E
D
E
B
İ
Y
A
T
Ölmeye Yatmak’ın feminist dili
ATA HACIMALE
GİRİŞ
Adalet Ağaoğlu’nun başyapıtı Ölmeye Yatmak,
1973 yılında yayımlandığı ilk günden itibaren
Türkçe edebiyat kanonunun değişmez bir parçası olmayı başarmış, önemli bir metindir. Farklı
gazete ve dergilerin belirli aralıklarla yayımladığı “en iyiler” listelerinde kendisine mutlaka yer
bulan bu roman, okur kamuoyu üzerindeki etkisini çoktan kanıtlamıştır. Feminizmin sesini edebiyatta güçlü bir şekilde duyurduğu 1950-1980
arasında farklı kadın yazarlar tarafından yazılmış
diğer metinlere kıyasla Ölmeye Yatmak, başarısı
üzerinde genel bir uzlaşmaya varılmış bir roman
olarak ortada durmaktadır. (Gerçi bu roman da
Sevgi Soysal’ın Yürümek’iyle aynı kaderi paylaşmış ve bir dönem toplatılmaktan kurtulamamıştır, ancak okur kamuoyu açısından sahip olduğu
“iyi roman” imajı yıllarca değişmeden sürmüştür.) Bununla birlikte bu romanın sahip olduğu
ayrıcalıklı konum onun aynı zamanda en büyük
handikabı olmuş ve bu yüzden romanın barındırdığı farklı söylem katmanları görünürlük kazanmakta epey gecikmiştir. İlk yayımlandığı dönemde yapılan tartışmaların ardından edebi gücünü kanıtlamayı başaran bu roman, bundan sonra kanondaki hak ettiği yere yerleşmiş ve farklı perspektiflerle yeniden ele alınmaya başlandığı yakın tarihlere kadar orada öylece bırakılmış-
tır. Jale Parla’nın da dikkati çektiği gibi, Tanpınar’ın ardından Türkçe romanda zaman/yaşam/
anlatı üçlüsüne Oğuz Atay’la birlikte hem düşünsel hem de taktiksel olarak eğilmiş iki önde gelen
yazardan biri olan Adalet Ağaoğlu, özellikle kriz
anlarında yoğunlaştırdığı anlatılarıyla öne çıkar.1
Romanlarında kurmuş olduğu ustalıklı yapı sebebiyle kendisinden devamlı övgüyle söz edilse
de Ağaoğlu’na gösterilen entelektüel ilgi Oğuz
Atay’a oranla sınırlı kalmıştır. Tutunamayanlar’la
aynı tarihlerde yayınlanmış olan Ölmeye Yatmak
eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanmış, ancak bu roman ilerleyen süreçte Tutunamayanlar’ın gördüğü akademik ilgiyi yakalayamamıştır.
Bir defa “iyi roman” olarak kabul edildikten sonra kanonun donuk sıralarına kaldırılan bu metin, esere yeniden geri dönüp bakan sınırlı sayıda çalışma dışında özenle orada tutulmuştur. Ölmeye Yatmak’ın övgüler altında gizlenmiş hakiki değeri ve söylem gücü böylece açığa çıkmakta güçlük çekmiş ve romanın feminist yönü saklı
kalmıştır. İlk yayımlandığı dönemde Ölmeye Yatmak’ı inceleyen eleştiriler genellikle metnin politik yönü üzerinde durmuş ve romanın barındırdığı güçlü feminist söylemi ıskalamıştır. Oysa Ölmeye Yatmak’ın en güçlü yanı baş karakter Ay1
Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 305.
91
92
sel’in gelişimi üzerinden inşa edilmiş güçlü kadın
dilidir. Bununla birlikte romanı inceleyen pek
çok eleştiride eserin feminist yönü bilinçli bir şekilde tartışma ufkunun dışında tutulmuş ve eser
neredeyse sadece politik mesajlarıyla ele alınmıştır. Romanın genel bir beğeni halkasıyla çevrelenerek tartışmalardan uzak tutulmasının bir sebebi de açığa çıkabilecek bu güçlü feminist söylemden duyulan çekincedir. Eserin yalnızca politik
sınırlar içerisinde değerlendirilmesi dönemin önde gelen erkek eleştirmenlerinin de işine gelmiştir. Kimi erkek eleştirmenler, bu yenilikçi romanı kolayca ahkam kesmekten çekinmedikleri politik alan üzerinden değerlendirmenin konforunu sürmüş ve eser hakkında hak etmediği kimi
olumsuz yargıları kolayca vermekten çekinmemiştir. Bu eleştirilere verilebilecek tipik bir örnek, 1970’li yılların en güçlü eleştirmenlerinden
birisi olan Fethi Naci’nin roman hakkında kaleme aldığı incelemedir. Yıllar sonra kaleme aldığı
için pişmanlık duyacağı bu yazısında Fethi Naci, Ölmeye Yatmak’ın feminist tarafını bütünüyle görmezden gelmiş ve romanı neredeyse sadece politik söylemi üzerinden ele almıştır. Sırf politik konumlanışını beğenmediği için bu önemli romana kolayca “başarısız” etiketini yapıştıran
Naci, Ağaoğlu’nu “küçük burjuva” duyarlılıklarına fazla bağlı kalmış olmakla eleştirir. Romanın kurmuş olduğu kadın dilinin neredeyse hiç
farkına varmayan Naci’nin metne yöneltmiş olduğu tavırda dönemin politik eğilimlerinin izleri
vardır. Romanın alt katmanlarının açığa çıkmaya
başlaması için ilk yayımlanışının ardından uzun
yıllar geçmesi gerekmiştir. 2000’lerin başında Jale Parla ve Sibel Irzık gibi önemli isimlerin Ölmeye Yatmak’ı yeniden ele almasıyla birlikte yapıtın çok katmanlılığı yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlar. Sibel Irzık, Ölmeye Yatmak’ta kullanılan farklı anlatı biçimlerine dikkat çekerek romandaki çeşitli seslerin bilinçli bir şekilde otorite kaybına uğratıldığını öne sürer. Bu şekilde
romanın esas karakteri olan Aysel’e öteki kişiler
karşısında söylemsel bir otorite sağlanan romanda kadın dili kendisine güçlü şekilde yer bulur.
Sibel Irzık, okumasında romanın feminist yönüne açık şekilde gönderme yapmamış olsa da eser-
de var olan feminist bakışın inşası için gereken
söylemsel otoritenin nasıl inşa edildiğini göstererek romana yönelik dar yaklaşımları genişletir.
Sibel Irzık’ın açtığı yolu takip eden Duygu Çayırcıoğlu’ysa romanı en başından itibaren feminist bir perspektifle ele alır ve romanın esas sorununun kadınlık meselesi olduğunu berrak bir şekilde ortaya koyar. Roman hakkındaki bu incelemelerin yayımlandıkları tarihleri kronolojik olarak takip etmek bize, metnin değişen dönemler
içerisinde nasıl alımlandığına dair önemli ipuçları sunar. Değişen konjonktürlerin bir eserin alımlanışını ve zihinlerdeki konumunu nasıl etkileyebildiğine dair çarpıcı bir örnek olan bu süreç,
Ölmeye Yatmak’ın hangi söylemle öne çıktığının
zaman içerisinde nasıl değiştiğini göstermesi açısından da dikkate değerdir.
