Academia.eduAcademia.edu

Üsame Bin Ladin İdeolojisi

2006, USAK Stratejik Gündem

https://doi.org/10.13140/RG.2.2.32805.58087

Ne yazık ki 11 Eylül saldırılarından sonra 'İslam' denildiği zaman akla hemen Üsame Bin Ladin geliyor, Zerkavi geliyor, El-Kaide, kesilen başlar, intihar bombacıları, kan, şiddet ve bombalar geliyor… Bu makale Üsame Bin Ladin ve El Kaide ideolojisini siyaset bilimi kavramlarıyla analiz ediyor

Üsame Bin Ladin İdeolojisi Sedat LAÇİNER USAK Stratejik Gündem, 2 Ocak 2006 Ne yazık ki 11 Eylül saldırılarından sonra ‘İslam’ denildiği zaman akla hemen Üsame Bin Ladin geliyor, Zerkavi geliyor, El-Kaide, kesilen başlar, intihar bombacıları, kan, şiddet ve bombalar geliyor… Batı medyası sık sık ‘İslami’ (Islamic) teröristlerden bahsediyor. Bazı zamanlarda İslamcı (Islamist) deme gereğini bile duymuyorlar… Oysa ki İslam dünyası (eğer bu adla anılabilecek, tek parça bir dünya var ise) inanılmaz bir çeşitliliğe sahiptir… İslam dünyasında, Batı dünyasının hayal dahi edemeyeceği farklılıkta görüşler ‘din’ gibi tabu sayılan bir alanda dahi hayat bulabilmektedir. İsviçre, Norveç, ABD gibi ülkelerde demokrasinin ve çoğulculuğun geldiği düzey takdire şayandır. Ancak, Batı dünyasının farklılıkları korumada aynı başarıyı gösterebildiğini söyleyebilmek güçtür… Batı dünyasında siyasi partiler veya sivil toplum kuruluşları arasındaki farklar geçen süre içinde ciddi anlamda törpülenmiş,erozyona uğramıştır… Oysaki Doğu’da farklar radikal bir düzeydedir... Aynı ülkede iktidar ile muhalefet birbirinden çok farklı bir 2 dünya görüşünü, çok farklı bir rejimi dahi savunabilir. Bir etnik grup veya mezhep olduğu gibi, 1000 yıl yaşayabilir ve bugün de 1000 yıl önceki haliyle varlığını koruyor olabilir. Batı’da ise hemen herkes için hemen her ekol için ciddi bir asimilasyon (erime) söz konusudur... 30 yıl, hatta 20 yıl önce Avrupa’ya işçi olarak gitmiş kişilerde dahi ciddi bir ‘Avrupalılaşma’ gözlenebilir. Bu süreç birkaç on yıl içinde erime ile sonuçlanacak, ciddi bir benzeşme oluşacaktır. Üstelik bu durum bir yönüyle bilinçli bir tercihin de sonucudur. Batı toplumlarında asimile olmayan gruplar ‘tehdit’ olarak algılanmaktadır. Örneğin Almanya, Fransa hatta Hollanda gibi ülkelerde azınlıkların toplumun geri kalanına benzemesi bir zorunluluk olarak dayatılabilmektedir. Hangisinin doğru ve olması gereken olduğu tartışılabilir. Fakat söylenemeyecek bir şey var ise, o da İslam dünyasının tek ve homojen bir parça olduğudur... Belki olgunlaşamamış siyasi ve sosyal bir sisteme sahip olmasından, belki de bir üstünlük olarak İslam dünyası, Batı dünyası ile kıyaslanamayacak bir renkliliktedir. Modernite ile geleneksel toplum düzenleri bir arada görülebilir. Tarım toplumu ile sanayi toplumunun en canlı örnekleri bir arada yaşayabilir. Aynı ülkede yüzlerce dil konuşuluyor da olabilir. Veya aynı dinin inanılmaz farklı mezhepleri asırlardır, tüm renklerini muhafaza ederek yaşıyor da olabilir... Nijerya’nın İslam’ı yaşayışı