuzda; bizleri kötülükten çekiveren.

Gün gelir, karşımızda belirir sahte suratlar. Meleksi gülümsemesi aldatır bizi. Attığında bizi dipsiz kuyuya; şeytani gülümsemesin-den anlarız aldatıldığımızı. İşte o an bir dost eli ararız çaresiz bakışlarla; çekip çıkarsın diye.

Adımlarımız taşıdığında bedenimizi karanlığa; korkunun sesi çınlar kulağımızda. Azrail’in resmi düşer gözlerimize; felaket “geliyorum” dediği anda. Pişmanlık fayda etmez, son anda, son nefeste.

Dile geldi hayatımız, döküldü sayfalara. Kimi zaman kendimizi, kimi zaman bir yakınımızı ve kimi zaman da bir başkasını bulacağız satır aralarında.

LanguageTürkçe
PublisherHalit Durucan
Release dateJul 18, 2011
ISBN9781465717344
Kristal Dünyalar
Author

Halit Durucan

1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlkokulu Kırıkkale’de, ortaokulu ve liseyi Ankara’da tamamladım. 1980 yılında vatani görevimi yapmak üzere askere gittim. Askerliğimi tamamlayıp döndükten sonra Yükseköğretim Kurumu’nda memur olarak çalışmaya başladım. 1984 yılında evlendim ve bu evliliğimden üç çocuğum dünyaya geldi.2005 yılında Gazi Eğitim Fakültesi son sınıfta okuyan kızım Çiğdem’in arkadaşlarının hayat hikâyelerinden oluşan “İsimsiz Sevda” isimli çalışmasını kendi imkânlarımızla kitaplaştırdık. Kızımın bu çalışması başta bizler olmak üzere; hem üniversite hocalarını ve hem de arkadaş çevresini çok sevindirdi. Kızımın bu çalışması içimde var olan yazma hevesimin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sebeple; ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimi büyük bir hevesle aralayıp, kesintiye uğrayan çalışmalarıma yeniden başladım. O günden bu güne kadar; biri araştırma, diğeri gerçek yaşanmış insan öyküleri ve bir diğeri de kurgu roman olmak üzere üç eser yazdım.Okumayı, yazmayı, araştırmayı ve eleştirmeyi seven bir kişi olarak bende edebiyat dünyasında varlığımı hissettirmek amacındayım. Çünkü kalemime ve hayal gücüme güveniyorum. Amatör bir ruhla çıktığım bu meşakkatli yolda ilerleyebilmek için önüme çıkan tüm engelleri aşabilecek güce ve kabiliyete sahip olduğuma inanıyorum. Bu sebeple; kitapseverlerin, eserlerimi okurken; profesyonel bir yazarın eserlerini okurken aldıkları hazzı alacaklarına yürekten inanıyorum.Bu zorlu ve riskli süreçte beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan başta kızım Çiğdem’e, manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen kızım Tuğba’ya ve oğlum Osmangazi’ye de ayrıca teşekkür ediyorum. Çocuklarımın destekleriyle ortaya koyduğum eserlerimden ikincisi olan Kristal Dünyaları okurken kimi zaman üzülecek, kimi zaman şaşıracak ve kimi zamanda mucizelere tanık olacaksınız.Halit DURUCAN

Read more from Halit Durucan

Related to Kristal Dünyalar

Related ebooks

Reviews for Kristal Dünyalar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kristal Dünyalar - Halit Durucan

    1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlkokulu Kırıkkale’de, ortaokulu ve liseyi Ankara’da tamamladım. 1980 yılında vatani görevimi yapmak üzere askere gittim. Askerliğimi tamamlayıp döndükten sonra Yükseköğretim Kurumu’nda memur olarak çalışmaya başladım. 1984 yılında evlendim ve bu evliliğimden üç çocuğum dünyaya geldi.

    2005 yılında Gazi Eğitim Fakültesi son sınıfta okuyan kızım Çiğdem’in arkadaşlarının hayat hikâyelerinden oluşan İsimsiz Sevda isimli çalışmasını kendi imkânlarımızla kitaplaştırdık. Kızımın bu çalışması başta bizler olmak üzere; hem üniversite hocalarını ve hem de arkadaş çevresini çok sevindirdi. Kızımın bu çalışması içimde var olan yazma hevesimin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sebeple; ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimi büyük bir hevesle aralayıp, kesintiye uğrayan çalışmalarıma yeniden başladım. O günden bu güne kadar; biri araştırma, diğeri gerçek yaşanmış insan öyküleri ve bir diğeri de kurgu roman olmak üzere üç eser yazdım.