KIZINI DÖVEN BABA ELEŞTİRMEN:2
FETHİ NACİ’NİN ÖLMEYE YATMAK
ELEŞTİRİSİ
Türkçe edebiyatın önde gelen eleştirmenlerinden
biri olan Fethi Naci, özellikle 70’li yıllarda kaleme aldığı eleştiri yazılarıyla otorite konumunu
pekiştirmiş ve bir eserin okur kamuoyu tarafından alımlanışını o metin hakkında söyledikleriyle
tek başına etkileme gücüne erişmiştir. Fethi Naci’nin övgüsünü kazanmış bir eserin satış rakamlarının hızlı bir şekilde yükseldiği, beğenmediği
bir eserinse dönem okurları tarafından pek tercih edilmediği bilinen bir vakıadır. Onun Türkçe edebiyat üzerinde sahip olduğu bu otoriter konum, pek çok edebi metnin kaderini belirlemiş ve
beğeni düzeyini etkilemiştir. Sol dünya görüşüne sahip olan Fethi Naci, ele aldığı eserleri genellikle böylesi bir politik süzgeçten geçirerek incelemiş ve metnin başarı değerini politik söyleminin gücüyle orantılı olarak ele almıştır. Cumhuriyet’in 1938 ile 1968 arasında kalan dönemini panoramik bir şekilde ele alan Ölmeye Yatmak’ı da
yine bu perspektiften inceleyen Fethi Naci, romanın taşıdığı politik söylemden rahatsızlık duyarak
onu başarısız bulmuştur. Bunu yaparken metnin
2
Erol Köroğlu’nun “Yanlış Kızı Döven Baba Eleştirmen: Elif
Şafak’ın Aşk’ı Eleştirilebilir Bir Metin mi?” yazısından ilhamla. Bkz. Gaflet: Modern Türkçe Edebiyatın Cinsiyetçi Sinir Uçları, İstanbul: Metis Yayınları, 2019, s. 235-252.
taşıdığı esas kaygı olan feminist duyarlığı ıskalayan Fethi Naci, romanı sol söylem açısından zayıf
bulduğu için mahkûm etmiştir.
Fethi Naci’nin Ölmeye Yatmak üzerine kaleme
aldığı eleştiri yazısı ilk olarak Yeni Dergi’nin Ağustos 1973 sayısında yayımlanmıştır. Romanın yayımlandığı tarihin hemen ardından kaleme alınmış olan bu yazıda Fethi Naci, adeta bir “baba
eleştirmen” tavrına bürünerek henüz ilk romanını yayımlayan bu genç kadın yazara tepeden bakan bir üslupla yaklaşır ve onun yazarlığını yetersiz bulur. Romana yönelik tavrını henüz eleştirisinin başında dile getiren Naci, metni düpedüz
“başarısız” ilan eder: “Adalet Ağaoğlu, çok ilginç
olabilecek bir romanı, ‘bir tanıklığı yarına belgeleme tutkusu’ uğruna, başarısız bir roman haline
getirmiş.”3 Fethi Naci’ye göre romanın sorunu,
metnin içerisinde halihazırda var olan kimi meselelerin üzerine gitmeyi tercih etmek yerine onlardan kaçmayı tercih etmesinde yatmaktadır. Ona
göre Ağaoğlu, romanı asıl değerli kılabilecek olan
bireysel meselelere merkezî bir konum atfetmek
yerine bunlara değinip geçmeyi tercih ettiği için
büyük bir fırsatı ıskalamıştır. Fethi Naci, Ağaoğlu’nu bireysel olandan bilinçli şekilde kaçmış olmakla itham eder:
Geçmişinden taşıdığı değer yargılarıyla kişisel
davranışının çatışması; yolunda bir evlilikle bir
yasak aşk öyküsü; kocasına açılmak isteğiyle bunu savsaklamak; kadınlığını, tükenmek üzere olduğunu sezdiği kadınlığını yaşamakla “yüce ve
soylu şeyler” arasında bocalamak... İşte asıl roman konusu olacak sorunlar bunlar! Ama Adalet Ağaoğlu bunlara kıyısından köşesinden değinmekle yetiniyor, bu sorunları derinlemesine kurcalamaktan kaçınıyor, kendine özgü bir tutum almaktan, kendi değer yargılarını getirmekten çekiniyor ve sonunda bir özüre sığınarak sorunlardan
kaçmayı yeğliyor: “Her şeyde haklı ve doğru olmak için her şeyin haklı ve doğru olması gerek.”4
Fethi Naci’ye göre yazar, bireysel olanı geri plana atıp toplumsal olanı ön plana çıkararak
hata yapmış ve bu yüzden güçlü olabilecek bir
romanı başarısız kılmıştır. Ancak Fethi Naci bu
3
4
Fethi Naci, “Ölmeye Yatmak”, Yüzyılın 100 Türk Romanı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009, s. 417.
A.g.e., s. 419.
Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, 1. baskı, Remzi Kitabevi, 1973.
yorumu yaparken, Ağaoğlu’nun toplumsal olanı
bireysel olana etkisini göstermek için böylesine
genişçe ele aldığını ıskalar. Ağaoğlu’nun toplumsal meselelere romanında bu kadar geniş yer vermesinin arkasında, bireysel meselelerin toplumsal olaylar tarafından nasıl şekillendirildiği ve bireyin toplum tarafından nasıl baskı altında tutulduğunu gösterme çabası vardır. Aysel’in içinde
bulunduğu çıkmazları ve bir kadın olarak yaşadığı sıkışmışlığı anlatmanın peşinde olan Ağaoğlu, ona bir kadın olarak özgürlük alanı tanımayan toplumsal yapıyı ifşa etme çabasıyla hareket
eder. Bunu yaparken dönemin toplumsal panoramasını ortaya koymaya çalışmaktan geri durmadığı doğrudur. Ancak yazarın temel amacı
toplumun genel görünümünü göstermekten çok,
bir birey olarak Aysel’in yaşadığı çıkmazları ele
almaktır. Toplumsal meselelerse daha çok Aysel’in içinde bulunduğu yapıyı daha anlaşılır kılmak amacıyla ortaya konur. Bu bağlamda Ölmeye
93
94
Yatmak’ın çokça ifade edildiği gibi bir kuşak romanı olmaktan çok bir bireyin romanı olduğunu
söylemek daha doğrudur. Romanda farklı temsilcileriyle karşımıza çıkan Cumhuriyet kuşağının
temel işlevi, Aysel’in toplumsal konumunu belirginleştirmek ve nasıl bir yapı içerisinde yaşadığını anlaşılır kılmaktır. Farklı toplum kesimlerinden çok sayıda karakterin romana dahil edilmiş
olması, bu kuşağın dertlerinin romanda dillendirilmesine kendiliğinden alan açar. Bu bağlamda Ölmeye Yatmak’ı bir kuşak romanı olarak da
okumak mümkündür. Ancak romanın asıl derdinin Aysel’in gelişimi üzerinden bir birey hikâyesi anlatmak olduğu da akıldan çıkarılmaması
gereken bir husustur. Adalet Ağaoğlu, Aysel’in
karşı karşıya olduğu kriz anıyla gerçekte Türkiye’deki kadınların içinde bulunduğu baskıcı ortamı anlatmak ister. Ailesinin namuslu bir kadın
olarak, devletin Atatürk’ün izinden giden, çağdaş
bir batılı kız olarak, akademinin entelektüel bir
hoca olarak, aynı ideolojiyi paylaştığı dava arkadaşlarının davasına bağlı bir partizan olarak, eşininse bir ev kadını olarak görmek istediği Aysel,
gerçekte bütün bu baskılardan bunalmış bir kadındır. Onun kendisinde aradığı şey, bütün bu
beklentileri gerisinde bırakmayı başarıp bir kadın olarak kendi bireyselliğini inşa etmektir. Kocasını kendisinden yaşça küçük bir öğrencisiyle
aldatmasının arka planındaki esas sebep de budur. Aysel, öznelliğini yeniden kazanmak istemiş
ve bir fail olarak herkesin kendisinden beklediği şeyleri bir kenara atmaya karar vermiştir. İşte Ölmeye Yatmak’ın gerçek hedefi, Aysel’in bastırılmış olan kadın kimliğini geri kazanma arayışına şahitlik etmektir. Bu bağlamda roman, Fethi
Naci’nin eleştirisinin tam tersine, baştan sona bireyselliği ön plana çıkaran ve bireyin sorunlarına
eğilen bir yapıya sahiptir.
Fethi Naci’nin romanın bireysel yönünü görmezden gelmesi bilinçli bir stratejinin ürünüdür.