ile Endonezya Müslümanları arasında çok büyük farklar vardır. Müziğin ‘haram’ olduğunu savunanlar ile müzik ile ibadet edenler yan yana, aynı dini yaşarlar. Azınlık hakları, temel insan hakları gibi konularda İslam ülkelerinde sorun yok demiyorum, bilakis çok fazla. Ancak tüm hürriyet sorunlarına rağmen Doğunun Batı’dan daha renkli ve çok sesli olduğu kesin… *** Böylesine renkli ve derin bir dünyayı Üsame Bin Ladin ile özdeşleştirmek, hiçbir şey değilse bile haksızlıktır. Hem İslam dünyasını, hem de Üsame Bin Ladin ve benzeri kişileri doğru anlayamamaktır. Aynı durum 1980’ler boyunca İran ve Humeyni 3 örneklerinde de yaşandı. İran anlayışını onaylamayan, hatta onunla savaşan Müslümanlar dahi tek bir imaj altında toplanabilmiştir. *** Batı dünyası Üsame Bin Ladin’in ‘İslamcılığı’, hatta bazı durumlarda ‘İslamiliği’ konusunda hemfikirdir. Oysa ki bir çok din adamı, Ladin’in eylemlerine destek vermediği gibi, onun Müslümanlığını sorgulayanlar dahi olmuştur. Buna karşın Ladin’in İslam dünyasında, özellikle Arap dünyasında gözden kaçırılamayacak bir taraftar ve hayran kitlesi olduğu da muhakkaktır. Örneğin Kuveyt’te yapılan bir ankette Ladin’i ‘kahraman’ olarak görenlerin oranı % 75’i aşmaktadır. Ancak Ladin’i ‘kahraman’ olarak görmek, ya da onun Amerika’ya zarar vermesinden memnun olmak bir kişiyi ‘Ladinci’ yapmaz. Nitekim Ladin’in eylemlerine içten içe memnun olanlar arasında Müslüman olmayan milyonlarca insan da bulunmaktadır. Bu kişiler Ladin’i sevdikleri için değil, daha çok Amerika’dan nefret ettikleri için onun eylemlerine zaman zaman ‘sempati’ duyabilmektedirler. Ladin: İslamcı mı? İslami mi? Ne Ladin’e duyulan sınırlı sempati, ne de Ladin’in bir dinin renklerini yoğun bir şekilde kullanıyor olması onu ‘İslami’, yani İslam’a uygun ve onu temsil eder yapmaz. Çünkü Müslümanlar’ın ezici bir çoğunluğu Ladin’in yaptıklarını doğru bulmamakta ve ona destek vermemektedirler. Ladin ve hareketi Müslümanlar arasında hala marjinal bir harekettir. Doğrudur, Ladin bir İslamcı’dır. Yani İslam dinini siyasi amaçları çerçevesinde yorumlamaktadır ve her İslamcı gibi, dinden çok siyasi çıkarları ön plandadır. Yani fikirlerinin merkezinde din değil, siyasi hedefleri vardır... Onun hareketinde siyaset dine değil, din siyasete hizmet etmektedir. Ancak Ladin’in ideolojisinde 4 İslamcılık en önemli ve tek unsur değildir. Ladin ve ‘örgütü’ El-Kaide’nin ideolojisinin üç sütundan oluştuğun söylenebilir: 1. İslamcılık 2. Batı Karşıtlığı 3. Terörizm Ladin İdeolojisinin Birinci Sütunu: İslamcılık Daha önce de belirtildiği üzere, Ladin’in ideolojisinde İslamcılık önemli bir yer tutmaktadır. Fakat Ladin’in temel ve nihai hedefi ideal İslam toplumunu kurmak ve dindar bir hayat sürmek değildir. Eğer asıl amacı bu olsa idi, bunu gerçekleştirebilecek son derece barışçıl amaçlar ve imkanlar mevcut idi. Kendisinin Suudi Arabistan gibi petrol zengini bir ülkeden olması ve zengin-tanınmış bir aileye mensup olması ona çok sayıda olanak