    Bilindiği üzere, ülkemizde kitap yazıp yayınlatmak oldukça zor ve bir o kadarda masraflı bir çalışmadır. Büyük kitap mağazalarının raflarını süsleyen onca güzel eserlere dikkatle bakıldığında genellikle tanınmış, popüler yazarların eserleri olduğunu görürüz. Yayınevleri, amaçları gereği kâr edebilecek kitapları yayınlıyorlar. Böyle olunca da; amatör yazarların eserlerinin bu tür yayınevleri tarafından yayınlanması mümkün olmuyor. Bu durumda ekonomik durumu iyi olan amatör yazarlar, bin bir emek vererek ortaya koydukları çalışmalarını kişisel yayınevleri aracılığı ile yayınlatma yolunu seçiyorlar. Bu yayıncılık anlayışı kısmen de olsa amatör yazarların amaçlarına ulaşmasına yardımcı olabiliyor.

    Ülkemizde sayıları hiçte azımsanmayacak kadar yetenekli şairlerimiz ve yazarlarımız vardır. Ancak bu yeteneklerimiz; kâr kaygısı ve popülist yaklaşımlar yüzünden maalesef linç ediliyorlar. Bu çark böyle döndüğü sürece Türk Edebiyatı’nın büyük yaralar alacağı aşikârdır. Çünkü Türk Edebiyatı’nın bir profesyonel yönü bir de amatör yönü vardır; ancak yukarıda da değindiğim gibi kâr ve popülist anlayış sebebiyle edebiyatımızın amatör yönü maalesef ihmal ediliyor. Böyle olunca da edebiyat dünyamıza yeni ruhların eserler kazandırması maalesef imkânsız hale geliyor.

    Okumayı, yazmayı, araştırmayı ve eleştirmeyi seven bir kişi olarak bende edebiyat dünyasında varlığımı hissettirmek amacındayım. Çünkü kalemime ve hayal gücüme güveniyorum. Amatör bir ruhla çıktığım bu meşakkatli yolda ilerleyebilmek için önüme çıkan tüm engelleri aşabilecek güce ve kabiliyete sahibim. Bu sebeple; kitapseverlerin, eserlerimi okurken; profesyonel bir yazarın eserlerini okurken aldıkları hazzı alacaklarına yürekten inanıyorum.

    Bu zorlu ve riskli süreçte beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan başta kızım Çiğdem’e, manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen kızım Tuğba’ya ve oğlum Osmangazi’ye de ayrıca teşekkür ediyorum. Çocuklarımın destekleriyle ortaya koyduğum ve şu anda okumakta olduğunuz; eserlerimden ikincisi olanKristal Dünyalar isimli eserimi okurken kimi zaman üzülecek, kimi zaman şaşıracak ve kimi zamanda mucizelere tanık olacaksınız..

    Halit DURUCAN

    * * * * *

    İçindekiler (Table of Contents)

    Önsöz (About the Book)

    Chapter 1-BİRİNCİ BÖLÜM

    Chapter 2-İkİncİ BÖLÜM

    Chapter 3-Üçüncü BÖLÜM

    Chapter 4-Dördüncü BÖLÜM

    Chapter 5-Beşİncİ BÖLÜM

    Chapter 6-altıncı BÖLÜM

    Chapter 7-YEDİNCİ BÖLÜM

    Chapter 8-SEKİZİNCİ BÖLÜM

    Chapter 9-DOKUZUNCU BÖLÜM

    Chapter 10-ONUNCU BÖLÜM

    Chapter 11-ONBİRİNCİ BÖLÜM

    Bölüm

    YIL 1980, Adapazarı

    Yaşanmış, gerçek bir hayat hikâyesi.

    Kâbus

    Yeni evliydiler. Cıvıl cıvıl, mutlu bir hayat sürüyorlardı. Mustafa, ailesinin geçimini sağlamak için özel bir şirkette muhasebecilik yapıyordu. Aldığı maaş pek tatminkâr değildi; fakat buna rağmen hayatından hiç şikâyetçi olmuyordu. Hep güler yüzlüydü. Bazı zamanlar parasızlıktan dolayı yeni doğan çocuğunun mamasını ve bebek bezlerini dahi alamıyordu.

    Bir gecekonduda, açık yeşil gözlü, siyah saçlı, orta boylu bir kızla dünya evine girmişti. Şimdilik o gecekonduda hayatlarını sürdürüyorlardı. Evinin çatısı kırık-dökük olduğundan, yağan yağmur yataklarının üzerine damlıyordu. Yağmur damlalarından tavana astıkları naylon kaplarla korunuyorlardı.