Yapıtı bütünüyle politik alana sıkıştırması sayesinde Fethi Naci, romana dair istediği gibi konuşma fırsatını elde eder. Romanın politik bir söylemden ibaret gösterilmesi, eserin yaslandığı ideolojinin yanlışlanmasıyla kolayca başarısız kabul
edilmesini haklı çıkaracaktır çünkü. Bu sebeple
Fethi Naci, romanı eleştirirken sürekli yazarın siyasi perspektifine dair olumsuz eleştiriler yöneltir. Ona göre Ağaoğlu’nun ele aldığı döneme yaklaşımı son derece hatalıdır; çünkü o, olayları sol
bir pencereden değil, “küçük burjuva” yaklaşımıyla ele alır:
Adalet Ağaoğlu’nun Türkiye’nin toplumsal değişimine bakışı, tipik bir küçük burjuva bakışı. Oysa Atatürk’ün ölümünden sonra yetişen gençliğin
sorunları da, bu gençlik yetişirken dünyanın ve
Türkiye’nin ne durumda olduğu da öyle bir bakışla çözümlenemez; bu bakış, ister istemez, “gericilik” diye ezan okuma üzerinde durmaya, önemli sorun diye kadın-erkek ilişkilerine [...] saplanmaya götürür.5
Ağaoğlu’nu “küçük burjuva” hassasiyetleri taşımakla eleştiren Fethi Naci, yazarın yola bireyler üzerinden çıkmadığı için romanın şematik olmaktan kurtulamadığını söyler. Ona göre romanın tarihî gerçekliklere uygun olmamasının esas
sebebi, yazarın olayları bireyler üzerinden değil
şemalar üzerinden anlatmasıdır. Sonraki yıllarda Sibel Irzık’ın açık bir şekilde göstereceği üzere Adalet Ağaoğlu’nun bilinçli bir şekilde yaptığı karikatürleştirme, Fethi Naci tarafından yeterince idrak edilememiş ve bu durum şematik olmakla eş tutulmuştur. Oysa yazar, Aysel’in kadın
sesinin otoritesini güçlendirmek için diğer karakterlerin sesindeki gücü bilinçli bir şekilde ellerinden almış, dönemin gülünçlüğünü ortaya koymak için ironi ve alaydan yararlanmıştır. Ayrıca
romanın asıl derdi olan kriz anlatısı bize canlı bir
birey portresi olarak Aysel’i sunmaktadır. Bu açıdan romanın bireysel yönden yetersiz olduğunu
iddia etmek, esere karşı yapılmış büyük bir haksızlıktır. Fethi Naci, romanı bireysel yönden zayıf olmakla eleştirirken aslında örtük biçimde yazarın sıkça dönemin politik zihniyetine küçümser
bir tonla gönderme yapmasından duyduğu rahatsızlığı ortaya koyar:
[Ağaoğlu’nun] romancı olarak çıkış noktası bireyler değil; aklını birtakım toplumsal gerçekliklere
takmış, onların altını çizmek istiyor. Romancının
anlattığı toplumsal gerçeklikler, bu gerçeklikleri
yaşayan, bu gerçekliklerin tarihi olan bireyler ha5
A.g.e., s. 420.
line dönüştürülemezse, romanın şematik olması
kaçınılmaz olur. [...] Oysa Adalet Ağaoğlu’nun bir
dönemi anlatmak için ortaya sürdüğü kişiler birer
kukla olmaktan öteye geçemiyorlar; çünkü bunlar
sadece dış gerçekliğin mekanik bir biçimde yansımasıdırlar; dış gerçeklikle kişilerin iç gerçeklikleri arasında bir çatışma göremezsiniz; olamaz da,
bir iç gerçeklikleri yok çünkü bu anlatılan kişilerin. Bunun için birey olamıyorlar. Böyle olunca
da sanatsal yaratış, yerini kolay bir şematizme bırakmış oluyor. Gene bunun için Ölmeye Yatmak’ta
tipik durumlar buluyoruz, ama yaşayan insanlar
bulamıyoruz.6
Romanın politik söylemini yeterince solcu bulmadığı için yazarın tahlillerini yetersiz bulan Naci, metinde dile getirilen toplumsal eleştirinin bir
“aydın tedirginliğinden” öteye geçmediğini iddia
eder:
Ağaoğlu’nda çıkış noktası düzeni belirleyen koşulların eleştirisi değil; ekonomik ve toplumsal
gerçekliklerin bilincine varmış görünmüyor Ağaoğlu; otuz yılın panoraması diye anlattıkları toplumun yüzeysel görünümü; bunun için de somut
bir gelişme yönü bulamıyor toplumda. Kısa bir
dönemin günlük olaylarıyla, uygulamalarıyla geleceğe dönük bir perspektifi birbirine karıştırıyor:
Toplumcu eylemler karşısında “kapalı bir kapının önünde umutla durmak” biçiminde bir görüşe varmasının tabii bir sonucu olarak romanı, toplumsal özü bakımından, bir aydın tedirginliğinin
dile getirilmesinden öteye geçmiyor.7
Bu ve bunun gibi sebeplerle romanın kendisi
için bir “düş kırıklığı” olduğunu ifade eden Fethi
Naci, romanın Aysel’in kişisel dramını temel sorun olarak ele alsaydı daha başarılı olacağı iddiasında bulunur. Oysa romanın temel meselesi başından itibaren Aysel’in bir kadın olarak geçirdiği
dönüşüm ve kendisini ezen toplumsal yapıya karşı başkaldırısıdır. Romandaki güçlü feminist söylemin farkına varamayan –ya da bilinçli bir şekilde romanın bu yönünün üstünü örten– Fethi Naci, eseri ideolojik bakışın dar kalıpları arasına sıkıştırır ve metni bu açıdan başarısız bulur. Oysa
aynı Fethi Naci, yıllar sonra Adalet Ağaoğlu’na roman hakkındaki gerçek fikirlerini iletecek ve ona
6
7
A.g.e., s. 420-421.
A.g.e., s. 421.
“Yanlış bir şey yaptım. Romanın her tarafını anlatmadım,” diyecektir.8 Kendisinin de itiraf ettiği gibi Fethi Naci, romanın farklı yönlerini bilinçli bir şekilde gizlemiş ve eleştirisinde bunlardan
bahsetme gereği duymamıştır. Bilerek ve isteyerek romanı tek boyutlu bir açıdan ele alan Naci,
metnin feminist ve bireysel yönü üzerine gitmekten kaçınmıştır. Romanı yalnızca toplumsal bir
anlatı olarak görme yolunu tutturan Naci, metni bunun üzerinden kıyasıya eleştirir ve eseri hiç
beğenmediğini dile getirir. Oysa eleştirmenin yıllar sonra bizzat yazara yapmış olduğu bu itiraf,
onun esere dönük yaptığı bilinçli saptırmayı gözler önüne sermektedir.
Dönemin diğer eleştirmenleri Ölmeye Yatmak
özelinde Fethi Naci kadar acımasız bir tavır takınmamıştır. Genellikle olumlu eleştiriler alan
roman, yayımlandığı ilk günden itibaren pozitif
bir ilgi görmüştür. Bununla birlikte eleştirmenlerin pek çoğu ortak bir tavırla romanı yalnızca toplumsal yönüyle ele almış ve eserin bireysel yönünü ıskalamıştır. Romanı övgüyle karşılayan eleştirmenler yapıtı kısa zamanda kanona dahil etmiş
olsa da romana farklı bakış açılarıyla yaklaşan çalışmalar uzun süre yapılmamıştır. 90’ların sonuyla birlikte bu durum yavaş yavaş değişmeye başlar
ve kimi kadın eleştirmenler Ölmeye Yatmak’ı yeniden ele alarak romanın söylemini daha derinlemesine analiz etmeye girişir. Sibel Irzık’ın incelemesi de bu çalışmaların en dikkat çekenlerindendir. Irzık, romana yeni bir bakış açısıyla yaklaşmış ve o güne kadar pek çok eleştirmenin metinde görmezden geldiği anlatı meselesini merkeze
almıştır. Adalet Ağaoğlu’nun anlatı olanaklarını
kullanarak metindeki değişik sesler arasında nasıl
bir hiyerarşi kurduğunu ortaya koyan bu çalışma,
romandaki bireysel sesin gücünü göstermesi açısından son derece önemlidir.
AYSEL VE OTORİTER SESİN İNŞASI:
SİBEL IRZIK’IN KATKISI
Sibel Irzık’ın Ölmeye Yatmak’a getirdiği yeni yaklaşım, Aysel’in romandaki hâkim konumunu ve
8
https://istanbullife.com.tr/roportajlar/adalet-agaoglu-bu-kadar-uzun-yasamayi-istemezdim-dunyanin-bu-halini-gormeseydim/, erişim 23.06.2022.