sunuyordu. Fakat o camii yaptırmak, okul açmak, Müslümanlar için hastaneler yapmak, Batı’da misyonerlik faaliyetinde bulunmak, kendi hükümetini daha dindar bir hale getirmek için lobi faaliyetlerinde bulunmak gibiçok daha kolay yol ve yöntemleri tercih etmedi. Bunun yerine örnek aldığını iddia ettiği Hz. Muhammed’in ve arkadaşlarının hiç bir dönemde yapmadıkları intihar saldırılarına, rehin alma eylemlerine, masum olduklarını bildiği halde toplu öldürmelere girişti. Oysa ki hatırlanacağı üzere İslam’ın ne Mekke, ne de Medine örneklerinde rehin alma, kundaklama, adam kaçırma, siyasi hedefler için terör eyleminde bulunma girişimleri olmamıştır. Bu açıdan bakıldığında; Ladin’in, Hz. Muhammed’den çok, kendisine Batı’dan örnekler seçtiği söylenebilir. Bu örneklerin başında ise şaşırtıcı bir şekilde Marksizm gelmektedir. Ladin’in eylemleri incelendiğinde sadece radikal muhalefeti açısından değil, eylemleri açısından da Marksist gelenekten etkilendiği açıkça görülecektir. 5 El-Kaide militanlarının eğitimleri, intihar saldırıları öncesindeki yeminleri vs., İslami renklerden arındırılsa herhangi bir sol örgütün eylemi olarak adlandırılabilir. Ladin’in farkı bu konuda Marksist örgütlerden çok daha başarılı olmuş olmasıdır. Fakat bu nispi başarı da Ladin’in Marksist teröristlerle kıyaslandığında büyük bir dehaya sahip olmasından değil, konjonktürün kendisine lütfettiği imkanlardan kaynaklanmaktadır. Arapların Sefaleti ve Ladin: İkinci Sütun, Batı Karşıtlığı Ladin ideolojisinin ikinci en önemli sütununu Batı karşıtlığı oluşturur ve bu karşıtlığı düşünce bazında ve eylem aşamasında dincilikten daha çok Marksizm’e ve milliyetçiliğe öykünür. Bu anlamda eğer Üsame Bin Ladin Müslüman değil de, örneğin Katolik bir Hristiyan veya bir Budist Arap olsaydı da muhtemelen benzeri eylemlerde bulunurdu. O zaman bir ‘Budist veya Katolik Arap terörü’nden bahsederdik. Nitekim Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içinde çok sayıda Hristiyan Filistinli, HAMAS’a benzer görüş ve yöntemler ile İsrail’e karşı on yıllarca savaşmışlardır. Özellikle Arap dünyasında ve genel olarak İslam dünyasında Batı karşıtı olmak için her türlü neden mevcuttur. Zaten Ladin benzeri hareketlerin ortaya çıkmasında bu zemin ve Batı’ya karşı duramayan hükümetlerin özel bir yeri vardır. Örneğin, Batı’nın Filistin, Çeçenistan, Afganistan, Azerbaycan (Karabağ), Bosna-Hersek vb. politikaları iki yüzlülükler ile doludur ve ciddi bir tepkiyi hak etmektedir. Sayılan her bir örnekte en az birer katliam (eğer soykırım değil ise) yaşanmıştır. Batı’nın tutarsız ve çoğu kez güçlü lehine taraflı tavrı suçluyu/güçlüyü cesaretlendirmiş, zayıfı ise daha zayıf hale getirmiştir. Buna karşın genel olarak İslam dünyası, iktisaden ve siyasi açıdan zayıf ama otokrat ve gayri demokratik idareler altındadır. Bu idareciler kendi halklarına karşı acımasız olabilse de diğer ülkelere karşı, özellikle de güçlü devletlere karşı utanç verici bir zayıflık içerisindedirler… İnanılmaz