    ***

    Mustafa, yine böyle bir kış gününde, sırtında kabanı olmadığı halde, titreyerek bir inşaatın önüne geldi. Amacı; inşaat bekçisinin merhametine sığınıp, bir miktar odun istemekti. İnşaat bekçisinin yanına sokulup konuşmaya başladı:

    Selâmünaleyküm kardeş. Kolay gelsin.

    Aleykümselâm. Buyur, ne istemiştin?

    Şey, nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum, ama…

    Söyle kardeşim. Benden bir istediğin mi var?

    Evet, aslında sizden bir isteğim var, ama bir türlü dilim varmıyor söylemeye.

    Gel hele şöyle. İçeri girelim. Hava soğuk. Ocakta hazır çayım da var. Hem oturur, hem de derdini anlatırsın bana.

    Mustafa, inşaat bekçisinin bu nazik davetine çok sevindi ve onunla birlikte bekçi kulübesine girdi.

    Bekçinin bir televizyonu, bir masası, bir su kovası ve birde tahtadan yapılmış ranzası vardı. Sobası ise gürül gürül yanıyordu. Bekçi, soğuktan titreyen misafirine oturması için sandalyeyi işaret etti. Kendisi de tahtadan yapılmış küçük bir oturağa oturdu:

    Adın nedir hemşerim?

    Adım Mustafa. Ya sizin?

    Benim adım Binali. Üsküdarlıyım, dedikten sonra, sabanın üzerindeki çaydanlığı alıp, masasında bulunan iki sararmış bardağa çayları doldurdu. Her birine ikişer şeker atıp, Mustafa’ya uzattı:

    Üşümüyor musun Mustafa kardeş? Üzerinde kabanın da yok!

    Benim üşümem önemli değil de…

    Mustafa lâfını yarım bırakmıştı. Söylemek istediği sözcükler boğazında düğümlenmişti sanki:

    Şey, Binali kardeş. Ben sizden bir miktar odun isteyecektim de.

    Odun mu?

    Evet, bir miktar odun…

    Sen işsiz misin Mustafa? Odunun kaçı kaç para ki?

    Odun fiyatının yüksek olmadığını biliyorum Binali kardeş, ancak alacak gücüm yok. Asgarî ücretle çalışan bir adam, birde kira ödüyorsa, nereden bulsun odun-kömür parasını. Odun fiyatları size göre uygun, ama bana göre çok pahalı.

    Binali, bir müddet Mustafa’nın ıslak ve titrek haline baktı. Üzülmeye başlamıştı. Üzüntüsünü belirten bir ses tonuyla:

    Bak Mustafa kardeş. Bu inşaatlar bana emanet edildi. Ben bu inşaattan müteahhidin izni olmadan bir çöp bile vermeye yetkili değilim. Durumunu anladım. Allah yardımcın olsun.

    Mustafa, mahcup olmanın dayanılmaz acısını yüreğinde hissetti birden. Bekçinin merhametine sığınmanın faydasız olduğunu gördü:

    Bak Binali kardeş. Ben bedava odun istemiyorum. Maaş günü aldığım odunların parasını vereceğim size.

    Kardeş, burası mahrukatçı değil ki. Kaç taksitle odun almayı düşünüyordun?

    Bir ton alırsam, dört taksit yapacağım.

    Binali, bir süre sessiz kaldıktan sonra, hemen telefonla birini aramaya koyuldu. Aradığı kişi bir mahrukatçıydı. Mustafa’nın durumunu ona aktardıktan sonra, Mustafa’ya yöneldi:

    Senin işin tamam Mustafa. Şu kartta yazılı olan benim arkadaşımdır. Hemen onun yanına git. Sana odun verecek. Sende azar azar ödersin ona.

    Mustafa’nın yüzünde mutluluk ifadeleri dolaşmaya başladı. Sevincine Binali de ortak oluyordu.

    Allah senden razı olsun Binali kardeş. Şu müşkül durumdan kurtardın beni. Ben fazla beklemeden, hava da kararmadan arkadaşının yanına gidip, odunlarımı alayım. Oğlum üşümesin…

    Güle güle git Mustafa. Yavrucağı da benim için öp. Ara sıra gel, beklerim. Yarenlik edersin bana.

    Mustafa, elinde tuttuğu çayını büyük bir yudumla yudumlayıp, oradan ayrıldı.