95
otoriter sesini daha açık bir şekilde görmemizi
sağladığı için son derece önemlidir. Irzık, ilk olarak 12-13 Aralık 1998’de ABD’deki Ohio Eyalet
Üniversitesi’nde Adalet Ağaoğlu onuruna düzenlenen “Çağdaşlık ve Toplumsal Değişim” sempozyumunda sunduğu bildirisinde Ölmeye Yatmak’ta
kullanılan farklı anlatı biçimlerine dikkat çekmiş
ve yazarın bilinçli bir şekilde romandaki diğer
seslerin otoritesini yok ederek Aysel’in iç sesinin
söylemsel otorite kazanmasını sağladığına vurgu
yapmıştır. Irzık incelemesinde romanın feminist
söylemine açıkça göndermede bulunmamış olsa
da Aysel’in özerklik arayışına güçlü şekilde vurgu
yapar ve bu şekilde esere dönük toplumsal yaklaşımları bir kenara bırakarak metnin bireysel yönünü ön plana çıkarır. Bu bağlamda Sibel Irzık’ın
incelemesi, metni bütünüyle feminist bir pencereden ele alacak olan Duygu Çayırcıoğlu’nun çalışmasıyla romanı tamamen politik perspektiften incelemiş Fethi Naci’nin eleştirisi arasında bir köprü işlevi görür.
Sibel Irzık, Aysel’in ölümü bilinçli bir şekilde
seçmesi üzerinden Ölmeye Yatmak’ı Samuel Richardson’ın Clarissa’sı ile karşılaştırır. Bu 18. yüzyıl romanının kadın karakteri de tıpkı Aysel gibi kendi iradesinin gücüyle ölüme karar vererek
kendisini yeniden tanımlamış ve bu şekilde bireysel özerkliğini elde etmiştir. Bu özerklik beraberinde sahip olmasına izin verilmeyen otoriteyi de getirecektir: “Ölümünü özenle, ince ince
kurgulayışı, bu ölümün anlamı üzerinde kurduğu mutlak denetim, yaşamına da sözlerine de bilinçle ulaşılmış bir sonun, ustalıkla biçimlendirilmiş bir öykünün, anlamlandırılmış bir tarihin
otoritesini kazandırır.”9 Sibel Irzık, Clarissa’nın
ciddiyetle ele aldığı bilinçli ölme eylemine daha
çok alaycı bir şekilde girişen Aysel’in bu denemesini buna benzer bir “otorite üretme” eylemi olarak görür. Ona göre Aysel, ölmeye yatarak kendisinden esirgenmiş olan otoriteyi elde etmenin
peşindedir: “[Aysel] bir otel odasının kimliksizliği ve bedeninin çıplaklığı içinde hem toplumsal
senaryolarca biçilmiş rollerden, yakıştırılmış kim9
96
Sibel Irzık, “Ölmeye Yatmak: Anlatı ve Otorite”, Hayata Bakan Edebiyat: Adalet Ağaoğlu’nun Yapıtlarına Eleştirel Yaklaşımlar, der. Nüket Esen-Erol Köroğlu, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi, 2003, s. 46.
liklerden, hem de sesini bastıran ya da çarpıtan,
çatallaştıran söylemlerden geri çekilme girişiminde bulunur.”10
Romanda bilinçli bir şekilde Aysel’e verilen
söylem gücünü ifade etmek için Susan Lanser’in
“söylemsel otorite” terimini ödünç alan Sibel Irzık, Adalet Ağaoğlu’nun metindeki öteki sesleri
nasıl parçaladığına dikkat çeker. Ona göre Ölmeye Yatmak’ta iki karşıt süreç eşzamanlı olarak işlemektedir. Yazar, bir yandan hem özel hem kamusal sesleri bilinçli şekilde parçalayıp altlarını oymakta, diğer yandan baş karakter Aysel’in iç sesinin söylemsel otoritesini inşa etmekte ve bu şekilde iki karşıt söylem arasında bir denge kurmaktadır.11 Romanda yer alan ses bolluğu ve çeşitliliği aslında dönüp dolaşıp Aysel’in içsellik söylemini beslemektedir. Bu anlamda Fethi Naci’nin “şematik olmakla” itham ettiği bu farklı seslerin temel amacı, Aysel’in söylemsel otoritesini inşa etmekten ibarettir. Romanda karşımıza çıkan Aydın, Ali, Ertürk gibi karakterlerin gülünç sesinin
ardında yatan düşünce budur. Bu karakterlerin
gülünçlüğü, Fethi Naci’nin iddia ettiği gibi yazarın şematiklikten kurtulamamış olması değildir.
Tam tersine yazar, bu karakterlerin sesini bilinçli bir şekilde gülünçleştirerek Aysel’in iç sesinin
metindeki tek otorite olmasını sağlar. Romandaki her söylemin sonunda Aysel’in sesini güçlendirmeye hizmet eden bir araca dönüşmesi, metnin merkezinde güçlü bir bireysellik düşüncesi
olduğunu da ortaya koyar. Aysel’in otel odasındayken düşüncelerinin herhangi bir müdahaleye
uğramadan birinci tekil şahıs ağzından aktarılmasının onun bakış açısına inanılırlık kattığına dikkat çeken Irzık, karakterin bu sayede öteki kişiler
karşısında belirgin bir üstünlük kazandığını vurgular. Romanda birinci tekil şahıs anlatımına sahip olan başka karakterler de vardır, ancak yazar
bunların üslubuna bilinçli şekilde müdahale eder
ve onların üslubunu gülünçleştirme yoluna gider.
Metin içerisindeki farklı söylemlerin birbirleriyle
etkileşimlerinde açığa çıkan karşıtlık, her zaman
Aysel’in inandırıcı sesinin ön plana çıkmasına zemin hazırlar.
10 A.g.e., s. 46.
11 A.g.e., s. 47.
Sibel Irzık, Ölmeye Yatmak içerisindeki anlatı biçimlerini üç kategori altında incelemiştir.
Ona göre birinci kategoriyi oluşturan grup, “belgesel metinler” olarak adlandırılabilecek yazılardır. İkinci kategoride karakterleri tepeden takip
eden ve olup bitenleri tarafsız bir gözle okuyucuya aktaran anlatıcının sesi vardır. Üçüncü kategoriyi “karakter merkezli anlatı” olarak adlandıran Irzık, bu grup altında hem mektup, günlük, diyalog parçaları, alıntılanmış iç konuşma
gibi birinci şahıs anlatılarını hem de karakterler
üzerinde odaklaşan ve zaman zaman karakterlerin iç sesinin de karıştığı üçüncü şahıs anlatılarını ele alır.12
Irzık’a göre Ağaoğlu, üç farklı kategori altında
sınıflandırdığı bu anlatı biçimlerinin altını farklı biçimlerde oyar ve Aysel’in sesini görünür kılmak için onların söylemsel otoritesini ellerinden
alır. “Belgesel metinler” olarak adlandırdığı resmi söylemlerin kurmaca bir metin içerisinde yer
alıyor olmasının onların kendi kendine yalanlanması için yeterli olduğuna değinen Irzık’a göre bu
metinlerin uydurma kişilerle temas halinde olması bir yadırgama etkisi yaratır. Aysel’in güçlü sesi karşısında açığa çıkan yapaylıkları, bu metinlerin söylem gücünün kendi kendine zayıflamasına yol açar. Bu noktada Bahtin’e gönderme yapan Irzık’a göre bu metinler çift seslidir. Metinlerin yazılış amaçlarından farklı bir niyetle kullanılıyor olması, onların stilize edilmelerine zemin
hazırlamış ve bu şekilde inanılırlıklarını yitirmeleri sağlanmıştır.
Irzık, ikinci kategori olarak sınıflandırdığı anlatıcı sesin sık sık parodiye başvurduğunu söyleyerek yazarın bu sayede karakterler üzerinde ciddi
bir görünüm yerine komedi etkisi sağladığını öne
sürer. Anlatıcının karakterlerini muzip bir şekilde konuşturmasının metne bir “müsamere havası” kattığını belirten Irzık, metindeki seslerin bu
şekilde parçalandığına vurgu yapar. Irzık’a göre
anlatıcının betimlemeleri pek çok yönden tiyatro
oyunlarındaki sahne direktiflerine benzemektedir.13 Bu benzerliğin beraberinde karakterlerin bireyselliğini de götürdüğünü iddia eden Irzık, on12 A.g.e., s. 48.