bir gelir adaletsizliği, cehalet ve yozlaşma da bu toplumların çoğunda had safhadadır. Üstelik bu ülkelerdeki yönetimlerin belli tavizler 6 karşılığında Batı desteğini aldığı da geniş kitleler tarafından iyibilinmektedir. Kitleler, bazen petrol karşılığında, bazen de silah ticareti karşılığında Batı tarafından feda edildiklerini düşünmektedirler. Buna karşın özellikle Arap ülkelerinde ciddi bir muhalefet oluşamamıştır. Muhalefet daha başını ilk kaldırmasında kendisini ya hücrede işkence edilirken bulmuştur, ya da hücreye bile atılmadan sokaklarda yok edilmiştir. Sürgündeki birkaç müzmin muhalif ise anavatanlarında çok az bir etkiye sahiptirler. Diğer bir ifade ile İslam dünyasında, özellikle Arap ülkelerinde ciddi bir muhalefet eksikliği vardır ve bu eksiklik Üsame Bin Ladin’in radikal çıkışıyla doldurulmuştur. Arap dünyası kendisine, neredeyse ilk defa olarak Batı’ya kafa tutabilen, onunla ‘eşit’ bir şekilde konuşabilen bir ‘lider’ bulmuştur. ABD başkanlarına adeta yalvaran kendi ülkelerinin sözde liderlerinin yanında ‘ABD’ye savaş açabilen’ ve hatta ABD’ye diğer hiçbir ülkenin veremediği zararları verebilen Ladin, Arap dünyasında bu nedenlerle bir ‘kahraman’ olarak algılanabilmektedir. Sıradan bir Arap, “hep bizden mi ölecek. Yeter artık, biraz da Amerikalılar aynı acıları tatsınlar” diyebilmektedir. Doğrudur, geçmişte seküler Batı karşıtı hareketler de olmuştur. Nitekim Mısır’da Nasır tarzı Arap Milliyetçiliği, Batı’ya baş kaldırmış ve sonucunda tüm Arap dünyasında milyonları peşinden sürüklemiştir. Aynı şekilde Saddam Hüseyin (Irak) ve Hafız Esad (Suriye) hareketleri de birer Nasır öykünmesidir ve seküler Batı karşıtı muhalefeti temsil etmişlerdir. FKÖ ise farklı bir seküler muhalefet olmuştur… Örnekler çoğaltılabilir. Fakat tüm bu Batı karşıtı hareketler ya Batı karşıtlığında hayal kırıklığına neden olmuştur, ya da başarısız olmuşlardır. Örneğin FKÖ, İsrail’de Arapların yaşadığı utancı tersine çevirememiştir. Saddam Hüseyin, Batı karşıtı olmaktan çok Batı’nın çıkarlarına bilerek, ya da bilmeyerek hizmet eden sıradan bir diktatör olmaktan öteye gidememiştir. Suriye Lideri Esad, aynı rejimi paylaştığı Irak ile dahi Batı’ya karşı birleşememiştir. Sonuçta seküler muhalefet, Arapların aşağılanmasını engelleyemediği gibi, bu aşağılanmada bir şekilde rol almıştır. Arap dünyası yeryüzünde en çok aşağılanan, küçük düşürülen ulus haline gelmiştir desek herhalde abartmış olmayız. Yeryüzünde bu kadar 7 çok hakarete uğrayan, bu kadar uzun süre gururu incitilen bir diğer ulus var mıdır, pek sanmıyorum doğrusu… Irak’tan Filistin’e; Suriye’nin İsrail tarafından onlarca yıldır işgal altında tutulan topraklarından Kuveyt’e kadar tüm Arap dünyası kendi kendisini koruyamayan, Batı’nın insafında yaşamını sürdüren bir görüntü çizmektedir… Irak’taki işkence görüntüleri, Ramazan ayı olmasına rağmen bombalanan evler, tecavüz edilen kadınlar; Filistin’de öldürülen çocuklar, çocukları intihar ettiği için yok edilen