    Mahrukatçıya gelmişti. Mahrukatçıyla kısa bir konuşma yaptıktan sonra, bir kamyonet tutup, odunları evine getirdi. Sonrada eşiyle birlikte; ıslanmakta olan odunları odunluğa istif ettiler.

    Odunların gelmesiyle mutlu olan eşi Hülya, Mustafa’ya sevgi dolu, derin bir bakış fırlattı.

    Mustafa, bu parasız günümüzde bu odunları nasıl aldın?

    Dert etme sen. Bir inşaat bekçisinin tanıdığı vasıtasıyla bu odunları aldım. Dört taksitle ödeyeceğim.

    Ama borçlarımız bir hayli yükseldi. Bende çalışıp sana destek olmak istiyorum, fakat çocuk var.

    Hey Hülya! Ben seni çalıştırmak için mi aldım? Sen oğlumu büyütecek, onu adam edeceksin. Aslî vazifeni ne çabuk unuttun.

    Öyle, ama senin de sıkıntı çekmene yüreğim el vermiyor ki.

    Boş ver şimdi bunları. Hava iyice soğudu. Sobayı yakalım ve oğlumuzun karnını doyuralım…

    O gece, Mustafa ve eşi, oğullarını aralarına alıp, gürül gürül yanmakta olan müstamel sobanın sıcaklığında sabahı ettiler.

    ***

    Maaş günüydü. Mustafa, odun parasını ödemek üzere mahrukatçıya gitti. Mahrukatçı, kıvırcık saçlı, mavi gözlü, uzun boylu bu delikanlının iyi bir muhasebeci olduğunu öğrenmişti:

    Demek muhasebecilik yapıyorsun? Sorması ayıp, kaç lira maaş alıyorsun Mustafa?

    Asgarî ücretle çalışıyorum Osman ağabey. Mesai yaptığım zaman dört yüz elli lira geçiyor elime.

    Peki, ne kadar kira ödüyorsun?

    Yüz elli milyon.

    Yani, gece kondu da oturuyorsun?

    Evet, maalesef Osman ağabey.

    Çocuk?

    Yeni evliyim. Bir oğlum var.

    Allah bağışlasın. Bu kadar az maaş ile bana bu odunların parasını vermen imkânsızdı. Bir ay boyunca nasıl geçineceksin?

    Allah kerimdir Osman ağabey.

    Benim tanıdığım beş arkadaşım var. Onların şirketlerinin muhasebesini tutmak ister misin? Ek iş yaparak kazancını artırabilirsin.

    Fena olmaz. Şu sıralar ek işe de çok ihtiyacım var. Maalesef hayat çok acımasız Osman ağabey. İnsanı bir silindir gibi ezip geçiyor…

    ***

    Aradan tam bir hafta geçmişti. Mustafa, Osman’ın arkadaşlarının şirketlerine gitmiş ve onların muhasebe defterlerini almıştı. Artık Mustafa’nın bir ek işi olmuştu.

    Mustafa, işine yoğunlaştığı bir sırada patronu yanına çağırdı.

    Mart ayına giriyoruz Mustafa. İşlerimiz oldukça yoğunlaştı. Bu gidişle işleri yetiştiremeyeceğiz. Senin ve diğerlerinin mesai yapması bile işimizin zamanında bitmesine yetmeyecek. Ne düşünüyorsun bu konuda.

    Merak etmeyin efendim. Gerekirse evimde de mesai yapar, vergi mükelleflerinin işlerini bitiririm.

    Ah şu vergiler. Ah şu hantal vergi daireleri…

    Dert etmeyin efendim. Bu yoğun işlerin üstesinden geliriz.

    Evinde de çalışacaksın öyle mi?

    Evet efendim.

    Hafta sonları çalışmana yardımcı olması için Filiz Hanımı size yollayacağım. Sence sakıncası yoksa tabi.

    Sakıncası yok efendim.

    Peki öyleyse. Mesai için hazırlıklarımızı yapalım…

    Mustafa, patronuyla bu şekilde konuştuktan sonra evine geldi. Her zamanki gibi kendisini kapı önünde eşi karşıladı.

    Hoş geldin Mustafacım. Çok yorgun görünüyorsun. Sen oğlumuzla ilgilen, ben hemen yemeğini hazır edeyim.

    Vallahi, öyle acıktım ki…

    Hülya mutfağa geçmişti. Mustafa da oğlunu havaya kaldırarak onu güldürmeye çalışıyordu. Yemekler hazırlanmış, sofraya oturulmuştu.