13 A.g.e., s. 51.
Adalet Ağaoğlu
ların “daha yüksek bir otorite tarafından dağıtılmış rollerde oynayan aktörler konumunda olduklarını” vurgular. Bu yapay üsluba sahip olmayan
tek karakterse Aysel’dir. Aysel’in otel odasında geçen iç konuşmaları, okurun karşısına karakterin
zihninden geçtiği şekliyle gelir. Anlatıcının hiçbir
müdahalesine uğramayan bu iç konuşmalar, Aysel’in bireyselliğinin korunmasına yardımcı olur.
Irzık’ın karakter merkezli anlatı olarak isimlendirdiği üçüncü kategorinin söyleminde yer alan
yapaylıksa anlatıcının roman kişilerinin düşüncelerini dile getirirken kullandığı yinelemelerle dolu üsluptan kaynaklanır. Bu şekilde okurun zihnini karakterin kişiliğinden uzaklaştırıp kendi üslubuna çeken anlatıcı, kendisinden bağımsız bir
sesin ortaya çıkmasına izin vermez. Aysel’in babası Salim Efendi’nin kızını Ankara’ya yolladıktan
sonraki ruh halini ortaya koyan paragrafı örnek
gösteren Irzık, burada tekrar eden “boğulma” sözcüğüne dikkat çeker:
97
Aysel’i başkente yollamadan da durmadan boğulmaktaydı Salim Efendi. Oğlu okur yazar olduğundan bu yana boğulmakta. Öğretmene rastladıkça boğulmakta. Kaymakam mahfellerde, bayramlarda, kalkınan ışıklı bir ülkeden söz ettikçe boğulmakta. Şakir Ağa erkana rakı sofraları kurdukça, bağına bahçesine kuzu çevirmeye götürdükçe onları, boğulmakta. Onu Belediye Reisi’nin kolunda, şosede dolaşırken görüp görüp boğulmakta. Jandarma Kumandanı’na besili hindiler gönderdikçe boğulmakta. Kimin kimden yana olduğunu çıkaramadıkça boğulmakta. Memurinin gittikçe dışına düştüğünü, hiçleştiğini görerek boğulmakta. Boğuldukça nemrutlaşmakta. Nemrutlaştıkça yenilik, uygarlık adına ne görürse ortalıkta, topuna birden soğukluk duymakta, hatta kin
toplamakta...14
Sibel Irzık, anlatıcının buradaki “boğulma” kelimesini tekrar tekrar kullanmasının bilinçli bir
tercih olduğunu iddia eder. Irzık’a göre anlatıcı,
karakterin ruh halini okura karakterin sesiyle aktarmaktansa kendi dilini kullanır ve bu dil ile birlikte okurun karakterin bilincinden hızla uzaklaşmasını sağlar. Anlatıcının burada kullandığı
tekrarlara dayalı anlatım, okur için yabancılaştırıcı bir duruma yol açar. Bu tercih aynı zamanda karakterin düşüncelerinin ve duygularının somut bir gerçeklik kazanmasının da önüne geçer.15
Bir karakterin kendi sesiyle konuşmasını engelleyerek onu anlatıcı sesin aracılığı vasıtasıyla temsil etmek, onun bireysellik kazanmasının önüne
set çeker.
Görüldüğü üzere, romanda Aysel dışında kalan tüm sesler birbirinin altını oymaktadır. Kendi
kendisini ironikleştiren ve inanılırlığını yitiren bu
seslere karşılık Aysel, bu türden müdahalelerden
özenle korunmuş durumdadır. Onun yetişkin sesi, bütün karmaşası ve hassasiyetleriyle olduğu gibi okurun karşısına çıkar. Diğer seslerin erişmesinin mümkün olmadığı bir noktada konumlanan Aysel, her türlü müdahaleden uzak bir şekilde kendi diline sahip olan ve bu yüzden metindeki diğer sesler karşısında söylemsel otorite kuran bir karakterdir. Sibel Irzık’ın dikkati çektiği
gibi Aysel aynı zamanda romanda bir bilinçaltı-
98
14 Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1994, s. 44.
15 A.g.e., s. 53.
na sahip olan, okurların anılarına ve düşlerine tanıklık edebildiği tek karakterdir.16 Adalet Ağaoğlu, Aysel’e böylesi bir özerkliği belli bir ideolojinin ya da fikrin sözcülüğünü yapmak için vermiş
değildir. Tam tersine, yazarın niyeti, okurların romanın esas kadın karakterinin içselliğine doğrudan erişebilmesini sağlamaktır. Sibel Irzık’a göre
Ağaoğlu’nun roman boyunca bireyselliğini adım
adım inşa ettiği Aysel, “bir bireyin kendi sesine
ve bedenine sahip çıkış eylemini betimleyebilmek
için”17 bu tarz bir özerklikle kaleme alınmıştır. Irzık, Aysel’in özerk ve otoriter sesinin resmi söyleme karşı bir yanıt olduğunu iddia eder: “Ödün
vermez bir biçimde kendi içine dönmüş bu bakışın otoritesi, modernist bir kendini yaratma estetiğinin resmi Türk modernleşmesinin cüceleştirici söylemine verdiği yanıt olarak görülebilir.”18
Ona göre Aysel’in başkaldırısı, doğrudan resmi
söylemedir: “Romanın diğer kişileri temsil ederken yeniden ürettiği, Aysel’in sesindeki otoritenin
ise inatla silmeye çalıştığı, [resmi söylemin yarattığı] küçüklük duygusudur.”19
Sibel Irzık, romanı incelerken Fethi Naci’den
farklı bir tavır takınır ve metnin toplumsal yönünden çok bireysel tarafını merkeze alır. Ona
göre Ölmeye Yatmak’ın temel derdi, Türk modernleşmesinin sesini bastırmaya çalıştığı bireyin
kendi özerkliğini geri kazanma mücadelesidir. Irzık, Adalet Ağaoğlu’nun bunu başarmak için metninde farklı anlatı olanakları kullandığını ve bu
şekilde diğer tüm sesleri parçalayarak Aysel’in tek
otoriter ses olarak öne çıkmasını sağladığını öne
sürer. Ağaoğlu’nun esas derdinin bireyin hikâyesini yakalamak ve ona elinden alınan özgürce konuşma ve yaşama hürriyetini geri vermek olduğunu fark eden Irzık, romana Fethi Naci’nin tepeden bakan tavrıyla yaklaşmaz ve eser hakkında
ahkam kesmek yerine onu anlamaya çalışır. Romanda öne çıkan bireyselliği yakından inceleyen
Irzık, metindeki diğer seslerin temel görevinin
Aysel’in sesini ön plana çıkarmak olduğunu fark
eder. Bu sayede romanın gölgede kalmış bireysel
16
17
18
19
A.g.e., s. 55.
A.g.e., s. 55.
A.g.e., s. 55.
A.g.e., s. 56.
yönünün aydınlanmasını sağlayan Irzık, metni bir
kuşak hikâyesi olarak okumak yerine birey anlatısı olarak görür. Bununla birlikte Irzık, Ölmeye
Yatmak’taki feminist söyleme dair pek bir şey söylememiştir. Romanda inşa edilen söylemsel otoriteyi ustalıkla açığa çıkaran Irzık, bu dildeki feminizm üzerinde yeterince durmamış ve meseleyi daha çok bireysellik üzerinden ele almıştır. Romanın feminist söylemine yapılan daha güçlü bir
vurguysa Duygu Çayırcıoğlu’ndan gelir.