evler ve aileler….. Liste uzatılabilir. Öyle ki Irak’taki insan hakları ihlallerine karşı dahi Türkiye veya İran herhangi bir Arap devletinden daha fazla karşı çıkabilmektedir. Hatırlanacağı üzere özellikle 1980’lere kadar Arap dünyası daha çok seküler hareketlerden çare umdu. Nasır’ın Arap milliyetçiliğine ek olarak salt Marksist direnişler de oldu. Bu süre zarfında dincilik ciddi bir alternatif oluşturamamıştı. Diğer bir deyişle, Arap dünyasında ve genel olarak İslam dünyasında dinci terörizm sanılanın aksine çok erken bir dönemde ortaya çıkmış değildir. Hatta dünyanın diğer dinleri ve coğrafyaları ile kıyaslandığında İslam ve Arap dünyasında dinci terörün oldukça geç bir dönemde ortaya çıktığı dahi söylenebilir: İrlanda’da Katolik terörü, İsrail’de Yahudi terörü, İngiltere, İspanya, Portekiz ve diğer Avrupa ülkelerinin sömürgeleşme döneminde gerçekleştirdiği yok etme, soykırım vs. girişimlerinde ve daha gerilere gidildiğinde Haçlı seferleri döneminde dincilerin oynadığı rol dikkate alınırsa İslam’ın dinci terör konusunda nispeten daha temiz olduğu ve bu akıma katılmakta ‘geç kalmış’ olduğu söylenebilir. Özellikle İsrail’de dinci terör, İsrail’in kuruluşuyla kendisini göstermiştir. Batı’da bir çok terör ve şiddet eylemi Hristiyanlık mezhepleri ile bağlantılı olmuştur. Tüm bunlara ek olarak, ABD Başkanı Bush’un ve İsrail Başbakanı Şaron’un dinci tutumları da dikkate alınmalıdır. Bir kişinin dinci şiddete eğilimi bir devlete sahip olması veya olmaması kriterine bağlı olmamalıdır. Üsame Bin Ladin’in dinciliği kadar devlet başkanlarının 8 dinciliği de önemlidir. Bu açıdan bakıldığında ve İslam dünyasındaki acıklı tablo dikkate alındığında Üsame Bin Ladin’in neden ortaya çıktığı değil, neden bu kadar geç ortaya çıktığı merak edilmelidir. Özetle Üsame Bin Ladin’in yaptığı bir boşluğu doldurmaktır…. Gerçekleri suistimal ederek, ümitsiz kalmış insanlara en azından ölerek intikam alabileceklerini göstermektir… Tüm dünyada ABD liderliğine muhalefet konusunda öylesine büyük bir boşluk vardır ki… Özellikle SSCB’nin dağıldığı, diğer ülkelerin Washinton’a karşı çıkamadığı bir ortamda İslam dünyasında yaşanan muhalefet eksikliğine ek olarak, küresel muhalefette de büyük bir boşluk yaşanmaktadır. İşte Ladin böylesine önemli bir boşluğu doldurmada bir sembol haline gelmiştir. Demokratik ve barışçıl yollardan kendisini ifade edemeyen tepkiler, patlamayla kendisini göstermiştir. Üçüncü Sütun: Terörizm İslamcılık ve Batı karşıtlığına ek olarak, Ladin ideolojisinin üçüncü en önemli ayağını terörizm ideolojisi oluşturur. Her ne kadar terörizm daha çok bir eylem şekli olarak düşünülüp, aynı zamanda bir düşünce sistemi olduğu göz ardı ediliyorsa da, terörizmi sadece geçici bir yöntem olarak algılamak doğru değildir. Terörizmi neredeyse mücadelesinin en önemli stratejisi haline getirmiş hiçbir lider, hayatının geri kalanında terörden vazgeçebilmiş değildir. Terör hemen her ulusal mücadele hareketinde, haksızlığa uğradığını