    Biliyor musun Hülya? Yarından itibaren gece-gündüz çalışıp, hem kendi işlerimi, hem de şirketin işlerini bir ay içinde bitirmem gerekiyor. Çok yorucu bir döneme giriyoruz artık.

    Hülya, kocasının yanağına yorgunluğunu unutturacak o sıcak buseyi kondurdu.

    Hayırlısı olsun. Hayatta tek kaygımız iş kaygısı olsun. Bu yoğun çalışmalarında bir gün durulur, dedikten sonra, kısa bir süre düşündü.

    Peki, tek başına nasıl halledeceksin onca işi? Sana yardımcı falan vermeyecekler mi?

    Şey, patron bana bir yardımcı verecek tabi; ama sadece hafta sonları için.

    Yani bizim eve mi gelecek yardımcın?

    Evet canım, bizim eve gelecek.

    Kim gelecek ki?

    Patron, Filiz hanımı bana yardım etmesi için görevlendirdi.

    Bir bayan?

    Evet, bir bayan canım. Ne oldu ki?

    Hiç! Olabilir tabi…

    Hülya’nın neşesi kaçmıştı. Kocası kendi evinde, kendi gözleri önünde bir bayanla dirsek teması mesai yapacaktı. Bu hiçte hoş karşılanacak bir durum değildi. Hülya, bu duruma içten içe üzülüyordu, fakat elden bir şey gelmiyordu.

    ***

    Hafta sonuydu. Sabahın erken saatlerinde Filiz Hanım, Mustafa’nın evine gelir. Filiz Hanım’ı Hülya karşıladı.

    Filiz Hanım:

    Günaydın. Mustafa Bey evde mi?

    Hülya, donuk bakışlarını bu şık, sarışın bayan üzerinde kısa bir süre gezdirdikten sonra:

    İçeri buyurun. Ben Mustafa’ya haber vereyim…

    Filiz içeri alınmıştı. Birlikte sabah kahvaltılarını yaptılar. Sonra, mütevazı, yıkık-dökük, derme çatma bu evde, eski, büyük bir masayı salonun ortasına taşıdılar. Dosyalar bir bir masaya yerleştirildi. Mustafa ile Filiz, bir an bile başlarını dosyalardan kaldırmadan çalışırlarken; Hülya ise; bir yandan oğluyla ilgileniyor, bir yandan da bu sarışın bayanın hal ve hareketlerini büyük bir dikkatle süzüyordu.

    Mustafa’nın, mesai bitimine kadar eşi ve oğluyla bir dakika bile ilgilenmemesi Hülya’yı çileden çıkarmıştı. Nihayet akşam olmuş, akşam yemeği yenmiş, Filiz’in de gitme vakti gelmişti. Mustafa, Filiz’i yolcu etmek üzere Filiz’le birlikte evden ayrılır. Mustafa, Filiz’i uğurladıktan sonra, gülümseyen bir yüzle evine döner.

    Vay vay vay. Ne gündü be…

    Hülya’dan ses yoktu. Odasına çekilmiş, oğlunu koynuna almıştı.

    Hülya! Yatmak için erken değil mi canım?

    Hülya’dan yine ses çıkmaz. Bu durum karşısında Mustafa, karısının yanına gelir.

    Hülya! Neyin var canım. Bir şey mi oldu?

    Yok bir şey. Beni rahat bırakır mısın?

    Neden böyle davranıyorsun Hülya? Ne olduğunu hâlâ söylemeyecek misin?

    Bu durum ne kadar sürecek Mustafa?

    Hangi durumdan bahsediyorsun Hülya?

    Hangi durum olduğunu sen pekâlâ biliyorsun. Neden soruyorsun ki?

    Bak canım. Bütün mesele Filiz mi? Bunu mu dert ediyorsun? Onunla bir ay boyunca burada, bizim evde birlikte çalışacağımızı sana söylememiş miydim? Ekmek parası için bir ay boyunca, gece-gündüz çalışmam gerekiyor.

    Mustafa’nın bu çabaları nafile bir çabaydı. Eşi, Mustafa’yla hiç konuşmadı. Böyle bir akşamın sabahında Mustafa, eşinin donuk bakışları eşliğinde hazırladığı kahvaltısını yaptıktan sonra işine döndü.

    Mustafa yoğun iş temposunu atlatmış, bir ay boyunca yaptığı mesainin karşılığını da fazlasıyla almıştı. Yaptığı ek işiyle de aile bütçesini oldukça rahatlatmıştı.

    ***

    Bir

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1