“KADINCA BİLMEYİŞLERİN SONU”:
ÖLMEYE YATMAK’IN FEMİNİST DİLİ
Duygu Çayırcıoğlu, 2022 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Kadınca Bilmeyişlerin Sonu: 1960-1980 Döneminde Feminist Edebiyat
isimli çalışmasında, ele aldığı dönemde kadın yazarlar tarafından yazılmış edebi metinlerdeki feminist dilin peşine düşer. Bu yılları bir tür ön-feminizm dönemi olarak gören Çayırcıoğlu, Nezihe Muhiddin’den sonra sekteye uğradığını söylediği feminist mücadele pratiğinin 1980’lere taşınmasında kadınların kaleme almış olduğu edebiyat
metinlerinin büyük rolü olduğunu öne sürer:
Yola çıkış noktam, feminizmin iki dalgası arasındaki dönemde eserler üreten bu yazarların metinlerinde feminist unsurların yer aldığını ve aslında
bunun da 1980’lerde güçlenecek olan hareketin
filizlerini, düşünce ve enerji birikimini oluşturduğunu düşünmemdi. Feminist duyarlığın, ikinci
dalga kadın hareketinin çıkışı öncesinde kendisini edebiyatta gösterdiğine inanıyorum.20
Bu dönemde genelde kadın karakterlerin ön
planda olduğu metinler kaleme almış olan Nezihe
Meriç, Sevgi Soysal, Leylâ Erbil, Sevim Burak, Füruzan, Adalet Ağaoğlu ve Tezer Özlü’nün eserlerini inceleyen Çayırcıoğlu, bu isimlerin eserlerindeki ortak noktanın kadınlık meselesi olduğunu
belirtir. İkinci dalganın ortaya çıkışından önce feminist hareketi metinlerinin satır aralarında geleceğe taşıyanların bu isimler olduğunu iddia eden
Çayırcıoğlu’na göre bu dönemde eser ortaya koymuş olan kadın yazarların birinci önceliği –far20 Duygu Çayırcıoğlu, Kadınca Bilmeyişlerin Sonu: 1960-1980
Döneminde Feminist Edebiyat, İstanbul: İletişim Yayınları,
2022, s. 14.
kında olmasalar bile– feminist bir söylem inşa etmektir. Bunu yaparken neredeyse tamamen erkek
yazarların elinde olan ana akım edebiyatın içerisinde var olma mücadelesine girişen kadın yazarlar, hâkim eril söyleme direnerek farklı bir dil geliştirmenin yollarını ararlar. Bu dönemde kadınların yazmış olduğu edebiyat metinlerindeki örtük
anlamları, erkek egemen bir toplumdaki kadınların konumunu kadınların lehine dönüştürecek
şekilde yorumlamaya çalışan Çayırcıoğlu, saklı kalmış bir “kadın yazını”nı ortaya çıkarmanın
arayışı içerisindedir. Seçtiği yazarları tercih sebebininse bildungsroman türü olduğunu belirten Çayırcıoğlu’na göre bu isimlerin incelemede ele alınan metinleri o veya bu şekilde bir büyüme öyküsü anlatmaktadır. Bu bağlamda Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ını bildungsroman’a çok iyi
bir örnek olarak gördüğünü belirten Çayırcıoğlu,
Aysel’in hikâyesinin “büyüme-gelişme anlatısı”
içerisinde anlatılmasının onun feminist dilin sözcüsü olmasına yol açtığını iddia eder.
Çayırcıoğlu, ele aldığı yazarların güçlü üsluplarıyla bir “kadın edebi otoritesi” ortaya koyduklarını savunur. Ona göre, bu yazarları ayrıştıran
en önemli nokta hâkim söyleme karşı çıkma cesaretleridir:
Meriç, Burak, Soysal, Erbil, Ağaoğlu, Füruzan ve
Özlü geleneksel edebiyata direnme ve onunla uzlaşma noktalarında zaman zaman farklılaşsalar da
kesinlikle egemen söylemin içinden konuşmuyor
oluşlarıyla ortaklaşırlar. Hem hikâye evrenlerinde karakterlerini konuştururlarken hem de edebi üsluplarıyla, hâkim söylemin dışında bir karşısöylem geliştirirler. Karakterleriyle birlikte, iktidarın alanından kurtarılmış bir dil vasıtasıyla gerçek birer faillik örneği sunarlar. Bu anlamda, “bir
kadın edebi otoritesinin” mümkünlüğünü gösterirler. En nihayetinde, gelecek kuşak kadın yazarların kendilerini bilmelerinin, tanımalarının ve
kendileri olarak kaleme sıkıca sarılmalarının önünü açarlar.21
Çayırcıoğlu’na göre bu isimlerin önemi feminist hareket tarafından çok geç anlaşılmıştır. Bu
dönemde yazan kadın yazarların severek okunmuş olsalar da feminizm bağlamında ele alınmadıklarına dikkat çeken Çayırcıoğlu, bu isimlerin
21 A.g.e., s. 188.
99
100
önemlerinin ve feminist hareket içerisindeki öncü
konumlarının ancak yeni yeni anlaşıldığına dikkat çeker. Ona göre bu isimlerin feminist yönüne
değinen araştırmaların kapsamı son derece sınırlıdır. Yazarların kendilerinin bile açıkça feminist
bir tavır ortaya koyduklarını iddia etmedikleri bu
dönemin hikâyesini bütünlüklü bir şekilde ele
alan Çayırcıoğlu, tutarlı bir çerçeve kurmayı başarır ve incelediği yazarların feminist bir söylem
inşa etme konusunda ortaklaştıklarını ortaya koyar. Çayırcıoğlu, 1950 ile 1980 arasındaki feminist mücadeleyi neredeyse tamamen bir “sessizlik dönemi” olarak ele alırken meseleyi fazla basitleştirme hatasına düşmüş olsa da aynı dönemde
edebiyatta kendisine karşılık bulan güçlü feminist
dalgayı öne çıkarması açısından literatüre önemli
bir katkıda bulunur.
Çayırcıoğlu, Ölmeye Yatmak’ı toplumsal bir anlatı olarak görmek yerine Aysel’in büyüme hikâyesi olarak okumayı tercih eder. Bu anlamda romanın bir birey anlatısı olduğuna vurgu yapan
Çayırcıoğlu’nun bu yaklaşımı Fethi Naci’nin tavrından oldukça farklıdır. Romanda kendisine yer
bulan feminist söylemi çeşitli başlıklar altında inceleyen Çayırcıoğlu’na göre Ölmeye Yatmak’ın en
büyük gücü bir kadın dili inşa etmeyi başarmış
olmasıdır. Ona göre Ağaoğlu bu romanda toplumsal cinsiyet rollerinin erkek egemen toplum
tarafından nasıl inşa edildiğini büyük bir ustalıkla ortaya koymuştur. Ağaoğlu’nun romanda baskı altında yetişen bir kadın karakter olarak Aysel’i merkeze almasının önemine değinen Çayırcıoğlu, eser boyunca cinsiyetler arasında var olan
çifte standartların işlendiğini belirtir. Çayırcıoğlu’nun tespitine göre Ağaoğlu, erkekliği farklı karakterler üzerinden, farklı erkeklik halleriyle incelemiştir. Kadınları kendi ideolojileri ve meşreplerine uygun şekilde şekillendirmeye çalışan
erkeklerin de uyması gereken toplumsal roller
vardır. Bu durum, baskının tek taraflı olmadığını
gösterir. Kadınlara devamlı batılılaşmış, uygar bir
kadın olmanın telkin edildiğini gösteren romanda Aysel de böylesi bir toplumsal rolün içerisindedir. Aysel’e yüklenen bu ülküye neredeyse bir
kutsallık atfedildiğini belirten Çayırcıoğlu, annelikle özdeşleşmiş kutsallığın, her ideolojide ve bu
ideolojilerin ürettiği kadınlık tasarımlarında var
olduğunu söyler.22
Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ta Türkiye
tarihinin yok saydığı kadınların varlığını ön plana
çıkarmaya çalıştığını öne süren Çayırcıoğlu’na göre bu roman, resmi tarihe kadınların tarihini eklemektedir: “[Ağaoğlu] bir yandan kadınların resmî tarih anlatılarının dışında bırakılışını, onlara
yer verilmeyişini gözler önüne sererken bir yandan da bu tarih anlatısı içine kadınları yerleştirir
ve mikro bir kadın tarihi örneği ortaya çıkarır.”23
Jale Parla da Ölmeye Yatmak’ın Cumhuriyet’in
resmi söylemiyle kadınların özgül tecrübelerinin
nasıl iç içe geçtiğini ele alan bir roman olduğuna
dikkat çeker: “Ölmeye Yatmak’ta Ağaoğlu’nun ‘tarihi yapan el seni de yaptı’ önermesi, aslında kadın Bildungsromanlarında toplumsal tarihle kişisel tarihin nasıl iç içe geçtiğinin bir roman stratejisi haline getirildiğinin ilanıdır.”24 Ölmeye Yatmak, Çayırcıoğlu’nun da işaret ettiği gibi, Türkiye’nin yeni yazılan tarihinde kadınlara yer olmadığını gösterir.