düşünen bir çok grubun mücadelesinde veya bazı diğer bazı siyasi hareketlerde kullanılmış olabilir ve bunlar zaman içinde iktidara gelebilirler. Fakat El-Kaide kadar teröre bulaşmış ve bundan kurtulabilmiş bir 9 örgüt örneği de mevcut değildir. Çünkü El Kaide, terörü sadece bir yöntem olarak görmüyor, fikri olarak da bu yöntemi ideolojisinin merkezine koyuyor. Yani sadece hareket usülü olarak değil, düşünce yöntemi olarak da benimsiyor. Bu nedenle bu noktadan sonra El Kaide’nin meşru bir yola girmesi düşünülemez. Terörist yaptığı eylemde kendisini haklı görür. Düşmanının her türlü kötülüğü hak ettiğini düşünür. Düşmanına zarar vermek ya da onu belli politikalara zorlamak için zarar verdiği insanların ise “kabul edilebilir kayıplar” olduğuna inanır. Terörizm bir düşünme kalıbıdır. Bu yönüyle komünizm veya faşizm gibidir. Yani bazı durumlarda bir tür ideoloji gibidir. İşte Üsame Bin Ladin yaklaşımının üçüncü ayağını bu ideoloji oluşturur. Üsame Bin Ladin, İslamcılığından çok daha önce, terörizme inanmaktadır. Batı karşıtlığı için söylediğimizi bu konuda da söyleyebiliriz: Ladin’in terörizme olan inancının İslamcılığı ile ilgisi oldukça sınırlıdır. İslamcı olduğu için terörizme inanmış değildir. Başka bir din veya ırka mensup olsaydı da muhtemelen terörizmi bir yöntem olarak benimseyecekti. Ladin’e Müslüman ülkelerden gelen kısmi desteğin nedeni ise İslamcı olmasından çok Batı’ya meydan okuyabilmesinden kaynaklanmaktadır. Özetle Üsame Bin Ladin ideolojisi üç temel ayaktan oluşur ve bunlardan sadece bir tanesi ve muhtemelen en zayıf olanı İslamcılıktır. Batı karşıtlığı ve terörizm söz konusu yaklaşım içinde çok daha önemli bir yer tutmaktadır. Ladin, bu haliyle İslam dünyasını temsil edemeyeceği gibi, “neden terör hep Müslüman toplumlarda çıkıyor” sorusu da en azından acımasız ve haksız bir sorudur. Müslüman toplumların geri kalmışlığı, bu toplumlarda yaşanan yozlaşma, gelir adaletsizliği ve Batı’nın bu sorunlar içindeki payı dikkate alındığında Üsame Bin Ladin ve onun gibi düşünenler geç ortaya çıkmış bir patlama olarak değerlendirilebilir. Ladin ve arkadaşları işkence gören bir bedenin çığlıkları, bağırışları gibidir… Bu bağırışlarda kötü sözler duyulabilir… Bu kişiler, başkasına zarar da verebilir… Zemin, ne kadar kötülük yapmaya, hata yapmaya müsait olursa olsun bu davranışlar elbette hiçbir gerekçe ile meşrulaştırılamaz, kabul 10 edilemez ve onaylanamaz. Ancak sadece bu çığlıklara bakarak Üsame Bin Ladin’i bir milyardan fazla kişinin temsilcisi yapmak da mümkün değildir. Üsame Bin Ladin, bir teröristtir. El-Kaide ise bir terör örgütdür. Ne Müslüman dünyanın ondan alabileceği bir yarar vardır, ne de yüz milyonlarca kişiyi görmezden gelip bir teröriste odaklanarak Batının ulaşabileceği bir fayda bulunmaktadır. Dr. Sedat LAÇİNER: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Başkanı. USAK Stratejik Gündem, 2 Ocak 2006 https://web.archive.org/web/20051104004527/http://usakgundem.com/makale.php?i d=3