Duygu Çayırcıoğlu, Ölmeye Yatmak’ta feminist
söylemi oluşturan bir diğer yönün metnin kadın
cinselliği üzerine cesurca eğilmesi olduğunu söyler. Yazar, Aysel’in ailesi ve toplum tarafından
cinselliğine ket vurulmuş bir kadın olduğuna dikkat çeker. Aysel’in cinselliğine duyduğu yabancılaşmayı aşmak için tercih ettiği yolsa, başka bir
erkekle yatmaktır: “Bu romanda yine kadın cinselliğinin toplumsal bir baskı mekanizması olarak
kullanılışının yakıcı örneğiyle ve yine, bu baskı
mekanizmasının simgesi haline gelmiş olan kadın
bekâretiyle karşılaşırız.”25 Kadın bekâreti, toplumun ulu değerler atfettiği kadınların kutsallığını simgeleyen ve bu yüzden “gayri meşru” yollarla bozulması asla kabul edilemeyen bir meseledir.
Bu sebeple Aysel de başlangıçta kendisine dayatılan bu toplumsal cinsiyet rolüne bütünüyle uyum
sağlamış olarak karşımıza çıkar. Öyle ki yakın arkadaşı Ali’yle parkta buluşmasının bile yanlış an22 A.g.e., s. 92.
23 A.g.e., s. 128.
24 Jale Parla, “Tarihçem Kabusumdur! Kadın Romancılarda Rüya, Kabus, Oda, Yazı”, Kadınlar Dile Düşünce, der. Sibel Irzık,
Jale Parla, İstanbul: İletişim Yayınları, 2017, s. 181.
25 A.g.e., s. 151.
laşılacağından ürkerek tedirgin olur. Bununla birlikte Aysel, yavaş yavaş bu toplumsal beklentilerin yanlışlığının farkına varmaya başlar ve kendi
cinsel özgürlüğünün peşinden gider. Çayırcıoğlu, Aysel’in ölmeye yattığı otel odasında kendisiyle çıplak bir şekilde baş başa kalmasıyla birlikte
tam anlamıyla özgürleştiğini öne sürer. Ona göre
“artık ne ailesinin yasakları ve dayatmaları vardır
odanın içinde, ne de ona sürekli ‘ideal Türk kadını’ olması yolunda daha çok çalışmasını öğütleyen resmî ideolojinin aygıtları.”26 Aysel’in hayata yeniden dönüşü, ancak bedeniyle ve kendi cinselliğiyle barışmasından sonra gerçekleşir. Ölmeye yatmak için girdiği otel odasından, kendisiyle
barışmış ve bir kadın olarak kendi özgürlüğünü
elde etmiş olarak çıkar.
Çayırcıoğlu, romanda var olan geleneğe ve hâkim söyleme karşı çıkan isyankâr seslerin Ölmeye
Yatmak’ı feminist edebiyatın bir parçası haline getirdiğini belirtir. Kadınların öznelliklerini inşa etmek için gösterdikleri direnişin feminist çabanın
temellerinden olduğunu hatırlatan Çayırcıoğlu,
Ölmeye Yatmak’ta kullanılan ironik dilin edebiyattaki eril dili bir hamlede yıktığını savunur. Ağaoğlu’nun kullandığı ironik dille resmi söylemin otoritesini bozuma uğrattığını düşünen Çayırcıoğlu,
bu noktada Sibel Irzık’la ortak bir noktada buluşur. Ona göre bölümlere verilen kimi isimler romandaki oyunbaz üslubu net şekilde açığa çıkartır: “Doğdu Gün Işıkları Ülkü’nün”, “Işık Yolu Cumhuriyet”, “Ankara Ankara Güzel Ankara”, “Bin Atlı Akınlarda Çocuklar Gibi Şendik” gibi başlıklar, resmî dilin soğuk ve otoriter yapısını
bozuma uğratarak Aysel’in kadın sesinin güç kazanmasına yol açar. Çayırcıoğlu, Ağaoğlu’nun üslup konusundaki ustalığının romana kattığı feminist boyutu şu şekilde ifade eder: “[Ağaoğlu], hiçbir ideolojik söylemin ya da eril anlatı geleneğinin
gölgesinde kalmayan, bütünlüklü bir tarihsel bakış açısı içerisinden, mevcut düzende kadın olmaya dair derinlikli bir kavrayışı Aysel karakteriyle
ortaya koymuştur.”27
Duygu Çayırcıoğlu, Ölmeye Yatmak’ı feminist
bir perspektifle ele alarak romanın uzun yıllar
26 A.g.e., s. 153.
27 A.g.e., s. 181.
boyunca görmezden gelinmiş bir boyutunu ortaya koyar. Yayımlandığı günden itibaren çoğu
defa toplumsal yönüyle öne çıkmış olan bu romandaki güçlü bireysellik, Çayırcıoğlu’nun okumasıyla birlikte daha belirgin şekilde vurgulanır.
Cumhuriyet’in ilk kuşağını temsil eden farklı karakterlerin romanda bolca yer alması, pek çok
eleştirmenin dikkatini o noktaya çekmiş ve romana dair eleştirilerde Aysel’in büyüme hikâyesi
görmezden gelinerek kuşak meselesi ön plana çıkarılmıştır. Oysa romanda var olan diğer karakterler, daha çok Aysel’le kurdukları ilişki üzerinden metne dahil olmuştur. Bu sebeple metinde
Aysel’in doğrudan bulunmadığı bölümlerde bile
gölgesi mevcuttur. Çayırcıoğlu, Aysel’in metindeki bu merkezî konumunu fark ederek romanı
onun üzerinden okuma yolunu tercih eder. Aysel’in bastırılmış kimliğini geri kazanıp özerkliğini elde etme çabasının feminist bir mücadele olduğunu tespit eden Çayırcıoğlu, romandaki kadın dilini ortaya koyarak eserin dönemin diğer
feminist metinleriyle olan benzerliklerini göstermiştir. Bu anlamda Çayırcıoğlu’nun çalışması, Ölmeye Yatmak’ın temel hedefini anlayıp bunu ortaya koymada Fethi Naci’ye kıyasla çok daha başarılıdır.
SONUÇ
Adalet Ağaoğlu, Göç Temizliği’nde Fethi Naci’nin
romanı hakkında yazdığı eleştiriye cevap verir ve
onun romanını bütünüyle yanlış anladığını söyler. Ağaoğlu’na göre Naci, tipik bir “abi” tavrıyla
hareket etmiş ve metne yaklaşırken taraflı davranarak okura pek çok hatalı bilgi sunmuştur. Fethi Naci’nin pek çok yazısını “yazar azarlayan ya
da yazar kayıran” bir tonla kaleme aldığını belirten Ağaoğlu, bir eleştirmenin “tribünlerde oturup
takım tutan ya da takım yuhalayanlardan farklı
bir konumda bulunması gerektiğini” ifade eder.
Fethi Naci, eleştirisinde Ölmeye Yatmak’ın baş karakteri Aysel’i yaşadığı dönemin tipik bir temsilcisi olarak öne çıkarmıştır. Oysa Ağaoğlu’na göre Aysel, kuşağını olduğu gibi yansıtan bir karakter değildir. Tam tersine, Aysel’in kendi kuşağına başkaldırmaya cesaret edebilmiş bir kadın olduğuna vurgu yapan Ağaoğlu, karakterinin kendi
101
içine dönüp bakmayı cesaret etmesinden övgüyle söz etmiştir:
F. Naci’nin yazısında belirttiği gibi, “o dönem bir
bakıma Aysel demek” değil. O dönem bir yana,
bu dönem bile Aysel demek değil. Bence, o dönemden bu döneme, Türkiye hâlâ, ölmeye yatmayı bir kez olsun denememiş “aydınların” çoğunlukta bulunduğu bir toplum. Aydın kişi, çevresinde olup bitenlerden durmadan yakınacağı yerde,
bir ân da durarak bakışlarını kendinden yana çevirmeli değil mi?”28
Fethi Naci’nin eleştirisinde Ağaoğlu’nu en çok
rahatsız eden şey, kendisine karşı takındığı üstenci tavır ve yapıta dönük otoriter yaklaşımdır.
Eleştirisini romanın kendi iç gerçekliğinden yola çıkarak değil, metne yansıttığı kişisel beklentilerinin karşılanıp karşılanmadığı üzerinden kuran Naci, karşısındaki genç kadın yazarı küçümsemiş ve eserini kolayca başarısız olmakla itham
etmiştir. Oysa Fethi Naci, romanın anlatmaya çalıştığı asıl hikâyeyi gözden kaçırmıştır. Ona göre
Ölmeye Yatmak, yalnızca bir dönemin şematik anlatımından ibarettir. Oysa Ağaoğlu’nun da belirttiği gibi bu roman, her şeyden önce Aysel’in özerk
bireyliğini nasıl kurduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Bunu başarmak için çevresindeki herkesle ters düşmeyi göze alabilen Aysel’in bu çıkışında güçlü bir duruş vardır. Bu bağlamda Sibel Irzık’ın okuması, romanı daha iyi anlayabilmek için önemlidir. Irzık’ın dikkati çektiği gibi
Ölmeye Yatmak’taki esas amaç, Aysel’in bireyselliğini inşa etme sürecine şahit olmaktır. Ağaoğlu,
bu metinde Aysel’in sesini okura olduğu gibi ulaştırmış ve ona bir otorite kazandırmıştır. Aysel’in
romanda sahip olduğu söylemsel otorite, gerçekte susturulmuş kadınların eril dile karşı elde ettiği
bir zaferdir. Aysel’in sahip olduğu kadın dili, onu
aynı zamanda feminist mücadelenin bir neferi kılar. Duygu Çayırcıoğlu, Ölmeye Yatmak’ın bir Bildungsroman olduğunu iddia ederken Aysel’in doğup büyüdüğü çevreye baş kaldırarak kendi bireyselliğini inşa etmesinin feminist söyleme kazandırdıkları üzerinde durur. Özgürlüğünü kazanmak için toplumsal cinsiyet rollerinin kendisi-
102
28 Adalet Ağaoğlu, Göç Temizliği, İstanbul: Remzi Kitabevi,
1985, s. 166.
ne dayattığı her türden baskıya karşı çıkma cesaretini gösteren Aysel, bir kadın olarak cinsel kimliğini sahiplenmeyi öğrenmiş ve bu sayede üzerindeki eril tahakkümü yıkmayı başarmıştır. Bütün bunlar, romanın feminist edebiyat içerisindeki yeri ve önemini açıkça göstermektedir. Ölmeye Yatmak, yazarı bilinçli bir şekilde bunu amaçlamamış olsa bile feminist bir söylem ortaya koymuş ve Türkiye’deki kadınların özgürleşmesi yolunda önemli bir ışık olmuştur.
Romanla ilgili kronolojik olarak yapılmış bu üç
farklı eleştiri, farklı bağlam ve tarihlerde bir edebi
metnin ele alınışının ne kadar farklılaşabileceğini göstermektedir. 1970’li yılların Türkiye’sindeki
politik kutuplaşma ortamının tam ortasında yayımlanan bu roman, zamanın ruhuna uygun olarak çoğunlukla toplumsal yönüyle ele alınmıştır.
Yapıtın “küçük burjuva ideolojisine” yaslandığını
düşünen Fethi Naci gibi eleştirmenler, bu sebeple
romanı mahkûm etmiştir. Romanı beğenen eleştirmenler bile daha çok eserin Cumhuriyet’in ilk
kuşağının portresini yakalamaktaki başarısı üzerinde durmuş, eserdeki güçlü bireyselliği ve feminist söylemi görmezden gelmiştir. Bu yok sayma ve görmezden gelme, romanın neden hak ettiği düzeyde entelektüel ilgiye mazhar olmadığına da ışık tutar. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ıyla yakın tarihlerde yayımlanan ve onunla benzer dertlere yer veren bu roman, 2000 sonrasında
pek fazla gündeme gelmemiş ve metinle ilgili yeni çalışmalar son derece sınırlı kalmıştır. Oysa yine Tutunamayanlar’da olduğu gibi baş karakterin
kriz anlarına odaklanan bu roman, pek çok farklı
okumaya müsait bir eserdir. Ancak Tutunamayanlar’a dair akademik ve entelektüel ilgi gün geçtikçe katlanarak artarken, Ölmeye Yatmak’a yakından bakan dikkate değer çalışmaların sayısı son
derece azdır. İlginç olan durumsa, bu romanın genel bir beğeni düzeyine erişmiş olması ve edebiyat kanonuna girmeyi başarmasıdır. Bu durum,
romanın övgüler altında gözlerden ırak tutulmasına yol açmaktadır. Metnin barındırdığı feminist
söylemin açığa çıkmasından endişelenen eril edebiyat eleştirisi, romanı belirli bir beğeni halesinin
içine hapsetmiş ve esere yeniden dönüp bakmayı teşvik etmekten kaçınmıştır. Duygu Çayırcıoğ-
lu’nun çalışmasının önemi de burada ortaya çıkar. Onun metni daha büyük bir feminist bağlama oturtması, romanın yıllardır üzeri örtülen kadın dilinin açığa çıkmasını sağlar. Son yıllarda Ölmeye Yatmak’a yeniden bakan sınırlı sayıdaki çalışmadan biri olan bu araştırma, erkek eleştirmenlerin, “abilerin” ısrarla dar bir alana hapsetmeye
çalıştığı bu romanın farklı bağlamlarda yeniden
okunmasının yolunu açmaktadır.
Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak’ı, barındırdığı güçlü feminist söylemle, bireyin dünyasını yakalamaktaki başarısıyla ve keskin gözlem gücüyle
edebiyatımızın önemli romanlarından biridir. Eril
dilden kurtulmak ve erkek yazarların egemenliğindeki edebiyat kanonunda kendine yer bulmak
için büyük mücadele veren Ağaoğlu, yazarlığı bo-
yunca kurtulmaya çalıştığı eril dile edebiyat eleştirisi karşısında yakalanmış ve edebiyata eril bir
zihniyetle yaklaşan eleştirmenler tarafından incelenmekten kurtulamamıştır. Bu eleştirmenler Ölmeye Yatmak romanını beğenmiş olsa da onun feminist söyleminin üstünü bilinçli bir şekilde örtmüş ve romanı övgülerin altında görünmez kılmıştır. Bu romanın övgüler altına gizlenmiş hakiki değeri, yeni çalışmalarla yavaş yavaş aydınlanıyor. Çoğunlukla politik ve toplumsal yönüyle ele
alınan metnin taşıdığı feminist dil, sonunda perdenin altından çıkıp kendisini gösterme fırsatını
buldu. Şimdi eleştirmenlere romanın bireysel anlatısına ve feminist yönüne daha çok eğilip metnin farklı katmanlarını yeni çalışmalarla açığa çıkarmak düşüyor.
KAYNAKÇA
Ağaoğlu, Adalet. Göç Temizliği. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1985.
Ağaoğlu, Adalet. Ölmeye Yatmak. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
1994.
Çayırcıoğlu, Duygu. Kadınca Bilmeyişlerin Sonu: 1960-1980 Döneminde Feminist Edebiyat. İstanbul: İletişim Yayınları, 2022.
Fethi Naci. “Ölmeye Yatmak”, Yüzyılın 100 Türk Romanı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.
Irzık, Sibel. “Ölmeye Yatmak: Anlatı ve Otorite”, Hayata Bakan
Edebiyat: Adalet Ağaoğlu’nun Yapıtlarına Eleştirel Yaklaşımlar
içinde, (Der.) Nüket Esen-Erol Köroğlu. İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi, 2003.
Parla, Jale. Don Kişot’tan Bugüne Roman. İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.
Parla, Jale. “Tarihçem Kabusumdur! Kadın Romancılarda Rüya,
Kâbus, Oda, Yazı”, Kadınlar Dile Düşünce içinde, (Der.) Sibel
Irzık, Jale Parla. İstanbul: İletişim Yayınları, 2017.
https://istanbullife.com.tr/roportajlar/adalet-agaoglu-bu-kadaruzun-yasamayi-istemezdim-dunyanin-bu-halini-gormeseydim/ Erişim: 23.06.2022.
103